Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Muctehidde Bulunması Gereken Şartlar Nelerdir?

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Muctehid'de Bulunması Gereken Şartlar


1) Arabça'yı Bilmek:
2) Kur’an İlmine Sahib Olmak:
3) Sünneti Bilmek:
4) Üzerinde İcmâ' ve İhtilaf Edilen Konuları Bilmek:
5) Kıyas'ı Bilmek:
6) Hükümlerin Amaçlarını Bilmek:
7) Doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne sâhib olmak:
8) İyi niyetli ve sağlam itikad sahibi olmak:



Muctehid'de Bulunması Gerekli Şartlar:


Hüküm istinbat edecek olan bir müetehid'de şu şartların bulunması gerekir:


1) Arabçayı Bilmek:


Usûl-i Fıkıh bilginleri, bir müetehid için Arab dilini bilmenin zarurî oluşu üzerinde ittifak etmişlerdir; çünkü Kur'an, bu dille nazil olduğu gibi O'nu açıklayan Sünnet de aynı dille ifade edilmiştir. İmam Gazzâlî bu konuda şöyle der:
"Muctehidin, Arakların konuşmalarını anlayacak ve kelimeleri kullanmadaki geleneklerini bilecek kadar Arabcaya vâkıf olması şarttır; tâ ki o, kelâmın sarihini, zahir ve mücmelini, hakikat ve mecazını, âmm ve hâssmı, muhkem ve muteşâbihihi, mutlak ve mukayyediri nass ve fahvâsmı, yanlış ve doğru mefhumunu bilsin. Bu da, ancak Arab dilinde ictihad derecesine ulaşan kimselerde bulunur."
Bundan anlaşılıyor ki Gazaalî, müctehidin Arabçayı tam manâsıyla bilib onda ictihad derecesine ve onu anlama bakımından asıl bir arab seviyesine ulaşmasını şart koşuyor. Esasen herhangi bir arab, Arab dilinin bütün özelliklerini bilemez ve onu bütün incelikleriyle kullanamaz. Arapçada müctehid olan da, fıkhî hükümlerde muctehid olan da işte böyledir. Bunların ilmi de dilin bütün mufredatını, uslublarını ve çeşitli kabilelerin lehçelerini kapsayamaz; çünkü bunların hepsini bilmek, bir insan için mümkün değildir. Şu kadar ki müctehidin ilmi, genel olarak, Arapçanm inceliklerini kapsamalıdır; çünkü müctehdin istinbat etmek istediği hükümlerin ilk kaynağı olan Kur'an, Arapçanm en beliğ ve en fasihini teşkil eder. Bu itibarla hüküm çıkaracak olan kimse, Kur'an'm belagat ve esrarını bilmelidir ki, bu sayede O'nun içine aldığı hükümleri idrak edecek duruma gelmiş olsun.
İslâm şerîatinde araştırma yapan kimsenin, fıkhî nass'lardan hüküm çıkarma kudreti, Arapçanm sır ve inceliklerini bilmesi oranındadır. Şatibi, İslâm şerîatinde araştırma yapanları, Arabçayı anlayış derecelerine göre şöyle sıralar:
"Arabçayı anlamakta mübtedî olan kimse, şerati anlamakta da mübtedîdir. Arabçayı anlamakta mutavassıt (orta) olan kimse, şerîati anlamakta da mutavassıttır ki, bu, son dereceye ulaşmamışır. Arapçada son dereceye ulaşan kimse, şerati anlamakta da son dereceye ulaşır. Dolayısıyla onun anlayışı şerîatte hüccet olur; tıpkı sahabîlerin ve Kur'-an'ı hakkıyla anlayan bilginlerin anlayışlarının huccet oluşu gibi. Bunların seviyesine ulaşamayan kimselerin şeriat konusundaki anlayışları, kendi"seviyeleri nisbetinde eksiktir. Anlayışı eksik olan herkesin görüşü ise ne bir hüccet olur, ne de başkaları tarafından kabul edilir." (el-Muvâfakât, c. IV. sf: 114)
Bu ifade, aslında doğrudur; çünkü müctehid bir hüccettir. Müctehid olmayanlar onun sözü ile amel ederler. Bu mertebeye ancak, anlayış bakımından büyük sahabîler ve onların ilmini miras olarak alan müctehid imamlara yakın bir mertebeye ulaşanlar sahib olabilirler. Müctehid imamların hepsi elbette, fıkıhaki imamlıkları nisbetinde Arapçada da imam idiler. Onlardan bazılarının Arabca bilmediğini iddia edenler, kuru bir iftiradan başka bir şey yapmamaktadırlar.

2) Kur’an İlmine Sahib Olmak:

Bu şfartı, İmam Şafiî, er-Risale'sinde Arabcayı bilmek şartıyla birlik te ileri sürmüştür.
(er-Risale, sf: 508. vd) Zira Kur'an, İslâm şerîatinin direği, Allah'ın kıyamete kadar bakî olan kitabı ve bu şerîatin kaynağıdır. Ne var ki Kur'an ilmi çok geniştir. Kur'an ilmini tümü ile bilen, Peygamber'dir. Nitekim bu hususa Abdullah b. Ömer'de işaret etmiştir. Bu itibarla "bilginler, muctehid için Kur'an'da hüküm ifade eden ve beşyüz civarında bulunan âyetlerin inceliklerini bilmek gerekir, demişlerdir. Bu âyetlerin inceliklerini bilmek; bunların mânâlarını kavrayarak âmm ve hâssını, onlardan Sünnetle tahsis edilenleri, nâsih ve mensûh kabul ediliyorsa, hangi hükümlerin neshedildiğini bilmektir. Ahkâm âyetleri hakkında böyle bir ilme sâhib olmakla birlikte, Kur'an'm ihtiva ettiği bütün âyetleri topluca (icmâlî olarak) bilmek gerekir; çünkü Kur'an bir bütün olup parçaları birbirinden ayrılmaz. Nite'kim el-Esnevi (Öİ./772 H.), bu konuda şöyle der: "Kur'an'm hüküm bildiren âyetlerini diğerlerinden ayırdetmek, zarurî olarak bütün Kur'an'ı bilmeye dayanır." (el-Esnevî, Şerhu Minhâci'l-Usûl, c. III, sf: 208; Tahrir Şerhi Takrir kenarında. Bulak 1316)
Pekiyi, Kur'an'ı tamamen ezberden bilmek şart mıdır? Bazı bilginler bunu şart koşmamışlardır. Onlara göre müctehidin, hüküm ifade eden âyetlerin Kur'an'daki yerlerini gerektiği zaman başvuracak şekilde bilmesi yeter.
İmam Şafiî'nin müctehid için Kur'an'm hepsini hıfzedib muhteviyatını bilmesini şart koştuğu rivayet edilmiştir.
Şubhesiz Kur'an ilminin en yüksek derecesi, O'nu tam olarak ezberden bilib bütününün mânâsını kavramak, ahkâm âyetlerini inceden inceye araştırmak, sahâbî'lerin bu âyetlerle, ilgili tefsirlerini ve bunların nüzul sebebleriyle gayelerini bilmektir. "el-Cassas" diye tanınan EbuBekr er-Râzı (öl. 370 H). ve Ebu Abdillah el-Kurtubî (öl. 671 H.) gibi bilginler "Ahkâımı'l-Kur'an" adlı eserlerinde hüküm bildiren âyetleri açıklamaya çalışmışlardır .(Burada müellif, bir zühul eseri olarak, "el-Cârai' Ii Ahfcâmi'l-Kur'an" adlı tefsirin yazarı Ebu Abdillah el-Kurtabî ile "Ahkâmu'l-Kur'an" adlı eserin yazarı Ebu Bekr îbnu'I-Arabî el-îşbilî (öl. 542 H.)'yi birbirine karıştırmıştır. Çeviren)


3) Sünneti Bilmek:

Bu şart üzerinde de bilginler ittifak emişlerdir. İçtihadın bölünebileceğini kabul edenlere göre müctehidin araştırmak istediği konularla ilgili kavlî, fiilî ve takriri sünnetleri bilmesi gerekir. İçtihadın bölünebileceğini kabul etmeyenlere göre ise, müctehidin, teklîfî hükümleri içine alan bütün hadisleri okuması, onların amaçlarını kavraması, onlarla ilgili durum ve münasebetleri iyice bilmesi gerekir. Yine onun Sünnet'in nâsih ve mensûh'unu, âmm ve hâss'ını mutlak ve mukayi yedini, tahsis edilmiş olanların bilmesi gerektiği gibi, hadislerin rivayet yollarını, senedlerini, hadis .râvîlerinin kuvvet dereceleriyle birlikte hal ve yaşayışlarını da bilmesi icabeder.
Bu konuda bilginlerin sarfetmiş oldukları gayretler takdire sayandır. Hadis rivayet edenlerin hal tercemeleri ile adalet ve zabt bakımından dereceleri hakkında bir çok eserler yazılmıştır.
Kütüb-i Sitte gibi Peygamber (s.a.v.)'e nisbet bakımından sahih hadis mecmuaları meydana getirilmiş ve bunlar üzerine birçok bilginler tarafından şerhler yazılarak, hadisler sened bakımından incelenmiş ve İslâm hukukçularının bazı hadisler üzerindeki ihtilafları ortaya konulmuştur. Bu hadis mecmuaları, fıkıh kitablarındaki tertibe göre bölümlere ayrılmış, ibadetlere taallûk eden hadisler başlı başına bir yer işgal etmiştir. Her bölüm için mustakil bir kitab unvanı verilmiştir. Akidler, siyer, ilim ve iman kitabları gibi.
Bu hadis çalışmaları, müctehidin Sünnet'e baş vurup ondan hüküm çıkarmasını kolaylaştırmaktadır; fakat onun, Sünnet'i genel olarak incelemesi, hüküm ifade eden hadisleri de derinlemesine araştırması, onların nâsih ve mensûh'unu tanıması, ifade ettiği hükümlerin bilinmesi bakımından gerekli olan diğer çalışmaları yapması şartır. Hükümlerle ilgili olan bütün hadisleri ezberden bilmesi şart değildir.' Ancak onları ve yerlerini, gerektiği zaman onlara müracaat metodları-m ve hadis râvîlerini bilmesi gerekir.


4) Üzerinde İcmâ' ve İhtilaf Edilen Konuları Bilmek:


Müctehid için üzerinde icmâ' edilen konuları bilmenin şart olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Kesin olarak üzerinde icmâ' edilen konular, farzların esaslarıdır; çünkü bunlar üzerinde icmâ' edildiği tevatürle sabittir. Miras esasları, Kur'an ve Sünnet'le nikâhı haram kılman kadınların kimler olduğu üzerinde de icmâ' edilmiştir. Sahâbîler asrından müctehid imamlar çağma ve onlardan sonra günümüze kadar ittifakla kabul edüegelen İslâmî diğer esaslar da, üzerinde icmâ' yapılan hususlara dahildir.
Üzerinde icmâ' yapılmış olan konuları bilmeken maksat, onları her zaman anlatacak şekilde ezberlemek değildir. Müctehidin, anca araştırma konusu yaptığı mesele hakkında icmâ' veya ihtilaf bulunup bulunmadığını bilmesi kâfidir.
Müctehid, selef-i sâlihin üzerinde icmfâ' yaptığı meselelerle birlikte fakihlerin ihtilafa düştükleri konuları da bilmelidir. Bu itibarla müc-telaidin, Medine ve Irak fıkhının metod ve farklarım bilmesi gerektiği gibi, doğru olanla doğru olmayan, nass'lara yakın olanla uzak olan şeyler arasında karşılaştırma yapabilecek akıl, idrak ve takdir gücüne sâhib olması lazımdır. Bu konuda Şafiî şöyle der:
"Müctehid, kendisine muhalefet edeni dinlemekten kaçınmamalıdır; çünkü onu dinlemekle kendisi gaflete düşmekten kurtulur ve doğru olarak inandığı şeyi tesbit gücü artar. Yalnız onun bu hususta çok çaba harcaması gerekir; tâ ki kabul ettiği şeyi neye göre kabul ettiğini, terkettiği şeyi neye göre terkettiğini bilsin. Keza, o, kabul ettiği şeyle muhalefet ettiği şeyden müstağni kalmamalıdır; tâ ki kabul ettiği şeyin, terkettiği şeyden neden üstün olduğunu, Allah'ın izniyle bilmiş olsun." (er-Risale, 510)
Bu ifade gösteriyor ki İmam Şafiî'ye göre müctehid, kendi yönünden gaflete düşmemesi ve doğru bulup inandığı gerçekte sağlam olması için muarızının görüşünü bilmelidir.
İmam Ebu Hanîfe, insanların en bilgini, onların ihtilaflarını en iyi bilendir, derdi; çünkü birbiriyle çarpışan görüşleri araştırmak, bunlar arasında parıldayan hakikat nurunun ortaya çıkmasını sağlar. İmam Mâlik de, Ebu Hanîfe'nin talebeleriyle görüşünce, onlara, kendisinin inceleme yaparken karşılaştığı meseleler hakkında Ebu Hanîfe'nin ne düşündüğünü sorardı.
Gerçekte sahâbîler, tabiîler ve onlardan sonra yaşamış olan fakîh-lerin görüşlerini incelemek, delil ve temayülleri bakımından onlar arasında karşılaştırmalarda bulunmak, kişinin tenkid, takdir ve araştırma melekesini geliştirir.
îmanı Şafiî, fakihlerin ihtilaflarından başlayarak araştırmalarını derinleştirmek suretiyle fıkhın ölçü ve esaslarını tesbit etmiş ve böylece Fıkıh Usûlü'nü ortaya koymuştur.
Allah'a hamd olsun ki sahâbîlerin ve büyük şehirlerde ün salmış fakihlerin ihtilaflarını anlatan bir çok kitablar vardır. Ş î r â z î'-nin "el-Muhezzeb" adlı eseri ve Nevevî'nin buna yazdığı şerh, İbni ftüşd'ün "Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetü'!-Muktasid"ı, Hanbelî bilginlerinden İbni Kudâme'nin "el-Muğnî" si, İbni Teymiyye'-nin "Fetâvâ"sı ve "Şerhu Süneni'l-Ahkâm" adlı eserini burada anabilire. Bunlar arasında, Hanefîlerle Şâfülerin ihtilaflarını anlatan Hanefî fıkhmdaki hilaf kitaplarının çoğu gibi, iki mezheb arasındaki farkları açıklayan eserler de vardır.


5) Kıyas'i Bilmek:


îmanı Şafiî'ye göre ictihad, bütün şekil ve metodlarıyla kryas'i bilmektir. Şafiî, daha ileri giderek "ictihad kıyas"tır der. (er-Risale, 477) Bu itibarla müctehid, doğru kıyas'm metodunu bilmelidir. Bu sayede o, hüküm ifade eden nass'lardan istinbat edilen esasları öğrenmiş olur. Bu esaslar ona, ictihad yaptığı konuya en yakın olan nass'ı seçme imkânını sağlar. Kıyas'ı bilmek, şu üç şeyi bilmeyi gerektirir:
a) Kıyas için asi olan nas'larla bu nass'ların ifade ettiği hükümlere esas teşkil eden ve fer'in hükmünü asl'a bağlayan illetlerin bilinmesi.
b) "Taaddî (sirayet) etmediği sabit olan bir şey üzerine kıyas yapılamaz" prensibi gibi kıyas'la ilgili kaidelerle kıyas'a temel teşkil eden ve fer'i asl'a bağlayan illetin vasıflarının bilinmesi.
c) Önceki müctehidlerin hükümlerin illetlerini ortaya koymada ve hükümler için esas olarak kabul edip bir takım fıkhı hükümler çıkarırken dayandıkları vasıfları tesbit etmede başvurdukları "metodlarm bilinmesi,
el-Esnevî, müctehid açısından kıyas'm bilinmesi konusunda şöyle söyler: "Müctehid'in kıyâs'ı ve kıyas için muteber olan şartları bilmesi gerekir; çünkü bu, bir ictihad kaidesi ve sayısız hükümlerin açıklanmasına götüren bir yoldur." (el-Esnevî, Şerhu Minhâci'1-Usûl, c. III, sf: 310; Tahrir Şerhi Takrir kenarında)


6) Hükümlerin Amaçlarını Bilmek:


