Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Meşhur Âlimlerin Ölüm Anında Selef Yoluna Dönüşü

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Meşhur Âlimlerin Ölüm Anında Selef Yoluna Dönüşü
30155

Selefin yolundan ve metodundan ayrılan bu kelâmcıların ve mutasavvıfların genelinin, ya ölüm anında veya ölümden bir süre önce bu hususu itiraf ettikleri görülür. Bu konuyla ilgili meşhur pek çok olay ve rivayet vardır.

Ebû'l-Hasan el-Eş'arî:
Kırk yıl i'tizâlî fikirler arasında yetişib onun savunuculuğunu yaptı. Sonra bu düşüncelerinden vazgeçip Mu'tezile'nin sapıklığını ilân etti ve onlarla şiddetli bir mucâdeleye girişti.

Ebû Hâmid el-Gazzâlî:
Son derece zekî ve kulluk bilincinde bir kimseydi; kelâmı ve felsefeyi gayet iyi biliyordu; zühd, riyazet ve tasavvuf yoluna sülük etmişti. Ama sonunda bu mes'elelerde şaşkınlığa düştü ve durmak zorunda kaldı. Keşif ehlinin aleyhine döndü ve hattâ bütün bunlardan sonra "İlcâmiu'l-Avâmm an-İlm-i'l-Kelâm = Halkı Kelâm İlminden Alakoymak" adlı bir kitab yazdı.


Elli yaşını aştığı bu sıralarda El-Munkızu Ani'd dalâl, fıkhın kaynaklarına (Usul-i fıkha) dâir El-Mustesfâ ve selef-i salihine (Ehli Sünnet itikadına) tâbi olmayı anlatan İlcâmu’l-Avâmm an İlm-i'l-Kelam adlı eserlerini yazdı. Tüm bid'at fırkalardan uzaklaşarak ve Eşarî bir âlim olmasına rağmen muteşâbihat konusunda Eşarî ve Mâturîdîlikten ayrılarak Selef düşüncesine yöneldiği son eserinde görülmektedir.

Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer er-Râzî:
Lezzetlerin kısımları konusunda yazdığı bir kitabında şunları söylüyordu:
"Kelâmın yollarını ve felsefenin metodlarını çok düşündüm. Bunların ne bir derde deva olabileceğini ne de bir susuzu kanasıya sulayabileceğini görmedim. Sonuçta anladım ki, yolların en güzeli Kur'ân yoludur. İşte şimdi kabûl edilecek şeyler konusunda şu âyetleri okuyorum:
"O Rahman Arş'a istiva etmiştir" (Tâhâ 5)
"Güzel söz O'na çıkar, iyi amel onu yükseltir" (Fâtır 10)
Reddedilecek şeyler konusunda da şunları okuyorum:
"Zâtına benzer hiçbir şey yoktur" (Şûra 11)
"...Onlar ise bilgi yönüyle O'nu kavrayamazlar ne O'nun zâtını kavrayabilirler, ne de bildiği şeyleri ihata edebilirler" (Tâhâ 110),
"Hiç O'nun adıyla anılan birini biliyor musun?"
(Meryem 65)

(Râzî sözüne şöyle devam ediyordu)
Benim yaşadığım tecrübeleri yaşayan kimse, benim vardığım bu bilgiye varır".
Ve sık sık şu şiiri terennum ediyordu:
"Ayak bağıdır ancak, akılların varabileceği en son nokta
Âlimlerin çabalarının pek çoğu da sırf dalâlet!
Ruhlarımız, cisimlerimizden tamamen ürkmüş durumda.
Dünyamızdan elde ettiğimiz sonuç, ezâ ve vebalden başka değil!
Hayatımız boyunca istifademiz araştırmalarımızdan:
Kîl-ü hâl'i toplamış olmamızdan başka değil!..."

İmâmu'l-Harameyn (el-Cuveynî):
İntisab ettiği ve tasdikte bulunduğu yolu terk etti selefin yolunu seçti. O şöyle derdi:
"Arkadaşlar! Kelâmla meşgul olmayın. Eğer ben kelâmın beni götürdüğü noktayı önceden bilseydim hiç onunla uğraşmazdım".
Ölümü sırasında da şunları söylemişti:
"Uçsuz bucaksız bir denize dalmışım. Müslümanları ve onların ilimlerini terk etmişim ve beni uyarıp sakındırdıkları şeylere girmişim!
Ama şimdi, eğer Rabbim rahmetiyle benim imdadıma yetişmeseydi vay İbnü'l-Cuveyni'nin başına gelenlere!
İşte şimdi ben, anamın akidesi üzere - veya diğer rivayete göre: Neysâbur kocakarılarının itikadı üzere- ölüyorum" .


Ebû Abdillah Muhammed b. Abdilkerim eş-Şehristânî:
Yukarıdakine benzer şeyler söylemiş ve felsefeciler ile kelâmcılar yanında şaşkınlık ve pişmanlıktan başka bir şey bulamadığını bildirmişti. Zaman zaman şu şiiri okurdu:
"Yemin olsun ki dolaştım tüm toplantı yerlerini
Gezdirdim hep bu mahallerde gözlerimi
Şaşkınlık içinde kafasına koyan elini
Ya da pişmanlıkla birbirine vuran dişlerini
Kimselerden başka kimse görmedim".

İbnû'l-Fârız:
Kendisi son dönemde yetişmiş vahdet-i vücûdçulardandır. "Nazmu's-Sulûk" diye bilinen "Kasîde-i Tâiyye"nin sahibidir.
Bu kasidesinde vahdet-i vücûd görüşünü üstün bir şiir gücüyle mısralara dökmüştür. O, altın bir sini içindeki domuz etinden daha pistir.
Kasidesi "Sulûk Manzumesi" şeklinde değil de "Şukûk (Şubheler) Manzumesi" diye adlandırılsaydı çok daha yerinde olurdu!
Bu kasidenin mahiyetine ve ne melanetler içerdiğine Allah şahittir. Buna rağmen pek çok rağbet görmüş ve döneminin ileri gelenleri bu kasideyi övmede, içerdiği ittihâd görüşlerini yüceltmede fazlasıyla aşırı gitmişlerdir. Fakat ölüm anı geldiği zaman İbnu'l-Farız şu şiiri söylüyordu :
"Eğer sizin nezdinizde sevgideki derecem,
Şu karşılaştığım şey ise,
Günleri demek boşa geçirmişim!
Bir zamanlar nefsimin kavuştuğu arzular...
Bugün onların karmakarışık rüyalar olduğunu anlıyorum".

Onların bu haline karşılık imanın temellerinden birisi, Cenâb-ı Hakk'ın kulunu, dünyada da, âhirette de sabit ve kesin bir söz üzere kararlı kılması idi.
Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktaydı:
"Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. Ki (o ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah öğüt alsınlar diye insanlara böyle benzetmeler yapar. Kötü sözün durumu da gövdesi yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma imkânı) olmayan kötü bir ağaca benzer. Allah, inananları dünya hayatında da, âhiratte de sağlam sözle tesbit eder (o sözden asla ayrılmazlar, dâima o , tevhîd sözüyle Allah'ın birliğini haykırırlar). Allah, zâlimleri ise saptırır; Allah dilediğini yapar" (İbrahim 24-27)

Bu âyette geçen "söz" akidenin aslıdır, temelidir.
Çünkü "itikad", kişinin inandığı bu sözden ibarettir.
Elbette akidelerin ve sözlerin en güzeli, "kelime-i tevhîd" dir; Allah'tan başka ibadete layık ilâh olmadığına inanmaktır.
Akidelerin ve sözlerin en çirkini ise "şirk sözü" dür; Allah'ın yanısıra başka ilâhlar da edinmektir. Halbuki böyle bir şey bütünüyle gerçek dışı olup hakîkatla hiçbir ilgisi yoktur.
Bu nedenle Cenâb-ı Hak:
"Kötü sözün durumu da, gövdesi yerin üstünden koparılmış, kararı olmayan kötü bir ağaca benzer" (İbrahim 26) buyurmuştur.

Yine araştırmacılar bu nedenledir ki, bu kötü sözler ve çirkin inançlar üzerinde araştırma yaptıkça, amel edenler amel ettikçe sapıklıkları iyice artmış, haktan iyice uzaklaşmışlar ve bu bâtıl şeyler hakkındaki bilgileri çoğalmıştır, o kadar...
Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
"Küfredenler(e gelince): Onların işleri, düz arazideki serap gibidir. Susayan onu su sanır, fakat yanına gelince, hiçbir şey olmadığını anlar ve yanında Allah'ı bulur. (Allah) onun hesabını tam görür; Allah hesabı çabuk görendir. Yahut (onların işleri) engin bir denizdeki karanlıklar gibidir: (Bir deniz) ki üstünü bir dalga örtüyor, onun üstünden bir dalga, onun üstünden de bir bulut... Birbiri üstüne yığılmış karanlıklar...(Bunların içinde bulunan kimse), elini çıkarsa neredeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nûr vermedikten sonra onun nuru olmaz" (Nûr 39-40)

Burada Cenâb-ı Hak iki benzetmeyi söz konusu etmektedir:
1 - ( الكفر والجهل المركب ) Karmaşık (murekkeb) bir küfür ve cehaletle ilgili benzetmedir ki, bu halin içine düşen kimse inandığı şeylerin var olduğunu sanır, oysa bunlar gerçekte tıpkı seraptan ve bir hayalden ibarettir; varlıkları yoktur. Bu durumda kalb, vücudun suya hasret duyması gibi hakka susamıştır. Fakat su sandığı şeyin peşine düştüğü zaman, onun serap olduğunu görür ve Allah'ı yanında bulur. Allah da onun hesabını tam tamına görür; Allah hesabı çabuk görendir. Sünnetten ve cemaattan ayrılan bütün bu kimselerin böyle bir durum içinde oldukları görülür.

2 - (الكفر والجهل البسيط ) İkinci benzetme ise, açık (basit) bir küfür ve cehaletle ilgili benzetmedir ki, bu küfrün içine düşen kimse, inancında herhangi bir gerçeğin bulunduğu iddiasında değildir ve inancında bir hidâyet görmemektedir.
Karmaşık (murekkeb) küfür, giderek mutlaka açık ve aşikâr(basit)küfrü doğuracaktır.
Aslında her küfür çeşidinde mutlaka karmaşık
(murekkeb) bir cehalet (El-Cehlu’l-Murekkeb) mevcuttur.
Cenâb-ı Hak bu iki örneği vermek suretiyle; bozuk itikadın ve hakkı bilmemenin doğuracağı durumu - ki bu husus, kendilerine gazabedilmiş olan (yahûdîler) ile sapmış olanların (hristiyanların) durumuna benzemektedir-, bâtıla kesin olarak bağlanıp hakkında artık azab hak olan kimsenin ve nihayet hidâyet yolunu göremeyen sapmışın halini açıklamayı murâd etmiştir.
Yüce Mevlâmızdan dünyada da, âhiratte de bizi sağlam ve kesin söz ile sabit ve kararlı kılmasını, bizi Kitab ve Sünnet'e sımsıkı sarılma lütfuna eriştirmesini niyaz ediyoruz.


Diğer taraftan öyle durumlar vardır ki, sûfî ve meşâyihe uyan pek çokları, gerçek meşâyihe bir takım uydurma sözler ve olmadık özellikler nisbet etmişler veya onların sözleri arasında yer alan muteşâbih (anlamı kapalı) bir sözü, asıl anlamının dışında te'vîl edip yorumlamışlardır.
Veyahut da söz konusu edilen durum, bâzı şeyhlerin hatalarından ve zellelerindendir, ya da bir kısmının günahları ve mâsiyetlerindendir.
Meselâ, bid'atların ve günahların birçoğu böyle olup bir kısım şeyhler bunları, mümkün ve caiz bir te'vîlden, ya da caiz olmayan bir te'vîlden hareketle yapmıştır. Fakat yapılan şey, ondan afvedilmiştir veya kişi bizzat kendisi o şeyden tevbekâr olmuştur.
Ya da sahib olduğu bir takım hasenat sayesinde bu mâsiyeti bağışlanmıştır veyahut da sabır gösterdiği bir takım sıkıntılar dolayısıyla bu günah ondan silinmiştir.
Hattâ nakledilen bu söz, bir takım zühd, ibâdet ve makamlara sahip oldukları için, Allah'ın velî kullarına benzerlik arzeden kimselerden sâdır olmuştur. Halbuki bunlar, gerçekte Allah'ın takva sahibi velî kulları değildir; aksine haddi aşmış zâlim câhillerdendir veya münafıklardandır, hattâ belki de kâfirlerdendir.
İşte yeryüzünü dolduran binlerce insan...

