Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Maide 44 Tefsiri

mehmed cihad Çevrimdışı

mehmed cihad

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şanı Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir" (Maide, 44) "... zalimlerin ta kendileridir" (Maide, 45) "... fasıkların ta kendileridir." (Maide, 47)

Bu ayetler insanların ifrat ve tefrite düştüğü bir konuyu içeriyor. Kimisi herkesi alel ıtlak tekfir etti kimisi herkesi müslüman saydı. Kimisi bu ayetleri bayraklaştırdı kimisi görmezden geldi...

Şanı Yüce Rabbimiz üç kısım insandan bahsediyor: Kafir, Zalim, Fasık...

“Fakihler, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir ayeti hakkında, "Helal saymadıkça kafir sayılmazlar, eğer helal saymıyorlarsa dinden çıkarmayan, küfrün gerisinde bir küfürdür." demişlerdir.”
(Muhammed Kutub, Düzeltilmesi Gereken Kavramlar, s. 76)*

Mevdudi'nin (rh) Görüşü :

"Allah, kendi indirdiğiyle hükmetmeyenlerin 1- Kâfir, 2- Zalim, 3- Fasık olduklarını belirtmektedir. Aynı şekilde, Allah'ın indirdiğini bırakıp, kendisinin veya başkalarının ortaya koyduğuyla hükmeden kişi bu üç suçu da işlemiş olur. Önce, Allah'ın indirdiğini reddetmekle küfr suçu işlemiştir. İkinci olarak, bütünüyle adil olan Allah'ın indirdiğini çiğnemekle zulüm suçunu işlemiştir. Üçüncüsü olarak ise, Allah'ın kulu olduğu halde, üzerine Hakim olanın indirdiğini bırakıp, kendisinin veya bir başkasınınkini benimsemekle fasık olmuştur. Böylece uygulamada Rabbine bağlı ve tâbi olmaktan çıkmış ve otoritesini inkâr etmiş olmaktadır ki, bu da fısktır.
Bu küfür, zulüm ve fısk, İlâhi hükmü çiğnemenin parçalarıdır. Bu yüzden böylesi bir çiğnemenin olduğu yerde bu üç suçtan kaçınmak mümkün değildir. Değişen niteliğine ve reddedişin boyutuna göre suçun cinsidir. Eğer bir kişi İlâhi hükmün yanlış, kendisinin veya başkasının hükmünü doğru kabul ederek, ilahi hükme aykırı hükümde bulunursa, kelimelerin tam anlamıyla bu kişi hem kâfir, hem zalim ve hem de fasıktır. Bununla birlikte, eğer bir kişi İlâhi hükmün doğruluğunu kabul eder ve buna aykırı bir hüküm verirse, böyle biri İslâm toplumunun dışına çıkmış olmazsa da imanını küfr, zulüm ve fıskla karıştırmış olur. Aynı şekilde, eğer bir kişi hayatın her alanında Allah'ın hükmünü reddederse her bakımdan kâfir, zalim ve fasık sayılacaktır. İlâhi hükmü bazı noktalarda kabul eder, bazılarında reddederse, bunu kabul ve reddi oranında iman ve İslâm'ı küfr, zulüm ve fıskla karıştırmış olur." (Tefhimu'l-Kur'an, Maide 47 Dipnotu)

İbn Teymiyye (rh) :
"Necaşi Kral olmasına rağmen, Allah'ın hükmünü hristiyan olan halkına tatbik edememiştir. Ömer bin Abdulaziz Rahimehullah Allah'ın hükümleriyle hükmetmek için yoğun çaba sarfetmiş, fakat büyük zorluklarla karşılaşmış ve bir görüşe göre bu yüzden zehirlenerek öldürülmüştür. Zamanımızda moğolların ele geçirdikleri İslam ülkelerinde görev yapan MÜSLÜMAN HAKİMLER, istemelerine rağmen her zaman ALLAH’IN İNDİRDİKLERİYLE HÜKMEDEMİYORLAR. Onun için bu konuda sorumluluğun ölçüsü güç ve kudretin yetmesidir.'' (Mecmuu'l-Fetava 19/217)

İmam Tavus (rh.a)şöyle demiştir :

"Bu ayeti kerime, zahiri manasıyla ve mutlak ifadesi üzere anlaşılmamalıdır. Kafir, Allah'ın indirdiğini inkar edip ondan başkasıyla hükmeden kimsedir. Allah'ın hükmünü kabul edip bir konu hakkında o hükme muhalif olarak hükmeden kimse ise zalimdir, fasıktır." (Taberi, Maide 44 Tefsiri)

Şehid Dr. Abdullah Azzam’ın (rh) bu konudaki görüşleri:

“1. Ülkede Allah'ın kanunlarının dışında başka kanunlar koyan ve bunların uygulanmasını emreden yönetici kâfirdir. İslâm dininden çıkmıştır.

2. Kanunları maddeleştirenler yani; "birinci madde şudur,ikinci madde şudur" gibi düzenlemelerde bulunanlar... Allah'ın indirdiği kanunlara ters olan bir madde dahi düzenleseler İslâm'dan çıkarlar. Bunlar Mekke'de Lat ve Uzza'nın yanında bulunan kahin ve onların hizmetçileri gibidirler.

3. Millet Meclisi... İçerisinde Allah'ın kanunlarına ters kanunlar çıkaran, Allah'ın helal kıldığını haram sayan, cihadı yasaklayan, mescitlerde ilim halklarını engelleyen, iyiliği emrederek kötülükten nehyeden emri bi'1-ma'ruf ve- nehyi ani'l-münker müessesesini yürürlükten kaldıran, onu yasaklayan, "mirasta kadın ve erkek eşit pay alır" diyen, ikinci evliliği kanun dışı sayan ve Allah'ın indirdiği İslâm şeriatine muhalif tek kanun maddesine muvafakat eden her milletvekili İslâm'dan çıkar, kâfir olur.

(Buraya İbn Teymiyye’nin görüşünü de ekleyelim ki anlamakta güçlük çekenler ANLAYABİLSİN..

“Bir kimse, haram olduğu icma ile sabit olan bir şeyi helal yaparsa veya helal olduğunda icma olan bir şeyi haram yaparsa veya icmayla sabit olan Allah'ın şeriatini değiştirirse bu kişi alimlerin ittifakıyla kafirdir. “ (İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava))

4. İslâm ümmeti içerisinden İslâm dışı kanunlara kalbi ile razı olanlar.
Çünkü "bundan sonra hardal tanesi kadar dahi iman yoktur." "Kim onlara karşı eliyle cihad ederse o mü'mindir, kim onlara diliyle cihad ederse o mü'mindir, kim onlara kalbi ile cihad ederse o mü'mindir. Bunun dışındakinde ise hardal tanesi kadar dahi iman yoktur."

5. Hakimler: Parlamenterlerin koydukları kanunları uygulayan hakimler iki kışıma ayrılır;
a. Bu kanunları sevmeyen, bunların kaldırılmasını isteyen hakimler kanaatimce dinden çıkmazlar fakat onlar fasıktırlar. Yaptıkları iş haramdır. Maaşları haramdır.
b. Bu tür kanunları severek tatbik eden hakimler, bunlar İslâm'dan çıkarlar.

6. Avukatlar: Allah'ın nizamı dışındaki beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelerin önünde dava açan avukatlara gelince kanaatimce bunların avukatlık yapmaları haram ve aldıkları ücretler de haramdır. Bu hususta şöyle bir olay yaşadım. Ben bir avukat arkadaşla konuşurken bu meseleyi ona açtım ve dedim ki;
-"Niçin avukatlığı bırakmıyorsunuz, bu haramdır." O da dedi ki: - "Vallahi ben kazandığım lokmanın helal olduğuna inanıyorum. Benim kazancım rızkını temin etmek için kazma kürekle çalışan kimsenin rızkı gibidir. Sonra sizler fıkhı bilen insanlarsınız. Ürdün Üniversitesi Şeriat Fakültesinde hocasınız. Ben bu meseleyi size soruyorum. Avukatlık yapmak helal mi yoksa haram mı? Verdiğiniz fetvaya bağlı kalacağım." Bunun üzerine biz yedi veya dokuz kişi toplanıp bu meseleyi tartıştık. Benim dışımdaki bütün arkadaşlar aşağıdaki şu şartların varlığı halinde avukatlığın helal olabileceğini söylediler.
a. Avukat beşeri kanundaki hükmü İslâm'ın hükmüne ters olan herhangi bir meseleyi dava olarak açmamalı. Mesela kanunlardaki zina etmenin hükmü İslâm'dakinden çok farklıdır. Avukat zina ile ilgili bir davayı mahkeme önünde açmamalıdır.
b. Müvekkilinin haksız olduğunu tahmin ettiği hiçbir davayı açmamalıdır.
c. Açtığı davanın seyrinde müvekkilinin haksız olduğu ortaya çıkarsa davadan çekilmelidir.
Evet benim dışımdaki sekiz arkadaş bu görüşe vardılar. Fakat benim kanaatim bu şartlar da olsa avukatın işi haramdır. Allah daha iyi bilir ya İslâmî cezalardan herhangi bir cezanın daha altında bir cezayı öngören bir kanuni madde ile ilgili mesele hakkında avukatın dava açması haramdır. Bundan aldığı mal haramdır. Avukatın yukarıda zikredilen şartlar altında çalışmasına ruhsat veren arkadaşlar kanaatimce benden daha bilgili ve daha fakiridirler. En iyisini Allah bilir.

7. Hakkını kurtarmak amacıyla beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelere giden halkın durumuna gelince. Örneğin, hırsızın cezası İslâm'da elinin kesilmesidir. Cahiliye kanunlarında ise iki veya altı ay hapis cezasıdır. Görüldüğü gibi bu kanunlar yeni bir din, yeni bir şeriattir... Nitekim yüce Mevla Hz. Yusuf'un zamanındaki Kralın kanunlarına din demiştir: "... Aksi halde Allah dilemedikçe hükümdarın dinine göre (şeriatına göre) Yusuf'un kardeşini alıkoyması mümkün olmazdı." (Yusuf, 76)
Görüldüğü gibi hükümdarın şeriatı, beşeri düzenlerin kanunları bir dindir. Buna rağmen hakkını kurtarmak amacıyla zorda kalarak bu mahkemelere giden halkın günahkar olmadığı kanısındayım. Evlâ olan ise hakları zayi olsa dahi bu mahkemelere başvurmamalarıdır.”

Allah ona rahmet etsin Şehid (inşaAllah) Abdullah Azzam'ın tespitleri ne kadar da doğru! Kimi insanlar bu ayetlerdeki hükümleri kanun koyucular hakkında uygulamaya kalkışıyorlar... Nasıl bir cahillik ve hata içinde oldukları ortadadır. Bu ayet hakimler hakkındadır kanun koyucular hakkında değil... Allah'ın kanunlarına rağmen kanun koymak farklıdır -ki bu kanun koyucunun yaptığı iştir- Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek farklıdır.


DÜZENE HER İTAAT EDEN KAFİR OLUR MU ?

İbn Teymiyye, Tevbe Suresi 31. Ayet hakkında şöyle der :

"Hahamlarına ve rahiplerine Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram kabul etmek suretiyle itaat ettiklerinden; hahamlarını, din bilginlerini rabler edinen bu kimselere gelince; bunlar iki çeşittir : Birincisi : Onların Allah'ın değiştirdiklerini bilerek bu değiştirmeye rağmen onlara tabi olmaları şeklindedir. Bunun sonucunda da Allah'ın haram kıldığının helal helal kıldığının da haram olduğunu kabul ederek reislerine ittiba etmek suretiyle itikad ederler. Bununla birlikte onlar rasullerin dinine muhalefet ettiklerini de bilirler. İşte bu küfürdür. Allah da, Rasulü de bunu şirk olarak değerlendirmiştir. İsterse onlara namaz kılıp secde etmesinler. Buna göre dine muhalif konularda onun dine muhalif olduğunu bilmekle birlikte başkasına tabi olan ve onun bu dediğine Allah'ın ve Rasulünün dediklerine aykırı olduklarına itikad ederse, o da onlar gibi müşrik olur.

İkincisi ise : Onların helali haram, haramı da helal kabul etmeye dair itikad ve imanları sabit olmakla birlikte, Allah'a masiyet konusunda onlara itaat ederler. Nitekim onların durumları, müslümanın masiyet olarak itikad edip, işlemiş olduğu masiyetlerdeki gibidir. Bu gibi kimselerin hükmü, benzerleri olan günahkar kimselerin hükmüne benzer."
(Mecmuatul Feteva: 7/49(70))

Kadı Ebu Bekr İbnu'l-Arabi şöyle der :
"Mü'min, müşriğe itikadda itaat ettiği takdirde -itaat etmek suretiyle- müşrik olur. Şayet fiilen ona itaat eder, ancak akidesi selim, tevhid ve tasdik üzere kalmakta devam ediyorsa bu kişi asidir. Bunu iyice belleyiniz."
(Kurtubi, el-Cami'li Ahkami'l-Kur'an, c.7 s.77-78)


* "Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir"(l) Bu ayetin mealinden hareket edenler, İlahi hükümleri tatbik etmeyen kişilerin "kafir" olduklarını, dolayısıyla bunların Müslüman sayılmayacağını söylemektedirler. Gariptir ki, bu ayet-i kerime İslam’ın ilk yıllarında da tartışmaya konu teşkil etmiş, Hariciye ve İbadiye gibi sapık mezhepler, günah işleyen Müslümanları küfürle itham etmişlerdir. Hatta Hariciler bu ayete dayanarak "Hakem Hadisesinden" dolayı Hz. Ali'yi tekfir etme cüretini bile göstermişlerdir. Halbuki ümmetin cumhuru, imam ve müçtehidleri, onların bu iddialarını çürütmüş ve bir Müslümanın günah işlemesiyle kafir olmayacağını açıklamışlardır.(2)

Bu ayetin tefsirinde Camiu'l Beyan isimli 30 ciltlik tefsirin müellifi İmam Cerir et-Taberi, ayette geçen "küfr"ün islamdan çıkma manasında değil, Allah'ın nimetini inkar, yani nankörlük manasında" olduğunu ve bid'at ehli olan İbadiye grubunun bu ayeti,yönetimi elinde bulunduranların küfrüne delil gösterdiklerini izah eder ve ibni Abbas'tan (r.a.) şöyle bir rivayette bulunur: "Kasden inkar ederek Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyen kimseler kafirlerdir. Kabul ettiği halde onunla hükmetmezse zalim veya fasık olur."

Nitekim, hemen bundan sonraki ayetlerde Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenlerin zalim ve fasıklar olduğuna dikkat çekilmektedir.Aynı rivayeti İbni Abbas'tan (r.a.) İmam Nesefi de nakletmektedir. İmam Fahrüddin Razi de 32 ciltlik Tefsir-i Kebir isimli eserinde bu ayetin tefsirini yapmakta, Haricilerin bu husustaki görüşlerinin yanlış olduğuna işaret ederek şöyle demektedir: "Bir kimse Allah'ın hükümleriyle hükmetmezse dahi, kalbiyle o hükümlerin doğruluğuna inanırsa kafir olmaz. Zira küfür, hak olan hükümleri kalbiyle inkar ve lisanıyla reddetmektir . Fasık, kalbiyle tasdik ettiği için mü'mindir. İmanla beraber Allah'ın hükümlerinin aksi ile hüküm vermek diğer günahlar kabilindendir. En doğru olan görüş budur." (3)

Kadı Beyzavi ise Allah'ın hükümlerini inkar edip onlara hakaret edenlerin kafir olacaklarım açıklamaktadır. (4) İbni Kesir, bu ayetin Yahudiler hakkında nazil olduğunu ifade ederken,(5) Osmanlı devletinin şeyhül islamlarından olan Ebu's-Suud Efendi, ayette geçen hükmetmemeyi inkar manasında almakta ve "Allah'ın hükümlerini hakir ve basit görerek inkar eden kimse, kim olursa olsun dinden çıkar" demektedir.(6) Diğer çağdaş müfessirler de, ayette geçen "hükmetmeyenler" ifadesinin, "inkar edenler," yani "tasdik etmeyenler" manasına geldiğini söylemektedirler. Konyalı Vehbi Efendi, "Eğer ayetten maksat bu olmasa Kur'an'ın hilafında birşey irtikap edenlerin (işleyenlerin) kafir olmaları lazım gelirdi. Halbuki, hak olduğuna imanla beraber hilafını irtikap küfür değildir ve olamaz" der. "Çünkü, bilumum günahlar Kur'an'ın hilafıdır. Günahtan hali (hiç günahı olmayan) bir fert tasavvur olunamaz. Eğer her günahı irtikap eden kafir olsa, alemde mü'min bulunmamak gerektir."(7) Vehbi Efendi, Ebu's-Suud Efendiye ve Fethul Beyan'a atıfta bulunarak, "Allah'ın inzal ettiği ahkamla [Allah'ın indirdiği hükümlerle] hükmetmemek" hususunda, "istihfaf veya istihlal veya inkar tarıklariyle [bu hükümleri küçük görmek yahut helal saymak veya inkar etmek suretiyle)hilafında hükmün (İlahi hükümlerin aksine hüküm vermenin) küfür olduğunu, ancak bu ahkamın (Allah'ın indirdiği hükümlerin) hak olduğunu tasdik ve ikrarla beraber hilafında hükmün küfür olmadığını belirtir.(8)

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, ayetteki "hükmetmeme"nin, "Onun hakimiyetini tanımamak" durumunda küfre gireceğine işaret eder.(9) Ömer Nasuhi Bilmen de şu izahı getirir: "Bir kimse hükm-ü İlahiyi kalben kabul etmez, onu bile bile lisanen inkar ederse o takdirde kafir olur. Fakat onu kalben tasdik ettiği halde terk eylerse kafir olmaz, günahkar olur." (10) Bilmen, büyük İslam alimi İkrime'den de şu iktibası yapar: "Her kim Allah Teala'nın hükmettiği ile, onu bilerek inkar ettiği halde hükmetmezse kafir olur. Fakat her kim onu ikrar ettiği halde onunla hükmetmezse, o fasıktir, zalimdir, yoksa kafir değildir." (11)

Görüldüğü gibi, bütün müfessirler ayetin tefsirinde görüş birliği içindedir. Hepsi, bir kimse Allah'ın hükümlerini inkar etmediği, onlara hakarette bulunmadığı müddetçe kafir olmayacağı görüşündedir.

O halde, mü'min olarak Ehl-i Sünnet ve Cemaat görüşüne sımsıkı sarılmamız, bid'at ehline iltifat etmememiz gerekir. Büyük imam ve müçtehidlerin tefsir ve izahlarına dikkat edip onlardan istifade etmemiz şarttır. Her hususta olduğu gibi, tekfir meselesinde de bu imamların görüşlerini esas almalıyız. İmam Suyuti'nin "Tekfire yeltenmek, kendini beğenen cahil kişilerin işidir" ikazını da unutmamalıyız.(12)

Kaynaklar
1. Maide Sûresi, 44.
2. et-Tefsirû'l-Kebir
3. et-Tefsirü'l-Kebir, 12:6
4. Tefsir-i Beydavi, 2:295
5. İbni Kesir, 2:61.
6. Tefsir-i Ebu's-Suûd, 3:42.
7. Hülasatü'l-Beyan,3:1231.
8. A g. e.
9. Hak Dini Kur'an Dili, 3:1690.
10. Kur'an-ı Kerimin Türkçe MeaH Alisi ve Tefsiri, 2:772.
11. A. g. e.
12. İ'cazü'l-Kur'an, 3:5/7
 
A Çevrimdışı

asrinsirri

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Günümüzdeki, ALLAH'ın indirdikleri hükümle değilde FRANSIZ ANAYASASI ile hükmedenler hangi konumda oluyor peki ?
 
A Çevrimdışı

ammar huseyn

Üye
İslam-TR Üyesi
Alimler Şeriatı değiştiren küfür sistemleri ile yönetenlerin kafir olduklarında icma etmişlerdir.
İbni Hazm İcma'yı el-İhkam'da nakletmiştir.
Ama şeriat ülkesinde bir kaç kere Şeriata ters hükümler çıkaran, rüşvet karşısında kanun değiştirmeden hüküm veren kişi hakkında ihtilaf etmişlerdir.
İmam Abdullah bin Mesud r.a.h. kafir olduğunu söylemiştir. Tefsir kitapları bunu Sahih senedler ile rivayet etmişlerdir.
Yine İbni Abbas r.a.h. küfür olduğunu söylemiştir. Bunu Abdurrazzak, İbni Tavus'tan, oda babasından, oda ibni Abbas'tan rivayet etmiştir.
Bunun küçük küfür olduğunu İbni Abbbas'tan nakledenlerin senedinde hep zayıflık vardır. en azından Şazdır. Küçük küfür olduğu müdrecdir. senede sonradan eklenmiştir.
En kuvvetli sene de bakarsak, İbni Abbas hakimin Şeriat ile hükmetmediğinde Küfür işlemiştir der.

Sonradan gelen alimler ise ihtilaf etmişlerdir.
Allah c.c. Şura'da ''Onların Allah'tan başka kanun koyucularımı var'' (21.ayet) buyuruyor. Bu ayet üzerinde alimler icma etmişlerdir ki şeriatı değiştiren kafirdir.

yukarıda zikredilen İbni Teymiyye'den vb. olan nakillerin hepsinin doğru bir tevcihi vardır. Şimdi bu dediklerim ile yetiniyorum. Musait olmadığımdan bu kadar ile yetindim. Belki başka kardeşler bu meseleyi daha fazla açığa vururlar.
Allah bizleri Ehli sünnet menhecinden ayırmasın.
Bu menhecden ayrılanlara da hiayet versin...!!!!!
 
mehmed cihad Çevrimdışı

mehmed cihad

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Maide Suresi 44. Ayet yöneticiler hakkında değil hakimler hakkında inmiştir. İkisi arasındaki farkı görebilmek keskin bir zeka, temiz bir akıl ister. Alimler ahkamı değiştirenler ve haramı helal sayanlar hakkında farklı, değiştirilen hükümleri uygulayanlar hakkında farklı hükümler vermişlerdir. Bunu görebilmeniz (fark edebilmeniz) dileğiyle...
 
A Çevrimdışı

asrinsirri

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Maide Suresi 44. Ayet yöneticiler hakkında değil hakimler hakkında inmiştir. İkisi arasındaki farkı görebilmek keskin bir zeka, temiz bir akıl ister. Alimler ahkamı değiştirenler ve haramı helal sayanlar hakkında farklı, değiştirilen hükümleri uygulayanlar hakkında farklı hükümler vermişlerdir. Bunu görebilmeniz (fark edebilmeniz) dileğiyle...
Konuya sizin bakışınızla bakalım: ALLAH'ın hükümleri ile hüküm veren bir hakim, savcı falan tanıyor musunuz ?
 
mehmed cihad Çevrimdışı

mehmed cihad

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kardeş ben şahsen tanımıyorum. Sorun zaten bunun mevcut olup olmaması değil hükmün ne olduğudur. Bir insan hiç içki içmese ama içki helal dese kafir olur,başka biri ömür boyu içki içse fakat içkinin haram olduğunu kabul etse ona da FASIKtır, MÜSLÜMAN denir.

Şehid Abdulkadir Udeh'in İslam ve Beşeri Kanunlar kitabına bakarsan faydalı olur.
 
A Çevrimdışı

asrinsirri

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kardeş ben şahsen tanımıyorum. Sorun zaten bunun mevcut olup olmaması değil hükmün ne olduğudur. Bir insan hiç içki içmese ama içki helal dese kafir olur,başka biri ömür boyu içki içse fakat içkinin haram olduğunu kabul etse ona da FASIKtır, MÜSLÜMAN denir.

Şehid Abdulkadir Udeh'in İslam ve Beşeri Kanunlar kitabına bakarsan faydalı olur.
HÜKÜM konusu itikadi meseledir, siz ameli bir meseleyi örnek getiriyorsunuz...
 
mehmed cihad Çevrimdışı

mehmed cihad

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hayır sadece senin dediğini örneklendirdim..

"Yaw bu adam içki içiyor kafirdir, aha bu da içmiyor müslümandır." mantığıyla hareket etmemeniz için..

Yukarıda yazılanları okuyunuz.. Selamlar..

İtirazlarınız varsa o alimlere yaparsınız ahirette...
 
mehmed cihad Çevrimdışı

mehmed cihad

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Okursanız hakimler ve yöneticiler arasındaki ince farkı anlayacağınızdan eminim.. Tabii bir de krallık-tiranlık-cumhuriyet arasındaki farkı da gözeterek okumanız gerekir...


“Fakihler, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir ayeti hakkında, "Helal saymadıkça kafir sayılmazlar, eğer helal saymıyorlarsa dinden çıkarmayan, küfrün gerisinde bir küfürdür." demişlerdir.”
(Muhammed Kutub, Düzeltilmesi Gereken Kavramlar, s. 76)*

Mevdudi'nin (rh) Görüşü :

"Allah, kendi indirdiğiyle hükmetmeyenlerin 1- Kâfir, 2- Zalim, 3- Fasık olduklarını belirtmektedir. Aynı şekilde, Allah'ın indirdiğini bırakıp, kendisinin veya başkalarının ortaya koyduğuyla hükmeden kişi bu üç suçu da işlemiş olur. Önce, Allah'ın indirdiğini reddetmekle küfr suçu işlemiştir. İkinci olarak, bütünüyle adil olan Allah'ın indirdiğini çiğnemekle zulüm suçunu işlemiştir. Üçüncüsü olarak ise, Allah'ın kulu olduğu halde, üzerine Hakim olanın indirdiğini bırakıp, kendisinin veya bir başkasınınkini benimsemekle fasık olmuştur. Böylece uygulamada Rabbine bağlı ve tâbi olmaktan çıkmış ve otoritesini inkâr etmiş olmaktadır ki, bu da fısktır.
Bu küfür, zulüm ve fısk, İlâhi hükmü çiğnemenin parçalarıdır. Bu yüzden böylesi bir çiğnemenin olduğu yerde bu üç suçtan kaçınmak mümkün değildir. Değişen niteliğine ve reddedişin boyutuna göre suçun cinsidir. Eğer bir kişi İlâhi hükmün yanlış, kendisinin veya başkasının hükmünü doğru kabul ederek, ilahi hükme aykırı hükümde bulunursa, kelimelerin tam anlamıyla bu kişi hem kâfir, hem zalim ve hem de fasıktır. Bununla birlikte, eğer bir kişi İlâhi hükmün doğruluğunu kabul eder ve buna aykırı bir hüküm verirse, böyle biri İslâm toplumunun dışına çıkmış olmazsa da imanını küfr, zulüm ve fıskla karıştırmış olur. Aynı şekilde, eğer bir kişi hayatın her alanında Allah'ın hükmünü reddederse her bakımdan kâfir, zalim ve fasık sayılacaktır. İlâhi hükmü bazı noktalarda kabul eder, bazılarında reddederse, bunu kabul ve reddi oranında iman ve İslâm'ı küfr, zulüm ve fıskla karıştırmış olur." (Tefhimu'l-Kur'an, Maide 47 Dipnotu)

İbn Teymiyye (rh) :
"Necaşi Kral olmasına rağmen, Allah'ın hükmünü hristiyan olan halkına tatbik edememiştir. Ömer bin Abdulaziz Rahimehullah Allah'ın hükümleriyle hükmetmek için yoğun çaba sarfetmiş, fakat büyük zorluklarla karşılaşmış ve bir görüşe göre bu yüzden zehirlenerek öldürülmüştür. Zamanımızda moğolların ele geçirdikleri İslam ülkelerinde görev yapan MÜSLÜMAN HAKİMLER, istemelerine rağmen her zaman ALLAH’IN İNDİRDİKLERİYLE HÜKMEDEMİYORLAR. Onun için bu konuda sorumluluğun ölçüsü güç ve kudretin yetmesidir.'' (Mecmuu'l-Fetava 19/217)

İmam Tavus (rh.a) şöyle demiştir :

"Bu ayeti kerime, zahiri manasıyla ve mutlak ifadesi üzere anlaşılmamalıdır. Kafir, Allah'ın indirdiğini inkar edip ondan başkasıyla hükmeden kimsedir. Allah'ın hükmünü kabul edip bir konu hakkında o hükme muhalif olarak hükmeden kimse ise zalimdir, fasıktır." (Taberi, Maide 44 Tefsiri)

Şehid Dr. Abdullah Azzam’ın (rh) bu konudaki görüşleri:

“1. Ülkede Allah'ın kanunlarının dışında başka kanunlar koyan ve bunların uygulanmasını emreden yönetici kâfirdir. İslâm dininden çıkmıştır.

2. Kanunları maddeleştirenler yani; "birinci madde şudur,ikinci madde şudur" gibi düzenlemelerde bulunanlar... Allah'ın indirdiği kanunlara ters olan bir madde dahi düzenleseler İslâm'dan çıkarlar. Bunlar Mekke'de Lat ve Uzza'nın yanında bulunan kahin ve onların hizmetçileri gibidirler.

3. Millet Meclisi... İçerisinde Allah'ın kanunlarına ters kanunlar çıkaran, Allah'ın helal kıldığını haram sayan, cihadı yasaklayan, mescitlerde ilim halklarını engelleyen, iyiliği emrederek kötülükten nehyeden emri bi'1-ma'ruf ve- nehyi ani'l-münker müessesesini yürürlükten kaldıran, onu yasaklayan, "mirasta kadın ve erkek eşit pay alır" diyen, ikinci evliliği kanun dışı sayan ve Allah'ın indirdiği İslâm şeriatine muhalif tek kanun maddesine muvafakat eden her milletvekili İslâm'dan çıkar, kâfir olur.

(Buraya İbn Teymiyye’nin görüşünü de ekleyelim ki anlamakta güçlük çekenler ANLAYABİLSİN..

“Bir kimse, haram olduğu icma ile sabit olan bir şeyi helal yaparsa veya helal olduğunda icma olan bir şeyi haram yaparsa veya icmayla sabit olan Allah'ın şeriatini değiştirirse bu kişi alimlerin ittifakıyla kafirdir. “ (İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava))

4. İslâm ümmeti içerisinden İslâm dışı kanunlara kalbi ile razı olanlar.
Çünkü "bundan sonra hardal tanesi kadar dahi iman yoktur." "Kim onlara karşı eliyle cihad ederse o mü'mindir, kim onlara diliyle cihad ederse o mü'mindir, kim onlara kalbi ile cihad ederse o mü'mindir. Bunun dışındakinde ise hardal tanesi kadar dahi iman yoktur."

5. Hakimler: Parlamenterlerin koydukları kanunları uygulayan hakimler iki kışıma ayrılır;
a. Bu kanunları sevmeyen, bunların kaldırılmasını isteyen hakimler kanaatimce dinden çıkmazlar fakat onlar fasıktırlar. Yaptıkları iş haramdır. Maaşları haramdır.
b. Bu tür kanunları severek tatbik eden hakimler, bunlar İslâm'dan çıkarlar.

6. Avukatlar: Allah'ın nizamı dışındaki beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelerin önünde dava açan avukatlara gelince kanaatimce bunların avukatlık yapmaları haram ve aldıkları ücretler de haramdır. Bu hususta şöyle bir olay yaşadım. Ben bir avukat arkadaşla konuşurken bu meseleyi ona açtım ve dedim ki;
-"Niçin avukatlığı bırakmıyorsunuz, bu haramdır." O da dedi ki: - "Vallahi ben kazandığım lokmanın helal olduğuna inanıyorum. Benim kazancım rızkını temin etmek için kazma kürekle çalışan kimsenin rızkı gibidir. Sonra sizler fıkhı bilen insanlarsınız. Ürdün Üniversitesi Şeriat Fakültesinde hocasınız. Ben bu meseleyi size soruyorum. Avukatlık yapmak helal mi yoksa haram mı? Verdiğiniz fetvaya bağlı kalacağım." Bunun üzerine biz yedi veya dokuz kişi toplanıp bu meseleyi tartıştık. Benim dışımdaki bütün arkadaşlar aşağıdaki şu şartların varlığı halinde avukatlığın helal olabileceğini söylediler.
a. Avukat beşeri kanundaki hükmü İslâm'ın hükmüne ters olan herhangi bir meseleyi dava olarak açmamalı. Mesela kanunlardaki zina etmenin hükmü İslâm'dakinden çok farklıdır. Avukat zina ile ilgili bir davayı mahkeme önünde açmamalıdır.
b. Müvekkilinin haksız olduğunu tahmin ettiği hiçbir davayı açmamalıdır.
c. Açtığı davanın seyrinde müvekkilinin haksız olduğu ortaya çıkarsa davadan çekilmelidir.
Evet benim dışımdaki sekiz arkadaş bu görüşe vardılar. Fakat benim kanaatim bu şartlar da olsa avukatın işi haramdır. Allah daha iyi bilir ya İslâmî cezalardan herhangi bir cezanın daha altında bir cezayı öngören bir kanuni madde ile ilgili mesele hakkında avukatın dava açması haramdır. Bundan aldığı mal haramdır. Avukatın yukarıda zikredilen şartlar altında çalışmasına ruhsat veren arkadaşlar kanaatimce benden daha bilgili ve daha fakiridirler. En iyisini Allah bilir.

7. Hakkını kurtarmak amacıyla beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelere giden halkın durumuna gelince. Örneğin, hırsızın cezası İslâm'da elinin kesilmesidir. Cahiliye kanunlarında ise iki veya altı ay hapis cezasıdır. Görüldüğü gibi bu kanunlar yeni bir din, yeni bir şeriattir... Nitekim yüce Mevla Hz. Yusuf'un zamanındaki Kralın kanunlarına din demiştir: "... Aksi halde Allah dilemedikçe hükümdarın dinine göre (şeriatına göre) Yusuf'un kardeşini alıkoyması mümkün olmazdı." (Yusuf, 76)
Görüldüğü gibi hükümdarın şeriatı, beşeri düzenlerin kanunları bir dindir. Buna rağmen hakkını kurtarmak amacıyla zorda kalarak bu mahkemelere giden halkın günahkar olmadığı kanısındayım. Evlâ olan ise hakları zayi olsa dahi bu mahkemelere başvurmamalarıdır.”

Allah ona rahmet etsin Şehid (inşaAllah) Abdullah Azzam'ın tespitleri ne kadar da doğru! Kimi insanlar bu ayetlerdeki hükümleri kanun koyucular hakkında uygulamaya kalkışıyorlar... Nasıl bir cahillik ve hata içinde oldukları ortadadır. Bu ayet hakimler hakkındadır kanun koyucular hakkında değil... Allah'ın kanunlarına rağmen kanun koymak farklıdır -ki bu kanun koyucunun yaptığı iştir- Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek farklıdır.


DÜZENE HER İTAAT EDEN KAFİR OLUR MU ?

İbn Teymiyye, Tevbe Suresi 31. Ayet hakkında şöyle der :

"Hahamlarına ve rahiplerine Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram kabul etmek suretiyle itaat ettiklerinden; hahamlarını, din bilginlerini rabler edinen bu kimselere gelince; bunlar iki çeşittir : Birincisi : Onların Allah'ın değiştirdiklerini bilerek bu değiştirmeye rağmen onlara tabi olmaları şeklindedir. Bunun sonucunda da Allah'ın haram kıldığının helal helal kıldığının da haram olduğunu kabul ederek reislerine ittiba etmek suretiyle itikad ederler. Bununla birlikte onlar rasullerin dinine muhalefet ettiklerini de bilirler. İşte bu küfürdür. Allah da, Rasulü de bunu şirk olarak değerlendirmiştir. İsterse onlara namaz kılıp secde etmesinler. Buna göre dine muhalif konularda onun dine muhalif olduğunu bilmekle birlikte başkasına tabi olan ve onun bu dediğine Allah'ın ve Rasulünün dediklerine aykırı olduklarına itikad ederse, o da onlar gibi müşrik olur.

İkincisi ise : Onların helali haram, haramı da helal kabul etmeye dair itikad ve imanları sabit olmakla birlikte, Allah'a masiyet konusunda onlara itaat ederler. Nitekim onların durumları, müslümanın masiyet olarak itikad edip, işlemiş olduğu masiyetlerdeki gibidir. Bu gibi kimselerin hükmü, benzerleri olan günahkar kimselerin hükmüne benzer."
(İbn Teymiyye, İman, s.43)

Kadı Ebu Bekr İbnu'l-Arabi şöyle der :
"Mü'min, müşriğe itikadda itaat ettiği takdirde -itaat etmek suretiyle- müşrik olur. Şayet fiilen ona itaat eder, ancak akidesi selim, tevhid ve tasdik üzere kalmakta devam ediyorsa bu kişi asidir. Bunu iyice belleyiniz."
(Kurtubi, el-Cami'li Ahkami'l-Kur'an, c.7 s.77-78)


* "Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir"(l) Bu ayetin mealinden hareket edenler, İlahi hükümleri tatbik etmeyen kişilerin "kafir" olduklarını, dolayısıyla bunların Müslüman sayılmayacağını söylemektedirler. Gariptir ki, bu ayet-i kerime İslam’ın ilk yıllarında da tartışmaya konu teşkil etmiş, Hariciye ve İbadiye gibi sapık mezhepler, günah işleyen Müslümanları küfürle itham etmişlerdir. Hatta Hariciler bu ayete dayanarak "Hakem Hadisesinden" dolayı Hz. Ali'yi tekfir etme cüretini bile göstermişlerdir. Halbuki ümmetin cumhuru, imam ve müçtehidleri, onların bu iddialarını çürütmüş ve bir Müslümanın günah işlemesiyle kafir olmayacağını açıklamışlardır.(2)

Bu ayetin tefsirinde Camiu'l Beyan isimli 30 ciltlik tefsirin müellifi İmam Cerir et-Taberi, ayette geçen "küfr"ün islamdan çıkma manasında değil, Allah'ın nimetini inkar, yani nankörlük manasında" olduğunu ve bid'at ehli olan İbadiye grubunun bu ayeti,yönetimi elinde bulunduranların küfrüne delil gösterdiklerini izah eder ve ibni Abbas'tan (r.a.) şöyle bir rivayette bulunur: "Kasden inkar ederek Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyen kimseler kafirlerdir. Kabul ettiği halde onunla hükmetmezse zalim veya fasık olur."

Nitekim, hemen bundan sonraki ayetlerde Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenlerin zalim ve fasıklar olduğuna dikkat çekilmektedir.Aynı rivayeti İbni Abbas'tan (r.a.) İmam Nesefi de nakletmektedir. İmam Fahrüddin Razi de 32 ciltlik Tefsir-i Kebir isimli eserinde bu ayetin tefsirini yapmakta, Haricilerin bu husustaki görüşlerinin yanlış olduğuna işaret ederek şöyle demektedir: "Bir kimse Allah'ın hükümleriyle hükmetmezse dahi, kalbiyle o hükümlerin doğruluğuna inanırsa kafir olmaz. Zira küfür, hak olan hükümleri kalbiyle inkar ve lisanıyla reddetmektir . Fasık, kalbiyle tasdik ettiği için mü'mindir. İmanla beraber Allah'ın hükümlerinin aksi ile hüküm vermek diğer günahlar kabilindendir. En doğru olan görüş budur." (3)

Kadı Beyzavi ise Allah'ın hükümlerini inkar edip onlara hakaret edenlerin kafir olacaklarım açıklamaktadır. (4) İbni Kesir, bu ayetin Yahudiler hakkında nazil olduğunu ifade ederken,(5) Osmanlı devletinin şeyhül islamlarından olan Ebu's-Suud Efendi, ayette geçen hükmetmemeyi inkar manasında almakta ve "Allah'ın hükümlerini hakir ve basit görerek inkar eden kimse, kim olursa olsun dinden çıkar" demektedir.(6) Diğer çağdaş müfessirler de, ayette geçen "hükmetmeyenler" ifadesinin, "inkar edenler," yani "tasdik etmeyenler" manasına geldiğini söylemektedirler. Konyalı Vehbi Efendi, "Eğer ayetten maksat bu olmasa Kur'an'ın hilafında birşey irtikap edenlerin (işleyenlerin) kafir olmaları lazım gelirdi. Halbuki, hak olduğuna imanla beraber hilafını irtikap küfür değildir ve olamaz" der. "Çünkü, bilumum günahlar Kur'an'ın hilafıdır. Günahtan hali (hiç günahı olmayan) bir fert tasavvur olunamaz. Eğer her günahı irtikap eden kafir olsa, alemde mü'min bulunmamak gerektir."(7) Vehbi Efendi, Ebu's-Suud Efendiye ve Fethul Beyan'a atıfta bulunarak, "Allah'ın inzal ettiği ahkamla [Allah'ın indirdiği hükümlerle] hükmetmemek" hususunda, "istihfaf veya istihlal veya inkar tarıklariyle [bu hükümleri küçük görmek yahut helal saymak veya inkar etmek suretiyle)hilafında hükmün (İlahi hükümlerin aksine hüküm vermenin) küfür olduğunu, ancak bu ahkamın (Allah'ın indirdiği hükümlerin) hak olduğunu tasdik ve ikrarla beraber hilafında hükmün küfür olmadığını belirtir.(8)

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, ayetteki "hükmetmeme"nin, "Onun hakimiyetini tanımamak" durumunda küfre gireceğine işaret eder.(9) Ömer Nasuhi Bilmen de şu izahı getirir: "Bir kimse hükm-ü İlahiyi kalben kabul etmez, onu bile bile lisanen inkar ederse o takdirde kafir olur. Fakat onu kalben tasdik ettiği halde terk eylerse kafir olmaz, günahkar olur." (10) Bilmen, büyük İslam alimi İkrime'den de şu iktibası yapar: "Her kim Allah Teala'nın hükmettiği ile, onu bilerek inkar ettiği halde hükmetmezse kafir olur. Fakat her kim onu ikrar ettiği halde onunla hükmetmezse, o fasıktir, zalimdir, yoksa kafir değildir." (11)

Görüldüğü gibi, bütün müfessirler ayetin tefsirinde görüş birliği içindedir. Hepsi, bir kimse Allah'ın hükümlerini inkar etmediği, onlara hakarette bulunmadığı müddetçe kafir olmayacağı görüşündedir.

O halde, mü'min olarak Ehl-i Sünnet ve Cemaat görüşüne sımsıkı sarılmamız, bid'at ehline iltifat etmememiz gerekir. Büyük imam ve müçtehidlerin tefsir ve izahlarına dikkat edip onlardan istifade etmemiz şarttır. Her hususta olduğu gibi, tekfir meselesinde de bu imamların görüşlerini esas almalıyız. İmam Suyuti'nin "Tekfire yeltenmek, kendini beğenen cahil kişilerin işidir" ikazını da unutmamalıyız.(12)

Kaynaklar
1. Maide Sûresi, 44.
2. et-Tefsirû'l-Kebir
3. et-Tefsirü'l-Kebir, 12:6
4. Tefsir-i Beydavi, 2:295
5. İbni Kesir, 2:61.
6. Tefsir-i Ebu's-Suûd, 3:42.
7. Hülasatü'l-Beyan,3:1231.
8. A g. e.
9. Hak Dini Kur'an Dili, 3:1690.
10. Kur'an-ı Kerimin Türkçe MeaH Alisi ve Tefsiri, 2:772.
11. A. g. e.
12. İ'cazü'l-Kur'an, 3:5/7
 
S Çevrimdışı

samidun

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
44- Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik; bu kitap doğru yol kılavuzluğu ve ışık içerir. Gerek İslâm'a bağlı peygamberler ve gerekse Allah'a bağlı bilginler ile din adamları Allah'ın bu kitabının görevli koruyucuları ve doğruluğunun şahitleri sıfatı ile yahudiler arasında buna göre hüküm verirler.
buna göre insanlardan değil, benden korkunuz da ayetlerimi bir kaç para karşılığında satmayınız. Kim Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermez ise onlar kafirlerin ta kendileridir.
45- Tevrat'ta, yahudilere yazılı olarak bildirdik ki, canın karşılığı can, gözün karşılığı göz, burnun karşılığı burun, kulağın karşılığı kulak, dişin karşılığı diştir ve yaralamalarda da karşılıklılık (kısas) ilkesi geçerlidir. Kim kısas hakkını bağışlarsa bu onun günahlarına kefaret olur. Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler ise zalimlerin ta kendileridirler.
Allah katından gönderilmiş her dinle amaçlanan, yaşama yön vermektir. Pratik, gerçekçi bir yaşam biçimi belirlemekdir. Allah'ın dine yüklediği misyon, insanların yaşam biçimlerini belirlemek, düzenlemek, yönlendirmek ve koruma altına almaktır. Dinler insanların, heykellerin, ikonların ya da mihrapların karşısına geçerek tapınmalarını sağlamak üzere, kişinin salt iç dünyasına yönelik olarak indirilmemiştir. İnsanların yaşamlarında ve onların iç dünyalarının eğitiminde bunların hiçbir önemi yoktur demiyoruz. Ancak bunlar, insanların yaşam biçimlerini belirleme, düzenleme, yönlendirme ve koruma altına alma konularında tek başına yeterli olamaz. İnsanların yaşamlarında pratik bir karşılığı olması gereken bir şeriat, bir düzen, bir sistem salt bunlar üzerine ikame edilemez. Bu saydıklarımızı insanlar, yasalar ve otorite çerçevesinde belirlerler. Yasalara ve otoriteye ters bir davranışta bulunduklarında bundan sorumlu tutulurlar ve belirli cezalara çarptırılırlar.
İnsanların yaşamlarını en düzgün bir biçimde sürdürebilmeleri ancak, inanç, idealler ve yasaların tek bir kaynağa dayanması durumunda mümkün olabilir. Allah, insanların hareketlerine ve davranışlarına egemen olduğu gibi, onların yüreklerine ve içlerinde sakladıkları her türlü sırra da egemendir. O, insanların davranışlarının ve tutumlarının karşılığını, dünya hayatında, gönderdiği şeriata göre, ahiret hayatında ise yapacağı sorgulamaya göre en adil biçimde verecektir.
Ancak otorite parçalanacak olursa... Anlayışlar farklı kaynaklarla temellendirilecek olursa... Allah'ın otoritesi sadece vicdanlara ve insanların iç dünyalarına indirgenerek, rejim ve yasalar konusundaki otorite Allah'ın dışında birine verilecek olursa... Ahiretteki ceza ve mükafatlar konusundaki otorite Allah'ın, dünyadaki cezalar konusundaki otorite ise bir başkasına ait kabul edilirse... İşte o zaman, insanlığın ruhu, farklı iki otorite, farklı iki yönelim, farklı iki yöntem arasında parçalanmış demektir. İşte bu durumda insanların yaşamlarında aksaklıklar, bozukluklar ortaya çıkmaya başlar. Nitekim, Kur'an'da çeşitli vesilelerle bu bağlamdaki aksaklıklara ve bozukluklara işaret edilmektedir: "Eğer yerle gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı ikisi de bozulurdu" (Enbiya Suresi, 22) "Eğer gerçek, onların keyfi arzularına göre belirlenseydi, gökler, yer ve oralarda bulunanlar bozulup giderdi." (Müminun Suresi, 71) "(Ey Muhammed!) Seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, ona uy; bilmeyenlerin keyfi arzularına uyma."(Casiye Suresi, 18)
Bu nedenledir ki her din, insanlar için bir yaşam düzeni olmak üzere gönderilmiştir. Dinin, belirli bir yöreye, bir ulusa ya da tüm insanlığa gönderilmiş olması, söz konusu olguyu değiştirmez. Her dinde, yaşama en doğru yaklaşımı sağlayacak bir inanç sistemi, insanların yürekleriyle Allah arasında bir bağ oluşturacak ibadet esasları ve bunların yanısıra, yaşamı biçimlendirecek bir şeriat söz konusudur. Bu üç açı, Allah'ın dininin temel direkleri konumundadır. Allah katından gelen her dinde bu saydıklarımız mevcuttur. Zira, insanlığın yaşamının sağlıklı ve düzgün bir biçimde olması, ancak yaşam düzeninin Allah'ın dinine göre belirlenmesi durumunda mümkündür.
Kur'an-ı Kerim'de ilk dinlerin içeriklerine ilişkin çeşitli göstergeler vardır. Belirli bir yörenin ya da ulusun mevcut düzeyiyle uyum içerisinde, belirli bir yöreye ya da bir ulusa gönderilmiş olan ilk dinler, yukarıda sözünü ettiğimiz bütünlüğü tam anlamıyla sağlamıştır. Buradaki ayetlerde, üç büyük dinde de yani yahudilik, hristiyanlık ve İslâm'da da söz konusu bütünlüğün tam anlamıyla mevcut olduğu dile getiriliyor.
Ayetlerde önce, bu bölümde ele almakta olduğumuz Tevrat'tan söz ediliyor:
"Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik; bu kitap doğru yol kılavuzluğu ve ışık içerir."
Tevrat, -Allah'ınindirdiği biçimiyle- yahudileri doğru yola iletmek, Allah'a ulaştıran yol ve yaşam süresince izlenmesi gereken yol konularında onları aydınlatmak üzere indirilmiş bir ilahî kitaptır. Bu kitap, tevhid inancını içermektedir. Kapsamlı bir ibadet sistemi içermektedir. Ve aynı zamanda bir şeriat içermektedir:
"Gerek Allah'a teslim olmuş peygamberler ve gerekse Allah'a bağlı bilginler ile din adamları, Allah'ın bu kitabının görevli koruyucuları ve doğruluğunun şahitleri sıfatı ile yahudiler arasında buna göre hüküm verirler."
Bir inanç ve ibadet sistemini de beraberinde getirmiş olan Tevrat'ı Allah, insanların salt vicdanları ve yürekleri için doğru yol kılavuzu ve ışık olsun diye indirmedi. Onu, bundan da öte aynı zamanda, pratik hayata Allah'ın sistemi doğrultusunda yön verecek ve yaşamı bu sistem çerçevesinde korumaya alacak bir şeriat içermesi hasebiyle, bu bağlamda da bir doğru yol kılavuzu ve ışık olması için indirdi. Kendilerini Allah'a teslim etmiş peygamberler, Tevrat'la hüküm verirler. Onlar ona, kendilerinden birşey eklemezler. O kitap tümüyle Allah'a aittir. İlahlık niteliklerine ilişkin herhangi bir nitelik konusunda, peygamberlerin bir istemi, bir otoritesi ya da bir iddiası asla yoktur. -İslâm'ın özgün anlamı da budur zaten- O peygamberler, yahudilere Tevrat'a göre hüküm veriyorlardı. -Tevrat, sadece yahudilere ilişkin indirilmiş bir şeriattı- onların din adamları yani yargıçları ve bilginleri de yine Tevrat'a göre hüküm verïyorlardı. Zira onlar, Allah'ın kitabını korumakla ve onun doğruluğuna tanıklık etmekle yükümlüydüler. Nitekim, kendi yaşamlarını Tevrat'ın buyrukları doğrultusunda düzenleyerek, dindaşları arasında Allah'ın şeriatını hakim kılarak, söz konusu tanıklıklarının gereğini de yerine getirmekteydiler.
Burada, Tevrat'a ilişkin ayetler noktalanmadan önce, Allah'ın kitabıyla hüküm verilmesi ve de söz konusu hükümleri verirken insanların arzularından, diretmelerinden, savaşlarından etkilenilmemesi için gereken özeni göstermeleri için müslümanların dikkatleri çekiliyor. Allah'ın kitabına sahip çıkan herkes, bu noktada özen göstermek zorundadır. Bunun aksini yapanlara ya da bu konuda çekingen davrananlara gelince:
"İnsanlardan değil, benden korkunuz da ayetlerimi bir kaç para karşılığında satmayınız. Kim Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermez ise onlar kafirlerin ta kendileridirler."
Yüce Allah, -her zaman ve her ulustan- kimi insanların, Allah'ın indirdikleri ile hüküm verilmesine karşı çıkacaklarını biliyordu. Bu tür insanların öz benlikleri, Allah'ın hükümlerine razı olmaya ve söz konusu hükümlere boyun eğmeye kesinlikle yanaşmayacaktır. Burjuvalar, tağutlar, tahtları ve üst makamları ellerinde bulunduran mirasyediler, Allah'ın indirdikleriyle hükmedilmesine kesinkes karşı çıkacaklardır. Zira Allah'ın indirdiği hükümler uygulandığında, onların yüzlerine geçirmiş olduğu ilahlık maskesi yere düşecek ve ilahlık sadece Allah'a ait olacaktır. Böylece, insanlar için Allah'ın izin vermediği kanunlar koyan söz konusu kimselerin elindeki egemenlik, yasama ve yürütme yetkisi çekilip alınmış olacaktır. Sömürü, zulüm ve haram üzerine kurdukları düzene kendilerine maddi ve ekonomik çıkar sağlamakta olan söz konusu kimseler elbette ki Allah'ın indirdiği hükümlerin uygulanmaması için yırtınacaklardır. Çünkü Allah'ın şeriatı, onların zulüm üzerine kurulu çıkar mekanizmalarının kökünü kazıyacaktır. Şehvetlerinin, tutkularının, yarmaladıkları malların esiri olanlar, ahlâkî çözülmeyi yaşayanlar, Allah'ın indirdiği hükümlerin yürürlüğe konmaması için elbette ki direneceklerdir. Çünkü Allah'ın dini, onları bu niteliklerinden arınmaya zorlayacak, bunu yapmamaları durumunda ise onları cezalandıracaktır. Söz konusu kimseler, yeryüzünde iyiliğin, adaletin, barışın yaygınlaşmasından rahatsız olduklarından dolayı, her türlü yola başvurarak, Allah'ın hükümlerinin yürürlüğe konmasını engellemek için çabalayacaklardır.
Allah, indirdiği hükümler yürürlüğe konmak istendiğinde, her cephede bu tür direnişlerle karşılaşılacağını biliyordu. Bu durumda, Allah'ın dinini sahiplenenlerin ve dinin doğruluğuna tanıklık edenlerin yapacağı iş, karşıt-güçlere karşı direnmek, onları göğüslemek, mal ve can pahasına da olsa mücadele etmektir. Allah, onlara hitaben diyor ki:
"İnsanlardan değil, benden korkunuz!"
Onların, Allah'ın şeriatını uygulamaları dışında bir korkuları olamaz insanlardan. Bu insanlar ister, Allah'ın şeriatına boyun eğmemekte direten ve ilahlığın sadece ama sadece Allah'a ait olduğunu kabullenmeye yanaşmayan tağutlar olsun... İster, Allah'a isyan içerisinde olmakla birlikte, O'nun şeriatını kendi kişisel çıkarlarını korumak için kullanmakta olan kimseler olsun... İster, Allah'ın şeriatındaki hükümleri ağırlaştıran ve çarpıtan sapık güruhlar olsun... Her halukârda, durum değişmemektedir. Ayette kendilerine hitap edilenlerin, sözünü ettiğimiz kimselerden ve onların dışındaki insanlardan, yaşamda Allah'ın şeriatını hakim kılmak için didinme dışında korkmaları söz konusu olamaz. Asıl korkulması gerekenin, Allah olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır. Allah dışında hiç kimseden korkulmamalıdır.
Yine Allah, kitabının koruyucuları ve kitabının doğruluğunun tanıkları durumundaki din bilginlerinden kimilerinin, dünya hayatının çekiciliğine kapılıp baştan çıkabileceklerini de biliyordu. Bu tür din bilginlerinden, Allah'ın hükümlerini istemeyen devlet yetkilileri, zenginler ve şehvet düşkünleri ile diyalog içinde bulunanlar ve de dünya hayatının cazibesine kapılarak onların yaptıklarına hiç ses çıkarmamayı yeğleyenler de olacaktır. Zaten bu tür yoldan çıkmış din adamlarına her zaman, her toplumda rastlayabilmek mümkündür. Nitekim bu tür din adamları yahudiler arasında da vardı. İşte Allah, böylesi bir tutum içerisine girmiş din bilginlerine diyor ki:
"Ayetlerimi birkaç paralık çıkarlarınız uğruna satmayınız."
Burada suskun kalanlara, ayetleri çarpıtanlara, yamama fetvalar ürete bilmek için çaba harcayanlara sesleniliyor!
Gerçekten de bu tür kimselerin, yaptıklarına karşılık olarak alacakları para ya da sağlayacakları çıkar ne olursa olsun, neticede bir "hiç"tir. Maaş, görev, makam, unvan, titır ya da birtakım çıkarlar uğruna, dini satıp bile bile cehennemi satın aldıkları düşünülürse, kazançları gerçekten de bir hiç değil midir?
Bir emanet yüklenmiş kişinin, tutup ihanet etmesinden daha kötü bir şey düşünülemez. koruyucu konumundaki birinin, vurdumduymazlaşmasından daha korkunç birşey yoktur. Tanık konumundaki birinin, gerçeği. saptırmasından daha iğrenç bir şey olamaz. Ne var ki "din adamı" kisvesi altında pek çok kimse, dine ihanet etmekte, bu konuda vurdumduymazlaşmakta ve gerçekleri saptırmaktadır. Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeleri gerekirken, suskun kalmayı yeğlemektedirler. Yöneticilere hoş görünmeyi Allah'ın kitabına tercilı ederek, ayetleri çarpıtmaktadırlar...
"Allah'ın indirdikleri ayetlere göre hüküm vermeyenler, kafirlerin ta kendileridirler."
Bu son derece kesin ve su götürmez bir ifadedir. Gerek ayetin orijinalinde şart edatı olarak "men"in kullanılması ve gerek cevap cümlesi, bu hükmün, herkesi kapsayabileceğinin göstergesidir. Ayette herhangi bir kapaklık olmadığı gibi bu hüküm, zaman ve mekan sınırlarını da aşmaktadır. Bu, hangi kuşakta ve hangi ulusta olursa olsun, Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyen herkesi kapsamına alan genel bir hükümdür...
Bunun nedenini ise daha önce açıklamıştık. Zira, Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyen, Allah'ın ilahlığını reddediyor demektir. Oysa ilahlık zorunlu olarak, egemenliği ve yasamayı da içermektedir. Allah'ın :ayetlerine göre hüküm vermeyen bir kimse ise bir yandan, Allah'ın ilahlığını ve ilahlığının niteliklerini reddetmekte, diğer yandan da ilahlık hakkını ve ilahlığın niteliklerini kendisine mal etmeye kalkışmaktadır. Gerçekten de küfür bu değil de nedir? Pratik -ki bu teoriden çok daha önemlidir- sırf küfür kokuyorsa, dil ile mümin ya da müslüman olduğunu savlamanın anlamı nedir?
Son derece kesin olan bu hüküm konusunda demagoji yapmak, gerçekten kaçmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Böylesi bir hükmü tevil etmeye Çabalamak, ayeti çarpıtmaktan başka bir şey olamaz. Bu bağlamda yapılan demogojiler ya da teviller, söz konusu ayetin muhatabı konumundaki kimseler hakkında Allah'ın koyduğu hükmü hiçbir biçimde değiştiremez.
KISAS
Allah'ın tüm dinlerindeki bu temel prensibin açıklanmasından sonra, Tevrat'taki şeriattan örnekler sıralanıyor. Ki Allah Tevrat'ı gerek Allah'a teslim olmuş peygamberler, gerekse Allah'a bağlı bilginler ile din adamları -Allah'ın bu kitabının koruyucuları ve doğruluğunun şahitleri sıfatıyla- yahudiler arasında ondaki ayetlere göre hüküm versinler diye indirmişti:
"Tevrat'ta yahudilere yazılı olarak indirdik ki, canın karşılığı can, gözün karşılığı göz, burnun karşılığı burun, kulağın karşılığı kulak, dişin karşılığı diştir ve yaralanmalarda da kârşılıklı (kısas) ilkesi geçerlidir."
Tevrat'ta belirtilen bu hükümler, İslâm şeriatında da aynen muhafaza edilmiştir. Bu hükümler, kıyamete dek tüm insanlığın şeriatı olmak üzere indirilmiş bulunan, müslümanların şeriatının da bir parçası olmuştur. Gerçi bunlar, pratik zorunlulukların gereği olarak sadece "daru'l-İslâm"da uygulanabilir. Zira, "daru'l-İslâm" olmayan yerlerde, bu hükümleri uygulayabilecek bir İslâmî otorite yoktur. Ancak, madem ki İslâm şeriatı Allah'ın iradesiyle her zaman ve tüm insanlar için geçerli olacak bir şeriat olarak indirilmiştir, bu durumda her nerede olursa olsun İslâmî bir yönetim iş başına geldiğinde, söz konusu hükümleri yürürlüğe koymak ve uygulamakla yükümlüdür.
Tevrat'ta da geçen bu hükümlere İslâm, bir hüküm daha ekliyor:
"Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, onun günahlarına kefaret olur."
Tevrat'ta bu hüküm yer alınıyordu. Tevrat'taki hükme göre kısas, mutlaka uygulanırdı. Bu konuda ödün vermek, kısas hakkından vazgeçmek ve bu o kişinin günahlarına kefaret olması söz konusu değildi.
Burada, kısas cezalarına bir parça da olsa değinmekte yarar var.
Allah'ın şeriatında kısasla getirilen ilk şey, eşitlik prensibidir. İslâm şeriatında, kanda ve cezada eşitlik prensibi esastır. İnsanların makamları, sınıfları, soyları, ırkları ne olursa olsun, onlar arasında cana canla ve yaralara da karşılıklı ödeşmeyi getirmek, can konusunda tüm insanları eşit kabul etmek, Allah'ın şeriatı dışında hiç bir şeriatta söz konusu değildir.
Allah'ın şeriatında canın karşılığı candır. Gözün karşılığı gözdür. Burnun karşılığı burundur. Kulağın karşılığı kulaktır. Dişin karşılığı diştir. Yaralamalarda da karşılıklılık ilkesi geçerlidir. Bu hükümlerin uygulanmasında insanlar arasında hiçbir ayrım yapılmaz. Kişi hangi ırka, hangi sınıfa mensup olursa olsun, ister yönetici, ister yönetilen olsun, gerektiğinde bu hükümler kendisine uygulanacaktır. Çünkü her insan, Allah tarafından yaratılmıştır ve Allah'ın şeriatı önünde, herkes eşittir.
Allah'ın şeriatında getirilen bu yüce prensip, gerçekten de "insan"ın yeniden doğuşunu muştulamaktadır. Artık, her insan eşittir. Çünkü bu şeriat sayesinde insanlar, birincisi aynı kanun ve aynı yargı huzurunda mahkemeleşme, ikincisi ise aynı esasla ve aynı ölçüde ödeşme imkanına kavuşmuş bulunmaktadırlar.
Bu prensibi ilk kez İslâm getirmiştir. Asırlar boyunca beşer tarafından pek çok görece şeriatlar belirlenmişti. Bu şeriatlarda, kanun bakımından teorik düzlemde oldukça iyi düzeyde bulunanlar olduysa da, pratikte aynı düzeyin korunabilmesi mümkün olmadı.
Yahudiler, kendilerine indirilen Tevrat'ta da bulunan bu yüce prensipten sapmışlardı. Kendileri ile diğer insanlar arasında bu yüce prensibi bir kenara bırakmışlardı: "Ümmilere (kendi dinimizden olmayanlara) karşı hiçbir sorumluluğumuz yoktur." (Ali İmran Suresi, 75) diyorlardı. Hatta kendi aralarındaki ilişkilerde bile bu yüce prensibi unutmuşlardı. Benî Kurayza ile Beni Nadir kabileleri arasında olup bitenler bunun en güzel örneğiydi. Sonunda peygamberimiz geldi de onları tekrar Allah'ın şeriatına eşitlik ilkesini getiren şeriata döndürdü ve de perişan durumdaki Benî Kurayza ile üstün durumdaki Benî Nadir arasında tam bir eşitlik sağladı.
Bu yüce prensiple belirlenen kısas, -insanın yeniden doğuşunu muştulamasından da öte- bir insanı öldürmeye, yaralamaya ya da onun bir organına zarar vermeye kalkışabilecek kişilere karşı, aynı zamanda caydırıcı bir cezadır. Çünkü kısas söz konusuysa, bunları yapmaya kalkışan kişi, böyle bir eylemi gerçekleştirmezden önce, olayı kendi kendine, nedeniyle niçiniyle, defalarca düşünmek zorunda kalacaktır. Çünkü bilir ki karşısındaki insanı öldürdüğünde; -görevi, soyu-sopu, sınıfı, ırkı ne olursa olsun- kendisi de öldürülecektir. Karşısındaki insana ne yaparsa, aynısı kendisine de yapılacaktır. Bilir ki karşısındaki insanın elini ya da ayağını kesse, kendi eli ya da ayağı da kesilecektir. Karşısındakinin göz, kulak, burun ya da dişine zarar verse, kendi organının da aynı şekilde zarara uğramasına neden olacaktır. Ama kişi bu suçları işlediğinde, sadece hapis cezasına çarptırılacağını biliyorsa, bu durumda cezanın caydırıcılığı kısastakiyle hiç bir zaman eşdeğer olamaz. Hapis cezası uzun olmuş, kısa olmuş birşey fark etmez. Bedende yaşanan acı ya da bir organın yitirilmesiyle duyulan ıstırap ile hapiste yatmanın verdiği acı kesinlikle eş değildir. Bunları, hırsızlığın cezasına ilişkin ayetin açıklanması sırasında da açıklamıştık.
Bu yüce prensiple belirlenen kısas, -yine insanın yeniden doğuşunu muştulamasından da öte- aynı zamanda, insanın öz benliğini rahatlatan, iç dünyasındaki sarsıntıları ve yüreğindeki yaraları gideren, gözü kör bir öfkeyle harekete geçen dayanılmaz intikam tutkusunu yatıştıran bir hükümdür. Kimi insanlar bir yakınları öldürüldüğünde, diyet almaya ya da yaralandıklarında sadece tazminat almaya razı olabilirler. Ama kimi insanlar da acılarını, ancak aynı şeyin suçluya da yapılmasıyla, yani kısasın uygulanmasıyla dindirebilirler.
Allah'ın İslâm'la belirlediği şeriat -tıpkı Tevrat'la belirlediği şeriat gibi insanın doğasını gözeterek, kısas hakkını garanti altına almıştır. Ancak, insanların vicdanlarına ve hoşgörülerine seslenerek, kısas uygulanmasını isteme hakkına sahip olan kişileri, yine de bağışlamaya özendirir:
"Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, onun günahlarına kefaret olur.."
Kişinin kendi arzusuyla, kısas hakkını bağışlamasında durum bu şekildedir. İster bir yakını öldürülen kan sahibi olsun, (Bu durumda bağışlama, kan sahibinin, kısas yerine diyet alması ya da hem kısas hem de diyet hakkından vazgeçmesiyle olur. Her ikisi de kan sahibinin hakkıdır. Zira, cezayı uygulatmak ya da bağışlamak ona bırakılmıştır. Onun bağışlaması durumunda hükümdara düşen, kâtil için uygun bir tazir cezası belirlemektir.) isterse yaralanmış durumdaki hak sahibi olsun, dilerlerse kısasın uygulanmasını istemeyebilirler. Kişinin, kısas hakkını bağışlaması durumunda bu, onun günahlarına kefaret olur ve Allah, onun günahlarını affeder.
Bu çağrı daha çok, insanları hoşgörü ve bağışlamaya, özendirmeye ve yürekleri Allah'ın affına ve bağışlamasına, eğitmeye yöneliktir. Çünkü öyle insanlar olabilir ki, yitirdikleri kişi ya da uğradıkları zarar sonucu duydukları acıyı, ne aldıkları tazminat ne de uygulattıkları kısas dindiremeyecektir... Öldürülen kişinin velisi, katili öldürtse bile, giden geri gelecek midir? Yitirdiği kişi için tazminat alacak olsa da bunun ne kıymeti olacaktır? Burada asıl amaç, yeryüzünde azami düzeyde adaleti sağlayabilmek ve toplumu güvenlik altına almaktır. Bu durumu yaşayan bir kişinin, yüreğinde elbette bir acı olacaktır. Ancak bu acıyı, yüreğini, Allah katından gelecek karşılığa bağlamaktan başka hiçbir biçimde dindiremez...
İmam Ahmed'in rivayetine göre: "Vekî' ve Yunus bin Ebî İshak'ın aktardıklarına göre Ebû Sufr şöyle dedi: "Kureyşli bir erkek, Ensar'dan bir erkeğin dişini kırınca, Muaviye'den yardım istedi. Muaviye de: `Onu ikna ederiz' dedi. Ancak dişi kırılan kişi ikna olmuyordu. Muaviye bunun üzerine: `Meseleni arkadaşınla hallet' dedi. O arada, orada oturmakta olan Ebû Derdâ dedi ki; Peygamberimizin şöyle dediğini işitmiştim: `Bedeni zarara uğratılan bir müslüman eğer hakkını bağışlayacak olursa, Allah da onun derecesini yükseltir ya da bir günahını bağışlar'. Bunun üzerine Ensardan olan kişi de: `Öyleyse bağışladım' dedi."
İşte, kendisine Muaviye'nin tazminat olarak önerdiği karşılığı kabul etmeyip kısasta direten söz konusu kişi, bu hadisi duyar duymaz rahatlamış ve hakkından vazgeçmeye razı olmuştu.
İşte, yaratıkların, onların iç dünyalarındakï duyguları ve kımıltıları, yüreklerinin derinliklerinde neler olduğunu ve nasıl huzur bulacağını en iyi biçimde bilen Allah'ın şeriatı budur. O, belirlediği hükümleriyle, insanların yüreklerinde gerçek huzur ve güvenceyi en iyi biçimde sağlamaktadır.
Aynı zamanda, Kur'an'ın da bir parçası haline gelen, Tevrat'tan bu parçalar aktarıldıktan sonra, genel bir hüküm belirtiliyor:
"Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler, zalimlerin ta kendileridirler."
Bu, genel bir ifadedir. Bunu özele indirgeyebileceğimiz herhangi bir dayanak söz konusu değildir. Ancak burada, "zalimler" diye yeni bir nitelik daha ekleniyor.
Bu yeni nitelik, daha önce geçen "kafirler" biçimindeki nitelikten farklı bir durumun olduğu anlamında değildir. Bu, Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyen kişiye sadece yeni bir niteliğin eklenmesinden ibarettir. Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyen kişi, Allah'ın ilahlığını ve kullar üzerindeki yasama yetkisinin ona özgü olduğunu reddetmesinden ve de insanlar üzerinde yasama yetkisini kendisine mal ederek ilahlık iddiasına kalkışmasından ötürü kafirdir. Yine, insanları, -onlar için en uygun olan- Allah'ın şeriatından koparıp başka bir şeriata uymaya zorlamasından ötürü de zalimdir. Aslında bu tür bir kişi, tehlikeli bir yola atılmakla, küfrün cezasına çarpılmayı haketmekle ve -aralarında yaşadığı- insanların yaşamlarını kargaşaya, bozguna maruz bırakmakla, bizzat kendisine de zulmetmektedir.
Gönderme yapılan nokta ve "Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler" biçimindeki şart cümlesi, ayeti böyle anlamamızı gerektiriyor. İkinci şart cümlesinin cevabı, birinci şart cümlesinin cevabına ekleniyor. Her ikisinde de, mutlaklık ve genellik ifade eden şart edatı "men (kim ki...)" kullanılmış ve aynı noktaya gönderme yapılmıştır.

 
A Çevrimdışı

asrinsirri

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hayır sadece senin dediğini örneklendirdim..

"Yaw bu adam içki içiyor kafirdir, aha bu da içmiyor müslümandır." mantığıyla hareket etmemeniz için..

Yukarıda yazılanları okuyunuz.. Selamlar..

İtirazlarınız varsa o alimlere yaparsınız ahirette...
O Mntıkla hareket etmiyoruz ki... Sence ALLAH'ın indirdiği ile hükmeden var mı ? Eğer yok ise hükmü nedir ?
 
mehmed cihad Çevrimdışı

mehmed cihad

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah rahmet eylesin Seyyid Kutub'a... Onun görüşleri "hüküm" çıkarmak için yetecek görüşler değildir. Onun görüşlerini Muhammed Kutub'un göstermiş olduğu metodla anlamaya çalışırsanız faydanıza olur...
 
mehmed cihad Çevrimdışı

mehmed cihad

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
O Mntıkla hareket etmiyoruz ki... Sence ALLAH'ın indirdiği ile hükmeden var mı ? Eğer yok ise hükmü nedir ?

Yukarıda alimlerin görüşü mevcuttur. Eğer yaptığı işi helal sayarsa -ki Allahu alem türkiyedeki hakimlerin tamamı böyledir- kafir olur, yaptığı işi haram kabul ederek o görevde bulunanlar ise fasık hükmündedirler..
 
Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ülkede küfür kanunlarını çıkartan yasama ve yürütme görevlisi olan meclis ve hükümetin helal saymadığı takdirde kafir olmayacağından bahsetmiyorsunuz heralde? bunların küfrü açık bir şey.
 
mehmed cihad Çevrimdışı

mehmed cihad

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ülkede küfür kanunlarını çıkartan yasama ve yürütme görevlisi olan meclis ve hükümetin helal saymadığı takdirde kafir olmayacağından bahsetmiyorsunuz heralde? bunların küfrü açık bir şey.

Bakınız yukarıda yazılanı neden okumamakta ısrar ediyorsunuz ? Bir okuyun ondan sonra itiraz ettiğiniz noktaları söylersiniz... Beyni sulanmış, papağan gibi ezberindekinden başka bir şey konuşamayan-düşünemeyen sizlere laf anlatmak deveye hendek anlatmaktan zor olsa gerek..

Yada şöyle mi demeliyim: "Lan iki saattir (mübalağa yapıyorum.. o kuş beyninizle anlayamayabilirsiniz.) ne anlatıyoruz burada ? Haramları helal sayanlar, Allah'ın hükümlerini değiştirenler kafirdir. (Abdullah Azzam'ın 1-3 nolu görüşü) (İbn Teymiyye'nin Not). Ama bunlara itaat edenler, uygulayanlar farklıdır."
 
Ömer İbn Abdulaziz Çevrimdışı

Ömer İbn Abdulaziz

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Yukarıda alimlerin görüşü mevcuttur. Eğer yaptığı işi helal sayarsa -ki Allahu alem türkiyedeki hakimlerin tamamı böyledir- kafir olur, yaptığı işi haram kabul ederek o görevde bulunanlar ise fasık hükmündedirler..

Helal sayma -istihlal- şartı İslam kadısı için geçerlidir. Alimler dediler ki; eğer İslam kadısı nefsine yenilerek Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hükmederse kafir olmaz. Fakat bunda da ihtilaf vardır. Örneğin rüşvet alarak Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, yukarıda arkadaşın da belirttiği gibi İbn Mesud'a göre kafirdir. Yine bu İbn Mesud'un talebelerinden Mesruk İbn Abdurrahman'ın da fetvasıdır.

Gelelim İslam şeriatıyla değilde beşeri hükümlerle hükmeden hakime, Muhammed İbn Abdulvehhab (Allah ona rahmet etsin) "Tağutun manası hakkında risale" adlı eserinde tağutların büyük başlarını sayarken diyor ki:

"Üçüncüsü: "Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen hakimdir. "

Bunun delili : "Kim Allah'ın indirdiğiyle hüküm vermezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir." (Maide/44)

(Muhammed İbn Abdulvehhab - Tağut'un Manası Hakkında Risale )


İbn'ul Kayyım Maide Suresi 44. ayet hakkında 8 tane görüş getirir ve bu görüşlerden 3.sünde der ki:"Tamamı ile az veya çoğu ile Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen hakimdir. Ancak bu uzak bir görüştür. Çünkü bu her yönü ile küfürdür"

Yani alimler Maide suresi 44. ayetle ilgili helal sayma, inkar etme gibi şartları İslam kadısı, islam hakimi için söylemişlerdir.

Yoksa bugün olduğu gibi Yahudilerin, Hristiyanların veya insanların kendi elleriyle yaptıkları kanunlarla insanlara hükmedenler hakkında konuşmamışlardır. Bu hakimler Muhammed İbn Abdulvehhab'ın da dediği gibi tağuttur. İbnu'l Kayyım'ın da dediği gibi bunun küfür olduğunda ihtilaf yoktur.

Özetle; günümüz demokrasi hakimleri helal saysa da saymasa da, inkar etse de etmese de kafirdirler. Bilakis onlar insanların Allah'ı bırakıp ibadet ettikleri, muhakeme oldukları tağutlardır.
 
mehmed cihad Çevrimdışı

mehmed cihad

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah'ın indirdiğiyle hükmetme "şansı" varken onu terkeden fasık olur da bu "şans" elinde olmayan kafir olur !? Öyle mi ? Siz ne kötü hüküm veriyorsunuz.. Oduncasına.. Düşünme yetisini kaybederek....

İbn Teymiyye (rh) :
"Necaşi Kral olmasına rağmen, Allah'ın hükmünü hristiyan olan halkına tatbik edememiştir. Ömer bin Abdulaziz Rahimehullah Allah'ın hükümleriyle hükmetmek için yoğun çaba sarfetmiş, fakat büyük zorluklarla karşılaşmış ve bir görüşe göre bu yüzden zehirlenerek öldürülmüştür. Zamanımızda moğolların ele geçirdikleri İslam ülkelerinde görev yapan MÜSLÜMAN HAKİMLER, istemelerine rağmen her zaman ALLAH’IN İNDİRDİKLERİYLE HÜKMEDEMİYORLAR. Onun için bu konuda sorumluluğun ölçüsü güç ve kudretin yetmesidir.'' (Mecmuu'l-Fetava 19/217)
 
E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Guest
Bakınız yukarıda yazılanı neden okumamakta ısrar ediyorsunuz ? Bir okuyun ondan sonra itiraz ettiğiniz noktaları söylersiniz... Beyni sulanmış, papağan gibi ezberindekinden başka bir şey konuşamayan-düşünemeyen sizlere laf anlatmak deveye hendek anlatmaktan zor olsa gerek..

Yada şöyle mi demeliyim: "Lan iki saattir (mübalağa yapıyorum.. o kuş beyninizle anlayamayabilirsiniz.) ne anlatıyoruz burada ? Haramları helal sayanlar, Allah'ın hükümlerini değiştirenler kafirdir. (Abdullah Azzam'ın 1-3 nolu görüşü) (İbn Teymiyye'nin Not). Ama bunlara itaat edenler, uygulayanlar farklıdır."

İnsanlara bir şeyin doğrusunu anlatma tarzınız ve mantığınız bu ise,sizin görüşleriniz de mantığınız gibi olur.

Kafir olduktan sonra fasıklık ve zalimlik yapanlar bu surede açıklanmıyor mu?Küfür lafzı,hükmedenin hükmüne göre belirlenmiş.Kalbine değil.İlk önce amelinden dolayı kafir olmuştur deniliyor.
 
Ömer İbn Abdulaziz Çevrimdışı

Ömer İbn Abdulaziz

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah'ın indirdiğiyle hükmetme "şansı" varken onu terkeden fasık olur da bu "şans" elinde olmayan kafir olur !? Öyle mi ? Siz ne kötü hüküm veriyorsunuz.. Oduncasına.. Düşünme yetisini kaybederek....

İbn Teymiyye (rh) :
"Necaşi Kral olmasına rağmen, Allah'ın hükmünü hristiyan olan halkına tatbik edememiştir. Ömer bin Abdulaziz Rahimehullah Allah'ın hükümleriyle hükmetmek için yoğun çaba sarfetmiş, fakat büyük zorluklarla karşılaşmış ve bir görüşe göre bu yüzden zehirlenerek öldürülmüştür. Zamanımızda moğolların ele geçirdikleri İslam ülkelerinde görev yapan MÜSLÜMAN HAKİMLER, istemelerine rağmen her zaman ALLAH’IN İNDİRDİKLERİYLE HÜKMEDEMİYORLAR. Onun için bu konuda sorumluluğun ölçüsü güç ve kudretin yetmesidir.'' (Mecmuu'l-Fetava 19/217)

İbn Teymiyye'nin Ömer İbn Abdulaziz'i örnek vermesinden neyi kastettiğini anlamalıydın. İbn Teymiyye İslam şeriatını bir kenara itip insan yapımı şeriatlerle insanları yöneten ve hükmedenlerden mi bahsediyor? Benim imzamda Ömer İbn Abdulaziz'in bir hutbesi var. Onu oku bakalım İbn Temiyye kimden bahsediyormuş.
 
U Çevrimdışı

UmarIbnAbdulAziz

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
SELAM ALEKYUM
Arkadaslar bu konu dacok güzel bir video var


Burda gecmis Almimler (Ibn teymiyye ,ibn qayyim, Ibn kesir, sonra Suud Müftisi Muhammed ibrahim bu amlebüyük küfür gördüklerini ve bügünkü selefi alimler Seyh Elbeni Seyh Useymin Seyh bin baz baska bir görüsde olduklarin anlatiyor ve Muhammdet al MAqdisi ise gecmis alimer gib düsündü söyliyor)
 
Üst Ana Sayfa Alt