İslâm'da hükümlerin amaçlarının kullar için rahmetten ibaret olduğuna yukarıda işaret etmiştik. Hz. Muhamraed'in peygamber olarak gönderilişinin asıl amacı budur. Nitekim Kur'an'da, "Biz, seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiyâ, 107) buyurulmuştur. Bu umu mî rahmet, derece sırasına göre zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât olmak üzere üçe arılan maslahatlara İslâm'ın riayet etmesini gerektirmiştir. Keza, İslâm'da güçlük ve sıkıntının kaldırılması, zorluğun değil, kolaylığın tercih edilmesi, bu rahmetin bir icabıdır. İsiâmiyetin teklif ettiği meşakkatler, devamlı bir şekilde yapılması mümkün olan şeylerdir. Sürekli olarak yapılması mümkün olmayan meşakkatler, büyük zararları defetmek amacını güder. Yer yüzünde fesadı defetmek için cihadın farz kılınışı böyledir. Nitekim Kur'an'da da şöyle buyurumuştur: "Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla def'etmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok çok anılan camiler yıkılıb giderdi. Andolsun ki Allah, kendisine yardım edenlere yardım eder. Gerçekten Allah, güçlü ve yücedir." (Hacc 40)
Müctehid, bunları bilmelidir ki, bu sayede kıyas şekillerini, hükümlerin esasını teşkil eden vasıf ve münasebetleri anlasın; eğer kıyas'a dayanan re'y ile hüküm istinbat etmekle yetmiyorsa. Yok eğer kıyas'a dayanan re'y ile yetinmiyor ve maslahat-i mürsele veya bazı Mâlikîlerin deyimi ile istidlal mürsel'e göre hüküm çıkarmak istiyorsa, insan maslahatlarının değişmez esaslardan olduğunu bilmelidir.. Eğer o, maslahata göre fetva vermek istiyorsa, gerçek maslahatlarla nefsi ve şehevî arzulardan gelen ve vehimden ibaret olan maslahatları birbirinden ayırdetmelidir. Yine o, bir işteki maslahat ve mazarratı kavrayıp bunlar arasında karşılaştırma yapabilmelidir; tâ ki mazarratı defetmeyi maslahatı celbetmeye, bütün insanlara faydalı olan şeyleri, bazı kişilere faydalı olan şeylere tercih etsin; maslahat şekilleriyle mazarrat yönlerini ve bunların ictihad için birer esas teşkil ettiğini bilsin.
Bunun içindir ki Şâtıbî, içtihadı şöylece iki esasa dayandırır:
a) Şâri'in amaçlarını ve bunların maslahatlara dayandığını, İslâm'ın gözettiği maslahalarm gerçek maslahatlar olduğunu, şehevî arzulardan gelen maslahatlara itibar edilmeyeceğini, bir işin bizzat faydalı veya zararlı olması bakımından gözönüne alınması gerektiğini bilmek. Bu konuda Şâtıbî şöyle der: "İnsan, Şâri'in amaçlarını bütün meselelerde anlayacak bir dereceye gelirse, o, ilim öğretme, fetva verme ve Allah'ın bildirdiği hükümleri açıklamada Peygamber (S.A.)'in vârisi olma vasfını kazanmış olur." (el-Muvâfakât, c. IV, sf: 106)
b) İstinbat yapabilmek için Arabcayı tam olarak kavrayıp Kur'an ve Sünnet hükümlerini, fakihlerin icmâ' ve ihtilaf ettikleri hususlarla kıyas şekillerini bilmek. Bunların istinbat için birer vâsıta oldukları malumdur.
Şâ'bî'ye göre bu ki esastan birincisi asıldır, ikincisi de ona yardımcıdır; çünkü Şâri'in amaçlarını bilmek, içtihadın temelim teşkil eder. Arab dilini ve Kur'an hükümlerini bilmek gibi diğer hususlar ise, oirer ilmî müktesebât olub Şâri'in maksat ve gayeleri tam olarak bilinmedikçe bunlarla yeni bir hüküm çıkarılamaz. Bu itibarla Şâtıbî, "bi-ni asıl, ikincisi de ona yardımcıdır." (el-Muvâfakât, c. IV, sf. 107) demiştir.


7) Doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne sâhib olmak:

Bu şart, yukarıdaki bilgileri kullanmak ve gerçek görüşleri saçm» olanlardan ayırdetmek için bir vâsıtadır. Bu şartı, el-Esnevî, şöyle anlatır:
"Müctehidin tariflerle burhanların şartlarını, bunların mukaddime (öncü) Herinin nasıl sıralandığını, kendi görüşünde hatâya düşmemek için bu mukaddimelerden giderek istediği neticeye nasıl ulaşacağını bilmesi şarttır."(Şerhu Minhâcul-Usul, c. III, sf: 310. 332)
Burada el-Esnevî, âdeta müctehidin Mantık bilmesini şart koşmaktadır; çünkü tarifleri, burhanları ve mukaddimleri bilmek, Mantık ilminin konusuna girmektedir. Diğer taraftan Mantık ilmi bilginler arasında tartışmalara yol açmıştır. Bazı bilginler, Mantık ilminden hoşlanmazlar. Hattâ İbni Teymiyye, Mantık'ı tenkid için bir eser yazmıştır. Sanırım ki muctehid için Mantık ilmini şart koşmayanlar, sahâbî ve tabiîlerin fakihleriyle müctehid imamlar fıkhı ictihadlarda bulunurlarken, henüz Mantık ilminin tercüme edilip Arab-îslâm dünyasına yayılmamış olduğunu gözönüne alarak böyle düşünmüşlerdir;
Biz de müctehid için Mantık ilmini şart koşmayanlara katılıyoruz; ancak Mantıkla uğraşmanın haram olduğuna'kani değiliz. Hattâ Mantık akil bir ilim olarak kültürü kuvvetlendirir. Tartışma esnasında kişiye büyük bir yardımcı olur. İnsana sağlam bir ölçü verir. Hakikatleri savunurken yardım eder. Gerçi, şer'î hükümler çıkarırken sırf Mantığa dayanmak asla doğru olmaz. Müctehid için Mantık ilmini şart koşma-makla beraber biz, İmam Şâfiî'ye uyarak, muctehidin hakikatleri kavramak için doğru bir anlayışa ve keskin bir görüşe sâhib olması gerektiğini söylemek isteriz.


8) İyi niyetli ve sağlam itikad sahibi olmak:

Hâlis bir niyet, kalbi Allah'ın nuru ile aydınlatır; onu, bu yüce dînin özüne ulaştırır, yalnız gerçeğe yöneltir ve gerçekten başkasına meylettirmez. Yüce Tanrı, ihlaslı kimsenin kalbine hikmet kapılarım açar ve doğru yolu göstererek onu hatâdan korur. İslâm, ancak kalbi ihlasla aydınlanmış olanların idrak edeceği bir nurdur. Bid'at ve nefsî arzularının peşine düşerek veya temiz bir kalble nass'lara yönelmemek suretiyle itikadım bozan kimsenin düşüncesine, tefekkür kudreti ne olursa olsun, onu doğru hüküm çıkarmaktan alıkoyan bir şey musallat olur, çünkü kötü niyet, düşünceyi de kötüleştirir. Bundan dolayıdır ki, kendilerinden sonrakilere o derin fıkıh mirasını bırakan büyük imamalar fıkıhta ün yapmadan önce ihlas ve takvâlanyla meşhur olmuşlardır, ilgili haberler nur ve irfanla doludur.
îslâmî hakikati araştırmada ihlas, araştırıcıyı öyle bir hale getirir 0 bu hakikati nerede bulursa bulsun alır, taassuba kapılmaz, mutlaka kendi görüşünün doğru olduğunu ve başkalarının yanıldığını farz etmez. Nitekim büyük imamların hepsi, "bizim görüşümüz doğrudur, Yanlış da olabilir: başkalarının görüşleri yanlıştır, doğru da olabilir" derlerdi. Onlar, başkalarının görüşlerinin doğru olduğunu anlayınca kendi görüşlerinden vaz geçerlerdi. İmam Şafiî, Sünnet'e olan bağlılığı sebebiyle, "Hz. Peygamber'in hadîsine muhalefet edersem hangi yer beni taşır ve hangi gök beni gölgelendirir?" derdi. Yine O, "Bir Hadis görürseniz ona sarılın ve benim görüşümü duvara çarpın!" derdi. EbuHanîfe de, "Bu, bizim ulaştığımız en iyi neticedir; kim bundan daha iyisine ulaşırsa ona uysun!" derdi.
Şâtibî'nin deyişiyle ictihad, muctehidi Peygamber'in postuna oturacak bir dereceye yükseltir ve bu sayede o, Allah'ın hükümlerini açıklar. Hal böyle olunca bid'at ve nefsî arzularına uyanlar, bu dereceye nasıl ulaşırlar!
(Muhammed ebu Zehra, Usul-u Fıkıh)
 
Üst Ana Sayfa Alt