Her bir topluluğun, peygamberlerin iddia etmediği, sırlar ve hakikatlerin kendi grublarında bulunduğunu, bu sırların ve hakikatlerin kendi mümtaz, âlimlerince bilindiğini ve bunlara ancak tam teslimiyet ile muttali olunabileceğini iddia ettiğini görürsün. Onlar bu iddialarına delil olarak mevzu hadîsler ve bâtıl tefsirler ileri sürerler.
Meselâ Ömer'den şu sözleri naklederler:
"Peygamber Efendimiz ile Ebû-bekr bir şeyler konuşuyorlardı, ben konuştuklarını hiç anlamıyordum ve onların yanında sanki zenci gibi idim".
Böylece onlar Ömer'i orada hazır olup konuşmayı dinlemekle beraber, Peygamberle Ebûbekr arasında (dil bilmeyen) zenci mesabesinde kabul ediyorlardı.
Ayrıca bu adamlardan birisi kalkıp bu sırları ve hakîkatları, kalbine bırakılan keşf ve ilham ile bildiğini iddia eder.
Bunun yanında diğer grubların her biri, bunun uydurulmuş ve bâtıl bir söz olduğu iddiasında bulunur. Şayet bu konudaki çeşit çeşit bâtıl iddiaları zikredecek olsam, sahifelere sığmaz.
Meselâ bunlar arasında öyle kimseler vardır ki, şeyhine;
"Cenibu'l-Kur'ân = Kur'ân'ın Yandaşı" diye adlandırdıkları bir takım kasideler nispet ederler ve bu kasidelerden ve muhtevasından Kur'ân'dan fazla vecd ve haz duyarlar. Halbuki bunlar içinde birçok yalan ve sapıklık unsuru vardır;
Yine bunlar arasında öyleleri vardır ki, şeyhine vahdet-i vücûdla ilgili kasideler nisbet ederler; ittihad düşüncesinden dolayı şeyhin bütün mahlûkatın yaratıcısı olduğuna, gökleri ve yeri yarattığına inanırlar ve ona secde ederek kullukta bulunurlar.
Diğer bir kısmı, kasidelerinde rablerini, mevzu rivayetlerde yer alan ve kesinlikle yalan, uydurma ve apaçık bir küfür olan teşbih, tekyîf (keyfiyet belirtme) ve tecsîm (cisim isnad etme) gibi şekillerle tavsif eder.
Meselâ - hâşâ - Cenâb-ı Hakk'ın bazılarıyla beraber oturup yediğini, içtiğini, onlarla beraber yürüyüb onları kucakladığını, yeryüzüne inerek bahçelerde oturduğunu ve buna benzer şeyleri naklederler.
Üstelik onlardan her biri bu tür iddiaları, Allah'ın muttaki velî kullarından temayüz etmiş kişilerin sahib olabileceği gizli sırlar ve korunmuş ilimler kabul ederler.
(Şeyhu'l İslam İbn teymiyye, Mecmuu'l Fetava, C. 4)

kelime-i-tevhid-bayragi-ve-provokatorluk-11239.jpg
28167338_192278478037977_97391684044394463_n.jpg
 
P Çevrimdışı

parsa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Alimlerin son nefeste selefe dönüşü diye başlık atılmış.
Şu an selefilik denince akla esarilik gelmez. Yani imam Gazali eşarilikten vazmigecmistir. İmam eşari olusturdugu eşari ekolunden mi döndü.
Selefe donus bu yazılanlara göre kelamdan felsefi öğreti den akılı ön plana almaktan sakınmak oluyor.
Ama günümüzde esarilik maturudilik ve selefilik var.

Ve imamul harameyn diyor ki. Kocakarilarin itikadı üzere oluyorum. Bu sözde şu an selefilik te sakıncalı bir söz değilmi.
Hocam ben bu yazıyı hangi baglamda anlayacağimi anlayamadım. :kötü:
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt