Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Müşriklerin Şirk, Putlarıyla Dalga Geçmek, İlahlarına Sövmede Ölçü Nedir?

İ Çevrimdışı

İbn Muhammed

الله اكبر و العزة الله
İslam-TR Üyesi
Esselamu Aleykum ve rahmetullah değerli hocam,
Muhtelif yerlerde forumda, sosyal mecralarda, arkadaş arasında çokça rastladığım hatta zaman zaman benim de düştüğüm bir durum: Modern Cahiliyenin Putlarını alaya almak veya belli kesimlerin içinde bulunduğu şirk durumuyla dalga geçmek.
Küçümsemek, dalga geçme, batıl olduğunu belirtmek ve göstermek için bu durum caiz midir? Bunun seviyesi nasıl ayarlanır. Bunun müslümana yakışmayan bir davranış olduğunu söylediğimde bana İbrahim (as)'ın putları dilene doladığını ve Lat putunun yıkılışını örnek olara veriyorlar.



-------------

c) Lât Putunun Yıkılışı:

Birkaç gün sonra Hz." Peygamber'in (s.a.) elçileri geldiler. Başlarında Hâ-lid b. Velid vardı. Muğîre b. Şu'be de içlerindeydi. Gelir gelmez Lât putunu yıkmaya azmettiler. Bütün Sakîf halkı kadınlar, erkekler ve çocuklar hepsi olup bitenlere bakıyorlar, evlerden başlar uzanıyor, neler olduğunu görmeye çalışıyorlardı. Ve hiçbir Sakîfli, o putun yıkılabileceğine ihtimal vermiyor, bunu imkânsız görüyordu.

Muğîre b. Şu'be kalktı, eline kazma aldı ve arkadaşlarına: "Vallahi, sizi Sakîflilerin durumuna güldüreceğim." dedi. Sonra kazması ile puta vurdu ve yere yuvarlanıp debelenmeye başladı. Bütün bir Tâif halkı hep bir ağızdan çığlık attılar ve "Allah, Muğîre'yi rahmetinden uzak tutsun! Rabbe onu öldürdü!" dediler. Onu düşmüş vaziyette görünce: "Haydi, kimin gücü yeterse yaklaşsın, yıkmayı denesin! Vallahi bu yapılamayacak bir iştir!" dediler. Bu sözleri duyan Muğîre, fırlayıp kalktı ve: "Ey Sakîf topluluğu! Allah sizi çirkinleştırsin! Lât dediğiniz, taş ve kerpiç parçalarından ibaret bir şeydir. Allah'ın afiyetine yöneliniz ve O'na kulluk ediniz!" dedi. Sonra kazmasıyla Lâtın kapısını kırdı ve duvarlarına tırmandı. Onunla beraber başkaları da tırmandı Yerle bir edinceye kadar taş taş yıktılar. Putun bakıcısı: "Temele indiklerinde, temel onlara kızacak ve onları yerin dibine geçirecek!" dedi, Muğîre, bu sözleri duyunca Halid'e: "Bırak, temeli ben kazayım!" dedi ve elbiselerini, zînet eşyalarını ve toprağını çıkarıncaya kadar kazdı. Bütün bir Sakîf'in dili tutulmuş gibiydi. Ancak içlerinden bir ihtiyar kadın: "Alçaklar onu (müslümanlara) teslim ettiler, savaşıp onu savunmadılar." diyebildi.

Hz. Peygamber'in (s.a.) elçileri, görevlerini yerine getirip döndüler. Putun deposundan çıkan elbise ve zînet eşyalarıyla Rasulullah'm (s.a.) yanma girdiler. Rasülullah (s.a.) da o mallan hemen o gün taksim etti. Kullarına zafer ihsan edip dininin izzetini koruduğu için Allah'a hamdetti. Daha önce de bu malın Ebu Süfyan b. Harb'e verildiği zikredilmişti.

Buraya kadar anlatılanlar Musa b. Ukbe'den nakledilmiştir.

İbn îshak'm iddiasına göre Hz. Peygamber (s.a.), Ramazan! ayında bük'ten dönmüş, Sakîflilerin heyeti de bu ay içinde gelmiştir.

Ebu Davud'un Süne/7'inde, Câbir'den (r.a.) şöyle bir rivayet vardır: Sakîfliler Rasûlullah'a (s.a.), kendilerinin cihad ve sadaka ile mükellef tutul-mamalannı şart koştular. Hz. Peygamber (s.a.) bu şarttan sonra: "İslâm'ı kabul ettikleri, zaman sadakalarını (zekâtlarını) da verecekler, cihada da gideceklerdir." buyurdu.[214]

Ebu Davud et-Tayâlisî'nin Sünen'inde, Osman b. Ebu'l-Âs'tan gelen rivayete göre Rasülullah (s.a.) ona, Tâif mescidini, putlarının (tâğıye) olduğu yere yapmasını emretti.

Mu'temir b. Süleyman, Meğâzî'sinde der ki: Abdullah b. Abdurrahman et-Tâifî'nin, Osman b. Abdillah—amcası Amr b. Evs— Osman b. Ebi'l-Âs yoluyla şöyle bir nakilde bulunduğunu işittim: Osman b. Ebi'l-Âs dedi ki: Hz. Peygamber (s.a.) Kur'an'dan Bakara sûresini okuduğum için, onların en küçüğü olduğum halde Sakîf'ten gelen altı kişilik heyet içinden beni görevlendirdi. Dedim ki: "Ya Rasulallah! Ben Kur'an'ı unutuyorum." Elini göğsüme koydu ve: "Ey Şeytan; Osman'ın göğsünden çık!" buyurdu. Bundan sonra, ezberlemeyi istediğim hiçbir şeyi unutmadım.[215]

Sahih-iMüslim'de, Osman b. Ebi'l-Âs'tan gelen şu rivayet vardır:, Rasulallah! Şeytan beni namaz kılmaktan ve Kur'an okumaktan alıkoyuyor." dedim. "Bu hınzib denilen bir şeytandır. Onu hissettiğin zaman ondan Allah'a sığın ve üç defa sol tarafına tukur." buyurdu. Denileni yaptım ve Allah benden bu hali giderdi.[216]


d) Bu Olaydaki Fıkhı Hükümler:

Heyetle ilgili olarak zikredilen bu kıssadan çıkarılacak bazı fıkhî sonuçlar vardır. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

1— Harbî olan bir kişi, kavmi içerisinde zulüm ve cinayet işler, mallarını alır ve sonra da müslüman olarak gelirse, devlet başkanı onun zuîmü ve getirdiği mallarla ilgili olarak hiçbir işlem yapmaz. Daha önceden telef ettiği mal ve can karşılığı olarak tazminat ödemez. Rasûlullah (s.a.), Muğîre'nin Sakîfliler'den aldığı mala dokunmamış, onlara verdiği zararı da tazmin etmemiş ve demişti ki: "Müslüman olmanı kabul ederim, getirdiğin mala gelince, ona hiç karışmam."

2— Müşrikleri mescidde konaklatmak caizdir. Özellikle müslüman ol* malan umuluyorsa, Kur'an dinlemelerine, ehl-i İslâmı ve ibadetlerini müşa-hade etmelerine imkân verilir.

3— Heyetin güzel bir siyasetle hareket etmesi, getirdikleri haberi Sakîf-lilere iletmeye ve arzu ettikleri sonuca ulaşmaya imkân vermiştir. Bunu yaparken onlara hoşlanmayacakları bir tablo çizmişler, bunun sonucu Sakîfli-ler, İslâm'a boyun eğmekten başka bir çıkar yol olmadığını görünce heyette* kiler herşeyin düşünüldüğü gibi kararlaştırıldığını haber vermişlerdir. Şayet gelir gvlmez bu durumu söyleselerdi kabul etmezlerdi. Bu davranış davetin ve tebliğin en güzel şekillerindendir ve ancak akıllı ve zeki insanlar bu davranışı gösterebilirler.

4— Bir kavme emîr ve imam olmaya en lâyık kimse, Allah'ın kitabını en iyi bilen, en faziletli ve dini en iyi anlayandır.

5— Putlar için inşa edilen şirk yerlerinin yıkılması, meyhane ve diğer batakhanelerin yıkılmasından Allah'a ve Rasûlü'ne daha sevimli, İslâm dini ve müslümanlar için daha faydalıdır. Kabirlerin üzerine yapılan, Allah'tan başkasına ibadet edilen ve içindekilerle Allah'a ortak koşulan yerlerin hali de böyledir. Buraların bırakılması İslâm'a göre helâl olmaz, bilâkis yıkılması vaciptir. Vakfedilmesi ve buralara vakıfta bulunulması sahih olmaz. Devlet başkam böyle yerleri ve bu yerlere ait vakıfları, İslâm askerlerine bağışlayabilir. Müslümanların umumi menfaatları için kullanabilir. Oradaki âletlerin, eşyaların ve her türlü metaın hükmü böyledir. Oraya götürülen kurbanlar, Beytullah'a götürülen kurbanlara benzetilir. Devlet başkanının bunları almak ve İslâmî menfaatlar için sarfetme hakkı vardır. Sakîfliler de o putların önünde, bu yerlerde yapılması âdet olan adakta bulunmak, bereket ummak, meshet-mek, öpmek ve istilâm etmek gibi şeyler yapıyorlardı. Onların şirki bundan ibaretti. Onlar, o putların yeri ve gökleri yarattığına inanmıyorlardı. Şirk koşmaları, bazılarının kabirler için gösterdikleri davranışın aynısı idi.

6— Putların ve puthanelerin yıkılmasından sonra, o yerlere mescid yapmak müstehabtır. Böylece daha önce Allah'a şirk koşulan yerlerde, yalnızca Allah'a ibadet edilecektir. Puthanelerden başka Allah'a ortak koşulmak için yapılan yerlerin de yıkılması ve müslümanlann ihtiyacı varsa oraların mescid haline getirilmesi vaciptir. Şayet mescide ihtiyaç yoksa, devlet başkanı öyle yerleri ve û yerlere ait vakıfları mücahitlere ve uygun gördüğü diğer kimselere verir.

7— Kul, taşlanmış ve kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve soluna tü-kürürse, şeytan ona zarar veremez. Bu davranışından dolayı namazı bozulmaz, aksine namazının daha tam ve eksiksiz olmasına vesile olur.[217]

En iyi bilen Allah'tır.

îbn İshak der ki: Rasûlullah (s.a.) Mekke'yi fethedip, Tebük seferinden dönünce Sakîfliler de İslâm'ı kabul ederek bîat edince, her taraftan Arap heyetleri gelmeye ve grup grup, bölük bölük Allah'ın dinine girmeye başladılar.

Temîmoğullan ile Tay kabilelerinden gelen heyetler daha önce anlatılmıştı. [218]

[214] Ebu Davud, 3025; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/218.

[215] Abdullah b. Abdurrahman'ı birçok hadisçi zayıf kabul etmiştir. Takrib'de: fakat hata eder, vehmeder." denilmiştir. Diğer râvüeri sikadır.

[216] Müslim, 2203.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/152-154.

[217] Kitabın müellifi İbnü'l-Kayyim'in hanbelî selefi mezhebinden olduğu dikkate alınmalıdır.

[218] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/154-155.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetulahi we berakâtuhu;

"Kâfirlerin, Allah'dan başka taptıklarına sövmeyin ki onlar da aşın giderek bilgisizce Allaha sövmesinler. Her ummete, yaptığı işi böylece süslü gösterdik. Sonra onların varacakları yer, Rabb'lerînin huzurudur. Rabb'leri onlara yaptıklarını haber verecektir." (En'am 108)

- Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'dan rivayete göre "Siz ve Allah'ın dışında tapındıklarınız cehennem odunusunuz..." (Enbiyâ, 98) âyet-i kerimesi nâzil olunca; muşrikler: "Ey Muhammed, ya bizim tanrılarımıza sövmeyi ve onları ayıplamayı bırakırsın, ya da biz de senin Rabb'ini alaya alırız (tapınmakta olduğun tanrını hicvederiz)." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime indi. (İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 111,102)

- Katâde diyor ki: "Bu âyet-i Celilenin asıl nûzul sebebi, Müslümanların, kâfirlerin putlarına sövmeleri, kâfirlerin de haddi aşarak cahillikle Allah tealaya sövmeleridir. (Taberî, Câmiu'l-Beyân Tefsiri, VI, 208)

- Suddî rivayetinde hadise şöyle gelişmiştir:
Ebu Talib'in ölüm hastalığında Kurayş: "Gelin şu adama gidelim, kardeşi oğlunu bizden alakoymasını kendisinden isteyelim. Onun ölümünden sonra kardeşi oğlunu öldürürüz de Arab'lar: "Ebu Talib hayatta iken onu öldürmelerinin önüne geçiyordu, amcası ölür ölmez onu öldürdüler." demelerinden utanırız." dediler.
Ebu Sufyan, Ebu Cehl, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Halefin oğulları Umeyye ve Ubeyy, Ukbe ibn Ebî Muayt, Amr ibnu'1-As ve el-Esved ibnu'l-Bahterî, Ebu Talib'e geldiler ve: "Sen bizim büyüğümüz, efendimizsin. Muhammed bize ve tanrılarımıza eziyet ediyor. Biz isteriz ki onu çağırasın ve bizim tanrılarımız hakkında konuşmaktan onu men'edesin." dediler.
Ebu Talib, Peygamber (s.a.v.)'i çağırttı, gelince de: "Ey kardeşim oğlu, bunlar senin kabilen ve amcanın oğulları." dedi. Peygamber (s.a.v.): "Ne istiyorlar?" diye sordu.
"Sen, bize ve tanrılarımıza karışma; biz de sana ve tanrına karışmayalım." dediler.
Ebu Talib: "Kavmin sana insaflı ve adaletli davrandı, tekliflerini kabul et." dedi.
Allah'ın Rasûlu (s.a.v.): "Ben istediklerinizi verdim diyelim, söylediğiniz takdirde bütün Arab ve acemin size boyun eğeceği bir kelimeyi bana verecek misiniz?" diye sordu.
Ebu Cehl atılıp: "Evet, baban hakkın için (babana yemin ederiz ki) istediğin o bir kelimeyi ve on mislini sana vereceğiz. Nedir o kelime?" dedi.
Peygamber (s.a.v.): "Lâ ilahe illAllah deyiniz." buyurdu.
Yüz çevirip suratlarını ekşittiler.
Ebu Talib: "Kardeşimin oğlu, bir başka kelime söyle. Görüyorsun bu kelimeden hoşlanmıyorlar." dedi.
Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Amca, bunun dışında başka bir kelime söyleyecek değilim. Güneşi getirip elime koysalar yine de başkâsını söylemem, " deyince,
"Ya tanrılarımıza sövmeden vazgeçersin, ya da biz de sana bunu emredene söveriz." dediler ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i ketimeyi indirdi. (Vahidî, Esbab-ı Nuzul, s. 153; Taberî, VII, 207-208)


Bu âyet-i Kerime, herhangi bir menfaatin, büyük bir zarara yol açtığı takdirde terkedilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Bir Hadis-i Şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Kişinin, anne ve babasına sövmesi, büyük günahlardandır."
Sahabiler: "Ey Allahm Rasulu, kişi nasıl olur da anne ve babasına söver?" diye sorunca;
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kişi başkasının babasına söver, sövdüğü adam da onun babasına söver. Ve başkasının annesine söver o da onun annesine söver.
(Muslim, K. el-îman, bab: 146, Hadis No: 90; Tirmizi, K. el-Birr, bab: 4, Hadis No: 1902; Ahmed b. Hanbel, Musned, c. 2, s. 164, 195, s. 214, 216)


Kâfirler, Dar'ul Harbte güçlü oldukları için İslâm'ın ve Müslümanların egemenliğine boyun eğmemişlerse ve onların, İslam'a peygambere ve yüce Allah'a sövmesinden korkuluyor ise, Müslüman bir kimsenin onların haçlarına, dinlerine, mâbetlerine sövmemesi, böyle bir sonucu veren şeylere kalkışmaması gerekir. Çünkü bu masiyete teşvik edici bir fiil ayarındadır. Bu aynı zamanda bir çeşit ateşkes gibidir. Seddu'z-zeraî
(bizzat kötü ve günah olmasa da kötülüğe ve günaha giden yol açan hususların engellenmesi) gereğince, hüküm vermenin sonucudur. Yine ayet-i kerimede hak sahibinin, eğer dinde zarara götürecek olur ise, hakkı olan şeyden vazgeçebileceğine de delil vardır.
Bu anlamda da Ömer b. el-Hattab (r.anh)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir:
"Akrabalık bağının koparılması korkusuyla akrabalar arasında kesin ayırıcı hüküm vermeyiniz."
İbnu'l-Arabî der ki: Eğer hak vâcib bir hak ise onu her halûkârda alır, eğer caiz bir hak ise işte o zaman onun hakkında bu söz söylenebilir. (İbnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'an, C. 11, Sf: 735)

Kâfirlerin ilahına sövmemek ayrı, hakkı söylememek, setretmek farklı şeylerdir.
Davetçi pozisyonuna soyunmuş olan Muslumanların, kâfirlerin kutsal gördükleri ve ilahlaştırdıklarına söverek tahrik etmeleri durumunda muslumanlara karşılık verecekleri gibi, kinlerini artırıb, öfkelerini galayana getirerek İslam'dan büsbütün uzaklaştırıb tebliğin yollarını tamamen kapatacaklarından, bağları koparacaklarından korkulmuştur.
Davetçi musluman, kâfirlerin sapkınlıkları, şarlatanlıklarını ve akılsızca olan inançlarındaki sefihlikleri ifşa etmek, düşündürerek bulunduğu gaflet uykusundan uyanmasını sağlamak için ironik söylemlerde bulunulabilir.


Bir diğer mesele ise; musluman kendisine küfredilmesi, hakaret edilmesi durumunda dâhi, muşriklerin seviyesine inerek aynı şekilde mukâbelede bulunması edebine aykırıdır. Böyle bir durumda musluman, kendisine edilen hakaretlere karşılık vermektense, "söylediklerine sen daha lâyıksın" gibi edebini bozmadan, edebsizi iyice çirkefleştirmeden mudâhale etmelidir.

Âişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
Beş-on kişilik bir Yahudi heyeti, Rasulullah (s.a.v.)'in yanına girmek için izin istedi.
İçeri girerken: “
Es-Sâmu aleykum” dediler.
Buna karşılık Aişe: “
Bel aleykumu's-Sâmu ve'l lâ'netu” (Bilakis ölüm ve lanet, sizin üzerinize olsun) dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): “
Ey Âişe! Doğrusu Allah, her hususta yumuşaklıkla muamele edilmesini sever” buyurdu.
Bunun üzerine Aişe: “
Dediklerini işitmedin mi?” dedi.
Rasulullah (s.a.v.): “
Ben de, “Ve aleykum” sizîn üzerinize de olsun” dedim” buyurdu.

(Buhâri, İstitâbetu'1'Murteddİn 4; Tirmizî, İsti'zan 12 , 2701; Nesâî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyl, 381-384; İbn Mâce, 3689; Ahmed b. Hanbel, Musned, 6/37, 85, 199)

İbni Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir.
Ey Müslümanlar! Muşriklerin Allah'ı bırakarak dua edip tapındıkları ilâhlarına sövmeyiniz. Çünkü belki bu muşriklerin, Yüce Allah'ın kâdir ve azâmetini bilmediklerinden dolayı mu'minleri daha bir öfkelendirmek için sövmekte haddi aşarak, haksızlığa ve zulme saparak, Yüce Allah'a sövmelerine sebeb teşkil edebilir. İşte bu şunu da göstermektedir ki, itaat yahut maslahat eğer bir mâsiyete veya mefsedete götürüyor ise terk olunur. Yüce Allah Musa ve Harun'a Firavun ile konuşmaları esnasında yumuşak olmalarını emretmiştir: "Siz ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki öğüt alır, yahud (Allah'tan) korkar." (Tâ Hâ, 244)
 
Son düzenleme:

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt