Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Namaz Hakkında Çok Önemli Meseleler (Sorulara Cevab)

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
NAMAZ İLE İLGİLİ MESELELER
(Soruya Cevab)



5 VAKİT NAMAZDAKİ SÜNNETLERİN HÜKMÜ

benistanbulum;125762' Alıntı:
SELAMUN ALEYKUM
Vakit namazlarında ikindi ile yatsının sünnetlerini Peygamber Efendimiz bazen terkediyormuş.Birinci sorum bunun sebebi 2.sorum da yatsının sünnetini terkettiğimizde son sünnetini mi de terkedeceğiz bir tane daha sorum var öğle namzının sünneti terk edilir mi:confused:
SELAMETLE KALIN...
Âleykum selam we rahmetullah;

Sünnet namazlar 2 çeşittir:

Sünneti muekkede : Rasulullahın sıklıkla kılıp arasıra terk ettiği sünnetlerdir.

Sünneti ğayri muekkede : Rasulullahın arasıra kılıp arasıra çoğunlukla terk ettiği sünnetlerdir.

İkindi namazının sünneti ve yatsı namazının ilk sünneti (hanefilere göre) ğayri muekkededir.
Bu yüzden bazı zamanlar Rasulullahın sünnetine uymak kastı ile , "Rasulullah (s.a.v.) terk etmiş, bende bu yüzden terk ediyorum" diyerek arasıra terk edilebilir, böyle zamanda sünnet sevabı alınır.

Hanefiler haricinde diğer mezhebler- muctehidlerimize göre Yatsı namazının ilk sünneti hakkında Hanefilerin delilleri zayıftır ve böyle bir sünnet namaz yoktur. Bu yüzden hiç kılmazlar. Yatsının son sünneti muekkede sünnet olduğundan sıklıkla kılınmalıdır.

Öğle namazının sünnetleri de muekked sunnetlerdendir, sıklıkla kılınmaya çalışılmalıdır.


Aişe radıyallahu anha'dan
Allah Rasûlu (s.a.v.) buyurdu: "Her kim oniki rekat nafile kılmaya devam ederse, Allah onun için cennette bir köşk yapar: Öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşam namazından sonra iki rekat, yatsıdan sonra iki rekat, sabah namazından önce iki rekat."
[Tirmizî, salat 189; Nesai , Kıyamul Leyl 66 ; İbn Mace, İkame 100]

Ebu Hurayra (r.anh) dan
Allah Rasûlu (s.a.v.) buyurdu: "Allah teâlâ buyurmuştur:
"Kulum bana, kendisine farz kıldıklarımı yerine getirmekten daha iyi bir şeyle yaklaşamaz. Ondan sonra, kulum bana nâfile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, nihâyet ben onu severim. Ben onu bir de sevdim mi, artık işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Bir şey isterse, hemen veririm, bir şeyden de bana sığınırsa, onu muhakkak korurum."

(Buhârî)


Yatsı Namazı vakti


images
Yatsı vakti, Hanefîlerde fetvaya esas olan görüşe ve diğer mezheblere göre, batı ufkunda kırmızı şafağın kaybolduğu andan (Akşam namazı vakti sonu) itibaren başlar ve fecr-i sadığın doğmasından biraz önceki zamana kadar (İmsaka kadar yani Sabah namazı başlangıcının an evveli)devam eden nakledilen şu hadistir:
"Şafak kırmızılıktır Şafak kaybolunca yatsı namazını kılmak farzolur" (es-San'ânî, age, I,114)

Diğer yandan yatsı namazı için Tercih edilen vakit, gecenin 3 te 1'i veya yarısı geçinceye kadar devam eder. Çünkü Allah elçisi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ummetime zorluk vermeyeceğini bilsem, yatsı namazını gecenin üçte birine veya yarısına kadar geciktirmelerini onlara emrederdim" (eş-Şevkânî, age, II,11)

Enes (r.anh), Hz Peygamber'in yatsı namazını gecenin yarısına kadar geciktirip, sonra kıldığını bildirmiştir (eş-Şevkânî, age, II,12)

Aişe (ranhâ)'den de şöyle dediği nakledilmiştir:
"Peygamber bir gece yatsı namazını geciktirdi. O kadar ki mescidde bulununlar uyumuştu. Sonra çıkıp namaz kıldı ve şöyle buyurdu: Eğer ümmetime zorluk vermesem bu vakit yatsı namazının vaktidir" (Buhârî, Mevâkît, 24; eş-Şevkânî, age, I, 12)


Vitir namazının başlangıcı, yatsı namazından sonradır. Vaktinin sonu ise, sabah vakti girmeden hemen öncesine kadar olan zamandır (Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul 1991, 313 vd)


Namaz vakitleri şu şekildedir :

  1. Sabah Namazı : Fıkıhçılar bu namazın vakti için sabaha karşı tan yerinin ağarmaya başlamasından, Güneş'in doğmasına kadar olan zamandır. 49.5° enleminin kuzeyinde bu ölçüt yılın altı ayında geçersizdir, buralarda altı ay boyunca gündoğumu olmaz.
  2. Öğle Namazı Fıkıhçılar, Kur'an'ın bu açık tanımına rağmen iki farklı görüş belirtirler; Güneş'in en tepede olduğu andan her şeyin gölgesinin bir veya iki misli oluncaya kadar devam eden zamandır.
  3. İkindi Namazı "ikindi" "ikinti" sözcüğü Türkçe'de "ikinci" sözcüğünün başka söylenişidir. Bu namaz adını, bu namaz vakti için fıkıhçılarca öğlenin ikinci vakti sayılmasından kaynaklanır. Fıkıhçılara göre, öğle namazı vaktinin bitiminden güneş batıncaya kadar olan zamandır.
  4. Akşam Namazı (صلاة المغرب Salatu'l Mağrib): Fıkıhçılara göre, Güneş battıktan sonra başlayıp güneşin battığı yerde meydana gelen kızıllık kayboluncaya kadar olan zamandır.
  5. Yatsı Namazı : Fıkıhçılara ve hadisçilere göre, Akşam namazının vakti çıktıktan sonra başlayıp sabah namazının vakti girinceye kadar devam eden zamandır. Eski fıkıh kitapları Salatu'l Işayı ikiye ayırırlardı, ilkine Işa-ı Evvel, Akşam namazı; ikincisine de Işa-ı Ahir, Yatsı namazı derlerdi.
Teheccud Namazı: Gece kılınan bir namazdır. Yatsı namazı bittikten sonra (kılındıktan) gece yatıp uyunur. Sabah namazından (İmsaktan evvel) önce kılınır.

Vitir Namazı: Vitir namazının vakti de yatsı namazının vaktidir. Ancak vitir namazı, yatsı kılındıktan sonra kılınır. Asıl vakti Yatsıyı kıldıktan sonra yatıp uyumak , gece imsaktan önce kalkıp teheccud kılınır. Daha sonra vitir namazı kılınır. Fakat zamanla insanların bu kuvvetli sunnete kalkamama kılamama gibi sorun ortaya çıkmaya başlayınca vitir namazını yatsıdan hemen sonra kılınır olmuştur. Fakat teheccud namazına kalkınmaya gayret gösterilmelidir. Vitir namazi vacibtir.


Namaz vakitlerinin başlangıç ve sonları

Cibril hadîsi ile belirlenmiştir. Cibril hadîsi şöyledir:
"Rivâyet olunur ki, Ebu Mes'ud (Ukbe b. Amr) Ensarî (-i Bedri r.a) Irak'ta iken bir gün Muğîre b. Şu'be'nin (r.a) yanına girdi ki, o gün Muğîre nasılsa ikindi namazını geç vakte bırakmıştı.
Ona dedi ki: Ya Muğire, bu (yaptığın) nedir? Bilmiyor musun ki, Cibril (a.s) inip namaz kıldı. Rasûllullah (s.a.v.) da (ardında ) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Rasûlullah (s.a.v.) da (ardında bir daha) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Rasûlullah (s.a.v.) da (ardından bir daha) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Rasulullah (s.a.v.) da (ardında bir daha) kıldı. Sonra (işte) bununla emrolundum, dedi...." (Tecrid-i Sarih Tercemesi, II/ 460-464, Ank. 1972)

Bir başka hadîste Rasul-i Ekram (s.a.v.) şöyle buyuruyor. "
Cibril aleyhisselam iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam'ın yanında bana imam oldu. İlk defasında zeval vaktinde güneşin verdiği gölge bir nalın tasması kadar uzandığında bana Öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında İkindi, oruçlu orucu bozduğu vakitte Akşam, şafak kaybolduğunda Yatsı, oruçluya yemek içmek haram olduğu vakitte Sabah namazlarını kıldırdı. Ertesi gün Öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, Akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, Yatsı namazını gecenin üçte birine doğru, Sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakit kıldırdı. Sonra bana döndü ve: Ya Muhammed, bu senden evvelki enbiyanın vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer vakit arasındadır, dedi."
(Sunen-i Ebû Davud ile Nesâî ve Tirmizî'den naklen: Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11/462, 2 no'lu dipnot: Ank. 1972)

Mekruh Vakitler:

Bazı vakitlerde namaz kılmak mekrûhtur. Bu vakitleri şöyle sıralamak mümkündür:

1- Güneşin doğma anından itibaren 50 dakika zarfında namaz kılınamaz. Bu süre içinde farz ve vacip namazlar kılınamaz, kılınırsa sonra yeniden kılmak gerekir. Bu süre içinde nafile namaz kılmak da mekrûhtur. Başlanmış bir nafile namazı bozup sonradan kaza etmek daha iyidir.
2- Güneş zevalde, yani tam tepe noktasında iken.
3- Güneş batarken. Bu iki vakitte de yine farz ve vâcib namazlar kılınamaz. Sadece ikindi namazının farzına başlanmış iken güneş batmaya başlarsa o namazı tamamlamak gerekir. Bu namaz edâ edilmiş sayılır, sonra yeniden kılınmaz.
4- Sabah namazının vakti içinde sabah namazının sünnetinden başka nafile namaz kılmak mekrûhtur.
5- İkindi namazının farzından sonra, güneş batana kadar nafile namaz kılmak mekrûhtur.
6- Güneş battıktan sonra akşam namazının farzından önce nafile namaz kılınması mekrûhtur.



Daha geniş bilgi için :


İKİNDİ -YATSI SÜNNETİ VE ABDESTTE ENSEYE MESH MESELESİ
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
NAMAZ İÇİN KERAHAT VAKİTLERİ


sagolasın kardeşim ögle namazından yarım saat önce namaz kılınmaz diye biliyorum dogrumudur ?bir de ikindi namazını ne zamana kılabiliri ezan okunduktan sonra(son 45 dakka kılınmaz diye duymustum)şimdiden tesekkur ederim


Abdullah es-Sunabihi r.a.'dan ; Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki:
"Güneş, beraberinde şeytanın boynuzu olduğu halde doğar, yükselince ondan ayrılır. Bilahare istiva edince (tepe noktasına gelince) ona tekrar mukarenet (yakınlık) peydah eder. Zevalden sonra (tepe noktasından ayrılıp batıya meylettimi) ondan yine ayrılır. Batmaya yakın tekrar ona yakınlık peydah eder, batınca ondan ayrılır."
Rasulullah (s.a.v.) işte bu vakitlerde namaz kılmaktan men etti.
(Kutub-i sitte : 2418)

"Ukbe b. Amir dedi ki, Üç vakit vardır ki Rasulullah (s.a.v.)bizi o vakitlerde namaz kılmaktan veya ölülerimizi defnetmekten nehye derdi:
1- Güneş dogmaya başladığından yükselinceye kadar
2- Güneş tam gökyüzünün ortasında iken (batıya doğru) meyledinceye kadar.
3- Güneşin batmaya meylettiği andan batmasına kadar. (Ukbe son cümleyi bu şekilde ifade etti) yahut ta buna benzer bir şey söyledi.

(Ebu Davud, 12/66, K. Cenâiz, bab 511, Hadis no: 3192)

Diğer iki vakitte şu hadiste zikredilmiştir:
"Ebu Said el-Hudri (r.anh)'den söyle derken işitmiştir:
Ben Rasulullah (s.a.v.)'den işittim: "Sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar hiçbir namaz olmaz; ikindi namazından sonra da güneş batana kadar hiç bir namaz kılınmaz " buyuruyordu.

(Buhari 2/641 K. Mevakıtıs salât, bab 32, Hadis no: 62. 24; Tirmizi)

Fecir doğduktan sonra sabah namazını kılmadan yalnız sabah namazının sünneti kılınır. Başka bir namaz kılmak mekruhtur.
Bu konuda ki delil şu hadistir:
"ibni Ömer'den rivayet edildiğine göre Rasulullah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"sabah namazının vakti girdikten sonra sadece iki rekât sünnet kılınır."

(Ebu davud 2/1578 K. Salât bab 6 hds 418)

Abdullah ibni Ömer'den rivayetle:
Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki:
"Hiç biriniz, güneşin doğması ve batması esnasında namaz kılmaya kalkmasın."

(Kutub-i sitte : 2417)

Amr ibnu abese es Sulemi (r.anh)'den rivayetle;
Bir gün Rasulullah (s.a.v.)`a: "Ey Allah`ın Rasulu!" dedim, "Allah`a biri diğerinden daha yakın olan bir saat var mıdır (veya- Allah`ın zikri taleb edilen daha yakın bir saat var mıdır?)"
"Evet," dedi, "vardır. Allah`ın kula en yakın olduğu zaman gecenin son kısmıdır. Eğer bu saatte Aziz ve Celil olan Allah`a zikredenlerden olabilirsen ol. Zira o saatte kılınan namaz, güneş doğuncaya kadar (meleklerin) beraberlik ve şehadetine mazhardır. Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğar ve bu doğma anı kafirlerin ibadet vakitleridir. O esnada, güneş bir mızrak boyunu buluncaya ve (sarı, zayıf) ışıkları kayboluncaya kadar namazı bırak. Bundan sonra namaz -güneş gün ortasında mızrağın tepesine gelinceye kadar- yine (meleklerin) beraberlik ve şehadetine mazhardır. Güneşin tepe noktasına gelme saati, cehennem kapılarının açıldığı ve cehennemin coşturulduğu bir saattir; namazı (eşyaların gölgesi) doğu tarafa sarkıncaya kadar terkedin. Bundan sonra namaz -güneş batıncaya kadar- meleklerin beraberlik, ve şehadetine mazhardır. Güneş, batarken de bu beraberlik ve şehadet kalmaz, çünkü o, şeytanın iki boynuzu arasında kaybolur. O sırada yapılacak ibadet kafirlerin ibadetidir."

(Kutub-i sitte : 2419)
Kerahat vakitlerinde namaz kılmak mekruhtur.

Bunlar :
Sabah, güneşin doğmasından itibaren bir mızrak boyu yükselene
(yaklaşık 45 dakika) kadar namaz kılınmaz.

öğlen ise güneş tam tepe noktasında (zeval) iken batıya meyledip öğlen ezanı okunacağı zamana kadar geçen yaklaşık 45 dakika kılınmaz.

akşam, (ikindi vaktinde) güneşin batmasına 45 dakika kalmasından itibaren kılınmaz.
Bu vakitte (kerahat - mekruh) sadece o günkü kılınamamış, geciken ikindi namazının farzı kerahetle kılınabilir.

Bu üç vakitte nafile namazda kılınmaz. Ancak kılınacak olsa kerahetle caiz olur ve iadesi gerekmez.


Nafile ve benzeri namazların mekruh olduğu vakitler :

Sabah namazının vakti girdikten sonra, sabah namazının sünnetinden başka nafile namaz kılınmaz
Sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar
İkindi namazını kıldıktan sonra
Akşam namazının farzından önce
Evinde de olsa bayram namazından önce
Bayram namazından sonra mescidde nafile namaz kılmak mekruhtur, evde kılınabilinir.
Hac zamanı Arafat ve Muzdelife'de birlikte kılınan namazların arasında, öğle ve akşamın sünnetleri dahil hiçbir nafile namaz kılınmaz.
Farz için vakit pek dar kaldığı zaman
Cumua günü hatib hutbeye çıktığı zaman
Abdesti sıkışmış durumda iken
Sevdiği bir yemek ortada kalbini meşgul edecek bir durum mevcut iken
Cumua günü namaz için kamet getirilirken , güneş tutulması ve yağmur isteme hutbesi okunurken

Fecr-i Sadık'ın doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar olan vakitte sadece sabah namazı kılınabilir.

Sabah namazı için efdal olan vakit, hanefi muctehidlerine göre güneşin doğmasına yakın zamandır.

Delilleri :
"Rafi b. Hadis (r.anh)'den rivayete göre şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.)'den şöyle buyurduğunu işittim:"
Sabah namazını gün ağırınca kılın o anda kılmanın mukâfatı daha büyüktür."

(Tirmizi 1/45 K. Salât bab 117 hds no: 154.)
Şafii muctehidlerine göre, sabah namazı için efdal olan zaman, imsak vaktinin (fecr-i sadık) girdikten sonraki yakın (karanlık) zamandır.

Delilleri :
Abdullah b. Mes'ud (r.anh) dedi ki:
Nebi (s.a.v.)'e sorub dedim ki : "Hangi amel daha efdaldır?
Rasulullah (s.a.v.) dedi ki : "Vaktin evvelinde (kılınan) namaz" dedi.

(Dârakutni, Sünen 1/199 K. Salât Bab 7, Hadis no: 958)
Sabah namazını kılarken selam vermeden önce güneş doğarsa, Hanefi mezhebi muctehidlerine göre kazası gerekir. Şafii mezheb muctehidlerine göre namaz geçerlidir.

Farz namaz için ikamet getirildiği zaman, sabah namazının sünneti hariç, nafile namaz kılmaya başlamak mekruhtur.
Delili ise "Cemaatle namaza ikâmet getirildiği vakit, farz namazdan başka namaz yoktur" (Dârimi, 3/253 K. Salât, bab 149, Hadis no: 1455) hadisidir.

Akşam namazını ilk vaktinde kılmak mustehabdır..

"...Mersed b. Abdullah'dan şöyle demiştir:
"Ukbe b Amir Mısır da emir iken Ebu Eyyub bize gelmişti. Ukbe aksam namazını geciktirdi.
Bunun üzerine Ebu Eyyub kalktı ve Ukbe ye:
Ya Ukbe bu ne namazı? dedi
Ukbe: Meşgul idik (işimiz vardı) dedi:
Ebu Eyyub : Rasulullah (s.a.v.)'ın; Ummetim akşam namazı yıldızlar çoğalıncaya kadar te'hir etmedikleri müddetçe hayır ve fıtrat üzere devam eder." buyurduğunu duymadın mı?

(Ebu Davud, 2/1578, K. Salât, Bab 6, Hadis no: 418)

Hadisten de anlaşılacağı gibi Aksam namazı vaktin evvelinde kılmak evladır.

NAMAZIN UYGUN VAKİTLERİ



sabah namazında vakit ne zaman giriyor peki

Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Namaz Mu'minler üzerine vakitleri belli bir farzdır.”(Nisa 103)

Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
"Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Öğlenin (başlama) vakti, güneşin (tepe noktasından batıya) meylettiği zamandır. Kişinin gölgesi kendi uzunluğunda olduğu müddetçe öğle vakti devam eder, yani ikindi vakti girmedikçe.
İkindi vakti ise güneş sararmadıkça devam eder.
Akşam vakti ufuktaki aydınlık
(şafak) kaybolmadığı müddetçe devam eder.
Yatsı namazının vakti orta uzunluktaki gecenin yarısına kadardır.
Sabah namazının vakti ise fecrin doğmasından
(yani şafağın sökmesinden) başlar, güneş doğuncaya kadar devam eder. Güneş doğdu mu namazdan vazgeç. Çünkü o, şeytanın iki boynuzu arasından doğar.
"

(Muslim, Mesâcid,173, (612); Ebu Dâvud, Salât 2, (396); Nesâî, Mevakît 15, (1, 260)

İbnu Abbâs (radıyallâhu anhumâ) anlatıyor:
"Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Cibril
(aleyhisselâm) bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı.
Sonra, ikindiyi her şey gölgesi kadarken kıldı.
Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı.
Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık
(şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı.
İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi, her şeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı.
Sonra Cibrîl
(aleyhisselam) bana yönelib: "Ey Muhammed! Bunlar senden önceki peygamberlerin (aleyhimussalatu vesselâm) vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!" dedi. "

(Tirmizî, Salât 1, (149); Ebu Dâvud, Salât 2, (393)

Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
"Mu'min kadınlar Rasulullah (aleyhissalatu vesselâm)'la birlikte sabah namazlarını, bürgülerine sarılmış olarak kılarlardı. Sonra, namazlarını kılınca evlerine dönerlerdi de bu esnada karanlıktan dolayı kimse de onları tanıyamazdı."

(Buhârî, Mevâkît 13, 27,; Muslim, Mesâcid 231, (645)

Abdullah İbnu Râfi' Mevla Ummu Seleme'den kaydedilen bir rivayette şöyle denmiştir:
"Abdullah İbnu Râfi', Ebu Hurayra'ya namazların vaktini sormuştu. Ebu Hurayra kendisine şu açıklamayı yaptı:
"Ben sana haber vereyim: Gölgen kendi mislin kadarken öğleyi kıl. İkindiyi gölgen iki mislin olunca kıl. Akşamı güneş batınca kıl. Yatsıyı seninle arana gecenin üçte biri girince kıl. Sabahı da alaca karanılıkta kıl."

(Muvatta, Vukutu's-Salât 9, (1,8). 6)

Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Sabah namazını kıldıktan sonra güneş yükselinceye kadar artık namaz yoktur. İkindiyi kıldıktan sonra da güneş batıncaya kadar namaz yoktur."

"Sizden kim, ikindi namazının bir secdesini güneş batmazdan önce kılabilirse, namazını tamamlasın, sabah namazının da bir secdesini güneş doğmazdan önce kılabilen, namazını tamamlasın."
(Buhâri, Mevâkît 28,17; Muslim, Mesâcid 163, (608)

Burayde (radıyallahu anhu) anlatıyor:
"Bir adam Rasulullah (s.a.v.)'e namazların vaktinden sormuştu.
Ona: "Şu (önümüzdeki) iki günde namazları bizimle kıl!" buyurdu.
(O gün) güneş tam tepe noktasından (batıyor) kayınca ezan için Bilâl'e emretti. O da öğle ezanını okudu. Sonra öğle için kâmet okumasını emretti. Sonra güneş yüksekte, beyaz parlak iken emretti ve ikindi için kâmet okudu. Sonra güneş batınca emretti, akşam için kâmet okudu. Sonra ufuktaki aydınlık kaybolunca emretti, yatsı için kâmet okudu. Sonra şafak sökünce emretti sabah için kâmet okudu.
İkinci gün olunca, Bilâl'e ortalığın serinlemesini beklemeyi emretti. O da öğleyi, ortalık iyice serinleyinceye kadar geciktirdi. İkindiyi, güneş yüksekten, dünkü vakitten biraz sonra kıldı. Akşamı ufuktaki beyazlık kaybolmazdan az önce kıldı. Yatsıyı gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldı. Sabahı ortalık iyice ağarınca kıldı.
Sonra: "Namaz vakitlerinden soran kimse nerede?" diye sordu.
Soru sahibi: "Benim ey Allah'ın Rasulu!" dedi.
"Namazlarınızın vakti dedi, gördüğünüz (iki vakit) arasındadır."

(Muslim, Mesâcid 176, 177, (613); Tirmizî, Salât 115, (152); Nesâî, Mevâkît 12, (1, 258)

Sabah ve İkindi Namazından Sonra Nafile Namaz Kılınır mı?


Evet nafile namaz bizim bildiğimiz teheccüd gibi namazlar değilde örneğin ikindide namaz kıldıktan sonra nafile 2 veya 4 rekat namaz kılmak dinen bir mahsuru varmı acaba

Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
"İki namaz var ki, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunları ne gizli ne de alenî olarak seferde ve hazerde hiç terketmedi: Sabahtan önce iki rek'at, ikindiden sonra iki rek'at."

(Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 33, 73; Muslim, Salâtu'l-Musâfirîn 300, (835); Ebû Dâvud, Salât 290, (1253); Nesâî, Mevâkîtu's-Salât 36, (1, 281), Kıyâmu'l-Leyl 56, (3, 251, 252)

Hadisin Açıklaması:

Bu rivâyette, halihazır tatbikatımıza da uymayan bir hususa temas edilmektedir: "İkindiden sonra kılınan iki rek'at..." Muteakiben kaydedilen Ali (r.anh) rivâyeti de buna ters düşmektedir. Zîra orada Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ikindi ve sabahtan sonra namaz kılmadığına dikkat çekmektedir.

Hemen şunu belirtelim ki bu husus bidâyetten beri selef alimleri arasında ihtilaflı bir mevzu olmuştur.
Ebû Dâvud'un bir rivâyeti de bu hususu açık bir şekilde aksettirir:

İbnu Abbas'ın âzadlısı Kureyb anlatıyor: "İbnu Abbâs, Abdurrahman İbnu Ezher ve Misver İbnu Mahreme (radıyallahu anhüm) Kureyb'i Âişe (r.anha)'ye göndererek: "Bizden ona selam söyle ve ikindiden sonraki iki rek'at hakkında sor ve de ki:
"Bize gelen habere göre sen bu iki rek'ati kılıyormuşsun. Halbuki bize ulaştığına göre Rasûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bunun kılınmasını yasaklamıştır!"

Bunun üzerine ben de gittim, benimle gönderdikleri mesajı tebliğ ettim.
Âişe (r.anha): "Ummu Seleme'ye git, ondan sor!" dedi.
Ben geri döndüm ve Âişe (r.anha)'nin söylediklerini kendilerine ulaştırdım. Onlar beni bu sefer Ummu Seleme'ye gönderdiler. Âişe (r.anha)'ye sorduklarını aynıyla ondan soruyorlardı.
Ummu Seleme: "Ben Rasûlullah'ın o iki rek'ati yasakladığını işittim. Sonra kendisini, onları kılarken gördüm. İkindiyi kıldıktan sonra kıldığı iki rek'atin hikayesi şudur:
(Bir keresinde) yanımda Ensâr'a mensub Beni Haram'dan bazı kadınlar olduğu halde içeri girdi, mezkur iki rek'ati kılmaya başladı. Ben kendisine hemen câriyemi gönderib dedim ki:
"Kızım kalk, yanında dur ve de ki: "Ummu Seleme diyor ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Şu iki rek'ati yasakladığını bizzat senden işittim, şimdi ise kıldığını görüyorum.
(Dikkat et), eğer eliyle "çekil!" işaretini yaparsa hemen dön!"

Ummu Seleme der ki: "Cariye söylediğimi aynen yaptı. O (aleyhissalâtu vesselâm) eliyle işaret buyurdu, câriye de geri döndü.
Rasûlullah namazdan çıkınca: "Ey Ebu Umeyye'nin kızı, ikindiden sonraki iki rek'atten sordun. Bana Abdulkays kabilesinden Müslüman olmak üzere bir heyet geldi. Öğleden sonra kılmakta olduğum iki rek'ati onlarla meşguliyetim sebebiyle kılamadım. Bu iki rek'at o iki rek'attir." buyurdu.

Bu rivayet, Rasûlullah (s.a.v.)'ın ikindiden sonra kıldığı iki rek'atin ne olduğunu açıkladığı gibi, vaktinde kılınamayan râtib namazlarının bilahare kaza edilmelerinin mustehab olduğunu, namaz esnasında elle yapılan hafif bir işaretin namazı bozmadığını da gösterir. Âlimler, bu rivâyetten, sünnete dayanan bir sebebi bulunan nafilenin yasak vakitte kılınmasında kerahet olmadığı, sebebsiz kılınan namazın mekruh olduğu hükmünü çıkarmışlardır.

Bu halin Rasûlullah (s.a.v.)'a has olduğunu söyleyen olmuşsa da: "Dinde asıl Rasûlullah'a ittibâdır, açık bir delil olmadıkça da fiil-i Nebî'nin hususîliği iddia edilemez." diye cevablandırılmıştır. Ayrıca bu hadiste Rasûlullah (s.a.v.)'ın "Bu bana ait bir ruhsattır." şeklinde tavzihte bulunmadığına dikkat çekilmiştir.

(İmam Nevevî).

İbnu Abdi'l-Berr, "Sabah ve ikindiden sonraki yasak, nafile ve tetavvu olarak kılınacaklarla ilgilidir. Farz namazlar, sünnet namazlar veya Rasûlullah (s.a.v.)'ın devam ettiği nafileler bu yasağa girmez." der.
Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabah ve ikindi hariç her namazın arkasında iki rek'at (nafile) namaz kılardı."

[Ebû Dâvud, Salât 299, (1275)]

Hadisin Açıklaması:

Bu hadis, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ikindi ve sabah namazlarından sonra nafile namaz kılmadığını ifade eder. Bu manâyı teyîd eden başka rivâyetler de mevcuttur. Ancak güneş henüz yüksek ve parlakken kılınabileceğine dair ruhsat da gelmiştir.

İbnu Abdi'l-Berr der ki: "Âlimlerden bir grup, sabah ve ikindi namazlarından sonra nafile namazı kılmada bir beis olmadığını söylemiştir. Zîra, bu husustaki nehiy, güneşin tam doğma ve batma anlarında namazın terkedilmesini kasteder. Bu meselede, mezkûr vakitlerde namazı nehyeden hadisleri rivâyet eden ashabtan bir cemaatin hadisleriyle ihticac ederler." Keza Rasûlullah'ın şu sözü de bu istidlâlde huccet kılınmıştır:

َ تُصَلّوا بَعْدَ الْعَصْرِ إَِّ اَنْ تُصَلُّوا وَالشَّمْسُ مُرْتَفِعَةٌ
"İkindi namazından sonra, güneş yüksekte değilse nafile kılmayın."

Keza şu hadis de huccet kılınmıştır:
َ تُحَرُّوا بصَتِكُمْ طُلُوعَ الشَّمْسِ وَغُرُوبُهَا
"
Namazınızı güneşin doğuş ve batışında kılmayın."
Keza Müslümanlar, güneşin tam doğma ve batma anları dışında sabah ve ikindi namazlarından sonra cenaze namazı kılınacağı hususunda icma ederler. Derler ki: "Sabah ve ikindi namazlarından sonra namazın yasaklanmasının ma'nâsı ve hakikati işte budur."

Alimler bu hususta şunu da söylerler:

"Bu meselede gelen yasağın gayesi kat-ı zerî'a'dır. Yani zarara götüren sebebi de ortadan kaldırmak... Zîra, sabah ve ikindi namazlarından sonra namaz, mubah kılınsaydı, asıl yasaklanmış olan güneşin doğma ve batma anlarına kadar namaz kılmaya devam edileceğinden korkulurdu."

Bu söylediğimiz görüş, İbnu Ömer'e aittir. Ancak bir grup ulemâ bunu benimsemiştir. Abdurrazzâk'ın bir rivâyetine göre İbnu Ömer demiştir ki: "Ben güneşin doğma ve batma anlarını araması dışında kimseyi gece ve gündüzün her vaktinde namaz kılmaktan men etmem. O iki vakitten men ederim, çünkü onlardan Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da men etti."

Şunu da belirtelim ki, bu hususta İbnu Ömer'in görüşü babası Ömer (r.anh)'in görüşüne zıddır. Âişe (r.anha) de İbnu Ömer gibi düşünmektedir. Zîra der ki: "Ömer bu meselede yanılmıştır, çünkü Rasûlullah'ın namaz yasağı güneşin doğma ve batma anlarında kılınanlarla ilgilidir."

İbnu Hacer der ki: "Ebû'l-Feth el-Ya'merî bir grup Selefin şöyle söylediğini nakleder: İkindi ve sabah namazlarından sonra namaz kılma yasağı şu hususu duyurmak içindir: "Bu iki namazdan sonra nafile kılınmaz. Bu nehiyle (ikindi ve sabah namazlarının kılındığından itibaren geçen bütün) vakit kastedilmemiş, güneşin doğuş ve batış ânları kastedilmiştir.
Bu hususu Ebû Dâvud'un Ali (r.anh)'den hasen senetle rivâyet ettiği şu hadis te'yîd eder:

اِنَّ النَّبِىَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنِ الصََّةِ بَعْدَ الْعَصْرِ اَِّ وَالشَّمْسُ مُرْتَفِعَةٌ
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ikindiden "sonra" güneş yüksekte değilse namaz kılmayı yasakladı."
Öyle ise hadiste geçen "sonra"lıkla kastedilen muddet umum vakte şâmil olmayıb, sadece doğuş ve batış anlarıyla, bu ânlara yakın olan vakitlere şâmildir."

Abdullah İbn Abbâs (r.anhuma)'dan rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Kendilerinden radı olunmuş bir çok adamlar, ki, bence onların en razı olunanı, Ömer ibnu'l-Hattâb'dır- Peygamber (s.a.v)'in, sabah namazından sonra güneş işrak edinceye (o vakte gelinceye) kadar (nafile) namaz kılmaktan yasaklamış olduğunu benim yanımda şahadet etmişlerdir.
(Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 30; Muslim, Salâtu'I-Musâfirîn 286-287 (826); Ebu Dâvud, Tatavvu 10 (1276); Tirmizî, Salât 20 (183); Nesâî, Mevâkît 32; İbn Mâce, İkâme 147 (1250); Ahmed b, Hanbel, 1/18)

Bir rivayette ise, (Güneş) tulu' edinceye (kadar) ve güneş batıncaya kadar ikindi namazından sonra (nafile namaz kılmaktan yasakladı)" ifadesi yer almaktadır.

(Kerahat vakitlerinin sınırını açıklayan hadisler, farklı lafızlarla geldikleri için, konu ile hükümler de bu rivayetler çerçevesinde değerlendirilmiş, dolayısıyla fakihler bu konuda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Örneğin, hadisin metninde "Güneş işrak edinceye (=aydınlık verinceye) kadar" lafzı, bazı yerde Güneş tulu' edinceye kadar" şeklinde gelmektedir. Tulu'nun başlangıcından işraka kadar olan vaktin, namaz için yasaklanmış vakit olduğuna delalet eden hadisler çoktur)
(Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 30; Muslim, Salâtu'l-Musâfirîn 286-287 (826); Ebu Dâvud, Tatavvu 10 (1276); Tirmizî, Salât 20 (183)

Bu hadisi(n bu şekildeki metnini); Buhârî, Muslim, Ebu Dâvud, Tirmizî rivayet etmiştir.

Nesâî'nin rivayetinde ise Abdullah ibn Abbâs şöyle der:
Peygamber (s.a.v.)'in bir çok sahabilerinden -ki bunlar içerisinde en çok sevdiğim, Ömer'dir Rasulullah (s.a.v.) in- şafaktan sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra da güneş batıncaya kadar (nafile) namaz kılmayı yasakladığını duydum.

(Hanefiler, bu tür hadisleri delil getirerek sabah namazından sonra güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar, ikindi namazından sonra da güneş batıncaya kadar; tahiyyetu'l-mescid namazı, abdest namazı, tavaf namazı gibi bir sebebe bağlı olarak kılınan nafile namazların mekruh olduğu hükmüne varmışlardır.
Şâfiîlere göre; bu iki vakitte tahiyyetu'l-mescid, abdest namazı ve tavaf namazı gibi namazları kılmak caizdir. Bunun dışında kalan nafileleri kıimak ise caiz değildir)
(Nesâî, Mevâkît, 32)


Yine Nesâî'nin kısa bir şekildeki rivayetinde, Abdullah ibn Abbâs şöyle der:
"Rasulullah (s.a.v) ikindi namazından sonra (nafile) namaz kılmayı yasaklamıştır".

(Nesâî, Mevâkît 35)

Ebû Said el-Hudrî’den (r.anh) rivâyetle Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
İkindi namazından sonra güneş kavuşuncaya kadar, sabah namazından sonra da güneş doğuncaya kadar namaz yoktur (Muslim, Musafirîn: 288)

İmam Beyhakî, Ali’den (r.anh) şu rivâyeti kaydeder:
“Rasulullah (s.a.v.),sabah ile ikindi namazları mustesna olmak üzere her farz namazdan sonra ikişer rekât nâfile namaz kılardı.”
(Ahmed Davudoğlu. Sahih-i Muslim Tercemesi (İstanbul: Sönmez Neşriyat A.Ş. Yayınları, 1983), 4:421)


Bu hadis-i şerifler sabah ve ikindi namazlarının farzından sonra nâfile namaz kılınamayacağını bildirmektedir. Yani, bu vakitlerde farz namazların yahut kazaya kalmış namazların dışında nâfile namaz kılınmaz. Bu mesele “taabbudî” olarak kabul edilir.

Bu meselenin hikmet tarafına gelince; İbni Âbidin’in izahına göre, bu vakitlerde nâfile kılmanın yasaklanmasındaki hikmet, vakitte bir noksanlık bulunduğundan değil de, hükmen vaktin tamamının farzla dolmasından dolayıdır. Nâfile bunun için caiz olmamaktadır. (İbni Âbidin, 1:251; et-Tahtâvî, sf: 151)
Namaz kılanın zamanı musâitse nâfile ile meşgul olmak yerine, vaktin farzındaki kıraati uzatmalı yahut varsa kaza namazı kılmalıdır.

Bu tür meselelerde hikmet ve maslahattan çok illetine bakmalı, gerçek sebeb olan “emredildiği için yapılması” cihetine ağırlık verilmelidir. Yine bu hususta Peygamberimiz, “Benim ne şekilde namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle kılın(Buharî, Ezân:18) hadisini hatırda tutmalıdır.

Sonuç olarak : Sabah ve ikindi namazından sonra nafile namaz kılmaya mekruh denmiştir.

****

Tahiyyatu'l Mescid Namazı;

Sizden biriniz mescide girdiğinde oturmadan iki rek‘at namaz kılsın(Buhârî, Teheccud, 25)

Fukaha, üstteki hadiste bahsi geçen tahiyyatu'l namaz emrinin vucûba değil, nedbe delâlet ettiğini, dolayısıyla mendub / mustehab olduğunu söylemiştir. (Nevevî, II, 172)
Aynı şekilde hadisde yer alan nehyin de haramlığa değil kerahete delâlet ettiğini ve özürsüz olarak bu namazı kılmadan oturmanın mekruh olduğunu belirtmişlerdir.

Tahiyyetu’l-mescidin meşruiyeti sünnet ve icmâ ile sabittir. (Nevevî, III, 34; Şevkânî, III, 84-85)

Bazı kaynaklarda Zâhirîler’e göre; tahiyyetu’l-mescid namazının vâcib / farz sayıldığı zikredilirse de (Şevkânî, III, 84), mezhebin önde gelen fakihlerinden İbn Hazm, bunun farz değil nâfile / tatavvu türünden bir namaz olduğunu açıkça belirtir. (İbn Hazm, el-Muĥallâ, II, 7; VI, 266)


Sabah namazının sünnetini evinde kılıb, farzı için mescide cemaate giden kişi;
Hanefi mezhebine göre ; Tahiyyatu'l Mescid namazı veya başka bir nafile kılmak mekruhdur.
Şafii Mezhebine göre ; Tahiyyetu’l Mescid namazı veya başka bir nafile kılmak sünnettir.



Cumua Hutbesi Sırasında Tahiyyetul Mescid Namazı Kılınır mı?
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
NAMAZDA TESETTUR VE NAMAZ SONU TESBİHATI
özgürlüğe hasret;125903' Alıntı:
___bileklerine kadar uzun bir kıyafetle namaz kılmaya başlayıp, daha sonra namaz esnasında her secdeye gittiğinde bileklerin bir-bir buçuk santim yukarısına kadar kollarının açıldığını farkeden bayanın hali nur suresi 31 deki "kendiliğinden görünenler" ifadesinde anlatılan gibimidir? selam verip daha uzun bişey giyip tekrar mı kılmalıdır?

___tesbih ve duanın her farz namazdan sonra yapılması gerektiği şeklinde hadisler var.(kaynaklarını hatırlmıyorum) bu hadislerde anlatılmak istenen toplum içinde alışıla geldiği gibi her vakit namazından sonra ( son sünnetlerden sonra) mı yapılmalı? yoksa farzı kılıp , tesbih ve dua yapıldıktan sonra mı son sünnet kılınmalı?

___yatsı ve vitir namazını birlikte kılmak bidat mı?

Aişe (r.anha)'den rivayete göre bir gün Ebu Bekr'in kızı Esma (ö. 73/692) ince bir elbise ile Rasulullah (s.a.v.)'ın huzuruna girmişti. Peygamber ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: "Ey Esma! Şubhesiz kadın erginlik çağına ulaşınca onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir".
Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti.

(Ebu Davud, Libas, 31; Ebû Davud bu hadise «mursel» demiştir. Çünkü Halid b. Dureyk bunu Aişe'den işitmemiştir. bk. el-Kurtubî, a.g.e., XII, 152; el-Heysemî, Mec-mau'z-Zevaid, V, 137.)

Yine Aişe'den nakledilen başka bir hadiste; "Allahu Teala ergin kadının namazını baş örtüsüz kabul etmez" buyurulmuştur.
(İbn Mace Tahare, 132; Ebû Davud, Salat, 84; Tirmizi, Salat, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259.)


Ebû Hanîfe'ye (ö. 150/767) göre; bir uzvun dörtte bire kadar olan kısmı açılırsa namaz sahih olurken, açılan kısım uzvun dörtte birini geçerse namaz bozulur.
Cinsel uzuv ve arkadan ise, dirhem mikdarı az bir yer bile açılsa namaz batıl olur.


Ebu Yusuf'a (ö. 182/798) göre bir uzvun yarısı esas alınmıştır. Yarıdan azının açılması namaza zarar vermezken, fazlası namazı bozar.

İmam Şafi'ye (ö. 204/819) göre ise avret yerinden herhangi bir kısmın açılması namazı bozar.
(Eş-Şevkani, Neylu'l-Evtar, II, 68; eş-Şafii, el-Umm, I, 77; ez-Zuhayli, el-Fıkhu'l-İslami ve Edilletuh, Dımeşk, 1405/1985, I, 585, 586; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, İstanbul 1992, s: 226-228)


Namaz sonrası tesbihat ise, her farz namazdan sonra yerinden kalkmadan ve konuşmadan 10'ar defa subhanallah, elhamdulillah ve Allahu ekber denilmesi sunnettir. Sabah ve akşam namazlarından sonra bu zikirlere ilaveten "la ilehe illallahu veahdehu la şerikeleh , lehul mulki ve lehul hamdu yuhyi ve yumitu vehuve ala kulli şeyin kadir" 10 kez daha zikredilir.

Namazdan sonra 33 er defa subhanallah , elhamdulillah allahuekber tesbihleri de vardır.

Bunlar ayrı ayrı sünnetlerdir, hepsi de yapılabilir, dilediğinizi de yapabilirsiniz.

Yatsı namazı ve vitir namazı cemaatle kılınabilir.

Şimdi yukarıdaki belirttiğimiz tesbihatların delillerinden bir kısmını kaynaklarından aktaralım .

78- İMAMIN SELÂM VERMESİNDEN SONRA TEKBİR
1318- İbn Abbas (r.a)’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v)’in namazının bittiğini selâmdan sonra alınan tekbirle bilirdik.”
(Ebû Davud, Salat: 191; Muslim, Mesacid: 23)


79- NAMAZIN BİTİMİNDEN SONRA NAS FELAK VE İHLÂS SÛRELERİNİ OKUMAK
1319- Ukbe b. Amir (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bana her namazdan sonra Nâs, Felâk ve İhlâs sûrelerini okumamı emretti.
(Ebû Davud, Salat: 353; Tirmizî, Fedailul Kur’an: 13)


80- SELÂM VERDİKTEN SONRA YAPILACAK DUA

1320- Ebu Esma er Rahabî (r.anh), Rasûlullah (s.a.v)’in kölesi Sevban’dan naklettiğine göre, Rasûlullah (s.a.v) namazını bitirince; Üç defa “Estağfirullah” der ve Allah’ım! Sen selâmsın, selâmet te Sendendir. Sen ne kutlusun, büyüklük ve ikram sahibi olan Allah’ım” derdi.”
(İbn Mâce, İkametu’s Salat: 32; Muslim, Mesacid: 26)


81- NAMAZ DA SELÂMDAN SONRA, İSTİĞFAR; DAHA SONRA, NE OKUNUR?
1321- Aişe (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) (namazını bitirip) selâm verdiğinde (üç sefer istiğfar ettikten sonra) Allah’ım! Sen selâmsın, selâmette sendendir. Sen ne kutlusun, büyüklük ve ikram sahibi olan Allah’ım derdi.
(İbn Mâce, İkametu’s Salat: 32; Muslim, Mesacid: 26)


90- NAMAZIN BİTİMİNDE TESBİH SAYISI KAÇTIR?

1331- Abdullah b. Amr (r.anh)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
İki şey vardır ki onları yapan mutlaka Cennete girer, onlar çok kolay olup yapanı da azdır.”
Sözünü şöyle sürdürdü:
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “
Beş vakit namaz… Sizden biriniz her namazın arkasında on defa: “Subhanallah” on defa “Elhamdulillah” on defa “Allahuekber” derse; günde diliyle bunları yüzelli defa söylemiş olur ki, Allah katındaki karşılığı bin beş yüzdür.”
Peygamber (s.a.v) bunu söylerken parmaklarıyla sayıyordu.

Sizden biriniz yatağına girdiğinde otuz üç defa “Subhanallah” otuz üç defa “Elhamdulillah” otuz dört defa “Allahuekber” derse; gerçekten Allah’ı dili ile yüz defa zikretmiş olur. Fakat bunun Allah katındaki değeri bindir.
Rasûlullah (s.a.v) sözüne şöyle devam etti:
Hangi biriniz günde iki bin beş yüz günah işleyebilir? bunun üzerine: Ashab:
Öyleyse bunları neden yapmayalım dediler.
Bunun üzerine şöyle buyurdu:
Şeytan size namazda iken gelir şunları hatırla, şunları hatırla der siz de bu duayı yapmayı unutursunuz. Yine şeytan geceleyin aynı şekilde gelir ve bu duayı yapmadan sizi uyutur.”
(Tirmizî, Dua: 25; İbn Mâce, İkametu’s Salat: 32, Suneni Nesai, kitabu's sehv 91/ 1332 )


91- NAMAZDAN SONRA DEĞİŞİK BİR TESBİH

1332- Ka’b b. Ucre (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Birbiri ardınca yapılması gereken zikirler vardır onları yapanlar sevaptan mahrum kalmazlar. Onlar şunlardır: “Otuz üç defa “Subhanallah” otuz üç defa, “Elhamdulillah” otuz dört defa, “Allahuekber” demek.”
(Muslim, Mesacid: 26; Tirmizî, Dua: 26)


Sunen-i Nesai C.1 , 13- KİTABU’S SEHV (NAMAZDA YANILMA), Abdullah Parlıyan , Konya Yayıncılık , 518-528

926) Abdullah bin Amr (bin el-As) (r.anh) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
"İki şey vardır ki bunlara devam eden her müslüman adam behemehal Cennet'e girer. Bunlar kolay şeylerdir de bunlarla amel edenler azdır.
(Birincisi şudur ) Müslüman kişi her namazdan sonra on defa teşbih eder, on defa tekbir getirir ve on defa hamd eder."
Abdullah (Radıyallâhu anh) : 'Ben Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i bu zikirlerin sayısını mübarek el (parmakları) ile zabtederken (hesaplarken) gördüm,' demiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyruğuna şöyle devam eylemiştir:.
-İşte bunlar dille (söylenmesi) itibariyle yüzelli (cümle) dir. Mizân'da (ise) binbeşyüz cümledir.
(İkincisi de şudur) Müslüman kişi yatağına girdiği zaman yüz defa teşbih, hamd ve tekbir okur. İşte bunlar da dille söylenmesi bakımından yüz (cümle) dir. Lâkin mizân'da bin (cümle) dir. Şu halde hanginiz günde ikibin beşyüz kötülük işler?»
Sahâbîler (Radıyallâhu anhum) :
(Ya Rasûlallah!) Müslüman adam nasıl bunlara devam edemesin? dediler. (Bunlara devam edememezliği garibsediler.)
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
«Her hangi biriniz namazda iken şeytan ona gelerek: Falan şeyi ve şu şeyi hatırla, der. Tâ ki kul gafletle namazdan çıkıp gitsin ve her hangi biriniz yatağında (uzanmış) iken şeytan onun yanına varır ve kişi uyuyuncaya kadar şeytan durmadan onu uyutmaya çalışır.
[Sunen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/198-200]
İzahı

Tirmizi ve Nesâi'de bu hadîsi az lâfız farkıyla rivayet etmişlerdir. Nesâi' nin rivayetinde "Beş vekit namazlarından sonra" kaydı mevcuttur.
Anılan üç zikir her farz namazdan sonra onar defa okununca toplam yüz elli eder. Her hasene'nin en az on kat arttırılarak mu'min'in hayır defterine geçirileceği âyet ve
hadiste sabit olduğu gibi burada da okunan yüz elli cümlenin binbeşyüz cümle olarak teraziye konacağı bildirilmiştir.
Yatağa girildiği zaman teşbih ve hamd cümlelerinin otuz üçer defa ve tekbir cümlesinin otuz dört defa olması durumu da Nesâî' nin rivayetinde belirtilmiştir. Toplamı yüz cümle olan bu zikir'de on kat arttırılmakla bine ulaşınca günlük zikir toplamı ikiyüz elli eder ve on katı da bilindiği gibi, ikibin beşyüzdür.
Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : "Hanginiz günde ikibin beşyüz kötülük işler?" ifâdesi ile bir müslümanın normal olarak günde bu kadar hatâ işlemediğine ve ikibin beşyüz hasenenin icâbında bu kadar hatâyı giderir durumda olduğuna işaret buyurur.
Sindi: "Eğer kulun hatâları varsa mezkûr hasenelerle giderilir. Şayet hatâları yoksa veya az ise artan haneseleri onun derecelerinin yükselmesine vesile olur." demiştir.
Sahâbîler, bunca sevabı bulunup çok kolay olan bu iki şeye devam edilmemesini garibseyince Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şeytanın bu güzel hasletlere devam etmeyi engellemeye çalıştığına işaret buyurmuştur.
Teşbih : 'Subhânellah' demektir.
Hamd : -Elhamdulillah' demektir.
Tekbîr : Allah u Ekber' demektir.
[Sunen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/200]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1. Farz namazlardan sonra teşbih, hamd ve tekbîrin onar defa okunması meşrudur.
2. Yatağa girerken teşbih ve hamd'i otuzüçer defa ve tekbiri otuz dört defa okumak meşrudur.
3. Her hasene on kat arttırılarak mizana konur.
4. Bir hasene' bir seyyie'yi (kötülüğü) giderir.
5. Yapılan zikir sayısını elle hesaplamak meşrudur.
[Sunen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/200]
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Cemaatle Namazda Safların ve Ayakların Durumu:

حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ إِدْرِيسَ، وَأَبُو مُعَاوِيَةَ وَوَكِيعٌ عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ عُمَارَةَ بْنِ عُمَيْرٍ التَّيْمِيِّ، عَنْ أَبِي مَعْمَرٍ، عَنْ أَبِي مَسْعُودٍ، قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَمْسَحُ مَنَاكِبَنَا فِي الصَّلاَةِ وَيَقُولُ

‏ " اسْتَوُوا وَلاَ تَخْتَلِفُوا فَتَخْتَلِفَ قُلُوبُكُمْ لِيَلِنِي مِنْكُمْ أُولُو الأَحْلاَمِ وَالنُّهَى ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ" ‏
‏ قَالَ أَبُو مَسْعُودٍ فَأَنْتُمُ الْيَوْمَ أَشَدُّ اخْتِلاَفًا
‏‏‏‏رواه مسلم‏
"Safları düz tutunuz. İleri geri durmayınız. Sonra kalbleriniz de birbirinden farklı olur. Aklı başında ve bilgili olanlarınız benim arkamda, onlardan sonra gelenler daha arkada, daha sonra gelenler daha arkada dursunlar."
(Muslim, Salât, 122)



"Saflarınızı dümdüz tut ve birbirinize sımsıkı yapıştırınız. Zira ben sizi arkamdan da görüyorum."
(Buhârî, Ezân 72; Muslim, Salât 125)

"Saflarınızı düz tutunuz. Omuzları bir hizaya getiriniz. Aralıkları kapayınız. Saf düzeni için elinizden tutup çeken kardeşlerinize yumuşak davranınız. Şeytanın girebileceği boşluklar bırakmayınız. Allah, safları bitişik tutanların gönlünü hoş eder. Safları bitişik tutmayanlara Allah nimetlerini lutfetmez."
(Ebû Dâvûd, Salât 93, 98)

"Saflarınızı sık tutunuz. Safların arasını yanaştırınız. Boyunlarınızı bir hizâya getiriniz. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, saffın boş kalmış aralıklarından şeytanın bodur, kılsız siyah koyun gibi girdiğini görüyorum."
(Ebû Dâvûd, Salât 93, Nesâî, İmâmet 28)

Enes İbnu Malik (r.anh)'dan, şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a.v.) "Saflarınızı düzeltiniz. Çünkü saffın düzgünlüğü namazın tamamındadır" buyururdu.
(Bu Hadisi Buhari ; 1, 171 ; Muslim , Ebu Davud , îbnu Mace rivayet etmişlerdir.)

Simak îbnu Harb'dan, dedi ki, Nu'man îbnu Beşir (r.anh)'dan işittim şöyle diyordu:

Rasûlullah (s.a.v.) saflarımızı, bir okçu yaptığı okları nasıl dümdüz ederse öylece dümdüz bir hale getirirdi. Bunu ta biz anlayıp layıkıyla öğreninceye kadar yaptı durdu. Nihayet günün birinde yine namaz kıldıracağında tam tekbir getirecekti ki, göğsü safdan dışarıya çıkmış birini gördü. Bunun üzerine:
"Ey Allah'ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya da Allah'u Teala'nın yüzlerinizi ayrı ayrı şekillere çevireceğini biliniz" buyurdu.
(Bu hadisi Buhari ; 1, 176 ; Muslim rivayet etmiştir.)

Enes İbnu Malik (r.anh)'dan (şöyle dedi ) Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Saflarınızı sıklaştırın. Aralarını yakınlaştırın. Boyunlarınızı bir hizaya koyun. Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ben safın boş kalan aralıklarından şeytanın hazef (siyah kuzu) gibi girdiğini görüyorum.

Hazef: Hicaz taraflarında yetişen bir nev'i koyundur.
(Bu hadisi Ebu Davud; 1, 434 ve Nesei sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)


SAFLARIN TESVİYESİNDE OMUZLARI, DİZ YANLARINI VE AYAK TOPUKLARINI BİRBİRİNE BİTİŞTİRME BABI


Enes (r.anh)'dan, şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Saflarınızı dosdoğru tutunuz, hakikat ben sizi, arkamdanda görüyorum."
Enes şöyle dedi: Her birimiz omuzunu, yanındakinin omuzuna, ayağını yanındakinin ayağına yapıştırırdı.
(Bu hadisi Buhari; 1, 177 rivayet etmiştir.)

Ebu Kasım El-Cedeli, Nu'man; İbnu Beşir'i şöyle derken işittiğini rivayet ediyor:

Rasûlullah (s.a.v.) yüzünü insanlara döndürerek şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, ya saflarınızı dosdoğru tutarsınız, ya da Allah kalblerinizi birbirine çevirir.
Nu'man İbnu Beşir; bu ikazdan sonra insanların omuzunu, arkadaşının omuzuna, dizini arkadaşının dizine, topuğunu arkadaşının topuğuna yapıştırdığım gördüm" dedi.
(Bu hadisi Ebu Davud sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

Buharî ve Muslim’in Enes’ten naklettikleri şöyle bir hadis vardır. Enes, Peygamberimiz (s.a.v.)’in safları düzgün tutmamız konusunda gösterdiği hassasiyetini belirtikten sonra şöyle der:

Rasulullah’ın bu emirlerinden sonra ben bizzat şunu muşahede etmiştim ki, birimiz omzunu arkadaşının / yanındakinin omzuna, ayaklarını da onun ayaklarına bitiştiriyordu.
(Buharî, Ezan, 76; Neylu’l-Evtar, 3/187)

Bu Hadis, cemaatle namaz kılarken, safların düzgün ve sık tutulmasının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.


Aişe (r.anha)'dan, (şöyle dedi ) Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Allah'u Azze ye Celle ve Melekleri, saflardaki aralıkları bitiştirenlere dua ederler."
(Bu hadisi İbni Huzeyme hasen bir senedle rivayet etmiştir.)

Abdullah İbnu Umer (r.anhuma)'dan, şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Saflarınızı ikame ediniz. Omuzlarınızı hizalayın. Aralıkları kapatın. Safa girmek isteyen kardeşlerinize yumuşak olunuz- Şeytanın girmesi için aralıklar bırakmayın. Ve kim safları bitiştirirse Allah ona rahmet etsin. Ve kim de bitiştirmez ise Allah'da ondan rahmetini kessin.
(Bu hadisi Ebu Davud; 1, 433 ; Nesei , ve İbnu Huzeyme sahih senedle rivayet etmişlerdir.)
---------------------------------------------------



VİTİR NAMAZININ VAKTİ


özgürlüğe hasret;125969' Alıntı:
Allah razı olsun..

özgürlüğe hasret;125969' Alıntı:
yatsı ve vitir namazını birlikte kılmak bidat mı derken yatsıdan sonra hiç ara vermeden hemen vitiri kılmak bidat mı diye sormaya çalışmıştım aslında...doğrumu bilmiyorum ama aldığım duyumlara göre peygamberimiz a.s.w. yatsıyı kıldıktan bir müddet sonra kılarmış vitiri...sonra hiç konuşmadan uyurmuş...bu durumda yatsı ve vitiri ard arda ara vermeden kılmak bidat olur mu acaba? (olmaz gibime geliyor ama bi soraym dedim..)

Sünnet olan vitiri sabah namazından önce, teheccudden sonra kılmaktır.

Açacak olursak, yatsı namazı kılınır yatılır.
Gece yarısından sonra 2/3 uykudan kalkılınca teheccud (sunneti) namazı kılınır.
(yatsıdan sonra, geceleyin yatmadan nafile kılınırsa teheccud değil gece namazı kılmış olunur)
Teheccuddden sonra vitir kılınır, sonra (gerekirse) sabah namazı için yatılır.

Vitirin yatsıdan sonra kılma meselesine gelirsek, gece uyanıp kalkamama endişesinden dolayı yatsıdan sonra kılınmasına izin verilmiştir. Yatsıdan sonra hemen yatmıyacak olanların , veya ben gece kalkabilirim diyenlerin vitiri gece yarısından sonra kılmaları ama kılmaları daha güzel olur.

----------------------------------------------------------------



NAMAZLA İLGİLİ ÖNEMLİ KONULAR

66. Îmamın Cemaatten Daha Yüksek Bir Yerde Durması

597. ...Hemmâm (b. el-Hâris)'in rivayetine göre, Huzeyfe (b. el-Yemân) (r.anh) Medâyin'de bir sedir üzerinde halka imam olmuştu. Ebû Mes'ûd, O'nu gömleğinden tutup çekti (ve oradan indirdi). Namazı kıldıktan sonra, (Ebû Mes'ud ona) "Sahabîlerin böyle yüksek yerde namaz kıldırmaktan nehyedildiklerini bilmiyor muydun?" dedi.
O da "evet biliyorum. (Ama unutmuşum). Sen beni çekince hatırladım." (diye cevab verdi.)
(Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/443-444)


Açıklama
Bu mevzuyu açıklarken, merhum Ömer Nasuhî Bilmen Efendi, Büyük İslâm İlmihâli isimli eserinin 146. sahifesinde şöyle diyor:
"İmamın cemaatten en az bir arşın (68 cm) miktarı yüksek veya alçak bir yerde durup namaz kıldırması mekruhtur. Meğer ki kendisiyle beraber cemaatten bir kaç kişi bulunsun.”
Bu hadis-i şerifte geçen kelimesi, bazı nüshalarda mechûl sigasiyle şeklinde harekelenmiştir ki, biz de tercememize bunu esas aldık. Bu mevzudaki imamların görüşü için aşağıda gelen 598 no'lu hadis-i şerifin şerhine muracaat edilmelidir.
[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/444]

598. ...Adiyy b. Sabit el-Ensârî, "biri bana dedi ki" diyerek şunları nakletmiştir:
Ammâr b. Yâsir, Medâyin'de iken kamet edildiği zaman, namaz kıldırmak üzere öne geçip yüksekçe bir yere durdu. Halk ise ondan daha aşağı bir seviyede (bulunuyordu). Huzeyfe, hemen ilerleyip onun ellerinden tutup çekti. O da o'na tabî oldu. Nihayet Huzeyfe o'nu (oradan aşağıya) indirdi. Ammâr namazını bitirince Huzeyfe O'na;
Sen Rasûlullah (s.a.v.)'ın; "Bir kimse bir cemaata imam olduğu zaman cemaatin durduğu yerden daha yüksek bir yerde durmasın" buyurduğunu -veya bu manada bir söz söylediğini- duymadın mı? dedi. Ammâr da;

Elimi tuttuğunda ben de sana zaten bunun için itaat ettim karşılığını verdi.
[Kutub-ü Sitte'den sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/444-445]


Açıklama

Her ne kadar bu hadis-i şerifte imamlık edenin Ammâr b. Yâsir olduğu, onu bulunduğu yüksek yerden çekip indirenin de Huzeyfe olduğu kaydedilmekte ise de, bundan evvelki hadis-i şerifte, imamlık yapanın Huzeyfe ve O'nun gömleğinden tutup indirenin de Ebû Mes'ûd olduğu zikredildiği için iki hadis-i şerif arasında bir uyuşmazlık var gibi görünmektedir. Ama gerçekte böyle bir uyuşmazlık yoktur. Çünkü bu iki hadis-i şerifte beyân edilen hadislerin ayrı ayrı zamanlarda adı geçen kişiler arasında meydana gelmiş iki ayrı hâdise olması mümkündür. Ancak bu ikinci hadis-i şerifin râvileri arasında ismi kesinlikle bilinemeyen meçhul bir kimse bulunduğundan, bir evvelki hadis-i şerif daha kuvvetli ve tercihe daha lâyıktır.
Çünkü bir evvelki hadis-i şerifi aynı zamanda İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve el-Hâkim' de rivayet etmişlerdir. Ayrıca Hâkim'in rivayetinde hadisin merfu' olduğuna dair sarahat vardır.
Bu hadis-i şerif imamın cemaatten yüksek bir yerde bulunmasını mutlak surette yasaklamaktadır. Nitekim Hanbelîler bu görüştedir. Bunlara göre mekruh olan yükseklik bir arşın kadar olan yüksekliktir. Daha azı zarar vermez. Bu hadis-i şerifle, Buhârî ve Muslim'in Sehl (r.anh)'den rivayet ettikleri: "Rasûlullah (s.a.v.) minber üzerinde namaz kıldı. Sonra geri geri gelerek minberden inip secde etti. Cemaatde onunla beraber secdeye vardı. Sonra tekrar yerine döndü. Namazı bitirince bu kıldığım namazı öğrenesiniz ve bana uyasımz diye böyle yaptım" buyurdu. [1080 numaralı hadis, Buharî, cuma 26; Muslim, mesâcid 45] Mealindeki hadis-i şerifin arasını uzlaştırmak için minber basamağı yüksekliğinin namaza zarar vermeyeceğini söylerler.
Demek ki; Rasûlullah, en alt basamakta bulunuyormuş ki, namaz esnasında minberden ameli kesiri gerektirmeden inip çıkmış ve namazına bir zarar gelmemiş.
Hanefîler ise, sadece imamın yüksek bir yerde bulunup da cemaatin aşağıda bulunmasını Ehl-i Kitabın papazlarına ve hahamlarına yüksekçe bir yer ayırarak ibâdetlerini o şekilde edâ etmelerine benzeterek bunun mekruh olduğunu fakat imamın yanında cemaatten bir kişi daha bulunsa bu kerahetin kalkacağını söylerler. (es-Subkî, el-Menhel, IV, 322)

İbn Humâm'ın beyânına göre keraheti gerektiren bu yükseklik hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de tercih edilen görüşe göre, bu yüksekliğin miktarı bir arşındır. Bir arşın, 68 cm. bir uzunluğa tekabül etmektedir.

Şâfiîlere göre de herhangi bir zaruret olmaksızın imamın böyle yüksek bir yerde namaz kıldırması mekruhtur. Ancak öğretmek gibi bir maksatla böyle yüksekçe bir yerde namaz kıldırmak zorunluluğu doğarsa kerahet yoktur.

Mâlikîler de bu görüştedirler. Onlara göre "İmamın yanında cemaatten biri bulunursa bu kerahet kalkar" diye görüş var ise de sarih olan kavle göre yine mekruhtur. Ancak İmamın yüksekte bulunuşu imama bir kibir ve böbürlenme hissi veriyorsa, namazı bâtıl olur. Bir arşından aşağı yüksekliklerin namaza zararı yoktur.

İbn. Dakiki'l-îyd ise öğretmek gayesinin dışında imamın yüksekte bulunmasının kesinlikle mekruh olduğu kanaatindedir.

Şevkânî'nin Neyi'de naklettiğine göre; cemaatin imamdan yüksekte bulunması Hanefilerle Şâfiîlere göre, mekruhsa da Malikîlere ve Hanbelîlere göre mekruh değildir. Ancak Malikîlere göre imama uyanın yüksekte duruşu kibir sebebiyle ise, namazı bâtıldır. [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/445-446]




*************************************


Namaz Kılanın Önüne Koyması Gereken Sutre

685. ...Talha b. Ubeydillah (r.anh)'den; demiştir ki: Peygamber (s.a.v.) bana hitaben şöyle buyurdu:
"Önüne, semerin arka kemerinin boyu kadar bir şey koyunca önünden geçen kimse sana zarar vermez."

[Muslim, salat 241 - 244, 265, 266; Ebu Dâvud, salat 109; Nesâî, kıble 4,7; İbn Mâce, ikâme 36, 48,- Dârimî, salat 128; Ahmed b. Hanbel, I, 121, 162; II, 129; V, 149, 151, 155, 160, 161.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/51-52.]

Açıklama
Hadis-i şerifte geçen kelimesinin anlamı, "semerin arka kısmını teşkil eden tahta veya odun"dur.
Deveye binen kimse bu tahtaya yaslanır. Bu ağacın Peygamber devrindeki yüksekliğinin miktarı üzerinde ulemâ çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları bu yüksekliğin bir arşın olduğunu söylerken, bazıları da arşının üçte ikisine eşit olduğunu söylemişlerdir.
Netice olarak namaz kılan bir kimse bazılarına göre, bir arşın bazılarına göre de bir arşının üçte ikisine eşit yükseklikte her hangi bir nesneyi önüne koyarsa bu kimsenin önünden geçenler, namazına herhangi bir zarar vermezler.
Namaz kılan kimsenin önüne koyduğu bu nesneye sutre denilir.
1. Sutrenin boyu ve eni üzerinde fakihler farklı görüşlere sahihtirler.
Nevevî merhum diyor ki biz (Şâfiîler)e göre» sutrenin inceliği veya kalınlığı söz konusu değildir. Bu mevzuda bizim delilimiz Ebû Hurayra (r.anh)'den rivayet edilen şu hadis-i şeriftir:
Rasûl-u Ekram (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Sutrenin semerin arkasına konan tahta boyunda olması kâfidir. (Eni ise) isterse kıl kadar ince olsun."
Aynı şekilde Sebre b. Mâbed'den rivayet edilen şu merfu hadis de bizim bu görüşümüzü te'yid etmektedir: "Nebiyyi Ekram (s.a.v.) şöyle buyumuştur: "Namazınızı hiç değilse bir ok arkasına gizlenerek kılınız."
[el-Muttekî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 352.]

2. Hanbelî âlimleri de aynı görüştedirler.
3. Mâlikîlere göre ise, sutre en azından mızrak kalınlığında ve bir arşın boyunda olmalıdır. Bundan daha kısa olursa, sutre ile ilgili mendub yerine getirilmemiş olur.
4. Hanefîlere göre, sutrenin boyu bir arşın, kalınlığı parmak kadar olmalıdır. [A.A. el-Bennâ, eI-Fethu'r-rabbânî, IV, 128; el-Muttakî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 346.]
Sutre dikmekteki hikmet, önünden herhangi bir kimsenin geçmesine engel olmakla birlikte gözün sutrenin gerisine kaymasına mani olarak namazdaki huşu ve hudu'un kaybolmasını önlemektir. Zaten namaz kılan kimseye önünden geçen bir kimsenin verebileceği zarar da huşu'u dağıtarak sevabın azalmasına sebep olmaktır. Zira ileride geleceği gibi, "namaz kılanın önünden geçmedeki günahın büyüklüğünü idrâk eden, kırk yıl bekler de yine geçmez" di.
[el-Menhel, V, 77.]

686. ...Atâ'dan; demiştir ki: "Semerin arka kemerinin boyu bir zira' ve daha yukarısıdır." [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/53.]
Açıklama
Bu görüş aynı zamanda imam Sevrî'nin ve meşhur olan rivâyete göre İmam Ahmed (r.anh)'in görüşüdür. [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/53.]

687. ...İbn Ömer (r.anhuma)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) bayram günü namaz kılmaya çıktığı zaman (önüne) bir kargı (dikilmesini) emrederdi. Kargı dikildikten sonra insanlar da arkasında oldukları halde ona doğru namaz kılardı. Seferde de böyle yapardı. Bu yüzden emirler de bunu âdet edindiler. [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/53.]
Açıklama
Hadis-i şerifte geçen "bu yüzden emirler de bunu âdet edindiler” sözü, îbn Mâce'nin rivayetinde yoktur.
Ali b. Mushir bu hadisle ilgili açıklamasında, bu sözün aslında Nâfi'e ait olduğunu ifâde etmiştir.
Bu sözle ifade edilmek istenen şudur:
Rasûl-u Ekram (s.a.v.) bayram namazında musallada önüne bir harbe (kargı) dikildiği için müslüman devlet adamları, bayram namazlarında yanlarında harbe taşımayı âdet edinmişlerdir. Harbe kısa mızrak tarzında bir silahtır. [Mutercim Asım Efendi, Kamus Tercemesi, I, 106; Pakalın, M.Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, 737.]
Rasûl-u Ekram'in önüne dikilen bu harbenin Peygamber'e nereden ve kimden geldiği söz konusu olmuş ve bu mevzuda çeşitli rivayetler ortaya atılmıştır. Bazılarına göre bu harbeyi Habeş Kralı Necaşî hediye etmiştir. Ömer b. Şeybe'nin Ahbâru'l-Medinc'de rivayet ettiği bir habere göre Necâşî, Rasulullah'a bir harbe hediye etmiş, Efendimiz de bunu bir hatıra olarak saklamıştı. İşte sözü geçen harbe bu harbedir.
Bazıları da "Bu harbe, Zubeyr b. el-Avvâm'ın Uhud'da öldürdüğü bir müşrikten kalmıştır. Rasûl-u Ekram bunu yanında taşır ve namaz kılarken önüne dikerdi" demişlerdir.
Bütün bu rivayetlerin çeşitliliğine bakarak şunu söylemek mümkündür. Necâşî'nin gönderdiği harbe gelmezden önce Efendimiz (s.a.v.) Uhud Harbinde ele geçen harbeyi sutre olarak kullanmış, Necâşî'nin gönderdiği harbe eline geçtikten sonra sütre olarak onu kullanmıştır. Sutrenin eni ve boyu hakkındaki görüşleri bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
Sutrenin hükmü hakkında Merhum Ahmed Naim Efendi şöyle diyor:
"Aslında duvarsız yerde namaz kılan kimsenin önünden geçilmesinden korkulması halinde, orada namaz kıldığına alâmet olmak üzere bir sutre dikmesinin mendûb olduğunda ittifak vardır. Kimsenin geçmeyeceğinden emin olunan yerde namaz kılan kimse de imam Mâlik ile Şafiî'ye göre -bu mevzudaki hadislerin çokluğundan dolayı- yine sutre dikmekle mükelleftir.
Bununla beraber Atâ, Salim b. Abdullah, Kasım b. Muhammed, Şa'bî, Hasan el-Basrî gibi tâbiûnun ileri gelenlerinin kırda sütresiz namaz kıldıkları rivayet olunuyor. İmamın sutresi cemaat için de geçerlidir.
[Ahmed Naîm, Tecrid Tercemesi, II, 439.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/54]

Bazı Hükümler
1. Namaz için bir sutre kullanmak mendubtur.
2. İnsanın karşılaşacağı tehlikelere karşı koymak için yanında mızrak ve benzeri bir âlet taşıması caizdir. Bu çeşit aletleri taşımanın önemi yolculukta daha da artar.
3. Hizmetçi edinmek caizdir.
[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/54-55]

688. ...Avn b. Ebî Cuhayfe (r.anh), babası Ebû Cuhayfe'den rivayet ettiğine göre; Nebî (s.a.v.) onlara Bathâ'da, önünde bir kargı dikilmiş olduğu halde öğle ile ikindi namazlarını ikişer rekat kıldırmıştır. (Namaz esnasında) kargının arkasından kadın da geçti eşek de.
[Buhârî, vudu 40; salat 90, 93; menâkıb 23; Muslim, salat 252; Nesâî, salat 12; Dârimî, salat 124; Ahmed b. Hanbel, IV, 307, 309.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/55]
Açıklama
Ulemânın büyük çoğunluğu namaz kılan kimse ile sutresi arasından geçmenin haram olduğunu söylemişlerdir. Ancak bundan dolayı o kimsenin namazı bozulmaz. Nitekim ileride gelecek olan "Namazı hiç bir şey bozamaz. Bununla beraber elinizden geldiği kadar (önünüzden) geçeni men etmeye çalışınız. Çünkü o şeytandan başka bir şey değildir" anlamındaki 697 no'lu hadis-i şerif de bu görüşü desteklemektedir. Fakat anılan hadis zayıftır. .
Her ne kadar Muslim'deki; "Önünde deve semerinin arka kaşı boyunda bir sutresi olmayan kimsenin namazını, kadın, eşek bir de kara köpek bozar" [Muslim, salât. 260] hadis-i şerifi bu görüşe ters düşmekte ise de, bu hadisin hükmü; îbn Abbâs'ın rivayet ettiği; "Rasûlullah (s.a.v.) Mina'da sutresiz olarak namaz kıldırdığı sırada dişi bir merkebe binerek karşıdan geldim. O zaman bulûğ çağına yaklaşmıştım. Saflardan birinin önünden geçtim. Merkebi otlasın diye salıverdim. Ondan sonra safa girdim. Bu yaptığıma kimse ses çıkarmadı" mealindeki 715 numaralı hadis-i şerifle neshedilmiştir.
Çünkü bu hâdise Veda haccında, Rasûl-u Ekram'in irtihâlinden seksen gün önce olmuştur.
Muslim'in bu hadisinin nesh edildiğini kabul etmesek bile, namazın bozulacağına dâir olan ifâdelerim "Namazdaki huşu'un kaybolacağı" manasına almak ve namaz kılan kimsenin önünden geçmenin haramlığını beyan için söylendiğini kabul etmek yerinde ve isabetli olur. [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/55]
Bazı Hükümler
1. Namaz kılan kimse yolculuk esnasında, kırda, önünden geçilme tehlikesi olmadığı zaman bile önüne sutre koymalıdır.
2. Sutrenin kargı kalınlığında olması yeterlidir.
3. Yolculukta dört rekâtli namazları ikişer rekât kılmak gereklidir.[489]

102. (Sutre İçin) Sopa Bulunamadığı Zaman Çizgi Çizilir
Ebû Hurayra (r.anh)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz namaz kıldığı zaman önüne bir şey koysun, hiç bir şey bulamazsa bir sopa diksin, sopa da yoksa, önüne bir çizgi çizsin, bundan sonra önünden ne geçerse geçsin ona-zarar vermez."
[İbn Mâce, ikâme 36; Ahmed b. Hanbel, II, 249, 255, 266.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/56.]

Açıklama
Bu hadis-i şerife göre namaz kılmak isteyen bir kimse önüne ya ağaç ve duvar gibi bir engel olarak onun arkasına gizlenip, önünden başkalarının geçmesine mâni olmalı veya bunları bulamadığı takdirde önüne bir sopa dikmelidir. Ancak sopanın da bulunmaması halinde kıble tarafına çizeceği bir çizgi ile yetinebilir.
Hadisin zahirine bakılırsa sutrenin yüksek olup olmaması, kalın veya ince olması söz konusu değildir. Nitekim Hâkim'in Sebre İbn Ma'bed'den rivayet ettiği "Namazınızı hiç değilse bir ok arkasında gizlenerek kılınız.” [ el-Muttekî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 351] anlamındaki hadis-i şerifle, Ebû Hurayra (r.anh)'in rivayet ettiği; "sutre için deve semerinin arka kayışı boyunda bir yükseklik yeter. Eni isterse kıl kadar olsun" [el-Muttekî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 352] mealindeki hadis-i şerifte sutrenin eninin kalın veya ince olması arasında bir fark gözetilmemiştir. Ancak sutrenin eni ve boyu mealini sunduğumuz Kenzu'l-Ummal hadisi ile ileride mealini sunacağımız 691 numaralı hadis gibi bazı hadis-i şeriflerle tayin ve tesbit edilmiştir.
Biz bu mevzudaki mezheb imamlarının görüşlerini 685 no'lu hadisin izahında açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
Yine bu hadis-i şerifteki "sopası da yoksa önüne bîr çizgi çizsin" cümlesinden, sopa bulamayan kimsenin önüne çizeceği bir çizgi ile yetinebileceği anlaşılmaktadır. Ancak bu mevzuda da fıkıh âlimleri farklı görüştedirler.
Çizgi çizmeyi caiz görenler de bu çizginin hilâl şeklinde mi yoksa kıbleye doğru önüne veya sağından soluna doğru mu çizileceğinde de ihtilâf etmişlerdir.
1. Çizginin sutre yerini tutacağı görüşünde olan âlimler şunlardır: imam Ahmed, eski görüşüne göre Şafiî, Ebû îshâk eş-Şîrâzî, Ebû Hâmid, Şâfiîlerin çoğunluğu ve bazı Hanefî âlimleri.
2. Çizginin sutre yerini tutmayacağı görüşünde olan âlimler de şunlardır:
Mâlikîler, yeni görüşüne göre İmam-ı Şafiî ve Hanefîlerin çoğunluğu (r.a.).
Çizginin sutre yerini tutmayacağını savunan bu ikinci gruptaki âlimlere göre mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi muzdaribtir. Yani zayıftır. Nitekim Ibn Uyeyne, Begavî, Şafiî gibi daha başka âlimler de bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Çizginin yeterli olmadığına, diğer bir sebeb olarak da çizginin sütrenin gayesini gerçekleştirememesini" gösterirler ve "sutreden gaye orada namaz kılınmakta olduğunu başkalarına bildirmektir. Çizgi ise, orada namaz kılındığım gösterecek bir alâmet olmaktan uzaktır" derler.
Sopa bulunmadığı zaman ne yapılacağı konusunda birinci görüşe sahib olan kimselerin düşüncelerine tercüman olarak imam Nevevî şunları söylemektedir:
"Gerçekte tercihe lâyık olan görüş şudur ki; sutre yerine çizgi çizmek müstehabdır. Sutre olarak kullanmak için sopa bulunamadığı zaman kıble cihetine bir çizgi çizilmesini emreden bu hadisin zayıflığı kabul edilse bile, amellerin faziletiyle ilgili mevzularda zayıf hadisle amel edilebileceğine dâir âlimler arasında tam bir görüş birliği vardır."
[Kenzu'l-Ummâl, VII, 352]

Bazı Hükümler
1. Kırda namaz kılanın sütre edinmesine teşvik vardır.
2. Sutre için belli bir nesne tayın edilmiş değildir. Sutre özelliğini taşıyan her şey sutre olarak kullanılabilir.
3. Sutre için hadis-i şerifte belirtilen sırayı takib etmek gerekir. Önce duvar, ağaç ve benzeri tabii sutreler tercih edilir. Bunlardan biri bulunamazsa o zaman sütre olarak baston dikilir. Baston da bulunamazsa, o zaman kıbleye doğru uzanan bir çizgi veya soldan sağa doğru mihrab gibi kavisli bir çizgi çizilir.
690. ...Bize Muhammed b. Yahya b. Fâris haber vermiştir.(Demiştir ki: ) Bize Ali, yani İbn el-Medînî Sufyan'dan, (o da) İsmail b. Umeyye'den, (o da) Ebû Muhammed b. Amr b. Hureys'den, (o da) Benî Uzre'den bir kimse olan dedesinden o da Ebû Hurayra'den, (o da) Ebu'l-Kasım (s.a.)'dan rivayet etti. (Ali Medinî) dedi ki; (bir önceki sopa bulunmadığı zaman çizgi çizilmesini ifade eden) çizgi hadisini (sufyan b. Uyeyne) rivayet etti.
Sufyan (şöyle) dedi: "(Ancak) bu hadisi takviye edecek bir şey bulamadık. Bize şu senedden başka (herhangi bir senedde) ulaşmadı." (Ali b. el-Medînî) dedi ki: (Ben Sufyan'a; "Muhaddisler onda (yani Muhammed b. Amr'm İsminde) ihtilâf içindedirler" dedim de, bir süre düşündükten sonra şöyle dedi: "Ben (onun ismini) ancak Muhammed b. Amr (diye) hatırlıyorum."
Sufyan dedi ki: "Buraya İsmail b. Umeyye vefat ettikten sonra-bir adam çıkageldi. Bu adam Ebû Muhammed (adındaki) şeyhi arıyordu. Nihayet onu buldu ve ondan bu hadisi (rivayet etmesini) istedi. (Fakat Ebû Muhammed) hadisi karıştırdı.
Ebû Dâvûd dedi ki; ben bir çok defalar Ahmed b. Hanbel'e (bu) çizginin şeklinden sorulduğunu ve onun da; "enine hilâl gibi" diye cevab verdiğini işittim. (Yine) Ebû Dâvûd, Musedded'den; "İbn Davud'un (bu) çizgi uzunlamasına (çizilir) dediğini nakletmiştir. [Yine dedi ki: defalarca bu çizginin vasıflarını Ahmed b. Hanbel'den duydum. Dedi ki: "Şöylece yani enlemesine hilâl gibi kavistir.]
[Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/58-59]

Açıklama
Râvi Sufyan b. Uyeyne'nin "Bu hadisi takviye edecek, elimizdeki şu senedden başka bir sened bulamadık." anlamındaki sözleri bu hadisin zayıf olduğunu ifâde etmektedir.
İsminin ihtilaflı olduğu söylenen kimse, İsmail b. Umeyye veya Ebû Muhammed b. Amr'dir. Bazılarına göre ise, Amr b. Muhammed b. Hureys'dir.
Çizginin şekliyle ilgili ifâdelere bakarak fıkıh âlimleri çizginin hilâl şeklinde mi, kıbleye doğru öne mi, yoksa sağdan sola doğru mu çizileceğinde ihtilâf etmişlerdir. Çünkü, rivayetlerin birinde bu çizginin hilâl gibi kavisli ve soldan sağa doğru olabileceği ifade edilirken, diğerinde kıbleye doğru uzanacağı ifade edilmektedir.

691. ...Sufyân b. Uyeyne demiştir ki: "Ben Şerîk'î cenaze (için geldiğimiz bir toplumda) bize ikindi namazı kıldırırken gördüm, başlığım (vakti) giren farz namazda, önüne (sutre olarak) koymuştu."
[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/59-60]

Açıklama
Bu başlığın yüksekliğinin 685. hadis-i şerifte açıklandığı gibi deve semerinin arka kemeri kadar olduğu söylenebilir. Çünkü hadis-i şerifler bundan daha kısa bir nesnenin sütre olamayacağını ifâde ederken Şerîk'in küçük bir fesi sütre olarak önüne koyacağı düşünülemez. Sözü geçen hadis-i şerifte de açıkladığımız gibi semerin arka kemerinin boyu bazılarına göre bir arşın, bazılarına göre de arşının üçte ikisi kadardır. [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/60]


103. Bînek Hayvanına Doğru (Onu Sutre Yaparak) Namaz Kılmak

îbn Ömer (r.anhuma)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) deveye doğru namaz kılarmış. [Buhârî, salat 50, 98; Ebû Dâvûd, cihâd 149; Muslim, salat 248; Tirmizi, salaî 144; Ah-med b. Hanbel, II, 26, 106, 316, 326, 329, 330.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/60. ]

Açıklama
Bu hadis-i şerif deveyi ve benzeri hayvanları sutre yaparak namaz kılmanın câiz olduğuna delildir. Ancak bu hadis deve yataklarında namaz kılmayı nehyeden 493. numaralı hadis-i şerife zıt değildir. Çünkü bu hadis-i şerifte söz konusu edilen deveye karşı Efendimiz (s.a.v.)'in namaz kılması yolculuk esnasında vuku bulmuştur. Yolculuk esnasında ise, deve hem bağlıdır, hem de sahibine karşı daha çok itaatlidir. Deve yataklarında ise, develer bağsız olduğundan içlerinde bulunan azgın develerin insana her an için saldırması mümkündür. Bu bakımdan deve yataklarında namaz kılmak tehlikelidir, huzur ve huşu'u bozucudur.
Ayrıca arablar arasında deve yataklarına insanların da abdest bozdukları düşünülebilir ki,. Efendimizin yolculukta deveyi sutre edinerek namaz kıldığı halde deve yataklarında bulunan develere karşı namaz kılmaktan niçin nehyettiği daha iyi anlaşılmış olur.
1. Hanbelî ve Hanefi âlimleri, bu hadis-i şerifi delil getirerek yerinde sabit olan hayvana ve arkası dönük olan insana doğru namaz kılmanın caiz olduğunu söylemişlerdir.
2. Şâfiîlere göre ise, hayvana ve kadına doğru namaz kılınamaz, Şafiî âlimlerinden merhum İmam Nevevî hazretleri bu mevzuda şunları söylemiştir:
"Kadını sutre edinerek ona doğru namaz kılmanın neden câiz olmadığı açıktır. Çünkü kadın o anda erkeğin zihnini meşgul eder. Fakat Rasûl-u Ekram (s.a.v.) deveyi sutre edinerek namaz kılmıştır. Buhârî ve Muslim'de İbn Ömer'den gelen hadis-i şerif bunu açıkça beyân etmektedir. Durum böyleyken İmam Şafiî (r.aleyh)'nin deveye doğru namaz kılınamaz demesi, ancak bu hadis-i şerifin onun eline geçmemesiyle izah edilebilir.
Şurasını da hatırdan çıkarmamak lâzımdır ki, İmam Şafiî (r,a.) sağlam hadis ele geçtiği zaman, kendi içtihadının bırakılarak o hadisle amel edilmesini vasiyyet etmiştir.
Anılan Buhârî ve Muslim'deki İbn Ömer hadisi sağlam olduğuna göre, deveyi sutre kabul ederek ona doğru namaz kılmanın caiz olduğunu kabul etmek İmam Şafiî'nin vasiyyetini yerine getirmek demektir.
3. Mâlikîlere göre ise,eti yenmeyen hayvanları sutre edinerek onlara doğru namaz kılmak mekruhtur. Eti yenenlerin ise, bağlı olanlarını sütre edinmekte bir sakınca yoksa da bağsız olanlarını sütre edinmek mekruhtur.
Yabancı bir kadını sütre edinmek de aynı şekilde mekruhtur.
Kendisine nikâhı düşmeyen bir kadının sutre edilip edilemeyeceği mevzuunda ise, Mâlikî imamları arasında iki görüş vardır.
Yüzünü namaz kılan kimseye dönmediği müddetçe bir erkek sutre edinilerek kendisine doğru namaz kılınabilir.

104. Kişi Direğe Veya Benzeri Şeylere Doğru Namaz Kıldığında Onu Hangi Tarafına Almalıdır?

693. ...Mikdâd b. el-Esved (r.anh) şöyle demiştir:
"Peygamber (s.a.v.)'i kaç kere bir ağaç parçası, bir direk veya bir ağaca (doğru) namaz kılarken gördümse onu tam karşısına değil de ancak sağ kaşının (sağının) veya sol kaşının (solunun) hizasına almış olduğunu gördüm."
[Kutub-ı sıtte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/61-62.]

Açıklama
Bu hadis-i şerif, sutre olarak kullanılacak ağaç ve benzeri şeylerin iki kaşın arasına gelecek şekilde tam karşıya konularak onlara karşı namaz kılmaktan nehyetmektedir. Namaz, kılan kişi sutreyi tam karşısına koymakla görünüşü bakımından puta tapan kimselere benzeyeceği için bundan nehyedilmiştir.
Şurasını unutmamak lâzımdır ki, sutreyi tam karşıya almanın sakıncası, sutre ağaç ve benzeri bir nesne olduğu zaman ortaya çıkar. Sutre bir duvar veya bir bina ise, o zaman herhangi bir sakınca söz konusu değildir.
Bu mevzuda M. Zihni'nin Ni'meti'l-İslâm isimli eserinde şunları söylemektedir:
"Sünnet olan sutreye yakın durmaktır ve tam karşısına' durmayıp onu iki kaşlarından birinin (efdal olanı sağ kaşının) hizasına almaktır."
[Nimet-i İslâm I, 345.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/62]

105. Konuşmakta Olanlara Ve Uyuyanlara Karşı Namaz Kılmak

694. ...İbn Abbâs (r.anhuma)'m rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Uyumakta olan ve konuşan kimseye doğru namaz kılmayınız."
[İbn Mace, ikâme 40; Beyhaki, es-Sunenu'1-kubrâ, II, 279.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/62-63]

Açıklama
Uyumakta olan kimseye karşı namaz kılmanın sakıncası bellidir. Uyuyan kimse kendisini murakabe edemediği için ondan her an için namaz kılan kimsenin zihnini meşgul edecek haller zuhur edebilir. Bu da namaz kılan kişinin huzurunu bozar. Namaza kendini iyice vermesini engeller ve hatta onu şaşırtabilir.
Bu bakımdan İmam Mâlik, Tâvûs ve Mucâhid uyuyan kimseye doğru namaz kılmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Bunların dışında kalan âlimler ise, ileride gelecek olan 810, 811 ve 812 numaralı hadislerle Buhâri ile Muslim'in ittifakla rivayet ettikleri Âişe'nin naklettiği, "Rasûl-u Ekram (s.a.v.) namaz kılardı; ben de onun yatağının üzerinde önüne uzanmış halde uyurdum.” [Buhârî, salât 103; vitir 3; Muslim, salât 267, 268; Nesâî, kıble 10] anlamındaki hadis-i şerifi delil getirerek uyuyan kimseye karşı namaz kılmanın herhangi bir sakıncası olmadığını söylemişler ve mevzumuzu teşkil eden hadisin de zayıf olduğunu iddia etmişlerdir.
Şafiî âlimlerinden Nevevî ve Hattâbî de bu hadisin zayıf olduğu kanaatindedirler.
Hattâbî bu mevzuda şunları söylemektedir:
Bu hadisin Peygamber (s.a.v)'e ait olduğu kesin ve sağlam değildir. Çünkü bu hadisin senedi zayıftır. Abdullah b. Yâkub bu hadisi kendisine Muhammed b. Kâb'dan kimin naklettiğini açıklamamıştır. Aslında Abdullah'ın ismini açıklamadığı bu râviler, hadis âlimlerinin itimad etmediği iki adamdır. Bunlardan biri Temmam b. Bezi', öbürü de İsa b. Meymûn'dur ki Buhârî ve Yahya b. Maîn bu kimseleri tenkid etmişlerdir.
Hadis-i şerifte ayrıca konuşmakta olan kimseye doğru namaz kılmak da yasaklanmıştır. Çünkü konuşan kimse namaz kılanın zihnini meşgul eder ve huzurunu bozar. Nitekim İbn Mes'ûd (r.anh) konuşmakta olan kimseye karşı namaz kılmanın mekruh olduğu görüşündedir. Ancak bu kimseler zikir yapıyorlarsa, o zaman onları sütre edinmekte herhangi bir sakınca yoktur.
İmam Ahmed ile imam Şafiî de konuşan kimseyi sutre edinmenin mekruh olduğu kanaatindedirler. Nitekim mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif de bu görüşe delâlet etmektedir.
Fakat herhangi bir kimsenin yüzüne doğru namaz kılmak hiç bir zaman ve hiçbir kimse tarafından uygun görülmemiştir.
[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/63-64]

106. Namaz Kılan Kimsenin Sütreye Yakınlığı

695. ...Sehl b. Ebi Hasme, Peygamber (sallellahualeyhi vesellem)in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Sîzden biriniz sutreye doğru na&maz kıldığı zaman ona yaklaşsın ki, şeytan namazında ona vesvese vermesin."
[Nesaî, kıble 5; İbn Mâce, ikâme 39; Ahmed b. Hanbel IV, 2; Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, II, 272.]

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi(aynı zamanda) Vâkid b. Muhammed, Safvân'dan (o da) Muhammed b. Sehl'den (o da) babasından veya Muhammed b. Sehl (doğrudan doğruya) Peygamber (s.a.v.)'den rivayet etmiştir. Bazıları da (bu hadisin) Nâfi' ö. Cubeyr vasıtasıyla Sehl b. Sa'd'den (nakledildiğini) söylemiştir. Ve bu hadisin senedinde ihtilâf edilmiştir.

Açıklama
Hadis-i şeriften namaz kılmak isteyen kimsenin önüne sutre dikmekle mükellef olduğu anlaşılmaktadır. Sutre koymak kişinin istek ve arzusuna bırakılmış değildir.
Çünkü hadis-i şerifte geçen "her ne zaman” manasına gelen edatı, kişinin her namaz kılışında önüm sutre ayması gerektiğini ifâde eder.
Bu sayede namaza şeytanın vesvesesinin karışması önlenmiş olur. Bir başka açıdan şeytanın bazı kişileri aldatarak namaz kılan kimsenin önünden geçirtmesi engellenmiş olur.
Bilindiği gibi namaz kılan kimsenin önünden geçilince eğer namaz kılan kişinin önünü kesen, kadın, eşek veya köpekse bazı âlimlere göre bu kimsenin namazı gerçekten bozulur. Bazılarına göre ise namazın özünü teşkil eden huzur ve huşu bozulmuş olur.
Bazı âlimler de buradaki şeytandan maksat namaz kılan kimsenin önünden geçen her yaratıktır. Çünkü Peygamber (s.a.) namaz kılan kimsenin önünden geçen her yaratık için şeytan tâbiri kullanmıştır, nitekim 697 numaralı hadis-i şerifte gelecektir.
Sutreye yakın durmanın hükmü mendubtur.
Hanefi âlimlerinden M. Zihni'nin Ni'met-î İslâm'ın da, "Sünnet olan, sutreye yakın dumaktır" sözleriyle Hanefi ulemasının bu mevzudaki görüşlerini dile getirmiştir.
Sutreye yakınlığın ölçüsünü Atâ, İmam Şafiî ve İmam Ahmed (r.a.) üç zira' olarakk tesbit etmişlerdir.
İmam Mâlik hiç bir ölçü getirmemiştir.
Bazılarına göre bir karış bazılarına göre de altı zira'dır. [el-Aynî, Umdetu'l-Kârî, IV, 280.]
Müellif Ebû Dâvûd hadisin sonundaki mütaleasmda bu hadisin zayıf olduğunu ifâde etmiştir.
Burada kadının eşek ve köpekle bir tutulduğu zannedilmemelidir. Çünkü eşekle köpeğin namaz kılan kimsenin huzurunu bozma sebebi ile kadının bozma sebebi tamamen ayrı şeylerdir. Eşekle köpeğin huzuru bozması yaratılışlarındaki fevkalâde dikkat çekici özelliklerle ilgili iken, kadının huzur bozması onun cinsî cazibesi ve erkekler için zaaf kaynağı olmasıyla ilgilidir. Namaz kılan bir erkeğin önünden geçen bir kadının, o erkeğin içinde ne gibi fırtınalar doğuracağını kimse kestiremez. Namazda gaye, İbâdet olması, Allah'a bağlılık ve Peygambere sadakatle tâbi olması hasebiyle, kadının geçmesi ile bütün bu sevgiler kadın sevgi ve ilgisi ile karışırsa namazın hikmeti ortadan kalkacağı malumdur. İşte bunda kadının zikredilmesi bundan başka bir şey ile tefsir edemez. Nitekim 702 no'lu hadiste gelecektir.
696. ...Sehl (r.anh)Men; demiştir ki:
Peygamber (s.a.)in namaz kıldığı yer ile kıble (duvarı) arasındaki (mesafe) bir dişi keçinin geçebileceği kadardı"
[Buhârî, salat 91; Muslim, salât 263; Ahmed b. Hanbel, IV, 54]
Ebû Dâvûd dedi ki; bu haber Nufeylî'ye aittir.

Açıklama
Rasul-u Ekram (s.a.v.)'in "namaz kıldığı yerden maksat, Kirmânî'ye göre, ayaklarının bulunduğu yerdir. Ancak Aynî merhum, "ayaklarının bulunduğu yerden secde ettiği yere kadar uzanan mesafe" olduğunu söylemiştir. (el-Aynî, Umdetu'l-Kaarî, IV, 279.)

Buna göre, namaz kılan kimse secdeye varınca secde halinde iken kıble duvarı ile arasında kalan mesafe bir keçinin geçebileceği kadar olmalıdır.
Ancak Ahmed b. Hanbel'in Bilâl'den rivayet ettiği; "Peygamber (s.a.) Kâbe'ye girip namaz kıldı. Kendisiyle duvar arasında üç zira' bir mesafe vardı" hadis-i şerifi ise, Rasûl-u Ekram'in ayakta bulunduğu zaman duvarla kendisi arasındaki mesafeyi belirlemektedir.
Davudî, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifle Ahmed b. Hanbel hadisinin arasım şöyle uzlaştırmıştır: Namaz kılan kimse ile duvar veya kıble arasındaki mesafe en az bir keçi geçebilecek kadar olmalı, en çok ise, üç zira olmalıdır.

107. Namaz Kılan Kimsenin Önünden Geçilmesine Mâni Olma Yetkisi

697. ...Ebu Said eI-Hudrî (r.anh)den rivayet edildiğine göre Rasûl-u Ekram (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz namaz kılarken hiç kimseyi önünden geçirmesin, elinden geldiği kadar ona engel olsun. Eğer o kimse diretirse, onunla doğuşsun. Çünkü o ancak şeytan(ın yapacağını yapmakta)dır."
[Buhârî, salât 100, Muslim, salat 258; Nesâî, kasem 48; İbn Mâce, ikâme 39; muvatta', sefer 33, Ahmed b. Hanbel, III, 34, 44.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/66-67.]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte namaz kılmakta olan bir kimsenin, önünden geçilmesine mâni olması emredilmektedir. Ancak namaz esnasında önünden geçen kimseye müdâhele etme hakkının doğması için daha önce geçen 689 ve ilerde gelecek olan 700 numaralı hadis-i şeriflerde beyân edildiği gibi sutre olma niteliği taşıyan bir nesnenin önüne konulmuş olması lâzımdır.
Buhârî, bu hadis-i şerifin sebeb-i vürûdu ile ilgili olarak şu hâdiseyi nakletmektedir:
"Ebû Salih es-Semmân dedi ki: Ebû Said el-Hudrî bir cuma günü insanlardan korunmak için önüne koyduğu bir sütrenin arkasında namaz kılıyordu. Derken Muayt oğullarından bir genç onun önünden geçmek istedi. Ebû Said de göğsünden iterek o gence mâni oldu. Genç, başka geçilebilecek bir yer olmadığını görünce, ikinci defa geçmeyi denedi. Ancak bu defasında da Ebû Said birincisinden daha şiddetli olarak karşı koydu. Bunun üzerine delikanlı Mervân'ın yanına gidip Ebû Said'i şikâyet etti. Hemen arkasından da Ebû Said, Mervân'ın yanına geldi. Ebû Said'i karşısında gören Mervân kendisine şu soruyu yöneltti:
Ey Ebû Said! Bu kardeşin oğluyla senin alıp veremediğin nedir? Ebû Said de şu cevabı verdi:
Rasûl-u Ekram (s.a.)'i şöyle büyürken işittim:
"Sizden biriniz kendisini insanlardan koruyacak bir sutreye doğru namaz kılarken, birisi önünden geçmek isterse, ona mâni olsun. Eğer o kimse diretirse, onunla kavga etsin. Çünkü o şeytandan başka bir şey değildir.”
[Buhârî, salât 100.]

Kadı lyaz silâhla veya önden geçen kişinin ölümüne sebeb olacak bir âletle mudâhelede bulunmanın caiz olmadığına ve tehlikeli olmayan bir mudâhale sonucu ölen bir kimse için de kısas lâzım gelmediğine dâir ulemânın görüş birliğinde olduğunu söylemiştir.
Bu kişi için diyet lâzım gelip gelmediği konusunda ise Malikîler arasında iki farklı görüş vardır. Bunlardan îbn Şa'ban'a göre bu kişi için diyet lâzım gelir. İbnu't-Tîn'e göre ise, kanı heder olur, yani karşılığında diyet ödenmez.
Ancak hemen şunu söyleyelim ki; namaz kılanın önünü kesip geçen kimse ile nasıl mücâdele edileceğine dair serdedilen bütün bu görüşler namaz kılarken önünde sütre bulunan kimsenin önünü kesen kimse ile ilgilidir. Yoksa önünde sutre bulundurmayan kimse için müdâhele veya mücâdele hakkı yoktur.
İbn Ebî Hamza ise, hadis-i şerifteki şeytanla kavgadan maksat, gürültüsüz, patırtısız olan ince ve mânevi bir mudâheledir. Yoksa gürültülü patırtılı, kaba kuvvete dayalı bir mucâdele değildir. Bu manada bir mucâdele de ancak istiâze (eûzu) ve besmele ile şeytandan korunmak ve sütre koymakla gerçekleşebilir.
Çünkü kaba kuvvete bağlı olarak yapılacak bir mücadelenin namaza vereceği zarar, önden geçen kimsenin vereceği zarardan daha büyüktür, demektedir.
Namaz kılan kimsenin önünden geçen kimse ile mucâdele etmedeki sebebin ne olduğu mevzuunda da iki görüş vardır:
a. Musallinin önünü kesen kişiyi günahtan alıkoymak,
b. Bu kişinin namaza zarar vermesini önlemek.
İbn Hamza birinci görüşü benimsemiştir. Aslında ikinci görüş daha kuvvetli ve isabetlidir.
Nitekim İbn Ebî Şeybe'nin İbn Mes'ûd (r.anhuma)'den rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, "bir kişinin namaz esnasında önünden geçilmesi o namazın yarısını ifsâd eder".
Yine Ebû Nuaym'in Ömer (r.anh)'den rivayet ettiği bir hadisi şerifte ise, "namaz kılan kişi eğer önünden geçilmekle namazını(n derecesini) ne kadar kaybettiğini bilseydi, sutresiz olarak asla namaz kılmazdı" buyurulmaktadır.
İşte bu hadis-i şerifler, namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kimseye engel olmanın gerçek sebebinin namaza zarar vermesi olduğunu ortaya koymaktadır.
Ayrıca, "musallinin önünden geçeni günahtan alıkoymak için onunla mucâdele edilir" diyenlere de, "şayet sizin görüşünüz isabetli olsaydı, o zaman çocuğun namaz kılan bir kimsenin önünden geçmesinde bir sakınca olmaması lâzımdı. Çünkü çocuk mükellef olmadığı için bu hareketiyle günahkâr olmaz" diye cevab verilebilir.
Hanefî âlimlerine göre ise, efdal olan namaz kılanın, önünden geçene müdâhale etmemesidir.
Buna göre namaz kılan bir kimseye mevzumuzu teşkil eden hadiste tanınan müdâhale hakkının doğması için namazdan önce önüne sutre niteliği taşıyan bir nesneyi koymuş olması gerekmektedir. İşte o zaman o kimse, önünden geçen kimseye gücünün yettiği kadar engel olmaya çalışır.
Zâhiriyye mezhebi âlimlerine göre, hadisteki "ona engel olsun" emrinin hükmü farzdır. Bu bakımdan namaz esnasında önünden geçen kimseye engel olmak o kimse için kaçınılmaz bir görevdir.
Şafiî âlimlerinden merhum Nevevî'ye göre ise, bu emrin hükmü kuvvetli bir mendubdur. Özellikle Şafiî âlimlerinden hiç bir kimse farz olduğunu iddia etmemiştir. [el-Menhel, V, 90]
İleride gelecek olan 700 numaralı hadis-i şerifte de temas edileceği gibi eğer önünden geçmekte olan kimse yakınsa ona eliyle mâni olur, uzaksa işaretle veya "subhânellah" diyerek sesini yükseltmekle mâni olur.
Kadı İyad ise, namaz kılmakta olan kimse 'önünden' geçene bulunduğu yerden mudâhalede bulunabileceğine, fakat bu maksatla yürümesinin asla câiz olmadığına dair âlimlerin görüş birliğinde olduklarım söylemektedir. Çünkü namazda yürümenin namaza vereceği zarar, önünden geçilmekle doğacak zarardan daha büyüktür. Bu bakımdan kişinin bulunduğu yerden elle mudâhalede bulunmasına izin verilmiştir. Önden geçen kimse uzakta bulunursa, o zaman da bulunduğu yeri terketmeden sadece işaretle veya "subhânellah" diyerek müdâhalede bulunabilir.
Hadisin zahirine bakılırsa namaz kılanın önünü kesmek isteyen kimseye çocuk bile olsa engel olunur.
Nitekim İbn Mâce'nin Ummu Seleme'den rivayet ettiği,
"Peygamber (s.a.v.) bir gün Ummu Seleme'nin odasında namaz kılarken Abdullah yahut Ömer b. Ebi Seleme önünden geçmek istedi de, Peygamber (s.a.v.) ona eliyle (geçmemesini) söyledi, o da vazgeçti, hemen sonra Zeyneb bint Ummu Seleme gelip önünden geçmek istedi. Rasûl-u Ekram (s.a.v.) ona da aynı şekilde eliyle geçmemesini söylemişse de o (aldırış etmeden) geçip gitti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) namazı bitirir bitirmez (şöyle) buyurdu:
"Kadınlar (isyanda ve inatçılıkta) galibtirler."
[İbn Mâce, ikâme 38; Ahmed b. Hanbel, VI, 294.]

Bu hadisten anlaşılıyor ki önden geçmek isteyen çocuk da olsa izin verilmemelidir.
Hadis-i şerifteki "Onunla döğüşsün" cümlesinin anlamı İmam Şafiî'ye ve Mâliki âlimlerinden Kurtubî'ye göre, "eğer diretirse, birinci mudâhaleden daha sert bir mudâhalede bulunulsun"-demekse de, bazı Şafiîlere göre "gerçekten doğuşsun" demektir.
Ancak bu ikinci görüş namazın özünü teşkil eden huşu'a aykırı olduğu için ulemâ tarafından kabul edilmemiştir.
Kıymetli âlim Kâsânî'nin el-Bedâyi' isimli meşhur eserinde bu mevzuda şu bilgiler verilmektedir:
"Bizim için meselede delil şu hadis-i şeriftir: "Muhakkak ki namazda -ancak namazla ilgili fiillerle- meşgul olunur". Kavga ve mucâdele namazla ilgili bir hareket olmadığına göre bu fiillerle meşgul olmak doğru ve caiz değildir."
Ancak mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifi merhum Kâsânî şöyle te'vil etmektedir: Ebû Said Hadisi ise, namazda her türlü hareketin mubah olduğu zamanlara aittir. Sonradan namazla ilgisi olmayan davranışların mubahlığı neshedilmiştir. [Bedâyiu's-sanâyi, I, 217.]
Hanefî âlimlerinin bazıları da namaz kılanın önünden geçene engel olmak bir görev değil, bilakis bir izindir. Engel olmamak daha faziletlidir. Çünkü engel olma hareketi namazın dışında bir harekettir demişlerdir.
Ancak gerek mâni olma işinin namazın dışında bir hareket olduğu, görüşüne, gerekse Ebû Said hadisinin neshedildiği görüşüne diğer mezheb âlimleri tarafından itiraz edilmiştir.
"Çünkü o, şeytandan başka bîr şey değildir" cümlesindeki "şeytan” kelimesi bu kişinin yaptığı iş, şeytan işidir, anlamına gelebileceği gibi, gerçekten insan ve cin şeytanı anlamına da gelebilir.
Nitekim İbn Battal, "Şeytan" sözünün dinde fitne çıkaran herkes için kullanılmasının caiz olduğunu söylemekte ve kelimelerde mühim olan manadır, yoksa şekil değildir,
demektedir.
Yine İbn Battâl'a göre, cinnilere hakikaten şeytan denebildiği gibi insanlara da mecazen şeytan demek caizdir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de insanoğluna şeytan denildiği görülmektedir:
"Biz (sana yaptığımız gibi) her Peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık." [el-En'âm, (6), 112.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/67-70.]


Bazı Hükümler
1. Namaz kılmakta olan bir kimsenin, önünden geçmek isteyene mani olması caizdir. Ancak namaz kılmakta olan kimsenin bu müdâhale etme hakkını kazanabilmesi için namazdan önce önüne sütre niteliği taşıyan bir nesneyi koymuş olması şarttır.
2. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kimse en uygun bir yolla engellenmeli, tehlikeli sonuçlar doğuracak müdahale yollarına gidilmemelidir.
3. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kişi, önünden geçtiği kimsenin gönlünü meşgul edip namazdaki huşu'una mâni olduğu için şeytana benzer.
4. Dinde fesat çıkaran kimselere şeytan denilmesi câizdir.

698. ...Ebû Saîd el-Hudrî (r.anh), Peygamber (s.a.v.)'i ; "Sîzden biriniz namaz kıldığı zaman sütreye doğru kılsın ve ona yakın dursun.” buyurduğunu söylemiş sonra da (bir önceki hadisin) mânâsını rivayet etmiştir.
[Beyhakî, es-Sunen'il-kubrâ, II, 267.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/71.]

Açıklama
Muhammed b. Aclân, Zeyd b. Eslem'den rivayet ettiği bu hadisin sonunda, bir önceki hadisin mânâsını ifâde eden lâfızları nakletmiştir. İbn Hibbân'ın Sahîh'inde rivayet ettiğine göre, bu lâfızlar şöyledir:
Yanı "sizlerden biri namaz kıldığında sutreye karşı kılsın ve ona yaklaşsın. Çünkü şeytan sutre ile onun arasından geçer. Önünden geçen kimseye de fırsat vermesin."

699. ...Suleyman (b. Abdilmelik)in hacibi Ebû Ubeyd şöyle demiştir:
Ben Atâ b. Yezîd el-Leysî'yi ayakta namaz kılarken gördüm ve önünden geçmek istedim. O da beni geri çevirdi. (Namazını bitirdikten) sonra da (şöyle) dedi:
Ebû Said el-Hudrî bana Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletti: "Sizden bir kimse (namaz kılarken)kıblesi ile kendi arasına birinin girmesine mâni olabilirse olsun."

Açıklama
Bu hadis-i şerifle ilgili açıklama 697. hadis-i şerifte geçmiştir. Oraya bakılabilir.
700. ...Ebû Said (r.anh)'den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a.v.) (şöyle) buyurmuştur:
"Sizden biriniz kendisine insanlardan sutre olacak bir şeye doğru namaz kılar da başka biri önünden geçmek isterse, ona göğsüne dokunarak engel olsun. Diretirse, onunla dövüşsün. Çünkü o ancak şeytan(dan)dır."
Ebû Dâvûd, Sufyan-ı Sevrî'nin şöyle dediğini söylüyor:
"Ben namaz kılarken önümden böbürlenerek geçen adama mâni olurum. Zayıfa mani olmam.”
[Buhârî, salât 100; bedu'1-halk 11; Muslim, salat 258, 259,-selâm 139; Ebû Dâvûd, salat 114; Nesâî, kasâme 48; Ibn Mace, ikâme 39; Dârimî, salat 125; Muvatta, sefer 33; İstı'zân 33; Ahmed b. Hanbel, III, 39, 49, 57, 63.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/72]

Açıklama
Bu hadisle ilgili açıkljama 697. hadis-i şerifin açıklama kısmında geçtiğinden tekrara lüzum görmüyoruz. Oraya muracaat edilmelidir.

108. Namaz Kılanın Önünden Geçmenin Yasak Oluşu
701. ...Ebû Cuheym (r.anh), Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Namaz kılanın Önünden geçen kimse, ne kadar günah işlediğini bilseydi kırk beklemeyi önünden geçmekten daha hayırlı bulurdu."
Ebu'n-Nadr; "Ravînin kırk gün mü, ay mı, sene mi? dediğini bilemiyorum" dedi.
[Buhârî, salât 101? Muslim, salât 261; Tirmizî, mevâkît 134; Nesâî, kıble 8; Dârimî, sa-lât 130; Muvatta, sefer 34, 35; Ahmed b. Hanbel, IV, 169.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/73]

Açıklama
Zeyd b. Halid el-Cuhenî, namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden geçmenin günâhını öğrenmek üzere Busr b. Saîd'i Ebû Cuheym'e göndermiş, Ebu Cuheym (r.anh)'de bu hadis-i şerifi nakletmiştir.
Buna göre namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçen kimse bu hareketinin vebalini bilmiş olsa uzun müddet beklemeyi tercih edecek yine de namaz kılanın önünden geçmeyecektir.
Ebû Davud'un bu rivayetinde "kırk beklemesi onun için daha hayırlı olurdu" şeklindeki cümle, bazı hadis kitablarında kırk yıl, kırk ay, kırk sabah, kırk saat, gibi farklı ifâdelerle nakledilmiştir.
Bütün bunlardan şu anlaşılıyor ki, bu cümlelerde geçen "kırk" kelimesiyle bizce bilinen kırk sayısı değil de takdiri bizce mümkün olmayacak kadar uzun bir zaman kast edilmektedir. İbn Mâce'nin Ebû Hurayra'den tahric ettiği rivayette ise, Peygamber (s.a.v.) "biriniz namaz kılarken din kardeşinin önünden geçmekte ne derece büyük günah olduğunu bilse, yüz sene yerinde durması onun önünden bir adım atmaktan kendisine daha hayırlı gelirdi" buyurdu denilmiştir.
[ibn Mâce, ikâme 37; el-Muttekî, Kenzu'I-Ummal, VII, 355.]

Taberânî'nin rivayetinde; "Namaz kılanın önünden geçen kimse ne derece günah işlediğini bilmiş olsaydı, uyluğunun kırılmasına razı olur da onun önünden geçmezdi" [el-Muttekî, Kenzu'I-Ummâl, VII, 355.] denilmiştir.
Ka'bu'l-Ahbâr; "namaz kılanın önünden geçen kimsenin yere batması onun önünden geçmesinden daha hayırlıdır" demiştir.
Bütün bunlar namaz kılanın önünden kasten geçmenin pek çirkin ve veballi bir hareket olduğunu göstermektedir. Sutrenin ardından geçmekte ise, herhangi bir sakınca yoktur.

Bazı Hükümler
1. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek çok çirkin bir ıştır, bunu yapan günahkar olur. Nitekim bu mevzu ile ilgili olarak Kâbu'l-Ahbâr'ın ve Taberânî'nin rivayet ettiği tehditkâr hadisler bulunmaktadır.
2. Namaz kılmakta olan kimse namazını ister tek başına, isterse imama uyarak kılıyor olsun, önünden geçmek isteyen kişiye engel olmalıdır. Nitekim bu mevzuda muktedinin durumu ileride tekrar ele alınacaktır.
3. Her ne kadar bu hadis-i şerifteki ve benzerlerindeki tehdid sadece namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçene aitmiş gibi görünüyor ve namaz kılmakta olan kimsenin önünde duran veya oturan veya önünde uyuyan kimseler bu tehdidin dışında kalıyor gibiyse de, aslında bu yasağın gerçek sebebinin namaz kılan kimsenin zihnini bozmak ve huşu'unu ifsad etmek olduğu düşünülürse, bu kimselerin de bu hadis-i şerifteki tehdidin kapsamı içine girecekleri kolayca anlaşılır.
[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/74.]


Farz namazda, İmamın sutresi, cemaatın (arkasındakilerin) da sutresidir.

Abdullah b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bana îbni Şihâb'dan, o Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, o Abdullah b. Abbas'tan naklederek dedi ki: (İbni Abbâs) şöyle dedi:
"Bir dişi eşeğe binmiş olarak geldim. O sırada ergenlik çağına yaklaşmıştım. Allah Rasulu (s.a.v.) Mina'da duvarsız bir hâlde namaz kıldırıyordu. Safın bir bölümünün önünden geçtim ve eşeği serbestçe otlaması için salıverdim. Sonra da safa katıldım. Bu (hareketim) yadırganmadı."

(Buhârî, salât, 463, ezân, 814, hac, 1724, megâzî, 4060; Muslim, saIât, 780, 781; Tirmizî, salât, 309; Nesâî, kıble, 744, 746; Ebû Dâvud, salât,714-715; İbn Mâce, İkâmetu's-salât, 937; İbn Hanbel, musned-i Benî Hâşim, 1793, 1991, 2256, 2667,2749, 2862, 3001, 3136, 3275; Mâlik, nidâ, 332; Dârimî, salât, 1379)




Namaz kılarken ayakkabılar, sol, arka veya iki ayak arasına konur :

ـ4ـ وعن أبى سعيد رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ] بَيْنَمَا رَسولُ اللَّهِ # يُصَلِّى بِأصْحَابِهِ إذْ خَلَعَ نَعْلَيْهِ فَوَضَعَهُمَا عَنْ يَسَارِهِ، فَلَمَّا رَأى ذلِكَ الْقَوْمُ ألْقَوْا نِعَالَهُمْ، فَلَمَّا قَضىَ رسولُ اللَّهِ # صََتَهُ قالَ: مَا حَمَلَكُمْ عَلى إلْقَائِكُمْ نِعَالَكُمْ. قالُوا: رَأيْنَاكَ ألْقَيْتَ نَعْلَيْكَ فَألْقَيْنَا نِعَالَنَا، فقَالَ : إنَّ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السََّمُ أتَانِى فَأخْبَرَنِى أنَّ فِيهِمَا قَذَراً أوْ أذىً، فإذَا جَاءَ أحدكمْ إلى المَسْجِدِ فَلْيَنْظُرْ، فإنْ رَأى في نَعْلَيْهِ قَذَراً، أوْ قالَ أذىً فَليَمْسَحْهُ وَلْيُصَلِّ فِيهِمَا
أخرجه أبو داود

4. (2676)- Ebû Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashâbiyle namaz kılarken âniden nalınlarını çıkarıp sol tarafına koydu. Bunu gören cemaat de derhal nalınlarını attılar.
Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazı tamamlayınca:
"
Nalınlarınızı niye attınız?" diye sordu.
"Seni nalınlarını atarken gördük, biz de kendi nalınlarımızı attık!" cevabını verdiler.
"Cebrâil (aleyhisselâm) bana gelip pislik olduğunu haber verdi (onun için attım). Öyleyse sizler mescide gelirken dikkat edin, nalınlarınızda bir pislik (kazurat) -veya ezâ demişti- görürseniz onu silin; o, ayağınızda olduğu halde namazınızı kılın."
(Ebû Dâvud, Salât, 88 - 89, (650)

İzah:
1- Râvi burada kazr kelimesi ile ezâ kelimesini şekk içinde kullanır. Kazr dilimizde kazurat olarak kullandığımız pislik demektir. Ezâ aslında temiz bile olsa pis addedilen, istikrah duyulan şeydir. Ezâ'nın daha değişik mânâları, daha geniş kullanım sahaları vardır.
2- Hadis ayakkabı ile birlikte namaz kılınabileceğine delildir.
3- Hadis ayrıca ayakkabıda gözle görülen necâsetin silinip atılmasıyla ayakkabıyla namaz kılınabilecek tahâretin hâsıl olduğuna delâlet eder.
4- Hattâbî bu hadisten: "Bir kimse elbisesinde necâset olduğunu fark etmeden namaz kılıp sonra fark edecek olsa, namazı sahihtir, iade gerekmez" hükmünü çıkarır.
5- Rasûlullah'ın sözlerine uymak vâcib olduğu gibi fiillerine uymak da vâcibdir. Zîra Ashâb, O'nun ayakkabısını çıkardığını görünce derhal ayakkabılarını çıkarıp atmışlardır.
6- Bir kimse tek başına namaz kılınca ayakkabısını çıkarırsa sol tarafına koymalıdır. Safta başkalarıyla namaz kılar, sağında solunda adamlar bulunursa ayakkabısını bacaklarının arasına koyar.
7- Amel-i yesir (azıcık amel) namazı bozmaz.



*******************************



NAMAZ SONRASI TESBİHAT


SUNEN-İ NESAİ


78- İMAMIN SELÂM VERMESİNDEN SONRA TEKBİR

1318- İbn Abbas (r.anhuma)’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v)’in namazının bittiğini selâmdan sonra alınan tekbirle bilirdik.”

(Ebû Davud, Salat: 191; Muslim, Mesacid: 23)

79- NAMAZIN BİTİMİNDEN SONRA NAS FELAK VE İHLÂS SÛRELERİNİ OKUMAK

1319- Ukbe b. Amir (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bana her namazdan sonra Nâs, Felâk ve İhlâs sûrelerini okumamı emretti.
(Ebû Davud, Salat: 353; Tirmizî, Fedailul Kur’an: 13)

80- SELÂM VERDİKTEN SONRA YAPILACAK DUA

1320- Ebu Esma er Rahabî (r.anh), Rasûlullah (s.a.v)’in kölesi Sevban’dan naklettiğine göre, Rasûlullah (s.a.v) namazını bitirince; Üç defa “Estağfirullah” der ve Allah’ım! Sen selâmsın, selâmet te Sendendir. Sen ne kutlusun, büyüklük ve ikram sahibi olan Allah’ım” derdi.”

(İbn Mâce, İkametu’s Salat: 32; Muslim, Mesacid: 26)



81- NAMAZ DA SELÂMDAN SONRA, İSTİĞFAR; DAHA SONRA, NE OKUNUR?

1321- Aişe (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) (namazını bitirip) selâm verdiğinde (üç sefer istiğfar ettikten sonra) Allah’ım! Sen selâmsın, selâmette sendendir. Sen ne kutlusun, büyüklük ve ikram sahibi olan Allah’ım derdi.

(İbn Mâce, İkametu’s Salat: 32; Muslim, Mesacid: 26)


90- NAMAZIN BİTİMİNDE TESBİH SAYISI KAÇTIR?

1331- Abdullah b. Amr (r.a)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
İki şey vardır ki onları yapan mutlaka Cennete girer, onlar çok kolay olup yapanı da azdır.”
Sözünü şöyle sürdürdü:
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “
Beş vakit namaz… Sizden biriniz her namazın arkasında on defa: “Subhanallah” on defa “Elhamdulillah” on defa “Allahuekber” derse; günde diliyle bunları yüzelli defa söylemiş olur ki, Allah katındaki karşılığı bin beş yüzdür.”
Peygamber (s.a.v) bunu söylerken parmaklarıyla sayıyordu.

Sizden biriniz yatağına girdiğinde otuz üç defa “Subhanallah” otuz üç defa “Elhamdulillah” otuz dört defa “Allahuekber” derse; gerçekten Allah’ı dili ile yüz defa zikretmiş olur. Fakat bunun Allah katındaki değeri bindir.
Rasûlullah (s.a.v) sözüne şöyle devam etti:
Hangi biriniz günde iki bin beş yüz günah işleyebilir? bunun üzerine: Ashab:
Öyleyse bunları neden yapmayalım dediler.
Bunun üzerine şöyle buyurdu:
Şeytan size namazda iken gelir şunları hatırla, şunları hatırla der siz de bu duayı yapmayı unutursunuz. Yine şeytan geceleyin aynı şekilde gelir ve bu duayı yapmadan sizi uyutur.”
(Tirmizî, Dua: 25; İbn Mâce, İkametu’s Salat: 32, Suneni Nesai, kitabu's sehv 91/ 1332 )


91- NAMAZDAN SONRA DEĞİŞİK BİR TESBİH

1332- Kâb b. Ucre (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Birbiri ardınca yapılması gereken zikirler vardır onları yapanlar sevaptan mahrum kalmazlar. Onlar şunlardır: “Otuz üç defa “SubhanAllah” otuz üç defa, “Elhamdulillah” otuz dört defa, “Allahuekber” demek.”
(Muslim, Mesacid: 26; Tirmizî, Dua: 26)

Sunen-i Nesai C.1 , 13- KİTABU’S SEHV (NAMAZDA YANILMA), Abdullah Parlıyan , Konya Yayıncılık , 518-528


SUNEN-İ İBN MACE

926) Abdullah bin Amr (bin el-As) (r.anh) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
"İki şey vardır ki bunlara devam eden her müslüman adam behemehal Cennet'e girer. Bunlar kolay şeylerdir de bunlarla amel edenler azdır.

(Birincisi şudur ) Müslüman kişi her namazdan sonra on defa teşbih eder, on defa tekbir getirir ve on defa hamd eder."
Abdullah (Radıyallâhu anh) : 'Ben Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i bu zikirlerin sayısını mubârak el (parmakları) ile zabtederken (hesablarken) gördüm,' demiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyruğuna şöyle devam eylemiştir:.
-İşte bunlar dille (söylenmesi) itibariyle yüzelli (cümle) dir. Mizân'da (ise) binbeşyüz cümledir.

(İkincisi de şudur) Müslüman kişi yatağına girdiği zaman yüz defa teşbih, hamd ve tekbir okur. İşte bunlar da dille söylenmesi bakımından yüz (cümle) dir. Lâkin mizân'da bin (cümle) dir. Şu halde hanginiz günde ikibin beşyüz kötülük işler?»
Sahâbîler (Radıyallâhu anhum) : (Ya Rasûlallah!) Müslüman adam nasıl bunlara devam edemesin? dediler. (Bunlara devam edememezliği garibsediler.)
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : «Her hangi biriniz namazda iken şeytan ona gelerek: Falan şeyi ve şu şeyi hatırla, der. Tâ ki kul gafletle namazdan çıkıp gitsin ve her hangi biriniz yatağında (uzanmış) iken şeytan onun yanına varır ve kişi uyuyuncaya kadar şeytan durmadan onu uyutmaya çalışır.
[Sunen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/198-200]

İzahı

Tirmizi ve Nesâi'de bu hadîsi az lâfız farkıyla rivayet etmişlerdir. Nesâi'nin rivayetinde "Beş vekit namazlarından sonra" kaydı mevcuttur.
Anılan üç zikir her farz namazdan sonra onar defa okununca toplam yüz elli eder. Her hasene'nin en az on kat arttırılarak mûmin'in hayır defterine geçirileceği âyet ve hadiste sabit olduğu gibi burada da okunan yüz elli cümlenin binbeşyüz cümle olarak teraziye konacağı bildirilmiştir.
Yatağa girildiği zaman teşbih ve hamd cümlelerinin otuz üçer defa ve tekbir cümlesinin otuz dört defa olması durumu da Nesâî' nin rivayetinde belirtilmiştir. Toplamı yüz cümle olan bu zikir'de on kat arttırılmakla bine ulaşınca günlük zikir toplamı ikiyüz elli eder ve on katı da bilindiği gibi, ikibin beşyüzdür.
Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : "Hanginiz günde ikibin beşyüz kötülük işler?" ifâdesi ile bir müslümanın normal olarak günde bu kadar hatâ işlemediğine ve ikibin beşyüz hasenenin icâbında bu kadar hatâyı giderir durumda olduğuna işaret buyurur.
Sindi: "Eğer kulun hatâları varsa mezkûr hasenelerle gide&srilir. Şayet hatâları yoksa veya az ise artan haneseleri onun derecelerinin yükselmesine vesile olur." demiştir.
Sahâbîler, bunca sevabı bulunup çok kolay olan bu iki şeye devam edilmemesini garibseyince Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şeytanın bu güzel hasletlere devam etmeyi engellemeye çalıştığına işaret buyurmuştur.
Teşbih : 'SubhânAllah' demektir.
Hamd : -El-hamdu lillah' demektir.
Tekbîr : Allah u Ekber' demektir.
[Sunen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/200]


Hadîsin Fıkhı Yönü


1. Farz namazlardan sonra teşbih, hamd ve tekbîrin onar defa okunması meşrudur.
2. Yatağa girerken teşbih ve hamd'i otuzüçer defa ve tekbiri otuz dört defa okumak meşrudur.
3. Her hasene on kat arttırılarak mizana konur.
4. Bir hasene' bir seyyie'yi (kötülüğü) giderir.
5. Yapılan zikir sayısını elle hesaplamak meşrudur.
[Sunen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/200]


Bir Kimse, Namaz Kılarken Nereye Bakmalıdır?

Malikilere göre, bir kimse namaz kılarken karşısına bakar.

Cumhura göre ise, namazda secde ettiği yere bakmak sünnettir.

Kadı Şureyh, «bir kimse, namaz kılarken, ayakta secde yerine, rukû da ayaklarının bulunduğu yere, secde de burnunun geldiği yere, oturduğu zaman da namazı kıldığı yere veya seccadeye bakmalıdır.» der.

Kurtubî ise, «Kıble âyeti, Maliki'nin görüşünü açıkça te'yid eder. Zira «Namazdan, yüzünü artık Mescidi Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir.» buyruğu, namaz kılan kimsenin secde yerine değil, karşısına bakmayı «emretmektedir.» diyor.

İbn-i Arabî de: «Namaz kılan kimse, mutlaka önüne bakmalıdır. Çünkü başını eğerse farz olan kıyamı eksik yapmış olur. Yani, kıyamın ayakta olması nasıl farz ise, başında dik durması öylece farzdır. İnsan, uzuvlarının en şereflisi olan başını eğerek secde yerine baktığında, onun için horluk ve meşakkat vardır. Halbuki dinde hiçbir zorlama yoktur ve Allah (cc) de, Rasul (s.a.v.)'de emretmemiştir.» (Kurtubi Tefsiri. C. 2, S. 147 Ibn-i Arabî - Ahkamu'l Kur'an - C. 1, S. 43 Cossâs - Ahkamu'l Kuran - C. 1, S. 105) demektedir.

Cumhur'un görüşü sahihtir. Zira namaz kılan kimse, namazda kken secde yerine bakarsa, Ka'beye yönelmesine hiçbir zararı olmaz. Onların, "secde yerine bakmak sünnettir" demelerinin hikmeti, namazda başka bir şeyle meşgul olunmaması ve kalbe huşu'nun yerleşmesine vesile olması içindir. Allah (cc), daha iyisini bilir. Konuyla ilgili diğer bilgiler, fıkıh kitaplarından öğrenilebilir.
(Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/103-104.)

------------


30- İmamın "Âmin" Sözünü Açıktan Söylemesi Babı

Ve Atâ ibn Ebî Rebâh:
Amîn, bir duadır. İbnu'z-Zubeyr ile ardında namaz kılanlar öyle âmîn derlerdi ki, mescid seslerinden çınlardı, demiştir
( Atâ'nın bu sözünü Abdurrazzâk mevsûlen rivayet etmiştir.
Şârih Aynî, Beyhakî'den: Atâ: Ben öyle zamanlar bilirim ki, Peygamber'in sahâbîlerinden iki yüz zât, bu mescidde ne zaman imâm ', gayril-mağdûbi aleyhim vele'd-dâllin" dese, ortalığı çın çın çınlatırlardı, demiştir. )


Ebû Hurayra (r.anh) de muezzinliğini yaptığı imâma: Bana "Âmîn"i kaçırtma, diye nida ederdi . (Ebû Hurayra (r.anh)'ın bu sözünü de Abdurrazzâk rivayet etmiştir. Ebû Hurayra (r.anh)in imamları Alâ ibn Hadramî ile Medîne Vâlîsi Mervân ibnu'l-Hakem idiler. Ebû Hurayra (r.anh), namazı ikaame, saffları düzeltme ile meşgul iken, acele namaza başlayıp yâhud:Acele okuyup ben namaza durmadan âmîn diyecek yere kadar okuma, demek istemiştir)
Nâfi' de: ibn Umer "Amîn" demeyi hiç terketmezdi; herkesi de "Amîn" deyiniz diye teşvîk edip rağbetlendirirdi. "Âmîn" demek hakkında ben ondan hayırlı haber işîtmisimdir, demiştir. (Nâfi'nin bu sözünü de Abdurrazzâk, İbn Cureyc'den mevsûlen rivayet etmiştir)

49-....... Bize Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l-Museyyeb'den ve Abdurrahmân oğlu Ebû Seleme'den haber verdi, Bu ikisi de Ebû Hureyre'den haber vermişlerdir. (Ebû Hureyre şöyle demiştir.
Peygamber (s.a.v.): "İmâm Âmîn dediği zaman, siz de Âmîn deyiniz. Zîrâ her kimin Âmîn demesi meleklerin Âmîn demesine denk olursa, geçmiş günâhları mağfiret edilir" buyurdu.
Râvî İbn Şihâb ez-Zuhrî: Rasûlullah da Âmîn der idi, dedi. (Cehri namazlarda imâm ile cemâate "Amîn"in açıktan söylenmesi, bu hadîse tutunan bâzı imamlara göre sünnettir. İmamlardan bir cemâat ise, gizli söylenmesine tarafdâr olmuşlardır)


31- "Âmin" Demenin Fazileti Babı
50-.......Ebû Hureyre -R- şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizlerden biri Âmîn dese, melekler de gökte Âmîn deseler de her ikisi birbirine uygun düşerse, o kimsenin geçmiş günâhları mağfiret edilir".
(Lâfız burada mutlaktır. Bu ıtlâka göre, ister namaz içinde, ister dışında; namazda da ister imâm, ister me'mûm olsun; biri Fatiha okur da "Âmîn" derse bu fazilete mazhar olur. Amîn, böyle olsun yâhud kabul et, yâhud da ümidimizi boşa çıkarma manâsına İbranî veya Süryânî bir lâfızdır ki, herhangi duadan sonra, o duanın mazmununu icmâlen ve te'kîden tekrar taleb etmeyi ifâde eder. Bu, duâ edene göredir. Duayı dinleyen kimsenin "Âmîn'' demesi ise, talebe iştirak ma'nâsınadır)

32- Me'mumun "Âmin" Sözünü Açıktan Söylemesi Babı
51- Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Ebû Bekr'in himayesinde bulunan Sumeyy'den; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hurayra'den tahdîs etti. Ebû Hurayra (r.anh) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İmâm Gayril-mağdûbi aleyhim vele'd-dâllîn dediği zaman, sizler Âmîn deyiniz. Çünkü her kimin Âmîn demesi, meleklerin Âmîn demesine uyarsa, onun geçmiş günâhı mağfiret edilir" (Cumhura göre imâm "Âmîn" der demez, cemâat de "Âmîn" demek lâzım gelir. Bu babın hadîsi de bunun sünnet olduğunu sarahaten gösterir.
Amîn demekte, me'mûmun meleklere muvafakati kavlen ve zamanen muvafakattir. Hadîsin lâfzından bu da sarahaten anlaşılmaktadır)

Muhammed ibn Amr, bu hadîsi Ebû Seleme'den; o da Ebû Hurayra'den; o da Peygamber'den.. senediyle rivayet etmekte Sumeyy'e mutâbaat etmiştir. Keza Nuaym el-Mucmir de yine Ebû Hurayra'dan olmak üzere Sumeyy'e mutâbaat etmiştir.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
SEHİV SECDESİ NE ZAMAN YAPILIR?



Yesevi;103664' Alıntı:
Ben namazlarda bazen şaşırıyorum. Daha doğrusu sadece Fatiha okunacakken peşine bir sure daha okuyorum sonra hemen aklıma geliyor ancak bitirmeden rukuya gitmiyorum. Dikkatli olmaya çalışsamda bazen oluyor ne yapmam lazım rukuya m gideyim yoksa bitireyim mi?

Yukarıda söylediğim namazımı bozar mı?

3-4 rekatlı namazlarda görülür bu dediğiniz.
3 veya 4. rekatta kıyamda fatiha okurken fatihayı bitirir bitirmez rukuya varmak farzdır.
Siz , fatihadan sonra hata ile bir zamm-ı sure daha eklediğinizi söylüyorusunuz ki bu da farz-ı geciktirmektir yani tehirdir. Aklınza geldiği anda sure tamamlanmaya gidilmez bırakılır tekbir ile rukuya varılmalıdır.
Böyle bir durumda sehiv secdesi gerekmektedir.
Sehiv secdesi farzın tehiri , vacibin terki veya tehiri ile gündeme gelir.

Namazlardaki rükunların hükümlerini öğrenirseniz diğer meselelerde ne yapacağınızı da öğrenmiş olursunuz.





Peygamber'in: "Ben de sizin gibi bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Unuttuğum zaman bana hatırlatınız."
(Buhârî, "Salât", 31; Muslim, "Mesâcid", 90, 92, 93, 94; Ebû Dâvûd, "Salât", 189, 190; Nesâî, "Sehv", 25, 26; İbn Mâce, "İkâme", 129, 133; İbn Hanbel, I, 379, 420, 424, 438, 448, 455)
buyurduğu sabittir.



Allah Rasûlu, bir çok kez yanılmıştır. Yanıldığında kimi zaman selam vermeden önce, kimi zaman da selamdan sonra iki secde yapmıştır.

Buhârî ve Muslim'de Abdullah b. Buhayne'den şöyle rivâyet edilmiştir:

Rasûlullah, öğle namazında iki rekatı kıldıktan sonra arada oturmadan kalktı. Namazını bitirince iki secde yaptı, sonra selam verdi.
(Buhârî, "Sehv", 1; Muslim, "Mesâcid", 86.)


Muttefekun aleyh olan bir başka hadiste, son oturuşta iken selam vermeden önce iki secde yaptığı, her secdede tekbir aldığı rivâyet edilmektedir. ( Buhari , Sehv 5)

İmam Ahmed'in naklettiğine göre Rasûl-u Ekrem, bir gün namaz kıldı, selam verip ayrıldı. Oysa namazın bir rekatı kalmıştı.
Talha b. Ubeydullah derhal ona yetişti. Geri dönüp mescide girdi ve Bilal'e emredip namaz için kâmet getirtip. Cemaâte namaz kıldırdı. (İbn Hanbel, I, 99)

Bir keresinde öğle namazını beş rekat kıldırdı. Bunun üzerine sebebi soruldu. O da selam verdikten sonra iki secde yaptı. Bu hadis muttefekun aleyhtir. (Buhârî, "Sehv", 2.)


Allah Rasûlu, ikindi namazını üç rekat kıldırdı, sonra evine girdi. Cemaat durumu ona hatırlattı. Bunun üzerine dışarı çıktı. Onlara bir rekat kıldırdı sonra selam verdi. Selamdan sonra iki secde yaptı, sonra selam verdi.



SEHİV SECDESİNİN YAPILIŞ ŞEKLİ


Hanefîlere göre, sehiv secdesinin yeri selâmdan sonradır.

Şâfiîlere göre ise durum aksinedir yani selamdan öncedir.

Malikîlere göre, bazan selâmdan önce, bazan selâmdan sonra olur.

Hanbelîlere göre, namaz kılan kişi serbesttir. Sehiv secdesini dilerse selâmdan önce yapar, dilerse selâmdan sonra yapar.


Hanefîlere Göre:

İster namaza bir şey ilâve etmekten olsun, ister bir şeyi eksik yapmaktan ötürü olsun sünnet olan, sehiv secdesinin selâmdan sonra yapılmasıdır. Fakat, bir kimse selâmdan önce sehiv secdesi yaparsa bu da yeterlidir, iadesi gerekmez.

Sehiv secdesinin yapılma şekli ise şöyledir:


Sadece sağına selâm verdikten sonra kişi iki kere secde eder, sonra teşehhudde bulunur (ki bu vacibdir), sonra sehiv oturuşunda Peygamber (a.s.)'e salâvat getirir ve sahih olan görüşe göre, duada bulunur. Çünkü duanın yeri namazın sonudur.
Sehiv secdesinin yerinin selâmdan sonra olduğu konusunda Hanefîlerin dayandıkları delil daha önce geçen Muğîre hadisidir:
"Muğîre namazını tamamlayınca selâm verdi ve sonra iki defa secde etti, sonra yine selâm verdi. Nitekim Rasulullah (a.s.) da böyle yapmıştır."

(Bu hadisi Ahmed ve Tirmizî rivayet etmiş olup, Tirmizî sahih demiştir)
Daha önce geçen îbni Mes'ud hadisi de Hanefî'lerin dayandıkları deliller arasındadır. Hadis şöyledir:
"Peygamber (a.s.) öğle namazını beş rekât olarak kıldırdı.
Kendisine: "Namaza ilâve mi yapıldı ? " diye sorulunca:

"Nedir o? "diye sordu.
Cemaat dedi ki: "Beş rekât kıldırdın."
Bunun üzerine selâm verdikten sonra iki secde ederek namazı tamamladı."
(Bu hadisi Ahmed ve Kutub-i sitte sahipleri rivayet etmiştir. a.g.e., 121)


Sehiv secdesinin yapılış şekli konusunda dayandıkları delil İmran b. Husayn hadisidir:
"Peygamber (a.s.) kendilerine namaz kıldırdı ve namazda sehvedince iki defa secde etti, sonra teşehhudde bulunarak selâm verdi."

(Ebu Dâvud ve Tirmizî. a.g.e.a.y)
İkinci delilleri daha önce geçen Sevban hadisidir, hadis şudur:
"Namazda her yanılma için selamdan sonra iki secde etmek gerekir."

(Bu hadisi Ebu Dâvud (1028) ve İbni Mâce tahriç etmişlerdir. Nasbu'r-Râye, II, 167)

Hanefilerin Sehiv Secdesinin Delilinin Tenkidi :
Namaz içerisindeki her yanılmadan ve unutmadan dolayı selam vermeden önce iki defa secde edilir, sonra tahiyyat yada başka dua okumadan selam ile namaz bitirilir . İmamın yanılmasında, cemaat subhanallah diyerek uyarabilir. İmam hatasını hemen telafi edemezse namazın sonunda sehv secdesi yapmakla telafi eder ve hatasını anladığını da subhanallah diyerek cemaate mukabele eder. (Ebu Davud (1037)

Teşehhudu (tahiyyat için oturmayı ve okumayı) unutan kimse dahi, bu yüzden sehv secdesi yaptığında, tahiyyat okumadan selam verir. Buhârî (ter. 817-818) Ebu Davud (1034)

Sehv secdesinden sonra tahiyyat okunur diyenlerin delil kabul ettiği şu hadis zayıftır.
"İmran b. Husayn (r. anh)’dan; Rasulullah (s.a.v.) onlara namaz kıldırdı ve sehvetti (yanıldı). Bunun üzerine iki defa secde yaptı, sonra oturub tahiyyatı okudu, sonra selam verdi."
(Ebu Dâvud (1039) Tirmizi (Salat 173)

Tirmizi bu hadis için hasen-garibdir dedi. Mezkur hadis “şaz”dır.
Şâz olmak demek : Sika (güvenilir) bir ravinin kendisinden daha sika ravilere muhalefet ederek rivayet ettiği ve bunda da tek başına kaldığı (o muhalif hadisi bir başkasının da rivayet etmediği) hadis demektir. Bu durum hadisin sahih kabul edilmesine manidir. Çünkü bir hadisin sahih kabul edilebilmesi, şaz olmamasıyla da ölçülür. Dolayısıyla bu hadis zayıftır, zayıf hadisle amel etmek ise caiz değildir. Çünkü Rasulullah’ın (s.a.v.) söylediği yada yaptığı kesin belli olmayan şeyleri din kabul etmek, elbette ki dini bozmak olacaktır. Ayrıca sehv secdesinden sonra tahiyyat okunacağını bildiren ilgili hadisin de zayıf olduğunu muellif Ebu Davud zikretmiştir . (Ebu Davud (1028)

Rasulullah’ın (s.a.v.) yaptığı sehv secdelerini tafsili olarak anlatan hadisler çoktur. Namazın her ruknünde yanılmalar olabilir, özetle diyebiliriz ki; namazda eksik rekat kılındığı, namaz bittikten sonra anlaşılırsa, bir iş veya konuşmadan sonra bile (Ebu Davud, 1018) bu farz namaz ise yine kamet getirilir.
Eksik olan rekat veya rek’atlar kılınır, sonra selam verilir, iki defa sehv secdesi yapılır ve sonra tahiyyat okunmadan selam verilir.
(Buhârî (ter. 817-818) Ebu Davud (1027)

Namazda iken kaç rekat kıldığını şaşıran kimse, az olan rekatı tercih eder. İki mi kıldım üç mü derse iki kıldığını varsayar ve namazı ona göre tamamlar ve selam vermeden önce sehv secdesi yapar sonra selam verir. (Ebu Davud (1024) Beş rekat kılarsa da yine iki defa sehv secdesi yapması yeterlidir. (Ebu Davud (1019-1022)
Her hangi bir yanılmadan (tekbir, kıraat, ruku, secde, tahiyyat vb. den biri unutulsa) namaz içerisinde hatırlandığında, tahiyyat ve diğer dualar bitirilince selam vermeden önce iki kere secde edilir ve sonra selam verilir. Namazda esneme, öksürme, kaşınma vs. gibi durumlardan dolayı sehv secdesi gerekmez. Farz namazlardaki yanılma ve vehmetme dolayısıyla, sehv secdesi gereken bütün durumlarda, sünnet namazlarda da sehv secdesi gerekir.



Malikîlere Göre:

Malikîlere göre, sehiv secdesinin sünnet olan yeri, eğer sebebi noksanlık yahut hem noksanlık, hem de fazlalık ise selâm vermeden önceki zamandır.
Eğer sebebi sadece fazlalık ise o takdirde yapılma yeri selâmdan sonraki zamandır. Selâmdan sonraki secdeye niyet etmek ise vâcibdir. Secdeye varıp kalkarken de tekbir getirmek gerekir. İki secde arasında oturulup teşehhud yapmak da sunnettir.
Hanefilerin aksine, salli-bârik salavatları ile dua okunmaz. Sonra selâm verilir. Selâm vermek vacibdir.
Dolayısıyla sehiv secdesinin vacibleri beştir:
Niyet etmek, birinci secdeyi yapmak, ikinci secdeyi yapmak, iki secde arasında oturmak, selâm vermek. Ancak selâm vermek sadece vacib olup şart değildir. Tekbir ve ondan sonra teşehhud ise sünnettir.
Sehiv secdesini selamdan önce yapması gereken kişi, bunu bile bile tehir ederse, yukarda zikredilenlere binâen namaz mekruh olur, fakat bozulmaz. Sonradan yapması gereken secdeyi önce yaparsa, Malikî mezhebine göre bu yeterlidir, fakat bile bile bunu yapmak tahrimen mekruhtur. Ancak namaz sahihtir. Eğer tehir yahud takdimi bilerek yapmazsa ne mekruh ne de haram olur.



Şâfiîlere Göre:


İmam Şafiî'nin mezheb-i cedidine göre, sehiv secdesinin yapılacağı yer, teşehhud ile selâm arasıdır.
Bir kişi kasten selâm verirse en sahih görüşe göre sehiv secdesi kaçırılmış olur. Eğer yanılarak selâm verir de aradan uzun zaman geçerse yine sehiv secdesi kaçırılmış olur. Eğer aradaki fasıla uzun değilse sehiv secdesi kaçırılmış olmaz, bunun için secde edilir. Bu şekilde namaz kılan kişi eğer secde ederse en sahih görüşe göre namaza geri dönmüş olur.
Cumua namazını kıldıran imam yanılırsa ve bunun için hep beraber secde edilirse, sonradan secde etme zamanım kaçırdıkları ortaya çıkarsa, öğle namazını tamamlarlar ve secde ederler. Bir kimse yanıldığını zannederek secde eder de sonradan yanılmadığı ortaya çıkarsa en sahih görüşe göre sehiv secdesi yapması gerekir.

Sehiv Secdesinin Şekli:
Vacib ve mendubları bakımından namazın secdeleri gibi iki secdedir. Meselâ, alnını yere koymak, tadil-i erkân, kendini salıvermemek, baş aşağı dönmek (vücudunun aşağı kısmını yükselterek secdeye varmak), iki secde arasında ayaklarını yere sermek, iki secdeden sonra tevernık oturuşu gibi hususlarda aynen diğer secdeler gibidir.
Sehiv secdesi için niyet kalpten yapılmalıdır. Eğer dil ile söylenirse namaz batıl olur.
Bazı Şafiîlerden nakledildiğine göre, iki secdede "Subhâne men lâ yenâmu velâ Yeshû" teşbihi söylenir.
Bazıları da şöyle demişlerdir: Zahir olan görüşe göre secdede okunacak teşbih, aynen namaz secdesinde okunan teşbih gibidir.
Sehiv secdesinin yerinin selâmdan önceki zaman olduğu hususundaki delilleri Muslim ile Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği yukarıda geçen Ebu Saîd el-Hudrî (r.anh) hadisidir.
"Sonra selâmdan önce iki defa secde eder."

Nesei'de bulunan daha önce zikredilmiş İbni Buhayne hadisi de Şafıî'lerin dayandıkları delillerdendir:
"Peygamber (a.s.) namazını tamamlayınca iki defa secde etti ve selâm verdi."

Sehiv secdesinin yapılma şekli hakkındaki delilleri ise Zulyedeyn hadisesi ile diğer bazı hadislerde geçtiği üzere Peygamber (a.s.)'in sadece iki secde ile yetinmesidir.

Hanbelîlere Göre: (Keşşâfu'l-Kınâ' 1, 479-481; el-Muğnî, II, 34)
Hanbelîlere göre, selâmdan önce de selâmdan sonra da sehiv secdesini yapmanın caiz olduğu hususunda her hangi bir ihtilâf söz konusu değildir.
Onlara göre ihtilâf, "hangisinin efdal ve evlâ olduğu hususundadır.
En faziletlisi sehiv secdesinin selâm veimeden önce yapılmasıdır. Çünkü sehiv secdesi namazın tamamlanması için yapılmaktadır. Dolayısıyla kendi secdelerinden biri gibidir.
Ancak iki durum bu hükümden mustesnadır:
1- Bir veya bir rekâttan fazla eksik kılınmış ve namazı tamamlanmadan selâm verilmişse o takdirde selâmdan sonra da sehiv secdesi yapılabilir.
Bunun dayandığı delil, İmran b. Husayn hadisi ile Zulyedeyn hadisesini anlatan Ebu Hurayra hadisidir. (Neylu'l-Evtâr, III, 107 -113)
İmran b. Husayn hadisinde şöyle denilmektedir:
"Peygamber (a.s.) bir rekât daha namaz kıldı sonra selam verdi, sonra iki defa secde etti ve tekrar selâm verdi (namazı bitirdi.)"
2- İmam olan kişi namazının her hangi bir işinde şüphelenirse sonra da kanaatine göre hareket ederse, bu konudaki nastan ötürü selâmdan sonra sehiv secdesi yapar. Bunu böyle yapmak mendubtur.
Dayandığı delil; Ali ve îbni Mes'ud'dan (r.anhuma) merfu olarak rivayet edilen şu hadistir:
"Sizden biri namazında şubhelenirse- doğrusunu araştırsın ve namazını ona göre tamamlasın, sonra iki defa secde etsin."
(Buhari, Muslim)
Buhari'de ise "Selâmdan sonra" ifadesi yer almaktadır.

Hanbelîlere göre sehiv secdesini yapmanın şekli:
İster selâmdan önce yapılsın, ister selâmdan sonra yapılsın, secdeye varmak ve secdeden kalkmak için tekbir getirmek, sonra da namazın secdeleri gibi iki secde yapmak gerekir. Eğer sehiv secdesi sonraya bırakılmışsa selâm vermeden önce namaz teşehhudu gibi teşehhudde bulunmak, sonra selâm vermek lazımdır. Eğer önce yapılacak bir sehiv secdesi ise o takdirde bunun için ayrıca teşehhude gerek yoktur, secdenin peşinden selâm verir ve namazdan çıkar.
Sehiv secdesinde, namazın asıl secdesindeki teşbih okunur. Çünkü bu secde namaz içinde meşru olan bir secdedir, dolayısıyla namazın asıl secdesine benzemektedir.
Bir kimse bile bile vacib olan sehiv secdesini terkederse, selâmdan önce yapılması gereken bir şeyi terkettiği için namazı batıl olur. Çünkü bu, diğer vacibler gibi olan bir vacibi kasten terketmektir. Selâmdan sonra yapılması gereken sehiv secdesini terketmekle namaz batıl olmaz. Çünkü bu durumda sehiv secdesi, ibadetin dışında olup ibadetteki eksikliği tamamlamak içindir. İbadetin haricindeki bir şeyi yapmamaktan ötürü namaz bozulmaz. Bu durum hacdaki noksanlıkları tamamlamak için verilmesi gereken kefaretlere benzer.
Bir kimse sehiv secdesini unutsa ve aradan uzun bir zaman geçse, namaz batıl olmaz. Çünkü sehiv secdesi selâmdan sonra namazı tamamlayan bir unsurdur. Hacc'daki noksanlıkları tamamlayan işlerde olduğu gibi, bunu yapmamaktan ötürü namaz batıl olmaz. Yukarıdaki meselede eğer fasıla uzun ise secde etmek gerekmez, eğer fasıla kısa ise secde eder.
Vehbe Zuhayli ; İslam Fıkhı Ansiklopedisi, cilt 2, S. 231 -234


*****

KUSUF VE HUSUF NAMAZLARI

Kusuf Ve Husufun Manaları:

Kusuf ve husuf ikisi de aynı şeydir. Her ikisi için iki kusuf, iki husuf da denilmektedir. Fakihlerin tabirlerinde meşhur olan ise, kusufun güneş tutulmasına husufun ay tutulmasına tahsis edilmesidir.

Kusuf: Güneşin ışığının tamamen yahut kısmen gündüz vaktinde kaybolmasıdır. Bunun sebebi, ayın güneş ile dünya arasına girerek güneş ışığına engel olmasıdır.

Husuf: Ayın ışığının tamamen yahut kısmen kaybolmasıdır. Bunun da sebebi, dünyanın ay ile güneş arasına girmesinden meydana gelen gölgedir. Güneş tutulması ekseriya ay sonunda güneş ve ay'ın kavuşması sırasında meydana gelir. Ay tutulması da ayın ortalarında güneş ve ayın karşılaşmaları neticesinde meydana gelir. Bunun gibi ayın tutulması da ancak ışık saçan iki cisim (güneş ile ayın) ayın on dördünde karşılaştıkları zaman ortaya çıkar.

Kusuf-Husuf ve Benzeri Namazların Meşruluğu:

Kusuf ve husuf namazları (Maliki ve Hanefilere göre kusuf namazı sunnet-i muekkede, husuf namazı ise mendubtur.) Fakihlerin ittifakı ile kuvvetle sabit olan sünnettir. (el-Bedâyi,1,280; ed-Durru'l-Muhtâr, I, 788; eşŞerhu's-Sağir, I, 532, 536; el-Kavâninu'l-Fıkhiyye, 88; Muğni'l-Muhtâc, 1.316; el-Muhezzeb, 1,122; el-Mugni, II, 426 ved; Keşşâfu'l-Kına, II, 6 ved.)
Dayandığı delil Allah tealâ'nın: "Allah'ın varlığını gösteren ayetlerden biri, gece ile gündüz, ay ile güneştir. Ne güneşe, ne de aya secde etmeyin. Bunların hepsini yaratan Allah'a secde edin." (Fussilet, 37) ayetidir. Bu ayetteki secdeden maksat, ay ile güneş tutulunca namaz kılınmasıdır. Bunun gibi Peygamber (a.s.) oğlu İbrahim öldüğü gün şöyle buyurmuştu:
"Ay ile güneş Allah'ı gösteren ayetlerdendir. Hiç bir kimsenin ne ölümünden ne de hayatından ötürü tutulmazlar. Böyle bir durumu gördüğümüz zaman ay veya güneş açılıncaya kadar namaz kılın, dua edin." (Bu hadis üzerinde Buharî, Muslim ve Ahmed ittifak etmişlerdir. Neylu'l-Evtâr, III, 326. Bu hadisi Buharî ile Muslim yine Aişe ve Muğîre hadisi olarak, Ibni Ömer ve Ebu Mes'ud el-Ensarî hadisi olarak tahric etmişlerdir. Muslim ise bu hadisi Câbir b. Abdullah'tan, Hâkim Numan b. Beşir'den tahric etmiştir. Nasbu'r-Râye, II, 231)

Kusuf ve husuf namazları seferde de hazarda da erkek ve kadınlar için meşrudur. Yani beş vakit farz namazla sorumlu bulunan herkes için meşrudur. Çünkü, Peygamber (a.s.) bu namazı güneş tutulmasından ötürü kıldırmişnr. Nitekim bu konuyu Buharî ile Muslim de rivayet etmişlerdir. Ay tutulmasından ötürü de Peygamber (a.s.) namaz kildırmışür. Bunu îbni Hıbban es-Sıkât adlı kitabında rivayet etmiştir. Cuma ve bayram namazlarında olduğu gibi, husuf ile kusuf namazlarına çocuklarla yaşlı kadınlar da katılabilirler. Cuma namazı kendilerine farz olan herkese ittifakla bu namazları kılmaları emredilir.
Kusuf ve husuf namazlarının farz olmamasının sebebi, daha önce Buharî ve Muslim'de rivayet edilmiş bulunan hadiste bedevînin, Peygambere hitaben: "Beş vakit namazdan başka bir farz var mıdır?" sorusuna karşılık Peygamber (a.s.)'in: "Hayır, ancak nafile olarak kılarsan bu mustesna." şeklindeki ifadesidir.
Kusuf ve husuf namazları ezan ve kametsiz olarak meşru kılınmıştır. Bu namazlar için "Es-salâtu camiatun" şeklinde seslenilmesi mendubtur. Çünkü: "Peygamber (a.s.): "Essalâtu camiatun" şeklinde seslenecek birini göndermiştir."
(Buharî ile Muslim ittifakla Abdullah b. Amr'dan rivayet etmişlerdir. Neylu'l-Evtâr, III, 325)

Kusuf ve husuf namazları cemaatle de yalnız başına da, gizli okunarak da açıktan okunarak da; hutbeli de hutbesiz de kılınabilir. Bu konuda mezhebler arasındaki farklı görüşlerin açıklaması aşağıdadır. Fakat, bu namazları cuma ve cemaatle namaz kılınan mescidderde kılmak daha faziletlidir. Çünkü " Peygamber (a.s.) bu namazları mescidde kıldırmıştır."
(Buharî ile Muslimin ittifakla rivayet ettiği Aişe hadisi ve diğerleri)

Yağmur duası namazında olduğu gibi kusuf ve husuf namazları için devlet başkanının izin vermesine ihtiyaç yoktur. Çünkü bu namazların her biri nafiledir. Nafile namazlarda ise devlet başkanının izin vermesi şart değildir.
Kusuf ve husuf namazları için yıkanmak da sünnettir. (el-Muhezzeb, 1,122; Keşşâfu'l-Kınâ', 1,172, D, 68; Muğni'l-Muhtac I, 319.)
Nitekim sunnet olan yıkanmalar bahsinde bununla ilgili açıklamalar geçmiştir. Çünkü bu namazlar, topluca kılınması ve hutbe okunması Şafıîlcrce meşru olan bir namazdır. Malikilere göre vaaz verilmesi mendubtur. Cuma ve bayram namazlarında olduğu gibi bu namazlar için yıkanmak da sunnettir.

Korkulu Anlarda Namaz:

Malikîlere göre (el-Kavânînu'l-Fıkhiyye, 88) zelzele, ibretli olaylar ve korkulu zamanlarda kişilere namaz kılmaları emredilmez. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) güneş ve ay tutulmaları dışında kendi zamanında meydana gelmiş olan bu çeşit hadiselerden ötürü bir namaz kılmamıştır. Peygamberden sonra onun halifeleri de böyle zamanlarda namaz kılmamışlardır.

Cumhura göre, (Meraki'l-Felâh, 92; el-Bedâyi, 1,282; el-Hadramiyye, 88; el-Mecmû', V, 58 vd; et-Muhezzeb, 123; el-Muğni, II, 429; Keşşâfu'l-Kınâ'; II, 73) deprem olunca cemaatle değil tek başına namaz kılmabilir. Çünkü İbni Abbas böyle yapmıştır. (Saîd b. Mansur ve Beyhaki)
Hanbeli'lere göre, şimşek çakması, şiddetli rüzgâr, gündüzün karanlık basması, gece ışıması gibi değişik durumlarda her hangi bir namaz kılınmaz. Çünkü bu gibi durumlarda Peygamber (a.s.) ve ashabı tarafından böyle bir namaz kılınmamış, kılındığı da naklcdilmemiştir. Oysa onlar zamanında ay ikiye bölünmüş, şiddetli rüzgârlar esmiş, gök gürültüleri vuku bulmuştur.
Hanefiler ve Şafiîler şunu da ilâve etmişlerdir:
Diğer namazların kılmışı gibi böyle durumlarda insanların kendi başlarına ikişer rekât namaz kılmaları mendubdur. Zelzele, şimşek çakması, gündüzün çöken karanlık, gece yahut gündüz esen şiddetli rüzgâr, yıldız kayması, gece vakti ışık yayılmasından korkma, devamlı yağan yağmur ve kar, salgın hastalıklar, düşmandan korkmak ve benzeri korkulu zamanlarda, husuf namazı şeklinde değil, diğer namazlar gibi iki rekât namaz kılmak mendubdur. Çünkü bunlar kullan korkutan Allah'ın ayetleri niteliğindedir. Hedefi, kulların kötülükleri bırakmaları, kurtuluşlarına sebeb olan Allah'ın taatına dönmeleridir. Bu görüş küsuf namazına kıyas edilerek ileri sürülmüştür. (Hanefiler bu konuda garib bir hadis zikretmişlerdir: "Bu korkulu durumlardan bir şey gördüğünüz zaman dua ederek Allah'a iltica edin. "yahut" Allahı zikredin ondan mağfiret dileyin." Nasbu'r-Râye, II, 234-235)

Kusuf namazı, çöken karanlığın kaybolması için Allah'a sığınmaktan ibaret bir namazdır. Mu'min kulun durumu budur. Başına her ne zaman böyle hoşa gitmeyen bir şey gelir, şiddetli bir sıkıntı ile karşılaşır, kendisini tehlike kaplarsa Allah'a sığınır. Bu sebeble zelzele, şiddetli rüzgâr, şiddetli şimşek çakması, güneş ve ay tutulması gibi durumlarda kişinin gafil olmaması için dua ile Allah'a yalvarması sünnettir. Çünkü Peygamber (a.s.) şiddetli rüzgâr esince şöyle dua ederdi:
"Allahım! Senden rüzgârın hayırlısını, rüzgârda bulunanların en hayırlısını, rüzgârla gönderdiklerinin hayırlısını isterim; bu rüzgârın kötülüğünden, bu rüzgârda bulunanların kötülüklerinden ve bu rüzgâr sebebiyle gönderdiğin şeylerin kötülüğünden sana sığınırım."

Fakihler kusuf namazının kılınma şekli ile ilgili olarak altı meselede farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Bu görüşler aşağıda zikredilmiştir:

Kusuf Namazının Kılınış Şekli:

Kusuf namazının nasıl kılındığı konusunda fakihlerin iki görüşü vardır:

Hanefilere Göre: (el-Bedâyi , I, 280; Fethu'l-Kadîr, 1,432 vd.; Meraki'l-Felâh, 92; ed-Durru'l-Muhtâr, 1,788 vd, el Kiîab vel-Lubâb, 1,120 vd)
Hanefilere göre kusuf namazı iki rekât olup bayram, cuma ve nafile namazlarda olduğu gibi kılınır. Bu namazda hutbe, ezan, ve kamet yoktur. Yine bu namazda herbir rekâtta rukûnun tekrarlanması söz konusu değildir. Sadece bir tek rukû ile iki secdesi vardır.

Çünkü Ebu Dâvud Sunen'inde şu rivayeti nakletmektedir: " Peygamber (a.s.) iki rekât namaz kıldı ve her iki rekâtta da kıyam uzattı, güneş kurtulduğunda namazdan ayrıldı.
Bunun üzerine Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu: "Bu olaylar Allah'ın büyüklüğünü gösteren delillerdir. Allah îealâ bunlarla kullarını korkutmak istiyor. Bunları gördüğünüz zaman, en son kıldığınız farz namaz gibi bir namaz kılın."
(Bu hadisi Ebu Dâvud, Neseî ve Hakim Kabîsa b. Muharik el-Hilâlî'den rivayet etmişlerdir. Nasbu'r-Râye, II, 230. Burada başka iki hadis daha vardır ki, biri Buhari'de Ebu Bekre'den, diğeri Muslim'de Abdurrahman b. Semure'den rivayet edilmişlerdir. Bu iki hadisin zahiri manaları, iki rekâtın da teker rukûlu olduğudur. Nasbu'r-Râye,'II, 229; Neylu'l-Evtâr, III, 331. Bunlann benzeri hadisler lbni Ömer ile Numan b. Beşirden de rivayet edilmiştir.)

Kemaleddin İbni Humam bu konuda şöyle demiştir: En son kıldıkları namaz sabah namazıydı. Çünkü kusuf namazı güneşin iki mızrak boyu yükselmesi anında kılınmıştı.

Cumhura Göre: (el-Kavânînu'l-Fıkhıyye, 88; Bidâyetu't-Muctehid, I, 203; eş-Şerhu's-Sağir, I, 532; Muğni'l Muhtaç, I, 317; el-Muhezzeb, I, 122; el-Muğnî, II, 422-426; Keşşâfu'l-Kınâ', II, 69-72.)
Kusuf namazı iki rekâttır. Herbir rekâtta iki kıyam, iki kıraat, iki rükû, ve iki secde vardır.
İlk kıyamda Fatiha'dan sonra Bakara suresini, yahut bu uzunlukta bir sureyi okumak sunnettir.
İkinci kıyamda ise Fatiha'dan sonra Al-i İmran suresi gibi, Bakara suresinden daha kısa olan iki yüz âyetlik bir sure okumak sunnettir.
Üçüncü kıyamda Fatiha'dan sonra takriben yüz elli ayet miktarında kıraatte bulunmak (Mesela Nisa suresini okumak), dördüncü kıyamda ise, Fatiha'dan sonra Maide suresi gibi, yaklaşık yüz ayetlik daha kısa bir sure okumak sunnettir.
Kusuf namazını kılan kişi, önce birinci miktardaki sureyi okur, sonra rukûya gider, sonra başını rukûdan kaldırır. Sonra ikinci miktardaki sureyi okur, sonra rukû'ya varır, sonra da başını rukûdan kaldırır. Sonra secdeye varır. Secdeyi diğer namazların secdesi gibi yapar. Şafilerde sahih olan görüşe göre, kişi kusuf namazın da rukû ve secdeyi uzun tutar. İkinci rekâtta da bu yapılanları tekrar eder.
Birinci rukûda Bakara suresinden yüz ayet okunacak kadar, ikinci rukûda seksen ayet okunacak kadar, üçüncü rukûda yetmiş ayet okunacak kadar, dördüncü rukûda ise yaklaşık elli ayet okunacak kadar beklenerek teşbih getirilir.
Son olarak Hanbeliler şu noktayı zikretmişlerdir:
Kusuf namazını Şâri'den gelen her şekilde yapmak caizdir. Kişi dilerse her rekâtta iki rukû yapar, en faziletlisi böyle yapmaktır. (Çünkü rivayette en çok geçen sayı budur.) Dilerse her rekâtta üç rukû ile kılar. Çünkü Muslim'in Cabir"den rivayet ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir:
"Peygamber (a.s.) kusuf namazında dört secde ile altı rukû yapmıştır." Yahut her rekâtta dört rukû ile kılınır.
Çünkü ibni Abbas'tan rivayet edildiğine göre: "Peygamber (a.s.) kusuf namazını kıldırdı, kıraat yaptı, sonra rüküya vardı, sonra yine okudu, sonra rukûya vardı, sonra yine okuyup rukuya vardı, sonra yine okuyup rükûya vardı. Diğer rekâtı da aynı şekilde kıldırdı." (Bu hadisi Muslim, Ebu Dâvud ve Neseî rivayet etmiştir. Bir lafızda şöyle gelmiştir. "Güneş tutulunca Peygamber sekiz rukû ve dört secdeli bir namaz kıldırmıştır." Bu hadisi Ahmed, Muslim ve Neseî rivayet etmişlerdir)
Yahut her rekâtta beş rukû yapılır. Bu görüş Ebu'l-Âliye'nin Ubey b. Kâ'b'dan rivayet etliği şu hadise dayanmaktadır "Peygamber (a.s.) döneminde güneş tutuldu. Peygamber insanlara namaz kıldırdı ve namazda uzun surelerden bir sure okudu. Sonra beş kere rukû yapıp iki secde etti. Sonra ikinci rekâta kalkıp yine uzun surelerden birini okudu ve yine beş rukû ile iki secde yaptı, sonra olduğu gibi kıbleye yönelerek oturdu ve güneş tutulması sona erinceye kadar duada bulundu."
(Bu hadisi Ebu Dâvud ve Abdullah b. Ahmed rivayet etmişlerdir)

Kişi kusuf namazında beş rukûdan fazla rukû yapmamalıdır. Çünkü bu konuda her hangi bir nas bulunmamaktadır. Kıyas da fazlasını gerektirmez.
Kişi dilerse kusuf namazını tek rukû nafile bir namaz gibi kılar. Çünkü tek rukûdan fazlası sünnettir. Kusuf namazında kişi Kur'an ayetlerinden neyi okusa caizdir. Kıraat ister uzun ister kısa olsun, fark etmez. Aişe'den şu rivayet nakledilmiştir:
"Rasulullah (a.s.) güneş ve ay tutulmasında dört rukulu ve dört secdeli bir namaz kılardı. Birinci rekâtta Ankebût ile Rûm surelerini, ikinci rekâtta ise Yasin suresini okurdu."
(Bu hadisi Darekutnî tahric etmiştir)
Rukunun birden fazla olacağı konusunda cumhurun delili, ikidir. Biri Abdullah b. Amr hadisidir:
Abdullah şöyle demiştir; "Peygamber (a.s.) döneminde güneş tutulunca "Es-Salâtu câmiatun" diye seslenildi. Bundan sonra Peygamber (a.s.) bir secdede iki ruk'u yaptı, sonra kalkıp bir secde ile yine iki rukû daha yaptı. Sonra güneş tutulması sona erdi."

Abdullah b. Amr şöyle demiştir:
"Ben bundan daha uzun ne rukû yaptım ne de secde ettim."
(Burada secdeden kastedilen, tam bir rekâttır. İki rekât sözünden kastedilen iki rukûdur. Aişe ve ilmi Abbas hadisinde de böyle gelmiştir. Hadis üzerinde Buharî ile Muslim ittifak etmişlerdir. Neylu'l-Evtâr, III, 325)

Aişe hadisi de şöyledir:
"Rasulullah (a.s.) döneminde güneş tutuldu. Peygamber bunun üzerine birini göndererek, "Es-salâtu Camiatun" diye nida etmesini emretti. Kalkıp iki rekâtta dört rukulu ve dört secdeli bir namaz kıldırdı."
(Hadis muttefekun aleyh'tir)

Bu iki hadis ile bunların benzerleri Buharı ile Muslim'de bulunmaktadır. Bu son rivayet daha meşhur ve daha sağlamdır. Dolayısıyla diğer rivayetlere takdim edilmiştir. İbni Abdulber şöyle demiştir:
Bu iki hadis konu hakkında nakledilen rivayetlerin en sahihidir.
Kıraat, rukû ve kıyamın uzatılacağı konusunda cumhurun dayandığı delil îbni Abbas hadisidir:
"Güneş tutuldu. Bunun üzerine Peygamber (a.s.) namaz kıldırdı ve Bakara suresi okunacak kadar uzun bir süre ayakta kaldı, sonra uzun muddet rukû yaptı, sonra rukâdan kalkıp uzun muddet ayakta durdu, fakat bu kıyam ilk kıyamdan daha az idi. Sonra ikinci kez rukûya vardı ve uzun muddet rukûda kaldı, fakat birinci rukâdan daha kısa idi. Sonra secdeye gitti. Daha sonra ayağa kalktı ve birinci rekâttaki kıyamdan daha az olmakla beraber, uzun muddet ayakta kaldı. Sonra birinci rekâttaki rüküdan daha az olmak üzere, uzun muddet rukûda kaldı, sonra ayağa kalktı, fakat birinci rekâttaki kıyamdan daha az muddet olmak üzere uzun süre ayakta durdu. Sonra birinci rekâttaki rukudan daha az olmak üzere rukûya vardı ve uzun süre rukûda kaldı. Sonra secdeye vardı. Namazı bitirdiğinde güneş açılmıştı."
(Bu hadis üzerinde de Buharî i le Muslim ittifak ettiler, (a.ş.e; a.y.)
Secdenin uzun tutulmasına dair cumhurun delili, Buharî ile Muslim'de Peygamberin güneş tutulması namazı ile ilgili olarak Ebu Musa'dan rivayet edilmiş bulunan hadistidir.

4. Kusuf Namazında Gizli Yahut Açıktan Okumak:
Kusuf ve husuf namazlarında kıraatin gizli yahut açıktan yapılması hususunda fakihlerin üç görüşü bulunmaktadır:

Ebu Hanife'ye göre: (Fethu'l Kadîr, 1, 433; el-Bedâyi, 1, 281-282; ed-Durru'l Muhtâr, 1, 789; el-Lubâb, 1,121; Meraki'l Felah, 92)
Kusuf namazında imam gizli okur. Dayandığı delil îbni Abbas ile Semure hadisleridir.
Birinci hadis şöyledir: "Peygamber (a.s.) ile beraber kusuf namazı kıldım, namazda onun kıraatinden bir harf bile işitmedim."
(Bu hadisi Ahmed ve Ebu Ya'la Musned'lerinde rivayet ettiler. Beyhakî île Taberanî ve Ebu Nuaym da Hılye'de rivayet etti. Bu hadisin ravileri arasında Ibni Lehya'a vardır. (Nasbu'r-Râye, II, 233)

Semure hadisi ise şöyledir "Rasulullah (a.s.) bize bir güneş tutulmasında namaz kıldırdı, sesi hiç işitilmiyordu."
(Bu hadisi dört Sünen sahibi rivayet etmişlerdir. Tirmizî bu hadis için; kasen sahih demiştir. Nasbu'r-Râye, 11,234)
Gündüz namazlarında aslolan ise gizli okunmasıdır.
Husuf namazı ise tek tek ve gizli kıraatle kılınır.

İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed şöyle demişlerdir:
Kusuf namazında imam açıktan okur. Dayandığı delil Aişe hadisidir:
"Peygamber (a.s.) kusuf namazında açıktan okumuştur." (Bu hadisi Buhari ile Muslim rivayet etmişlerdir. Buhari'de benzer bir hadis daha Esma binti Ebu Bekir'den rivayet edilmiştir. Bu hadisi Ebu Dâvud, Tirmizî ve Ibni Hibban da rivayet etmişlerdir. Nasbu'r-Râye H.232; Neylu'l-Evtar 111,331)

Şafiî ve Malikîlere göre: (Bidâyetu'l Muctehid, I, 204; eş Şerhu's-Sağir, I, 534,536; el-Kavâninu'l-Fıkhıyye, 88; Muğni'l Muhtâc, I, 318, el-Muhezzeb, 1, 122)
Kusuf namazında imam gizli okur. Dayandıkları delil yukarıda geçen İbni Abbas ile Semure hadisleridir. Ayrıca bu namaz Hanefî'lein de dediği gibi gündüzün kılınan bir namazdır. Ay tutulması namazında ise açıktan okunur. Çünkü bu namaz gece namazıdır, yahut gece namazlarına ilâve edilmiştir. Yukarda geçen Aişe hadisinden de anlaşıldığına göre, Peygamber (a.s.) de ay tutulmasında kıldırdığı namazda açıktan okumuştu.

Hanbelilere göre: (El-Muğni, II, 423; Keşşâfu'l-Kınâ, ll, 69)
Kusuf ve husuf namazlarında açıktan okunur.
Dayandıkları delil Aişe hadisidir:
"Peygamber (a.s.) husuf namazında açıktan kıraatte bulundu. İki rekâtta dört rukû ve dört secde yaptı." (Bu hadisi Buharî ile Muslim rivayet etmişlerdir: Nasbu'r-Râye, Neylul-Evtâr, a.y)

Bir rivayette ise şu lafızlar yer almaktadır:
"Peygamber (a.s.) kusuf namazı kıldırdı ve bu namazda açıktan okudu."
(Bu hadisi Tirmizî sahih kabul etmiştir)
Özetlemek gerekirse, kusuf namazında gizli kıraat yapılması cumhurun görüşüdür. Fakat, Hanbelîlerle İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'in görüşlerini tercih edebilir. Hem kusuf hem de husuf namazlarında kıraat açıktan olmalıdır. İmam Şevkânî: "Açıktan okumak daha iyidir." diyor.

Kusuf ve Husuf Namazlarının Vakti:
Bu namazlar güneş ve ayın tutulma zamanlarında kılınır. Cumhura göre, namaz kılmanın yasaklandığı vakitlerde kusuf ve husuf namazı kılınamaz. Çünkü yasak vakitler namazların bütün çeşitlerini içine almaktadır. Şafiilere göre, kılınabilir. Çünkü namaz kılmanın yasak olduğu beş vakit nafilelere mahsustur. Kusuf namazı da sünnet bir namaz olup hangi vakitte olursa olsun, kılınabilir. Bu konu etrafında mezheblerin görüşlerinin tafsilâtı şöyledir:

Hanefilere göre: (el-Bedayi, I, 282) Kusuf namazının vakti, mekruh vakitler dışında kalan diğer namazları kılmanın müstehap olduğu vakittir. Çünkü bu mekruh vakitlerde tilâvet secdesi ve benzeri nafile veya vacib ibadetleri eda etmek mekruhtur.
Maliktlere göre: (Bidâyetu'l-Muctehid, 1,205; eş-Şerhu's-Sağir, 1,533,536)
Güneş tutulması namazı, ancak nafile namaz kılmanın caiz olduğu vakitlerde kılınabilir. Kusuf namazının vakti, bayram ve yağmur namazlarında olduğu gibi, nafile namaz kılmanın helâl olduğu andan zeval vaktine kadardır. Bu görüş el-Mudevvene'nin îmam Malik'ten naklettiği rivayettir. Güneş zevalden sonra tutulursa, kusuf namazı kılınmaz. Mudevvene dışındaki kaynakların İmam Malik'ten rivayetine göre, güneşin tutulma durumunda ve ikindiden sonra hemen kılınabilir.

Husuf namazı ise gelince ay açılıncaya kadar, yahut ufukta ay kayboluncaya yahut sabah oluncaya kadar bu namazı tekrarlamak mendubtur. Eğer bu durumlardan biri meydana gelirse husuf namazı kılınmaz.

Şafii'lere göre: (Muğni'l-Muhtâc, 1, 319; el Mecmu',V, 57) Husuf ve kusuf namazları bütün vakitlerde kılınabilir. Çünkü bu namazlar bir sebebe bağlıdır. Güneş tutulmasında tutulan kısmının tamamen açılmasıyla veya güneşin kusuf hâlinde batması ile bu namaz kaçırılmış olur.
Birincinin delili: "Kusufu gördüğünüz zaman, üzerinizdeki karanlık aydınlanıncaya kadar Allah'a dua edin ve namaz kılın."
(Hadis muttafakün aleyh olup Muğîre b. Şûbe'den şu lafızla rivayet edilmiştir.
"...Güneş ile ayı tutulmuş olarak gördüğünüz zaman Allah'a dua edin ve açılıncaya kadar namaz kılın." Neylu'l-Evtâr, III, 334) hadisidir. Bu hadis, güneş tutulması som erdikten sonra namaz alınmayacağına delildir.
İkinci şeklin delili şudur: Tutulma sebebiyle kılınacak namaz imkânı güneşin açılmış yahut tutulmuş olarak batması durumunda ortadan kalkmış olur. Çünkü güneşin artık hükmü kalmamıştır.
Ay tutulması namazı, ayın açılması ile kaçırılmış olur. Çünkü maksat hasıl olmuştur. Bunun gibi, ay tutulmuş iken güneşin doğması ile husuf namazı kaçırılmış olur. Çünkü bu durumda ayın ışığından faydalanmak mümkün değildir. Safii'nin yeni mezhebine göre, sabah vaktinin doğması ile husuf namazı kaçırılmış olmaz. Çünkü bu durumda gecenin karanlığı devam etmekte ve ayın ışığından fiilen faydalanmak mümkün olmaktadır. Yine ayın tutulmuş olarak batması ile de husuf namazı kaçırılmış olmaz. Çünkü ayın ışığının hüküm sürdüğü gece karanlığının devamı mevcuttur. Ayın batması, bulutlar arkasında kaybolması gibidir.

Hanbelîlere göre: (Keşşâfu'l Kınâ, 11,68-71; et-Muğni, II, 428) Kusuf namazının vakti, güneşin tutulduğu andan itibaren güneş açılıncaya kadar geçen zamandır. Dayandığı delil, daha önce geçen Muğîre ve diğer rivayetlere dayanan hadislerdir. Eğer kişi küsuf namazını kılmaktayken güneş açılırsa, bulunduğu şekilde namazı tamamlar. Çünkü . Peygamber (a.s.) Ebu Mes'ud hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Namaz kılın ve içinde bulunduğunuz karanlık aydınîanıncaya kadar Allah'a dua edin."
(Buharî ve Muslim rivayet etmiştir)
Kusuf namazının vakti güneş açılıncaya kadardır. Bu da hasıl olmuştur. Fakat kişi güneş açığa çıkınca namazda ise namazı kesmemelidir. Çünkü Allah tealâ bir ayette: "Amellerinizi iptal etmeyin. " buyuruyor. Bu takdirde sebep ortadan kalktığı için namazı hafifletmek meşrudur.
Bir kimse, bir bulutun gelmesi sebebiyle güneşin açılıp açılmadığı konusunda şüphelenirse, bu namazı hafifletin eksizin kılmalıdır. Çünkü aslolan tam kılmaktır. Güneş tutulması devam ettiği sürece aslolan ile amel eder.
Yine bunun gibi, güneşin tutulması konusunda şüphelenen kişi, aslolan ile amel eder. Yani namaz kılmaz. Çünkü güneşin tutulmaması asıldır. Tutulması arızidir.
Namaz bitmeden husuf ile kusuf hâli biterse bunlarla ilgili namaz da kaçırılmış olur. Bunun gibi güneş tutulmuş olduğu hâlde ufuktan kaybolursa, yahut ay tutulmuşken güneş doğarsa, yahut ay tutulmuşken sabah vakti girerse bunlarla ilgili olarak kılınan namazlar fevt olur. Çünkü bunlardan faydalanma vakti gitmiştir. (Muneccimlerin güneş tutulması ve benzeri konularda verdikleri habere itibar edilemez, bunların verdikleri haberler ile amel edilemez. Çünkü bunların verdikleri haberler zanna dayanır, delilsizdir)
Eğer kusuf olayı, namaz kılmanın yasak olduğu bir vakitte vuku bulmuşsa, namaz kılınmadan Allah'a dua edilir, Allah zikredilir. Çünkü yasaklayıcı hadîslerin manası umumîdir. Katâte'nin rivayet ettiği şu hadis de bunu takviye etmektedir:
"Biz Mekke'de iken ikindiden sonra güneş tutulmuştu. İnsanlar ayağa kalkıp dua etmeye başladılar. Bunun sebebini sordum. Cevaben: Böyle yaparlardı," denildi." (Bunu Esrem rivayet etmiştir)
Vakti çıktığı için eğer kusuf namazı kaçarsa, kaza edilmez. Çünkü Peygamber (a.s.): "Güneş açılıncaya kadar namaz kılın." buyurmuştur.

Kusuf Namazının Cemaatle Kılınması ve Kılınma Yeri:

Fakihler (el-Bedâyi, 1,282; Reddu'l-Muhtar, 1,788; Fethu'l-Kadir, 1,436; Bidâyetu'l-Muctehid, 1,203,206; eş-Şerhu's-Sağir, 1, 533,535; Muğni'l-Muhtâc, 1, 318; el Muğnî, 11,420; Keşşafu'l-Kınâ, 11,68; el Kavânînu'l-Fıkhıyye, 88) kusuf namazının mescidde cemaatle kılınmasının sünnet olduğu konusunda ittifak halindedirler. Bu namaz için: "esalâtu câmiatun" diye nida edilir.
Sahihaynda kaydedildiği gibi, bunu yapmak sünnettir. Aişe (r.anha) şöyle anlatıyor:
"Peygamber (a.s.) mescide çıktı, ayağa kalkıp tekbir getirdi, İnsanlar da onun arkasında saf bağladılar." (Buhari ve Muslim rivayet etmiştir)
Kusuf namazını, cumua namazını kıldıran imam kıldırır.
Hanbelîler ve Şafiîler, kusuf namazının yalnız olarak kılınmasını caiz görmüşlerdir. Çünkü bu namaz nafiledir. Bir yerde yerleşmiş olma şartı yoktur. Diğer nafile namazlarda olduğu gibi, bu namaz için de cemaat şartı yoktur. Hanefîler şöyle demişlerdir: Eğer cuma imamı bulunmazsa, insanlar bu namazı yalnız olarak evlerinde ikişer yahut dörder rekât olarak kılarlar.
Ay tutulması namazının cemaatle kılınıp kılınamayacağı konusunda iki görüş vardır:

Hanefî ve Malik'ilere göre: Husuf namazı diğer nafile namazlar gibi tek başına kılınır. Çünkü ay tutulması olayında Peygamber (a.s.)'den cemaatle namaz kıldığı hakkında bir rivayet nakledilmemiştir. Oysa ay tutulması olayı, güneş tutulmasından daha sık vuku bulmuştur. Ayrıca farz namazlar dışındaki namazlarda asi olan cemaatle kılınmamasıdır. Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu: "Kişinin farz dışındaki namazı evinde kılması daha faziletlidir."
Ancak bayram namazları ile Ramazan gecelerinde teravih kılmak, güneş tutulması gibi olaylarda olduğu gibi bir delil yardımı ile husuf namazının cemaatle kılındığı sabit olursa, o takdirde, cemaatle kıhnabilir. Aynca gece namaz kılmak için toplanmak mümkün değildir, yahut mümkün olsa da fitnelere sebebiyet verebilir.

Şafiî ve Hanbelîlere göre: Husuf namazı, kusuf namazında olduğu gibi cemaatle kıhnabilir. Çünkü İbni Abbas'ın insanlara husuf namazı kıldırdığı rivayet edilmiştir.
İbni Abbas namazdan sonra şöyle demiştir: Rasulullah (a.s.)'ın bu namazı kıldırdığını gördüğüm gibi sizlere kıldırdım." (Bu hadisi Şaftı Müsned'nde Hasan Basrî'den rivayet etmiştir. Neylu'l-Evtâr, 111, 333)
Aynca Mahmud b. Lebîd hadisinde şöyle buyurulmaktadır:
"Ay tutulmasının gördüğünüz zaman mescidlere koşun." (Ahmed, Hâkim ve İlmi Hıbban rivayet etmişlerdir.(a.g.e.)
Bu görüş daha kuvvetlidir. Çünkü kusuf namazı ile husuf namazı arasında bir fark yoktur. Cemaatle namazdan geri kalma özrü bulunandan bu namazlar düşer.
Bu iki görüş arasındaki ayrılığın sebebi Peygamber (a.s.)'in: "Güneş ile ay Allah'ın kudretini gösteren delillerden iki delildir. Kimsenin ölümü veya hayatı sebebiyle tutulmazlar. Bu olayı gördüğünüz zaman Allah'a dua edin, tutulma açılıncaya kadar namaz kılın ve sadaka verin." (Buharî ile Muslim tahric etmişlerdir) hadisinin manasını yorumlamadaki ayrılıktır.
İkinci grup husuf ne kusuf hâlinde namaz kılma emrinden tek bir mana çıkarmıştır. Bu mana da güneş tutulmasında Peygamber (a.s.)'in kıldığı gibi namaz kılmaktır. Bu manayı kabul edenler aynen Peygamberin kıldırdığı gibi bu namazın cemaatle kılınması gerektiği görüşünü benimsemiştir.
Birinci gurup ise, bu hadisten değişik manalar çıkarmışlardır. Çünkü Peygamber (a.s.)'ın ay tutulması çok sıkı kılmasına rağmen namaz kıldığı rivayet edilmemiştir. Bu görüşü benimseyenler, bu hadisten anlaşılan, şeriatte namaz isminin zikredildiği manayı çıkarmışlardır ki, bu da yalnız başına nafile namaz kılmaktır.
Husuf (Ay Tutulması) Namazı, Kısuf (Güneş Tutulması) Namazı Gibi midir?

Hanefilere göre: (el-Bedâyi; 1,282; Meraki'l.Felâh, 92; el-Kib-I, 121) Husuf namazı, aynen nafile namazlarda olduğu gibi, evlerde iki yahut dört rekât olarak yalnız başına kılınır.
Malikîlere göre: (el-Kavânînu'l-Fıkhıyye, 88; Bidâyetu'l-Muctehid, 1,206; eş-Şerhu's-Sağîr, 1/536) Ay tutulması için, nafile namazlar gibi sadece bir kıyam bir rukû ile açıktan kıraatle mutat şekilde bir namaz kılmak mendubtur.

Şafii veHahbel'ilere göre: (Muğni'l-Muhtâc, 1, 318, el-Muğni, 11,424; Keşşafu'l-Kınâ, 11,69)
Ay tutulması namazı güneş tutulması namazı gibidir. Her rekâtta, cemaatle iki rukû, iki kıyam, iki kıraat ve iki secde ile kılınır.
Şafiîlere göre bu iki namaz gizli değil açıktan okunarak eda edilir. Hanbelîlerde de bu iki husus aynı şekilde tesbit edilmiştir. Bunun dayandığı delil Aişe (r.anha)'den rivayet edilen şu hadis-i şeriftir:
"Peygamber (a.s.) ay tutulması namazında açıktan okudu, iki rekâtta dört rukû ve dört secde yaptı."
(Buharî ve Muslim rivayet etmiştir)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
NAMAZDA AĞLAMAK ABDESTİ - NAMAZI BOZAR MI?

namaz-010-03.jpg
Gokhan_60;127350' Alıntı:
Ve Aleyküm Selam
Konuyla pek ilgisi yok ama sormadan edemicem
Babam diyorki Namazda aglamak Abdesti bozar ve namaz gecersiz olur diyor ben olmaz diyorum ama ne o nede ben bir kaynaga baglayabiliyoruz beni aydinlatirsaniz cok sevinirim.
Aglamak nekadar güzeldir diyorum namazda öyle bir Husuuyu kim yakalamak istemez diyorum babam hayir aglamak olmaz diyor.

Yardimlariniz icin simdiden Allah Razi Olsun

Namazda ağlamak genel anlamıyla namazı bozmaz.
Riya kastıyla veya dünyevi düşüncelerle ağlanıyorsa namazı bozar. Zaten riya için namaz kılınıyorsa bu z aten şirktir , ağlamasına gerek yok namazın bozulması için .

Ağlamak, cennet ve cehennemi hatırlamak sebebiyle meydana gelmişse huşû'dan ileri geldiği için namazı bozmaz.

Hadîs-i şerîfte: "Cenâb-ı Hakk'a; ağlıyarak itâat eden, gülerek cennete dahil olur ve gülerek günah işleyen, ağlayarak cehenneme girer" buyurulmuştur.
Namaz dışında da ağlamak abdesti bozmaz. Ancak göz ağrısı gibi hastalıktan meydana gelen akıntının abdesti bozacağı, böyle kimsenin özür sahibi sayıldığından her namaz için vakit girince abdest alması lâzım geleceği Bedayi’us-Sânayi’de yazılıdır.

Şimdi Rabbimizin kelamından ve Rasulullah s.a.v.in sahih hadisi şeriflerinden konuyla ilgili meselelere bakalım:

İsra suresi 106- Sana Kur'ân'ı verdik ve onu insanlara sindire sindire okuyasın diye (kısımlara) ayırdık ve biz onu yavaş yavaş indirdik.
107- Ey Muhammed! De ki: İster ona (Kur'ân'a) inanın, ister inanmayın; o daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda onlar, yüzleri üstü secdeye kapanırlar.
108- Ve derler ki: Rabb'imizi tenzih ederiz. Şubhesiz ki Rabb'imizin vaadi gerçekleşir.
109- Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar. Hem de bu Kur'ân'ı işitmek onların Allah'a teslimiyetlerini daha da artırır.

Meryem suresi 58- İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail'in soyundan, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdir. Kendilerine Rahmân (olan Allah)ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.
59- Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki "Gayya" vadisini boylayacaklardır.)


Abdullah b. Ömer (r.anh), Aişe’ye “Rasûlullah’tan gördüğün en şaşırtıcı şeyi bana haber verir misin” diye sorunca Hz. Aişe uzun müddet ağlamış ve sonra şöyle demiştir:

Onun her işi hayret verici idi. Bir gece yanıma geldi, hatta cildini cildime dokundurdu ve sonra şöyle buyurdu:
Ey Aişe, bu gece bana Rabbime ibadet etmek için izin verir misin.
Bunun üzerine ben “Ey Allah’ın Rasûlu! Ben senin yakınlığını severim, isteklerini de severim, Rabbine ibadet etmeni de severim, izinlisin” dedim. (Ben bunu söyleyince)
Rasûlullah kalktı, odadaki su ibriğinin yanına gitti, abdest aldı, suyu da çok dökmedi, sonra namaz kılmaya başladı. Ağlıyordu, hatta ağlamaktan sakalı ıslandı. Sonra secde etti ve ağlamaya devam ediyordu. Ağlamasından yer ıslanmıştı. Sonra yan tarafına yattı ve yine ağlıyordu.
Sonra Bilal geldi, kendisini sabah namazına çağırıyordu.
Bilal onun ağlamasını görünce “Ey Allah’ın Rasûlu! Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde seni ağlatan şey nedir?
Bunun üzerine Peygamber “Ey Bilal! şükreden bir kul olmayayım mı?” Nasıl ağlamayayım? Allah Teâlâ bu gece banaGöklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde aklıselim sahibleri için gerçekten açık ibretler vardır”(Al-i İmran 190) âyetini indirdi” dedikten sonra şöyle buyurdu:
Yazıklar olsun bunu okuyup ta bunun hakkında düşünmeyene!
Diğer bir rivayette ise “ vay bunu çeneleri arasında çiğneyip te bunun üzerinde düşünmeyenlere!” buyurmuştur.
(İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul, 1981, II, 164; Terğib, III/32 (İbn Hibban, Ubeyd b. Umeyr'den )

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayâtû's Sahâbe

Hz. Peygamber yatardı ve Bilâl'in ezanıyla uyanıp kalkardı. Sonra abdest alıp mescide giderdi. Saç ve yanaklarından sular damlardı. Namaz kıldırırken de çok zaman ağladığını duyardım.

(Heysemî, II/89 (Ebu Yâ'lâ, Aişe'den).

Rasûlullahı gördüm, namaz kılıyordu. Ağlamaktan dolayı göğsünde fıkır fıkır kaynayan çanak sesi gibi bir ses vardı .
(Terğib, I/315 (Ebu Dâvud, Mutarrif babasından).


Abdurrahman İbnu's-Sâib anlatıyor:
"Sâ'd İbnu Ebi Vakkas yanımıza geldi. Gözü kapanmış idi. Kendisine selam verdim.
"Sen kimsin?" dedi.
Kendimi tanıttım. Bunun üzerine dedi ki:
"Kardeşim oğluna merhaba! Duydum ki senin Kur'ân okumaya güzel sesin varmış. Ben Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı dinledim. Demişti ki: "Şu Kur'ân hüzünlü olarak nazil oldu, öyleyse onu okuyunca ağlayın. Eğer ağlayamazsanız ağlamaya çalışın ve onu güzel okuyun. Onu güzel okumaya gayret etmeyen bizden değildir."
(İbn Mâce, İkamet'us-sala, 176)

İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
"- Kur'ân'ı bana oku!" dedi. Ben (hayretle):
"- Sana indirilmiş bulunan Kur'ân'ı mı sana okuyayım?" diye sordum. Bana:
"- Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum!" dedi.
Ben de ona Nisa sûresini okumaya başladım. Ne zaman ki, "Her ümmete her şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?" mealindeki âyete (41. âyet) geldim.
"- Dur!" dedi. Durdum ve dönüp Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu."
(Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 32, 33, 35; Muslim, Musâfirin 247, (700); Tirmizî, Tefsir, Nisa, (3027, 3028); Ebû Davud, İlm 13, (3668).)

Peygamberimiz, mescide gidemeyecek kadar hasta olunca namazın Ebubekir tarafından kıldırılmasını emretmiştir.
Ayşe, “Ey Allah’ın Peygamberi, Ebubekir yufka yüreklidir, sesi zayıftır, Kur’ân okurken ağlar” demiş. Peygamber, “Ebubekir’e söyleyin, namazı kıldırsın” emrini yinelemiş.
Ayşe, endişesini tekrarlayınca Peygamber, “Siz Yusuf’un sahibelerisiniz (onu sıkıntıya sokan kadınlarsınız), o*na emredin, namazı kıldırsın” demiştir.


Dünyevi musibetler veya şahsi hastalıktan ötürü sesli ağlamak, ah ve off gibi şeyler söylemek, Hanefî ve Şafii mezhebine göre namazı bozar. (Vehbe. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî , 2/7-10).

İSRA 110- (Sen onlara) de ki: İster "Allah" deyin, ister "Rahmân" deyin, nasıl çağırırsanız çağırın. En güzel isimler O'nundur. Namazında sesini pek yükseltme, çok da gizli okuma, orta yolu seç.

Kuran okurken ve dinlerken ayetleri tefekkür edip manalarını düşünmek , ağlamak güzel hasletlerdendir.
İbnu Hacer, ağlayabilmenin yolunu şöyle açıklar:
"Kişi, Kur'ân'da zikri geçen şiddetli tehditleri ve cehennem azabıyla ilgili vaidleri (korkutmaları) Cenab-ı Hakk'ın bu husustaki kesin kararlarını düşünerek kalbini korku ve hüzünle doldurur. Sonra bu hususlara giren kusurlarına, eksikliklerine bakar. Buna rağmen hüzün hissedip gözleri yaşla dolmazsa, bu husustaki eksikliğine ağlasın, zira böylesi bir tefekküre rağmen hüzün duymamak en büyük musibetlerdendir."

Fatiha'yı okurken ağlayan imam
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
SECDEYE GİDERKEN ELLER Mİ DİZLER Mİ ÖNCE YERE KONULUR?

kskaya;127763' Alıntı:
namaz kılarken secdeye giderken ellerimi dizlerimden önce yere koyuyorum acaba bu yanlışmı bu konuda delilleriyle bir cevab verebilirmisiniz

images


6— Secde Edişi:

(Rukûdan kalktıktan) sonra ellerini kaldırmadan tekttir alır, secdeye giderdi. (Buharî'nin (10/85) rivayetine göre İbn Ömer diyor ki: Peygamber'i (s.a.) izledim; namaza başlangıç tekbiri aldı, ellerini omuzlan hizasına gelecek şekilde kaldırdı. Rükû için tekbir aldığında da böyle yaptı. "Semiallahu limen hamideh" dediğinde de aynı şeyi yaptı ve "Rabbena ve leke'1-hamd" dedi. Bunu (yani ellerini kaldırma işlemini) ne secdeye giderken, ne de secdeden başını kaldırırken yaptı.)
Bu esnada ellerini kaldırdığı da nakledilmiştir.
(Ebu Davud, 723; Ahmed, 4/317. Bu hadiste şöyle deniyor: "Peygamber (s.a.) sonra secde etti, yüzünü etleri arasına koydu. Başını secdeden kaldırınca yine ellerini kaldırdı." Senedi sahihtir. Müellif (r.h.) Bedâiu'i-Fevâid (4/89) adlı eserinde diye ki: Esrem anlatıyor: İmam Ahmed'e elleri kaldırma konusu sorulunca: "Her iniş, kalkışta" cevabını verdi. Ebu Abdillah'm (Ahmed b. Hanbel) namazda her İniş, kalkışta ellerini kaldırdığını gördüm.)
Bu ikinci rivâyeti, Ebu Muhammed İbn Hazm (r.h.) gibi bazı hafız muhaddisler sahih saymışlardır ki, bu bir vehimdir. Bu rivayet asla sahih değildir. İbn Hazm'ı yanıltan, râvinin: "Peygamber (s.a.) her kalkıp eğildikçe tekbir alırdı" diye başlayan ve: "Her kalkıp eğildikçe ellerini kaldırırdı" diye devam eden sözü olmuştur. Râvinin kendisi sika olsa da sözünün bu son kısmı yanlıştır.
İbn Hazm, râvinin yanılma ve vehmetme sebebinin farkına varmadığından rivayetin sahih olduğunu söylemiştir. Yine de en iyi bilen Allah'tır.
Peygamber (s.a.) secdeye giderken önce dizlerini sonra ellerini, daha sonra da alnını ve burnunu yere koyardı. Sahih rivayet işte bu rivayet olup Şerîk-Asım b. Kuleyb-babası Kuleyb senediyle Vâil b. Hucr'un şöyle dediği nakledilir:
"Allah Rasûlu'nü (s.a.) gözetledim; secde ederken dizlerini ellerinden önce yere koydu. Secdeden kalkarken de ellerini dizlerinden önce yerden kaldırdı." (Ebu Davud, 838; Tirmizî, 268;,Nesâî, 2/207; İbn Mâce, 882; İbn Hibbân, 487. Se-nedde geçen Şerîk, sadûk ise de çok hata yapan biridir. Hemmâm, Şerîk'e, Âsim yoluyla (Âsim'ın) babasından mursel olarak rivayette bulunarak mütâbaat etmiştir. Dârakutnî, Hâkim (1/226) ve Beyhakî Enes'den rivayet eder ki: "Peygamber (s.a.) sonra tekbir alarak yere indi, dizleri ellerinden önce yere dokundu." Beyhakî: "Bu hadisi meçhul bir râvi olan el-Alâ b. İsmail el-Attâr tek başına rivayet etmiştir." diyor. Tirmizî ise Şerîk'in rivayet ettiği hadis hakkında diyor ki: Bu hadis hasen-garibtir. Şerîk'den başkasının rivayet ettiğini bilmiyoruz. Çoğunluk ilim adamının ameli bu hadis üzeredir, namaz kılan adam dizlerini ellerinden önce yere kor, görüşündedirler) Bunun aksini yaptığı nakledilmemiştir.(54)

Ebu Hurayra'nin Peygamber'den (s,a.) naklettiği: "Herhangi biriniz secde edeceği zaman deve gibi çökmesin; ellerini dizlerinden Önce yere koysun" hadisinde (Ebu Davud, 840; Nesâî, 2/207; Ahmed, Musned, 2/381. İsnadı sahihtir. Âlimler elleri ya da dizleri önce koyma konusunda fazlaca görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Evzâî ve Mâlik elleri dizlerden önce yere koymanın mustehab olduğunu savunmuşlardır. Muğnî sahibi İbn Kudâme'nin (1/514) kaydettiğine göre İmam Ahmed'den gelen bir rivayet de bu yoldadır. Pekçok muhaddis de bu görüşü paylaşmaktadırlar. îbn Ömer'in yapıp Peygamber'in (s.a.) de aynısını yaptığım haber verdiği sabitleşmistir. Buharî, Sahth'inde (10/128) diyor ki: Nâfi: "İbn Ömer ellerini dizlerinden önce yere kordu" demiştir. İbn Huzeyme (627), Hâkim (1/226) ve Beyhakî (2/100), Buharî'nin ta'lîkan verdiği bu rivayeti muttasıl senedle ve sahih bir isnadla rivayet etmişlerdir. Şafiî ise secde ederken önce dizlerin, sonra ellerin konmasını müstehab saymaktadır. Tirmizî ve el-Hattâbî: "Âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir" diyorlar. Kadı Ebu't-Tayyib, fakîhlerin umumunun bu görüşte olduğunu aktarır, İbnu'I-Münzir ise Ömer, en-Nehaî, Müslim b. Yesâr, Süfyân es-Sevrî, Ahmed, tshâk ve re'ycilerin (Ebu Hanîfe ve arkadaşları) bu görüşte olduğunu kaydettikten sonra "Benim görüşüm de budur" der.

Allâme Ahmed Şâkir (r.h.), Tirmizî'ye yazdığı ta'lîkında (2/58,59) diyor ki: İki hadisin İlletlerinin gösteriminde âlimlerin söyledikleri sözlerden anlaşılan o ki; bu Ebu Hurayra hadisi, sahîh bir hadisdir. Vâil hadisinden daha sahihtir ve aynı zamanda kavlî (= söz ile ifade edilmiş) bir hadis olub — usulcülerce en tercihe şayan görüşe göre— kavlî hadis fiilî hadise tercih edilir. Bk. Fethu'l-Bâri, 2/241; Tuhfetu'i-Ahvezî, 2/134, 140; Subulû's-Selâm, 1/263, 265; Tirmizî, 2/58, 59 (Ahmed Şâkir tahkiklisi olan); Nevevî, Şerhu'l-Muhezzeb, 3/393,395.) —Allah en iyi bilir yarâvilerden biri vehmetmiş (yanılmıştır). Çünkü hadisin başı sonuyla çelişmektedir. Zira ellerini dizlerinden önce yere koyduğunda deve gibi çökmüş olur. Çünkü deve önce ellerini ( = ön ayaklarını) yere kor. Bu görüşü savunanlar durumu bildiklerinden: "Devenin dizleri (arka) ayaklarında değil, ön ayaklarındadır. Deve yere çökerken önce dizlerini yere kor. İşte hadiste yasaklanan fiil budur" demişlerdir.
Bu söz pek çok yönden sakattır:

1- Deve yere çökerken önce ön ayaklarını yere kor; arka ayaklan dik kalır. Kalkacağı zaman önce arka ayaklarını kaldırır; bu esnada ön ayakları yerde kalır. İşte Peygamber'in (s.a.) yasakladığı ve aksini yaptığı şey budur.
Uzuvlarını yakınlık derecelerine göre —yere en yakın olan ilk dokunacak şekilde— yere indirirdi. Yerden kalkarken de yine en üstteki uzvu ilk kaldırmak suretiyle diğerlerini de sırasıyla kaldırırdı. Yere önce dizlerini, sonra ellerini daha sonra da alnını kordu. Kalkacağı zaman da önce başını, sonra ellerini, daha sonra da dizlerini kaldırırdı. Bu durum deve iniş ve kalkışının aksinedir.
Peygamber (s.a.) namazda hayvanlara benzemeyi yasaklamıştır. Böylece deve gibi çökmekten, tilki gibi sağa-sola bakmaktan, canavar gibi kollan yere sermekten köpek gibi kaba etleri yere dayayıp bacakları dikmekten, karga gibi gagalamaktan (yani secdeleri alelacele yapmaktan) (Ebu Davud (862), İbn Mâce (1429), Nesâî (2/214), Dârimî (1/303) ve Ahmed'in (3/428, 444) rivayetlerine göre "Allah Rasûlü (s.a.) karga gibi gagalamaktan, canavar gibi kollan yere yaymaktan ve bir kimsenin mescidde deve gibi yer tutmasından men etti."
Hadisin senedinde yalnızca bir zayıf râvî vardır. Bu hadise şâhid bir hadisi Ahmed (5/447), Ebu Seleme'den rivayet ediyor. Ancak bu da zayıftır. Munzirî'nin isnadını sahîh saydığı ve Ahmed'in (2/265,311) rivayet ettiği bir hadisde Ebu Hurayra diyor ki: "Dostum (Peygamber) bana üç şeyi tavsiye etti ve beni üç şeyden yasakladı. Beni horoz gibi gagalamaktan, köpek gibi kaba etleri yere dayayıp bacakları dikmekten ve tilki gibi sağa-sola bakmaktan yasakladı,..".Buharî (2/249), Muslim (493),

Ebu Davud (897) ve Tirmizî (276) Enes'in şöyle dediğini rivayet ederler: Allah Rasûlu (s.a.): "Secdede itidal üzere olun. Herhangi biriniz kollarını köpek gibi yere yaymasın. " buyurdu) ve selâm verirken elleri kötü huylu atlann diretirken kuyruklannı kaldırdıkları gibi kaldırmaktan menetmiştir. (Muslim, 430; Nesâî, 3/5.)
Şu halde namaz kılan kişinin hareketleri, hayvanların hareketlerine aykırı demektir.

2- "Devenin dizleri ön ayaklarındadır" demeleri ise makul bir söz değildir. Hem lügat bilginleri de böyle bir tanım yapmamaktadırlar. (Aksine bir çok lugat bilgini bu şekilde tarif etmiştir. Lîsanu'l-Arab'da "r-k-b" maddesinde: "Devenin dizi elinde (ön ayağında)dir... her dört ayaklı hayvanın dizleri ön ayaklanndadır." denilmektedir. Tahâvî'nin Şerhu Meâni'l-Âsar adlı eserinde (1/254) hadisi tesbit, tashih ve ondan imkânsızlığı gidermek sadedinde deniyor ki: Devenin dizleri —aynı şekilde diğer dört ayakiı hayvanlarınki de— ön ayaklarındadır. İnsanoğulununki böyle değildir. Bu yüzden: "Devenin ön ayaklanndaki dizleri üzerine çöktüğü gibi namaz kılan kişi ayaklanndaki dizleri üzerine çökmesin. Önce kendilerinde diz bulunmayan ellerini, sonra dizlerini yere koysun. Böylece bu konuda devenin yaptığının aksini yapmış olur" buyurmuştur.
İmam Kasım b. Sabit es-Serakustî, Garîbu'I-Hadîs adlı eserinde (2/70) Ebu Hurayra'den sahih bir senedle "Hiç kimse serseri deve gibi çökmesin" hadisini rivayet eder ve der ki: "Bu secdededir. Demek istiyor ki, önce dizlerini yere koyan huysuz, serseri deve gibi kendini yere atmasın. Sakince iniş yapsın, önce ellerini sonra dizlerini yere koysun. Bu konuda açıklayıcı bir merfû hadis rivayet edilmiştir." Sonra İmâm bu hadisi kaydediyor)

' Diz yalnızca arka ayaklardadır. Devenin ön ayaklarındakilere diz adı verilmesi tağlîb (galib kılma) yoluyladır.

3- Onların dedikleri gibi olsaydı, Peygamber (s.a.v.): "Deve gibi çoksun" buyururdu. Çünkü devenin yere ilk gelen kısmı elleridir.
Problemin iç yüzü şudur: Kim devenin çöküş şeklini düşünür ve Peygamber'in (s.a.v.) de deve gibi çökmeyi yasakladığını bilirse Vâil b. Hucr hadisinin doğru olduğunu da bilir. Allah en iyi bilendir.
Bana öyle geliyordu ki Ebu Hurayra'nin naklettiği hadis, daha önce de söylediğimiz gibi, metni ve aslı râvilerinden biri tarafından tersine çevrilmiş (maklûb) bir hadistir. Her halde aslı: "Dizlerini ellerinden önce yere koysun" şeklindedir. Böyle râvileri tarafından tersine çevrilen bir kaç hadisi örnek olarak zikredecek olursak:

a) Râvilerden biri İbn Ömer'den nakledilen:
"Bilâl gece ezan okur. Siz, İbn Ummi Mektûm ezan okuyuncaya kadar yeyin, için." hadisini tersine çevirip: "İbn Ummi Mektûm gece ezan okur. Siz, Bilâl ezan okuyuncaya kadar yeyin, için" şeklinde nakletmiştik (Hafız İbn Hacer, Fethu'i-Bârî (2/58) adlı eserinde diyor ki: İbn Abdilber ve bir)

b) Bazıları da "Cehennemlikler ahirette cehenneme atıldıkça, cehennem: Daha yok mu? diye soracak... Cennete gelince, Allah onun için yeniden bir halk yaratır, onları cennete yerleştirir." (Buharı, 65/1; Muslim, 2846 (36). Maklûb rivayet de Buharî'dedir. Ebu'I-Hasen el-Kâbisî diyor ki: Burada bilinen, "Allah cennet için yeniden bir halk yaratır. Cehenneme gelince, Allah ayağını onun için basar..." şeklinde olmasıdır. Bu (maklûb hadis) dışında hiçbir hadisde "Allah cehennem için yeniden bir halk yaratır" dendiğini bilmiyorum.) hadisini "Cehenneme gelince; Allah, onun için yeniden bir halk yaratır, onları, cehenneme yerleştirir." şeklinde rivayet etmişlerdir.
Nitekim konumuz olan hadisi Ebu Bekir İbn Ebî Şeybe'nin aynen bu şekilde rivayet ettiğini gördüm:
İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Fudayl-Abdullah b. Saîd-dedesi-Ebu Hurayra senediyle Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduklarını nakleder:
"Herhangi biriniz secdeye gideceğinde ellerinden önce dizlerini yere koymakla secdeye başlasın. Erkek deve gibi çökmesin." (Hadis zayıftır. İkinci rivayeti Beyhakî, Sünen'inde (2/100) rivayet etmiştir ki, o da zayıftır.)
Esrem de bu hadisi, Sünen'inde Ebu Bekir'den aynı şekilde nakleder.

•Ebu Hurayra yoluyla Peygamber'den (s.a.v.) bunu doğrulayıcı ve Vâil b. Hucr hadisine muvafık bir hadis nakledilmiştir.
İbn Ebî Davud, Yusuf b. Adiy-Muhammed b. Fudayl-Abdullah b. Saîd-Dedesi-Ebu Hurayra senediyle rivayet eder ki Peygamber (s.a.v.) ellerinden önce dizlerini yere koyarak secdeye başlardı.
İbn Huzeyme, Sahih'inde Mus'ab b.Sa'd'ın, babası (Sa'd b.Ebî Vakkâs)'dan şu sözleri duyduğunu nakleder:
Elleri dizlerden önce yere koyardık. Bize dizleri ellerden önce yere koyma emredildi (İbn Huzeyme, Sahîh, 628; Beyhakî, 2/100. Hadis zayıftır. Hafız İbn Hacer, Fethu'l-BârFde (2/241) diyor ki: İbn Huzeyme, Ebu Hurayra hadisinin bu Sa'd hadisi ile mensuh olduğunu iddia etmiştir. Hadîs sahih olsa tartışmayı keserdi. Ancak İbrahim b. İsmail b. Yahya b. Seleme b. Kuhey'bin, babasından, yalnız başına rivayet ettiği hadislerdendir. Hem o, hem de babası zayıf râvidirler)'
Buna göre Ebu grup âlim hadisin maklûb olduğunu ve'bölümdeki (Bilâl gece ezan okur...) hadisinin doğruluğunu iddia etmişlerdir. Hadisin, İbn Huzeyme'nin Sahih'inde iki ayrı senedle Âişe'den nakledildiğini ve bazı lafızlarında hata edilmiş olması ihtimalini azaltan şu sözleri görünceye kadar ben de bu görüşe meylederdim: "Amr'ın ezan okuması sizi aldatmasın; çünkü onun gözü kördür. Bilâl ezan okuyunca hiç kimse birşey yemesin."
Hurayra hadisi sağlam ulaştırılmış olsa bile mensuh demektir. Nitekim el-Muğnl sahibi (İbn Kudâme) ve bazı müelliflerin düşünceleri de bu yoldadır. Ancak bu hadisin iki illeti var:

1- Naklettiği hadisler delil teşkil etmeyecek biri olan Yahya b. Seleme b. Küheyl tarafından nakledilmiştir. Onun hakkında en-Nesâî: "Metruk", İbn Hıbbân: "Cidden munkeru'l-hadistir. Naklettiği hadis delil olmaz" ve İbn Maîn "Hiçtir" demiştir.

2- Mus'ab b. Sa'd'ın babasından naklettiği sağlam yolla ulaştırılmış rivayet tatbîk (Tatbîk: Rukû ederken iki avucu birbirine yapıştırıp iki dizin arasına koymak) olayıdır; Sa'd'ın sözü de: "Biz böyle yapardık; ellerimizi dizler üzerine koymamız emredildi", şeklindedir.
el'Muğnî sahibinin Ebu Saîd'den naklettiği: "Elleri dizlerden önce yere koyardık. Bize dizleri ellerden önce yere koyma emredildi." sözü ise —doğrusunu en iyi Allah bilir ya— isimde bir yanılgıdır; Ebu Saîd değil, Sa'd olacaktır. Yukarıda geçtiği üzere metinde de yanılgı var; hadis konumuz hakkında değil, tatbik hakkındadır. En iyi bilen Allah'tır.
Yukarıda geçen Ebu Hurayra hadisini Buharı, Tirmizî, ve Dârakutnî illetli saymışlardır. Buharî "Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a mutabaat edilmez. Ebu'z-Zinâd'dan işitip işitmediğini de bilmiyorum." demiş. Tirmizî ise: "Hadîs garibdir. Hadisin Ebu'z-Zinâd'dan bu yol dışında başka bir yoldan nakledildiğini bilmiyoruz." demiştir.
Dârakutnî de diyor ki: "Tek başına bu hadisi Abdulaziz ed-Derâverdî, Muhammed b. Abdullah b. Hasan el-Alevî yoluyla Ebu'z-Zinâd'dan nakletmiştir." Oysa en-Nesâî, Kuteybe - Abdulah b. Nâfi' - Muhammed b. Abdullah b. Hasan el-Alevî - Ebu'z-Zinâd - el-A'rac - Ebu Hurayra senediyle Peygamber'in (s.a.): "Biriniz namazına kastediyor, deve gibi çöküyor!" buyurduğunu başka ilâve getirmeden nakletmiştir. (Tirmizî, 269; Ebu Davud, 841; Nesâî, 2/207. isnadı ceyyiddir)

Ebu Bekir b. Ebu Davud ise: "Bu sünneti yalnızca Medineliler nakletmiştir .Onlar da bu sünnetin iki senedine sahipler: Birisi, bu sened, diğeri de Ubeydullah-Nâfi'-îbn Ömer- Peygamber (s.a.) senedi."
Ben derim ki: (İkinci) hadisle, Esbağ b. Ferec-ed-Derâverdî-UbeyduIlah-Nâfi' senediyle nakledilen:
"îbn Ömer ellerini dizlerinden önce yere kor ve Peygamber'in (s.a.) de böyle yaptığım söylerdi." hadisini kastediyor.
Yine bu hadisi Hâkim, Mustedrek'inde Mihrez b. Seleme yoluyla ed-Derâverdî'den nakledip: "Muslim'in şartlarını taşıyor" demiştir. (Hâkim, Mustedrek, 1/226; Beyhakî, Sünen, 2/100; İbn Huzeyme, Sahih, 627. İsnadı sahihtir. Hâkim sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona katılmıştır)
Hâkim, Hafs b. Gıyâs-Âsim el-Ahvel senediyle Enes'in şöyle dediğini nakleder: "Allah Rasûlu'nü (s.a.) tekbir alıp secdeye inerken gördüm; dizleri ellerinden önce yere değdi!" Hakim: "Bu hadis Buhârî ve Muslim'in şartlarını taşı*yor. Hiçbir illetini bilmiyorum" diyor. (Hâkim, 1/226. Seneddeki el-Alâ b. ismail meçhuldür. Hafız Ibn Hacer, Lisanu'l-Mîzan'da. onun biyografisini anlatırken diyor ki: Bu hadisi Dârakutnî (1/345) rivayet etti. el-Alâ bu hadisin rivayetinde yalnız kalmıştır. Hafs b. Gıyâs'ın oğlu Ömer, ona muhalif rivayette bulunmuştur. Ömer ise babasının rivayetlerini en sağlam bilen insandır. Ömer, babası Hafs b. Gıyâs-el-A'meş-lbrahim-Alkame vs. kanalıyla Ömer'in davranışı olarak (mevkuf) rivayet ederler. Mahfuz olan da budur)
Ben derim ki: Abdurrahman b. Ebu Hatim "Bu hadisi babama sordum. Bu hadis munkerdir, dedi" diyor. Ebu Hâtim'in hadisi münker sayması —Allah daha iyi bilir ya— Hafs b. Gıyâs'dan el-Alâ b. İsmail el-Attâr'in nakletmiş olmasından kaynaklanıyor. Çünkü bu el-Alâ adlı zat Kutub-i Sitte'de adı geçmeyen meçhul bir zattır. Görüldüğü üzere her iki tarafın da (delil gösterdikleri) merfû hadisler bunlar.
Sahabeden nakledilen eserlere gelince; Abdurrezzak, İbnu'l-Munzir... vs.'nin naklettiklerine göre Ömer İbnu'l-Hattâb (r.a.) dizlerini ellerinden önce yere kordu. (Abdurrezzak, Musannef, 2955.)
İbn Mes'ûd'un (r.anh)'da böyle yaptığı nakledilmiştir. Tahâvî, Fehd-Ömer b. Hafs-babası Hafs-el-A'meş-İbrahim (en-Nehâî) yoluyla Abdullah'ın (İbn Mes'ûd) öğrencileri olan Alkame ve el-Esved'in: "Öğrendiğimize göre Ömer, rukûdan sonra, devenin çöktüğü gibi dizleri üzerine çöker; dizlerini ellerinden önce yere kordu" dediklerini naklettikten sonra el-Haccâc b.Ertât yoluyla İbrahim en-Nehâi'nin: "Nakledildiğine göre, Abdullah b. Mes'ûd'un dizleri, yere ellerinden önce dokunurdu." sözünü serdetmiştir. Ayrıca (Tahâvî), Ebu Merzûk-Vehb-Şu'be-Muğîre yoluyla şunu nakleder:
Muğîre diyor ki: "İbrahim'e, secde edeceği zaman ellerini dizlerinden önce yere koyan adamın durumunu sordum. Bunu ahmak ya da deliden başka kim yapar! dedi".
İbnu'l-Munzir diyor ki:
Bu konuda ilim adamları görüş ayrılığına düştüler;

1- Dizlerini ellerinden önce yere kor diyenlerden bazıları şunlardır: Ömer Îbnu'l-Hattâb (r.a.), en-Nehaî, Muslim b. Yesâr, es-Sevrî, eş-Şâfiî, Ahmed, İshak, Ebu Hanîfe ve arkadaşları ile Kûfeli fakihler.

2- Bir grup ellerini dizlerinden önce yere kor demişlerdir... Mâlik bu görüştedir. el-Evzâî: "Ulaştığımız insanlar ellerini dizlerinden önce koyarlardı" diyor. İbn Ebî Davud ise: "Bu görüş hadis ehlinin görüşüdür." diyor.
Ben derim ki: Ebu Hureyre hadisi Beyhakî tarafından başka bir lafızla şu şekilde rivayet edilmiştir: "Herhangi biriniz secde edeceği zaman deve gibi çökmesin, ellerini dizlerinin üzerine koysun." (Beyhakî, es-Sunenu'l-Kubrâ, 2/100)
Beyhakî: "Bu hadis sağlam yolla rivayet edilmiş (mahfuz) ise secdeye inerken ellerin dizlerden önce yere konacağına delil olur" diyor.
Vâil b. Hucr hadisi, şu yönlerden tercihe şayandır: (Yukarıda geçen dipnotlara müracaat edildiğinde görülür ki, tercihe şayan olan müellifin görüşünün aksidir; Ebu Hurayra hadisi sahîh senedli olması bakımından Vâil hadisine tercih edilir. Bu hadisde muztariblik bulunduğu iddiası ise tztırâb bulunan bütün rivayetlerin zayıf olmasından dolayı ortadan kalkar.)

1- el-Hattâbî gibi bazı âlimlerin söyledikleri üzere Vâil hadisi, Ebu Hurayra hadisinden daha sağlamdır.

2- Yukarıda da geçtiği üzere Ebu Hurayra hadisi ,metni muztarib bir hadistir. Kimileri "Ellerini dizlerinden önce yere koysun" şeklinde rivayet ederken kimileri tam tersini rivayet etmiş; kimileri ise, "Ellerini dizlerinin üzerine koysun" şeklinde rivayet ederken kimileri de tamamen bu cümleyi kaldırmıştır.

3- Yukarıda geçtiği üzere Buharı, Dârakutnî, v.s. muhaddisier Ebu Hurayra hadisini illetli saymışlardır.

4- Ebu Hurayra hadisinin sabit olduğu kabul edilse bile, bir grup ilim adamı hadisin nesholunduğunu savunmuştur. îbnu'I-Munzir diyor ki: "Bazı arkadaşlarımız elleri dizlerden önce yere koymanın nesholunduğunu sanmaktadırlar." Nitekim bu husus yukarıda geçmişti.

5- Ebu Hurayra hadisinin aksine, Vâil hadisi Peygamber'in (s.a.) namazda iken deve gibi çökme yasağına paralellik arzetmektedir.

6- Ömer İbnu'l-Hattâb, oğlu (Abdullah b. Ömer) ve Abdullah b. Mes'ud gibi sahabeden nakledilenlere de uygundur. Kendisinden gelen rivayet farklılığına rağmen yine de Ömer'i (r.anh) istisna edersek hiçbir sahabeden Ebu Hurayra hadisine muvafık bir rivayet gelmemiştir.

7- Yukarıda geçtiği üzere İbn Ömer, Enes gibi sahabîlerden naklolunan şahid hadisler de mevcuttur. Ebu Hurayra hadisi için tek bir şâhid hadis yoktur. Her iki hadis birbirine karşı koyacak derecede olsa bile şahidlerinden dolayı Vâil b. Hucr hadisi yine öne alınır. Oysa yukarıda geçtiği üzere Vâil hadisi daha güçlüdür!

8- Çoğunluğun görüşü de Vâil hadisi üzerinde birleşmektedir. Diğer görüş yalnız el-Evzâî ve Mâlik'ten naklolunmuştur.
İbn Ebî Davud'un: "Bu görüş hadis ehlinin görüşüdür." demesine gelince, İbn Ebî Davud bu sözüyle onların .bir kısmını kasdetmiştir. Yoksa Ahmed, Şafiî ve İshâk (hadis ehlinden oldukları halde) o görüşün muhalifidirler.

9-
Vâil hadisinde, Peygamber'in (s.a.) fiilini anlatmak için serdedilmiş hikâyesi olan bir olay geçmektedir. Bu yüzden sağlam naklolunmuş olması akla daha uygundur. Çünkü hadiste hikâye olunan bir olay bulunması onun sağlam naklolunduğunu gösterir.

10- Bu konuda naklolunan bütün fiiller başkaları tarafından'da sahih ve sağlam olarak naklolunmuştur. Bunlar bilinen sahih fiillerdir. Bu fiil de onlardan biridir. Buna da o fiillerin hükmü verilir. Çelişik olan ise buna karşı koyamaz. Şu halde Vâil hadisinin tercihe şayan olduğu belirginlik kazanmıştır. En iyi bilen Allahtır.
Peygamber (s.a.) alnı ve burnu üzerine secde ederdi. Sarığının kıvrımına secde etmezdi. Sarığının kıvrımı üzerine secde ettiğine dair ne bir sahih, ne bir hasen hadis sabit olmuştur. Ancak Abdurrazzak, Musannef'inde Ebu Hurayra'nin: "Allah Rasûlu (s.a.) sarığının kıvrımı üzerine secde ederdi" dediğini nakletmektedir. (Abdurrazzak, Musannef, 1564.)
Bu hadis, metruk bir râvi olan Abdullah b. Muharrar tarafından rivayet edilmiştir. Ayrıca bu hadisi Ebu Ahmed ez-Zubeyrî, Câbir'den nakletmiştir. Ancak bu hadisi ikisi de metruk râvi olan Amr b.Şemir - Cabir el-Ca'fî yoluyla Câbir'den nakletmiştir. Ebu Davud'un Merâsîî adlı eserinde anlattığına göre Allah Rasûlu (s.a.) mescidde namaz kılmakta olan ve alnının üzerine sarık sardığı için şakağına secde eden bir adam gördü. Bunun üzerine Allah Rasûlu (s.a.) adamın alnını açtı.
Allah Rasûlu (s.a.) çoğunlukla yere (toprağa) secde ederdi. Suya, çamura, hurma yaprağından örülmüş küçük örtüye, yine hurma yaprağından örülmüş hasıra ve tabaklanmış post üzerine secde ederdi.
Secde ettiğinde alnını ve burnunu yere iyice yerleştirir, ellerini yanlarından o kadar dışarı çıkarır, uzaklaştırırdı ki, koltuklarının aklığı gözükür, hatta bir kuzu altlarından geçmek istese geçebilirdi.
Ellerini, omuzları ve kulakları hizasında yere kordu. Muslim, Sahih'-inde Berâ'dan naklen Peygamber'in (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Secde ettiğinde avuç içlerini yere koy; dirseklerini yukarı kaldır." (Muslim, 194; Ahmed, 4/283, 294.)

Secdede bütün uzuvları düzgün (itidal halinde) durur, ayak parmaklarının uçlarını kıbleye yöneltirdi.
Avuçlarını ve parmaklarını yere yayar; parmak aralarını ne ayırır, ne de sıkardı. İbn Hıbbân'ın Sahih'inde ise rukû ettiğinde parmaklarını ayırdığı, secde ettiğinde parmaklarını bitiştirdiği rivayet edilmektedir. (İbn Hibbân, Mevârid, 488; İbn Huzeyme, Sahîh, 594; Hâkim, Müstearek, 1/727. Hâkim hadisi sahih saymış, Zehebî de ona katılmıştır. Peygamber (s.a.) namazını iyi kılmayan birine böyle yapmasını emrederek: "Rukû ettiğinde avuçlarını dizlerin üzerine koy. Sonra parmak aralarını aç" buyurmuştur. Bu hadisi İbn Huzeyme ve (ibn Hibbân rivayet etmişlerdir.)
Secde esnasında şu dualardan birini okurdu: Subhâne Rabbiye'l-A'lâ
1- "En yüce olan Rabbimi tenzih ederim." (Muslim, 772; Tinnizî, 262; Ebu Davud, 871; Nesâî, 2/224; İbn Mâce, 888; Ahmed, 5/382, 384, 389, 394, 397, 398, 400. Bu konuda ayrıca Tirmİzî (261) ve Ebu Davud'da (886) Abdullah b. Mes'ud'dan hadis rivayet edilmiştir. Peygamber'in (s.a.) bu sözü rukûda söylemeyi emrettiğini ise Ahmed, Ebu Davud (869) ve İbn Mâce (878), Ukbe b. Âmir'den nakletmişlerdir.) Bu duayı okumayı emretmiştir.

2- "Rabbimiz olan Allah'ım! Sana hamdederek Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Allah'ım! Beni bağışla."

3- "O Allah, her türlü noksanlıktan munezzeh Subbûh, Kuddûs' lerinin sahibi, meleklerin ve Ruh'un sahibidir,"

4- "Allah'ım! Sana hamdederek Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Senden başka ilah yoktur." (Muslim, 485; Nesâî, 2/223; Ahmed, 6/15)

5- "Allah'ım! Gazabından hoşnutluğuna, azabından affına! sığınırım. Senden yine Sana sığınırım. Sana övgüler sıraîayamam. Sen kendini övdüğün gibisin." (Muslim, 486; Ebu Davud, 879; Nesâî, 2/222; Ahmed, 6/58, 201.)

6- "Allah'ım! Sana secde ettim, Sana inandım. Sana teslim oldum. Yüzüm secde etti, kendisini yaratan, şekillendiren, göz-kulak veren Allah'a. En güzel yaratıcı olan Allah'ın şanı ne yücedir."

7- "Allah'ım! Bütün günahlarımı, ufağını - büyüğünü, ilkini sonunu, açığını-gizlisini bağışla!" (Muslim, 483; Ebu Davud, 878.)

8- "Allah'ım! Günahımı, bilgisizliğimi, isimdeki savurganlığımı ve benden daha iyi bildiğin kusurlarımı bağışla.
Allah'ım! Benim tarafımdan olan ciddi-şaka, hatah-kasıtlı bütün kusurlarımı bağışla.
Allah'ım! Gelmiş-geçmiş, gizli-açık yaptığım günahlarımı bağışla! Sen benim İlahımsın. Senden başka ilah yoktur." (Buhari, 80/60; Muslim, 2719. Ancak bu dua yer ve zamanla kayıtsız gelmiş, hadisde söyleneceği yer belirtilmemiştir. Son bölümü, Peygamber'in (s.a.) tahiyyât ile selâm arasında okuduğu Muslim'de (771), Ali'den rivayet edilmiş, yine Muslim'de (769) aynı bölüm İbn Abbas'dan yer tayin edilmeksizin nakledilmiştir.)

9- "Allah'ım! Kalbimde bir nur, kulağımda bir nur gözümde bir nur, sağımda bir nur, solumda bir nur, önümde bir nur, arkamda bir nur, üstümde bir nur, altımda bir nur var et! Benim için bir nur yarat." (Muslim, 736 (187).)
Secdede dua etmeye çalışmayı emretmiş ve: "Bu şekil duanız kabule lâyıktır" buyurmuştur.' (Muslim, 479; Ebu Davud, 876; Nesâî, 2/217, 218; Ahmed, 1/219.)
Burada secdede iken çok dua etmek mi, yoksa dua edecek bir kimse herhangi bir yerde dua edeceği zaman secdede etsin diye mi emrolunmaktadır?
İkisi arasında fark vardır. Hadisin yorumlanabileceği en güzel anlam şudur:
Dua iki türlüdür: 1- Övgü duası, 2- İstek duası.
Peygamber (s.a.) secdede iken her iki tür duadan çokça okurdu.
Secdede okunmasını emrettiği dua her ikisini de kapsar.
Duanın kabulü de iki türlüdür:
1- İsteklinin isteği verilmek usretiyle duanın kabulü,
2- Övgü söyleyene sevab bahşedilmek suretiyle duasının kabulü. "Bana dua ettiğinde, dua edenin, duasını kabul ederim." âyeti (Bakara: 2/187.) her iki türden biriyle tefsir edilmiştir. Doğrusu bu âyet her ikisini de kapsar.

(İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/207-219.)


----------------------------------------------------
t400_a4338df7-02db-48ba-9eb0-cdea9b261ad1.gif


Nasıl Secdeye Gidilir?

1056- Ebu Davud, Vail bin Hucr (r.anh)'dan şöyle rivayet etmiştir:
"
Rasulullah (a.s) secde ettiğinde dizlerini ellerinden önce (yere) koyardı. Kalktığında ellerini dizlerinden önce kaldırırdı."
Ebu Davud'un bir başka rivayetine göre de şöyle söylemiştir:
"
Secde ettiğinde, dizleri ellerinden önce yere değerdi. Secdeye vardığında, alnını ellerinin arasına koyardı ve koltuklarını açardı."

(Ebu Davud (1/196-197) Kitabu's-Salat, 117-Namaza başlama babı )

Ebu Davud şöyle söylemiştir:
"Asım bin Kelib'in babasından rivayet etmiş olduğu hadis de böyledir. Bunun ravilerinden birinin rivayet etmiş olduğu bir hadiste de şöyle denmektedir:
"
Kalktığında dizlerinin üstüne kalkar ve uyluklarının üzerine dayanırdı."

Tirmizi şöyle söylemiştir:
"Bu hadis hasen, garibdir. İlim adamlarının çoğunluğuna göre bununla amel edilmektedir. Bu itibarla onların görüşlerine göre kişi (secdeye giderken) dizlerini ellerinden önce yere koyar. Kalkarken de ellerini dizlerinden önce kaldırır. Senedinde (ravileri arasında) Şerik bin Abdullah Neha'i Kadı vardır. Bu kişi saduktur (doğru sözlüdür, hadis rivayetinde sikadan sonra gelen derece) ancak zaman zaman hata ediyordu. Bununla birlikte hadisin kuvvetlenmesini sağlayan şahitleri bulunmaktadır."

(Şerhu's-Sunne (3/133) Cami'ul-Usul (5/378)

Ebu Süleyman Hattabi şöyle söylemiştir:
"Vail'in hadisi bundan daha sağlamdır. -Bu sözüyle aşağıda gelecek olan ve Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edilen hadisi kasdetmektedir-. Bazı ilim adamları bunun neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu konuda zayıf bir rivayet nakledilmiştir."

Beğavi şöyle söylemiştir: (Ebu Davud (1/222) Kitabu's-Salat, 140-Kişinin (namazda secdeye giderken) ellerini dizlerinden Önce nasıl koyacağı babı. Tirmizi (2156) Ebvabu's-Salat, 189-Secdeye giderken ellerden önce dizleri koymak hakkında gelen rivayetler babı. Nesai (2/206-207) 12-Kitabu't-Tatbik, 38-Kisinin secdeye giderken yere ilk ulaşacak organının hangisi olduğu babı. İbni Mace (11286) 5-Kitabu İkameti's-Salati ve's-Sunnetifihâ, 19-Secde babı.)
"İlim adamları bu konuda -yani elleri ve dizleri koyma ve kaldırmadaki öncelik konusunda- ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğu dizlerin ellerden önce konacağı görüşünü tercih etmişlerdir."
Ellerin önce konacağını söyleyenler Ebu Hurayra (r.anh)'nin hadisini esas almışlardır.

(Said Havva, El Esas Fi’s Sunne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: Cilt 2 – Bölüm: 5 sayfa /524-524)

Bir Açıklama

Kişinin secdeye giderken önce dizlerini, sonra ellerini, sonra da yüzünü yere koyması; secdeden kalkarken de önce yüzünü, sonra ellerini, sonra da dizlerini kaldırması Şafilere, Hanbelilere ve Hanefilere göre sünnet olan uygulamadır.
Malikiler ise secdeye varırken ellerini dizlerinden önce koyarlar ve kalkarken de ellerine dayanırlar. Yukarıda geçen nass (hadis) üç mezhebin dayandığı delildir.
Birinci uygulama rahat hareket etmeye daha uygun olan tarzdır.
İkinci uygulama ise bazı özel durumları olan kişilerin konumlarına uygun düşer.
Bu konudaki hüküm ise geniştir. Çünkü görüş ayrılığı hangisinin sünnet olduğu konusundadır.


1057- Ebu Davud, Ebu Hurayra (r.anh)'den şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"
Biriniz secde ettiğinde devenin çökmesi gibi çökmesin. Ellerini dizlerinden önce koysun."
Bir başka rivayete göre ise şöyle söylemiştir:
"
Biriniz öne doğru gidip namazında devenin çökmesi gibi çöküyor."

"
Ellerini dizlerinden önce koysun" ibaresinde emir sigasının kullanılması problem oluşturmaktadır. Çünkü deve çökerken ön ayaklarını arka ayaklarından önce koymaktadır. Böyleyken nasıl önce deve gibi çökmekten nehyedilir de sonra öncelikle ellerin yere konması emredilir.
En doğrusunu Allah bilir de, bundan dolayı Cami'u'1-Usul müellifi cümleyi "koyar" ibaresiyle vermiştir.
Bu durumda yukarıdaki hadisin anlamı şöyle olur:
"
Biriniz secde ettiğinde devenin çökmesi gibi çökmesin.

(Ebu Davud (1/222) Kitabu's-Salat, 140-Kişinin (namazda secdeye giderken) ellerini dizlerinden önce nasıl koyacağı babı. Nesai (21207) 12-Kitabu't-Tatbik, 38-Kişinin secdeye giderken yere ilk ulaşacak organının hangisi olduğu babı İsnadı hasendir.)
O ellerini dizlerinden yani ön ayaklarını arka ayaklarından önce koyar. Ancak bazılarının "devenin dizleri ellerindedir (yani ön ayaklanndadır)" demeleri de problemi çözmemektedir. Çünkü onların dedikleri gibi olsaydı (devenin çökmesi hakkında kullanılan "bereke" fiili kullanılarak:
"Devenin çökmesi gibi çöksun. Şüphesiz o yere ilk önce ellerini (yani ön ayaklarını) koyar" denirdi.

Tirmizi'nin haşiyesinde şöyle denmektedir:
"Bu hadisin baş tarafının son tarafına ters olduğu açıktır. Çünkü biri dizlerinden önce ellerini yere koyunca devenin çöküşü gibi çökmüş olur. Bazılarının buradaki tersliği gidermek için söyledikleri, insanın dizlerinin ayaklarında, dört ayaklıların dizlerinin ise ellerinde (ön ayaklarında) olduğu sözünü Kamus müellifi Seferu's-Se'ade'de reddetmiş ve şöyle söylemiştir:
"Bu, tamamen yanlış bir iddiadır ve dil konusundaki Önderlerin açıklamalarına terstir."

İbni Kayyim de şöyle söylemiştir:
"Ebu Hurayra (r.anh)'den rivayet edilen hadisi Buhari, Tirmizi ve Darakutni illetli (zayıf, senedi sağlam olmayan) bulmuşlardır." (eli'la (3/26-27)Şerhu's-Sunne (2/134-135) Cami'ul Usul(51378))

Önce ellerin konmasının gerektiğini ileri sürenler tarafından şu hadis delil gösterilmektedir:

1058-Darakutni, Abdullah bin Ömer (r.anhuma)'den rivayet etmiştir:
(Hakim (11226) Muslim'in şartına göre Hakim bunun sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onun görüşüne muvafakat etmiştir.
Beyhaki (21100) Kitabu's-Salat, Kişinin namazda ellerini dizlerinden önce koyacağını söyleyenler babı. Beyhaki bunu Abdulaziz bin Muhammed Deraverdi'nin Abdullah bin Ömer (r.anhuma)'den, onun da Nafi'den rivayeti tankıyla nakletmiştir. Ancak Beyhaki bunun illetli olduğunu ileri sürmüş ve şöyle söylemiştir: "Abdulaziz böyle söylemiştir ve onu vehimli olarak görmüyorum," Yani onun merfu olarak böyle söylediğine dikkat çekmiş ve sonra: "Sağlam olanı bizim seçtiğimiz şeklidir" demiştir. Daha sonra da bunu Eyyub'un Nafi'den, onun da Abdullah bin Ömer (r.anhuma)'den rivayeti tarıkıyla vermiştir. Bu rivayete göre Abdullah bin Ömer (r.anhuma) şöyle söylemiştir: "Biriniz secde ettiğinde ellerini kaldırsın. (Secdeden) kalktığında toplasın."
Hafız İbni Hacer ise şöyle söylemiştir: "Dikkatle inceleyen biri bunun merfu olmayıp mevkuf olduğunu söyler. Birinci rivayet secdeye giderken elleri dizlerden önce yere koymakla, ikincisi ise genel olarak elleri yere koymakla ilgilidir." (Bkz. İrvau'l-Galil 2177)


"O (yani Abdullah bin Ömer (r.anhuma) dizlerinden önce ellerini yere koyardı ve şöyle söylerdi:
"
Rasulullah (a.s) böyle yapardı."
Bunu Tahavi, Şerhu'l-Me'ani'de rivayet etmiştir.

(Said Havva, El Esas Fi’s Sunne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: Cilt 2 – Bölüm 5 sayfa /526-528)

----------------------------------------------------

SECDEYE GİDERKEN ELLERİN DİZLERDEN ÖNCE KONULACAĞI BABI

101) Ebu Hurayra (r.anh.)'dan, şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)buyurdu ki:
"Sizden biriniz secde ettiği vakit, devenin çöktüğü gibi çökmesin. Önce ellerini, sonra dizlerini koysun."
(Bu hadisi Ahmed (2/381) Ebu Davud (840) Nesei (2/207)Darimi (1327) Dare Kutni (1/345) Tahavi (1/245) Beyhaki (2/99) ve Buhari Tarihinde (1/139) sahih bir senedle rivayetetmişlerdir.)

102) İbnu Umer (r.anh)'dan şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.v.) secde ettiği vakit ellerini dizlerinden önce koyardı.
(Bu hadisi Buhari Ta'likan (803) Ibnu Huzeyme (627) Dari Kutni (1/344) Tahavi (1/254) ve Hakim sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

DİZLERİ ELLERDEN ÖNCE KOYMA HADİSİNİN ZAYIF OLDUĞU BABI

103) Vail İbnu Hucr (r.anh.)'dan, şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a.v.) secdeye gittiği vakit, dizlerini ellerinden önce koyardı. (Secdeden kıyama) kalktığı zamanda ellerini dizlerinden önce kaldırırdı.
(Bu hadisi Ebu Davud (838) Tirmizi (268) ve İbnu Mace (882) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.)

Ebu İsa (Tirmizi) bu hadis hasen garib'dir. "Şerik"den bu hadisi başka birinin rivayet ettiğini bilmiyoruz dedi.
Dare Kutni'de Sunenin'de "Şerik" rivayetinde teferrüd ettiği zaman onun rivayeti zayıfdır dedi.

Yukarıda görüldüğü gibi Vail'in hadisi seneden zayıfdır. Ma'lum olduğu gibi zayıf hadis'le amel etmek caiz değildir. Sahih olan Ebu Hureyre ve İbnu Umer hadîsidir.

(Muhammed ebu Said el Yarbuzi; Kitap ve sünneti ihya Yayınları : Kuran ve Sünnete Göre Namaz)

(Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş ; Kuran ve sünnet ışığında sahih İlmihal, S. 123)

----------------------------------------------------



Sünnet-i seniyye rukûdan sonra itidal miktarının ne kadar olduğuna delâlet etmektedir. Berâ b. Âzib Radıyallahu anh dedi ki:
"Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte
kıldığımız namazı dikkatlice takib ettim. Onun kıyamını, rukûya varışını, rukûsundan sonra kalkışını, secdesini, iki secde arasındaki oturuşunu, sonra bir daha secde yapışını, selâm vermeden önceki oturuşunu ve namazından ayrılışını nerdeyse birbirine yakın buldum."
(Muslim, I, 343, H. no: 471)


Sonra eğer imkânı varsa dizlerini ellerinden önce koyacak şekilde tekbir getirip, secdeye varır. Eğer dizlerini önce koymakta zorlanırsa, önce ellerini koyar. Ayak ve el parmaklarını kıbleye doğru tutar. El parmaklarını birbirine bitişik tutar. Secdesini yedi azası üzerine yapar.
Bunlar burun ile birlikte alın, iki eller, iki diz ve ayakların parmaklarının içleridir. Bu sırada "subhâne rabbiye'l-a'lâ" der ve bunu üç veya daha fazla tekrarlar.
Bundan başka "subhanekellahumme Rabbenâ ve bi hamdike Allahummağfirlî" demesi de mustehabtır.

Ayrıca" subbûhun, kuddusun, Rabbu'l-melaiketi ve'r-ruh"der ve çokça dua eder.
Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Rukûa gelince, orada aziz ve celil olan Rabbi tazim ediniz, secdelerde ise çokça dua ediniz, orada duanızın kabul edilmesi umulur." (Muslim, I, 343, H. no: 479)
Rabbinden dünya ve âhiret hayırlarından ister. Namaz farz ya da nafile olsun farketmez.

Daha sonra secdeye gider. Pazularını yanlarından, karnını baldırlarından, baldırlarını bacaklarından uzak tutar. Kollarını yerden kaldırır.
Enes (Radıyallahu anh)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki: "Sucûd halinde mutedil
olunuz. Sizden herhangi biriniz köpeğin yayması gibi kollarını yere koymasın.”

(Buhârî, I, 200; Muslim, I, 355, H. no: 493)

Namaz kılan (secdede iken) ellerini yerde, omuzların hizasında tutabilir. Dilerse onları daha öne götürerek, alnının yahutta kulak diplerinin hizasında da tutabilir. Bütün bu hususlarda

sünnetten rivâyet gelmiş bulunmaktadır.
Secdeye varmak yüce Allah'a ibadetin ve O'nun önünde zilletle eğilmenin en mükemmel hallerindendir. İnsan vücudundaki en şerefli azası olan alnını, onun en aşağıda bulunan ve en alttaki azası olan ayağının hizasında yüce Allah'a ibadet etmek ve O'na yakınlaşmak için koyar.
İşte bundan dolayı insan secde halinde iken yüce Allah'a en yakındır. Yüce Allah: "Secde et ve yaklaş!" (el-Alak, 96/19) diye buyurmaktadır. Bundan dolayı azalarımızın secdeye
varmasından önce kalblerimizin secde edebilmesi gerekir. Taki insan Allah için bu zillet ve tevazuunda secdenin tadını ve lezzetini idrâk edebilsin.

Ebu Hurayra (Radıyallahu anh)'dan rivâyete göre Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

"Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secdede olduğu haldir. Bu sebeble secdede çokça dua ediniz." (Muslim, I, 350, H. no: 482)

Sonra tekbir getirerek başını kaldırır. Sol ayağını yayarak üzerinde oturur. Ayağın üst kısmı yere, iç kısmı yukarıya doğru gelir. Sağ ayağını diker, ellerini parmak uçları dizlerinin
yanında olacak şekilde uyluklarına koyar. Yahutta sağ elini sağ dizi üzerine koyar, sol eliyle ise sol dizini kavrar. Bu iki şekil Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den rivâyet edilmiş
olup, her ikisi de sahihtir.
Bu esnada: "Allahum mağfir lî, verhamnî ve âfinî, vehdinî,
verzuknî: Allah'ım bana mağfiret buyur, merhamet eyle, afiyet ver, hidayete ilet, bana rızık ihsan et!" der.
(Ebu Davud, I, 531, H. no: 850; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 160, H. no: 756'da sahih olduğunu belirtmektedir)


Bu oturuşunda da bütün azaları yerli yerince oturur.

Daha sonra tekbir getirerek ikinci secdesini yapar. Birinci secdede yaptığı gibi hareket eder.
Sonra tekbir getirerek başını kaldırır, hafifçe oturur. Buna "istirahat oturuşu (celsetu'listiraha)" denilir ve bu oturuş müstehabtır. Terkedecek olursa bir beis yoktur. Fakat bu
oturuşta herhangi bir zikir ve dua bulunmamaktadır.
Daha sonra ikinci rekat için mümkün olursa dizlerine dayanarak kalkar. Bu zor gelirse (elleriyle) yere dayanır. Sonra Fatiha'yı ve Fatiha'dan sonra Kur'ân-ı Kerim'den kolayına
geleni okur. Arkasından ilk rekatte yaptıklarını yapar. İkinci rekat için iftitah tekbiri de, istiftah duası (başlama duası) da yapmaz, eûzu de çekmez. Çünkü namaz başından sonuna
kadar tek bir ibadettir. Birinci rekâtte eûzu çekmek yeterlidir. Eğer birincisinde unutmuşsa, ikinci rekâtte eûzu çeker.
Bundan dolayı her iki rekâtte Fatiha'dan sonra okuyacağı şeylerde sıraya muhalefet mekrûhtur. Çünkü namazdaki kıraat birdir. Her rekâtte eûzu çekmek caizdir fakat yeni bir
niyet getirmez.
Şâyet namaz iki rekâtli ise yani sabah, cuma ve bayram namazı gibi iki rekât olarak kılınıyor ise, ikinci secdeden başını kaldırdıktan sonra sağ ayağını dikip, sol ayağını yatırarak oturur.
Sağ elini şehadet parmağı dışında diğer bütün parmaklarını kapatarak sağ uyluğu üzerinde koyar. Şehadet parmağı ile tevhide işaret eder. Şâyet elinin serçe parmağı ile yüzük parmağını kapatır, baş parmağı ile orta parmağını halka yaparak, şehadet parmağıyla işaret ederse bu da güzeldir.
Çünkü her iki şekil de Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'den sabit olmuştur. Efdal olan ise kimi zaman bunu, kimi zaman ötekisini yapmaktır. Sol elini sol baldırı üzerine parmakları
açık ve bitişik uzunlamasına yerleştirir.
Sol eli ile diz kapağını tutar, sağ elini az önce parmaklar ile ilgili yapılan iki açıklama şeklinden birisi ile dizi üzerinde koyar. Çünkü sünnet bu şekilde de varid olmuştur.

Daha sonra bu oturuşta teşehhud duasını okur ki o da şudur:
Bütün yüce övgüler, dualar, güzellikler Allah'ındır. Ey Peygamber selam sana! Allah'ın rahmeti ve bereketleri de (üzerine olsun). Selam bizlere ve Allah'ın salih kullarına. Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûludür. (Muslim, I, 302, H. no: 402)

Allah'ım, İbrahim'e ve İbrahim'in âline salât (rahmet) eylediğin gibi, Muhammed'e ve Muhammed'in âline (ümmetine) da salât (rahmet) eyle! Çünkü sen her hamde layık olansın, şanı pek yüce olansın. Allah'ım İbrahim'e ve İbrahim'in âline (ona iman edenlere) bereketler ihsan eylediğin gibi, Muhammed'e ve Muhammed'in âline (ümmetine) de
bereketler ihsan eyle. Şubphesiz ki sen her hamde layık olansın. Şanı pek yüce olansın." (Muslim, I, 305, H. no: 406)

Dört husustan Allah'a sığınması sünnettir. Bunun için şöyle der:
"Allah'ım ben sana, cehennem azabından, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden ve Mesih Deccal'in fitnesinden sığınırım." Sonra dünya ve âhiret hayırlarından dilediği şekilde
dua eder. Annesine, babasına ve onların dışındaki diğer müslümanlara dua etmesinde bir sakınca yoktur. Kıldığı namaz farz ya da nafile olsun farketmez. Arkasından sağına ve soluna "es-selamu aleykum ve rahmetullah... es-selamu aleykum ve rahmetullah" diyerek selam verir. Bunları diliyle söylerken, kalbiyle de düşünür.
Dua esnasında teşehhud getirirken şehadet parmağı ile işaret eder. Dua ettikçe hareket ettirir. Bununla dua edilen yüce Allah'ın yüceliğine işaret eder. Buna göre "et-tahiyyatu lillahi ve’ssalavatu ve’t-Tayyibât" derken işaret etmez. "es-Selamu aleyke eyyuhe'n-nebiyyu" derken işaret eder. "es-Selamu aleyna ve ala ibadillah’is-salihin” derken işaret eder. “Eşhehu enla ilahe illallah”ı okurken işaret etmez. Allahumme salli ala Muhammed..." okurken işaret eder. "Allahumme barik ala Muhammedin..." okurken işaret eder. "eûzu billahi min azabi
cehennem" okurken işaret eder. "Ve min azabi'l-kabr" okurken işaret eder. "Ve min fitneti'lmahya ve'l-memat" okurken işaret eder. "Ve min fitneti'l-Mesihi'd-Deccal" derken işaret eder.
Teşehhuüde dair birden çok şekli gösteren sahih hadisler vârid olmuştur. Bundan dolayı bizim sünnete uyarak, sünneti canlandırmak ve kalbin huzuru için kimi zaman bunu, kimi zaman ötekisini yapmamız gerekir.
Şâyet namaz -akşam gibi- üç rekâtli yahut -öğle, ikindi ve yatsı gibi- dört rekâtli ise teşehhudün birinci bölümünü okur. Bu da az önce kaydettiğimiz "eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Rasûluhu" bölümüne kadardır. Bazı ilim adamlarına göre o bununla birlikte Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e salât da getirir.
Daha sonra dizlerine dayanarak ayağa kalkar, ellerini omuzlarının hizasına yahut kulak diplerine kadar kaldırarak "Allahu ekber" der. Sonra ellerini az önce geçtiği üzere göğsünün üzerine koyar. Sadece Fatiha'yı okur.
Öğle namazının üç ve dördüncü rekâtinde bazı hallerde
Fatiha'dan fazla bir şey okursa mahzuru yoktur. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi vesellem)'den gelen rivâyetler arasında buna delâlet eden ifadeler sabit olmuştur.
Ebu Said (Radıyallahu anh)'ın rivâyet ettiği hadisten [204] bu anlaşılmaktadır. Daha sonra akşamın üçüncü rekâtinden, öğle, ikindi ve yatsının da dördüncü rekâtinden sonra -az önce iki rekâtli namazda eçtiği üzere- teşehhude bulunur. Sonra "es-selamu aleykum ve rahmetullah" diyerek sağına, yine "es-selamu aleykum ve rahmetullah" diyerek soluna selam verir.


( TÜM DETAYLARIYLA NAMAZ Prof. Dr. Abdullah b. Muhammed et-Tayyar Çeviren M. Beşir ERYARSOY GURABA YAYINLARI)
---------------------------

prdimg.php


Eller Üzerine Secdeye Kapanmak

Peygamber (s.a.v.) secde yaparken dizlerinden önce ellerini yere koyardı.”
(İbn Huzeyme (1/76/1) Dârakutnî, Hâkim. Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde ona katılmıştır. Buna ters düşen hadisler sahih değildir. İmam Malik de bu görüştedir. İmam Ahmed’den de buna yakın bir görüş nakledilmiştir. İbnü’l-Cevzî’nin “et-Tahkîk” adlı kitabında da (2/108) böyle geçmektedir. İmam Mervezî de “el-Mesâil” adlı kitabında (1/147/1) sahih bir senedle İmam Evzaî’nin şöyle dediğini nakleder: “Öyle insanlar gördüm ki, namazda dizlerinden önce ellerini yere koyarlardı.”)


Bu şekilde yapılmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
Biriniz secde ettiği zaman deve gibi çökmesin. Yere dizlerinden önce ellerini koysun.”
(Ebû Davud, “el-Fevâid” adlı kitabında (varak, 108/1) Temmâm ve “es-Sunenu’s-suğrâ” ve “es-Sunenu’l-kubrâ” adlı kitaplarında (47/1 - Mekke Kral Abdülaziz Üniversitesi’ndeki fotokopisinden) Nesâî, sahih senedle rivâyet etmiştir. Abdulhak, “el-Ahkâm’ul-kubrâ” adlı kitabında (54/1) hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Yine o, “et-Teheccud” adlı kitabında da (56/1) şöyle demektedir: “Bu, bir önceki hadisten sened bakımından daha iyidir.” O “bir önceki hadis” sözüyle buna aykırı olan Vâil hadisini kasdetmiştir. Hatta bu hadis, sağlam olan bu hadise ve bundan önceki sahih hadislere ters düşmesinin yanı sıra sened bakımından da sahih değildir. Bu zayıflık, hadisin mânasında da söz konusudur. Nitekim bunu “ed-Daîfe”de (929) ve “İrvâu’l-ğalîl”de (357) açıkladım.
Devenin muhalafeti şöyledir: O çökerken, ellerinden önce dizlerini yere koyar. Devenin ön ayakları onun elleri mesabesindedir. Lisanu’l-Arab vdğ. sözlüklerde bu şekilde açıklanmıştır. Tahâvî de “Muşkilu’l-âsâr” ve “Şerhu Meâni’l-âsâr” adlı kitaplarında böyle demektedir. İmam Kasım es-Serakustî de aynı açıklamayı yapmıştır. İmam es-Serakustî, “Garîbu’l-hadîs” (2/70/1-2) adlı kitabında sahih senedle Ebû Hurayra’nin şöyle dediğini nakleder: “Kimse serkeş devenin çöküşü gibi oturmasın.” Ardından bu sözünü şöyle açıklar:
“Bu oturuş, secdede meydana gelmektedir. Namaz kılan kimse, serkeş devenin çöküşü gibi bir anda kendini yere atmasın. Bilakis sakin bir hareketle önce ellerini, sonra dizlerini yere koysun. Bu konuda Peygamber’den konuyu açıklığa kavuşturan bir hadis rivâyet edilmiştir.” Ardından yularıda geçen hadisi nakleder. Ancak İbn Kayyim bu açıklama için tuhaf bir değerlendirmede bulunmuş, şöyle demiştir:
“Bu, aklın almayacağı bir sözdür. Dilbilimciler bunu bu şekilde bilmemektedirler.”
Biraz önce işaret ettiğimiz ve başka kaynaklarda ona karşıt cevaplar bulunmaktadır; oraya bakılabilir. Tuveycirî’ye yazdığım karşıt cevapta konuyu ayrıntılı biçimde ele aldım. Bu cevap yakın zamanda yayınlanacaktır.
[Nesaî, İftitah 128 (1091), c.1-2, s.621-622; Ebû Dâvud, Salât 136, 137 (840), c.3, s.315; Darimî, Salat 74 (1327), c.3, s.133. İbn kayyim'in açıklaması için bkz. “Zadu'l-mead”, c.1, s.262-267. Mutercim]
Peygamber (s.a.v.) yine şöyle buyurmuştur:
Eller de yüz gibi secde ederler. Biriniz yüzünü secdeye koyduğu zaman ellerini de koysun. Yüzünü secdeden kaldırdığında ellerini de kaldırsın.”
(İbn Huzeyme (1/79/2), Ahmed ve Serrâc. Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde ona katılmıştır. Hadis, “el-İrvâ”da (313) tahriç edilmiştir.)

Peygamber (s.a.v.) secdede avuçları üzerine dayanır, [ellerini açar,] (Ebû Davud, Hâkim. Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde ona katılmıştır) parmaklarını birleştirir, (İbn Huzeyme, Beyhakî. Hâkim sahih demiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir) onları kıbleye doğru çevirirdi. (Beyhakî, sahih senedle rivâyet etmiştir. İbn Ebû Şeybe (1/82/2) ve Serrâc’ın rivâyetinde “parmakların kıbleye doğru tutulması” başka bir rivâyet kanalından gelmektedir. [Buhârî, Sıfatu's-salat 50, 64 (95), c.2, s.804, 816; Ebû Dâvud, Salât 115, 116 (732), c.3, s.125-126. Mutercim)
Peygamber (s.a.v.) secdedeyken ellerini omuzlarının”,(Ebû Davud, Tirmizî. İbnu’l-Mulakkin (27/2) hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadis, “el-İrvâ”da (309) tahriç edilmiştir. [Tirmizî, Salât 200 (269), c.1, s.200; Ebû Dâvud, Salât 115, 116 (734), c.3, s.129. Mutercim]) bazen de “kulaklarının hizasında tutardı.” (Ebû Davud ve Nesâî, sahih senedle rivâyet etmiştir.
[Nesaî, İftitah 11 (889), c.1-2, s.531; Ebû Dâvud, Salât 115, 116 (736), c.3, s.133. Mutercim] ) Burnunu ve alnını yere koyardı. (Ebû Davud, Tirmizî. İbnu’l-Mulakkin (27/2) hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadis, “el-İrvâ”da (309) tahriç edilmiştir. [Tirmizî, Salât 200 (269), c.1, s.200; Ebû Dâvud, Salât 115-116, 152-153, 161-162 (734, 894, 911), c.3, s.129, 409, 432-433. Mutercim)


Namazını düzgün kılmayan kişiye şöyle demiştir:
Secde ettiğin zaman, secdeni sağlam bir şekilde yap.” (Ebû Davud ve Ahmed, sahih senedle rivâyet etmiştir. [Ebû Dâvud, Salât 143, 144 (859), c.3, s.355. Mutercim)


Bir başka rivayette ise şu şekilde gelmiştir:
“Secde ettiğin zaman yüzünü ve ellerini yere öyle koy ki, bütün kemiklerin yerine yerleşip rahat etsin.” (İbn Huzeyme (1/10/1) hasen senedle rivâyet etmiştir)

Diğer bir rivayette Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Alnını yere koyduğu gibi burnunu da yere koymayanın namazı kabul edilmez.” (Dârakutnî, Taberânî (3/140/1) ve “Ahbaru Asbahan” adlı kitabında Ebû Nuaym rivâyet etmiştir)
Peygamber (s.a.v.) dizlerini ve ayak parmaklarını da yere sağlamca koyar”, (Beyhakî, sahih senedle rivâyet etmiştir. İbn Ebû Şeybe (1/82/2) ve Serrâc’ın rivâyetinde “parmakların kıbleye doğru tutulması” başka bir rivâyet kanalından gelmektedir. Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde ona katılmıştır.) [ayaklarının ön tarafını ve] ayak parmaklarını kıbleye doğru çevirir”, (Buhârî, Ebû Davud. Ziyade, İbn Raheveyh’in “el-Musned”inde geçmektedir (4/129/2). İbn Sa’d da (4/157) Abdullah b. Ömer’den: “Onun namaz kılarken her tarafının kıbleye doğru dönmesinden hoşlandığını, hatta baş parmağını bile kıbleye doğru çevirdiğini” nakleder. [Buhârî, Sıfatu's-salat 50, 64 (95), c.2, s.804, 816; Ebû Dâvud, Salât 115,116 (732), c.3, s.126. Mutercim) “topuklarını birleştirir” (Tahâvî, İbn Huzeyme (no: 654) ve Hâkim. Hâkim, hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde ona katılmıştır) ve “ayaklarını dik tutardı.” (Beyhakî sahih senedle rivâyet etmiştir) “Ashabına da bu şekilde yapmalarını emrederdi.” (Tirmizî, Serrâc. Hâkim, hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde ona katılmıştır. [Tirmizî, Salat 205 (276), c.1, s.204. Mutercim]) Ayak parmaklarını da öne doğru kırardı. (Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce. Tirmizî hadisin sahih olduğunu da söylemiştir.

[Nesaî, İftitah 138 (1101), c.1-2, s.626; İbn Mâce, İkametu's-salât 72 (1061), c.3, s.372; Ebû Dâvud, Salât 115, 116 (730), c.3, s.119-120)

İşte Peygamber’in (s.a.v.) yedi organ bunlardır: İki el, iki diz, iki ayak, alın ve burun.
Peygamber (s.a.v.) alın ve burnu secdede tek organ olarak kabul eder ve şöyle derdi:
Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum (bir diğer rivayette: secde etmekle emrolunduk): Alın -eliyle burnuna da işaret etmiştir-, iki el (bir diğer rivayette: iki avuç), iki diz ve ayak parmakları. Elbise ve saçımızı toplamamaklada (Bundan maksat, rukû ve secdeye giderken elbise ve saçın eller ile toplanılmasıdır. “en-Nihâye”.
Ben diyorum ki: Bu yasak, sadece namaz durumuna özgü değildir. Âlimlerin çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre; namazdan önce saç ve elbisesini toplayıp, sonra namaza başlayan kimse de bu yasağın kapsamına girer. Biraz sonra geleceği üzere, Peygamber’in saçını toplamış bir hâlde namaz kılmayı yasaklaması bu görüşü kuvvetlendirmektedir.) emrolunduk.” (Buhârî, Muslim. Hadis, “el-İrvâ”da (310) tahriç edilmiştir.
[Buhârî, Sıfatü's-salat 56, 57 (83, 84), c.2, s.808-809; Muslim, Salat 227-231 (490), c.3, s.1476-1477. Mutercim)

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Kul secde ettiği zaman onunla beraber yedi organ da secde eder: Yüzü, avuçları, dizleri ve ayakları.” (Muslim, Ebû Avâne ve İbn Hibbân. [Muslim, Salat (491), c.3, s.1477. Mutercim)

Saçları arkadan toplanarak topuz yapılmış bir hâlde namaz kılan kimse (Muslim, Ebû Avâne ve İbn Hibbân. [Muslim, Salat 232 (492), c.3, s.1480. Mutercim) hakkında şöyle buyurmuştur:

Bu adam, elleri arkadan bağlanmış olarak namaz kılan kimseye benzemektedir.” (İbnu’l-Esir hadisin yorumunda şöyle demiştir: “Hadisin mânası şudur: Saçları salınmış olarak namaz kıldığında, secde ettiği zaman saçları da yere düşecek ve bu sebeble kişiye onlarla secde etme sevabı verilecektir. Fakat saçlarını topladığında böyle olmayacağı için bunlar secde etmemiş olur. Bu açıdan saçlarını toplayarak namaz kılan kimse, elleri arkadan bağlı bir hâlde namaz kılan kişiye benzetilmiştir. Çünkü secde ettiği zaman elleri yere değmemektedir.”
Ben diyorum ki: Anlaşıldığı üzere, bu hüküm sadece erkeklere özgü olup, kadınları içermemektedir. Şevkânî, Kadı Ebû Bekr İbnu’l-Arabî’den böyle nakletmiştir. [Muslim, Salat 232 (492), c.3, s.1480. Mutercim)

Peygamber (s.a.v.) şöyle de buyurmuştur:
Orası şeytanın oturma yeridir.” (Ebû Davud, Tirmizî. Tirmizî, hadisin hasen olduğunu; İbn Hibbân ve İbn Huzeyme ise hadisin sahih olduğunu söylemiştir. “Sahîhu Ebî Davud” (653) Peygamber (s.a.v.) bu sözüyle saçlarının büküm yerini kastediyordu.

Peygamber (s.a.v.) secdede kollarını yere yapıştırmaz, (Buhârî, Ebû Davud. [Buhârî, Sıfatu's-salat 60, (89) c.2, s.811, 812; Muslim, Salat 233- 234 (493-494), c.3, s.1481-1482; Ebû Dâvud, Salât 153, 154 (897, 901), c.3, s.412, 415. Mutercim) aksine onları yerden kaldırır, arkasından bakıldığında koltuk altlarının beyazlığı görünecek şekilde kollarını böğürlerinden uzak tutardı.” (Buhârî, Muslim. Hadis, “el-İrvâ”da (359) tahriç edilmiştir. [Buhârî, Sıfatu's-salat 49 (75), c.2, s.803; Muslim, Salat 235-239 (495-497), c.3, s.1483, 1484. Mutercim)Kollarını o derece kaldırırdı ki, bir kuzu kollarının altından geçmek istese, geçebilirdi.” (Muslim, Ebû Avâne ve İbn Hibbân. [Muslim, Salat 237 (496), c.3, s.1484. Mutercim)

Bazen kollarını o kadar fazla açar, bunda o derece ileri giderdi ki, kimi sahâbîler şöyle derdi:
Secdeye vardığında kollarını böğürlerinden uzak tutmak için çektiği sıkıntıdan dolayı Rasûlullah’a (s.a.v.) acırdık.(Ebû Davud ve İbn Mâce hasen senedle rivâyet etmiştir. [Ebû Dâvud, Salât 153-154 (900), c.3, s.414-415; İbn Mâce, İkametü's-salât 20 (886), c.3, s.132. Mutercim)

Peygamber (s.a.v.) bu şekilde yapılmasını emretmiş ve şöyle demiştir:
Secde ettiğin zaman iki avucunu yere koy ve dirseklerini kaldır. (Muslim, Ebû Avâne. [Muslim, Salat 234 (497), c.3, s.1482. Mutercim)

Yine şöyle buyurmuştur:

Secdeyi tadil-i erkân üzere yapınız. Hiçbiriniz kollarını köpeğin yayması (bir diğer rivayette: yaydığı) gibi yaymasın. (Buhârî, Muslim, Ebû Davud ve Ahmed.
[Buhârî, Sıfatu's-salat 60 (89), c.2, s.812; Muslim, Salat 233 (493), c.3, s.1481; Ebû Dâvud, Salât 153, 154 (897, 901), c.3, s.412, 415. Mutercim)

Başka bir rivayette ise şöyle gelmiştir:
Hiçbiriniz kollarını, köpeğin yere yayması gibi yere yaymasın.(Ahmed, Tirmizî. Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemiştir. [Tirmizî, Salat 204 (274, 275), c.1, s.203. Mutercim)

Peygamber (s.a.v.) yine şöyle buyurmuştur:
Kollarını sırtlan gibi yere yayma, avuçlarına dayan, kollarını böğürlerinden uzaklaştır. Böyle yaptığın zaman her organın seninle birlikte secde eder.” (İbn Huzeyme (1/80/2), “el-Muhtâra” adlı kitabında el-Makdisî ve Hâkim rivâyet etmiştir. Hâkim hadisin sahih olduğunu söylemiş; Zehebî de bu görüşünde ona katılmıştır.)


Muhammed Nâsıruddin el-Elbânî ; HADİSLERLE HZ. PEYGAMBER’İN NAMAZ KILMA ŞEKLİ , BEKA YAYINLARI

-------------------------------------



312320_2.jpg

Secdede Mutmain Olmak:

Namaz kılan kimsenin secdesinde mutmain olması vaciptir. Cumhura göre mutmain olmak farz, Hanefilere göre ise vacibdir.
Bunun da dayandığı delil namazını yanlış bir şekilde kılan bedevi ile ilgili hadisteki şu ifadedir:
"Sonra secde et, ta ki, secdede mutmain oluncaya kadar."


Nitekim Şafiîlere göre, kişinin başının ağırlığının secde yerine ulaşması da vaciptir. Bunun dayandığı delil daha önce geçen haberdir: "Secde ettiğin zaman alnını yere yerleştir."
Bunun manası şudur: Secdede öyle yüklenmelidir ki alnının altında pamuk yahut ot bulunsa bunlar kesif olmalı ve elleriyle hacimleri anlaşılmalıdır.

Yukarıdaki bilgilerden ortaya çıktığına göre secdenin sahih olması için mutmain olmak, Şafiîlerce alnın açık olması şarttır. Cumhura göre bu (alnın açık olması) şart değildir. Secdenin alın üzerinde yapılması ittifakla şarttır.
Hanefîlere göre alına iki ayak ilâve edilir. Şafifler ile Hanbelîlere göre ise iki el, iki ayak ve iki diz ilâve edilir. Hanbelîlere göre ise burun da ilâve edilir.
Secdenin sıhhatinin şartlarından biri de, namaz kılanın alnının yerleşeceği bir şey üzerine secde edilmesidir.

Tenekkus: Namaz kılan kimsenin aşağı uzuvlarının yukarıya çıkması, yukarısının alçalmasıdır. Ancak bir izdiham zamanında bir kimse başka birinin sırtı üzerine secde edebilir.
Nitekim Şafîîler ile Hanefiler de bu meseleyi böyle açıklamışlardır.
Şafiîlere göre secdenin şartlarından biri de secdeyi kastetmiş olmasıdır. Bir kimse yüzü koyun yere düşse, doğrulmak için geri dönmesi, yani secde kastı olmadığı için yeniden secde etmesi gerekir.

Cumhura göre secdenin şekli konusunda sünnet olan, namaz kılan kişinin iki dizini yer üzerine önce koyması, sonra ellerini koyması, sonra alnını ve burnunu koymasıdır.
Secdeden kişi önce alnını, sonra ellerini, sonra dizlerini kaldırır.
Bunun dayandığı delil Vail b. Hucr'un hadisidir:
"Rasulullah (a.s.)'ı secde ederken gördüm. Secde ettiği zaman iki dizini ellerinden önce yere kor, kalktığı zaman elle
rini dizlerinden önce kaldırırdı."
(Bu hadisi Ahmed dışında beş hadis imamı rivayet etmiştir. Neylu'l-Evtâr, II, 253)

Hattabi'ye göre, bu hadis Maliki mezhebinde gelecek olan Ebu Hurayra hadisinden daha sahihtir. Çünkü mezkur tertibin aksi sünnete muhalif olmasına rağmen yeterlidir. Ancak özürlü olursa o takdirde bu müstesnadır.


Malikî'lere göre, secdede iki eli iki dizden önce yere koymak mendubtur.
Bunun gibi ayağa kalkarken iki eli iki dizden sonra yerden kaldırmak gerekir; bu, mendubtur.
Çünkü Ebu Hurayra hadisinde şöyle denilmektedir:
"Sizden biri secde ettiği zaman, deve çöküşü gibi çökmesin, iki elini önce, iki dizini sonra koysun."

(Bu hadisi Ahmed, Ebu Dâvud, Neseî ve Tiimizî rivayet etmişlerdir. Daha önce de zikrettiğimiz üzere, Hattabî şöyle demiştir: Vail b. Hucr hadisi bu hadisten daha doğrudur. Tirmizî hadisi gariptir, Ebu'z-Zinad yolu ile bu yoldan başka bir yol ile bilmemekteyiz demiştir. Neylu'l-Evtâr, II, 255)
îbni Seyyidinnas şöyle demiştir :
Ellerin dizlerden önce yere konmasından bahseden hadis daha doğrudur.
îmam Nevevî ise orta yolu takip ederek şöyle demiştir: Benim için iki mezhebden birini tercih etme durumu ortaya çıkmamaktadır.


(Prof. Dr. Vehbe Zuhayli ,İslam Fıkhı Ans. c:1, Secdede Mutmain Olmak, Sayfa 523 -524)

---------------------------------------------
ABDULHAK :

Bu konuda ben, önce ellerimi sonra dizlerimi koymaktayım.
Malikiler haricinde 3 Mezhebte (Cumhur) , delillere bakarak önce dizlerin koyulmasına fetva vermişlerdir.

Bende bu konuda küçük bir şey söylemek isterim:

Secde halinde kolların dirseklerden açılması, ve ellerin dizlerden 2-3 karış ileri konulması ile düzgün secdeye gidilmiş olabilmektedir.
Alimlerin uygun yorumlarıyla hadislerin iki çeşidiyle de amel edil(ebil)mesinde şahsen ben rahatım. Yeterki delilini bilerek amel edilsin.
Rabbim ibadetlerimizde ihlas, huşu ve sünnete uygunluk versin. (amiin)

----------------------------------

ÇORAPLA NAMAZ KILMAK

Bu mesele (konu) sadece şafii mezhebinde vardır. Şafi mezhebine göre çorapla namaz kılmanın hükmü nedir?

Çorapsız namaz kılmak şart değildir. Erkekler dilerlerse çorapla kılabilirler. Kadınlar için ise ayak avret olduğu için namazda çorap giymeleri gerekir.

-Bu mesele esas itibariyle şu hadise dayanmaktadır:

Abdullah b. Abbas anlatıyor:
Peygamber şöyle buyurdu:
Yedi kemik üzerinde secde etmekle emrolundum: Bunlar: alın -burnuna da eliyle işaret etti. -(Böylece burun-alın bir sayıldı), iki el, iki diz ve iki ayağın kenarları (parmak uçları) dır. Bir de elbise ve saçlarımızı toplamamakla (emrolunduk)
(Buharî, Ezan, 133-134).

-Âlimler, hadiste geçen “elbise ve saçlarımızı toplamamakla emrolunduk.” ifadesi üzerinde durmuş ve sonuç itibariyle söz konusu yedi uzvun açık bulunmasının vacip olmadığı kanaatini belirtmişlerdir.
Özellikle dizler, avret mahalli olduğundan –değil açılmaları- örtünmeleri vacibtir. Ayakların açılmasının da vacib olmadığını gösteren bir delil, mestlerin giyilmesinin caiz olmasıdır.
(İbn Hcer, 2/297; Şevkanî, Neylu’l-Evtar, 2/548-549).

İanetu’t-talibînde “dizlerden başka secde uzuvlarının açık olmasının sünnet olduğu söylenmiştir. (a.g.e, I/144).

Nevevî de değişik görüşlere yer verdikten sonra, “Şafiî mezhebinde en kuvvetli görüşe göre, çıplak ayakla namaz kılmak mustehabtır” demiştir. (Mecmu, 3/429)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Kur'an-ı Kerimi Elde Tutup Okuyarak Namaz Kılmak

sahabe;138018' Alıntı:
Selamunaleykum ve Rahmetullah
değerli kardeşler; Fıkhus sünne'de 'Namazda teravihde elde Kuran okuyarak namaz kılınabilir' diye bir ifade geçiyor.
bu ifade teravih dediğine göre nafile namazlarda elde Kuran okunabileceği kasdediliyor.
burada aklıma takılan bu uygulama farz namazlarında da olabilir mi?.Farz namazlarında ResulullahIn sav kıraatini uzun tuttuğu sahih hadislelrle sabit. benim ise bu uzun sureler ezberimde yok.eğer elde tutarak Kuran okuma farz namazında da oluyorsa bende bu uygulama ile kıraatimi uzun tutabilirim diye düşündüm.
bu konuda yardımlarınızı bekliyorum inşaALLAH...

Rahmana emanet olun..

Mushaf'tan Okumak

Rabbin, senin ve beraberindekilerin gecenin üçte ikisini, yahut yarısını, yahut üçte birini (namaz için) uyanık geçirdiğini bilir. Gecenin ve gündüzün ölçüsünü koyan Allah, sizin onu küçümsemeyeceğinizi bilir ve bu sebeple O rahmetiyle size yaklaşır. O halde Kur’an’ın kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun. Allah, zaman zaman içinizde hastalar, Allah’ın lutfunu aramak için yola koyulanlar ve Allah yolunda savaşa çıkanlar olacağını bilir. Öyleyse ondan (yalnızca) kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun, namazınızda devamlı ve dikkatli olun ve karşılıksız harcamada bulunun ve (böylece) Allah’a güzel bir borç verin çünkü kendi adınıza güzel ne iş yaparsanız karşılığını aynen Allah katında görürsünüz; evet, daha iyi ve daha zengin bir ödül olarak. Ve (daima) Allah’ın bağışlayıcılığını arayın. Kuşkusuz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. (Muzemmil 70)

Çünkü; Namazlarında huşu içinde olan mûminler kurtuluşa ermiştir.” (Mûminun: 1-2)


Buhârî’ni bu rivayetini, Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif'te Eyyûb ibn Ebî Melike yoluyla, İbn Ebî Şeybe de Vekî’-Hişâm ibn Urve-Ebubekr ibn Ebî Melike ve Ebû Melîke- Âişe’den nakletmiştir.
Anlamı şöyledir:


Aişe'nin (r.anha) azadlısı Zekvan, Ramadan ayında mushaftan okuyarak Aişe'ye imamlık yapardı. (Buhari; Ezan, 54) Mâlik ve Şafiî de bu görüştedir.

Aişe'nin (r.anha) azadlısı Zekvan, Ramadan ayında mushaftan okuyarak Aişe'ye imamlık yapardı. Mâlik ve Şafiî de bu görüştedir.

Mushaf’tan okuyarak namaz kılmayı câiz görenler (İbnu Sîrîn, Hasan, Hakem, Atâ)bu hadisle amel ederler… Aynî şu açıklamayı sunar:

“Hadisin zâhiri, Mushaf’ın yüzünden namaz sırasında kırâatı yürütmenin câiz olduğuna delâlet eder.”
İbnu Sîrîn, Hasan Basrî, el-Hakem ve Atâ böyle hükmetmiştir.
Enes (r.anh) , namaz kılar, arkadaki bir köle onun için Mushaf’ı tutardı. Eğer bir ayette yanılacak olsa Mushaf’ı onun için açıverirdi.


Nevevi şöyle demiştir: "Namazda mushafın yapraklarını bazen çevirse, namaz bozulmaz. Eğer Kur an'dan başka yazılı bir kâğıda baksa ve kendi içinden bunu tekrar etse, uzun da olsa namaz bozulmaz, fakat mekruhtur. Şafiî 'İmlâ' adlı kitabında bunu ifade etmiştir."
Fıkhu's- Sunne; Seyyid Sabık, C. 1, Namazda Mubah Olan Şeyler/265

İmam Mâlik, Ramadandaki (terâvih) namazında bunun caiz olduğuna hükmettiAynî, bahsi şöyle bağlar: “Derim ki: Namazda mushafın yüzünden kırâat, Ebû Hanîfe nezdinde namazı bozar, çünkü amel-i kesîrdir. Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre câizdir, çünkü mushafa bakmak da ibadettir, ancak yine de mekruhtur, çünkü bu davranışta Ehl-i Kitab’a benzeme var… İmam Mâlik ve Ahmed’den gelen bir rivâyete göre onlar nazarında, bu sadece nafile namazlarda namazı bozmaz.”

Bu rivayet, namazda Mushafa bakarak okumanın caiz olduğuna delîl sayılmıştır. Ancak kimi de "amel-i kesîr" olur gerekçesiyle, Mushaftan okumanın caiz olmadığını söylemiştir.


Bu konuyu ele alan Hidâye sahibi Burhânu’d-dîn Ebû’l-Hasan Alî el-Marğînânî (ö. 593 H.) şöyle demiştir:
İmâm, Mushaftan okursa Ebu Hanîfe’ye göre namaz bozulur. İmâmeyn (Ebû Yûsuf ve Muhammed)e göre namaz tamdır, çünkü bu durumda ibâdet, ibâdete eklenmiş olur. Ancak bu, Kitab ehlinin eylemine benzediğinden mekruhtur."


Hidâye şârihi Aynî ; Hidâye’nin ibarelerini şöyle açıklıyor:
İmâm, Mushaftan okursa, Ebû Hanîfe’ye göre namaz bozulur.” Saîd ibn el-Museyyib, Hasan-ı Basrî, Şa’bî ve Sulemî de bu görüştedirler.

Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre Mushafa bakarak okuyanın namazı tamdır. Ancak mekruh olur. Çünkü bu, namazlarında Kitaba bakan Kitab ehlinin eylemine benzer. Ebû Hanîfe’ye göre bundan ayrı olarak, bu davranışta amel-i kesîr ve telakkun (öğrenme) vardır.

Fakat Aynî, Kur’ân’ı taşımanın, yapraklarını çevirmenin namazı bozacağı savını, Peygamber’in uygulamasına aykırı bulmaktadır. Çünkü Peygamber (s.a.v.), namazda bundan daha çok olan eylemi yapmıştır:
Ebû’l-As’ın kızı Umâme, kendisinin omuzunda olduğu halde namaz kılar, secdeye vardığında kızı yere bırakır, kalktığında tekrar alırdı. Mushafa bakmak neden caiz olmasın?
Mushafa bakmak, ibâdetin ibâdete eklenmesidir. Mushafa bakmak, mihrabdaki nakışlara bakmaktan daha fazla bir şey değildir. Nakışlara bakmak namazı bozmazken, Kur’ân’a bakmak neden bozsun? Yapraklan çevirmek ise amel-i kalîldir. (Az ameldir)


Ama birinci bakımdan fark vardır. Çünkü yere konulmuş Mushafa bakmak, ameli kesîr değildir. Yazılı bir şeye bakmak da icmâ’ ile namazı bozmaz.

Mushafa bakıp okumayı, öğrenme sayma görüşünü de kabul etmeyen Hidâye sârihi Kemâlu’d-dîn :

“Bu telakkun(öğrenme)dir, sözü, yanlıştır. Yazılı Mushafa bakmak, namazı bozacak ölçüde bir öğrenme değildir” diyor ve Serahsî’nin sözlerini aktarıyor:
“İmam namazda Mushaftan okursa Ebû Hanîfe’ye göre namaz bozulur. Şâfi’îye göre kerahetsiz caizdir. Şâfi’î diyor ki: “Eğer Kitab ehli, namazlarında Kitaba bakıyor, diye Mushafa bakarak okumak, mekruh olursa ezbere okumak da mekruh olur. Çünkü Kitab ehli içinde, ezbere okuyanlar da vardır. Ayrıca biz de onlar gibi tasadduk eder, onlar gibi yer, içeriz. Bunlar mekruh değildir. (Mushafa bakmak neden mekruh olsun?)


Şeyhu’l-İslâm Pezdevî diyor ki: “Mihraba baksa da ’Namazında huşu’ et!’ ibaresinin yazılı olduğunu görse; bu ibareyi düşünse ve anlasa şeyhlerimizden bir kısmına göre -meselâ Ebû Yûsuf’a göre- namazı bozulmaz. Ancak İmâmı Muhammed’e göre bozulur.
Ancak şeyhlerimizden kimi de bakmanın namazı bozmayacağı kanısındadır. Çünkü kitabı okumak bizzat amaç değildir. Asıl amaç, kitabın içindekini bilmektir. Öyle ise amaç aranır. Kitaba, anlamak için bakılır.
Fakat namazda okumak buna benzetilemez. Namazda olanın bakmasında bir sakınca yoktur. Delîli de şudur:
Karısının alnında ’Sen boşsun’, kölesinin alnında da ’Sen hürsün’ diye yazılmış olduğunu gören kimse, bu yazıya bakıp mânâsını anlamakla ne kadın boş, ne köle âzâd edilmiş olur. Bu da gösteriyor ki İmâm Muhammed (Allah rahmet eylesin), anlamayı okumakla, özellikle Kitab okumakla eş tutmuş, ama konuşma ile ilgili diğer hususlarda anlamayı okumaya eş tutmamıştır.

Bu görüşleri Bedâi’ s-sanâyi’de ele elen el-Kâsânî de şöyle diyor:
Namazda Mushafa bakarak okumayı caiz görenler, Âişe’nîn, Zekvân adlı âzâdlı kölesinin Ramadan'da Mushaf’tan okuyarak halka namaz kıldırmasını delîl gösterirler. Ayrıca Mushafa bakmak ibâdettir. Okumak da ibadettir. İbâdetin ibâdete eklenmesi, bozmayı gerektirmez. Ancak Kitab ehlinin eylemine benzediğinden mekruh olur. Fakat Şâfi’îye göre biz, Kitab ehline benzemekten, her konuda men’edilmiş değiliz. Zira biz de onların yediklerini yiyoruz.”


Bu konuda Ebû Hanîfe görüşünün iki yönü vardır:
1- Eğer Mushafı taşıma, yapraklarını çevirip bakma gibi namazda yapılmayacak eylemler varsa, namaz bozulur. Buna göre önüne konulmuş Mushafa bakarak okumak, amel-i kesîr olmadığı için namazı bozmaz.

2- Bakarak okumanın, başkasından öğrenme olacağı, öğrenmenin ise namazı bozacağı noktasından ise Kur’ân’in elde taşınıp taşınmaması arasında fark yoktur.

Zekvân hadîsine gelince, Âişe’nin ve onun görüşünde olan sahabilerin, Kur’ân’a bakmanın öğrenim olduğunu bilmedikleri anlaşılıyor. Namazda öğrenim mekruhtur. Onlar bunu bilselerdi, gerek olmadığı halde bütün Ramadan boyu bu mekruh işi sürdürmezlerdi.
Ya da râvînin “Ramadanda halka imamlık yapardı, Mushaftan okurdu” sözü, iki ayrı durumu anlatmış olabilir. Yani “Ramadanda halka imamlık yapardı” ve “Namaz dışında Mushaftan okurdu.” Bu sözü ile onun, Kur’ân’ı ezber bilmediği anlatılmış olur. Ancak Kur’ân’ın tamamını değil, bazı sureleri okuyarak namaz kıldırırdı, ya da her gün, o gece okunacak Kur’ân’ı ezberliyordu ki Ramadan ibâdetinde (terâvîhte) bütün Kur’ân’ı okumanın farz olmadığı bilinsin…”

İmam Azam Ebu Hanife'ye göre “hafız olmayan bir insanın Kur'an'ı Kerim'i yüzünden okuyarak namaz kılması, namazını bozar.” demiştir.

Bahru'r raik isimil kitabta şu açıklamalar vardır:
Mushaf’tan okuması, Ebu Hanife’ye göre namazı bozar. İki yönden izahı vardır:
A) Mushafı taşımak, ona bakmak, sayfalarını açıp kapamak ameli kesirdir.
B) Mushaftan bir şey alıp öğrenmiştir. Başka birinden öğrenmiş gibi olur.

Musannif, Kafi isimli kitabında bunu tashih etti, her halde namazı bozulur dedi. Serahsi’nin tashihine tabi olarak.

Ebu hanife’nin bir başka delili:
Ebi Davud’un, ibni Abbas’tan tahriç ettiği hadisi şeriftir. Şöyle demiştir:
Emiru-l Mu’minin, insanlara mushaftan okuyarak imamlık yapmaktan bizi men etti.” Bu nehyi, fesadı gerektirir.
Duvarda mihrabta yazılı olanı okumasıyla da namazı bozulur. Az veya çok olması eşittir.
İmamey’ne (İmam Muhammed ve İmam Yusuf) göre namaz bozulmaz fakat mekruhtur. Ancak mezhebin fetvası İmamı Âzam’ın sözüdür. (Namazı bozulur.)

Çünkü namaz içinde Kur'an-ı Kerimi tutup açmak, yapraklarını çevirmek, bakmak amel-i kesir olduğu gibi aynı zamanda, Kur'ana bakarak namaz kılmak, Kur'andan telkin yoluyla öğrenmek demektir. Birinin talimi ile namaz kılmak gibidir. Halbuki namazda iken hariçten birinin Kur'an'dan ayet telkini namazı bozar. Bu itibarla ona göre Kur'andan yüzüne bakarak okumak da telkin gibi olduğundan caiz değildir.

İmam Ebu Yusuf ve Muhammed; mekruh olmakla birlikte yüzüne bakarak okumaya cevaz vermişlerdir. (Tahavî, Muhtasar-ı İhtilafı'l-Ulema, 1/208; Şâşî, Hılyetu'l-Ulema, 2/89)

Çünkü Mushaf okumak ibadet olup, namaz kılarken yapılırsa başka bir ibadete ilave olmuş olur. Bunun bir zararı yoktur. Mekruh olmasının sebebi, ehl-i kitabın yaptıklarına benzemesinden dolayıdır.


Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheblerine göre ise: Teravih namazını Kur'anı Kerim'in yüzünde okuyarak kılmak caizdir. Cevaz verenler nafile namazlar için olduğunu ifade etmişlerdir.

Hanbelîler, namazda Mushafa bakarak okumayı câiz görmüşlerdir. Ancak Kur'an'ı ezbere bilen kimse için bunu mekruh saymışlardır. Çünkü böyle yapmak namazdaki huzurdan ve secde yerine bakmaktan insanı alıkor. Nitekim farz namazlarda mutlak olarak mekruhtur. Çünkü âdette Kur'an'ı ezbere bilen kimse Mushafa bakmaya muhtaç olmaz.

Bu iki durumun dışında Kur'an'ı işitmeye ve onunla kıyamda durmaya ihtiyaç bulunduğu için Mushafa bakarak namaz kılmak mubah olur.

Bu şekilde namaz kılarken "amel-i kesir" sayılabilecek hareketlerden uzak durulması gerektiği şart koşulmuştur.

Amel-i Kesir de genelde iki şekilde tarif edilmiştir:

Dıştan bakan bir insanı namaz kılmadığı kanaatine sevk etmek veya namaz içinde mushafı tutup bir yere koyma, sayfalarını açma sonra okuma gibi bu şekilde peşi peşine arada uzun fasıla olmadan yapılan 3 harekette bulunmak.

Teravih namazının mushafın yüzünden okunarak kılınmasına cevaz veren yaklaşımın delili şu rivayettir:

Aişe (r.anha) validemizin kölesi Zekvan, “Ramadan ayında Kur'an'ı yüzünden okuyarak Aişe'ye hatimle teravih namazı kıldırırdı”. (Bu hadisi Ebu Bekir el-Esrem ile Ibni Ebu Dâvud Hz. Aişe (r.a.)'den rivayet etmişlerdir. Ayrıca İbn-i Sahnun, Mudevvene, 1/224)

İmam Zuhri'ye (Hanefi Mezhebi İmamlarından)de Ramadan'da Mushafa bakarak okuyan kimseden soruldu. "Bizim en hayırlılarımız Mushafa bakarak okurlardı." cevabını verdi.


İmam Zuhri'ye de Ramadan'da Mushafa bakarak okuyan kimseden soruldu. "Bizim en hayırlılarımız Mushafa bakarak okurlardı." cevabını verdi.

Allah Rasulu (s.a.v.) : "Beni nasıl namaz kılarken görüyorsanız siz de o şekilde kılın" buyurmuştur.
(Buharî, Ezan, 18; Ahmed b. Hanbel, Musned, 5/53)


*********

Namazda Hareket

Ebu Muaykib (r.anh)'den rivayete göre , Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Namazda iken sakın çakıl taşlarını düzeltme! Mutlaka yapmak gerekirse 1 sefer düzeltirsin" (Muslim, Mesacid: 12 ; İbn Mace, İkame: 62; ebu Davud; Namaz Bahsi, C. 1, S: 376, Hadis no. 946 Konya yayıncılık)

Abdullah b. Mes'ud'un rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Namaz pek büyük bir meşguliyettir (dolayısıyla başka şeylerle meşgul olunmaz) buyurdu. (Buhari, Menakibub-ul Ensar: 37; Muslim, Mesacid: 34; ebu Davud; Namaz Bahsi, C. 1, S: 367, Hadis no. 923 Konya yayıncılık)

Aişe (r.anha)dan rivayete göre şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.) bir defa kendisine hediye edilen çizgili bir elbise içerisinde namaz kılmıştı da (kendisini meşgul ettiğinden dolayı onu hediye eden kimseye götürülmesini emrederek) "Bu elbisenin çizgileri beni meşgul etti. Siz bunu ebu Cehm'e götürün, onun (çizgisiz elbisesi olan) enbicaniyesini de bana getirin" buyurdu. (Buhari, Salat: 14 ; Muslim, Mesacid: 61; ebu Davud; Namaz Bahsi, C. 1, S: 364, Hadis no: 914 Konya yayıncılık)

Ebu Zerr (r.anh) den rivayete göre , şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kul namazında sağa sola dönüp bakmadığın sürece Allah o kuluna rahmetiyle yönelmeye devam eder. Kul sağa sola dönerek bakındığı an Allah'ta ona yönelmekten vazgeçer". (Nesei, Sehv: 10 ; Darimi, Salat: 134; ebu Davud; Namaz Bahsi, C. 1, S: 362, Hadis no. 908 Konya yayıncılık)

944. ...Ebû Hurayra'den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.), -namazı kastederek- şöyle buyurdu:
"Namazda (imamın hatasını bildirmek için) SubhânAllah demek erkekler içindir, el çırpmak da kadınlar içindir. Kim namazında anlaşılabilecek bir işarette bulunursa, tekrar ona geri dönsün." (Bununla namazı kastediyor). (Dârakutnî, Sunen, II, 83; Beyhakî, es-Sunenı'l-kubrâ, II, 246, 247, 262; VI, 246)


943. ...Enes b. Mâlik'den rivayete göre; "Peygamber (s.a.v.) namazda bazen işaret ederdi". (Dârakutnî, Sunen, II, 84.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/487; Abdullah Parlıyan, Ebu Davud, C 1 s. 375-376, Konya yayıncılık)

Açıklama

Bu hadis-i şerifte bir ihtiyaçtan dolayı namazda işaret etmenin caiz olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu işaretten maksadın ne olduğu konusunda iki görüş vardır:
1. Verilen bir selâmı almak gibi bir ihtiyaç için şehâdet parmağıyla işarette bulunmak,
2. Namaz içerisinde teşehhudde parmakla işarette bulunmak. Buradaki işaretin birinci mânâdaki işaret olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim 602 numaralı hadis-i şerif de buna delâlet etmektedir.
Ancak 923 - 925 numaralı hadis-i şeriflerde beyân edildiği gibi, bu nevi işaretleşmeler İslâmın ilk zamanlanandaydı, daha sonra 923 numaralı hadis ile nesh edildi. Nitekim İbn Hazm el-Hemedânî de bu goruşü paylaşmaktadır. (Hâzimî, el-İ'tibâr fi'n-nasihi ve'1-mensûhi mine'l-âsâr, 74; Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/487)

944. ...Ebû Hurayra'den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.), -namazı kastederek- şöyle buyurdu: "SubhânAllah demek erkekler içindir, el çırpmak da kadınlar içindir. Kim namazında anlaşılabilecek bir işarette bulunursa, tekrar ona geri dönsün." (Bununla namazı kastediyor). (Dârakutnî, Sunen, II, 83; Beyhakî, es-Sunenı'l-kubrâ, II, 246, 247, 262; VI, 246)


949. ...Zeyd b. Erkam (r.a.)den; demiştir ki: Biz namazda yanımızdaki adamla konuşurduk. Nihayet "İçten bağlılıkla Allah'ın huzurunda durunuz" (Bakara 238) ayeti indi. Böylece susmakla emrolunduk. Konuşmaktan nehyedildik. (Muslim, mesâcıd 35; Nesâî, sehv'20; Tirmızî, mevâkît 180; Ahmed b. Hanbel, IV, 368. Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/494; Abdullah Parlıyan, Ebu Davud, C 1 s. 378 Konya yayıncılık)

********

Amel-i Kesir (Peş peşe Çok İş Görmek)

Muctehidler, yanılarak da olsa, peş peşe çok iş görmekle namazın batıl olacağında ittifak etmişlerdir. Namaz işlerinden olmayan yahut namaza fayda sağlamayan çok iş görmek sebebiyle namaz batıl olur.

Hanefilere göre: Zevaid tekbirlerinde elleri kaldırmak sebebiyle namaz bozulmaz, fakat mekruh olur. Amel-i Kesir (çok iş); "dışarıdan bakanın, bu işi yapan kimsenin namazda olmadığı hususunda hiç şubheye düşmediği iş"tir. Eğer bu işi yapana bakan kişi, namazda olup olmadığı hususunda şubheye düşerse bu iş, en doğru olan görüşe göre, az iştir.

Malikilere göre; Sakal ile oynamak, elbisenin bir ucunu omuzuna atmak, önünden geçene eli ile engel olmak gibi çok işleri yapmakla namaz batıl olur. Az iş görmek yahut basit işler yapmakla namaz batıl olmaz İşarette bulunmak, vücudu kaşımak gibi. Çok iş görmek ile az iş görmek arasında bulunan vasat işleri yapmaya gelince: Bunlardan namaz kıldığı yerden hafifçe oynamak gibi vasat işler yanılarak yapılırsa namazı bozmaz, bilerek işenirse namazı batıl olur.

Şafii ve Hanbelilere göre; İster yanılarak ister bilerek olsun, çok iş görmekle namaz batıl olur, fakat az iş görmekle batıl olmaz. Görülen işin çokluğu ise örf ile bilinir. 2 adım atmak, 2 darbe vurmak az iştir. Peş peşe 3 adım atmak yahut 3 darbe vurmak Şafii'lere göre çok iştir. Peş peşe olmanın manası, bu işlerden birinin diğerinden ayrı yapılmış sayılmamasıdır.

Fazla sıçramaktan ötürü namaz batıl olur. Çünkü sıçramak, namaza ters düşen bir harekettir.
En sağlam görüşe göre, parmakları tesbih için tesbih yada benzeri ile hareket ettirmek yahud parmaklar ile bir yerini kaşımak gibi peş peşe yapılan hafif hareketler namazı bozar. Namaz kılanın dilini, göz kapaklarını veya dudaklarını hareket ettirmesi yahut arka arkaya bir kaç kere zikirde bulunması gibi hareketlerde de namaz bozulmaz.

Namaz hareketleri dışında adeten az sayılan işler namaza zarar vermez. Çünkü Peygamber (s.a.v.) namaz kılarken Aişe (r.anha) ye kapıyı açmış, kızının kızı Umameyi sırtında taşıdığı halde namaz kılmış, yine onu namazda iken sırtından indirmiştir. (Buharî ve Muslim'in rivayetinde sabittir ki: "Peygamber (s.a.v.), kızının kızı Umame kucağında olduğu hâlde namaz kılmıştır. Secdeye gittiği zaman onu yere kor, kalkınca yine kucağına alırdı." Yine Peygamber (s.a.v.) “namaz kılarken de olsa yılan ile akrebin öldürülmesini emretmiştir. Ayrıca Peygamber (s.a.v.) “namazda iken takunyalarını ayağından çıkarmıştır.)

Çok da olsa, ayrı ayrı yapılan işler namaza zarar vermez. Bunun gibi, hastalık ve benzeri özürler sebebiyle, namaz kılacak muddetin tamamını kapsayacak olan, mutlaka bir hareketi yapmayı gerektiren hastalık gibi özürler sebebiyle meydana gelen işlerde namazı bozmaz.
İhtiyaç olmaksızın, peş peşe yapılmayan çok iş görmek mekruhtur.

Hanbelilere göre; çok iş sayı ile sınırlanmamıştır.

Şafiiler şunu da ilave ediyorlar (Haşiye el-Bâcurî alâ İbni'l-Kâsım, 1.184.): Namazda amel-i kesir (çok iş) velev ki bir çok uzuvla da yapılmış olsa, 3 veya daha fazla miktarda iş görmekle bilinir. Mesela elini 3 kere hareket ettirmek, yahut başını 3 kere hareket ettirmek gibi. Elin gidip gelmesi orada durma olmadığı müuddetce bir hareket sayılır. İster eski yerine dönsün, ister dönmesin. Fakat, ayağın gidip gelmesi 2 hareket olarak kabul edilir. Daha önceden biliyoruz ki, fazla bir şekilde sıçramak çok iş görmek gibidir. Bedenin bütününü yahut büyük bir çoğunluğunu, ayaklarını hareket ettirmeden de olsa hareket ettirmek de “çok iş görmek” hükmündedir.

Çok iş görmekle namazın batıl olmasının mahalli, ağır bir uzuv ile yapılmış olmasıdır. Eğer çok iş hafif bir uzuv ile yapılırsa o takdirde namaz bozulmaz. Tesbih için yahud gerdanlığını çözmek için avucunu hareket ettirmeksizin parmaklarını oynatmak yahut dilini, göz kapaklarını, dudağını hareket ettirmek yahud bir kaç kere de olsa dudakları ile zikretmek gibi hereketler hafif hareketlere örnektir. Çünkü bu gibi hareketler, namazdaki huşu ve tazime engel olmaz. Dolayısıyla az işlere benzemektedirler.

Bir kimse namazda yaptığı bir hareketin az iş mi yoksa çok iş mi olduğu hususunda tereddut gösterse mutemet olan görüşe göre bu hareketin namazın sıhhatine her hangi bir tesiri yoktur.
Namaz kılarken az da olsa çok da olsa konuşmanın namazı bozması ile, namazı ancak çok iş yapmak bozar hükmü arasındaki fark şudur :
Namazda bir işi yapmaktan sakınmak mümkün değildir. Dolayısıyla namazda yapılan işlerin azı afv edilmiştir. Çünkü az işler namaza engel teşkil etmez. Konuşmak ise böyle değildir.
Şafiilere göre ise bile bile konuşmak böyle değildir


Namazda Yürümek:

Namaz kılan kimse kıbleye doğru kesik adımlar atmak suretiyle yürürse meselâ, her adım atma arasını bir rukûn eda edecek kadar ( 3 defa subhanAllah diyecek kadar) zaman ile ayırır ve durursa, sonra bu şekilde ileriye doğru yürürse, mekan değişmediği sürece çok da yürüse bundan ötürü namaz bozulmaz.
Mekân değişikliğinden kastedilen, mescidden dışan çıkmak (önü açık mescidler için söz konusudur) yahud açıkta namaz kılmıyorsa safların sınırını geçmek gibi durumlardır. Bu gibi durumlar olmadığı takdirde, yukarıda söylendiği şekilde namazda yürümek namazı bozmaz.
(İslam Fıkhı Ansiklopedisi Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, c. 2, s. 147-149)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
KUR'AN-I KERİM NASIL OKUNUR? (Soruya Cevap)

çöl yağmuru;124144' Alıntı:
selamün aleyküm .ben bi şey sormak istiyorum.ben Kur'an ı sesiz okuyamıyorum .öyle öğtenmiştim.sessiz okursam sanki yanlış okuyomuş gibi hissediyorum.aceba bu yaptığım yanlış mı?
Âleykum selam we rahmetulah;

Kuran sessiz de (içinden) okunabilir. Bunu yasaklayan bir delil yoktur. Aksine gündüz namazlarında Kuran-ı sessiz (içimizden), sabah akşam ve yatsı namazlarını (gece) sesli okuyarak kılarız. Tek başına kılan kişi, sesli okunan namazlarda muhayyerdir , sesli okuyarak da kılabilir.

Kuran namazda da olsa aynı Kur'andır , yasak olsa gündüz namazlarında da sessiz okunmazdı.


Kuran-ı Kerim okunduğunda onu duyanların dinlemeleri farzdır.

ARAF 204- Kur'ân okunduğu zaman, hemen susup onu dinleyin, umulur ki, rahmete nâil olursunuz.

ENFAL 2- Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler.

İnsanların bulunduğu ve meşgul oldukları bir ortamda sesli Kuran okunurken (meşgul olup dinleyemeyenler) dinleyemeyeceklerinden veya iman etmediklerinden dolayı dinlemeyenlerin azgınlıkları ve küfürleri artabileceğinden bu vebale girmelerine sebeb olacağımızdan sessiz okumamız gerekebilir.

KALEM 15- Kendisine âyetlerimiz okunduğunda: "Eskilerin masalları" der.

FUSSİLET 26- İnkâr edenler: "Bu Kur'ân-ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki üstün gelirsiniz" dediler.

LUKMAN 7- Onun karşısında âyetlerimiz okunduğu zaman da sanki onları işitmemiş, sanki kulaklarında bir ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. İşte onu, acı verecek bir azab ile müjdele.

ENFAL 31- Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman, "işittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir" diyorlardı.

NECM 59-60 - Siz, bu Kur’an’a mı şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!


Tek başımıza yahut müsait ortamlarda sesli kıraat yapmamız güzeldir.

NAHL 98- Şimdi Kur'ân okumak istediğin zaman önce o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

BAKARA 151- Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor

İSRA 106- Sana Kur'ân'ı verdik ve onu insanlara sindire sindire okuyasın diye (kısımlara) ayırdık ve biz onu yavaş yavaş indirdik.

Ebu Hureyre (r.a)’den nakledilen bir hadisi şerifte, Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Evlerinizi kabirlere çevirmeyin, içerisinde Bakara suresi okunan evden şeytan kaçar.”

( Muslim, Misâfirin, 212, (780)


419 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor:
Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim şöyle diyordu: "Kur'ân'ı cehren (açıktan) okuyan, sadakayı açıktan veren gibidir. Kur'ân'ı gizlice okuyan , sadakayı gizlice veren gibidir."

(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 20, 2920; Ebu Dâvud, Salât 315, 1333; Nesâî, Zekât 68. Kutub-i Sitte; Tefsirden Sakındırmaya Dair. No: 419)


6714- Ukbe b. Âmir radiy allahu anh'dan:
(Allah Rasûlu sallallahu aley hi ve sellem buyurdu :
"Kur'ân'ı ses li okuyan, sadakayı açıktan veren gibidir; Kur'ân'ı gizli okuyan, sadakayı gizli veren gibidir."
Sunen ashâbı
Tirmizî der ki: "Bu, şu demektir: Sessiz Kur'ân okuyan, sesli okuyandan daha üstündür. Çünkü riyâ ve kendini beğenmişlikten emin kıldığı için ilim ehline göre gizli sadaka vermek, açıkça vermekten daha üstündür."

(Bu hadisi Ebû Dâvud (1333), Tirmizî (2919) ve Nesâî ( zekât 68, V, 80), Er Rudani : 6714 )
Hâlid b. Ma'dân an Kesîr b. Murre an Ukbe asl- ı senedi ile tahrîc ettiler. Tirmizî, kendi isnâdı hakkında "hasen garîb" hükmü vermiştir.

Müslümanın namaz kılarken okuyacağı Kuranın ses yüksekliğini yine Rabbimiz bildirmiştir :

İSRA 110- (Sen onlara) de ki: İster "Allah" deyin, ister "Rahmân" deyin, nasıl çağırırsanız çağırın. En güzel isimler O'nundur. Namazında sesini pek yükseltme, çok da gizli okuma, orta yolu seç.

Kuran okurken ve dinlerken ayetleri tefekkür edip manalarını düşünmek, Allah korkusu ve huşudan dolayı ağlamak güzel hasletlerdendir.

İbnu Hacer, ağlayabilmenin yolunu şöyle açıklar:
"Kişi, Kur'ân'da zikri geçen şiddetli tehditleri ve cehennem azabıyla ilgili vaidleri (korkutmaları) Cenab-ı Hakk'ın bu husustaki kesin kararlarını düşünerek kalbini korku ve hüzünle doldurur. Sonra bu hususlara giren kusurlarına, eksikliklerine bakar. Buna rağmen hüzün hissedip gözleri yaşla dolmazsa, bu husustaki eksikliğine ağlasın, zira böylesi bir tefekküre rağmen hüzün duymamak en büyük musibetlerdendir."





Fatiha'yı okurken ağlayan imam
FİRASET NET

İsra suresi
107- Ey Muhammed! De ki: İster ona (Kur'ân'a) inanın, ister inanmayın; o daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda onlar, yüzleri üstü secdeye kapanırlar.

108- Ve derler ki: Rabbimizi tenzih ederiz. Şüphesiz ki Rabbimizin vaadi gerçekleşir.
109- Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar. Hem de bu Kur'ân'ı işitmek onların Allah'a teslimiyetlerini daha da artırır.

İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
"- Kur'ân'ı bana oku!" dedi. Ben (hayretle):
"- Sana indirilmiş bulunan Kur'ân'ı mı sana okuyayım?" diye sordum. Bana:
"- Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum!" dedi.
Ben de ona Nisa sûresini okumaya başladım. Ne zaman ki, "Her ümmete her şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?" mealindeki âyete (41. âyet) geldim.
"- Dur!" dedi. Durdum ve dönüp Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu."
(Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 32, 33, 35; Muslim, Musâfirin 247, (700); Tirmizî, Tefsir, Nisa, (3027, 3028); Ebû Davud, İlm 13, (3668).)


Abdurrahman İbnu's-Sâib anlatıyor:
"Sa'd İbnu Ebi Vakkas yanımıza geldi. Gözü kapanmış idi. Kendisine selam verdim.
"Sen kimsin?" dedi.
Kendimi tanıttım. Bunun üzerine dedi ki:
"Kardeşim oğluna merhaba! Duydum ki senin Kur'ân okumaya güzel sesin varmış. Ben Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı dinledim. Demişti ki: "Şu Kur'ân hüzünlü olarak nazil oldu, öyleyse onu okuyunca ağlayın. Eğer ağlayamazsanız ağlamaya çalışın ve onu güzel okuyun. Onu güzel okumaya gayret etmeyen bizden değildir."
(İbn Mâce, İkamet'us-sala, 176)




*************

Teravih Namazının Teşehhudu

Teravih namazın 4 er rekat olarak kılınması durumunda, Hanefi mezhebinin görüşüne göre 2 rekattaki ilk teşehhudde, et-tehiyatu duasından sonra Salli - Barik duaları da okunmalıdır.
Ayrıca 3. rekata başlarken Subhaneke duası ile başlanmalıdır. Bunun için dayandıkları delil şudur:


"Teravih namazını kılarken, iki rekatta bir selâm verilse, normal olarak akşam namazının iki rekat sünneti gibi ve dört rekatta bir selâm verilse, yatsı namazının dört rekat sünneti gibi kılınır. Başlarken ve her iki rekatın başında "Subhâneke", "Ezûzubesmele" ve her oturuşta "et-Tahiyyat" ile "Salli-barik" duaları okunur. Cemaatle kılınınca, cemaat hem teravihe, hem de imama uymaya niyet eder. İmam teravih namazını sesli olarak kıldırır."
(el-Kasânî, Bedai'us-Sanâyi', Beyrut, 1974, I, 288; Tahtavî, Haşiye, 335 vd).


Cumhura göre; Teravih namazı 4 rekat olarak kılınırsa, öğlen namazının sunneti gibi kılınır. Ettehiyatu duasından sonra salli barik okunmaz. Çünkü bununla ilgili sahih bir delil yoktur!
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Çoraplar Üzerine Mesh Etmek



mesh.jpg

(Çorap ayağa sanlir. Zerkeşî der ki: Isınmak maksadıyla yünden yapılan bir örtüdür. Hanbelîlerin Şerhu'l-Muntehâ'sında şöyle denilmektedir: Deriden olmayan ve mest şeklinde ayağa giyilen her şeyin adı bu olabilir. Yani ister yünden isler pamuk, kıl, çuha veya ketenden yapılmış olsun)


Kösele ile kaplanmış veya altlarına taban geçirilmiş olması hâlinde çoraplar üzerine meshin cevazı konusunda fakihler ittifak halindedirler. (Cümlede geçen "tenli" tabiri hem kişinin ayağına ayakkabı giymesi, hem de hayvana nal çakmak için kullanılır)

Normal çoraplar konusunda ise fakihlerin iki görüşü vardır:

Birinci görüşü cumhur temsil etmektedir ki, bunlar Ebu Hanife, Malikîler ve Şafiilerdir. Bunlara göre çorabın üzerine mesh etmek caiz değildir. Diğer görüşün sahipleri ise Hanbelîler ile Hanefilerden İmam Muhammed ile Ebu Yusuf'tur. Fetva onların görüşüne göre olup, caiz olduğu şeklindedir. Bu konuda mezheplerin görüşü aşağıdaki gibidir: (ed-Durru'l-Muhtâr, I, 248 vd.; Fethu'l-Kadîr, I, 108 vd.; et-Bedâyi' 1,10; Merakı'l Felâh, 21 Bidâyetu'l-Muctehid, ı, 19; eş Şerhu's-Sağîr, I, 153; eş-Şerhu'l-Kebîr, I, 141; Muğni'l-Muht'l Muhtâc, I, 66; el-Mecmâ' I, 539 vd.; el-Muhezzeb, I, 21; ei-Muğnî, I, 295; Keşşafu'l-Kınâ', I, 124 130)

İmam Ebu Hanife'nin görüşü :
Kösele geçirilmiş veya taban çakılmış olmadığı sürece, çoraplar üzerine meshetmek caiz değildir. Çünkü çorap meste benzemez ve onunla devamlı yürümek -taban çakılmış olması hali müstesna- mümkün değildir. Diğer taraftan çoraplar üzerine meshin caiz olduğunu ifade eden hadis de buna hamledilir.
Kösele geçirilmiş (mucelled)den kasıt, üstüne de altına da kösele konulmuş demektir.
Ancak İmam Ebu Hanife ömrünün son dönemlerinde İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'in görüşüne dönmüştür ve hastalığı esnasında çorapları üzerine meshetmiş, kendisini ziyaret edenlere de şöyle demiştir: "Vaktiyle insanları alıkoyduğum işi kendim yaptım."
Onun bu sözlerini, görüşünden vazgeçtiğine delil kabul ettiler.
Ebu Yusuf ile Muhammed ise -ki Hanefî mezhebinde fetva onların görüşlerine göredir- şöyle demişlerdir:
"Kalın olmaları ve arkalarını göstermeyecek şekilde şeffaf olmamaları hâlinde, çoraplar üzerine meshetmek caizdir.

Çünkü Peygamber (a.s.) çorapları üzerine meshetmiş bulunuyor: (Dört Sünen sahibi tarafından el-Muğîre b. Şu'be'nin rivayeti ile kaydedilmiştir. Tirmizî, hasen-sahih bir hadistir, demiştir. Ibni Mace ve Taberanî'de bu rivayet Ebu Musa'dan, aynca Taberânî'de Hz. Bilâl'dan rivayet edilmektedir. Bu son iki rivayette zayi/lık vardır. Zeylâi, Nasbu'r-Raye, 1,184.)
Zira çorap kalın olursa onunla yürümek mümkün olur. Günümüzün yün çoraplarında olduğu gibi.
Böylece Hanefîlerde muftâbih (fetvaya esas görüş)'in kendileriyle bir fersah veya daha fazla yürünebilecek ve kendi kendisine ayakta durabilecek, altını göstermeyecek ve şeffaf olmayacak şekildeki kalın çoraplar üzerine meshin caiz olması olduğu anlaşılmış oluyor. (Türkiye'de Erzurum taraflarında örülen çizme gibi kendiliğinden ayakta durabilecek kalınlıktaki çoraplar böyledir. Mut.)


Malikîlerde Ebu Hanîfe gibi, çorapların âdeten onlarla yürümenin mümkün olması ve böylece mestler gibi olabilmeleri için içten ve dıştan onlara deri geçirilmiş olması şartını Koşmuşlardır ki, çoraplar üzerine meshe dair hadisler buna hamIedilir.

Şafıîler ise iki şartla çorapların üzerine meshi caiz görmüşlerdir:
Birincisi, onlarla devamlı yürünebilecek şekilde sert ve sık dokunmuş olması; ikincisi, tabanına kösele geçirilmiş olmasıdır.
Bu iki şart olmadığı takdirde çorap üzerine meshetmek caiz değildir.
Çünkü o vakit bunlar da devamlı olarak üzerinde yürüme imkanı vermeyen bez parçası gibi olurlar.
Beyhakî, Muğîre'nin rivayet ettiği: "
Peygamber (a.s.); "hem çoraplarının üzerine, hem de mestlerinin üzerine meshetti." şeklindeki hadisin zayıf olduğunu söylemiştir.
Aynca: "Muhaddisler Ebu Musa ve Bilâl'in hadislerinin de zayıf olduğunu belirtmişlerdir." demektedir.


Hanbelîlerde mest hakkında söz konusu edilen iki şartı, çoraplar üzerine meshetmek için de öngörürler. Bu şartların bulunması hâlinde çorapların üzerine meshi mubah kabul ederler ki, bu iki şart şöyledir:
Çorabın, ayağın hiç bir kısmını göstermeyecek şekilde sık dokunmuş olması ve bu çoraplarla peşpeşe yürümenin mümkün olup kendiliğinden dik durabilmesidir.
Buna delil de dokuz kadar sahabeden rivayet edilmiş bulunan çoraplar üzerine meshin mübahliğına dair olan rivayetleri gösterirler. Söz konusu bu dokuz sahabe:
Ali, Ammâr, İbni Mes'ûd, Enes, İbni Ömer, el-Berâ, Bilâl, İbni Ebu Evfâ ve Seni b. Sa'd (r.anh)dırlar. Diğer taraftan Atâ, Hasan u'1-Basrî, Said b. el-Müseyyeb, İbni Cubeyr, en-Nehaî ve es-Sevrî gibi tabiînden meşhur bir grup kimse de bu görüşü kabul etmişlerdir.


Çoraplar üzerine meshetmek hadis-i şeriflerde sabit olmuştur ki, onların bazıları şöyledir:
Muğîre'nin rivayet ettiği hadis:
"Rasulullah (a.s.) abdest aldı ve çorapları üzerine de, mestleri üzerine de meshetti."

(imam Ahmed ile Ebu Dâvud, Tirmizî ve ibni Mâce rivayet etmiş olup, Tirmizî sahih olduğunu belirtmiştir. Aynca bu hadis-i şerif Ebu Musa el-Eş'aiîden de rivayet edilmiştir. Ancak hadis muttasıl ve kavi değildir. Neylu'l-Evtâr, 1,179. imam Zeylaî, Nesefyi Muğûre hadisini rivayet edenlerden zikretmişse de İbni Teymiye, Muntaka'l-Ahbâr'da Neseî'nin istisna edildiğini belirtmektedir.)


Bilâl (r.anh)'in hadisi:
"Rasulullah (a.s.)'ı hem üste giydiği ikinci mest üzerine meshederken, hem de sarığın üzerine meshederken gördüm."

(Bu hadisi Ahmed, Tirmizi ve Taberanî rivayet etmişlerdir. Hadiste sözü geçen "el-Mulk" mestin üzerine giyilen şey veya boğazlan kesilmiş olan ayakkabıdır. "Himâr" imame, Said b. Mansur'un Bilal (r.anh)'den yaptığı rivayette geçmektedir ki: "Nasif ve himar (başörtüsü) üzerine meshediniz." şeklindedir a.g.e.)


Tercih edilen görüş ise Hanbelîlerin görüşüdür. Çünkü bu görüş ashab-ı kiramın ve tabiinin fiiline dayanmakta; diğer taraftan Muğîre'nin rivayet ettiği hadiste olduğu Hanefilerce de fetvaya esas olan görüş budur.
Çoraplar üzerine mukim onları çıkartıncaya kadar bir gün bir gece süreyle mesheder, seferi için ise bu süre üç gündür. Hanbelîlere göre ise hem çoraplar üzerine, hem de ayakkabıların derileri üzerine vacib olan miktar kadar meshetmesi vacibdir.
(prof. Dr. Vehbe Zuheyli; İslam Fıkhı Ansiklopedisi C.1, S: 253-256)


İbn Hazm; Muhallâ isimli eserinde (El-Muhallâ, 2/80 58) çoraplar üzerine mesh işini, isimlerini zikrettiğimiz bazı kişilere dayandırmıştır. Muhallâ'nın ibaresi şöyledir:
"İster Mest, ister çorap olsun, topukların üzerine çıkmış olması şartıyla, ayaklara giyilmesi helâl olan herşey üzerine mesh sünnettir.


Abdestli olarak giyildiği zaman; Mukîm için bir gün, bir gece (24 saat), misafir için geceleri ile beraber üç gün (72 saat), çorap üzerine mesh caiz görülmüştür. Bu müddetlerden fazla için mesh helâl olmaz."...

İbn Hazm, çoraplar üzerine mesh hadislerini tahrîc ettikten sonra dedi ki; "Seleften bir topluluk, çoraplar üzerine meshin cevazına hükmetmiştir. Sonra; Ka'b b. Abdullah'a isnda edildiğine göre Kâb; Ali b. Ebî Tâlib'in (K.V.) bevl ettiğini, sonra na'linleri ve çorapları üzerine meshettiğini gördüm, demiştir. Ve İbn Ömer'in; Çorapları ve na'linleri üzerine meshettiğini Ebû Culâs rivayet etmiştir. Ve ismail'in, babasından rivayetine göre babası; Berâ b. Azib'in çoraptan ve na'linleri üzerine meshettiğini gördüm demiştir.
Ve Ebû Mesûdi'l-Bedrî'den, Haris b. Hemmâm b. İbrahim'in rivayetine göre Ebî Mesûdi'l-Bedrî; Çorapları ve na'linleri üzerine meshederdi. Ve Âsimi'l-Ah vel'den rivayete göre O; Enes b. Mâlik'in çorapları üzerine meshettiğini gördüm demiştir. Ve îbn Ömer'den rivayete göre O şöyle demiştir;
Ömer b. El-Hattâb bir Cum'a günü bevletti, sonra abdest aldı ve çorapları ve na'linleri üzerine meshetti ve insanlara Cum'a namazını kıldırdı.
Ebû Mesûd'dan, Ebû Vâil'in rivayetine göre; Ebû Mes'ûd, kıl'dan yapılmış çorapları üzerine meshetrniştir. Ve Yahye'l-Bekkâ'dan rivayete göre O; İbn Ömer'in "çoraplar üzerine mesh, mestler üzerine mesh gibidir." dediğini işittim, demiştir."
(Bu rivayetlerin tamamını Abdiir'razzâk ve İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî musaııneflerinde nakletmişlerdir. Abdur'razzâk; r. 745-773,777,779-781, 782, İbn Ebî Şcybe: 1/188, Beyhakî: 1/285.)


18afe348-940b-4259-8569-1728fa7becb3.jpg



SAHÂBE'NİN BÜYÜKLERİNDEN VE ONLARDAN SONRAKİLERDEN RİVAYET OLUNAN HADİSLER
"İnce olsalar da çoraplar üzerine mesh'in cevazı konusundadır."
Muhezzeb şerhinde İmam Nevevî demiştir ki; ince olsa da, çoraplar üzerine meshin cevazını, Ömer ve Ali'den
(R.anhuma), Şafiî meslektaşlarımız hikaye etti. Ve yine bunlar, çoraplar üzerine mesh'in cevazını Ebû Yûsuf'tan, Muhammed' den, İshak'tan ve Dâvûd'dan naklettiler. Sonra Nevevî dedi ki; ince olsa da, çorap üzerine mesh'i mubah görenler, Peygamberimiz, "çorapları ve na'linleri üzerine meshetti" şeklindeki Muğîre hadisini delii getirdiler ve Ebû Musa'dan da bunun benzeri, merfu' olarak rivayet edilmişti.
Nevevî'nin kelâmı burada son bulmuştur.
Bu rivayetde, daha önceki görüşe ziyade olarak, "Çorap ince olsa da mesh caiz olur" görüşü Sahabe tarafından açık olarak söylenmektedir. Selefin bundan önceki rivayetinin ıtlakından anlaşılmış olsa da, durum bir kez daha açıklanmıştır. Zira, mutlaklarda aslolan, onu kayıtlayan bir hüküm gelinceye kadar, ıtlakı üzere hamlolunmasıdır.
Bir delil kendisini tahsis edinceye kadar, âmmın hükmünün bakî olması da böyledir.
İmam İbn Hazm'ın bu konudaki görüşünü İhtiva eden îzah şekli ileride ele alınacaktır (ALLAH rahmet eylesin ve ondan hoşnud olsun).


İbn Cureyc'ten rivayete göre o demiştir ki; Ata'ya dedim ki, çoraplar üzerine meshoîunurmu?
Cevaben dedi ki; Evet, çoraplar üzerine, mestler üzerine meshettiğiniz gibi meshediniz.
İbrahim Nahaî'den rivayete göre o da; Çoraplar üzerine mesh'te bir mahzur görmezdi. Ve Fazl b. Dükeyn'den rivayete göre o; A'meşe "çoraplar ayaklarında geceleyen kişi mesheder mi?" şeklinde soru sorulduğunu işittim. Ameş de evet dedi, demiştir.
Katâde demiştir ki; Hasen ve Hilâs b. Amr, mesh konusunda çorapları, mestler mertebesinde görürlerdi. Sonra, Tabiîn'den Saîd b. Cubeyri ve Nâfı'i de saydı.
(Bu görüşü îbn Ebî Şeybe; Saîd b. El-Museyyebten, Saîd b. Cubeyr'den, Nâfi ve İbrahim'den rivayet etmiş ve Atâ'da çoraplar üzerine mesh, mestler üzerine mesh derecesindedir, demiştir (1/189)


Yine Muğîre b. Şu’be (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) çorap ve ayakkabısı üzerine meshederdi.”
(Ebû Dâvûd, Tahara:62; İbn Mâce, Tahara: 88)
Tirmîzî: Bu hadis hasen sahih demiştir.


Tirmîzî: Salih b. Muhammed et Tirmîzî’den işittim.
Ebû Mukatil es Semerkandî’den işittiğini söyledi ve şöyle dedi:
“Vefat ettiği hastalığı günlerinde Ebû Hanife’nin yanına girdim su getirtti abdest aldı ayaklarında çorap vardı, çoraplarına meshetti ve şöyle dedi:
Daha önce yapmadığım bir işi bugün yapıyorum sağlam tabanı olmadığı halde çoraplarımın üzerine meshettim.”


İmam Ahmed Müsnedinde şöyle demektedir;
Yahya b. Saîd, Sevr ve Râşid b. Sa'd tarikiyle Sevbân'ın şöyle dediğini nakletmiştir.
"Peygamberimiz düşman üzerine küçük bir birlik gönderdi. Soğuktan mutazarrır olan bu birlik geri döndüğünde, Peygamber efendimize soğuk sebebiyle çektikleri sıkıntıdan dolayı şikayette bulundular. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Asâib ve Tesahîn üzerine mesh etmelerini emretti."
[Ebû Dâvûd(146) Ahmed (5/277) sahihtir]

Allâme İbn Esîr en-Nihâye isimli eserinde demiştir ki; “Asâib, Amâim'dir (imame, mendil veya hırka İle başa sarılan sarık demektir) zira, baş onunla bağlanır. Tesahîn ise, hufve, çorap ve bunların benzerleri, ısınma amacıyla ayağa giyilen şeylerdir. Bu her iki kelimenin de tekili yoktur.”
Ebû Mûsa'l-Eş'arî demiştir ki:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem abdest aldı ve çorapları ve pabuçları (na'linleri) üzerine meshetti
[İbni Mâce(590) hasendir]

Çoraplar üzerine meshetmek caizdir. Sahabenin çoğundan çoraplar üzerine meshetmek rivayet olunmuştur. Ebû Dâvûd dedi ki;
"Ali b. Ebî Talib, lbn Mcs'ûd, Berâ b. Âzib, Enes b. Mâlik, Ebû Umâme, Sehl b. Sa'd, Amr b. Hüreys, çoraplar üzerine mesh etmiştir."
Bu görüş Ömer b. Haltab ve lbn Abbâs'dan da rivayet olunmuştur. Yine Ammar, Bilâl b. Abdullah b. Ebî Evfa ve İbn Ömer'den de aynı görüşü rivayet etmiştir, İbn Kayyım, "Tehzîb'us-Sunen" kitabında lbn Münzîr'den naklen şöyle demiştir: İmam Ahmed, çoraplar üzerine mesh etmenin caiz olduğunu açıkça söylemiştir. Bu onun insafım ve adaletini göstermektedir.
Şüphesiz dayandığı yer, yukarıda geçen sahabelerin sözleri ve açık olan kıyastır. Çünkü çoraplarla, mestler arasında önemli bir fark görülmez. Onun için meshin hükmünü çoraplar üzerine yürütmek sahihtir. Çoraplar üzerine mesh ekseri ilim ehlinin de görüşüdür. Sufyan Sevrî, lbn Mübarek, Atâ, Hasan, Saîd b. Museyyeb de çoraplar üzerine mesh caizdir.' demişlerdir.

İslâm bilginleri, abdest alınırken, üzerine deri kaplanmış veya altlarına pençe vurulmuş olan çoraplara meshetmenin cevazında görüş birliği içindedir. Ancak bu nitelikte olmayan âdi çoraplar üzerine meshetmenin hükmü konusunda görüş ayrılığı vardır.
Ebû Hanife, Mâlikî ve Şafiîler bunun caiz olmadığını söylerler.

Ebû Hanife : deri ile kaplanmamış veya altına pençe vurulmamış olan çoraba meshi caiz görmez. Çünkü çorap, mest anlamına gelmez. Onunla, altına pençe vurulmadıkça uzun yol yürümek mümkün olmaz. Çorap üzerine meshe cevaz veren hadis buna hamledilir.
Ancak Ebû Hanife'nin ömrünün sonuna doğru aksi görüşte olan Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'in ictihadına döndüğü nakledilir. O, hastalık günlerinde çorapları üzerine meshetmiş ve öğrencilerine şöyle demiştir: "İnsanları menetmekte olduğum şeyi yaptım".
Bu, onun önceki görüşünden döndüğüne delil sayılmıştır.

Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre çoraplar kalın olur ve altını göstermezse, üzerlerine meshetmek caiz olur. Çünkü Nebî (s.a.v.) çorapları üzerine meshetmiştir. Çorap kalın olunca, onunla yol yürümek mümkün olur.
Günümüzdeki kalın, keçeleşmiş yün çoraplar gibi.

Buna göre, hanefilerde kalın çorapla bir fersahtan fazla yol yürümek mümkün olduğu, kendi koncu üzerinde durabildiği ve altını göstermediği, ya da altına hemen suyu geçirmediği için meshin cevazına fetvâ verilmiştir.
(el-Kâsânî Bedâyiu's-Sanâyî', I, 10; İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadîr, I, 108 vd.; İbn Ruşd Bidâyetu'l-Muçtehid I,19; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 295; Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu, I, 343, 344, 345; Seyyid Sâbık Fıkhu's-Sunne, Kahire 1365, I. 53; İbn Abîdîn Tercümesi, İstanbul 1982, I, 428-430; Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s. 82, 83)



Çoraplar Üzerine Mesh

320. Abdullah b. Mes'ûd (r.anhuma) çorapları ve pabuçları üzerine mesh ederdi.
Hadisi Taberânî el-Mu'cemu'l-kebîr'de (IX, 251) rivayet etmiştir. Mecmau'z-zevâid'd G (1,258) zikredildiği üzere isnadındaki ravileri güvenilirdir.

321. Muğire b. Şu'be (r.anh)'in nakline göre Peygamber (s.a.v.) abdest almış, çorapları ve pabuçları üzerine mesh etmişti.
Hadisi Tirmizî rivayet etmiş ("Taharet", 74) ve hasen-sahih olarak nitelemiştir. (Hadis sahihtir)

322. Sufyan es-Sevrî , Mansur isnadıyla rivayet edildiğine göre Halid b. Sa'd, "Ebû Mes'ûd el-Ensârî kıldan yapılmış çorapları ve pabuçları üzerine mesh ederdi" demiştir.

Avnu'l-ma'bûd'da (i, 62) zikredildiği üzere haberi Abdurrazzzak b. Hemmam Musannef 'inde (1,199) rivayet etmiştir. (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 188-189; Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, I, 285) İsnadı sahihtir.

Hadislerin konuya delâletleri açıktır. Muğire b. Şu'be (r.anh)'in söz konusu rivayetini İbn Hibbân Sahih'inde, (iv, 167) Zeylaî de Nasbu'r-râye'de (i, 96) zikretmişlerdir. Aynî hadis hakkında bazı muhaddislerin yaptığı açıklamaları Şerhu'l-Hidâye'de (1,368) nakletmekte ve onlara cevap vermektedir.
O şöyle demektedir: Hadisle ilgili Nesâî Sunenu'l-kubrâ'da, "Bu rivayetinde Ebû Kays'a mütabaat eden herhangi bir kimseyi bilmiyorum. Muğire (r.a.)'den sahih olarak gelen rivayete göre Rasûlulllah (s.a.v.) mestleri üzerine mesh etmiştir" demiştir. Hadisi es-Sunenu'l-kubrâ'smda (I, 283) zikreden Beyhakî, "Hadis munkerdir.

Sufyan es~Sevrî, Abdurrahman b. Mehdî, Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn, Ali b. Medînî ve Müslim b. Haccac onun zayıf olduğunu ifade etmişlerdir.
Muğire (r.a.)'den sahih olarak gelen rivayet, 'Rasûlulllah (s.a.v.)'in sadece mestleri üzerine mesh etmiş olduğudur' açıklamasını yapmıştır.
Nevevî'nin açıklaması ise şöyledir: "Cerh ta'dile tercih edilir" kuralının ötesinde söz konusu âlimler görüşlerinde tek kalsalar bile Tirmizî'ye tercih edilirler. Halbuki her biri hadis hafızı olan bu âlimler Muğire (r.anh) hadisinin zayıf olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu durumda Tirmizî'nin hadisle ilgili "hasen-sahih" nitelemesi kabul edilemez. Nitekim Beyhakî de es Sunenu'l-kubra sında Ebû Muhammed Yahya b. Mansur'un, "Muslim b. Haccac'ı bu hadisin zayıf olduğunu söylerken işittim. O, 'Ebû Kays el-Evdî ve Huzey! b. Şurahbîl'den hadis alınmaz. Üstelik onlar önde gelen hadis âlimlerinin Muğire (r.anh)'den 'Rasûlullah (s.a.v.) mestleri üzerine mesh etmiştir' şeklinde rivayet ettikleri hadise muhalefet etmişlerdir.
Bazı muhaddislerin sözü edilen açıklamalarını naklettikten sonra Aynî bunlara cevap olarak şöyle demektedir: îsnadda zikredilen Ebû Kays el-Evdî, Abdurrahman b. Şirvan'dır. Buhârî onun rivayetini Sahih'ıne almış, İbn Maîn onun sika olduğunu söylemiş, ei-Cu'fî de onu sika ve sebt olarak nitelemiştir.

Eleştirilen diğer ravi Huzeyl b. Şurahbîl hakkında İclî sika demiş, Buhârî de onun rivayetini Sahih''ine almıştır. Ayrıca onların rivayetleri güvenilir ravilere aykırı değildir. Onlar farklı bir isnadia onlarda bulunmayan ilâve bilgiler ihtiva eden hadis rivayet etmişlerdir. Tirmizî ve İbn Hibbân da onların rivayetinin sahih olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda Nevevî'nin, Tirmizî hakkında sözü nasıl kabul edilir de Tirmizî'nin hadisle ilgili 'hasen-sahih' nitelemesi kabul edilmez? Tirmizî'nin bu hadis hakkında verdiği sıhhat hükmü eleştirildiğinde diğer hadisler hakkında verdiği sıhhat hükümlerine nasıl güvenilecektir?
Beyhakî'ye gelince o sadece onun dediğini nakletmiş ve üzerinde hiç düşünmeden ona itimat etmiştir. Çünkü o bu hadisin önde gelen hadis âlimlerinin rivayetlerine aykırı olduğunu iddia etmektedir. Biz ise bunun aykırılık değil ilave bilgi ihtiva ettiğini söylemekteyiz.
Sonuç itibariyle sözü edilen rivayetlerin isnadları hakkında bizim görüşümüze sadece taassup sahibi kimseler karşı çıkmaya devam edebilir.
Hadislerle ilgili müellifin açıklaması şöyledir:

Söz konusu hadislerin konuya delâletleri açıktır. Hadislerde zikredilen pabuçların mesh edilmesi şöyle açıklanabilir. Peygamber (s.a.v.)'in amacı çorapları mesh etmek iken bu arada meshin tamam olabilmesi için elleri pabuçlarına da gitmiştir. Yoksa ellerini pabuçlarına onları da muştaki ilen mesh etmek amacıyla sürmemiştir. Doğru olan da budur. Biz pabuçlara mesh edileceği görüşünde değiliz. Zira buna ihtiyaç yoktur. Ayrıca hadis, Kur'an'daki yıkama emrinin terk edilmesini gerektirecek derecede şöhrete ulaşmış değildir. Hadis bizim görüşümüzle çelişmemektedir. Hadiste zikredilen pabuçların meshinin abdestli iken alınan abdestle nafile namazla ilgili olduğu da söylenebilir. Bize göre İbn Huzeyme'nin Sahih'inde (I, 100) rivayet ettiği hadis bunun doğru olduğunu göstermektedir.

İbn Huzeyme, hadisi "Peygamber (s.a.v.)'in Pabuçlarına Mesh Etmesinin Abdestsiz Olduğu İçin Değil Abdest Üstüne Abdest Alma Haline Mahsus Olduğunun Delili" başlığı altında Sufyan , Suddî , Abduhayr isnadıyla rivayet ettiğine göre Ali (r.anh) bir testi su isteyerek onunla hafifçe (uzuvları birer kere yıkayarak) bir abdest almış ve pabuçları üzerine mesh etmiştir. Sonra da "Abdestli iken Rasûlullah (s.a.v.)'in abdesti böyledir" açıklamasını yapmıştır.
Hadisi değişik isnadiarla Zeylaî'nin NasbuY-râve'sinde (1,99) zikredilmektedir. Ustat, "Ancak bu, abdestin hafifçe (uzuvları birer kere yıkayarak) alınabileceğiyle ilgilidir" demiştir.

İmam Ebû Hanife (r.a.)'in çoraplara ancak deri ile kaplı yahut pabuca ekli olması halinde mesh edilebileceği görüşünde olduğu meşhurdur.

Konuyla ilgili el Hidâye'de şöyle denilmektedir:
İmam Ebû Hanife (rahimehullah) daha sonraları mest gibi yol yürüyecek kadar sıkı ve kalın olduklarında çoraplara mesh edilebileceği hususunda Yusuf ve Muhamrned'in görüşünü benimsemiştir. Bu durumda mesh gibi olacaklarından aynı hükmü alırlar.
Çoraplar üzerine mesh haber-i vâhid, ayakların yıkanması ise kesin delille sabittir. Bu sebeple çoraplar üzerine mesh, ayakları yıkamanın yerine geç;mez. Ancak çorap, üzerine mesh edilmesi tevatürle sabit olan mest gibi olduğunda bu caiz olabilir. İmam Ebû Hanife (rahimehullah)'in çoraplara mesh edilebileceği hususunda daha sonra Ebû Yusuf ve Muhammed'in görüşünü benimsediği tesbit edildiğine göre -ki fetva da buna göredir- konuyla ilgili hadisi yorumlamaya ihtiyaç kalmamıştır. Bu sebeple biz hadisin zahirini esas almaktayız.
İmam Ebû Hanife (rahimehullah)'in önceki görüşünden vazgeçtiği hakkındaki rivayete güvenmeyenlerin bazıları tarafından açıklandığı üzere hadisi çorapların deriden olması halinde üzerine mesh edilebileceği şeklinde yorulması söz konusu edilebilir. Ancak hadiste çorabın mutlak olarak zikredildiği ve bir fiili hikâye ettiği görülmektedir. Fiilleri umuma hamletmek doğru değildir. Hadiste böyle bir ihtimal bulunsa bile bu konuda delil olarak kullanılabilir mi? sorusunu sormak gerekir.
Bu durumda hadis her çoraba mesh edilebileceğine dair delil olabilecek seviyede değildir. Bu haliyle hadis üstadımızın da ifade ettiği gibi İmam Ebû Hanife (rahimehullah)'in görüşüne de engel teşkil etmez.
Burada konuyla ilgili İbn Ebî Şeybe'nin Musannef indeki (I, 171) rivayetini de zikredelim.
Onun Huşeym, Yunus , Hasan , Şu'be , Katâde (rahimehullah) isnadiyla rivayet ettiğine göre Saîd b. Museyyeb ve Hasan-ı Basrî, "Sıkı örülmüş çoraplar üzerine mesh edilir" demişlerdir. Haberin isnadındaki raviler Kutub-i sitte ravileridir.

HADİSLERLE HANEFİ FIKHI Cilt 3 , Çoraplar Üzerine Mesh
 
S Çevrimdışı

SuMeYYeLeR

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
selamunaleykum...
Allah(cc) razı olsun hocam..
hocam;
namazın sonunda,selam verdikten sonra ellerin yüze sürülmesinin hükmü nedir??.Ellerin sadece duadan sonra yüze sürülmesi gerekmiyor mu??
selam ve dua ile..
 
Enfal.571 Çevrimdışı

Enfal.571

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
selamunaleykum...
Allah(cc) razı olsun hocam..
hocam;
namazın sonunda,selam verdikten sonra ellerin yüze sürülmesinin hükmü nedir??.Ellerin sadece duadan sonra yüze sürülmesi gerekmiyor mu??
selam ve dua ile..

sen namazindan sonra ellerini yüzüne sürüyormusun peki`?
 
S Çevrimdışı

SuMeYYeLeR

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
sen namazindan sonra ellerini yüzüne sürüyormusun peki`?

ben şimdi tereddüt ediyorum araştırdım bulamadım ellerin yüze sürüleceğine dair bilgi var mı bilemiyorum da..sürmeyenide görmedim açıkçası ve huzursuz olduğum bir konu diyebilirim.Sürüyorum ama dediğim gibi içime yatmıyor bilgi edinmek için soru sormuştum hocam ya ne güzel sizde cvp almadan cvp vermiyorsunuz..
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Duadan Sonra Ellerin İçini Yüze Sürmenin Hükmü

Namazı bitirdikten sonra "Allahumme ente's- selam ve minke's- selam teberakte ya ze'l celal-i ve'l ikram" diyerek namazın kabul olup Allahın kabul buyurması için dua edildiğinden bunun sonucunda el içlerinin yüze sürülmesinde sakınca yoktur mustehabdır düşüncesindeyim. Buna delil olarak aşağıya şunları aktaracağım :

İbn-i Abbas (radıyallahu anhuma) anlatıyor:
"Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Allah'a dua edince avuçlarının içini açarak dua et, ellerinin sırtlarıyla dua etme. Duayı bitirince avuçlarını yüzüne sür."


Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (s.a.v.) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizateyn'i (felak ve nas sureleri) ve kulhu vellahu ehad'i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu 3 kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi".
(Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb 39, Da'avât 12; Muslim, Selâm 50, (2192); Tirmizî, Da'avât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19)


Hz. Ömer (ra)’ın rivayetinde: “Rasul-i Ekrem ellerini duaya kaldırdığı zaman yüzüne sürmeden salıvermezdi
(Tirmizî, Da’avât, 11)


Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
'' Allah (cc)' tan dilediğiniz vakit avuçlarınızın içi ile dua edin isteyin... Duayı bitirince de avuçlarınızla yüzünüze sürün ''
(Ebu Davud, Tirmizi, ibni Mace, ibni Hibban ve Hakim)


Bu tür hadisler ve rivayetler neticesinde bazı alimler şöyle demişlerdir:

"Allahu Teâlâ, dua edeni hiçbir zaman boş çevirmeyip, kendisi için kalkan ele bir rahmet ulaştırdığına göre, ondaki rahmetin en şerefli ve tekrime en layık organ olan yüze sirâyet ettirilmesi munasibtir."

Duânın sonunda elin yüze çalınması teberruk içindir. Yani, dua ile ellere inmiş olan rahmet eserleri, sürmek suretiyle yüze ulaştırılmış olur. (Kütüb-i Sitte - Prof. Dr. İbrahim Canan)

Duadan sonra ellerin yüze sürülüp sürülemeyeceği konusunda farklı görüşler olmakla beraber, Kadı Ebu Tayyıp, Ebu Muhammed el-Cuvaynî, İbn Sabbağ, el-Mutevellî, Şeyh Nasr ve Gazalî bunun mustahab olduğu görüşündeler. (krş. Nevevî, El-Mecmu’da, 3/501)


119 - Dua Ederken Ellerini Kaldıran Ve (Sonunda) Ellerini Yüzüne Sürenin Babı

1181) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhu anhumâ (r.a.)dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Selietn) şöyle buyurdu, demiştir :

"Allah'a (c.c.) duâ ettiğinde avuç içlerini yukarıya kaldırarak duâ et. Avuçlarının dışlarını kaldırarak duâ etme. Duayı bitirdiğinde de ellerini yüzüne sür."
Râvi Sâllh bin Hassân'ın zayıflığı dolayısıyla isnadının zayıflığı Zevâid'de belirtilmiştir. (Sunen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/541)
(Sunen-i İbn Mace, 119, Hadis no: 1181, C. 1, S: 368 ; Sunen-i Nesai, Kıyam-ul Leyl: 52)

İzahı

Zevâid yazarı bunu zevâid türünden saymış ise de bu türden değildir. Çünkü Ebû Dâvûd bunu 'Duâ' babında rivayet etmiştir. Lafızları farklı olmakla beraber mânâları aynidir. Ebû Davud'un rivayeti şöyledir:

= -Duvarları (süslemek üzere kumaşlar, halılar ve benzerleri ile) örtmeyiniz. (Din) kardeşinin kitabına izin almadan bakan kimse cehennem ateşine bakmış (buna mustahak olmuş) olur. Avuçlarınızın içleri (ni havaya kaldırmak) ile Allah'a dua ediniz. Avuçlarınızın dışları ile Allah'a dua etmeyiniz. Duanıza son verdiğiniz zaman avuçlarınızın içlerini yüzlerinize sürünüz.-

Hadis, dua edilirken avuçların içlerini semâya doğru açmanın, elleri havaya kaldırmanın meşruluğuna ve dua ederken avuçların içi yere dönük olacak şekilde elleri havaya kaldırmanın yasaklığına delâlet eder. Bunun hikmeti, avuç açmanın Allah'a muhtaçlığın, tevâzuun ve dilemenin bir ifâdesi oluşudur. Ellerin tersini havaya kaldırmak ise, dilenen şeye rağbet etmemek ve buna önem vermemek anlamını ifâde eder.

Hadisin zahirine göre, hayırlı bir şeyin istenmesi veya bir şerrin defedilmesi için duâ edilirken avuçların içini havaya doğru açmak meşrudur. Tıybî böyle demiştir.

İbn-i Hacer ise hadîsteki emri, bir hayırlı şeyin verilmesi yolunda yapılacak duaya hamlederek şöyle demiştir:
Çünkü bir şeyi kazanmak için istekte bulunan kimseye uygun olanı, baş vurduğu zâta doğru elini açması ve gönül alçaklığı ile ellerini, uzatıp bol ihsanla doldurulmasına çalışmasıdır. Kişi bir şerrin defi için duâ edeceği zaman ellerinin tersini semâya doğru kaldırması ve avuçlarının içini yere çevirmesi sünnettir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır.

Bunun hikmeti bir şeyin verilmesi dilenirken bunun alınmasının umulduğunu avuç açmakla belirtmektir. Bir şerrin defi için elin ters çevirilmesi, o şerrin kovulmakta olduğunun umulduğunu ifâde eder.
Duâ bitince etlerin yüze sürülmesinin hikmeti de şudur:
Duâ edilirken, rahmeti ilâhi ellerin üzerine iner. Bu rahmet en şerefli uzuv olan yüze de ulaşsın diye eller, yüze süniHhr.

Hadîslerin Arasını Bulmak

Bu hadis, duâ edilirken avuçların içi semâya bakacak tarzda elleri havaya kaldırmanın meşruluğuna delâlet eder.
Bundan önceki babta geçen Enes (Radıyallâhu anh)'in hadîsinin zahirine göre yağmur duası hâriç Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) duâ ederken ellerini havaya kaldırmazdı.
Duâ ederken Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in ellerini havaya kaldırdığı bir çok hadîsle sabittir. Bu hadîslerle Enes (Radıyallâhu anh)'in hadisi arasında görülen zahiri çelişkinin bertaraf edilmesi yolunda el-Menhei yazarı şu yorumu beyan eder:

Enes (Radıyallâhu anh)'ın gayesi Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in yağmur duasında ellerini havaya çok kaldırdığını, diğer dualarda bu kadar kaldırmadığını ve normal bir şekilde kaldırdığını ifâde etmektir.

Veyahut Enes (Radıyallâhu anh)'ın gayesi yağmur duâsındaki ellerin kaldırılışı diğer zamanlardaki kaldırılışından tamamen farklıdır. Yâni yağmur duasında ellerin tersi semâya doğru ve avuçların içi yere doğru tutulurdu. Bu tür kaldırış yağmur duasından başka dualarda olmazdı. Çünkü diğer dualarda avuçların içi semâya doğru tutulurdu.

Hadîslerin arasını bulmanın imkânsızlığı faraza düşünülecek olursa Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in duâ ederken ellerini kaldırdığına dâir hadisler, kaldırmadığına dâir hadislere tercih edilir. Çünkü musbit (bir olayın olduğunu beyan eden) hadisler, nâfi (o olayın olmadığını açıklayan) hadislere tercih edilir.


Hadisin Fıkıh Yönü


1. Duâ ederken elleri havaya kaldırmak meşrudur..

2. Avuçların içini semâya doğru tutmak meşrudur. Avuç içini yere doğru çevirmek yasaktır.

3. Duanın bitiminde elleri yüze sürmek meşrudur.
 
S Çevrimdışı

SuMeYYeLeR

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Allah (cc) razı olsun hocam.Sağa ve sola Selam verdikten sonra ellerin hemen yüze sürülmesinin manası o halde, oturuşta dua niyetiyle okunan rabbena ve diğer dualar olsa gerek diye düşünüyorum
En doğrusunu Allah bilir
selam ve dua ile...
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Cemaatla Namazda, Safın Gerisinde Tek Başına Durulmaz

99. Safların Arkasında Tek Başına Namaz Kılan Kimse(nin Durumu)

682. ...Vâbisa (b. Ma'bed) (r.anh)'den rivayet edildiğine göre "Peygamber (s.a.v.) saffın arasında tek başına namaz kılan bir adam görmüş de kendisine (namazı) iade etmesini emretmiştir.
"Suleyman b. Harb, "namazı iade etmesini emretti" diye rivayet etmiştir."

(Tirmizî, mevâkît 56; İbn Mâce, ikâme 54; Dârimî, salat 61; Ahmed b. Hanbel, IV, 228; Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/46)
Açıklama


1. Bu hadis-i şerif safların arkasında tek başına namaz kılan kimsenin namazının fasit olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim Nehaî, Veki'b. el-Cerrâh, İbn Ebi Leylâ, el-Hasan b. Salih ve İbn Munzir bu görüştedirler.
Ahmed b. Hanbel'in meşhur olan mezhebi şudur:

Safların arkasına durarak cemaatle namaz kılmakta olan kimse rukû'dan önce saffa girerse namazı sahihdir. (el-Menhel, V, 73) Tek başına saf teşkil ederek imama uyan bir kimsenin rukû'a vardıktan sonra hem kendi namazı hem de onun safına duracak olan kimselerin namazları fasit olur. İsterse bu kimselerin sayısı yüz veya daha çok olsun. (Hattâbî, Meâlimu's-sunen, I, 440)
Tercemesini sunduğumuz hadis-i şerif bu âlimlerin delilidir. Ayrıca İbn Mâce'nin de rivayet ettiği "Rasûl-u Ekram (s.a.v.)'in safların arkasında tek başına saf teşkil ederek namaz kılan bir kimseye hitaben "dön namazını yeniden kıl" buyurduğuna dair 1003 no'lu Ali b. Şeybân hadisi de bunların görüşünü desteklemektedir.
2. Ancak İmam Mâlik Evzâî, Şafiî ve rey sahiblerine göre ise, safların gerisinde tek başına saf teşkil ederek cemaate uyan kimsenin namazı caizdir. Bunların delili de 683 no'lu hadisdir. Sözü geçen hadiste beyân edildiği üzere Rasûl-u Ekram (s.a.v.)rukû'da iken mescide giren bir kimsenin saffa katılmadan bulunduğu yerden imama uyarak namazını kılmış bunu gören Rasûl-u Ekram (s.a.v.)de ona iltifat ederek: "Allah senin (cemaatle namaz kılmaktaki arzu ve) hırsını artırsın. (Fakat) bunu bir daha yapma" buyurmuştur.
Bu imamlara göre, şayet safların arkasında tek başına imama uyarak namaz kılan bu kimsenin namazı fasit olsaydı, Rasûlullah bu kimseye namazını iade etmesini emrederdi. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte ifâde edilen, Rasûl-u Ekram (s.a.v.)'in, böyle yalnız başına namaz kılan bir kimseye "dön namazım tekrar et" buyurmasının gerçek sebebi ise, bu âlimlere göre o adamın safların gerisinde yalnız başına namaz kılması değildir. Gerçek sebeb bu adamın namazın kerahetini gerektiren başka bir davranışta bulunmuş olmasıdır, denebilir.

Yahutta böyle namaz kılan bu kimse fazileti terk ettiğinden dolayı Peygamber (s.a.v.) faziletten mahrum kalmaması için ona namazını yeniden kılmasını tavsiye etmiştir.
Ancak ön safta yer olmadığı için yalnız başına arkada namaz kılmak mecburiyetinde kalan kimsenin durumunda ihtilâf edilmiştir.
a. İmam Şâfi'î'ye göre, bu kimse ön saftan birini yanına çekmeden tek başına kılar. Çünkü eğer ön saftan birini yanına çekecek olursa evvelâ o kimseyi ön safta bulunmanın faziletinden mahrum eder ve ayrıca o safta da bir gedik açmış olur. Bu bakımdan yalnız başına kılar.

b. İmam Mâlik'e göre ise, safların arkasında namaz kılan kimsenin namazı tamdır. Önden bir kimseyi yanına çekmesine lüzum yoktur. Şayet çekecek olursa, çekilen kimse o adama itaat etmemelidir.

c. Bazı âlimler de ön safta bulunan bir kimseyi arka safa çekmenin o kimseye zulüm olduğunu söylemişlerdir.

d. Hanefilere göre ise, o kimse imam rukû'a eğilmek isteyinceye kadar bir kimsenin dışarıdan gelmesini bekler. Gelmeyeceğini anlayınca da imam rukû'a varmadan ön safta bulunan birisini yanına çeker ve namazım öyle kılar. Bu hareketiyle hadis-i şerifteki nehye muhâtab olmaktan kurtulur.

Şafiî ulemâsının çoğunluğuna göre bu durumda kalan kimse namaza durduktan sonra ön safta bulunan bir kimseyi çekerek yanına durdurur. O kimse de bu adamın isteğine itaat etmekle büyük ecirlere nail olur.

Her ne kadar hüküm bu ise de, zamanımız insanlarının bunu bilmemesi, tatbikinden doğacak mahzurları da göz önüne alarak safta tek başına namazım kılabileceği ifâde edilmiştir.


100. Safların Arkasında (Yalnız Başına) Ruku'a Varan Kimse(nin Durumu)

683. ...Ebû Bekra (r.anh)'nin haber verdiğine göre kendisi (bir gün) Peygamber (s.a.v.) rukû'da iken mescide girdiğini söylemiş ve (sözlerine devam ederek şöyle) demiştir:
"Hemen saffın gerisinde rukû'a vardım." Bunun Üzerine Peygamber (s.a.v.); "Allah (cemaate iştirak etme arzu ve) hırsım artırsın fakat bir daha (bunu) yapma!" buyurdu.

(Buhârî, ezan 114; Nesâî, imame 63; Ahmed b. Hanbel, V, 39, 42, 45, 46, 50; Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/48-49)

Açıklama


Bu babtaki hadis-i şerifler önceki bâblardaki hadis-i şerifleri tamamlayıcı mâhiyettedirler. Ancak önceki bab, safların dolu olduğu bir anda bir kişinin tek başına yeni bir saf teşkil edip edemiyeceği: ettiği takdirde namazının ve iktidâsının sahih olup olmayacağı meselesiyle ilgilidir. Bu bab ise, birinci safta boş yer olduğu halde imam rukû'da iken rekatı kaçırırım korkusuyla saf gerisinde hemen imama uyarak ve namaz içinde yürüyerek saf fi doldurması ile ilgilidir.
Bu hadis-i şerif, safların gerisinde tek başına namaz kılan kimsenin namazı sahihtir, diyenlerin delilidir. Çünkü bu hadis böyle namaz kılan bir kimsenin namazının sahih olduğunu açıkça ifâde etmektedir.
Hadis-i şerifteki "fakat bunu bir daha yapma" buyruğu, o kişiye sadece bir tavsiye niteliğindedir.
Hadis-i şerifin sonundaki cümlesi üzerinde sarihler değişik hususlar beyân etmişlerdir. Avdet etmek, dönmek manasına gelen kökünden kabul edenler, (ki cumhûr-ı ulemanın görüşü budur) "bir daha yapma" demektir. Buna göre yapılmaması istenen safta boş yer varken rekata yetişeceğim diye saf gerisinde namaza durmasıdır. Bu görüş imam Beyhakî'nin Ebû Bekra'den rivayet ettiği:
"Ebû Bekra (r.anh) cemaat rukû' da iken camiye geldiğini saffın gerisinde rukû'a vardığını, sonra da yürüyerek saffa iltihak ettiğini, Rasûlullah (s.a.v.)'ın namazı bitirince cemaate dönüp:
"Saf gerisinde rukû'a vararak sonra saffa iltihak edeniniz kimdi?" dediğini, Ebu Bekra'nin "Bendim (ya Resûlallah)", demesi üzerine de;
"Allah fazilete karşı hırsını artırsın, ama bir daha yapma" hadisi ile birlikte Tahâvî'nin, Ebû Hurayra'dan rivayet ettiği "sizlerden biri namaza geldiğinde saftaki yerini almadan saf gerisinde ruku'a varmasın" hadis-i şerifini esas almışlar, görüşlerini bu rivayetlerle takviye etmişlerdir.

Bazı âlimler de, bu kelimeyi "iade" kökünden, "namazını iade etme" yani "iadeye gerek yok' diyerek te'vil etmişler ve namazının sahih olduğunu söyleyerek cumhurun görüşünü savunmuşlardır.

Diğer bir gurup da "koşmak" mânâsına gelen kökündendir, diyerek "bir daha namaza yetişeceğim diye koşma" şeklinde tefsir etmişler ve buna delil olarak da Îbnu's-Seken'in Ebû Bekra'den bu rivayetini göstermişlerdir.
Ebu Bekra:"Kamet getirilmiş, herkes namaza durmuştu. Koşarak safa yetiştim. Namaz bitince Rasûlullah "Biraz önce koşarak namaza gelen kimdi?" dedi.
Ebû Bekra; "Bendim yâ Rasulallah" dedim.
Rasûlullah da; "Allah hırsım artırsın, bir daha koşma" veya "bir daha yapma!" buyurdu.
Görüldüğü gibi, birinci görüş ağırlık kazanmış, terceme de bu görüşe göre yapılmıştır.
Yoksa bu sözdeki emrin hükmü farz değildir. Sadece o kişiyi daha faziletli olan bir amele teşviktir. Çünkü bilindiği gibi saffa girerek kılınan namaz, safların arkasında imama uyarak tek başına kılınan namazdan daha faziletlidir.
Hattâbî'nin beyânına göre, imama uyan kimsenin saffın arkasında durmayarak ilerleyip saffa katılmasının hükmü müstehabtır.
Bu hadisle ilgili mezheb imamlarının görüşleri bir önceki hadisin izahında geçmiştir. Oraya bakılabilir.

684. ...el-Hasen'den rivayet edildiğine göre, (bir gün) Ebû Bekra (r.anh) Rasûl-u Ekram (s.a.v.) rukû'da iken (mescide) gelmiş ve hemen safın gerisinde rukû'a varmış,sonra da saffa yürü(yerek gir)di.
Peygamber (s.a.v.) namazı bitirince: "O safın gerisinde ruku'a vardıktan sonra yürüyerek saffa giren hanginizdi?" demiş.
Ebû ade: "bendim" diye cevab vermiştir.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Allah senin (cemaatle namaz kılmaktaki arzu ve) hırsını artırsın (fakat) bunu bir daha yapma"

(Buhârî, ezan 114; Nesâî, imame 63; Ahmed b. Hanbel, V, 39, 45, 46, 50; Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/50-51)

Açıklama

Bu hadis-i şerif, insanın namazda iken namazın ıslâhı ile ilgili bir harekette bulunması veya yürümesinin caiz olduğunu ifâde etmektedir. Bu yürümenin miktarı hakkında çeşitli görüşler vardır:

1. Bazı Hanefî âlimleri namazın ıslahı ile ilgili olarak ancak bir adım kadar yürümenin caiz olabileceğini söylerken, bazıları da ayaklarının bulunduğu yerden alnın konduğu yere kadar yürünebileceğini söylemişlerdir. (el-Menhel, V, 76)
2. Şâfiî'lere göre ise, üst üste ancak iki adım yürünebilir. Fakat aralıklı olarak yüz adım bile yürünse herhangi bir sakınca yoktur.
3. Mâlikî'lere göre ise, safta bulunan bir açıklığı kapatmak için iki veya üç saf arasındaki mesafe kadar yürünebilir. Fakat bu yürüyüş yılan veya akrep öldürmek gibi namazın dışında bir işle ilgili bulunursa, o zaman örfe muracaat edilir. Örfçe yakın sayılan mesafede yürümenin bir sakıncası olmaz, örfçe uzak sayılan mesafede yürumekse caiz olmaz.
"Bir hadis-i şerifte "saftaki açığı kapayana on hasene yazılır ve kendisinden on günah silinir. O kimse on derece yükseltilir" buyurmuştur.
Tahâvî der ki; "saftaki aralıktan maksat, bir adam sığacak kadar olan açıklık demektir. Şayet açıklık bu kadar değilse açıklık yok demektir."
"Bir de saflar arasında açıklık bulunmasındaki kerahet, cemaatle namaz kılan kimseler için söz konusudur. İmama uyarak saf teşkil eden kimselerin arasında açıklık bulunmasında kerahet yoktur."

(Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/-51)


10
ـ وعن وابصة بن معبد رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال : رَأى رَسُولُ اللَّهِ # رَجًُ يُصَلِّى خَلْفَ الصَّفِّ وَحْدَهُ: فَأمَرَهُ بإعَادَةِ الصََّة
أخرجه أبو داود والترمذي
10. (2819)- Vâbisa İbnu Mâbed (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Rasûlullah bir adam gördü, safın gerisinde tek başına namaz kılıyordu. Ona namazını yeniden kılmayı emretti."
(Ebû Dâvud, Salât 100, (682); Tirmizî, Salât 170, (230)

Açıklama
Safın arkasında tek başına namaz kılan me'mûmun durumu hakkında selef ihtilaf etmiştir.
Bazıları: "Ne caizdir ne de sahihtir" demiştir. Böyle diyenler meyanında Nehâî, Hasan İbnu Sâlih, Ahmed, İshak, Hammâd, İbnu Ebî Leylâ, Vekî sayılabilir.
Bazıları da, bunu caiz görmüştür. Hasan Basrî, Evzâî, Mâlik, Şâfiî, Ashâbu'r-Rey bunlardandır.
"Caiz değil" diyenler, sadedinde olduğumuz hadise dayanırlar.
Keza Ahmed ve İbnu Mâce'nin tahric ettiği bir başka hadiste geçen şu ibare de bu görüşe delil kılınmıştır:

اِسْتَقْبِلْ صََتَكَ فََ صََةَ لِمُنْفَرِدٍ خَلْفَ الصَّفِّ
"Namazına yönel, safın arkasında munferid namaz kılınmaz."

Safın gerisinde munferidin kılacağı namaza "sahihtir" diyenlerin delili, Ebû Dâvud'da, Ebû Bekra (radıyallâhu anh)'den yapılan bir rivâyettir. Orada Ebû Bekra mescide girdiği zaman Rasûlullah'ın rukû yapmakta olduğunu, (rukuda yetişebilmek için) safa varmadan hemen rukûya vardığını, sonra durumu Rasûlullah'a açınca, Aleyhissalâtu Vesselâm'ın: "Allah senin hırsını artırsın, artık iade etme.." dediğini görmekteyiz.

Âlimler, bu durumda verilen iade emrini, evla olana devamda mubâlağa için menduba hamletmişlerdir.
İbnu Hacer der ki: "Ahmed ve başka bazısı bu iki hadisin arasını bir başka tarzda te'lif ettiler. Şöyle ki: "Ebû Bekra'nin hadisi âmm olan Vâbisa hadisini tahsis eder. Öyleyse, kim safın gerisinde munferid olarak namaza başlar sonra da rukû'dan kalkmazdan önce safa dahil olursa ona iade gerekmez, tıpkı Ebû Bekra hadisinde olduğu gibi... Aksi takdirde Vâbisa hadisinin âmm olan hükmü gereğince iade vâcib olur."


6254 - Ali İbnu Şeyban anlatıyor: "Rasulullah aleyhissalatu vesselam'a gitmek üzere kavmimizin yola çıkardığı heyet olarak yola çıkıp Rasulullah'ın yanına geldik. Ona biat ettik, arkasında namaz kıldık. Sonra arkasında bir başka namaz daha kıldık. Namaz bitmişti. Safın gerisinde tek başına namaz kılan birini gördü. Aleyhissalatu vesselam, adam gideceği zaman yanında durarak: "Namazına (yeniden) yönel! Çünkü safın gerisinde tek başına kılının namazı yoktur!" buyurdu."
(Kutub-i Sitte)

Kişinin Saf Gerisinde Namazı Tek Başına Kılması
Bazıları derler ki; kişinin tek başına safın gerisinde namazı kılmakla emrolunması kıyasa muhaliftir. İmam, en önde tek başına durmaktadır. Peşi sıra erkeklerin safı, ondan sonra kadın tek olsa bile erkeklerin safının gerisinde tek basma durarak namazını kılar. Sünnet olan şekil budur. Aslında hakikat hiç te böyle değildir. İmamın öne geçmesi ittifakla sünnettir. İmam'a uyanlarsa, imamın gerisinde saf tutarlar. Bu hüküm üzerinde görüş birliği sağlanmıştır. İkisini birbirine karıştırmamak gerekir. İmam önde olup ta cemaat onu görerek kendisine uyacak olursa mükemmel bir şekilde onu izleyebilirler. Kadının beraberinde namaz kılacak başka bir kadın yoksa tek başına, erkeklerin safına girmeden imama uyar. Tabii birden fazla olduklarında sünnet gereği saf tutarlar.
Kadının durumu iki şeye delalet etmektedir:
Kendisiyle beraber namaz kılacak başka bir kadm yoksa, tek başına erkeklerin safının gerisinde durarak imama uyar. "İhtiyaç anında vâcibler düşer," kuralına göre bu, kıyasa uygundur. Kişinin başkalarıyla bir araya gelerek saf tutması vâcibdir. Ama bu mümkün olmadığı takdirde vâciblikten çıkar. Buna benzer daha bazı farz ve vâcibler ihtiyaç anında geçerliliklerini yitirirler. Mesela korku namazında cemaati tehlikeden korumak için bazı yükümlülükler düşer. Yine bunun gibi bir kişi, cemaatle namaz kıldığında, zorunlu olarak imamın önünde kılması gerekiyorsa kılabilir. Zira buna ihtiyaç vardır. Bazı ilim ehli bu görüştedirler. İmam Ahmed'in mezhebinde bu konudaki iki rivayetten biri bu doğrultudadır. Bunlar, imamın önüne geçilmesi zorunlu olmadığı zamanlarda önüne geçilmesine cevaz vermemektedirler. Özetleyecek olursak diyebiliriz ki saf tutmak, diğer bazı hususlara nispetle daha vâcib hükmünde değildir. Cemaat halinde iken diğer bazı hususlar düşünce, saf tutma zorunluluğu öncelikle düşer. Genel kurallardan biri de şudur ki; şer'an kendisinde aciz kalman şeyler, vâcibleri düşürürler. Bir günaha vasıta olmaksızın kendisine ihtiyaç duyulan şeyler yasaklanmış değildirler. Çünkü Allah, aczi kalınacak işi kuluna yüklemediği gibi, zorunlu olarak ihtiyaç duyulan şeyden de kulunu yoksun bırakmaz.
(İbni Teymiyye, Kıyas, Tevhid Yayınlar: 68-69)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
(Farz) Namazdan Sonra Tekbir Getirmek

(Tekbir ve Tesbihat Farz Namazdan Sonra Yapılmalı)


1002. ...İbn Abbâs (r.anhuma)'dan; demiştir ki; "Rasûlullah (s.a.v.) 'in namazının bittiği, tekbirle bilinirdi."

(Buhârî, ezan 155; Muslim, mesâcid, 120, 121; Nesâî, sehv79; Ahmed b. Hanbel, 1,222; Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/55)


Açıklama

Hadis-i Şerifin Buhârî'deki bir rivayeti, İbn Abbâs'ın sözü olarak, "Ben Rasûlullah'ın namazının bittiğini tekbirle bilirdim" ifâdesi yer almaktadır.
Hadis-i Şerifin zahiri, sahâbilerin zikre (hamd ve tesbihden önce) tekbirle başladıklarını gösterir. Ancak hadisten kast edilen bu değildir. Onlar namazdan sonra zikrediyorlardı ve bu zikir, namazdan sonraki istiğfar, tesbih, tekbîr, hamd (vs.) tümünü içine alıyordu.
İmam Nevevî bu hadisin "namazın sonunda zikrederken sesi yükseltmek mustehabtır" diyenlerin görüşlerine delil olduğunu söyler. Fakat İbn Battal ve diğer bazı âlimler bütün mezheb sahiblerinin zikir ve tekbirde sesi yükseltmenin mustehab olmadığında muttefik olduklarını nakletmişlerdir.
İmam Şafiî bu hadisi, Rasûlullah'ın ashaba öğretmek için çok az bir zaman zikri açık yaptığına hamletmiştir.
İbn Abbâs'ın çocuk olduğu için arka saflarda namaz kıldığı, bu yüzden namazın bittiğini selâmla değil, tekbirle bilebildiğini söyleyenler de vardır.
Bazı âlimler de hadisin teşrik günleri ile alakalı olduğunu, çünkü bugünlerde farzlardan sonra yüksek sesle tekbir getirildiğini söylerler. Cehri zikri mekruh gören Hanefîlerin görüşüne bu tefsir daha uygundur.

1003. ...İbn Abbâs (r.anhuma)'in haber verdiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) devrinde cemaat farz namazı bitirince zikirde seslerini yükseltirlerdi. (Hatta) İbn Abbâs demiştir ki: "Ben o sesi duyar ve cemaatin namazdan çıktığını bununla bilirdim."

(Buhârî, ezan 155; Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/56 - 57)

Açıklama

Hadis-i şerif namazdan sonra zikrederken sesi yükseltmenin meşru olduğuna delildir. Konu ile ilgili tafsilat önceki hadisin açıklamasında geçmiştir.
 
S Çevrimdışı

Salman Raduyev

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
esselamualeykum

sünnetleri farzlardan önce kılmanın akşam namazı dışında bunun ispatı nedir.

ALLAH s.v.t razı olsun
 
H Çevrimdışı

Horasani

اعيدوا إلى الحق سلطانه
İslam-TR Üyesi
Selamun aleykum.bu sünnet ile farz namaz arasını ayırmak ile ilgili peygambere (sav) has bir durumdur gibi yorumlar var.sabah namazından sonra Rasulullah ın (sav) Aişe (ra) ile konuşmasından örnekle bunun peygambere has bir durum oldugundan bahsediliyor internette bir yerde okudum.peygambere has olan ve yapması farz olan durumlarla da desteklenmiş.buna ne cevap verirsiniz ?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kardeşim sorularınızı soru cevab bölümünde ilgili konulara yazarsanız faydalı olur.
 
Üst Ana Sayfa Alt