Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu İslam'da Casusluk , Ajanlik ve Suikastler

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İSLAM'DA CASUSLUK , AJANLIK VE SUİKASTLER

Casusluk, haberleri araştırmaktır.
Lugatte haberleri araştırmaya, soruşturmaya casusluk yaptı denir. Casus da bu işi yapandır. Zira bir kişi haberleri araştırırsa o, casustur. O haberler ister açık ister gizli olsun fark etmez. Casusluk olması için haberleri araştırmada, haberlerin gizli yani sırlar olması şart koşulmaz. Bilakis gizli olsun açık olsun yani sır olsun ve sır olmasın haberleri araştırmak casusluktur.
Fakat bazı şeyleri araştırma yapmaksızın, işi haberleri araştırmak olmaksızın gördüğünde ya da yayınlamak için haberleri topladığında, ya da haberlerle önem vererek ilgilendiğinde, haberleri araştırmadığı ve işi haberleri araştırmak olmadığı sürece, bunların her biri casusluk olmaz. Hatta bu gibi durumlarda haberler takip edilse de casusluk olmaz. Çünkü casusluk olan haber araştırması, sadece onların içyüzünü bilmek maksadı için onları izlemek ve tedkik etmek/iyice incelemekle olur. Ancak haberleri toplamak için izleyen kimse onları, onların iç yüzüne vakıf olmak maksadı için tedkik etmiyor, bilakis onları insanlara yaymak için topluyor. Buna binaen gazetelerin ve haber ajanslarının muhabirleri gibi haberleri takip eden ve toplayanlara casus denilmez. Ancak işi casusluk olup da gazete ve ajans muhabirliğini vesile edinenler hariç. Zira bu durumda, haber takib eden muhabir olduğundan değil, fakat işi casusluk olduğundan dolayı casus olmaktadır. Zira o özelliklere harbî kafirlerden olan bir çok muhabirde olduğu gibi muhabirliği bir kamuflaj olarak kullanmaktadır. Ancak sivil polis ve istihbarat elemanları gibi haberleri araştıranlar, işleri casusluk olduğu için casusturlar.
Casusluğun ve casusların vakıası işte budur.

Casusluğun hükmüne gelince:
Haklarında casusluk yapılanların değişmesi ile hükmü de değişir. Eğer casusluk, müslümanlar aleyhinde ya da müslümanlar gibi tebaa olan zımmiler aleyhinde olursa haramdır, caiz olmaz. Eğer casusluk, ister gerçekten harbî olsun ister hükmen harbî olsunlar, harbî kafirler hakkında olursa, müslümanlar için caiz, halife için vacib olur.

Müslümanlar ve İslâm Devleti tebaası aleyhine casusluğun haram olması, Kur’an ayetinin açıklığı ile sabittir. Allahu Teâlâ şöyle dedi:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنْ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلا تَجَسَّسُوا
Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Casusluk yapmayın.”(Hucurat: 12)
Böylece Allah ayette casusluğu yasaklıyor. Bu genel bir yasaklamadır. Zira her casusluğu kapsamaktadır. İster kendisi için olsun, ister başkası için casusluk olsun, ister devlet için, ister fertler ya da kitleler için casusluk olsun, ister casusluğu yapan yönetici, ister yönetilen olsun fark etmez. Zira söz, casusluğa uygun düşen her şeyi kapsayana genel bir sözdür. Hepsi de haramdır.

Burada bir soru gelmektedir:
Müslümanların istihbarat dairesinde ya da araştırma dairesinde v.b. işi casusluk işi olan ya da casusluktan bir işi olan bir yerde görevli/memur olarak çalışması caiz olur mu?”

Buna cevabta bakılır:
Eğer görev müslümanlar aleyhine ya da müslümanlar gibi tebaa olan zımmiler aleyhine casusluk ise caiz olmaz. Zira bu casusluk Kur’an’ın sarih/açık ayeti ile haramdır. Bu iş müslümana yasaklandığı gibi, zımmiye de yasaklanır. Çünkü Dâr'ul İslâm’da / İslâm ülkesinde zımmi, İslâm hükümlerinin kendisine tatbik edilmesi ile muhatabdır. Bu hükümlerden inançlar ve ibadetler ile alakalı olanlar mustesnadır. Bu hüküm ise onlardan değildir. Ancak görev, emanlı ya da anlaşmalılardan ülkemize giren harbî kafirler aleyhine casusluk ise caiz olur. Zira ister gerçekten harbî ister hükmen harbî olsunlar ister ülkelerinde olsunlar ister ülkemizde olsunlar harbî kafirler aleyhinde casusluk yapmak caiz olur.
Buna binaen istihbarat birimlerinin, sivil polislerin, araştırma bürolarının v.b. varlığı haram değildir, bilakis vacibtir. Onlarda haram olan, müslümanlar aleyhinde ve müslümanlar gibi tebaa olan zımmiler aleyhinde casusluk yapmaktır. Dolayısıyla devletin. Müslümanlar ve tebaadan diğer kimseler aleyhine casusluk için dairelerinin, bürolarının olması caiz olmaz, bilakis bunlar devlete haram olur.
Şöyle denilmez:
Devletin maslahatı, entrikaları keşfedebilmesi ve suçlulara ulaşabilmesi için tebaanın haberlerini bilmesi gerekmektedir.”

Böyle denilmez. Çünkü devletin bunu polis ve gece devriyesi yolu ile bilmesi mümkündür, casusluk yoluyla değil. Ayrıca aklın o şeyi maslahat olarak ya da maslahat olmayarak görüyor olması, haram kılmanın ya da mubah kılmanın illeti olmaz. Sadece şeriatın maslahat olarak gördüğü husus maslahattır. Ayrıca Kur’an ayetleri, bir şeyin haram kılınması hususunda sarih/açıkça geldiğinde, onu helal kılmayı illetlendirmek için onda maslahat olduğu hususunda konuşmaya bir yer kalmaz. Zira açık Kur’an nassı önünde onun bir kıymeti yoktur. Kur’an diyor ki: ولا تجسسوا casusluk yapmayın!” Yani casusluğu yasaklıyor. Ayetin kendisine delâlet ettiği husustan başkasını ve lafzındaki açıklılıktan başkasını anlamaya bir yol yoktur. Bu ayetin genelliğini tahsis eden ya da ondan bir şeyi istisna eden herhangi bir delil de geçmedi. Dolayısıyla ayet, her casusluğu kapsayan genelliğinde kalmaktadır. Böylece tebaanın tamamı aleyhinde casusluk haram olmaktadır.
Bu açıklama, müslümanlar ya da müslümanlar gibi tebaa olan zımmiler aleyhine casusluk yapma ile ilgilidir. Müslümanların ve zımmilerin, yeter gerçekten fiili harbî kafirler olsun ister hükmen harbî olsunlar harbî kafirler aleyhine casusluk yapmalarına gelince:
Bu ayetin genelliğinden istisna edilmiştir. Çünkü casusluğun haram kılınmasını, harbî kafir olmayanlara tahsis eden bir takım Hadisler geçmiştir.

Harbî kafirlere gelince:

Onlar aleyhinde casusluk yapmak, müslümanlara caizdir, müslümanların halifesine yani devlete ise vacibtir.
İbn Hişam siretinde şu geçmektedir:
“Nebi (s.a.v), Abdullah b. Cahş’ı beraberinde muhacirlerden sekiz kişilik bir grup olduğu halde gönderdi. Ona bir yazı yazıp ona ancak iki gün yürüdükten sonra bakmasını emretti. O da kendisine emredileni uyguluyordu, arkadaşlarından kimseyi zorlamıyordu.
Abdullah b. Cahş iki gün yoluna devam ettikten sonra yazıyı açıp baktı. Onda şunun yazılı olduğunu gördü:

Bu yazıma baktığında, Mekke ile Taif arasındaki hurma ağaçlığında konaklayasıya kadar yürü. Orada Kureyş’i gözetle. Onlar hakkında elde ettiğin haberleri bize bildir.”

Bu yazıda Nebi (s.a.v.), Abdullah b. Cahş’a kendisi için Kurayş hakkında casusluk yapmasını ve Kurayş’in haberlerini kendisine bildirmesini emretmektedir. Fakat arkadaşlarına kendisi ile beraber yürümeleri ya da yürümemeleri hususunda serbestiyet vermektedir. Fakat onda istenileni yapmasını talep ediyor. Böylece Rasul (s.a.v.), casusluk yapmayı o grubun hepsinden talep etmiş oluyor. Fakat Abdullah’a zorunlu kılarken diğerlerini bunu yapıp yapmamakta serbest bırakıyor. Bu talebin, cemaat/grup emiri için kesin, kendisi ile beraber olanlar için kesin olmadığına dair delildir. Dolayısıyla bu, düşmana karşı müslümanların casusluk yapmasının haram değil de caiz olduğuna ve casusluk yapmanın devlete vacib olduğuna dair delil olmaktadır. Ayrıca düşmana karşı casusluk yapmak, müslümanların ordusunun zorunlu olduğu işlerdendir. Zira düşmana karşı kendisi için casusluk beraberinde olmaksızın savaş için ordunun oluşturulması tamamlanmaz. Böylece orduda casusluk biriminin varlığı devlet üzerine vacib olur. Bu, “Vacibin yerine getirilmesi için gerekli husus da vacib olur.” şer'î kaidesi kapsamındadır.

Bu; haram, caiz, vacib olması bakımından casusluğun hükmüdür.
Harbî kafirler için casusluk yapanın cezalandırılması hükmüne gelince:

Casusun tabiyeti ve dinine göre bu hüküm farklı olur. Harbî kafirler casus olduğunda, onun hükmü öldürülmesidir. Bu konuda bir ihtilaf ve başka bir hüküm yoktur. O, casus olduğunun bilinmesiyle birlikte yani casus oluşunun sabit olmasıyla birlikte öldürülür.
Bunun delili aşağıdaki hadislerdir;

Seleme b. el-Kev’i’ (r.anh)dan rivayetle:

“Nebi (s.a.v.)’e bir yolculuk esnasında muşriklerden bir casus gelip ashabının yanına oturdu. Konuşuyordu. Sonra sıvıştı.

Bunun üzerine Nebi (s.a.v.); Onu arayın ve öldürün, dedi.
Bunun üzerine ben onları geçtim, onu yakalayıp öldürdüm. Bana onun kuşak ipini verdi.”

(Buhari, Cihad, Bab, 172, Hadis no : 250)

Bize Zuheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Yûnus EI-Hanefî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime b. Ammâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İyâs b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam Seleme b. Ekva' rivayet etti. (Dedi ki) :
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'le birlikte Hevâzin'de gaza ettik. Bir defa onunla beraber kahvaltı yaparken, ansızın kırmızı bir erkek deve üzerinde bîr adam çıkageldi. Devesini çöktürdü. Sonra heybesinden bir ip çıkararak onunla deveyi bağladı. Sonra cemaatla birlikte kahvaltı yapmağa geçti. Ama bakınmağa başladı. Bizde hayvan hususunda az'f ve yufkalık vardı. Bazılarımız piyade idik. Adam birden koşarak çıktı. Hemen devesine geldi ve bağını çözdü. Sonra çöktürdü ve üzerine oturarak onu ayağa kaldırdı. Deve onu koşa koşa götürdü. Derken boz bir dişi deve üzerinde bir adam onun peşine düştü.

Seleme demiş ki: Ben de koşarak çıktım; ve dişi devenin çantısı hizasına vardım. Sonra ilerliyerek erkek devenin çantısı hizasına yetiştim. Sonra ilerledim; nihayet erkek devenin yularından tutarak onu çöktürdüm. Dizini yere koyunca kılıcımı çekerek herifin başını kestim; derhal düştü. Sonra deveyi yederek getirdim. Adamın eşyası ve silâhı onun üzerinde idi. Derken beni Rasûlullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'le yanındaki insanlar karşıladılar.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «Bu adamı kim öldürdü?» diye sordu.
Ekva'ın oğlu! dediler.
«Bunun bütün eşyası onundur!:» buyurdular.
(Muslum, Cihad ve Siyer, Bab 45, Hadis no : 1754)

Muslum de ise; İkrime rivayetinde bu hususta şu ayrıntı vardır:
“Kuşağından bir ip çıkartıp onunla deveyi bağladı. Sonra topluluğa doğru ilerledi. Onlarla birlikte yemek yiyordu. Öğle vaktinde bizde bir cılızlık, zaaflık olduğuna, bazılarımızın da yaya olduğuna, öğle vakti çıkınca ise canlılık ve kuvvetliliğin arttığına bakıyordu.”
Ebu el-Âmi’den Yahya el-Hamânî yolundan istihraç edilmiş Ebu Na’im rivayetinde şu geçmektedir: “Onun bir casus olduğunu anladılar.”

Bu açıktır ki, Rasul (s.a.v.)’in yanında onun casus olduğu sabit olması ile birlikte “onu arayın ve öldürün” demiştir. Bu talebin kesin talep olduğuna dair bir karine olmaktadır. Böylece hükmü öldürmek olmaktadır. Bu hüküm ister anlaşmalı ister eman verilmiş olsun, ister ise anlaşmalı olmayan ve eman verilmiş olmayan olsun her harbî kafir hakkında geneldir. Dolayısıyla her harbî kafirin hükmü, casus olduğunda öldürülmek olmaktadır.
Zımmi kafir casus olduğunda bakılır:
Zımmet akdine dahil olurken casusluk yapmaması şart koşulmuşsa ve casusluk yaparsa öldürülür. Zira şartla amel olunur. Dolayısıyla casus olduğunda şarta göre öldürülür. Fakat ona bu şart koşulmamışsa, halifenin ona ölüm cezası vermesi hakkının olması caiz olur. Dolayısıyla o casus olduğunda öldürülür. Bunun delili Ahmed’in Fur’at b. Hıyan’dan yaptığı şu rivayettir:
“Nebi (s.a.v.), o zımmi olduğu halde öldürülmesini emretti. Zira o, Ebu Sufyan’ın casusu ve müttefiki idi. O bir ara Ensardan bir grubun yanından geçerken “ben müslümanın” dedi. Onlar, “müslüman olduğunu iddia ediyor” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

إِنَّ مِنْكُمْ رِجَالاً نَكِلُهُمْ إِلَى إِيمَانِهِمْ مِنْهُمْ فُرَاتُ بْنُ حَيَّانَ
Sizden bir takım insanlar vardır ki, biz onları imanlarına terk ediyoruz. Onlardan birisi de Fırât b. Hıyân’dır.”
(Ahmed b. Hanbel, Musned Kûfiyyîn, 18197)

Bu, Rasul (s.a.v.)’in casus zımminin öldürülmesini emrettiği hususunda sarihtir/açıktır. Ancak bu, imam için caizdir. Casusun harbî kafir olması halinde olduğu gibi imama vacib değildir.
Zımmi casusun devlet tarafından öldürülmesinin vacib değil de caiz olduğuna dair delil, Hadisin kesinliğe delâlet eden bir karineyle beraber olmamasıdır. Zira Hadisin metni Rasul (s.a.v.)’in casus olduğunu bilmesi ile birlikte hemen bu Fırât’ın öldürülmesinde aceleci olmadığına delâlet etmektedir. Halbuki harbî kafirde böyle değildi. Zira yukarıda geçen Seleme Hadisinde zikredilen harbî kafirin, casus olduğu kendi katında sabit olması ile birlikte Nebi (s.a.v.), onun hemen öldürülmesini emretmiştir. Müslümanlara; “onu arayın ve öldürün.” Rasul (s.a.v.)’in bildiği halde onu öldürmekte aceleci olmamasına dair delil, Hadisin sözünde açığa çıkmaktadır. Şöyle ki: “O bir zımmiydi ve bir casustu.” Yani o biliniyordu. Rasul (s.a.v.)’in de; “Onlardan birisi Fırât b. Hıyyân’dır.”
Buna ilaveten Rasul (s.a.v.), harbî kafir hakkında ise, “
onu arayın ve öldürün” dedi. Fırât b. Hıyyân hakkında ise, onun öldürülmesini emretmiştir, fakat onu aramalarını müslümanlardan taleb etmemiştir. O ikisi arasındaki bu farktan; harbinin öldürülmesi talebinin kesin olduğu, zımminin öldürülmesi talebinin kesin talep olmadığı açığa çıkmaktadır. Bu da zımmi casusu öldürmenin ve öldürmemenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.

Müslümanlar ve zımmiler aleyhine düşman için casusluk yapan müslüman casusa gelince, o öldürülmez. Çünkü Rasul (s.a.v.), bir zımminin öldürülmesini emretti. Onun müslüman olduğu kendisine sabit olunca ondan elini çekti. Zira Fırât b. Hıyân’ın, zımmi ve casus iken öldürülmesini emretti. Ne zaman ki; “Ya Rasulullah, o müslüman olduğunu iddia ediyor” dediklerinde şöyle dedi:
إِنَّ مِنْكُمْ رِجَالاً نَكِلُهُمْ إِلَى إِيمَانِهِمْ مِنْهُمْ فُرَاتُ بْنُ حَيَّانَ
Sizden bir takım insanlar vardır ki, biz onları imanlarına terk ediyoruz. Onlardan birisi de Fırât b. Hıyân’dır.”
(Ahmed b. Hanbel, Musned, Kûfiyyîn, 18197)

Böylece onu öldürmekten elini çekmesinin illeti onun müslüman olması olmaktadır.
- Buhari, Ali b. Ebu Talib (r.anh)’dan şöyle dediğini rivayet etti:
“Rasulullah (s.a.v.); beni, Zubeyr’i ve Mikdâd b. el-Esved’i bir yere gönderirken şöyle dedi:

انْطَلِقُوا حَتَّى تَأْتُوا رَوْضَةَ خَاخٍ فَإِنَّ بِهَا ظَعِينَةً وَمَعَهَا كِتَابٌ فَخُذُوهُ مِنْهَا
Acele yola çıkın, Hâc otlağına varasıya kadar gidin. Zira orada mahfe içinde bir kadın vardır. Onun yanında bir yazı vardır. O yazıyı ondan alın.”
(Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2785)

Bunun üzerine biz atlarımızı hemen o otlağa varasıya kadar koşuşturduk. O mahfedeki kadının yanına vardık. Ona; “Yazıyı bize ver,” dedik. O, “Bende bir yazı yoktur,” dedi.
Biz ona; “Ya o yazıyı çıkartıp bize verirsin, ya da elbisen çıkar,” dedik. Bunun üzerine o saç topuzu içinden o yazıyı çıkarıp bize verdi. Biz de onu Rasul (s.a.v.)’e getirdik. Onda şu yazılı idi: “Hâtib İbn Ebu Bilte’a’dan Kureyş halkının insanlarına.” O, onlara Rasulullah (s.a.v.)’ın bazı işlerini haber vermektedir. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.); Bu nedir, ya Hâtıb dedi.
Dedi ki; “Ya Rasulullah (s.a.v.), benim hakkımda acele etme! Benim Kureyş’te bağlantılarım vardı. Ben ondan değildim. Seninle beraber olan muhacirlerden bir kısmının Mekke’de yakınları/ akrabaları vardı. Onlarla ev halkını ve mallarını koruyorlardı. Bunun üzerine ben de kendisi ile akrabalarımın kendisi korumaları için onlar yanında bir güç edinmek için onlar içindeki o bağlantılar aklıma geldi ve onu kullanmak istedim. Bunun küfür olarak, dinden dönme olarak, İslâm’dan sonra küfürden razı olarak yapmadım.”
Bunu üzerine Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:
إِنَّهُ قَدْ شَهِدَ بَدْرًا وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ اللَّهَ أَنْ يَكُونَ قَدِ اطَّلَعَ عَلَى أَهْلِ بَدْرٍ فقَالَ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكُمْ
O Bedir’e katılmıştır. Nereden bileceksin? Belki Allah Bedir ehline şöyle dediğini duyurmuştur: İstediğinizi yapın. Ben sizi affettim.”
(Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2785)

Bu Hadiste, Hâtıb’ın müslümanlara karşı casusluk yaptığı ve Rasul (s.a.v.)’in onu öldürmediği sabit olmuştur. Dolayısıyla bu, müslüman casusun öldürülmediğine delâlet eder.

Şöyle denilmez:
Bu Bedir ehline hastır. Çünkü Hadis, onun Bedir ehlinden olması ile illetlendirilmiştir.”
Böyle denilmez. Çünkü her ne kadar nass illetlendirmeyi ifade eden ibare ile geçmiş olsa da, ondan illetlik anlaşılan bir yönde geçse de; Ahmed’in Fırât b. Hıyân hakkındaki Hadisi, onun zımmi iken sonra müslüman olduğu için ondan ölüm cezasını kaldırmıştır. Dolayısıyla yukarıdaki Hadisteki illetliği nefyedip vakıa vasfı yapmaktadır. Çünkü Fırât b. Hıyân Bedir ehlinden değildir.


Şöyle denilmez: “Fırât b. Hıyân ile ilgili o Hadisin Ebu Davud isnadında, Ebu Hammâm el-Dellâl Muhammed b. Muhabbeb vardır. Sufyan el-Sevrî’den rivayet ettiği o Hadis delil getirilmez.”

Böyle denilmez. Çünkü bu Hadisi; Ahmed, Sufyân Beşir b. el-Sırrî el-Basrî’den rivayet etmiştir. Bu kişi ise, Buhari ve Müslim’in Hadisi ile delil getirmekte ittifak ettikleri kişilerdendir. Dolayısıyla Hadis, sabittir, kendisi ile delil getirilir. Böylece bu Hadis, müslüman casusun öldürülmediğine dair delildir. Ancak hapis cezası ile ve Halife ya da Kadının uygun gördüğü başka bir ceza ile cezalandırılır.
Bu açıklama, harbî kafir düşman için müslümanlar ve zımmiler aleyhine yapılan casusluk idi. Müslümanlar aleyhinde, düşman için yani harbî kafir için değil de sadece casusluk için ya da müslümanlar için ya da devlet için yapılan casusluğa gelince; bu haram olmakla birlikte Şeriat bu günah/suç için belirli bir ceza düzenlememiştir. Dolayısıyla onun cezası ta’zir cezası olmaktadır.

(en Nebhani : İslam Şahsiyeti Cilt 2)




Müslümanlar Aleyhine Casusluk Yapmanın Hükmü
İslâm alimleri adetleri gereği, cihad bölümünde, casusluk konularını kitaplarında işlemişlerdir. Bunun ise çok önemli bir hikmeti bulunmaktadır. Zira casusluk olayı, müslümanların durumlarını, düşmanına karşı en açık bir şekilde ortaya konulma konusunu içermektedir. Özellikle de tam savaşın kızıştığı bir anda böyle bir hareket daha büyük bir önem kazanmaktadır. Bunun içindir ki, İslâm alimleri cihad bahsinde, casusluk konusunu da dile getirmişler, bu konuda hükümleri açıklamışlardır. İşte ben de onların bu metodlarını izleyerek, bu konuyu cihad bölümünde ele aldım.

Tecessus bir şeyi gözetleyip, onun içyüzünü ortaya dökme olayıdır. Dolayısıyla bir müslümanın başka bir müslüman aleyhinde mutecessis hareketlerde bulunması çirkin bir ihanettir ve büyük günahlardan biridir. Çünkü böyle bir davranış kâfirlere gösterilen dostluğun bir başka şeklidir. Zira böyle bir durumda hüküm, kişiyi dinden çıkaracak noktaya kadar vardırır. Evet, şayet yapıîan casusluk, kâfirlere olan sevgi, dostluk sebebi ile yapılıyor, bunların müslümanlara karşı üstün gelip zafer kazanmaları arzu ve inancından doğuyorsa böyle bir hareket, kişiyi dinden çıkarır. Şayet böyle değil de, herhangi bir dünyalık için, kişisel bir çıkar uğruna bir makam veya benzeri bir gaye hedeflenerek casusluk yapıyorsa, bu takdirde o kimse büyük günah işlemiş olur.

Allah (c.c), Hatıb b. Ebî Beltea kıssasında görüldüğü gibi, uyarı ve ikazda bulunmuştur. Rabbim Hatıb (r.anh) olayıyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

(Hatıb b. Ebû el-Lahmî, Kurayşlilerin andlaşmah ve sözleşmelisi bulunan bir zat idi. Bir rivayete göre de bu zat, Zubeyr b. Avvam'ın sözleşmelisiydi. Bedir ve Hudeybiye'de bulunmuştur. Medine-i Munevvere'de 65 yaşında iken vefat etmiştir. Medine'ye gelişinin otuzuncu yılında ölmüştür. Osman -Allah hepsinden razı olsun- cenaze namazını kıldirmıştır. Allah (cc), Mumtehine sûresinde, Hatıb'ın imanlı olduğuna şehadette bulunmaktadır. Peygamber (s.a.v.) hicretin altıncı yılında Mısır ve İskenderiye kralı Mukavkıs'a onu elçi olarak göndermiştir. Mukavkıs kendisini birçok hediyelerle yollamıştır. Mısır'lı Mariye de bu hediyeler arasında idi. İstîab, 1/348, İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyizi's-sahâbe, 1/300)

"Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi (yüzünden peygamberin ve mu'minlerin maksadını) ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar, size hak olarak gelen Kur'an'ı inkâr etmişler; Rasûlu de, sizi de, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı yurdunuzdan çıkarmışlardır. Eğer siz benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çıkıp hicret etmiş senin, onlara sevgiyle (nasıl) sır veriyorsunuz? Ey kullarım oysa ben, gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa, muhakkak düz yoldan sapmış olur." (Mumtehine, 1)
Taberî bu âyeti yorumlarken tefsirinde diyor ki:
"Yakınlarınız, akrabanız, çocuklarınız, sizi Allah'ı inkâra sevketmesin. Böylece gidip Allah düşmanlarına sevgi kucağı açmak suretiyle dostluk kurmayasınız. Çünkü kıyamet gününde, Allah nezdinde, hiçbir yakınınız akrabanız ve çocuğunuz size yarar ve menfaat sağlamayacaktır. Allah'a itaat edenler cennete girecekler ve masiyet ehli ile küfür ehli ise cehennem ateşine girenlerden olacaklardır." (Taberî Tefsiri, 28/61)
İmam Buhari, "Sahih" adlı kitabında, senedi Ali (r.anh)'a varan şöyle bir rivayette bulunuyor:
Ali (r.anh.), diyor ki: Peygamber (s.a.v.), Beni, Zubeyr ve Mikdad b. Esved'i göndermek üzere (çağırdı) ve buyurdu ki: "Hemen Hâh bostanına kadar varın. Orada mahfe içinde yolcu bir kadın bulunmaktadır. Yanında bir mektup taşımaktadır. Hemen o mektubu onun elinden alıp getirin."
Biz hemen harekete geçtik. Atlarımızı koşturarak denilen bostana ulaştık. Bir de gördük ki, gerçekten orada mahfe içinde bir kadın bulunmaktadır.
Bunun üzerine kendisine: "
Hemen yanındaki mektubu çıkar ver" dedik.
Kadın,
bende herhangi bir mektub falan yoktur cevabını verdi.
Bu defa kendisine şöyle söyledik: "
Ya yanındaki mektubu çıkarır bize verirsin veya biz senin üzerindeki elbiselerini soyar çıkarırız."
Kadın hemen mektubu başındaki saç örgülerinin arasından çıkarıp teslim etti. Biz de onu alıp Rasûlullah (s.a.v.)'a götürdük.
Mektubta şöyle yazılıydı:

- Hatıb b. Ebî Beltea'dan, Mekke halkının muşrik insanlarına!
Rasûlullah (s.a.v.) bunu görünce: "Ey Hatib! Nedir bu?" diye sordular.
Hatib dedi ki:
Ey Allah'ın Rasûlu, benim hakkımda acele davranma. Ben, Kurayş ile bağlantısı (andlaşması) bulunan bir kimseyim. Ben bizzat Kurayş'ten biri değilim. Halbuki muhacirlerden yanında olanların Mekke'de yakınları ve akrabası bulunmaktadır. Muhacirler bu sayede Mekke' de kalmış bulunan çocuklarının himaye ve korunmasını sağlamış bulunmaktalar. Malları da aynı şekildedir. Halbuki benim Mekke'lilere soy bakımından herhangi bir yakınlığım yoktur. Bu bakımdan ben, yakınlarımın himayesine bir vesile olur diye, yanlarında bir iyiliğim olsun istedim. Yoksa ben, herhangi bir küfür ve dinden dönme gibi bir sebeble böyle hareket etmediğim gibi, İslâm'dan sonra küfre rıza gösterme anlamında bir şey sebebiyle de bu yola tevessül etmedim.
Rasûlullah (s.a.v.): Gerçekten Hatıb size doğruyu söyledi.
Fakat bu durum karşısında Ömer (r.anh) dedi ki:
Ey Allah'ın Rasûlü, beni bırak da bu münafıkın boynunu vurayım.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Hatıb, Bedir savaşında bulunmuştur. Ne bilirsin, Allah'ın Bedir ehli hakkında bir bildiği var ki, onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Dilediğinizi yapın, ben sizi bağışladım."

İşte bunun üzerine Rabbimiz yukarıda mealini verdiğimiz Mumtehine sûresinin birinci âyetini indirdi.
(Buhari, Cihad, Meğazî, Hadis no: 4890; Muslim, Fedailu's sahabe, 161)

Allâme İbn Kayyım (rahimehullah), bu kıssaya dayanarak, casus müslüman da olsa, öldürülmesinin câiz olduğunu söylemekte gerekçe olarak şunu göstermektedir:
Ömer (r.anh), Rasûlullah (s.a.v.)'dan, Hatıb b. Ebî Beltea'nın öldürülmesini istemişlerdir. Peygamber (s.a.v.), Ömer'in isteğine, "Bu adam müslümandır, dolayısıyla öldürülmesi helâl ve caiz değildir" diye cevab vermeyip, şöyle buyurmuşlardır: "Ne bilirsin, Allah'ın Bedir ehli hakkında bir bildiği var ki, onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Dilediğinizi yapın..."

Peygamber (s.a.v.), cevab verirken, burada şu noktaya dikkat çekmektedir:
Hatıb'm öldürülmesi hususunda bir engel vardır, engel de, onun Bedir halkından olmuş olmasıdır. İşte Rasûlullah (s.a.v.)'ın böyle cevab vermiş olması, sanki casusluk yapan kimsenin öldürülebileceğine dair bir cevaz gibi anlaşılmaktadır. Burada olduğu gibi, bir engelin olmaması halinde câiz görülmektedir. Bu, İmam Mâlik'in mezhebidir. Aynı şekilde, Ahmed b. Hanbel'in iki görüşünden biri de bu merkezdedir. Her iki grup da, bu hususta Hatıb kıssasını delil olarak getirmektedirler.

Bu hususta en doğru olan durum şudur:

Bu gibi hallerde iş, devlet başkanına, İmama kalmıştır. Şayet İmam (devlet başkanı), casusun öldürülmesinde müslümanlar için bir maslahat ve yarar görürse, öldürtür. Eğer öldürülmeyip bırakılmasında hayır umuyorsa, bu takdirde öldürtmeyip bırakır. En iyisini bilen Allah'dır. (İbn Kayyım, Zadu'1-Mead, 3/422)

Allâme İbn Kayyım (rahimehullah) der ki: Bu kıssadan yine şu hususları da yararlanarak çıkarabilmekteyiz:
Derece itibariyle şirkten aşağı bulunan büyük günahlar, bazan o derecede bir iyiliğin yapılmasıyla silinebilir. Nitekim, Hatıb'ın casusluğu, kendisinin Bedir halkından olmasıyla bağışlanmıştır. Çünkü böyle büyük bir iyiliği kapsamış bulunması, bir maslahattır. Bu, aynı zamanda Allah sevgisini ve rızasını içinde bulunduran ve bununla da sevinip övünen bir haldir. Zira melekler böyle bir fiili işleyeni övmüşlerdir. Dolayısıyla buradaki casusluk sebebiyle doğabilecek olan bir seyyie ve kötülükten daha önemli ve büyük şeyleri kapsamaktadır. Gerçi burada aynı zamanda Allah'ın gazabı da söz konusudur. Ancak bununla birlikte en kuvvetli olan zayıfa tercih edilmiş oldu. Durum böyle olunca ona yapılması gereken şeyi izale etti ve muktezasını geçersiz kıldı.

İşte durumun bu şekilde değerlendirilip ele alınması Allah'ın bir hikmeti gereğidir. Yani iyilik ve güzelliklerden doğan sıhhat ve sağlık, kötülüklerden doğan hastalık sebebiyle Allah'ın bir hikmeti gereği olmaktadır. Kalbin sıhhat ve sağhğıhı veya hastalığım neticelendiren bir gerekçenin sonucu olmaktadır. Zira Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Muhakkak ki iyilik (ve güzellik)ler kötülükleri (küçük hata ve günahları) giderir." (Hud, 1114)
Bir başka âyette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Eğer yasak edildiğiniz (günah ve hatalardın büyüklerin)den kaçınırsanız, sizin diğer kusurlarınızı örteriz." (Nisa, 31)

Daha sonra İbn Kayyım (rahimehullah) şöyle devam ediyor:
"Hatıb'ın imanını bir düşün hele. Bu iman, kendisini Bedir'de savaşmaya kadar götürmüştür. Bizzat kendisi Peygamberle birlikte bu uğurda hayatını ortaya koymuştur. Allah'ı ve Rasûlunu kavmine, yakınlarına, akrabasına tercih etmiş, onların hepsini düşmanın ortasında ve ülkesinde bırakıb hicret etmiştir. Hiçbir zaman bu hal, Hatıb'ın azminden bir şey kırmamıştır. İmanına bir zarar vermemiştir. Ailesinin ve yakınlarının, arasında bulundukları düşmana karşı çıkıp onlarla savaşmasına engel olamamıştır.

Ancak casusluk yapmak bir tür hastalıktır. İşte Hatıb'ta da bu hastalık tezahur edince buhran yani kriz başgöstermiş olmaktadır. (Tıb otoriteleri böyle, bir defa başgösterip kriz ve buhran halini alan hastaları böyle değerlendiriyorlar. Zadu'l- Mead, 3/425. Haşiye=dipnot).

Hastalık patlak verince, hasta sanki kendisinde hiçbir rahatsızlık ve yorgunluk yokmuş gibi bir patlama gösterir. Ancak tabib (hekim veya doktor) onun imanının kuvvet derecesini görünce, bu iman derecesi, casusluk hastalığının çok çok üstündedir ve onu kahredebilecek güçtedir. Bu durumda ondan kan almayı veya onu ikiye ayırmayı isteyen kimseye, şöyle diyor:
"Bu hastalık kan aldırmayı gerektirmez. Ne bilirsin ki Allah (c.c), Bedir ehline muttalidir, onları bilmektedir. Çünkü onlar için şöyle buyurmuşlardır:
Dilediğinizi işleyin, ben sizi bağışladım."

Bunun tam aksi de Temimli Zulhaveysıra'dır.
(Temimli Zulhuvaysır: îbn Esîr onu, ondan öncekilere ek olarak "es-Sahabe"de zikretmektedir. Bunun tercemesinde, Buharî'nin el-Menakıb kitabında 6/617 (H.3610) ve Muslim'in Zekat bahsinde 2/740 (H.1063) de irade ettiğinin dışında bir şey yazmamıştır. Bu da Ebû Said hadisinden alınmıştır ki, Ebû Said şöyle diyor: "Biz Ra-sûlullah'ın yanında idik, kendisi ganimet paylaştırıyordu.
TemimoğuIIanndan Zul-huvaysıra adındaki bîr adam: "Ey Allah'ın Rasûlu, adil ol" dedi. İşte bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Yazıklar olsun sana, ben adil olmazsam, kim adil olacaktır?" İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyizi's-sahâbe, 1/485)


Bu ve Haricilerden benzerlerinin durumlarıdır. Sahabe bunların namaz, oruç ve Kur'an okumaktaki gayret ve üstünlüklerini gördüklerinde, kendi amellerini ve yaptıklarını adeta küçümsemişlerdir. Halbuki bunlar hakkında şu hadis gelmiştir:

"Şayet, onlara erişirsem, Ad kavminin öldürüldüğü gibi onları öldürürdüm."
(Muslim, Zekat, Hadis no: 1064)
Yine şöyle buyurmuşlardır:
"
Öldürün onları. Çünkü onların öldürülmesinde, öldürenler için Allah nezdinde ecir vardır
(Buhari, Menakıb, Nubuvvet alametleri bahsi, 6/618; Muslim, Zekat, 2/746, Hadis no: 1066; Buhari , Hadis no: 3611)


Gerçekten aklı ve düşüncesi olan kimse, bu meseleyi gerçek anlamı ile değerlendirebilir. Çünkü buna fazlasıyla muhtaçtır, bundan faydalanmak durumundadır. Bu sâyede herşeyden yüce ve munezzeh olan Allah'ın yaratması, emri, sevab vermesi ve cezalandırması konularındaki hikmetini ve mârifetinin kapılarını, hem de büyük, kapılarından birini aralamış olabilirsin. Dengeleme hükümlerini ve bu konudaki mertebelerin farklı farklı oluşunu sezebilirsin. Bunları öğrenebilmen, işi, sebeblerine bağlamanla sağlanabilir ki, bunlar her bir nefsin kazandığı şey ile kaim olmaktadır." (İbn Kayyim, Zadu'1-Mead, C. 3, Sf: 424-427'den özetlenerek)

"Gerçi en iyisini Allah bilir. Fakat benim kanaatim de şudur ki, İmam Malik'in ve Ahmed b. Hanbel'in ashabından İbn Akîl'in ve bu ikisi dışındakilerin şu husustaki görüşleri bence de uygun olanıdır. Buna göre, müs-lüman casus, öldürülmelidir. Zira Hâtıb olayındaki gerekçe gözönünde tutulursa, bu gerekçe Hatıb'ın öldürülmesini engellemektedir. Başkası konusunda ise herhangi bir gerekçe kabul edilmemektedir. Hatıb'ın özel bir durumu vardır. Yoksa öldürülmesine, onun müslüman olması bir gerekçe olmamaktadır. Eğer müslüman olması, casusun öldürülmesine bir engel teşkil etseydi, bu takdirde bundan daha özel bir gerekçe (Bedir ehli olma gerekçesi) getirilmezdi. Zira bir hüküm için genel olan bir şey, gevrekçe kabul edilirse, artık özel durumların bunda bir etkenliği olamaz. İşte bu çok daha kuvvetlidir. Yine de en iyisini bilen Allah'dır." (İbn Kayyim, Zadu'1-Mead, C. 3, Sf: 114 ; İbn Ferac el-Malikî, Akdiyetu'r-Rasûl, sf: 25)

Kur'an'ın iniş hitabı bakınız şöyledir:
"Ey îman edenler, benim de düşmanım sîzin de düşmanınız olanları dost edinmeyin (veliler olarak edinmeyin)." (Mumtehine, 1)

Bu ayete göre, Hatıb mu'min ismine sahibdir, bu vasfı taşımaya da haklıdır. Aynı zamanda âyet genel hatlarıyla yasaklamayı ve nehyi içermektedir. Ancak burada Hatıb'ın durumunu gösteren özel bir sebeb vardır. Gerçi ayet, Hatıb'ın yaptığı iş, bir tür muvalat yani onları dost edinmedir ve bu, meveddet (sevgi besleme) ile de daha aşırı gidildiği gösterilmiş olmaktadır. Gerçekten bunu işleyen kimse orta yolu kaybetmiştir, sapıtmıştır. Ancak Peygamber (s.a.v.)'in onun hakkındaki: "Size doğruyu söylüyor, firakın yolunu" ifadeleri, onun kâfir olmadığını bildirmektedir. Kişi Allah ve Rasûlune karşı şubhesiz bir imanla iman etmiş ve fakat bunu dünyevî bir amaçla yapmış ise, kafir olmaz. Şayet kafir olmuş olsaydı, Peygamber (s.a.v.), onun için şöyle buyurmazdı: "Bırakın yolunu." (Şeyh Suleyman b. Sehman, İrşadu't-Talib, s:15)

Eğer casusluk yapan kimse kâfir biri ise, bu kimse öldürülür ve öldürülmesi de gereklidir, vâcibdir. Çünkü Peygamber (s.a.v,) muşriklerden bir casusu öldürtmüştür.
İyas b. Seleme b. Evka rivayet ediyor. Bu zâtın babasından rivayetine göre, babası şöyle demiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) bir seferde bulunuyorken, yanına muşriklerden bir casus geldi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın ashabının yanında oturdu, bir şeyler konuştu. Daha sonra ayrılıp gitti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), 'onu arayın ve öldürün' buyurdu.
(Ebu Seleme) onu buldu ve öldürdü", o casusun üzerinde ne varsa, Rasûlullah (s.a.v.) tümünü onu öldürene verdi."

(Buhari, Cihad, 6/168, Hadis no: 3051; Ebû Davud, Cihad, 3/112, Hadis no: 2653)

(Sâid el Kâhtani, İslam'a Göre Dost ve Düşman, C.2, Bölüm 3, Allah Yolunda Cihad Başlığı)



Casusun Hukmu:


Küfür diyarının kâfir casusu; öldürülür. Bu hususta bütün ulemânın ittifakı vardır. Hattâ Nesaî'nin rivayetinde Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ashabına bu adamı arayıp öldürmelerini emir buyurduğu bildirilmektedir.

Casus muâhed (yâni pasaportlu kâfir) veya zimmî (Musluman teb'ası olan kâfir) olursa; İmam Mâlik ile Evzâî'ye göre ahdini bozmuş sayılır. İstenilirse köle yapılır; öldürülmesi de caizdir. Cumhûr-u ulemâ ise muâhedin casusluk sebebi ile ahdi bozulmadığına kail olmuşlardır; meğer ki casusluk yapmaması vakti ile şart koşulmuş olsun!

Casus müslümansa; Düşman hesabına casusluk yaptığı tesbit edilen bir müslümanın öldürülmesi câiz değildir. Böyle bir casusun ölüm cezasının dışında bir ceza ile cezalandırılıb cezalandırılmayacağı hususu ulema arasında ihtilaflıdır.
Rey taraftarlarına göre eğer bu kimse müslümanların sırlarını düşmana bildirmişse şiddetli bir şekilde dövülür ve uzun zaman hapsedilir.

İmam Âzam, Şafiî, Evzâî ve bazı Mâlikîler'le cumhura göre öldürülmez. Hükümet ona munasib göreceği dayak ve hapis gibi cezalar verir ki, buna ta'zîr denir.

İmam Mâlik: «Böylesi hakkında hükümet reisi ictihâd eder.» demiş; fakat bu ictihadı tefsir etmemiştir.

Kaadî Iyâz: «Mâliki'yyenin büyükleri öldürüleceğini söylemişlerdir.» diyor.

Buhâri, 'düşman diyarından emansız ve izinsiz olarak gelen bir harbî, islam memleketine girdiğinde bunun hükmü'nün ne olabileceğine dâir açtığı bir babında rivayet etmiştir.

Fakat Buhâri: "Bu harbi öldürülür mü, öldürülmez mi? Bu konuda nefyen ve isbâten hiç hüküm bildirilmemiştir. Sebebi de meselenin âlimler arasında ihtilaflı olmasındandır.

İmam Mâlik, İslam diyarına izinsiz gelen harbî hakkında tayin edilecek cezâyı devlet reisinin ve hükümetin re'yine bırakmıştır ve bu makule harbînin (ictihadla cezalandırılması gerektiğine inandığını ifade) hükmü, diğer muhariblerin tabi oldukları hüküm gibidir," demiştir.

Evzâî ile Îmam Şâfıî; "Eğer emansız ve izinsiz gelen harbî, elçilikle ve düşman tarafından siyâsi bir vazife ile geldiğini iddia ederse bu iddiası kabul olunur," demişlerdir.

İmam Evzai'ye göre, eğer bu casus müslüman ise, devlet reisi veya onun vekîli bu casusu ibret teşkil edecek şekilde cezalandırır ve onu sürgün eder. Eğer zımmî ise müslümanlarla olan andlaşması bozulmuş olur.

İmam Şafiî'ye göre ise, eğer bu casus müslümanlara hizmet etmiş ve hizmetiyle onların güvenini kazanmış biri olursa ve bu suçu yanlışlıkla yaptığı anlaşılırsa ona ceza verilmez. Eğer bu özellikleri taşımıyorsa ta'zir cezasıyla cezalandırılır.

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yûsuf ve Ahmed İbn Hanbel; "Harbî'nin bu tür bir iddiası kabul olunmaz. Bu, müslümanlar için fey'dir, kendisi esir ve selebi ganimettendir," demişlerdir.

Ebu Yûsuf, İslâm devletinin tebası olsun veya olmasın gayri muslim casuslara ölüm cezası ve islam dininde olanlara da hapis ve bedenî işkence cezaları verilmesi fikrindedir. Muasırı eş-Şeybâni, casusluğu hırsızlıktan daha hafif görür ve İslam devletinin tebaasının casusluktan dolayı boyunlarının vurulmaması mutalaasında bulunur. Yabancılara gelince onlara karşı hiç merhameti yoktur.

İmam Muhammed, "Harbî ve malları, onu yakalayan gaziye aittir," demiştir.
Eğer emansız ve izinsiz gelen harbî casus olursa mevzumuz olan İbni Ekvâ hadisinden istifâde edilen hükme göre bu casus öldürülür. Bu babda ulemânın icmâı vardır.
Casus harbi olmaz da, muâhid bir devlete mensub, yahut zımmî veya haraca bağlanmış birisi olursa, Mâlik'le Evzâi'ye göre bu casus, ahdini bozmuş sayılır. Devlet isterse onu köle yapar, dilerse katleder, katli câizdir; demişlerdir. Fakat ulemânın cumhuruna göre bu kimsenin ahdi bozulmuş olmaz. Fakat ahidnâmede taraflardan birinin casusluk yapması halinde ahdinin bozulacağı zikredilmişse o zaman ahdi bozulur.

Ceza bahis konusu olunca erkek ile kadın arasında hiç bir fark gözetilmez. Bununla beraber İslam hukukşinasları, ruşde varmamış bir kimsenin hiç bir şekilde ölüm cezasına çarptırılamayacağını söylerler. (M. Hamidullah, İslamda Devlet İdaresi, s. 189 - 190)



HADİS VE SİYERDEN

Zubeyr B. Avvam'ın Fazîleti
Peygamberimizin Emri İle Zubeyr'in Benî Kurayza'yı Tecessüsü Ve Harp Câsusu Kullanmanın Cevâzını İfâde Eden Câbir Hadîsi
Ravi : Câbir b. Abdullah

Gelen rivâyete göre, Ahzâb günü (Kureyş ile birlikte bütün Arab kabîlelerinin İslâm aleyhinde harekete geçmesi, Benî Kurayza'nın da nakz-ı ahd etmesi üzerine vaziyet ciddîleşince) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: - Bana Benû Kurayza'nın (vaziyetine dâir) kim haber getirir? diye sordu.
Zubeyr: - Ben (yâ Rasûlallah!) dedi.
Sonra (harb şiddetlenince) Rasûlullah (bir kere daha): - Benû Kurayza'ya dâir bana kim haber getirir? diye sordu. (Yine) Zubeyr: - Ben, diye cevap verdi.
(Bunun üzerine) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: - Her peygamberin ashâbı içinde bir güzîdesi vardır. Benim güzîdem de Zubeyr'dir, buyurmuştur.
Sahih Buhari 1205


Ayrıca Hendek savaşında , Müslümanlarla andlaşmalı olmasına rağmen andlaşmaya uymayarak Kureyş'li Müşriklere destek veren Yahudilerin de etkisiyle müslümanların oldukça zor ve sıkıntılı olduğu bir esnada Yahudilerin içerisinden gelen Nuaym bin Mesud r.a. , Rasulullah s.a.v. ile görüşmesi esnasında " Kavmim benim müslüman olduğumu daha duymadı - bilmiyor , yardımcı olmak istiyorum" demiş Rasulullah da ona elinden geleni yapmasına izin vermiş.
Bunun neticesinde hem Yahudileri vem de Kureyş ordusunun içerisine girerek birbirlerine güvensizliği telkin etmiş ve böylece Yahudiler desteklerini çekmiş , Kureyş ordusu da daha da dayanamayıp geri çekilmek zorunda kalmıştır .
Nuaym b. Mesud'un Bu üstün davranışı esnasında Rasulullah kendisine Kafir olursun vs. gibi tekfir lafızları kullanmamış aksine Hendek savaşının kazanılmasında en etkili isimlerden olmuştır.


Yine sahih hadislerden siyerde de geçen Ka'b Bin Eşref münafığının öldürülme hadisesi de Bu manadadır.
Onu öldürmek isteyen sahabeler, Ka'b B. Eşref'in yanına kendilerindenmiş gibi davranarak yaklaşmışlar, hatta izin alarak Rasulullahın aleyhine sözler de söylemesine rağmen bu işi yapmasına izin verilmiştir.



M. Hamidullah, Hz. Peygamber'in Savaşları

Hicretle birlikte kurulan İslâm Devletinin kendisini yok etmeye uğraşan müşrik güçlere karşı başarılı bir mücadele vererek kısa zamanda Arab Yarımadasının nerdeyse tamamını hakimiyeti altına almasını sağlayan etkenlerden birisi de hiç şüphesiz haber alma ve karşı casusluk işinin göz ardı edilmeyerek düşmana ait gerekli bilgilerin zamanında elde edilmesidir. Rasulullah (s.a.s)ı suikast düzenleyerek ortadan kaldırmak isteyen Mekkelilerin, planlarında başarısız oluşu ve Rasulullah (s.a.s)in bir zarar görmeden Medineye ulaşması olayında, onun gizlilik içerisinde yürüttüğü haber almanın payı büyüktür.
( M. Hamidullah, Hz. Peygamber'in Savaşları, Çev. Salih Tuğ, İstanbul 1972 - s, 173-176)

Hicretten sonra Mekke kervanlarına karşı düzenlenen seriyyeler, Mekkeden bu kervanların hareketlerine dair ulaşan bilgiler çerçevesinde yola çıkarılıyorlardı. Yine Bedir Savaşı, kesintisiz sürdürülen istihbarat çalışmalarının sonucunda meydana gelmişti.
Rasulullah, Mekkeden hareket eden büyük bir kervanın Suriyeye doğru yöneldiğini öğrendiği zaman, ordusunun başında Zul-Uşeyreye kadar gitmiş, ancak kervanı yakalayamamıştı. Rasulullah (s.a.v), bu kervanı dönüşte vurmak için iki casustan (Talha b. Ubeydullah ve Said b. Zeyd) Suriyeye kadar kervanı takip ederek, gerekli bilgileri kendisine ulaştırmalarını istemişti. Diğer taraftan, Rasulullah (s.a.v) başka kaynaklardan aldığı bilgilerle kervanın dönüşünü bu iki kişinin Medineye bilgi ulaştırmalarından önce öğrenmişti.
O, bu kervana karşı hareket geçtiği zaman yine iki casusunu kervanın nerede olduğunu araştırmak için göndermiştir. Rasulullah (s.a.v) Bedire varıncaya kadar, istihbarat konusunda gereken titizliği göstermeye devam etmiştir (M. Hamidullah, age, 176. vd) onun giriştiği bütün askerî seferlerde başarıyla yürüttüğü casusluk faaliyetleri, kaynaklarda teferruatlı bir şekilde olayların anlatımı esnasında zikredilmektedir.

O, bazen askerî önemi olan haberlerin sızmasını önlemek için bütün yolları kapatırdı. Aynı şekilde düşmanı yanıltmak ve bölmek için de karşı casusluk faaliyetlerine giriştiği görülmektedir.
Hendek Savaşı esnasında başvurduğu bu yöntem Mekkeli müşriklerin, Yahudiler ve Gatafalılarla olan ittifaklarının bozulması ve böylece savaşı kaybetmeleri neticesini doğurmuştur. Bu iş için görevlendirdiği kimse henüz müslüman olmuş fakat bu durumu kimse tarafından bilinmeyen Eşca kabilesinin başkanı Nuaym b. Mesud'du

(Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 269-270).

YAKIN TARİHTEN

halid-el-islamboli.jpg

Yakın çağımızın (1981) Firavunlarından olan Enver Sedatın öldürülmesi için arkadaşlarıyla Mısır askeriyesinin içerisine girmeye cemaatinden izin alan Halid el İslamboli ve arkadaşları , kafiri öldürmüş , eylemi yapmış ve sonra idam edilerek şehid edilmişlerdir .
Kimse bu şehidleri tekfir edememiştir.



peace.jpg


Enver Sedat, siyonist rejim başbakanı Menahem Begin ve ABD Başkanı Jimy Carter ile Camp Davit anlaşmasının imza töreninde

enver_sedat.jpg


Enver Sedat ABD Başkanı Ronald Reagan ile

fft5_mf223310.Jpeg


Enver Sedat öldürülmeden önce askeri törene giderken






http://www.dunyabulteni.net/media/movie.20090729181923..wmv


http://www.dailymotion.pl/video/xa08qv_halid-yslambulinin-enver-sedaty-old_music

Şehid Halid el İslambuli'nin Enver Sedat'ı vurduğu an
1981.JPG
40916_misir-enver-sedat-suikasti.jpg
945.jpg

111env45.jpg

150473.jpg



11_eylul.jpg



Muslum de ise; İkrime rivayetinde bu hususta şu ayrıntı vardır:
“Kuşağından bir ip çıkartıp onunla deveyi bağladı. Sonra topluluğa doğru ilerledi. Onlarla birlikte yemek yiyordu. Öğle vaktinde bizde bir cılızlık, zaaflık olduğuna, bazılarımızın da yaya olduğuna, öğle vakti çıkınca ise canlılık ve kuvvetliliğin arttığına bakıyordu.”
Ebu el-Âmi’den Yahya el-Hamânî yolundan istihraç edilmiş Ebu Na’im rivayetinde şu geçmektedir: “Onun bir casus olduğunu anladılar.”

Bu açıktır ki, Rasul (s.a.v.)’in yanında onun casus olduğu sabit olması ile birlikte “onu arayın ve öldürün” demiştir. Bu talebin kesin talep olduğuna dair bir karine olmaktadır. Böylece hükmü öldürmek olmaktadır. Bu hüküm ister anlaşmalı ister eman verilmiş olsun, ister ise anlaşmalı olmayan ve eman verilmiş olmayan olsun her harbî kafir hakkında geneldir. Dolayısıyla her harbî kafirin hükmü, casus olduğunda öldürülmek olmaktadır.
Zımmi kafir casus olduğunda bakılır:
Zımmet akdine dahil olurken casusluk yapmaması şart koşulmuşsa ve casusluk yaparsa öldürülür. Zira şartla amel olunur. Dolayısıyla casus olduğunda şarta göre öldürülür. Fakat ona bu şart koşulmamışsa, halifenin ona ölüm cezası vermesi hakkının olması caiz olur. Dolayısıyla o casus olduğunda öldürülür. Bunun delili Ahmed’in Fur’at b. Hıyan’dan yaptığı şu rivayettir:
“Nebi (s.a.v.), o zımmi olduğu halde öldürülmesini emretti. Zira o, Ebu Sufyan’ın casusu ve müttefiki idi. O bir ara Ensardan bir grubun yanından geçerken “ben müslümanın” dedi. Onlar, “müslüman olduğunu iddia ediyor” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

إِنَّ مِنْكُمْ رِجَالاً نَكِلُهُمْ إِلَى إِيمَانِهِمْ مِنْهُمْ فُرَاتُ بْنُ حَيَّانَ
Sizden bir takım insanlar vardır ki, biz onları imanlarına terk ediyoruz. Onlardan birisi de Fırât b. Hıyân’dır.”
(Ahmed b. Hanbel, Musned Kûfiyyîn, 18197)

Bu, Rasul (s.a.v.)’in casus zımminin öldürülmesini emrettiği hususunda sarihtir/açıktır. Ancak bu, imam için caizdir. Casusun harbî kafir olması halinde olduğu gibi imama vacib değildir.
Zımmi casusun devlet tarafından öldürülmesinin vacib değil de caiz olduğuna dair delil, Hadisin kesinliğe delâlet eden bir karineyle beraber olmamasıdır. Zira Hadisin metni Rasul (s.a.v.)’in casus olduğunu bilmesi ile birlikte hemen bu Fırât’ın öldürülmesinde aceleci olmadığına delâlet etmektedir. Halbuki harbî kafirde böyle değildi. Zira yukarıda geçen Seleme Hadisinde zikredilen harbî kafirin, casus olduğu kendi katında sabit olması ile birlikte Nebi (s.a.v.), onun hemen öldürülmesini emretmiştir. Müslümanlara; “onu arayın ve öldürün.” Rasul (s.a.v.)’in bildiği halde onu öldürmekte aceleci olmamasına dair delil, Hadisin sözünde açığa çıkmaktadır. Şöyle ki: “O bir zımmiydi ve bir casustu.” Yani o biliniyordu. Rasul (s.a.v.)’in de; “Onlardan birisi Fırât b. Hıyyân’dır.”
Buna ilaveten Rasul (s.a.v.), harbî kafir hakkında ise, “
onu arayın ve öldürün” dedi. Fırât b. Hıyyân hakkında ise, onun öldürülmesini emretmiştir, fakat onu aramalarını müslümanlardan talep etmemiştir. O ikisi arasındaki bu farktan; harbinin öldürülmesi talebinin kesin olduğu, zımminin öldürülmesi talebinin kesin talep olmadığı açığa çıkmaktadır. Bu da zımmi casusu öldürmenin ve öldürmemenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.

Müslümanlar ve zımmiler aleyhine düşman için casusluk yapan müslüman casusa gelince, o öldürülmez. Çünkü Rasul (s.a.v.), bir zımminin öldürülmesini emretti. Onun müslüman olduğu kendisine sabit olunca ondan elini çekti. Zira Fırât b. Hıyân’ın, zımmi ve casus iken öldürülmesini emretti. Ne zaman ki; “Ya Rasulullah, o müslüman olduğunu iddia ediyor” dediklerinde şöyle dedi:
إِنَّ مِنْكُمْ رِجَالاً نَكِلُهُمْ إِلَى إِيمَانِهِمْ مِنْهُمْ فُرَاتُ بْنُ حَيَّانَ
Sizden bir takım insanlar vardır ki, biz onları imanlarına terk ediyoruz. Onlardan birisi de Fırât b. Hıyân’dır.”
(Ahmed b. Hanbel, Müs. Kûfiyyîn, 18197)

Böylece onu öldürmekten elini çekmesinin illeti onun müslüman olması olmaktadır.
- Buhari, Ali b. Ebu Talib (r.anh)’dan şöyle dediğini rivayet etti:
“Rasulullah (s.a.v.); beni, Zubeyr’i ve Mikdâd b. el-Esved’i bir yere gönderirken şöyle dedi:

انْطَلِقُوا حَتَّى تَأْتُوا رَوْضَةَ خَاخٍ فَإِنَّ بِهَا ظَعِينَةً وَمَعَهَا كِتَابٌ فَخُذُوهُ مِنْهَا
Acele yola çıkın, Hâc otlağına varasıya kadar gidin. Zira orada mahfe içinde bir kadın vardır. Onun yanında bir yazı vardır. O yazıyı ondan alın.”
(Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2785)
Bunun üzerine biz atlarımızı hemen o otlağa varasıya kadar koşuşturduk. O mahfedeki kadının yanına vardık. Ona; “Yazıyı bize ver,” dedik. O, “Bende bir yazı yoktur,” dedi.
Biz ona; “Ya o yazıyı çıkartıp bize verirsin, ya da elbisen çıkar,” dedik. Bunun üzerine o saç topuzu içinden o yazıyı çıkarıp bize verdi. Biz de onu Rasul (s.a.v.)’e getirdik. Onda şu yazılı idi: “Hâtib İbn Ebu Bilte’a’dan Kureyş halkının insanlarına.” O, onlara Rasulullah (s.a.v.)’ın bazı işlerini haber vermektedir. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.); Bu nedir, ya Hâtıb dedi.
Dedi ki; “Ya Rasulullah (s.a.v.), benim hakkımda acele etme! Benim Kureyş’te bağlantılarım vardı. Ben ondan değildim. Seninle beraber olan muhacirlerden bir kısmının Mekke’de yakınları/ akrabaları vardı. Onlarla ev halkını ve mallarını koruyorlardı. Bunun üzerine ben de kendisi ile akrabalarımın kendisi korumaları için onlar yanında bir güç edinmek için onlar içindeki o bağlantılar aklıma geldi ve onu kullanmak istedim. Bunun küfür olarak, dinden dönme olarak, İslâm’dan sonra küfürden razı olarak yapmadım.”
Bunu üzerine Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:
إِنَّهُ قَدْ شَهِدَ بَدْرًا وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ اللَّهَ أَنْ يَكُونَ قَدِ اطَّلَعَ عَلَى أَهْلِ بَدْرٍ فقَالَ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكُمْ
O Bedir’e katılmıştır. Nereden bileceksin? Belki Allah Bedir ehline şöyle dediğini duyurmuştur: İstediğinizi yapın. Ben sizi affettim.”
(Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2785)

Bu Hadiste, Hâtıb’ın müslümanlara karşı casusluk yaptığı ve Rasul (s.a.v.)’in onu öldürmediği sabit olmuştur. Dolayısıyla bu, müslüman casusun öldürülmediğine delâlet eder.

Şöyle denilmez:
Bu Bedir ehline hastır. Çünkü Hadis, onun Bedir ehlinden olması ile illetlendirilmiştir.”
Böyle denilmez. Çünkü her ne kadar nass illetlendirmeyi ifade eden ibare ile geçmiş olsa da, ondan illetlik anlaşılan bir yönde geçse de; Ahmed’in Fırât b. Hıyân hakkındaki Hadisi, onun zımmi iken sonra müslüman olduğu için ondan ölüm cezasını kaldırmıştır. Dolayısıyla yukarıdaki Hadisteki illetliği nefyedip vakıa vasfı yapmaktadır. Çünkü Fırât b. Hıyân Bedir ehlinden değildir.


Şöyle denilmez: “Fırât b. Hıyân ile ilgili o Hadisin Ebu Davud isnadında, Ebu Hammâm el-Dellâl Muhammed b. Muhabbeb vardır. Sufyan el-Sevrî’den rivayet ettiği o Hadis delil getirilmez.”

Böyle denilmez. Çünkü bu Hadisi; Ahmed, Sufyân Beşir b. el-Sırrî el-Basrî’den rivayet etmiştir. Bu kişi ise, Buhari ve Müslim’in Hadisi ile delil getirmekte ittifak ettikleri kişilerdendir. Dolayısıyla Hadis, sabittir, kendisi ile delil getirilir. Böylece bu Hadis, müslüman casusun öldürülmediğine dair delildir. Ancak hapis cezası ile ve Halife ya da Kadının uygun gördüğü başka bir ceza ile cezalandırılır.
Bu açıklama, harbî kafir düşman için müslümanlar ve zımmiler aleyhine yapılan casusluk idi. Müslümanlar aleyhinde, düşman için yani harbî kafir için değil de sadece casusluk için ya da müslümanlar için ya da devlet için yapılan casusluğa gelince; bu haram olmakla birlikte Şeriat bu günah/suç için belirli bir ceza düzenlememiştir. Dolayısıyla onun cezası ta’zir cezası olmaktadır.

(en Nebhani : İslam Şahsiyeti Cilt 2)
HADİS VE SİYERDEN

Zubeyr B. Avvam'ın Fazîleti
Peygamberimizin Emri İle Zubeyr'in Benî Kurayza'yı Tecessüsü Ve Harp Câsusu Kullanmanın Cevâzını İfâde Eden Câbir Hadîsi
Ravi : Câbir b. Abdullah

Gelen rivâyete göre, Ahzâb günü (Kureyş ile birlikte bütün Arab kabîlelerinin İslâm aleyhinde harekete geçmesi, Benî Kurayza'nın da nakz-ı ahd etmesi üzerine vaziyet ciddîleşince) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: - Bana Benû Kurayza'nın (vaziyetine dâir) kim haber getirir? diye sordu.
Zubeyr: - Ben (yâ Rasûlallah!) dedi.
Sonra (harb şiddetlenince) Rasûlullah (bir kere daha): - Benû Kurayza'ya dâir bana kim haber getirir? diye sordu. (Yine) Zubeyr: - Ben, diye cevap verdi.
(Bunun üzerine) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: - Her peygamberin ashâbı içinde bir güzîdesi vardır. Benim güzîdem de Zubeyr'dir, buyurmuştur.
Sahih Buhari 1205


Ayrıca Hendek savaşında , Müslümanlarla andlaşmalı olmasına rağmen andlaşmaya uymayarak Kureyş'li Müşriklere destek veren Yahudilerin de etkisiyle müslümanların oldukça zor ve sıkıntılı olduğu bir esnada Yahudilerin içerisinden gelen Nuaym bin Mesud r.a. , Rasulullah s.a.v. ile görüşmesi esnasında " Kavmim benim müslüman olduğumu daha duymadı - bilmiyor , yardımcı olmak istiyorum" demiş Rasulullah da ona elinden geleni yapmasına izin vermiş.
Bunun neticesinde hem Yahudileri vem de Kureyş ordusunun içerisine girerek birbirlerine güvensizliği telkin etmiş ve böylece Yahudiler desteklerini çekmiş , Kureyş ordusu da daha da dayanamayıp geri çekilmek zorunda kalmıştır .
Nuaym b. Mesud'un Bu üstün davranışı esnasında Rasulullah kendisine Kafir olursun vs. gibi tekfir lafızları kullanmamış aksine Hendek savaşının kazanılmasında en etkili isimlerden olmuştır.


Yine sahih hadislerden siyerde de geçen Ka'b Bin Eşref münafığının öldürülme hadisesi de Bu manadadır.
Onu öldürmek isteyen sahabeler, Ka'b B. Eşref'in yanına kendilerindenmiş gibi davranarak yaklaşmışlar, hatta izin alarak Rasulullahın aleyhine sözler de söylemesine rağmen bu işi yapmasına izin verilmiştir.



M. Hamidullah, Peygamber'in Savaşları

Hicretle birlikte kurulan İslâm Devletinin kendisini yok etmeye uğraşan müşrik güçlere karşı başarılı bir mücadele vererek kısa zamanda Arab Yarımadasının nerdeyse tamamını hakimiyeti altına almasını sağlayan etkenlerden birisi de hiç şüphesiz haber alma ve karşı casusluk işinin göz ardı edilmeyerek düşmana ait gerekli bilgilerin zamanında elde edilmesidir. Rasulullah (s.a.s)ı suikast düzenleyerek ortadan kaldırmak isteyen Mekkelilerin, planlarında başarısız oluşu ve Rasulullah (s.a.s)in bir zarar görmeden Medineye ulaşması olayında, onun gizlilik içerisinde yürüttüğü haber almanın payı büyüktür.
( M. Hamidullah, Hz. Peygamber'in Savaşları, Çev. Salih Tuğ, İstanbul 1972 - s, 173-176)

Hicretten sonra Mekke kervanlarına karşı düzenlenen seriyyeler, Mekkeden bu kervanların hareketlerine dair ulaşan bilgiler çerçevesinde yola çıkarılıyorlardı. Yine Bedir Savaşı, kesintisiz sürdürülen istihbarat çalışmalarının sonucunda meydana gelmişti.
Rasulullah, Mekkeden hareket eden büyük bir kervanın Suriyeye doğru yöneldiğini öğrendiği zaman, ordusunun başında Zul-Uşeyreye kadar gitmiş, ancak kervanı yakalayamamıştı. Rasulullah (s.a.v), bu kervanı dönüşte vurmak için iki casustan (Talha b. Ubeydullah ve Said b. Zeyd) Suriyeye kadar kervanı takip ederek, gerekli bilgileri kendisine ulaştırmalarını istemişti. Diğer taraftan, Rasulullah (s.a.v) başka kaynaklardan aldığı bilgilerle kervanın dönüşünü bu iki kişinin Medineye bilgi ulaştırmalarından önce öğrenmişti.
O, bu kervana karşı hareket geçtiği zaman yine iki casusunu kervanın nerede olduğunu araştırmak için göndermiştir. Rasulullah (s.a.v) Bedire varıncaya kadar, istihbarat konusunda gereken titizliği göstermeye devam etmiştir (M. Hamidullah, age, 176. vd) onun giriştiği bütün askerî seferlerde başarıyla yürüttüğü casusluk faaliyetleri, kaynaklarda teferruatlı bir şekilde olayların anlatımı esnasında zikredilmektedir.

O, bazen askerî önemi olan haberlerin sızmasını önlemek için bütün yolları kapatırdı. Aynı şekilde düşmanı yanıltmak ve bölmek için de karşı casusluk faaliyetlerine giriştiği görülmektedir.
Hendek Savaşı esnasında başvurduğu bu yöntem Mekkeli müşriklerin, Yahudiler ve Gatafalılarla olan ittifaklarının bozulması ve böylece savaşı kaybetmeleri neticesini doğurmuştur. Bu iş için görevlendirdiği kimse henüz müslüman olmuş fakat bu durumu kimse tarafından bilinmeyen Eşca kabilesinin başkanı Nuaym b. Mesud'du

(Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 269-270).
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
HENDEK GAZVESİ

Karşılıklı Casusluk Faaliyetleri ve Yanlışlıkla Birbirleriyle Çarpışan Müslüman Casuslar
Muşrikler, geceleri casuslar salarak gece baskınları yapmak için fırsatlar kollamaya başladılar.
Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de gece olunca iki casus görevlendirdi.
Bunlar karşılaştılar. Birbirlerini tanımıyorlardı. Bu sebeble düşman sanarak birbirleri ile çarpıştılar ve yaralandılar. İçlerinden birisi öldü.
Durumu Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e haber verdiler. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'de şöyle buyurdu:
"Yaralananız Allah-u Teâlâ yolunda yaralanmıştır. Sizden bu yolda ölmüş olan da şehiddir."
Bundan sonra Müslümanlar, birbirlerine yaklaştıkları zaman parolalarını açıklamadıkça ne ok ne de taş attılar.
Geceleri sabahlara kadar nöbetleşe hendek boyunca dolaşıyorlardı. Muşrikler de böyle yapıyorlardı. Hendek boyunca sabahlıyorlardı. (Vakidi - Megazi)


RASULULLAHIN HAYATI VE ISLAMIN HAREKET METODU 2. CİLT HAK YAYINLARI ; Abdurrahman el Muhacir ,Hendek savaşı Bölümü Sayfa : 192-193

Müşrikleri Müslümanlardan Caydırmak İçin Nuaym'ın Yaptığı Çalışmaları
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı, düşmanlarının onlara karşı birbirine yardım etmelerinden ve her taraftan onlara saldırmaları sebebiyle Allah-u Teâlâ'nın vasfettiği gibi korku ve şiddet içinde kaldılar.
Sonra Nuaym b. Mes'ud, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'a geldi ve şöyle dedi:
"Ya Rasûlallah! Şubhesiz ben Müslüman oldum ve kavmim benim Müslüman olduğumu henüz bilmiyorlar. Bana dilediğin şeyi emret."
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle dedi:
"Sen ancak bir tek adamsın, eğer gücün yeterse aralarına gir ve onları dağıt. Çünkü harb bir hiledir."
Bunun üzerine Nuaym b Mes'ud çıktı ve Beni Kurayza'ya gitti. Cahiliyyede onların dostu idi. Ve dedi ki: "Ey Beni Kurayza! Benim size olan dostluğumu bilirsiniz ve hasseten benimle sizin aranızda olan şeyi de bilirsiniz."
Onlar da dediler ki: "Doğru söyledin. Senden şubhe etmiyoruz. Güvenilir bir kişisin."
O da onlara dedi ki: "Kurayş ve Gatafan sizin gibi değildir. Belde, sizin beldenizdir. içinde mallarınız, çocuklarınız ve kadınlarınız bulunmaktadır. Ondan başka bir yere gitmeye gücünüz yetmez.

Kurayş ve Gatafan ise Muhammed ve onun ashabıyla savaşmak için gelmişlerdir. Ona karşı onlara yardımda bulundunuz. Halbuki onların beldeleri, malları ve kadınları başka yerdedir. Sizin gibi değillerdir.
Eğer ganimet bulurlarsa almaya çalışırlar. Eğer başka bir hal olursa memleketlerine gider, sizi Muhammed ile baş-başa bırakırlar. O zaman gücünüz ona yetmez.
O halde onların reislerini rehin almadan onlarla beraber savaşmayın. Muhammed'i ele geçirinceye kadar bu reisler ellerinizde güvence olarak kalsınlar."

Onlar da ona dediler ki: "İyi bir fikir verdin."
Sonra çıktı ve Kurayş'e geldi. Ebu Sufyan b. Harb'e ve onunla beraber olan Kureyş'in adamlarına şöyle dedi: "Benim size olan dostluğumu ve Muhammed'e olan uzaklığımı ve ayrılığımı biliyorsunuz. Benim aklıma bir fikir geldi. Bunu size bir nasihat olarak bildirmeyi üzerime bir görev olarak görüyorum. Yalnız bu fikrin benden geldiğini gizleyiniz."
Onlar da dediler ki: "Yaparız."
Dedi ki: "Biliniz ki yahudiler kendileriyle Muhammed'in arasında yapılan andlaşmaları bozduklarına pişman olmuşlardır. Ve ona şöyle haber göndermişlerdir:

"Biz yaptıklarımıza pişman olduk. Senin için Kureyş ve Gatafan'ın büyüklerinden birkaç tane alalım ve onların boyunlarını vurman için sana verelim. Sonra onlara karşı seninle beraber oluruz. Böylece onların köklerini kuruturuz."
O da onlara: "Peki olur diye haber gönderdi. Şimdi eğer yahudiler size, sizden birtakım rehineler istemek için haber gönderirlerse sakın onlara sizden adam vermeyin."
Sonra çıktı ve Gatafan'a geldi ve şöyle dedi: "Ey Gatafan topluluğu! Şubhesiz siz benim aslım, aşiretim ve insanların en sevgilisisiniz. Benim güvenilir bir kişi olduğumu biliyorsunuz."
Dediler ki: "Doğru söyledin, sen bizim katımızda güvenilir bir kişisin."
Dedi ki: "O halde bu sözlerin benden olduğunu gizli tutun."
Dediler ki: "Yaparız, ne diyorsun?"
Sonra onlara da Kurayş'e dediği gibi söyledi ve onları kaçındırdığı şeylerden kendi kavmini de kaçındırdı. (Siyeri İbn-i Hişam)

Hicretin beşinci senesinde şevval ayının cumartesi gecesi olduğu zaman Ebu Süfyan b. Harb ve Gatafan reisleri İkrime b. Ebu Cehil'i, Kurayş ve Gatafan'dan bir topluluk içinde Beni Kurayza'ya gönderdi. Onlar ona dediler ki:
"Biz kalınacak bir yurtta değiliz. Develer ve atlar helak oldular. Yarın erkenden savaş için geliniz de Muhammed ile savaşalım ve onunla bizim aramızda olan şeyden kurtulalım."
Onlar da onlara şöyle haber gönderdiler:
"Bugün cumartesi günüdür. Bu öyle bir gündür ki onda hiçbir iş yapmayız. Bu günde bazılarımız iş yaptı da bildiğiniz şeyler başlarına geldi. Bununla beraber adamlarınızdan birtakım rehineleri güvence olarak bize vermedikçe sizinle birlikte Muhammed ile savaşacak değiliz. Çünkü savaş şiddetlendiği zaman sizin beldelerinize kaçıb bizi beldemizde Muhammed ile baş-başa bırakmanızdan korkuyoruz. Bizim gücümüz ona yetmez."
Elçiler Beni Kurayza'nın dediklerini Kurayş'e söyleyince Kurayş ve Gatafan dediler ki:
"Vallahi, Nuaym b. Mes'ud'un size haber verdiği gerçektir."
Beni Kurayza'ya şöyle haber gönderiniz:
"Biz vallahi, size adamlarımızdan tek bir kişi dahi vermeyiz. Eğer siz savaşmak istiyorsanız çıkınız ve savaşınız."
Beni Kurayza ise Kurayş elçileri bunu onlara dedikleri zaman şöyle dediler:
"Şubhesiz, Nuaym b Mes'ud'un bize anlattığı şey gerçektir. Kurayş ve Gatafan savaşmaktan başka bir-şey istemiyorlar. Eğer mağlub olurlarsa onlar kaçarlar ve sizi bu adamla baş-başa bırakırlar.
Kurayş ve Gatafan'a haber gönderiniz:
"Şubhesiz biz, siz bize bir takım rehineler vermedikçe sizinle beraber Muhammed ile savaşmayız."
Onlar da onlardan çekindiler ve Allah-u Teâlâ aralarını açıp onların üzerine soğuk kış gecelerindekine benzer şiddetli bir rüzgar gönderdi. Rüzgar onların çömleklerini ve evlerini alt üst etti. (Siyeri İbn-i Hişam)

RASULULLAHIN HAYATI VE ISLAMIN HAREKET METODU 2. CİLT HAK YAYINLARI ; Abdurrahman el Muhacir ,Hendek savaşı Bölümü Sayfa : 195-197

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Huzeyfe'yi (Casus Olarak) Göndermesi
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e düşmanlarının aralarının açılması ve Allah-u Teâlâ'nın onların cemaatlerini dağıtması haberi vardığı zaman Huzeyfe b. Yeman'ı çağırıb onu o gece ne yaptıklarını öğrenmesi için onların üzerine gönderdi.
Huzeyfe b. Yeman dedi ki: "Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gecenin bir zamanında namaz kılıyordu. Sonra bize doğru döndü ve:
"Kim kalkar ve düşman kavminin ne yaptığına bakar sonra da geri dönerse Allah-u Teâlâ'dan cennette onun arkadaşım olmasını isterim" dedi.
Korkunun, açlığın ve soğuğun şiddetinden bizden hiç bir adam kalkmadı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni çağırdı. Benim için kalkmaktan başka bir çare yoktu. Ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki:
"Ey Huzeyfe! Git ve muşriklerin içine gir. Ne yaptıklarına bak? Bize gelinceye kadar hiçbir şey yapma."
Ben de gittim ve muşriklerin içine girdim. Rüzgar ve Allah-u Teâlâ'nın askerleri (melekler) onlara yapacağını yapıyordu. Onların ne bir çömlekleri ne bir ateşi ne de bir binası yerinde duruyordu.
Bunun üzerine Ebu Sufyan kalktı ve şöyle dedi:
"Ey Kurayş topluluğu! Herkes yanında kimin oturduğuna baksın."
Ben de benim yanımda bulunan bir adamın elini tuttum ve şöyle dedim: "Sen kimsin?"
Dedi ki: "Ben falan oğlu falanım."
Sonra Ebu Sufyan dedi ki: "Ey Kurayş topluluğu! Şubhesiz ki siz, vallahi kalınacak bir yurtta bulunmuyorsunuz. Atlar ve develer yok oldu. Beni Kurayza da bize vaadini yerine getirmedi. Onlardan hoşumuza gitmeyen bir haber gelmiştir. Biz gördüğünüz rüzgarın şiddetiyle karşılaştık. Hiçbir çömlek düzgün kalmıyor, hiçbir ateş doğru yanmıyor, hiçbir ev (çadır) yerinde kalmıyor. Artık yola çıkın, işte ben çıkıyorum."
Sonra devesinin yanına kalkıb gitti. Deve ise bağlı idi. Üzerine oturdu. Sonra vurdu ve deve üç ayak üzerine kalktı. Vallahi, o inmeden bağ açılmadı. Şayet Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bana: "Gelinceye kadar bir şey yapma" ahdi olmasaydı isteseydim onu bir ok ile öldürürdüm.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e döndüm. O hanımlarından birine ait olan bir elbise içinde namaz kılmaktaydı. Selam verdiği zaman haberi ona bildirdim. Gatafan da Kurayş'in yaptığı şeyi işitmiş ve beldelerine kaçmışlardı.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sabahladığı zaman Hendek'ten Medine'ye doğru Müslümanlarla birlikte ayrıldılar ve silahlarını evlerine bıraktılar. (Siyeri İbn-i Hişam)


RASULULLAHIN HAYATI VE ISLAMIN HAREKET METODU 2. CİLT HAK YAYINLARI ; Abdurrahman el Muhacir ,Hendek savaşı Bölümü Sayfa : 197-199

*****************************************************

HENDEK SAVAŞI VE CASUSLUK

Hendek Savaşının Müslümanların en sıkışık olduğu esnada düşman saflarında iken müslüman olan Nuaym b. Mes'ud es-Sakafî gizlice Rasulullah'ın ordusuna katıldı.
Durumun kötülüğünü gören Nuaym, müttefiklerle Benu Kurayza Kabilesinin arasını bozmak için iyi bir vesile oldu.
Peygamber ona Benu Kurayza ile müşriklerin arasını açması için talimat verdi. İslâma girdiği bilinmediği için rahatça Benu Kurayza lideri Kaab b. Esed'in yanına gitti.
Kaab'ın yanında daha başka Yahudi liderleri de bulunuyordu. Onlara yahudilere bir iyilik etmek isteğimi söyleyerek Kurayş ve Gatafan kabilelerinin artık savaştan usandığından söz etti "hatta daha fazla zahmet çekecek olurlarsa sizi bırakıp gidecekler. O zaman siz İslâm ordusuna karşı koyamazsınız. Bu tehlikeyi önlemek için Kurayş ve Gatafan kabileleri ileri gelenlerinden birkaç kişiyi rehin alın" dedi. Yahudiler bu haberden son derece memnun oldu.


Nuaym, oradan Ebû Sufyan'ın ordugahına geldi. Ona Kurayza'lıların anlaşmayı bozduklarından dolayı pişmanlık duyduklarını ve anlaşmayı gizlice yenilediklerini, hatta suçlarını affettirmek için Kurayş ve Gatafan liderlerinden birkaç kişiyi rehin alarak müslümanlara teslim etmeyi düşündüklerini söyledi. Bu haber Ebû Sufyan'ı vesveseye düşürdü.
Derhal Kurayza liderine İkrime b. Ebî Cehl ve Benî Gatafanlı bir grupla haber göndererek muhasaranın çok uzadığını, askerin açlıktan şikayet ettiğini bu nedenle ertesi günü genel bir saldırı ile bu duruma bir son verilmesi gerektiği arzusunda olduğunu söyledi.
Buna karşılık Kurayzalılar, Kurayş ve Gatafan ileri gelenlerinden birkaç kişi rehin verilmedikçe kendilerine güvenemeyeceklerini bildirdiler. Kureyş ve Gatafan liderleri bu haberi işitince Nuaym'ın sözüne hak vererek rehin vermekten imtina ettiler. Kurayza kabîlesi ise onların tavrının Nuaym'ı doğruladığını görünce muttefiklerden ayrılarak onları kendi başlarına bıraktılar,
(İbn Hişam, es-Siretit'n-Nebeviyye, Mısır, 1375/1955, II, 230; Taberî, a.g.e. II 578-9).


Kuşatma yine sürüyordu, ama eski şiddetini kaybetmişti. Rasûlullah (s.a.v.) bu günlerde, bugün Ahzab Mescidinin bulunduğu yerde ayakta durub ellerini yukarıya kaldırarak müşrik kabileleri aleyhinde üçgün boyunca dua ettiler. Üçüncü gün öğle ile ikindi namazı arasında duasının kabul edildiği kendisine vahyedildi. Ashab bunu Rasûlullah'ın yüzünde dalgalanan sevinçten anladı. Cebrail (a.s.) "sevininiz, Allah onlara bir rüzgar saldı." diyerek Allah'ın müşrikleri kasırga ile perişan edeceğini haber vermişti. Allah Rasûlü hemen iki dizi üzerine çöküp ellerini kaldırdı. gözlerini yere indirdi. ve "bana ve ashabıma acıdığın için sana şükranlarımı sunarım Allah'ım" dedi. Sonrada haberi ashâbına o müjdeledi.

Beklenen rüzgar birkaç gün sonra geldi. Bu soğuk, dondurucu bir rüzgardı. Tozları, toprakları muşriklerin gözlerini dolduruyordu. Rüzgar, onları kendi başlarının derdine düşürmüş, çekilmek, zorunda bırakmıştır. Çadırların bezlerini, derilerini yırtıyor, direklerini söküyor, sergileri kumlara gömüyor, yakılan ateşleri, aşıkları söndürüyor, develeri, atları birbirine karıştırıyor, hiç kimse kimsenin yanına gidemiyor. Müşrikler ordugahlarından devamlı tekbir sesleri, silah şakırtıları duyuyorlardı. Kalblerine büyük bir korku düşmüş, amansız bir paniğe kapılmışlardı. Kur'an sonradan bu olayı mu'minlere şöyle hatırlatmaktadır:
"Ey mu'minler. Allah'ın size olan nimetini anın. Hani üzerinize ordular gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgar ve görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görüyordu. " (Ahzâb. 9)"
"Allah kâfirleri öfkeleri ile geri çevirdi. Hiçbirşey elde edemediler. Savaşta iman edenlere Allah'ın yardımı kâfi geldi. Allah güçlüdür, herşeye gâlibdir" (Ahzâb; 25).


Gece boyunca devam eden fırtına, sabahleyin biraz sukûnet buldu. Allah Rasûlu, Huzeyfe b. Yeman'ı düşman ordusu hakkında bilgi alması için gönderdi. Huzeyfe, düşman ordusunun perişan halini görerek geri döndü. Peygamber bundan son derece memnun oldu ve sonucu beklemeye başladı. (İbn Hişâm, a.g.e. II. 231-2)

O geceyi Huzeyfe bin Yeman (r.anh) şöyle anlatıyor:
O gece halk Rasulullah (s.a.v.)’ın başından dağıldılar. Yanında on kişiden başka kimse kalmadı. Biz saf halinde oturmuştuk. Ebu Sufyan ve onunla birlikte bulunan kuvvetler üst tarafımızda, Kurayza Yahudileri aşağımızdaydı. Çoluk çocuğumuzun üzerine baskın yapıverecekler diye korkup duruyorduk. Öyle bir karanlık çökmüştü ki, uzattığımız parmağımızı bile göremiyorduk. Gök gürültüsünü andıran gürültülerle korkunç bir rüzgar da gelip çatmıştı. Rasulullah (s.a.v.), gecenin bir kısmını namaz kılarak geçirdikten sonra bize doğru yöneldi:
- Bizim için gidip şu kavmin ne yaptığını görecek, sonra da yanımıza dönecek bir kimse var mı ki, ben onun Cennet’te bana arkadaş olmasını Allah’tan dileyeyim? buyurdu.
Orada bulunanlardan hiç biri, duydukları şiddetli korku, karşılaştıkları açlık ve şiddetli soğuk yüzünden ayağa kalkamadı. Hepimiz sustuk. Rasulullah (s.a.v.) : -
Bize şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu ki, Allah onu, Kıyamet gününde benim yanımda bulundursun?
diye sorusunu tekrarladı. Yine hepimiz sustuk. İçimizden hiç biri davetine icabet etme cesaretini gösteremedi. Benim üzerimde, ne düşmandan korunabileceğim kalkanım, ne de soğuktan korunabileceğim bir elbisem vardı. Eşimin entari üzerine giydiği, boyu dizlerimi geçmeyen kısa bir ceketten başka bir şeyim yoktu.
Rasulullah (s.a.v.) yanıma geldi, ayağıyla dokunarak: -
Kimdir bu?
- Ben Huzeyfeyim, ya Rasulullah! (s.a.v.)
- Sen geceden beri sesimi duymadın mı? Niye kalkmadın?
- Seni hak din ve Kitabla gönderen Allah’a yemin ederim ki, açlıktan ve soğuktan dolayı sana cevab veremedim.
- Git şu kavim ne yapıyor, bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar da onlara ne bir ok, ne bir mızrak, ne bir taş atacaksın, ne de bir kılıç vuracaksın!
- Ya Rasulullah! (s.a.v.) Onlar beni öldürürler diye korkmuyorum. Fakat beni yakalayıp işkence ederler diye korkuyorum.
- Yanıma dönüp gelinceye kadar ne sıcaktan, ne de soğuktan zarar göreceksin! Senin için esir edilip işkence görme tehlikesi de yoktur!
“Allah’ım! Onun önünden, arkasından, sağından, solundan, üstünden, altından koru!” diye dua etti. Kılıcımı, yayımı aldım. Muşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki hamamda yürüyordum. İçimde ne bir korku, ne de bir üşüme kalmıştı. Nihayet karargahlarına vardım. Ebu Sufyan’ı yanmış bir ateşin başında, adamlarıyla birlikte buldum. İki elini ateşe tutub, koltuklarına sürüyor,
- Göçüp gitmek gerek! Göçüp gitmek gerek!
diyordu. Sırtını ateşe doğru dönüp ısıtmaya başladı.
Kendi kendime: -
Daha ne bekliyorum? Allah düşmanının yerini görmüş bulunuyorum. diye düşündüm. Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayıma yerleştirdim.
Fakat Rasulullah (s.a.v.)’ın, “
Benim yanıma gelinceye kadar olay çıkarmayacaksın!” emrini hatırlayınca vazgeçtim, oku çantama koydum. Sonra kendimde bir cesaret buldum, içlerine girdim. Rüzgar ve Allah’ın görünmeyen ordusu, onlara yapacağını yapıyor, tencere ve tavalarını deviriyor, ateş ve ışıklarını söndürüyor, çadırlarını başlarına yıkıyordu. Müşriklerle birlikte ateşin yanına oturdum.
Bir süre sonra,
Ebu Sufyan casusların varlığından korkarak ayağa kalktı:

- Herkes, yanında oturanın elini tutsun, kim olduğunu tanısın!
dedi. Herhalde aralarına casus girdiğini sezmişti. (Metalibul Aliye -İbn Hacer el Askalani - C:4, SH.226, Kuveyt/1393)
Hemen sağ elimi uzatıb, sağ yanımda oturanın elini tuttum ve sordum: -
Sen kimsin!
- Amr bin As!
Sonra hemen sol yanıma döndüm. Sol yanımda oturanın elini tuttum ve ona da sordum: -
Sen kimsin!
- Muaviye bin Ebu Sufyan! dedi.
Bunu tanınırım korkusuyla yapmıştım.
Sonra Ebu Sufyan konuşmaya başladı: -
Ey Kurayş cemaati! Vallahi, siz durulacak bir yerde değilsiniz! Atlar ve develer ölmeye başladı. Kıtlık her tarafı sardı. Beni Kurayza Yahudilerinden hoşumuza gitmeyecek haberler alıyoruz. Rüzgar yüzünden başımıza gelenleri de görüyorsunuz. Hemen toplanıp geri dönün. İşte ben dönüyorum!
Sonra devesine bindi.
Etrafımdakiler : -
Buradan gidelim! Burası durulacak bir yer değil!
diye bağırışıyorlardı.
İkrime, Ebu Sufyan’a, -
Sen kavminin lideri ve ordunun başı olduğun halde, halkı nasıl bırakıp gidiyorsun? diyince,
Ebu Sufyan utandı. Devesinden indi. Halka: -
Haydi gidiniz! dedi.
Ebu Sufyan dikilip dururken Halk göç etmeye başladı. Muşriklerin ordugahından dönerken yine hamamda yürüyormuş gibiydim. Rasulullah (s.a.v.)’ın yanına döndüğümde, yemen işi bir kilim üzerinde namaz kılıyordu. Vallahi, döner dönmez, bütün üşümelerim gerisin geri geldi. Tir tir titriyordum. Rasulullah (s.a.v.) eliyle yaklaşmamı işaret etti, yanına yaklaştım. Yine işaret etti, biraz daha yaklaştım. Kilimin bir ucunu üzerime örttü.
Namazını bitirince, -
Yeman’ın oğlu! Otur! Muşrikler hakkında ne haberler var?
- Ya Rasulullah! (s.a.s) Halk, Ebu Sufyan'ın başından dağılmış. Yanında az bir insan kalmış. Allah, bizim üzerimize boşalttığı gibi onların da üzerine soğuk boşaltmakta. Fakat biz buna karşılık, Allah’tan ecir dileriz.
dedim. Kendisine müşriklerin bütün haberlerini verdim, onları göçüb giderlerken bıraktığımı söyledim.
Rasulullah (s.a.v.), azı dişleri görününceye kadar güldü. Beni, ayak ucuna yatırdı ve örtüsünün bir ucunu üzerime bıraktı. Örtünün içinde sabah namazına kadar uyudum.
Sabah olduğunda bana, -
Ey uykucu! Kalk artık! buyurdu.
(Dar'ul Harb Fıkhı , Ölçü yayınları , Mustafa Çelik, Cilt 2 , Sayfa 172-176)

***
Sabaha çıkıldığında, düşman ordugahında tek bir kişi bile kalmamıştı. Müşrikler, yanlarında götüremedikleri bir takım eşyaları da bırakıp gitmişlerdi.
Hendekten dönecekleri sırada Peygamber (s.a.v.), -
Bu yılınızdan sonra, Kurayşliler, artık sizinle çarpışamayacaklar! Fakat siz onlarla çarpışacaksınız! ( Hendek savaşından sonra savunma cihadı bitti , artık fetih cihadı) buyurdu.

Ebû Sufyan ansızın uğradığı bu büyük felâket üzerine Kurayza kabilesinin ordudan ayrıldığı ve orduda ihtalâf çıktığı bahanesiyle kuşatmayı sona erdirerek geri çekilme emrini verdi. Amr İbnû'l-âs ile Halid b. Velid ikiyüz süvari ile müşriklerin geri çekilişini denetlediler. Müşrikler başarısızlıklarından doğan umutsuzluk ve sıkıntı içerisinde hızla ricat etmeye başladılar.

Kureyş ordusu Mekkeye, Gatafan kabileleri Necid'e doğru yol alırken müslümanlar savunma hattından çıkarak düşman ordugahına vardılar. Düşmanın telaş ve heyacan içinde geri çekilirken bırakmış oldukları erzak ve zahirelere ve Ebû Sufyan'ın yahudi reislerinden Hayg'a gönderdiği yirmi deveye el koydular. Develer kurban edildi, hurma dolu sepetler boşaltıldı ve müslümanlara dağıtıldı. Bu ganimet vasıtasıyla muhasaranın ortaya çıkardığı kıtlık ortadan kalkmıştı.
Rasûlullah (s.a.v..) müslümanlara hitab ederek, "Ey İslâm mucahidleri! Emin olunuz ki bu muzafferiyet sizin için ölümsüz bir başaııdır. Bundan böyle Kurayş kabilesi size değil, siz Kureyş'e taarruz edeceksiniz" buyurdu.
Rasûlullah'da bu sözleriyle müşriklerin bütün gücünün tükendiğini, artık müslümanların zafer yollarının açıldığını da müjdelemiş oluyordu.


O gün öğleye doğru Peygamber, aldığı ilâhi bir emir gereği müslümanlara derhal bir ilan yaptırarak bu savaşta müşriklerle bir olup, kendilerini arkadan vuran Benu Kurayzaya karşı savaşmak üzere şu emri verdi:
"Kim dinler ve itaat ediyorsa, ikindi namazını Benû Kurayza önlerinden başka yerde kılmasın" Bu emri alan müslümanlar derhal hareket ederek bu yahudi belasını da ortadan kaldırdılar.
(Dar'ul Harb Fıkhı , Ölçü yayınları , Mustafa Çelik, Cilt 2 , Sayfa 172-176)
****************************************



PEYGAMBERİN YÖNETİMİ : Abdulhay El-Kettânî (Fas'lı , Tarikatçı )

BEŞİNCİ BÖLÜM : Casus

Rasulullah'ın (sav) casus olarak gönderdiği kimse: Mus*lim, Enes'ten şu rivayeti tahric eder:
"Rasulullah (sav), Ebû Sufyân'ın kervanının ne yaptığını öğrenmesi için Buseybese'yi casus olarak gönderdi.”[Muslim, İmâre 145.]

Adı geçen Besbes,[Metinde Beybis şeklinde geçmiştir.] küçültme isim kalıbıyla Buseybese, Besbes ve Besbese olarak üç şekilde söylenmekte olup bu konuda onun el-îsâbe'deki bi*yografisine bakınız.[el-İsâbe, I, 147]
el-Isâbe'de Adî b. Ebi'z-Zağbâ el-Cuhenfnin biyografisinde şöyle de*nir: Hz. Peygamber (sav) onu Besbese b. Amr ile birlikte Bedir Savaşında Ebû Süfyân'ın haberini araştırmak üzere gönderdi. İkisi, deniz sahiline ya*kın yere varıncaya dek gittiler. İbn Ukbe (Musa b. Ukbe) bunu İbn Şihâb'dan naklen zikreder (bkz. IV, 230).[age,II,470] Bu rivayetin benzeri el-istibsâr'da mev*cuttur. Ancak orada "Besbes b. Amr el-Cuhenî ile birlikte" şeklinde geçmek*tedir.

Buhâri'de, hicret kıssasında Âişe'den şöyle dediği rivayet edilir:
"Abdullah b. Ebubekir, Peygamber (s.a.v.) ve babası Ebubekir'e Kurayş'in haberlerini getiriyordu. Zeki ve becerikli genç bir çocuktu. Onların yanında geceler, seferle birlikte çıkar gider ve Kurayş'in yanında gecelemiş gibi on*larla birlikte sabahlardı."

[Buhâri, Libas 16, Menâkıbul-ensâr 45. Metinde farklılık ve düşüklük mevcuttur.]

İbn İshak'ın Sîret'inde şu bilgi verilir:
Peygamber (s.a.v.) Bedir sava*şma çıktığında Safra mevkiine yakan bir yere varınca Benî Sâide'nin ha1ı f i (andlaşmalı) Besbese b. Amr el-Cuhenî ile Benî Neccâr'ın halîfi Adî b. Ebi'r-Rağbâ el-Cuhenî'yi, Ebû Sufyân b. Harb ve diğerlerinin durumunu araştırmak üzere Bedir'e gönderdi.

[İbn Hişâm, I, 614. Bu bilgiyi Huzâi de (s. 467) İbn İshak'tan naklen vermiştir]
Yine îbn îshak'ta Bedir gazvesi ile ilgi*li olarak şu bilgi kaydedilir:
Peygamberin (sav) bizzat kendisi ve ashabından biri (Ebubekir) bineklerine binip çıktılar. Yolda yaşlı bir Arab'a rastladılar, ona Kurayş ile Muhammed (sav) ve ashabını, bunlardan kendisine ulaşan haberi sordu. Adam da kendilerine haber verdi. Haberi verdikten sonra Peygamber ve yanındakine "kimlerdensiniz?" diye sordu, Rasulullah(sav)da sudanız! buyurdu.
Rasulullah (sav) sonra ashabının yanına döndü ve Ali, Zubeyr, Sa'd b. Ebî Vakkas ve başkalarını haber araştırmak üzere Bedir'e gönderdi (II, 56).

[age, I, 615-616. Yaşlı Arab Rasulullah'a (sav) kim olduklarını söylemedikçe haber vermeyeceğini söyleyince, Rasulullah önce kendisi söylerse kimlerden olduklarını haber vereceğini belirtir. Adam haberi verip kim olduklarını sorunca Rasulullah yukarıda anılan cevabı verir. Adam da kendi kendine "ne suyundan, Irak'ın suyundan mı?" diye söylenip durur.]

el-İstîâb'da geçtiği üzere Peygamber (sav) Medine'den Bedirce hareket etmeden önce Talha b. Ubeydullah ile Said b. Zeyd'i haber araştırmak üzere Şam yoluna gönderdi. Onlar sonra Medine'ye döndüler ve Bedir savaşı günü Medine'ye vardılar. Rasulullah (s.a.v.) da onlara ganimetten paylarını verdi. [el-İstîâb, II, 219-220. Bu bilgi metinde altı çizilmediğinden Kettâni'ye ait görün*mektedir.]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Ebû Temîm el-Eslemî'nin biyografisinde şu bilgi verilir:
O, hizmetçisi Mesud b. Huneyde'yi, Uhud savaşı için Kureyş'in kendisi üzerine geldiğini, sayılarının, at ve silahlarının ne kadar olduğunu haber vermek üzere yaya olarak Arc'dan Rasulullah'a (s.a.v.) gönderdi. [îbn Sa'd, IV, 310]

el-lstîâb'da Huzeyfe b. Yemân'ın biyografisinde şu bilgi verilir:
O, .Peygamberdin (s.a.v.) Hendek savaşı sırasında Kurayş'in durumunu öğrenmek üzere gönderdiği kimse olub onların göçüşleri haberini getirmişti. [el-İstîâb, I, 277. Huzâi de bu bilgiyi îbn Ishak'tan naklen vermiştir, (s. 468]
İbn İshak'ın Sîretinde Hevâzin kıssasında şu bilgi geçer:
Huneyn Gazvesi öncesinde Hevâzin, Sakîf, Nasr, Cuşem ve diğer kabilelerden insanlar Rasulullah'ın (s.a.v.) durumunu gö*rüşmek üzere toplandıklarında, Rasulullah (s.a.v.) bunu haber alınca onlara Abdullah b. Ebû Hadred'i gönderdi ve halkın arasına girib bilgi edinince ve haberlerini getirinceye kadar orada kalmasını emretti. İbn Ebî Hadred hemen gitti, aralarına girdi ve Rasulullah'a (s.a.v.) savaş açma kararlarını duyup öğreninceye kadar içlerinde kaldı, sonra da gelerek Rasulullah'a (s.a.v.) haber verdi. [ibn Hişâm, II, 439-440. Metinde altı çizili olmadığı için Kettâni'ye ait görünen bu bil*gi Huzâi taralından verilmiştir.]
Bu bilginin aynısı el-Mevâhib ve şerhinde de mevcuttur. (III, 2)


el-isâbe'de müellif, Umeyye b. Huveylid'in biyografisini vererek Peygamber'in (s.a.v.) onu yalnız başına Kurayş'e casus olarak gönderdiğini ve onun şöyle dediğini zikreder:
Hubeyb'in (bağlı olduğu) odunun yanına geldim, gözcülerden korkuyordum, çıktım ve Hubeyb'i çözdüm.[el-lsâbe, 1,128,419]
Yine el-isâbe'de Bişr b. Sufyân el-Utakî'nin biyografisini verir ve Kurayş'in haberlerini araştırmak üzere Rasulullah'ın (s.a.v.) onu Mekke'ye gönderdiğini zikreder.[age, I, 151.]
el-isâbe'de Cubeyle [Metinde Cebele şeklinde geçmiştir] b. Âmir el-Belevî'nin biyografisi verir ve onun Ahzâb (Hendek) savaşında Peygamber'in (sav) casusu olduğunu kaydeder.[age, I, 226]
Yine el-isâbe'de Hubeyb b. Adîel-Ensârinin biyografisini verir ve Buhâri'den naklen Rasulullah'ın (s.a.v.) on kişiyi casus olarak gönderdiğini ve başlarına Âsim b. Sabit'i emîr tayin ettiğini zikreder. Sonra İbn Ebî Şeybe'nin tahric ettiği bir rivayetten, Peygamber'in (s.a.v.) onu yalnız başına Kurayş'e casus olarak gönderdiğini nakleder.[age, 1,418-419.

Kettani, Hz. Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/121-123]


Düşman Ülkesinde Devlet Başkanına Onların Haberlerini Göndermek Üzere Casus Tutulan Kimse

el-İstîâb'da (sf: 426) Rasulullah'ın (s.a.v.) amcası Abbas b. Abdulmuttalib'le ilgili olarak şu bilgi verilir:
Abbas Hayber fethinden önce müslüman oldu; müslümanlığını gizliyor ve müşriklerin haberlerini Rasulullah'a (s.a.v.) yazıyordu. Peygamber de kendisine "Mekke'de kalman daha hayırlıdır" diye yazdı.[el-istîâb, III, 95]
el-isâbe'de müellif, Enes b. Ebî Mersed el-Ganevf nin biyografisini verir ve İbn Sa'd'dan naklen onun Rasulullah'ın (s.a.v.) Evtas'taki casusu olduğunu kaydeder.[el-İsabe, I, 73.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/123]

Devlet Başkanının Kendi Ülkesinde Halk Arasında Casus (Haberci) Edinmesi

Tirmizi'nin Şemailinde îbn Ebî Hâle'nin uzun hadisinde şu husus zikredilir:
Peygamber (s.a.v.) halka, halkın içinde olub bitenleri sorardı.[Tirmizi, etj-Şemâil, Beyrut 1406, s. 178 (hadis nr. 329)]

İbnu't-Tilimsâni Şerhu'ş-Şifâ'da şöyle der:
"Bu, nehyedilen tecessüs türünden olmayıb üstün kimseyi ( fâdı1 ) onun seviyesinde olmayandan (mefdû1) ayırdetmek ve bunların devlet başkanı katında kendi (hakettikleri) mevkide bulunmaları içindir. Bundan dolayı bu hususları haber vermek, nehyedilmiş gıybetten sayılmayıp emredilen nasihat kabilindendir.
Munâvi de Şemail şerhinde şöyle der:
Bu, toplumda olub bitenlerin iç yüzünü anlama hususunda yöneticileri, hatta onlardan başka fukaha, salihin ve halkın önde gelenleri gibi tabileri çok olan kimseleri irşaddır. Bunlar, bazan telafisi mümkün olmayan zararlara yol açmaması için bundan gafil bulunmamalıdırlar.
Hafız îbn Hacer Fethu'l-Bâride "Ezaya karşı sabır babı"nda Peygamber'in (s.a.v.) "Allah, Musa'ya rahmet etsin, bundan daha çok ezaya maruz kaldı da sabretti" [Buharı, Edeb 53] buyurduğu kıssada şöyle der:
Bu hadiste, kendi haklarında söylenenleri, sözü söyleyenden sakınmaları (tedbirli olmaları) için devlet başkanına ve fazilet ehline haber vermenin caiz olduğuna delil vardır.[Fethul-Bârî, XXII, 312]
Useyd b. Musa, Fedâilu'ş-Şeyhayp adlı kitapta Hur'dan şöyle dediği rivayetini tahric eder: Ömer'in halk arasında casusları (muhbir) vardı.

Enteresan bir bilgi:
Allâme Ebu'l-Abbas Ahmed b. Ali el-Bûsaîdî'nin Fevâidu'l-munâsaha fî fVli'l-musâfaha [Fihriaul-fehâris'te (1,248-249) eserin adı Bezlul-munâsaha... şeklinde geçmektedir] adlı eserinde şu bilgi geçer:
Efendim Ali b. Belkasım el-Batyavî bana haber verdi: "Bize ulaştığına göre Şeyh îbn Gazi, tabilerinden bazılarını perşembeden perşembeye, memlekette olup bitenleri kendisine yazmak üzere görevlendirmişti. Bu yazılanları, ders yapmadığı perşembe günü mutâlâa ederdi. Zamanın ve ehlinin bilinmesi konusunda îbn Gâzi'den bu hususun nakledilmiş olması, "zamanı bilmeyen..." gerçeğine bağlı olarak bu davranışın caiz veya gerekli hususlardan olduğunu gösterir." Bu bilgiyi müellifin elyazısından naklettim.
Şeyh Ebû Ali el-Yusî'nin el-Muhâdarât'ında Emir Muhammed el-Hâc el-Delâî' nin ona Hafız Ebu'l-Abbas el-Makkarî [Nefhu't-tîb muellifidir] ile ilgili olarak şu bilgiyi naklettiği kaydedilir:
Makkarî, Mısır'da kaldığı sırada, her sabah olunca çarşıları, mescidleri, meydanları ve sokaklarıyla şehri baştan başa dolaşıp gördüğü her olayı ve duyduğu her şeyi akşam kendisine haber vermesi için yiyeceği, giyeceği ve sair ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir adam tutmuştu.
Derim: Şubhe yok ki İbn Gazi ile Makkarf nin zamanında gazeteler çıksaydı, gazetelere ilk abone olacak kimselerden olurlardı. Mesela günlük on gazeteye abone olmaları, mezkur adamın iaşesi ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaktan daha ucuza mal olurdu onlara. Allah en doğrusunu bilir.
Ebû Abdullah Muhammed b. Musa el-Mekkî en-Nâsırr nin ed-Dureru'1-murassaa fî sulehâi Der'a[Fihrisul-fehâris, indeks; Suppl., II, 687] adh eserinde sünnet ehli ve örnek imam Ebu'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Nasır ed-Der'fnin [Bu zat için bkz Fihrisul-fehâris, II, 916-918] biyografisinde, talebelerinden birinin şöyle dediği nakledilir:
Şeyh, bölge ve şehirlerdeki halkın durumu ve başlarından geçenleri çokça sorar ve araştırırdı. Bana bu*nu çok sorardı. Bir defasında "Haberlerden şeyhe ne? Namazıyla, orucuyla ve tesbihiyle uğraşsa kendisi için bundan daha güzel olurdu!" diye içimden geçirdim.
Bundan kısa bir süre sonra bana haber vererek şöyle dedi:
"Mu'min, müslüman kardeşleri ve durumlarının ne olduğunu sorar; hayırda olana hayrının artması ve afiyeti için dua eder, kötülük ve yoksulluk içinde bulunan için de hayır ve rahmet niyaz eder."
ed-Durer muellifi, Arif eş-Şa'rânî'nin de bu yolu izlediğini söyler.
İbn Sa'd'ın Tabakalında Osman (r.anh)'ın biyografisinde, Musa b. Talha'dan şöyle dediği rivayet edilir:
"Muezzin ezan okurken Osman b. Affân'ı gördüm; insanlarla konuşuyor, fiyatlar ve haberlerle ilgili olarak onlara soruyor, bilgi alıyordu."

Yine Musa'dan şöyle dediğini kaydeder: "Osman'ı gördüm, Cumua günü çıkıp minbere oturuyor, müezzin ezan okuyor o da konuşuyor, halka fiyatları, yöneticilerini [Metinde "kuddâmuhum" kelimesi "kuvâhum" şeklinde geçmiştir] ve hastalarını soruyordu. Muezzin susunca da kalkıp asasına dayanarak hutbe okuyor, sonra bir miktar oturuyor ve daha önce yaptığı gibi halkla konuşup onlara (durumlarını) soruyor, sonra kalkıp hutbe okuyor, sonra iniyor ve muezzin kamet getiriyordu.
[İbn Sa'd, III, 59; İbn Şebbe, III, 960-962; Suyûti, Târihul-huleffi, sf: 181.
http://www.dumlu.com/tarih/peygamberlertarihi/kettani/007.htm ]
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
SUİKASTLER

Ka'b b. El-Eşref in Öldürülmesi
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına şöyle dedi:
"Ka'b b. Eşrefi kim öldürür? Çünkü o Allah'a ve Rasûlüne eziyet etmiştir."
Muhammed b. Mesleme:
"Ya Rasûlallah! İster misin onu ben öldüreyim?" dedi.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Evet isterim" dedi.
İbn-i Mesleme:
"Öyle ise (Ka'b'ın hakkınızda hoşlanacağı) bir şey söylememe izin verir misiniz?" dedi.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Ne istersen söyle" dedi.
Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme Ka'b'a (Ebu Naile ile birlikte) gitti ve:
"Şu kişi (yani Muhammed) bizden sadaka istedi ve bizi güç duruma soktu. Ben de ödünç bir şey almak için sana geldim" dedi.
Ka'b da İbn-i Mesleme'nin söylediği şeyi tasdik ederek:
"Muhakkak o, sizin utancınızı daha da arttıracaktır" diye ekledi.
Muhammed b. Mesleme:
"Ne yapalım, bir kere uymuş bulunduk. Onu derhal bırakmak istemiyoruz. Onun durumu sona erinceye kadar bekleyecek ve halinin ne olacağına bakacağız. Şimdi biz, senin bir vesk veya iki vesk ödünç hurma vermeni istiyoruz" dedi. (Buhari - Müslim)
Ebu Naile de şöyle dedi:
"Bu adamın (Muhammed'in) bizim yanımıza gelmesi başımıza bir bela oldu. Onun yüzünden araplar bize düşman oldular ve bir tek yaydan bize hücum ettiler, yollarımızı kestiler. Ailelerimiz dağıldı, güçlüğe düştük."
Kab dedi ki:
"Ben Eşrefin oğluyum. Vallahi ey İbn-i Mesleme! Ben sana daha önce söylemiştim, dediğim oluyor." (Siyeri İbn-i Hişam)
Bunun üzerine Ka'b:
"Anlaşıldı. Siz bana rehin veriniz" dedi.
İbn-i Mesleme ve arkadaşları:
"Rehin olarak ne istersin?" diye sordular. Ka'b:
"Kadınlarınızı" dedi. Onlar:
"Kadınlarımızı sana nasıl rehin edebiliriz? Bugün sen arabın en yakışıklı kişisisin" dediler. Ka'b:
"Öyleyse oğullarınızı rehin veriniz" dedi. Onlar:

"Oğullarımızı nasıl rehin veririz?"
Sonra onlardan biri hakkında:
"Bir, iki deve hurmaya rehin oldu" diye söylenir ki bu bizim için bir utançtır. Ama biz sana silahımızı, zırhımızı rehin olarak verelim" dediler.
Ka'b kabul ederek, kendisine gelmesi için İbn-i Mesleme'ye zaman belirledi. (Buhari - Müslim)
Bunun üzerine Ebu Naile (ile Muhammed b. Meslem'e) arkadaşlarına dönüp durumu haber verdi ve silahlarını alıp onun yanında toplanmalarını emretti. Onlar önce Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında toplandılar.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlarla birlikte Bakiül Garkad'a kadar yürüdü. Sonra onları gönderdi ve şöyle dedi:
"Allah'ın ismi ile gidiniz. Ey Allah'ım! Onlara yardım et." (Siyeri İbn-i Hişam)
İbn-i Mesleme bir gece Ka'b'a geldi. Dışarıdan seslendi. Yanında Ka'b'ın süt kardeşi Ebu Naile vardı. Ka'b bunları kale içine davet etti ve misafirlerini karşılamak için indi. Karısı Ka'b'a:
"Bu saatte nereye gidiyorsun?" diye itiraz elti ise de Ka'b:
"Bu seslenen Muhammed b. Mesleme ile süt kardeşim Ebu Naile'dir" diye karşılık verdi. Kadın:
"Emin ol, bir ses işittim ki ondan sanki kan damlıyor" dedi. Ka'b:
"O Muhammed b. Mesleme ile benim süt kardeşim Ebu Naile'dir. Hem cesur olan bir genç geceleyin kılıç darbesine çağrılsa bile o çağrıya muhakkak uyar" dedi ve onların yanına indi.
Muhammed b. Mesleme kendisiyle beraber iki kişiyi de kaleye soktu. (Bir rivayete göre de bunlar: Ebu Abs b. Cebr, Haris b. Evs, Abbad b. Bişr olmak üzere üç kişidir.)
Muhammed b. Mesleme arkadaşlarına şöyle dedi:
"Ka'b'ın yanına gelince ben onun başını tutup saçını koklarım. Siz, onun başını sıkıca tutup yakaladığımı gördüğünüzde hemen kılıçlarınızı çekip Ka'b'ı öldürünüz" demişti, (İbn-i Mesleme'nin arkadaşlarına: "Kab'ın başını size de koklatırım" dediği de rivayet edilmiştir.)
Ka'b b. Eşref üzerinde pahalı elbiseler olduğu halde etrafa güzel kokular saçarak misafirlerinin yanına indi. (Buhari - Müslim)
Sonra Ebu Naile şöyle dedi:
"Ey İbn-i Eşref! Şib'i Acuz'u (Medine'nin dış tarafını) bizimle gezmek istemez misin? Bu gecemizin kalan kısmını orada konuşarak geçirelim." Ka'b:
"Nasıl isterseniz?" dedi.
Bunun üzerine yola çıkıp gezmek için bir müddet yürüdüler. (Siyeri İbn-i Hişam)
(Bu gezintileri esnasında) Muhammed b. Mesleme:
"Bunun gibi güzel koku duymadım" diyerek Ka'b'a yaklaştı. Ka'b:
"Arab'ın en soylu ve en güzel kokulu kadınları sinemde yaşıyor" dedi.
İbn-i Mesleme:
"Saçlarını koklamama izin verir misin?" dedi. Ka'b:
"Evet veririm" dedi.
İbn-i Mesleme kendisi koklayıp arkadaşlarına da koklattıktan sonra Ka'b'a:
"Bana bir daha koklamam için izin verir misin?" dedi. Ka'b:
"Evet" dedi. Bu defa İbn-i Meslem'e Ka'b'ın başını sıkıca yakalayıp arkadaşlarına:
"Haydi kılıçlarınızla vurup öldürünüz" dedi. (Buhari - Müslim)
Onlar ona kılıç darbelerini ard arda indirdiler ama bir kar sağlayamadılar.
Muhammed b. Mesleme dedi ki:
"Kılıçlarımızla onu öldüremediğimizi görünce kılıcımdaki bir bıçağı hatırladım ve onu aldım. Bu sırada Allah düşmanı öyle bir bağırdı ki etrafımızda ateşin yakılmadığı hiçbir kale kalmadı. Derhal bıçağımı onun kasığı ile göbeği arasına saplayıp onun üzerine yüklendim ve nihayet bıçak onun kasığına ulaşınca Allah düşmanı yere düştü. Bu saldırı sırasında Haris b. Evs de bizim kılıçlarımızdan birisinin ona isabet etmesi sonucunda başından veya ayağından yaralanmıştı.
Biz yola çıkıp Beni Ümeyye b. Zeyd üzerinden yürüdük. Beni Kureyza ve Buaz üzerinden geçerek nihayet Ureyz (Medine'nin vadisi) harresine ulaştık. Arkadaşımız Haris b. Evs kan kaybetmesi sebebiyle bizim yanımıza gelmekte gecikti. Biz onu bir süre bekledik. Sonra bizim izimizi takib ederek yanımıza geldi. Biz onu yüklenerek gecenin sonunda Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e götürdük.
Rasûlullah o sırada henüz uyumamış namaz kılıyordu. Ona selam verdik. O da bizim yanımıza çıktı. Biz ona Allah düşmanının öldürüldüğünü haber verdik. (Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem da Allah'a hamd etti ve) arkadaşlarımızın yaraları üzerine tükrüğünü sürüp döndü. Biz de evimize döndük. Sabah olunca yahudiler Allah düşmanına yaptığımız şeyden dolayı korkmuş ve orada bulunan her bir yahudi kendi hayatından endişe etmeye başlamıştı. (Siyeri İbn-i Hişam)


Ebu Rafi'nin Öldürülmesi -1-
Ka'b b. Eşrefin Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e düşmanlığından dolayı Evs tarafından öldürülmesi üzerine Hazreçliler Evs'e:
"Bu yaptığınızdan Ötürü bize üstün olamazsınız." dediler ve bu sebeple kendi aralarında istişare ettiler. Sonra birbirlerine:
"Acaba Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e İbn-i Eşref gibi düşman olan başka kim vardır?" dediler.
Bir müddet düşündükten sonra Allah düşmanı Ebu Rafi'de karar kıldılar. Ebu Rafi bu sırada Hayber'de idi.
Aralarındaki bu istişareyi Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'a haber verdiler ve Ebu Rafi'yi öldürmek üzere Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den izin istediler. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara izin verdi fakat kadın ve çocukları öldürmemelerini tenbih etti. Onlar da Hazreç'ten beş kişiyi seçip Ebu Rafi'yi öldürmeleri için gönderdiler.
Bu kişiler şunlardır:
Abdullah b. Atik, Mes'ud b. Sinan, Abdullah b. Enis, Ebi Katade el-Haris b. Rib'i ve Huzai b. Esved (bu Eslem'in halifidir.) (Siyeri İbn-i Hişam)


Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ensar'dan birtakım kimseleri, yahudi Ebu Rafi'yi öldürmek için görevlendirip üzerlerine de Abdullah b Atik'i kumandan tayin etti.
Ebu Rafi, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e çok eziyet eder ve onun aleyhindeki her şeyi desteklerdi. Bu yahudi, Hicaz topraklarında kendisine ait sağlam ve dayanıklı bir kalede oturmaktaydı.
Abdullah b Atik ve arkadaşları kaleye yaklaştıklarında güneş batmış, köy halkı da hayvanlarıyla otlaktan dönmüşlerdi. Bu durum üzerine Abdullah b. Atik arkadaşlarına:
"Siz yerinizde durunuz. Ben gidip kapıcılara nazik davranayım. Böylelikle içeriye girebileceğimi zannediyorum" dedi ve kale kapısına doğru yürüyerek kapıya yaklaştı. Sonra kendisini gizlemek için elbisesine bürünerek sanki tuvalet ihtiyacını gideriyormuş gibi davrandı. Halk tamamen kaleye girmişti.
Abdullah b. Atik olayı şöyle anlatıyor:
"Bu sırada kale kapıcısı bana hitaben:
"Ey Allah'ın kulu! Kaleye girmek istersen hemen gir. Zira kapıyı kapayacağım" dedi.
Ben de hemen girip içeride gizlendim. Zaten halk da tamamen içeri girmişti. Böylece kapıcı kapıyı kilitledi ve anahtarları bir direğe astı. Hemen kalkarak anahtarları alıp kapıyı açtım.
Ebu Rafi'nin yanında akşamdan sonra gece sohbeti yapılırdı. Bu sohbet kalenin üst katlarında olurdu. Sohbet bitip de dostları Ebu Rafi'nin yanından dağılınca hemen yukarı çıkarak açtığım her kapıyı iç taraftan sürgülemek suretiyle onun yanına gittim.
Düşündüm ki kapıların bu şekilde kapalı olması Ebu Rafi'nin adamları beni yakalamak için gelecekleri zaman onu öldürünceye kadar onları engellerdi. Bu şekilde Ebu Rafı'nin yattığı odaya vardım. Ebu Rafi karısıyla birlikte karanlık bir odada yatıyordu. Bu nedenle odanın neresinde olduğunu tam olarak kestiremediğimden:
"Ebu Rafi!" diye seslendim. Ebu Rafi de:
"Kim o?" diye cevab verdi.
Hemen sesin geldiği yere giderek adama bir kılıç darbesi indirdim. Fakat heyecanımdan dolayı isabet ettiremedim. Ebu Rafi'nin bağırması üzerine ben de odadan dışarı çıkıp kısa bir zaman bekledikten sonra tekrar içeri girdim. (Bu kez sesimi değiştirerek):
"Bu feryat nedir, ya Eba Rafı?" dedim.
"Anan cehenneme! Sen gelmeden önce birisi kılıçla beni öldürmek istedi" dedi.
Ona bir darbe daha indirdim. Bu kez onu iyice yaraladım ama öldüremedim. Sonra kılıcımın ucunu karnına batırdım. Nihayet Ebu Rafi yere düştü.
Bu defa onu öldürdüğümü anladım ve hemen kapıları birer birer açıp kaçmaya başladım. Tam merdivenin son basamağına varmıştım ki yere ulaştığımı sanarak ayağımı attım ve merdivenden düştüm. Ayağım kırıldı. Hemen bir sargı ile bu kırığı sarıp yürüdüm. Kapıya varıp orada oturdum. Ve kendi kendime:
"Şunu öldürüp öldürmediğimi iyice anlayıncaya kadar bu gece kaleden çıkmayayım" diye karar verdim.
Nihayet horozlar ötmeye başlayınca ölü ilancısı kale surlarından:
"Hicaz halkının taciri Ebu Rafi'nin ölümünü duyururum" diye bağırdı.
Bunu duyduktan sonra arkadaşlarımın yanına gidip onlara:
"Artık tamam. Allah Ebu Rafi'yi öldürdü" dedim.
Nihayet Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna vardım. Olayı anlattım. Bana:
"Ayağını uzat" dedi. Ben de ayağımı uzattım. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayağımı sıvazladığında ayağımda hiç ağrı kalmadı. (Buhari)


Sufyan b. Halid el-Hendeli'nin Öldürülmesi -1-
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Süfyan b. Halid'in etrafındaki insanlarla beraber Arne denilen yere inerek kendisine karşı savaşmak için hazırlandığı haberini aldı. Süfyan'a araplardan birçok insan daha katılmıştı. Bu haber üzerine Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Abdullah b. Uneys'i tek başına Süfyan'ı öldürmeye gönderdi ve ona:
"Huzaa'nın grubuna katıl" dedi.
İbn-i Uneys:
"Ya Rasûlallah! Onu bana tarif et ki, gördüğüm zaman tanıyabileyim" dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Onu gördüğün zaman ondan ürpererek çekinir ve şeytanı hatırlarsın. Kendisini gördüğünde içinde bir ürperti duyarsan bil ki aradağın kişi odur" diyerek ona aklına gelen her şeyi söylemesi için izin verdi.
İbn-i Uneys Radıyallahu Anhu, hiç kimseden çekinmez ve ürpermezdi. Hemen silahını kuşanarak yola koyuldu. "Arne" denilen yere vardığında Süfyan'ı bir takım Habeşliyle birlikte yürürken gördü ve ondan ürperdi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in tarifinden onu hemen tanıdı. Bu arada ikindi namazının vakti gelmişti.
Yürürken ima ile namazını kıldı. Süfyan'a yaklaştığında Süfyan:
"Sen kimsin?" diye sordu, İbn-i Uneys:
"Ben Huzaalılardan bilişiyim. Senin Muhammed'e karşı kuvvet topladığını duydum ve sana katılmaya geldim" dedi. Onunla beraber yürüyerek konuşmaya başladı ve:
"Muhammed'in uydurduğu şu yeni dine hayret ediyorum. Babalarının dinini terk etti ve milletini hayal kırıklığına uğrattı" dedi.
Bunun üzerine Süfyan:
"Muhammed şimdiye kadar benim gibi biriyle karşılaşmadı" dedi.
Bu şekilde konuşmaya devam ederek Süfyan'ın çadırına kadar vardılar. Süfyan'ın arkadaşları da kendi çadırlarına çekildi. Süfyan:
"Benimle beraber gel, ey Huzaalı kardeş!" diyerek Abdullah İbn-i Uneys'i yanına aldı.
(Abdullah İbn-i Uneys) Herkes uyuduktan sonra Süfyan'ı öldürerek başını vücudundan ayırıp yanına aldı. Sonra oradan uzaklaşarak bir mağaraya saklandı.
Olaydan haberdar olan müşrik süvarileri kendisini takip ediyorlardı. Abdullah İbn-i Uneys gece olunca karanlıktan yararlanarak saklandığı mağaradan çıkıp Medine'ye ulaştı ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gitti. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem o sırada mescidde bulunuyordu. Abdullah b. Uneys'i görünce:
"Kazandın, istediğini elde ettin" buyurdu.
İbn-i Uneys:
"Sen kazandın ya Rasûlallah!" diyerek Süfyan'ın kellesini önüne koydu ve başından geçen olayları anlattı.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem İbn-i Uneys'e bir asa vererek:
"Bununla cennete kısa yoldan gideceksin, cennete kısa yoldan gidenler çok azdır" buyurdu.
Abdullah İbn-i Uneys Radıyallahu Anhu ölünceye kadar bu asayı yanında muhafaza etti. Öldüğünde de bu asa kefeninin içine konuldu." (Makrizi - İmtaül Esma)


Ebu Afek'in Öldürülmesi
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye geldiği zaman Ebu Afek çok yaşlanmış (yüz yirmi yaşına basmış)tı. Sürekli olarak halkı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in aleyhinde kışkırtırdı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Bedir Savaşında zafer elde etmesi sonucunda Ebu Afek'in kıskançlığı artı.
Söylediği bir şiirde şöyle dedi:
"Ben uzun zamandır yaşamaktayım. Evlerde, toplantı yerlerinde insanlardan Kayle'nin oğulları (ensar) kadar sözünde durup vaadlerini yerine getiren ve anlaşmalılarının davetlerine koşarak icabet eden kimseler görmemişimdir.

Dağlar yıkılıp yerinden oynasa bile onlar aklanacak değillerdi.
Ne var ki bir binitli gelerek onların arasını ayırdı ve onların işlerini ellerinden çekip aldı. Haramı ve helali değiştirdi. Eğer ki siz hakimiyet sahibi olmak isteseydiniz Tübba'a tabi olurdunuz. Oysa siz ona bile boyun eğmediniz."

Neccar oğullarından Salim b. Umeyr Radıyallahu Anhu gözünden rahatsız bir kimseydi. O şöyle dedi:
"Ebu Afek'i öldürmek veya onun yanında ölmek, adağım olsun."
Bunun üzerine fırsat kollamaya başladı.
Bir yaz gecesi Ebu Afek, Amr b. Avf oğullarının suffasının dibinde uyuyordu. Salim b. Umeyr gizlice onun yanına varıp kılıcını göğsünün üzerine sokarak üzerine bastırdı. Kılıç ciğerini kesti ve döşeğe kadar işledi. Ebu Afek acı bir feryad attı. Feryadını işitenler koşup yanına geldiler ve:
"Acaba onu kim öldürdü? Vallahi onu öldüreni bir bilseydik biz de onu öldürürdük" dediler ve Ebu Afek'i oraya gömdüler.
Salim b. Umeyr de oradan hemen kaçıp uzaklaştığı için Ebu Afek'i kimin öldürdüğü anlaşılamadı. Bu hadise Bedir dönüşünde hicretin yirminci ayında (Şevval'de) vuku buldu. (Vakıdi - Megazi)


Asma binti Mervan'ın Öldürülmesi
Asma bint-i Mervan beni Ümeyye b. Zeyd'dendir. Ebu Afek öldürüldüğünde bu kadın münafıklığını apaçık ortaya koydu.
Asma binti Mervan Beni Hatem'den bir adamın nikahının altında idi. O adama Yezid b. Zeyd denilirdi. O kadın İslamiyeti ve Müslümanları ayıplayarak şiir söylerdi.
Söylediği şey Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaştığında Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Mervan'ın kızından başını kim alacaktır?" dedi.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu sözünü Umeyr b. Adiy el-Hatmi işitti ve gece olduğu zaman o kadının evine giderek onun üzerine yürüyüp öldürdü. Sonra sabahleyin Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi.
"Ya Rasûlallah! Ben o kadını öldürdüm" dedi.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi:

"Ey Umeyr! Allah'a ve Rasûlüne yardım ettin"
"Ya Rasûlallah! O kadın hakkında bana bir şey lazım gelir mi?" dedi.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Onun hakkında iki dişi keçi bile lazım gelmez. Bu iş kolaydır." dedi.
Umeyr kavmine döndü.
Umeyr b. Adiyy Mervan'ın çocuklarına dedi ki:

"Ey Beni Hatme! Ben Mervan'ın kızını öldürdüm, beni bekletmeyip bana istediğinizi yapınız."
İşte o gün, İslam'ın Beni Hatme yurdunda izzet bulduğu ilk gündü. Onların içinde Müslüman olanlar, Müslümanlıklarını gizliyorlardı.
Beni Hatme'den ilk Müslüman olan Umeyr b. Adiyy'dir (Ona Kari denilirdi). Ondan başka Abdullah b. Evs ve Huzeyme b. Sati Müslüman olmuşlardı.
Mervan'ın kızı öldürüldüğü gün artık İslam'ın izzet bulduğunu gördüklerinde Beni Hatme'den bir grup daha Müslüman oldular. (Siyeri İbn-i Hişam)


RASULULLAHIN HAYATI VE İSLAMIN HAREKET METODU 2. CİLT HAK YAYINLARI ; Abdurrahman el Muhacir , Suikastler Bölümü Sayfa : 108-116
 
Üst Ana Sayfa Alt