Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İslama Göre İşçiye Ne Kadar Ücret Ödenmelidir?

S Çevrimdışı

SÖZVERDİK

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun Aleykum

Yanında Işçi Çalıştıran Işyeri Sahibi Islama Göre Işçisine Ne Kdar Ücret Ödemelidir
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Selamun Aleykum

Yanında işçi çalıştıran İşyeri Sahibi, Islama Göre Işçisine Ne Kdar Ücret Ödemelidir
Âleykum selam we rahmetullah;

Kur’an-ı Kerim’de çalışma ve iş hayatı ile ilgili çeşili ayetler vardır. Yusuf peygamberin Mısır Meliki’nin isteği üzerine hazine ve ekonomik işleri düzenlemeyi üstlenmesi ve böylece ortadoğuda vûku bulan kıtlık yıllarının hafif atlatılması, Musa (a.s.)’ın da Şuayb peygamberin işinde ücretle 8 veya 10 yıllık süreyle çalışması bunlar arasında sayılabilir. Bu hizmetlerden Yusuf’unki devlet hizmetinde bir “memurluk”, Musa (a.s)’ın çalışması ise “işçilik” olarak kabul edilebilir.

Derken iki kadından biri utana utana yürüyerek Musa’nın yanına geldi ve şöyle dedi: Babam (koyunlarımızı) sulama ücretini vermek üzere seni çağırıyor.”
O iki kızdan biri dedi: Babacığım onu ücretle çoban tut. Şubhesiz çalıştırdığın işçilerin en hayırlısı bu güçlü ve güvenilir adamdır.” Şuayb
(a.s) dedi: Bu iki kızımdan birini -sen bana sekiz yıl işçilik yapmak üzere- sana nikahlamak istiyorum.
(Kasas 25 - 27)

"İnsan için ancak çalıştığının (karşılığı) vardır." (Necm: 39)

Allah Rasulu (s.a.v.): “
Bir kimse kendi el emeğiyle çalışıp kazandığından daha hayırlı bir şey yememiştir
(Buhârî, Bûyû, 15.)
İnsanın kazandıklarının en hayırlısı çalışıp kazanarak elde ettikleridir.”
(Ahmed b. Hanbel, Musned, 2/354, 357.)
Kişi kendi elinin emeğinden daha helal ve temiz bir kazanç elde etmemiştir.”
(Ebu Davud, Büyû, 79; Tirmizî, Ahkâm, 22; Nesâi, Bûyû, 1; İbn Mace, Ticârât, 1)
"İşçinin ücretini alın teri kurumadan önce ödeyiniz."
(Tergib ve Terhib, c. 4, 169-2)

İslam İşçiye, "işini iyi ve sağlam yapmasını" buyurmuştur. Ücret alan kimse ise yaptığı işten hesaba çekilecektir. Rasulullah (a.s.) "Biriniz bir işi yaptığı zaman Allah, onu mükemmel yapmasını ister, bunu sever." buyurmuştur. (İbn Sâ'd , I, 142)


İslâm iş hayatında hile ve ihmali de haram kılmıştır; Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Bize hile yapan, bizden değildir." buyurmuştur.

İslâm işçinin ücretini, sarfettiği emeğe uygun olarak tayin etmiştir.
Peygamber (s.a.v.): "Ecir, çekilen zahmete göredir" buyurmuştur. Burada "ecir"den maksad ücrettir.
Bu kudsî hadîs de şöyle diyor: "Üç kimse, kıyamet günü beni karşılarında bulacaktır:
1. Benim rıdam için (veya benim adıma) vermeye kalkışıp hıyanet eden.
2. Hür bir insanı satıp parasını yiyen.
3. Bir işçiyi tutup işini yaptırdıktan sonra ücretini tam olarak ödemeyen"
Bir âyette de şöyle buyuruluyor: "İnsanların mal ve ücretlerini eksik vermeyin," (A'râf: 85)

"İnsanlar Ebu Zer'i gördüler. Güzel bir elbiseyi ikiye bölmüş, yarısını kölesine giydirmiş yarısını da kendi giymişti. İnsanlar neden tek elbise olarak kendine almadığını sorunca, şöyle cevap vermiştir:
__ Ben köleme kızmış ve annesinden dolayı O'nu ayıplamıştım.
Allah Rasûlu bunu duyunca: 'Sen onu annesiyle mi ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki, sende hâlâ cahiliye kalıntıları var. Köleleriniz Allah'ın sizin elinizin altına kıldığı kardeşlerinizdir. Yediklerinizden onlara yedirip, giydiklerinizden giydiriniz. Onlara güçlerini aşan sorumluluklar yüklemeyiniz. Yorucu işlerde onlara yardımcı olunuz' dedi."
(Buhari, 30; Muslim, 1661, 3139)

Ebu Hurayra'nın (r.anh) anlattığına göre:

Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Birinizin yemeğini hizmetçisi yapıp da sonra o yemeği sıcaklığına ve dumanına katlanarak getirirse o yemeği hizmetçiyi kendinizle birlikte oturtarak yeyin. Eğer yemek az ise o zaman efendisi o yemekten bir yahut iki lokma hizmetçinin eline koysun."
(Sahih-i Muslim, Hadis no: 3142

Buhari'de geçen ve meşru tevessule örnek olarak verdiğimiz Mağarada mahsur kalan 3 arkadaşın duası" rivayetinde, mağara kapısını tıkayan taşın açılması için Allaha duasında, yaptığı salih amel olarak işçisiyle arasında geçen kıssası anlatan şahsın anlattıkları (ile kapı tamamen açılmıştır) bizim (işveren - patron) için güzel bir örnektir.

"....

Üçüncü şahıs dedi ki:
"Ey Allah'ım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi (bir farak pirinçten ibaret olan) ücretini almadan gitti. Ben de Onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu.
Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve: "Ey Abdullah! Bana olan borcunu öde!" dedi.
Ben de: "Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve, köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim.
Adam: "Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi.
Ben tekrar: "Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim.
Adam hepsini aldı götürdü.
"Ey Allah'ım, eğer bunu senin rıdan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi.
Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler."
(Buhârî, Enbiya 50, Buyû 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Muslim, Zikr 100, (2743); Ebu Davud, Buyû' 29, (3387)



İşçi Maaşları:

Hanefi hukukçularından el-Kâsânî (ö.587/1191) ücrete üç durumda mâlik olunacağını söyler:

a) İş akdinde ücretin peşin verileceğinin şart koşulması. Böyle bir şarta uymak gerekir.

Peygamber şöyle buyurmuştur:
Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar.”
(Buhârî, İcâre 14; Ebu Davud, Akdiyye 12)


Tirmizi ve Hakim bu hadisi aşağıdaki ilaveyle nakletmiştir.
Haramı helâl, helâlı haram yapan şart mustesnadır.

(Tirmizi, Ahkâm, 17; Talak 21; Ebu Davud, Akdiye 12; İbn Mace, Ahkam, 23)

b) Şart koşulmadığı halde ücretin peşin ödenmesi. Bu prensibin delili, satım akdine kıyastır. Çünkü, satım akdinde satış bedelini, satılan (mebî)i teslimden önce vermek câizdir. İş akdi de, emeğin satımı olduğu için satım akdi niteliğindedir.

c) İşin yapılmış olması.
Bu durumda, bedeller (ıvazlar) arasında eşitlik sağlamak amacıyla ücrete hak kazanır. (Alâuddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed el-Kâsânî, Bedâʾiʿu’ṣ-Sanâʾi fî tertîbi’ş-şerâʾi, C. IV, Sf: 202; el-Fetava’l-Hindiyye, IV, 413)

Mâlikîlere göre, örf varsa ücretin peşin verilmesi gerekir. (el-Mevsuatu’l-Fıkhiyye, Heyet, Kuveyt, I, 266)

İşçi belirlenen süre kadar çalışmamışsa, çalıştığı kadar ücrete hak kazanır.
Meselâ; bir yıl çalışmak üzere işe alınan bir kimse, altı ay çalıştıktan sonra işten ayrılsa, yalnız çalıştığı altı aylık kısmını ücretini isteyebilir.
(Ali Haydar, Duraru’l-Hukkam, I, 929; Mecelle, Mad. 580)



Ücret veya maaşın miktarı:

Bir beldede eşya fiyatları arz ve taleb dengesine göre, serbest rekabet sonucunda oluştuğu gibi, emeğin fiyatı da işgücünün arz ve talebi sonucunda oluşur. Satım akdinde, fiyatların karaborsacılık yoluyla veya tröst ya da kartel gibi gizli anlaşmalarla suni olarak yükseltilmiş olması mümkündür. İşçinin emek değerinin, başka bir deyimle işçi ücretlerinin sûni olarak olumsuz yönde etkilenmesi daha kolaydır. İşçi zayıf durumda bulunduğu için, özellikle ilk işe girişte eşit şartlarla pazarlık yapabilme şansı azdır. Yaygın işsizlikten yararlanarak, ücret ve maaşların çok düşük tutulmuş olması da muhtemeldir.

Diğer yandan işçilerin sendika çevresinde güçlenmesi ve bu gücün kötüye kullanılması sonucunda kimi zaman işçi ücretlerinin normalin üstünde artması da mümkündür. Emek bedelinin bu şekilde aşırı yükselmesi üretilen malların maliyetine ve dolayısıyla piyasa fiyatlarına yansıyacağı için paranın satın alma gücü düşer. Bu durumda sonuçta işçi ücretlerini ve memur maaşlarını olumsuz yönde etkiler.

İşte bir İslâm toplumunda adaletli bir ücret ve maaş anlayışı işverenlerde oluşuncaya kadar ücret konusunun devletçe alınacak tedbirlerle düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Bu konuda eşit ehliyet ve yetenekle çalışanlar için bir taban ücret (maaş) belirlemek, farklı iş ve meslekler arasında adaletli bir denge kurulduktan sonra, aynı dengeleri yapılacak zamlarla da korumak amaçlanmalıdır.

Belirlenecek temel ücret veya maaşta ise; çalışan işçi veya memurun kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler için yapmak zorunda olduğu masraflar ve ailenin içinde yaşadığı sosyal çevre dikkate alınmalıdır. Çünkü İslâm’a göre evli bir erkek; eşinin ve henüz iş ve meslek edinmemiş olan küçük çocuklarının geçim masraflarını karşılamak zorundadır. Bazı durumlarda yaşlı veya hasta olan yoksul anne-baba ve diğer bazı hısımlar da bu bakım çevresine girebilir. Çalışan bir işçi veya memurun temel ücreti yalnız kendi geçimi ölçüsünde alınırsa, eş ve çocukları için başka bir kaynak bulmak zarureti ortaya çıkar. Halbuki İslâm’da kadın gelir getiren bir işte çalışmaya zorlanamadığı gibi, Ona miras, bağı, vb. yollarla gelen malını da kocasına veya çocuklarının masraflarına harcamaya zorlanamaz. Çalışan ve kazanan bir aile reisi varken, bu nafaka yükümlülüğünü devlete yüklemek de mümkün olmaz. (İbnu'l Humam
Kemâluddîn Muhammed b. Abdilvâhid b. Abdilhamîd es-Sivâsî el-İskenderî, a.g.e, III, 345 vd; Alâuddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed el-Kâsânî, Bedâʾiʿu’ṣ-Sanâʾi fî tertîbi’ş-Şerâʾi,, IV, 30 vd; el-Fetava’l-Hindiyye, I, 558 vd; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku 2. baskı, İstanbul 1983, s. 294-320; 1333/1915 tarihli Osmanlı dönemine ait “Kitabu’n-Nafakat” Mad. 1-634)
Durum böyle olunca, işçinin ücret miktarı ne olursa olsun bunu, çalışmayan aile fertleri ile paylaşmak zorunda olduğunu kabul etmek gerekir. Gerçi işçinin geliri yeterli olmaz ve yoksul durumda bulunursa zekât alması câiz olur. Ancak işçi ve memuru zekâtla desteklemek yerine, sürekli bir çözüm için, onun gelirini zekâta muhtaç olmayacak bir seviyeye çıkarmak daha uygundur. Gerçekte bir işletme işçilerine ödediği ücretleri ürettiği malın maliyetlerine yansıtır, bu mallar satılınca da ücretlerin toplamı yeniden işletmeye döner.

Bir İslâm toplumunda emeği ile geçimini sağlayanlar için öngörülen hayat standardı bir hadis-i şerifte şöyle belirlenmiştir:
Kim bizim bir işimize tayin olunursa, evi yoksa ev edinsin, bekârsa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi ve biniti yoksa binit edinsin. Kim bunlardan fazlasını isterse o hilekârdır yahut hırsız. (Ebu Davud, İmare, 10; Ahmed b. Hanbel, Musned, IV, 229)

Buna göre, işçi ve memurlar maaşlarından yapacağı tasarruflarda mesken edinebilmeli, bekârsa evlenebilme, sosyal çevresi hizmetçi istihdamını gerektiren bir meslekte çalışıyorsa hizmetçi edinebilmeli ve gerektiğinde bir araç satın alabilmelidir. İşçilerin bu belirtilenler dışında aşırı istekte bulunması, ya işverenleri iflâsa sürükler veya piyasa fiyatlarının aşırı yükselmesine yol açar. Bu ise uzun vadede emeği ile geçimini sağlayanların da aleyhine olur.

Diğer yandan hadiste belirlenen standarda ulaşıncaya kadar işçi ve memurlara ev yerine “kira yardımı” veya “lojman” sağlanması, evlenme yardımı yapılması, binit yerine servis aracı veya seyahat imkânlarının temin edilmesi, hizmetçi yerine de çocuklar için kreş, ana okulu veya eğitim hizmetlerine işverence yapılacak katkılar da bu konuda atılan olumlu adımlar sayılabilir.

Emevi Halifelerinden Ömer b. Abdulaziz’in (ö.101/720) geçimini maaşla sağlayanlara söylediği şu sözler yukarıdaki hadisin uygulaması gibidir.
“Herkesin barınacağı bir evi, hizmetçisi, düşmana karşı yararlanacağı bir atı ve ev için gerekli eşyası olmalıdır. Bu imkânlara sahib bulunmayan kimse borçlu (gârim) sayılır ve zekât fonundan desteklenir.” (Ebu Ubeyd, Kitabu’l-Emval, Sf: 556)

Peygamber bir hadisinde işçi-işveren ayırımı yapmaksızın mûminin dünya ve ahirat mutluluğunu yakından ilgilendiren unsurlara şöyle işaret etmiştir:
Üç şey mûminin mutluluk kaynağıdır. Geniş ev, iyi bir binit ve iyi bir eş.” (Ahmed b. Hanbel, Musned, I, 168)


Maaş Miktarlarını Belirlemede Esas Alınan Hususlar :

İşçi ve memurlara temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar maaş ödenmesi gerektiğinde açıklık vardır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.)’in memurlara; evlenip yuva kurabilecekleri, ev ve binit satın alabilecekleri ve gerektiğinde hizmetçi istihdam edebilecekleri bir miktarda maaş bağlanmasını öngördüğünü yukarıda belirtmiştik.

Diğer yandan Allah’ın Rasûlu, Afrika ve Avrupa’da köleleştirilen insanların işkence altında ezildiği bir dönemde, köle-efendi arasındaki ilişkiyi; “Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, Onlara ‘oğlum’, ‘kızım’ diye hitabedin.” (Buhârî, İman, 22, Edeb 44; Muslim; Eyman, 38, 40; Ebu Davud, Edeb 124) buyurarak bu sınıfa tarihte ilk defa insanca haklar tanınmıştır.

Bu duruma göre temel ihtiyaçların karşılanmasında işçi ve memurlar arasında eşitlik ilkesi söz konusu olur. Maaş farkı iş ve meslekler arasındaki nitelik farkından, bilgi ve beceri gerektirip gerektirmemesi, veya sorumluluk bakımından ortaya çıkar. Bu yüzden devlet çeşitli mesleklerde olanlara farklı maaş verebilir. Çünkü emeğin değerini belirlemek ve bu konudaki haksızlıkları önlemek devlete ait bir hak ve görevdir.

Bu konuda Ebu Yusuf (ö.182/798), Hârun Raşid’e şöyle demiştir: “Valilere, mâliye memurlarına ve kadılara verilecek olan maaşların miktarını belirlemek size ait bir haktır. Özel durumlarını dikkate alarak kimilerine az, kimilerine de daha fazla maaş bağlamak sizin yetki alanınıza girer. İslâm toplumunu iyiye götüreceğine kanaat getirdiğin şeyleri geciktirmeden hemen yerine getir. (Ebu Yusuf, el-Harac, Kahire, 1397, H. Sf: 202)

Ebu Bekir, Ömer (r.anhuma) ve Ömer b. Abdilaziz’e maaş belirlenirken “yeterli miktarda olması” esas alınmış, hakimlerin maaşlarında da aynı kritere uyulmakla birlikte “hakim tarafsızlığı”nı korumak için onlara ayrıca ilave tahsisatlar da verilmiştir. Nitekim Ömer (r.anh), Şam’da bulunan Ebu Ubeyde’ye ve Muaz b. Cebel’e yazdığı yazıda; ehil kişileri hakim tayin etmelerini ve bunlara yüksek maaş vermelerini emretmiştir. (Yeniçeri, a.g.e, s. 313, Sadru’ş-Şehid, Serhu Âdâbi’l-Kadi, (yz) Suleymaniye/Hafız Ahmed Paşa No: 14 v. 36/a-b’den naklen)

Bu dönemde hakimlere birden çok görev verilerek her görev için ayrıca maaş ödenmek suretiyle yüksek ücret alması sağlanıyordu. Buna hicri 69-83 yılları arasında Mısır kadılığı yapan Abdullah b. Huceyre’yi örnek verebiliriz. el-Kindî (213-350 H.), O’na sağlanan üç çeşit ödeneği şöyle belirtir:
“İbn Hucayre, kadılık görevinden yılda 200 dinar, kısas (diyet) ile ilgili görevinden 200, beytu'l mal yöneticiliğinden de 200 dinar alıyordu. O’nun divandan aldığı atıyye miktarı da 200 dinar idi. Ayrıca 200 dinar da câize alıyor ve böylece o, toplam olarak yılda 1000 dinar almaktaydı.” (el-kindi, el-Vulat ve’l-Kudat, Beyrut, Londan, 1908-1912, Sf: 317)
Bir dinara (4 gr. altın para) en iyisinden bir tane koyunun satın alınabildiği ekonomik şartlarda üst düzey devlet görevlilerine tanınan bu imkânlar günümüz standartlarının çok üstündedir. Bu gibi memurlara sorumluluklar verilmiş, görev istenmiş ve buna karşılık onlara başkasının malına muhtaç olmayacağı ölçüde maaş verilmiştir.

Ücret ve maaşların devlet bütçesini veya özel sektörü sarsacak yükseklikte olmaması yanında, emeği ile geçimini sağlayanları hırsızlık, rüşvet ve hıyanete sevkedecek derecede düşük de olmaması gerekir. Nitekim Ömer (r.anh), Devlet başkanlığı sırasında maaşları arttırmanın kendisine düşen bir görev olduğunu bildirmiş (Ebu Yusuf, el-Harac, 122, 127), Ubeyde b. el-Cerrâh’ın maaşı düşük olan memurların yan gelir temini için çirkin işlere başvurabileceği uyarısına şu cevabı vermiştir: “Ben memur tayin ettiklerime, onları başkasına muhtaç bırakmıyacak ölçüde bir atıyye (bütçe fazlası paradan karşılıksız verilen para) ve bir maaş veriyorum.” (
Muslim, Libas 2; Ebu Yusuf, a.g.e, s. 87; Ferre, el-Ahkamu’s-Sultaniyye, Mısır 1356/1958, s. 12; İbn Haldun, Mukaddime, -terc. Zakir, Kadiri Ugan-, İstanbul 1698,II, 134; Hamidullah, el-Vesaiku’s-Siyasiyye, Beyrut 1969, s. 36, Ho. 327)

Diğer yandan Ali (r.anh)’ın valisi Malik b. Eşter’e yazdığı bir yazıda, memurlarına; yeterli ölçüde ve emanetlere hıyanet etmeyecekleri bir miktarda maaş vermesini istemiş, II. Ömer de aynı düşünceyle memurlarına kendi aldığından daha yüksek maaş ödemiştir. (Muslim, Libas 2; Ebu Yusuf, a.g.e, s. 87; Ferra, el-Ahkamu’s-Sultaniyye, Mısır 1356/1958, s. 12; İbn Haldun, Mukaddime, -terc. Zakir, Kadiri Ugan-, İstanbul 1698,II, 134; Hamidullah, el-Vesaiku’s-Siyasiyye, Beyrut 1969, s. 36, Ho. 326/a)

Ahmed b. Hanbel’e (ö.241/855) göre, maaş yeterince takdir edilse bile işverenin geliri arttıkça, onu da arttırmak caiz olur. (Ferra, el-Ahkamu’s-Sultaniyye, Mısır 1356/1958, sf. 227)



Herkese Karşılıksız Maaş Bağlanması (Atâ veya atıyye)


Ebu Bekir’den itibaren bütün müslümanlara bütçe fazlası gelirlerden ata veya atıyye adı verilen karşılıksız maaş verilmeye başlanmıştır. Ebu Bekir (r.anh) erkek, kadın, büyük, küçük ayırımı yapmaksızın herkese eşit maaş bağlanmıştır. O, “atâ” veya “atıyye” olarak ilk yıl kişi başına yıllık 7,3’er dirhem, ikinci yıl ise 20’şer dirhem dağıtmıştır.

Ömer ise, çeşitli vilayetlerden ve fethedilen yerlerden çok miktarda gelirin (fey’ geliri) merkeze gönderilmesi üzerine bütün halka sürekli ve düzenli maaş bağlama yoluna gitmiştir. Nitekim bu dönemde Bahreyn valisi Ebu Hurayra (ö.58/677) Medine’ye 500 bin dirhem, Ebu Musa el-Eş’ari (ö.44/664) ise Irak’tan bir milyon dirhem bütçe fazlası gelir göndermişti. Bunun üzerine Ömer; Osman, Ali ve Halid b. Velid (r.anhum) gibi sahabilerle istişare etti ve ellerindeki bu fazla gelirleri halka maaş olarak intikal ettirmekten başka çareleri bulunmadığını bildirdi. (Ebu Yusuf, el-Harac, Kahire, 1397 H, 48, 49; Celal Yeniçeri, İslâm’da Devlet Bütçesi, İstanbul, 1984,, s. 93,94)
Ömer, Ebu Bekir (r.anhuma)’ın uygulamasından ayrılarak herkese farklı miktarda karşılıksız maaş (atıyye) ödeme yolunu seçmişti. Ebu Yusuf (ö.182/798) onun atıyye dağıtımını şöyle açıklar:
“Ömer, gelen bütçe fazlası malları, herkesin İslâm’daki geçmişine göre bölüştürdü. Muhacir ve ensardan Bedir harbine katılanlara yıllık 5’er bin, bunun dışındakilere ise 4’er bin dirhem maaş (atıyye) bağladı. Çeşitli sebeblerle sonradan müslüman olanlara daha az maaş verdi. Böylece herkesi, İslâm’dan önceki geçmişine göre sınıflara ayırdı.” (Ebu Yusuf, el-Harac, Kahire, 1397, H, s. 46)

Ancak Halife Ömer vefatından bir yıl kadar önce, gelecek yıllardan itibaren farklı maaş (atıyye) uygulamasına son vereceğini ve bu konuda Rasulullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir (r.anh)’in yolunu izleyerek eşit maaş prensibini uygulayacağını duyurmuştur. Çünkü o, Suriye gezisi sırasında el-Câbiye’de yaptığı konuşmada; kuru mülkiyeti İslâm devletinde, yararlanma hakkı ise “haraç” vergisi karşılığında eski gayri müslim sahiblerinde bırakılan arazilerin (fey’) gelirinde (harac) bütün müslümanların eşit haklara sahib olduğunu belirtmiştir.. (Ebu Ubeyd, el-Emval, Mısır 1353/1934, s. 263, 264; Ebu Yusuf, el Harac, s. 50) Köylere varıncaya kadar bütün nüfusu “divan”lara yazdıran Halife Ömer karşılıksız bir maaş çeşidi olan atıyyenin “San’a dağındaki bir çobanın hakkı bile, kendisi bulunduğu yerde iken ve isteyip yüzü kızarmadan ona ulaşacaktır.” (Celal Yeniçeri, İslâm’da Devlet Bütçesi, İstanbul, 1984, s. 97)

İşte yukarıda kısaca özelliklerinden söz ettiğimiz atâ veya atıyye bir emeğin karşılığı olmaksızın, bütün toplumun hakkı olan bütçe fazlası bir gelir olup, bu fondan işçi ve memurlara da verilmiştir. Ancak kişinin zenginliği yüzünden kendi isteği ile veya bir suç işlemesi sonucu böyle bir ödeneğin kesilmesi mümkündür. Nitekim; Ali devrinde bazı zengin müslümanlar atıyye almadıkları gibi, Hamza’yı şehid eden Vahşi, içki içtiği için Ömer tarafından atıyye divanından çıkarılmıştır. (İbn Hişam, es-Sire, Mısır 1355/1936, III, 77; Ebu Ubeyd, Kitabu’l-Emval, 570, 571, No: 1803, 1804)
 
Üst Ana Sayfa Alt