Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Mevlana Enver Şah Keşmiri Kimdir?

M Çevrimdışı

Muvahhid Faruk

* لا أمثل إلا نفسي *
İslam-TR Üyesi
Enver Şah Keşmiri kimdir?İmam Buharinin (rahimehullah) Sahihine şerh yazan Enver Şah Keşmiri hakkında bilgisi olan varmı?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Tasavvuf Şeyhi Mevlana Enver Keşmiri'nin Nesebi ve Ailesi

Muhammed Enver Şâh Huseynî Keşmîrî

Mevlana Enver Şah Keşmiri'nin büyük dedelerinden Şeyh Mesud Narwa,Bağdat'dan Hindistan'ın Multan şehrine, oradan da Lahor'a gelmiştir. Daha sonra oradan da Keşmir'e yerleşen aile, artık burada karar kılmış ve çoğalmıştır.
Mevlana Enver Şah Keşmiri 26 Kasım 1875'te (27 Şevval 1292 H.) bir Cumartesi sabahı Keşmir'in Vodvân kasabasında dünyaya geldi. Babası Muazzam Şah, Suhreverdiyye tarikatı şeyhi idi. Aynı zamanda Farsçada üstün bir şair olduğu gibi, Feraiz ve Riyaziye ilimlerinde ve Arabca gramer bilgilerinde belli bir üstünlüğe sahibdi.
İlk Eğitimi
İslami tedrisatına babasından okuyarak başlayan Keşmiri, yine bölgenin tanınmış âlimlerinden Mevlânâ Gulâm Muhammed'den sarf, nahiv, fıkıh ve usûl-i fıkha dair Arabca ve Farsça kitaplar okudu.
1888'de(1307 H) tahsil için Keşmir yakınında Hezâre bölgesine gitti. Burada kaldığı üç yıl içerisinde usûl-i fıkıh, fıkıh, ilm-i felek (astronomi), mantık ve felsefe dersleri aldı.
Diyobend Dar-ul Ulûmuna Kaydolması(1891)
1891'de(1312 H.) Diyobend Medresesine kaydoldu. 1866 senesinde kurulan bu Dar-ul Ulum, kısa zamanda Hind Yarımadasının İslami ilimler veren en büyük eğitim kurumu olmuştu. Bu özelliğinden dolayı bu eğitim kurumuna Endülüs devletinin efsanevi ilim merkezi Kurtuba şehrine telmihen "Hind Diyarının İlim Kurtubası" adı verilmişti.
Diyobend medreseleri kurulduğu günden bu yana bağrından birçok güzide âlim yetiştirdi. Ama bunların içinde üç zat özellikle çok dikkat çeker;
1-Bu medresenin ilk mezunlarından ve daha sonraları baş müderrisi olan Şeyhul Hind lakablı allame Mahmud Hasan Diyobendi(1851-1920)
2-Hind alt kıtasında Asrın Müceddidi ve ümmetin manevi doktoru kabul edilen Mevlana Eşref Ali Tehanevi(1863-1943)
3-Allame-i Asr ünvanı verilen Mevlana Enver Şah Keşmiri
Bu eğitim kurumunda Mahmud Hasan Diyûbendî, Muhammed İshak Keşmîrîve Halîl Ahmed Sehârenpûrî'den temel hadis kitaplarını okudu. Ayrıca Reşîd Ahmed Gengûhî'den hadis senedi ve tasavvuf dersleri aldı. Hâkim Vâsıl Han'dan geleneksel tıp öğrendi.
Beş sene eğitim gördüğü bu medreseden 1896(1314) senesinde fazıl ve mükemmel bir hoca olarak mezun olup icazet aldı.
Diploma Sonrası İlk Hocalığı
Diyobend'den mezun olduktan sonra Hind Diyarının başşehri olan Delhi'ye gitti.(1896) Burada bulunan Medrese-i Abdu'r-Rab'da ders verdi. Aynı zamanda Medrese-i Emîniyye'yi kurdu (1897) ve yöneticisi oldu; hadis, tefsir ve fıkıh gibi dersler okuttu. Burada bulunduğu dört buçuk senelik süre zarfında artık fazilet ve ilmi yüksekliği ülkenin her köşesine yayıldı.
Keşmiri merhum, 1901'de memleketine döndü ve burada ıslah ve eğitim çalışmaları için Medrese-i Feyz-i Âm'ı tesis etti.

Haccı
1905 senesinde Hacc vazifesini ifa etmek için Hicaz'a gitti. Birkaç ay Mekke'de kaldıktan sonra Medine'de Şeyhu'l islâm Arif Hikmet ve Mahmudiye kutubhanelerinde el yazmaları üzerinde çalıştı. Çok nadir bulunan birçok el yazma kitabı bu süre zarfında mutalaa etti.
Yine Medine-i Munevvere'de bulunduğu sırada ünü İslam âleminin her tarafına ulaşmış olan Suriyeli allame Huseyn-i Cisri el-Trablusi'den(v: 1909) hadis ilminde icazet aldı.

Diyobend'de Vazife Alması
Hicaz'dan dönünce iki yıl kadar Medrese-i Feyz-i Âm'da öğretim faaliyetine devam ettiyse de, ilgisizlik yüzünden Medine'ye yerleşmeye karar verdi. Hocası olan Şeyhu'l Hind Mahmud Hasan ile vedalaşmak üzere Diyobend'e geldiğinde, hocası onu bu kararından vazgeçirdi ve Diyobend'de ders vermesini teklif etti.
Bu teklif üzerine verdiği karardan vazgeçen Keşmiri, bir zamanlar talebesi olduğu bu ünlü eğitim kurumunda öğretime başladı. Hadis dersleri hocası oldu ve Sahih Müslim, Sünen-i Nesei ve İbn-i Mace'den ders okuttu..(1909)
Hocası Mahmud Hasan, İngiliz sömürgecilerin hakkında gizlice aldıkları tutuklama kararını öğrenmesi üzerine Diyobend'deki baş müderrislik ve yönetim görevini çok güvendiği talebesi Keşmiri'ye bırakarak Hicaz'a hicret etti.(1915) Kendisi bu vazifeyi Diyobend'in kurucularından, hocası allame Reşid Ahmed Gengohi'nin vefatıyla(1905) deruhde etmişti.
Mahmud Hasan Efendi'nin tutuklanmak istenmesinin sebebi Birinci Dünya Savaşı vesilesi ile İngilizleri Hindistan'dan kovacak büyük çaplı bir ayaklanmanın başrolünde olması ve Osmanlı devleti ile kurduğu gizli temaslardı.
Gizlice Bombay'a gelen Şeyhül Hind'i tutuklama kararı Bombay eyalet valiliğine ulaştığında onu götürecek vapur çoktan hareket etmişti bile. İnşallah bu büyük dava adamının mücahede ve mücadele dolu hayatını yazmak nasib olur da, daha tafsilatlı malumat vermek imkânı olur.
Diyobend'de Başmuderrislik
Hocasının kendisi halef bırakmasıyla Diyobend'in baş müderrisi olan Enver Şah Keşmiri hadis kürsüsünün başına geçti. Sahih-i Buhari, Sünen-i Tirmizi ve diğer hadis kitaplarını okutmaya başladı. Ve Hind ülkesinde Hadis ilmini öğretmenin zirve makamına yükseldi. Akın akın Hind alt kıtasının her yerinden ve çevre ülkelerden insanlar onun ders halkasına girebilmek için Diyobend'e akın etmeye başladı.
Dâru'l ulûm-i Diyobend'i daha aktif ve yeni ilimlere açık bir yapıya kavuşturmak isteyen Keşmîrî burada ıslah çalışmaları yapmak istiyordu. Ancak insanlar iki kısımdır;
a-İnkilapçı ruhlar; Bunlar içinde bulundukları zaman ve zemini çok iyi etüd eden, zamanın ruhunu kavrayan insanlardır. Mazide saplanıp kalmazlar, maziyi atiye taşırlar.
b-Bunlarda statükocu ruhlardır. Değişimin her türlüsüne karşıdırlar. Bir büyüğün bu tür insanlar için dedikleri bilvesile nakletmeden geçemeyeceğim; "Bu tür insanlar, öteden beri bilgi, düşünce ve fikir hayatlarıyla hep içinde bulundukları çağları birkaç asır geriden takip ede gelmişlerdir Ve zannediyorum, ileride bu kabil kimselerin sayısı daha da kabaracaktır. Zira çağın bilgisayar, kompüter ve ilim buutlu süratine pek çoklarının ayak uydurması zor olacaktır. Oysaki aydınlık gelecek adına temel esaslara sadakatin yanında inkılâpçı ruhlara ihtiyaç var. Böyle bir ruhtan mahrum olanlar, gelecekte ya dökülüp elenecek, ya da başkalarını engelleyeceklerdir. Elbette ki, onların imanları, Cenab-ı Hakk'la olan irtibatları ve davaya bağlılıkları önemlidir ama yine de söz konusu durumlarından dolayı onlara "gerici" demek en uygunudur ."
Daha önce Nedvetu'l Ulema'da Mevlana Şibli Numani'nin yaşadığı çatışmayı bu sefer Diyobend'de aynen yaşayan Keşmiri, görevlerinden istifa ederek, bazı hocalar ve bir kısım talebeleriyle birlikte 1927 yılı sonunda medreseden ayrıldı; çalışmalarına devam etmek üzere Bombay şehrinden 150 mil uzaklıktaki Sûrat'a bağlı Dabil'e geldi.
Bugün Câmia-i İslâmiyye denen dini okul, onun Dabil'deki gayretleriyle ortaya çıktı ve Keşmiri burada tedrisatını 1931 yılına kadar sürdürdü. Ayrıca telif ve neşriyat için bir ilim meclisi kurdu. Fakat sağlığının bozulması üzerine Diyobend'e geri döndü; 28 Mayıs 1933'te( 3 Safer 1352 H.) burada vefat etti.
Vefatı yarımadada büyük bir üzüntüye sebeb oldu. Bu büyük âlim ve ehlullahın ufulünün ardından Diyobend Darul Ulum âlimleri kendilerini yetim olarak kabul ettiler. Ve gözyaşları içinde şöyle dediler; "Bizler halkın sorularını cevaplayacağız. Ama kim bizim sorularımızı cevaplayacak? Kim bizim bilgiye olan susuzluğumuzu giderecek?"

Keşmiri ardında iki oğlunu bırakmıştır. Bunlar, Mevlana Anzar Şah Keşmiri [2008'de vefat emiştir] ve Mevlana Ezher Şah Keşmiri'dir.

5043.jpg


Siret ve Sureti
Keşmiri, kısaya yakın orta boylu ve dolgun vücutlu idi. Ne zayıf ve ne de şişmandı. Beyaz tenli idi. Müslüman olmayan birçok kişi, Mevlana Seyyid Muhammed Enver Şah Keşmiri'nin göze batan ve görkemli yüzüne bir defa bakarak İslam'ı kucaklamıştır. Yüzüne ilk kez bakan gayr-i muslim biri, "eğer ondördüncü asrın din âlimlerinden birinin böyle etkileyici bir görüntüsü varsa, bu âlimin takib ettiği peygamber kim bilir ne kadar etkileyici biri idi"derdi.
Faysalabadlı (LoyalPur) Mevlana Muhammed Enver "Kemalat-el-Enveri" adlı kitabında şöyle yazıyor; "Şafaktan hemen önce Seyyid Muhammed Enver Şah Keşmiri Vezirabad istasyonunda tren bekliyordu. Öğrencileri ve Seyyidin takipçileri onun etrafındaydı. Bu arada, Hindu istasyon memur elinde büyük bir lamba ile yakınından geçti. Seyyidi görünce durdu ve onun yüzüne bakarak şöyle söyledi ve onun ellerinde İslam'ı kucakladı; "Hangi dinin âlimi ise, o kesinlikle sahte bir din olamaz." Benzer hadiseler Pencap'ta da oldu, sadece bir kez onun yüzüne bakan birçok gayri-muslim İslam'ı kabul etti.
Ebul Hasan en Nedvi diyor ki; "Ağırbaşlıydı ve vakar sahibi idi. Topluluklarda sesini yükseltmezdi. Boş konuşmayı sevmezdi. Ve ilmi ve dini olmayan konularda da pek konuşmazdı. Onun meclisleri ilim ve sohbet meclisleriydi.
Hayatının sonlarına doğru kalbi rikkat ve incelikler ona galebe çaldı. Seri olarak gözlerinden yaş gelir ve çokça ağlardı. Ve yine son zamanlarında, kalbi ilimlere ve ilahi inceliklere karşı çok alaka ve sevgi hali kendisinde yoğunlaşmıştı."

İlmi ve Edebi Yönü
Babasından etkilenerek Farsça şiirler yazmaya başlayan Şeyh Keşmiri, zamanla çevresinde hatırı sayılır bir şair oldu. Talebesi Mevlana Yusuf Bennuri'nin nakline göre 15.000 beyitten fazla şiiri mevcuddur. Ustadlarından merhum Reşid Ahmed Gengohi hakkında yazdığı uzunca bir şiirini Ebul Hasan en Nedvi, Nuzhetul Havatır'da nakletmiştir, bakılabilir.
Keşmir çevresinde özellikle ilgi çeken ve ona ulaşılmak için yarışılan ilimler;fıkıh ve fetva ilimleriydi. Şeyh Enver Efendi de kendisine ulaşılamayacak derecede bu ilimlerde başarı kazandı. Üç sene boyunca muftulere ve fakihlere bazı hadise ve meselelerle alakalı fetvalar verdi ki, bunu hiçbir kitaba muracaat etmeden başarabilmişti. Onun bu ilimde nasıl bir zirveye çıktığına şu bir delildir ki, Abdulfettâh Ebû Gudde, İslâm âleminin yirminci yüzyıldaki altı büyük fakihini tanıttığı eserinde ilk olarak Keşmîrî'ye yer vermiştir. Aynı zamanda Hadis ve Kelam ilimlerinde yed-i tûla sahibi olmuştur. Arap dili ve edebiyatında, tefsir ve İslam felsefesi alanında rusuh kazanmıştı.
Hafıza kuvvetinde de asrının nadirlerindendi. En yakın talebelerinden büyük âlim Mevlana Muhammed İdris Kandehlevi, Keşmiri'yi "Zamanımızın İmam Zuhri'si" olarak adlandırır ve derdi ki; " Şah Sahib'in hafızası öyleydi ki, bir şeyi bir defa gördüğünde ya da duyduğunda, bu hiçbir zaman boşa gitmez, hafızasında korunur ve saklanırdı."
Onun tabiatı daima geniş mutalaa ve meseleleri derinlemesine tetkiki severdi. Eski âlimlerinin kitapları üzerinde derinlemesine bir bilgisi vardı. Ona ilimde geniş bir rızık verilmişti. İlimle uğraşmaktan usanmaz ve kendisine futur gelmezdi.
Özellikle Diyobend'de karşılaştığı hocalarının büyük etkisiyle, o muhakkik bir araştırmacı, en muşkul meselelere derinlemesine nüfuz eden ve kuşatıcı bir bakış açısını yakalayan, en zor meseleleri muvaffakiyetle halleden, latif fikirli, seri düşünebilen ve ince meseleleri çıkartabilen bir ilim dalgıcı olmuştu.
Onun ilmi hayatı hakkında denilenlerin tamamını nakletmek bizim çalışmamızın çerçevesini aşar. Yalnız burada Hind ulemasının bu konuda dedikleri bir sözü nakletmeden geçmek istemiyorum; "Onun ilminden istiğna edilmez, Şeyh Tehanevi ve asrın muhakkiki Şeyh Ahmed Şebbir Osmanî ve onun ilim aldığı büyük ulemanın ilimlerinden istiğna edilemediği gibi. Yine onun felsefedeki ince görüşlerinden de istiğna edilemez, Filozof Doktor Sir Muhammed İkbal'in görüşlerinden istiğna edilemediği gibi. Ve onun görüşlerinin isabetliliğine ve fikri derinliğine kendisi hakkında hocası Ustaz-ı âlem Mahmud Hasan Diyobendi'nin övgüleri yeterlidir."

İtidal Remzi
Keşmiri, geçmiş âlimleri ve kitapları değerlendirirken çok insaflı davranırdı. Mesela hakkında İslam âleminde büyük fırtınalar kopartılan meşhur, dehşetli dâhilerden İbn-i Teymiye'yi şaz görüşlerinden ve yalnız kaldığı sert içtihat ve düşüncelerinden dolayı eleştirmekle birlikte, onun fazilet ve üstünlüğünü itiraf eder ve kendisini "sahiline ulaşılamayacak büyük bir deniz"e benzetirdi.
Aynı zamanda İslam âleminin yüzyıllardır en çok tartışılan simalarından biri belki de birincisi olan ve Said Nursi'nin "Ulum-u İslamiyye'nin bir mucizesi" diye tavsif ettiği Muhyiddin-i Arabî'nin İlahi hakikatler ve Marifetullah mevzularındaki beyanlarını çok beğenirdi (!)

Şeyh Enver Efendi'nin hadis ilminde en beğendiği kişilerden biri İbn-i Hacer-i Askalani idi. Onun ilminin derinliğini ve hadis ilminde ulaşılmaz bir zirve olduğunu kabul ederdi. İbn-i Hacer'in meşhur eseri Feth'ul Bâri'yi çok beğenir ve daima sena ederdi.
Ebul Hasan en Nedvi, Nuzhetur Havatır'a yazdığı ekte, Keşmiri merhum hakkında şunları yazmaktadır; "Zihni çok berraktı. Fikirleri karışık değildi, sâfi idi. Kalb-i Selime sahipti. Düşünceleri müsamahalı idi. İslam'a ve Ehl-i Sünnet akidesine dair hamiyet ve gayreti çok fazlaydı. İslam düşmanlarına ve bilhassa Kadiyanilere karşı şedid idi.
Kadiyani düşüncelere, onların dalalet ve küfür üzre olduklarına açıkça belirterek birçok reddiyeler yazdı. Bu konuda arkadaşlarını da teşvik ediyordu. Kadiyanilerle mucadele için makaleler yazar, eserler telif eder, konuşmalar yapar ve bu konuda çevresindekileri aydınlatmak amacıyla seyahatler ederdi."

İlme olan Düşkünlüğü ve Edebi
Öğrencileri onu her zaman bir kitabın önünde bulurlardı. Hiçbir kitaba abdestsiz elini sürmezdi ve her zaman dini kitaplara saygıyla davranır ve onların önünde saygıyla otururdu.
Allame Keşmiri, ilme ve ilim kaynağı kitaplara büyük saygı duyardı. Eğer bir kitabın kenarlarında notlar varsa, onları okumak için kitabı hareket ettirmek yerine kendisi hareket ederdi. İlahi bilgiye ne kadar büyük bir saygısı vardı! Dini kitaplara olan bu muazzam saygısına karşılık, Allah ona eşsiz bilgi ve benzersiz bir anlayış bahşetmişti.
Talebesi, Muftu Muhammed Şefi Diyobendi (v:1976) diyor ki; "Bir zaman, Şah Sahib oldukça hastaydı ve bu hastalık uzun süredir devam etmekteydi. Bir sabah namazında Şah Sahib'in vefat ettiğine dair yanlış bir dedikodu etrafa yayıldı. Sanki üstümüze yıldırım düşmüş gibiydik. Sabah namazının hemen ardından Allame Şebbir Ahmed Osmanî ile birlikte hemen evine koştuk. Evine vardığımızda vefatıyla ilgili haberlerin yanlış olduğunu anladık.
Odasına girdiğimizde, dua ettiği yerde onu otururken ve önünde yastığın üzerinde bir kitabı, ışık olmadığı için iyice öne eğilerek, çalışırken bulduk. Öğrencileri bu manzara karşısında endişendiler, zira bu durum onun hastalığını daha da arttırabilirdi. Allame Şebbir Ahmed Osmanî içinden gelerek dedi ki;
"Bunu anlayamıyoruz. Sizin tarafınızdan incelenmeyen hangi ilmi mevzu kalmış olabilir ki? Eğer sizin haberdar olmadığınız böyle bir konu varsa bile, bunu hemen şimdi öğrenmenin ne aciliyeti var ve bu neden siz kendinizi daha iyi hissedinceye kadar ertelenemez ki? Eğer bu kadar acilse, biz sizin emrinizde değil miyiz? İçimizden herhangi birine söyleseniz, bu kitabı okur, içeriği hakkında size malumat verirdik. Bu kötü sağlık durumunuza karşın bu akademik çaba ve çalışmaya musamaha gösteremeyiz."
Mevlana Enver Şah Keşmiri, Allame Şebbir Ahmed Osmanî'ye bir müddet erdem ve masumiyetle baktı ve cevab verdi; " Kardeşim, haklısın ama kitaplar da bir özlem/hasret taşır. Bu bağımlılığa karşı ne yapabilirim ki?"
Muftu Taki Osmanî diyor ki; " Şah Sahib dünyayla sanki hiç ilgisi yokmuşçasına gece ve gündüz boyunca İslami akademik araştırmalarla meşgul olurdu. Dünya işlerinin onu endişelendirmesi diye bir şey onun âleminde yer almıyordu."
İlim Adamlarıyla Olan İlişkisi
Şeyh Enver Keşmiri mutevazı yaradılışı, ilim adamlarına karşı müsamaha ve hürmeti, kadirşinas oluşu ve meselelere geniş ufukla bakabilmesi gibi sebeblerden dolayı çevresinde ve uzakta bulunan ilim adamları tarafından çok beğenildi ve sevildi.
Müftü Muhammed Taki Osmanî "Deobend Büyükleri" adlı eserinde diyor ki; "Allame Keşmiri hocalarının ve öğrencilerinin gözdesiydi. Akranları da onu severlerdi ve biri ya da tamamı ancak zamanın en bilgili âlimleri tarafından çözülebilecek akademik sorunları çözmek için ona başvururlardı. Din hakkındaki yüksek bilgisiyle yaptığı açıklamaları, keskin hafızasını ve derin anlayışını okuyan/gören biri bunun ardından ona hayran kalırdı."
Ustadlarına ve Diyobend büyüklerine karşı büyük saygı ve ihtiramı vardı. Bir keresinde şöyle buyurmuştu; "Keşmir'den, Hindistan'a geldik ve dini Gengohi'nde gördük. Gengohi'nin vefatından sonra, dini Şeyhu'l Hind (Mahmud Hasan Diyobendi) ve Raipuri'den öğrendik. Ve şimdi, dinin uygulamaları Hekimu'l Umme Mevlana Eşref Ali Tehanevi'de görülebilir."
Bu arada kendisiyle Mevlana Eşref Ali Tehanevi arasında karşılıklı olarak büyük bir sevgi ve saygı oluştuğunu belirtelim. Yaşça kendisinden daha büyük olan Tehanev bir keresinde Allame Keşmiri'nin bir dersine katılmıştı. Bu dersi dinledikten sonra, Tehanevi, "Şah Sahib'in her bir cümlesi bir kitaba dönüştürülebilir" demişti.
Yine bir münasebetle Şeyh Tehanevi şöyle demiştir; "Şah Sahib'den oldukça istifade ettim. Hiç öğrencisi olmamış olmama rağmen, o benim kalbimde diğer hocalarım gibi saygıdeğer bir yer edinmişti."
Muhammed Taki Osmanî burada devreye giriyor ve diyor ki; "Bu, Tehanevi'nin alçak gönüllülüğüydü- ki o hayatı boyunca Muceddidi Milat (Müslüman ulusunun büyük muceddidi) olarak anılmıştı. Şah Sahib, açıkça Tehanevi'den de istifade etmiştir. Özellikle Mevlana Eşref Ali Tehanevi'nin Kuran'ın Urduca tefsiri olan Beyan-ul Kur'an adlı eserini okumasının ardından, Şah Sahib, Urdu dilinde İslam literatürünün büyük okyanusunu okumaktan dolayı adeta büyülenmişti."
Ehl-i Sünnetin Yılmaz Bir Mudafii
Şeyh Keşmiri son asrın en büyük Hanefi muhakkiklerinden ve Ehl-i Sünnetin gözbebeklerindendir. Bundan dolayı da Şeyhu'l islam Mustafa Sabri Efendi, Düzceli Zahid Kevseri gibi âlimler onu çok senâ etmişlerdir.
Onun eserleri Hindistan'da başta Kadiyani fitnesi olmak üzere, Ehl-i Sünnet dışı cereyanlara karşı tam anlamıyla bir sedd-i rasin oldu. Muhammed Taki Osmanî bu hususa şöyle değinmektedir; "Eğer herhangi birisi Kuran'ı yanlış yorumlayacak olursa onun Muşkilatu'l Kuran'ı, Kuran'ı savunmak için oradaydı. Hadisleri yanlış anlayanlar için Sahih el Buhari'nin şerhi olan meşhur Arabca kitabı Feyz ul-Bari ve Urduca Kitabı Envar'ul-Bari Allah Rasulunün (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sözlerine kalkan olmak için oradaydı. İmam Ebu Hanefi'nin düşünce okulunun ışığındaki İslam hukuku kitapları, Hanefilerin kalbinde onun kalıcı ve şeref dolu bir yer almasını sağladı. Tüm peygamberlerin mührü olan Sallallahu Aleyhi Vesellem'e olan bağlılığını Hâtemu'n Nebiyyin kitabını yazarak gösterdi. Tüm Hıristiyan âlemine Meryem'in oğlu olan İsa peygamberin gerçek hayranlarının Müslümanlar olduklarını ve yalancı peygamberin (Mirza Gulam Ahmed Kadiyani) iddialarını çürüttüğü "Akidetül İslam fi Hayat'ul İsa Aleyhis Selam" ve "Et-Tasrih bima tevatere fi nuzuli Mesih" kitablarıyla ortaya koymuştur."


Kadiyani'lerle Mucadelesi
Gulâm Ahmed Kâdiyânî'nin başlattığı hareketi yakından takip eden Keşmîrî bu harekete şiddetle karşı çıkmıştır. Mirza Gulam ve iddiaları Hindistan'da İngilizlerin el altından desteklemesiyle (zira Mirza, İngiltere'yi "ulul emr" görüyor ve İslam'ın Cihad emrinin modern zamanlarda ortadan kalktığını ileri sürüyordu) bayağı tahribat yapmış ve mide bulandırmıştı. Fethullah Gülen'in dediği gibi; "Gulam Ahmed, bir handikapın içine düşmüş ve kaybetmiştir. O, Yogizmde ve Hinduizmde, ruha kendi gücünü kazandırma konusunda ileri seviyede biri olduğundan, Müslümanlığın üstünlüğünü bu yolla ortaya koyma yolunu tutmuş ve dilini gırtlağına sokup altı ay bir şey yemeden durmaya çalışmıştır. Güya o, bununla Brahmanlara, Budistlere karşı İslâm'ın üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır.. çalışmış ve böyle bir yola girmiştir. Rica ederim İslâm'ı anlatmanın yolu bu mudur? Ve neticede Gulam Ahmed sırasıyla "mehdiyim, imam-ı muntazarım, peygamberim" demiş ve en son hulul ve ittihada inanarak "ben Allah'ım" demiştir." Geniş bilgi edinmek isteyenler, merhum Muhammed Ebu Zehra'nın Mezhebler Tarihine bakabilir.
Keşmiri, hayatının son dönemlerini Kâdiyânîliğin reddi konusuna ayırmış, Kâdiyânîlik'le ilgili on kadar eser telif etmiştir. 25 Ağustos 1932'de meşhur Bahâvelpûr davasında (Mukaddime-i Bahâvelpûr) raportör sıfatıyla Kâdiyânîliğin İslâm dışı bir hareket olduğunu isbat için beş gün boyunca konuşma yapmıştır (mahkeme zabıtları, Mukaddime-i Mirzâ'iye Bahâualpûr Rödâd-ı 1926-1935 adıyla üç cilt halinde bir araya getirilmiştir.)
1932 yılında, Keşmiri bir toplantı düzenlemiş ve o toplantıda Bahâvelpur davası için şöyle söylemişti; "Beyler! Diyobend'den Dabhil'e gitmek için valizlerimi hazırladım. Aniden, Camia başkanı Mevlana Gulam Muhammed'den bir mektup aldım. Benim Hatmu'n-Nubuvvet davasında tanıklık yapmamı istiyordu. Bu nedenle, Dabhil yolculuğumu erteledim ve kişisel sicilimin boş ve siyah olduğunu düşünerek Bahavelpur'a geldim. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem) uğruna Bahavelpur yolculuğum benim kurtuluşum için yeterli midir?"
O bunları söylerken toplantının yapıldığı camide bulunan tüm insanlar çığlıklar içinde ağlıyordu.
Konuşmasının sonunda, Mevlana Abdulhannan Hazarvi, Keşmiri'nin onurunu, dindarlığını ve zaferlerini anlatmaya başladı. Bunun üzerine Seyyid Keşmiri ayağa kalktı ve dedi ki, "O yanlış söyledi. Öyle değilim. Aksine bir sokak köpeği benden daha iyi. En azından yabancı ve hırsızlara havlayarak sokak ve bölge sakinlerine borcunu geri öder. İnsanlar bizim varlığımıza rağmen Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'in onur ve zaferlerine saldırıyor ve biz onun kölesi ve takipçileri olarak görevimizi yapmıyoruz.
Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'in şeref ve haysiyetini koruyabilirsek, kıyamet gününde O'nun (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatine nail olabiliriz. Eğer bunu yapmaz ya da yapamazsak bir suçlu olacak ve köpekten daha kötü olacağız."
Hatmu'n-Nubuvet davasının Bahavelpur mahkemesinde karar verilmesi biraz zaman aldı. Enver Şah Keşmiri Dabhil'e geri döndü. Bu sebeble talebelerine şöyle tavsiyede bulundu;
"Karar ben hayatta iken ilan edilirse, ben kendim dinleyeceğim. Ölümümden sonra açıklanacak ise, mezarımın başında kararı okuyun. Böylece, ruhum Mirza ve takibçilerinin kâfir ve dönek ilan edilmiş olduğunu duyunca memnun olacaktır."
Keşmiri, bu konuda olanca güç ve enerjisini tehalükle sarf ediyordu. Zira bir peygamber aşığının dediği gibi; "Nubuvvetin haysiyetine, nubuvvetin namusuna konacak tozu toprağı silmede kendi ırzına, namusuna konan tozu toprağı silmede hassas olduğu kadar hassas değilse bir Müslüman, o Allah Rasulune (aleyhissalatu vesselam) bağlı değildir."
Mirza Gulam'ın iddiası ise doğrudan Peygamber Efendimizin (aleyhissalatu vesselam) Peygamberlerin sonuncusu olduğu itikadına hücum ediyordu. Bundan dolayı her hamiyet sahibi gibi Keşmiri de ömrünün son anlarına kadar bu fitnenin ifnası için didindi durdu.
Bir sohbetinde Mevlana Keşmiri bu karanlık fitne ilk patlak verdiğinde, çok huzursuz olduğunu ve uzun bir süre geceleri uyuyamadığını, hasta ve yorgun hale düştüğünü anlatmıştı. Kadiyani Nubuvvet hareketini durdurmanın zor olduğunu ve İslam dininin derin bir ihlaline sebeb olacağını söyleyerek, derin bir elem duymuştu. O günleri şöyle resmetmiştir; "Sinirlilik ve huzursuzluk hali içinde yaklaşık altı ay geçti. Sonra Yüce Allah, bu kargaşa ve hengâmeyi uzaklaştırdı ve onun gücü ve ihtişamı kırıldı. Bu nedenle, uzun bir zaman aralığından sonra, benim huzursuzluk halim sonra erdi ve huzur buldum."
Darul-Ulum Diyobend'de bir toplantıda, Keşmiri şöyle demiştir; "Mirza Gulam Ahmed Kadiyani ebediyetten beri bir serseridir. Onu Şeytan'dan daha fazla lanetlemek, imanın ayrılmaz bir parçasıdır. Sadece şeytan bir peygambere karşı gelebilir."
Muhammed Taki Osmanî diyor ki; "Genellikle Mevlana Seyyid Muhammed Enver Şah Keşmiri, dersleri veya konuşması sırasında Gulam Ahmed Kadiyani ismini zikrettiğinde öfkelenir, onun lanetli, sefil, kısır, mahkûm olduğunu söylerdi. Meclisinde hazır bulunanlar, "Bu kadar yumuşak, nazik ve iyi huylu birinin, Gulam Kadiyani ismini zikrettikten sonra son derece üzgün ve rahatsız olmasının sebebi nedir?" diye düşünürlerdi.
Bir keresinde bu durum kendisine sorulduğunda şöyle cevap vermişti; "Ben, imanın ayrılmaz bir parçası olan Peygamberi (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sevmek kadar, onun düşmanlarına düşmanlık etmenin de imanın bir parçası olduğuna inanırım. Mahkûm Mirza, Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ve Hatm'ün Nübüvvet kavramının en büyük düşmanıdır. Peygamber'e (Sallallahu Aleyhi Vesellem) yakınlık kadar kendisine küfredenlere düşmanlık da aynı ölçüde olacaktır. Ben bu şekilde davranıyorum, çünkü hiç kimsenin babasının düşmanlarına tahammülü ve hiçbir hükümetin, direnişçilere müsamahası yoktur. Hal böyleyken, Peygamberin (Sallallahu Aleyhi Vesellem) düşmanı nasıl hoş görülebilir?"
Talebelerinden Mevlana Şems-ul-Hak Afgani onun bu mesele üzerine titremesi hususunda bizlere şunları anlatır; "Mevlana Seyyid Muhammed Enver Şah Keşmiri vefatından üç gün önce karyolasını Diyobend Dar'ul Ulûmunun Camisine getirdi. Tüm talebeleri, müderrisleri ve idari personeli topladı ve onlara hitaben dedi ki; "Hepinize ve özellikle benden Hadis öğrenenlere (2000 civarında) tavsiyem odur ki; Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve sellem)'den kıyamet gününde kurtuluş, arabuluculuk, şefaat istiyorsanız, Hatm'un-Nubuvvet'in onur ve şerefini muhafaza için çalışınız.Bu, Yüce Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem)in şefaatine ulaşmak için en iyi yoldur. Peygambere (aleyhissalatu vesselam) beslediğiniz sevgi ölçüsünde onun düşmanı olan Mirza Kadiyani'ye de düşmanlık duymalısınız. Dostun düşmanı, düşman olduğundan, bu böyledir; dostun dostu olan, aynı şekilde sizin dostunuzdur."

Yetiştirdiği Talebeler
Mevlana Keşmiri'nin yazılı şaheserlerinden başka "canlı kitap" olarak yetiştirdikleri talebeleri de Hind alt kıtasında çok ses getiren âlimler olmuşlardır. Başlıcalarını şöyle sayabiliriz; Menâzir Ahsen Geylânî, Bedr-i Âlem Mir'âtî, Muhammed İdrîs Kandehlevî, Muhammed Şefi Diyobendi, Muhammed Yûsuf Bennûrî, Mevlana Hifzur Rahman Sivhârahi, Muftu Muhammed Hasan Amritsari, Mevlana Ather Ali Silhati, Kari Muhammed Tayyib Kasımi ve allame Şebbir Ahmed Osmanî…
Talebelerinin arasında kendisinden en çok istifade eden, Şebbir Ahmed Osmanî olmuştu. Mevlana Seyyid Ahmed Rıza Bicnori der ki: "Dabil'deki Câmia-i İslâmiyye'de geçirdiğim onaltı yıl boyunca, vardığım sonuç şudur ki,Allame Şebbir Ahmed Osmanî, Mevlana Keşmiri'nin ilim ve faziletinden en çok faydalanan kişidir. Allame Şebbir Ahmed Osmanî, tüm akademik müşkülatta ve sorularda Şah Sahib'e yöneliyor ve tüm gündüz ve gece boyunca çalışıyordu."
Mevlana Şebbir Ahmed Osmanî der ki; " Eğer bir Mısırlı ya da Suriyeli bana, Hafız İbn-i Hacer-il Askalani, Şeyh Takiyuddin İbn-i Dakik- il-İyd ve Şeyh İzzeddin bin Abdüsselâm'ı gördün mü diye sorsaydı, "evet gördüm" derdim. Çünkü Allame Keşmiri'yi gördüm. Yukarıda bahsi geçen şahıslarla tek farklılığı, zamandı. Eğer on altıncı ya da on yedinci yüzyılda yaşamış olsaydı, hayatı, yaşam tarzı ve ahlakı bize onlarınkiyle aynı şekilde ulaşacaktı. Şah Sahib'in öldüğü gün, sanki o gün Hafız İbn-i Hacer-il Askalani, Şeyh Takiyuddin İbn Dakik il-İyd ve Şeyh İzzeddin vefat etmiş gibi hissettim."
Mevlana Seyyid Ahmed Rıza Bicnori bir yazısında şöyle demektedir; " Şah Sahib'in Hadis dersleri, ilk muhaddislerin derslerine benziyordu. Dersleri Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında olanların açıklamasıyla başlar, sahabe ve tabiinin, içtihad imamlarının, büyük muhaddislerin zamanında olanlarla, günümüze kadar o konuda âlimlerin yapmış olduğu tüm görüş ve muzakereleri de içerirdi."

Tasavvufi Yönü
Mevlana Keşmîrî tasavvufî hayattan hiç ayrılmamıştır.
Zaten Diyobend ekolünün özelliği baskın olarak Maturidi-Hanefi çizgisini devam ettirmeleri ve daha ziyade Çişti yolu olmak üzere tarikat ehli olmalarıdır. Keşmiri'nin babası Muhammed Muazzam Şah'ın, Suhreverdiye tarikatı şeyhi olduğunu daha önce zikretmiştik. Böylece küçüklüğünden itibaren tasavvufi bir neşve içinde büyüyen Keşmiri, babasından başka Reşîd Ahmed Gengûhîve Mahmûd Hasan Diyobendî'den de icazet almıştı. Muridlerinin durumuna göre Çiştiyye, Suhreverdiyye ve Nakşibendiyye'nin ezkârını öğretirdi.
Yine sözü Mevlana Taki Osmanî'ye bırakıyoruz; "Keşmiri İslam ilminin tüm dallarında uzmanlaşmış ve aynı zamanda oldukça yüksek bir manevi mertebeye ulaşmıştı. Şah Sahib'in ilmi basitçe bir şey değildi, onun dış hali yumuşak iç hali dolayısıyla oldukça azametliydi.
Tasavvuf ve Hadis dersleri aldığı ve halifesi olduğu Mevlana Abdurrahim Raipuri demişti ki; "Bir gün Medrese-i Eminiyye'deki Su nehri Mescidine gittim. Şah Sahib kapısı kapalı olan bir odada sesli olarak zikr yapıyordu. Uzun süre Allah! Allah! Allah! diye zikretti."
Pazara çıkacağı vakit, Şah Sahib herhangi bir kadını görmemek için gözlerini bir parça bezle bağlardı.
Cuma günü, Cuma namazı için evinden çıkıp mescide yürürken Allame Keşmiri'yi görenlerin söylediği, bu manzaranın Allah'ın emri olan

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ
"Ey iman edenler! Cumua günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun" (Cumu'a: 9) emrinin pratik bir uygulamasıydı.
Yakın talebelerinin bildirdiğine göre, "Hasbunallah" kelimesi onun dilinden hiç düşmezdi."

Cihad Şuuru
Bütün Diyobend âlimleri gibi Keşmiri'de bir yandan ilim irfan ve talebe yetiştirmekle meşgulken, öte yandan İngiliz idaresinden kurtulmak için çalışmaktan ve o istikametteki hareketleri desteklemeden geri kalmamıştır. Bir sohbetinde şöyle buyurmuştu; "Hindistan Hinduların olduğu kadar Müslümanların da vatanıdır. Müslümanların ataları Hindistan'a geleli yüzyıllar geçmiştir. Onlar yüzlerce yıl bu ülkede hüküm sürmüşlerdir. Bugün de, Hindistan'ın her karış toprağında Müslümanların ihtişamını yansıtan izler mevcuttur. Mevcut neslin hamuru Hindistan'ın iklimiyle yoğrulmuştur. Hindistan'da onların muhteşem dinî ve medenî anıtsal izleri vardır. Milyonlarca rupilik mülklere, görkemli binalara ve geniş topraklara sahiplerdir. Herhangi bir devletten özgürlük vermesini beklememek gerek. Çünkü özgürlük verilmez. Aksine onu kendi güç ve çabamız ile almamız gerekir."

Eserlerinden Başlıcaları
1- Feyzu'l-bâri alâ Şahîhi'l-Buhârî (Kahire 1357)
2- Maârifu's-Sunen: Muellifin Sünen-i Tirmizi derslerindeki takrirlerinin öğrencilerinden Muhammed Yûsuf Bennûrî tarafından kaleme alınması ile oluşturulmuştur.
3- Envâru'l-bâri Urdu şerhu Sahihil-Buhârî: Keşmîrî'nin Buhari'den Urduca olarak verdiği ders takriri ve yorumlarının Ahmed Rızâ Bicnöri tarafından kitap haline getirilmiş şeklidir.
4- Akîdetu'l-İslâm fî hayati İsâ aleyhisselam: İsâ'nın(a.s) halen yaşayıp yaşamadığı konusuyla ilgili olarak Kur'an'da ve hadis kaynaklarında yer alan bilgilerle ulemânın görüşlerini ihtiva etmektedir. Bu eser, İsa'nın Hindistan'a geldiğini ve orada evlenip vefat ettiğini ileri süren Kadiyani grubuna reddiye amacıyla kaleme alınmıştır.
5-Muşkilâtu'l-Kur'ân: Kırk sekiz sûrede yer alan 190 muşkul âyetin açıklandığı eser, Muhammed Yûsuf Bennûrî tarafından neşredilmiş olup, naşir eserin başına bir giriş ve Yetîmetu'l-beyân li-muşkilâti'l-Kur'ân adıyla bir risale eklemiştir.
6- İkfâru'l-mulhidîn fî zarûriyyâti'd-dîn: İslâm'ın temel inanç konularını reddeden veya te'vile yönelenlere karşı yazılmıştır.
7- Darbu'l-hâtem alâ hudûsi'l-'âlem: Bir kaside olarak yazılan ve Allahu Teala'nın kainata koyduğu ilahi muhru ele alan bu eser, muellifin kelam ve felsefe ilimlerindeki üstünlüğü ortaya koymuş, özellikle Dr. Muhammed İkbal'in büyük övgülerine mazhar olmuştur. Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi, bu eseri, Sadreddîn-i Şîrâzî'nin el-Esfâru'l-erba'a'sına tercih ettiğini söylemiştir.
8- El Örfü'ş-şezî alâ Câmi'ut Tirmizî: Kutub-u Sitte'den Sünen-i Tirmizi'ye dair ders takrirleri ve bazı açıklamaları talebeleri tarafından derlenmesiyle bir cilt olarak neşredilmiştir.
9- Et-Tasrih bima tevatere fi nuzuli Mesih: İsa (a.s.)'ın ahirzamanda nuzulünü işleyen ve yine Kadiyani taifesini red gayesiyle yazılmış bir eserdir. Umumi olarak Türkiye'deki Müslüman yazarlar Keşmiri'yi sadece bu eseriyle tanırlar. Talebelerinden Muhammed Şefii Diyobendi tarafından tertip edilmiş, Abdulfettah Ebu Gudde tarafından neşredilmiştir.
10-İnâs bi-ityân-i İlyâs: Yahudilerin İlyâs (a.s.)'ın yeniden dünyaya geleceğine dair iddialarına cevap niteliğindedir.
11 Hâtemu'n- Nebiyyin: Peygamber Efendimizin Peygamberlerin sonuncusu olduğunu akli ve nakli delillerle mükemmel olarak ele alan bu eser de Kadiyani yalancıların yüzüne bir şamar olarak inmiştir.

Keşmîrî'nin çeşitli konularda yayınlanan ve henüz yayımlanmamış çok sayıda kitab, ta'likat, haşiye ve risaleleri de bulunmaktadır. Biz sadece bir kısmını zikrettik.

Hakkında Denilenlerden Bir Buket
Hicri on dördüncü asrın büyük İslam âlimi ve müceddidi Mevlana Eşref Ali Tehanevi(v: 1943): "Bazı musteşrikler (oryantalistler)in İmam Gazali hakkında şöyle dediklerini gördüm; "İmam Gazali gibi birisinin Müslüman ummeti içerisinde bulunması bizim indimizde İslam'ın semavi bir hak din olduğuna tek başına bir delildir." Ve benim nazarımda da Mevlana Enver Şah Keşmiri'nin Müslüman ummet içerisinde oluşu, İslam'ın semavi hak bir din oluşunun delillerinden birisidir. Eğer İslam dininde herhangi bir çarpıklık ya da noksanlık olsaydı, Mevlana Enver Keşmiri onu kabul etmiş olmazdı" demişti.
Tehanevi bir başka munasebetle şöyle demiştir; "Ne zaman Şah Sahib gelip yanıma otursa, kalbim onun azim ilminin baskısını hissediyor."
Pakistan'ın eski baş muftusu Muhammed Şefii Diyobendi'nin(v: 1977) kanaati: Şefii Efendi'nin oğlu değerli âlim Muhammed Taki Osmanî derki; "Şah Sahib'in ismini duyduğunda babamın yüzüne eşsiz bir mutluluk gelir ve onu her zaman azami saygı ve sevgiyle hatırlardı."
Muftu Taki Osmanî bir yazısında da şöyle demektedir; "Muhterem pederim her zaman, Allah'ın Şah Sahib'i her çeşit ilim ve yetenekte uzman olmakla bereketlendirdiğini söylerdi."
Hindistan'ın ünlü mutasavvıfı ve Ebul Hasan en Nedvi merhumun şeyhi olan Mevlana Abdulkadir Raipuri(v: 1962) gibi bir âlim onun kemalatına şahidlik etmiş ve şöyle demiştir; " Gerçekten Şah Sahib, Allah'ın işaretlerinden bir işarettir."
Hind Diyarının büyük muftusu, merhum Mevlana Kifayetullah Dehlevi diyor ki; " Benim fikrim ve duygularım Şeyh Muhammed Enver'in vefatıyla bomboş ve muattal kaldı. O tek başına bir ummetti, bir imamdı, bir önderdi. Muhakkak ki o ölmedi, lakin ölen ilim ve ulema oldu."
"Sahabe kervanı gitmekteydi ve arkalarında Allame Şah Keşmiri'yi bırakmışlardı." Seyyid Ataullah Buhari
Hindistan'ın yetiştirdiği büyük hadîs âlimlerinden meşhur Mevlana Habiburrahman Azami her zaman Allame Keşmiri'yi "gezici bir kütüphane"olarak nitelemiştir.
Muhammed İkbal muşkul aklî ve felsefî konularda daima kendisine başvurmuş ve bir keresinde de şöyle demiştir; "İslam tarihinin geçen 500 yılı Mevlana Keşmiri'nin bir benzerini daha gösterememiştir."
Mısırlı Reşid Rıza 1912'de yaptığı Hindistan seyahatinde tanıştığı Keşmiri'den çok etkilenmiş ve "Şah Sahib'den daha seçkin bir âlim görmedim" demiştir.
Peşaver'den Çin sınırına kadar yolculuk yaptım, ama bu sınırlar arasında şu üç âlime benzer bir âlim bulamadım; Allame Enver Şah Keşmiri, Ebu'l Kelam Azad ve Allame Suleyman Nedvi. Ebu Zafer Nedvi
Son devrin Osmanlı ulemasının en önde gelenlerinden Muhammed Zahid Kevseri merhum, ünlü eseri Makalât'ul Kevseri'de Allame Keşmiri'den "Ustadımız, ilim ummanı" diye bahsederken, Te'nib-ul Hatib adlı eserinde de "Ustadımız, büyük âlim, derin okyanus" ifadelerini kullanmaktadır..
Sahih-i Buhari'nin son ve zeki şârihi Keşmîrî üstad Mehmed Enveri" Kâmil Miras
Hindistan'ın en benâm (namlı, meşhur) âlimlerinden Mehmed Enver Keşmirî(1352 Hicri vefatı) Feyzu'l Bari'de Rusların Ye'cûc, İngilizlerle Alman'ların da Me'cûc zürriyetinden olduklarını, binaenaleyh Ye'cûc ve Me'cûc'un hurucu mükerreren vâki olduğunu, Kur'an'da mezkûr ve mev'ud olan hurucun ahirzamanda vaki olacağını ve bu hurucun en şiddetli olacağını yazıyor. Bu muazzam üç milletin Ye'cûc ve Me'cuc olduğunu iddia eden Keşmirî merhum sağ olsaydı da bu üç milletin bugün birbirine girdiğini ve birbirlerinin medeniyet mâmurelerini yerle yeksân ettiğini görseydi, bu tahripkâr hareketin hiç şüphesiz eşrât-ı sâattten olan o şiddetli hurûc hareketi olduğunu iddia ederdi sanırız. Fakat gelmiş, geçmiş bir şeyi bugünkü vakıalara tatbik etmek doğru değildir. Ebu Hayyan'ın dediği gibi, bütün bunlar ilmi bir esasa istinad etmeyen mutalâalardır." Kâmil Miras
Muhammed Enver Şah Keşmiri hakkında söylenmesi gereken şeyler âlimlerce söylenmiştir. "İmam-ul Asr" dendi. İmam-ul Asır'dan daha üstün bir tabir yoktur. Ben de o kanaatteyim. Çünkü kitablarına bakıyoruz, okuyoruz. Hakkıyla bu lakabı hak etmiştir. Benim kanaatime göre, onun yazdığı Feyz-ul Bari adlı Buhari şerhi, İbn-i Hacer'in Feth'ul Bari adlı eserinden daha derindir. Muhammed Salih Ekinci
Muhammed Abduh ve Reşid Rıza'yı söz gelimi bir Muhammed Enverşah el-Keşmîrî'den farklı ve "üstün" kılan nedir? Geriye bıraktıkları ilmî eserler açısından baksak, gerek kemiyet, gerekse keyfiyet olarak el-Keşmîrî'nin fersah fersah önde olduğu tartışma götürmez bir gerçek. İlmî derinlik babında da durum farklı değil.
Geriye sadece Abduh ve Rıza'nın "İslamcılık" başlığı altına giren faaliyetleri kalmaktadır. Bunun "orijinal" bir özellik olarak sunulmasının hayli tartışmalı olduğunu az yukarıda söylemiştim.
Buna mukabil el-Keşmîrî, İslamî ilimlerin hemen tamamında eserler vermiş bir sima olarak "İmâmu'l-Asr" (asrın önderi) vasfını hakkıyla üzerinde taşımış bir isimdir. Onun eserlerine aşina olanlar "sıradan" metinlerle değil, derin tahkikler ve orijinal tesbitler ihtiva eden, gerçek anlamda "imal-i fikir" hâsılası şaheserlerle muhatab olduklarının elbette farkındadırlar.
( Alıntı: http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=250327 )

30059
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt