Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Hüre Hür, Köleye Köle, Kadına Kadın Kısas Ayetinin Izahı Nasıldır?

N Çevrimdışı

nereyeboyle

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
es selamu aleykum ve rahmetuulah hocam ,
Bakara suresi 178. ayette geçen( tam meali hatırlamıyorum)
- hüre hür, köleye köle, kadına kadın(öldürülür) ayeti neyi ifade etmektedir ?
tefsirlerden pek birşey anlamadım hocam, siz açabilir misiniz ?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we raahmetullâhi we berakâtuhu;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلَى الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالأُنثَى بِالأُنثَى فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ أَخِيهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَأَدَاء إِلَيْهِ بِإِحْسَانٍ ذَلِكَ تَخْفِيفٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَرَحْمَةٌ فَمَنِ اعْتَدَى بَعْدَ ذَلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ
"Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile. Fakat kimin lehinde kardeşi tarafından bir şey afvolunursa artık mârufa uymak ve ona güzellikle ödemek gerektir. Bu Rabb'ımzdan bir hafifletme ve rahmettir. O halde kim bundan sonra tecâvüzde bulunursa onun içindir azâb-ı elim." (Bakara 178)

Taberi diyor ki:
"Bu âyetin nüzul sebebi hakkında ihtilaf vardır. Bu sebeble bizlerin, âyeti, kesin delillerin gösterdiği mânâda anlamamız gerekmektedir. Rasulullah'tan, hür erkeğin hür kadın karşılığında kısas yapılacağına dair birbirini destekleyen bir çok hadis rivayet edilmiştir. Ancak İslam ummeti, hür kadına karşılık hür erkeğin kısas yapılması halinde erkeğin fazla olan diyetinin kadının velilerinden alınıp alınmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu sebeble kadına karşı erkeğe kısas tatbik edileceği ve tatbik edildikten sonra da erkeğin arta kalan diyetinin erkeğin velilerine verileceği hususunda icma olduğunu iddia etmek fâsid bir görüştür.

Şu hususta bilinmektedir ki: Bir insan belli bir bedel karşılığında bir organını telef edip vücudunun diğer kısmını sağ bırakamaz. Bunu yapması haramdır. Keza, bir başkasının belli bir bedel karşılığında diğer bir insanın herhangi bir organını telef edemez bu da haramdır. (Bu da gösteriyor ki, kadının karşılığında erkeğin sadece bir bölümünün kısas yapıldığını söylemek doğru değildir) Erkek, kadının karşılığında "Cana can" kâidesine göre kısasa tabi tutulmuştur. Bundan anlaşılıyor ki âyet-i kerimede zikredilen: "Hür’e hür, köleye köle, kadına kadın" kısas yapılır ifadesinden maksad, hür'e karşılık köle, erkeğe karşılık kadın, kadına karşılık ta erkek kısas yapılamaz" demek değildir. Âyetin ifade ettiği mânâ hakkında geriye iki ihtimal kalmıştır. Bunlardan biri, bizim de izah ettiğimiz gibi, kısasta cinayeti işleyenin dışına taşmamaktır. Yani, kısas ancak katile tatbik edilir. Katilin, erkek, kadın, köle veya hür olması durumu değiştirmediği gibi öldürülenin bunlardan biri olması da durumu değiştirmez. İşte âyet-i kerime bunları beyan etmektedir.

Âyetin ifade ettiği muhtemel ikinci mânâ ise şöyledir:
Bu âyet, belli insanlar hakkında nazil olmuştur. Onlar birbirleriyle savaşarak birbirlerinden kadın, erkek, köle öldürmüşlerdir. Rasulullah da bunların, karşılıklı olarak diyet ödemek suretiyle barışmalarını emretmiştir. Diyetler de hür erkeğin diyeti hürerkeğe göre, hür kadının diyeti hür kadına göre, kölenin diyeti de köleye göre takdir edilecek ve taraflar karşılıklı olarak takas yaptıktan sonra fazlalıkları ödeyeceklerdir." (İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyân, 2/62-63)



Buhârî, Nesaî ve Dârakutnî ; İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler:
"İsrailoğulları arasında kısas vardı, fakat diyet yoktu. Allah bu ummete: "Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazıldı. Hür kimse hür ile, köle köle ile, dişi dişi iledir. Her kime kardeşi tarafından birşey afv olunursa" affetmek kasten öldürmekte diyeti kabul etmesi demektir; "artık örfe uymak ve ona güzellikle ödemek gerekir."
Ma'rufa uyar ve güzellikle ödemeyi yerine getirir. "Bu Rabbinizden" sizden öncekilere farz olarak yazdıklarına göre "bir hafifletme ve bir rahmettir.. Kim bundan sonra haddi aşarsa" yani diyeti kabul ettikten sonra (katili) öldürürse" "onun için pek acıklı bir azab vardır."
Buhârî'nin lafzı budur.
(Senedi de şöyledir): Bize el-Humeydi anlattı, bize Sufyan anlattı, bize Amr anlatarak dedi ki: Ben Mucahid'i şöyle derken dinledim: O da dedi ki: Ben İbn Abbas'ı şöyle derken dinledim ..
(Buhârî, Tefsir 2. sûre 23, Diyât, 8; Nesâî, Kasâme 27, 28; Dârakutnî, III, 86, 199)

Muhammed (s.a.v.), peygamber olarak gönderilmeden önce carî olan hükümlerin kaldırılması konusunda Kur'ân'ın bu konuda bir düzenleme yapmasından önce yahudiler katlin karşılığını sadece katil olarak (öldürmenin cezası öldürülmedir), hristiyanlar sadece af olarak, arablar da bazan katil, bazan af, bazan da daha ağır veya daha hafif bir katil olarak uygulamaktaydılar. (Fahraddin Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, v, 46)
Bu adaletsiz katil (ve kısas) uygulaması hakkında Katâde'den rivayette o şöyle anlatıyor:
Câhiliye ehli azgın ve şeytana uymuş kimselerdi. Bu cümleden olarak meselâ bir kabile kendinde bir başka kabileye karşı bir güçlülük hissettiği takdirde onlardan bir köle başka bir kabilenin bir kölesi tarafından öldürüldüğünde "bu kölenin kanı karşılığında ancak hür birisinin öldürülmesini kabul ederiz." derlerdi.
Onlardan bir kadını başka bir kabileden bir kadın öldürdüğünde "Bu kadının kanı karşılığında ancak bir adamın öldürülmesini kabul ederiz." derlerdi.
İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirerek kölenin köle karşılığı, dişinin dişi karşılığı olduğunu haber verdi, sonra da Mâide süresindeki "Biz onda onlar üzerine yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş, yaralar birbirine kısastır..." (Mâide, 45) âyetini indirdi.

Ebu Mâlik'ten rivayete göre ise ansardan iki aile arasında bir çatışma olmuş, iki taraftan da kadınlı erkekli ölenler olmuş, biri diğerine üstünlük taşlıyarak diyette fazlalık taleb etmişler. Allah'ın Rasûlu (s.a.v.) aralarını düzeltmek için gelmişler ve bu âyet nazil olmuş. (Taberî, Camiu'l -Beyân, II, 61)

Taberi diyor ki: "Âyette, hür bir insanın karşılığında yine hür bir insanın, kadının karşılığında kadının kısas yapılacağı beyan ediliyor. Buradan, kadının karşılığında erkeğin, kölenin karşılığında ise hür'ün kısas yapılamayacağı neticesi çıkmaz mı?" diye sorulacak olursa;
Cevaben denir ki: "Biz, köleye karşı hür'ü, kadına karşı erkeği, şu âyetin genel ifadesine dayanarak ve Rasulullah'ın, müslümanların kanlarının eşit olduklarını beyan etmesini gözönünde bulundurarak kısas yaparız.
Ayette buyuruluyor ki: "
Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı bir cana, haklı bir sebeb olmadıkça, sakın kıymayın. Biz, haksız yere öldürülenin velisine bir yetki vermişizdir. O da öldürmede haddi aşmasın. Çünkü ona, yeterince yardım olunmuştu." (İsra 33)
Rasulullah efendimiz de hadis-i şerifinde buyuruyor ki: "
Müslümanların kanı eşittir..."
(Ebu Davud, K. el-Cihad, bab: 147, Hadis No: 2751, Nesei, K. el-Kasame, bab: 10, 13)
Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Bu izaha göre âyet nasıl açıklanır?
"Cevaben denilir ki: Bu âyeti mufessirler çeşitli şekillerde açklamışlardır.

a- Şâbî, Katade, Mucâhid ve Atâ, bu âyetin izahında özetle şunları söylemişlerdir:
Arab kabileleri arasında kin ve düşmanlık vardı. Bu sebeble onlardan bir kadın öldürüldüğünde, onun mukabilinde: "Öldürenin kabilesinden bir erkek öldüreceğiz." bir köle öldürüldüğünde ise, "öldürenin kabilesinden hür bir kimseyi öldüreceğiz." derlerdi.
Bunu, güçlü olanlar zayıflara karşı yaparlardı. İşte bu sakat anlayışın uygulanamayacağını bildiren bu âyet nazil oldu ve ancak katilin öldürülebileceğini, bunun dışında, cinayetle ilgisi olmayan kişilere dokunulamayacağını hükme bağladı. Sonra Allah teala, insanların tam olarak eşit olduklarını beyan eden şu âyeti indirdi:
"
Biz Tevratta onlara şu hükümleri farz kılmıştık. Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas vardır. Fakat kim hakkından vaz geçerse bu onun günahlarının affına bir sebebdr. Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir". (Maide 45)

b- Suddi, Ebu Mâlik ve Şâbi ise bu âyetin nuzul sebebi hakkında şunları söylemişlerdir:
Rasulullah'ın döneminde iki gurup insan, erkekli kadınlı olarak birbirleriyle savaştılar. Rasulullah, bunların kadınların diyetlerini birbirleriyle, erkeklerin diyetlerin biribirleriyle kölelerin diyetlerini de birbirleriyle takas yapmak suretiyle barışmalarını emretti. İşte âyet-i kerime, Rasulullah'ın teklif etmiş olduğu bu barışa işaret etmektedir.

c- Ali, Rebi b. Enes, Hasan-ı Basri ve Şâbi den nakledilen diğer bir görüşe göre:
Bu âyet-i kerime, Allah tealanın, kasıtlı cinayetlerde, hür'ün, kölenin, kadının ve erkeğin diyetlerinin karşılaştırılıp takas edilmelerini emrettiğini, bu itibarla diyeti daha fazla olan kişi (mesela hür bir kişi) diyeti daha az olan bir kişiyi (mesela bir köleyi) öldürecek olur da kölenin velisi tarafından, hür olan katilin, kısas olarak öldürülmesi istenecek olursa, kölenin velisi kısası uygulatır. Bununla birlikte hür kişinin diyetinin, kölenin diyetinden fazla olan kısmını, kısas olarak öldürülen hür kişinin velisine öder. Bu hususta Rebi' b. Enes, Ali'nin şunları söylediğini rivayet etmiştir.
"Herhangi bir hür kişi, bir köleyi öldürecek olursa o kişi köle karşılığında kısasa tabi tutulur. Kölenin velileri dilerlerse hür'e kısas tatbik ettirirler ve hürün diyetinden kölenin diyetini düşerek geriye kalan farkı hürün velisine öderler. Şayet bir köle hür'ü öldürecek olursa, köle hür'ün karşılığında kısasa tabidir. Hür'ün velileri dilerlerse köleye kısas uygulatırlar ve onun diyet miktarını hür'ün diyetinden düştükten sonra geriye kalan farkı kölenin velilerinden alırlar. Dilerlerse köleye kısas tatbik ettirmekten vaz geçip bir hür'ün diyetinin tamamını alırlar. Herhangi bir hür erkekte hür bir kadını öldürecek olursa o erkek, öldürdüğü kadına karşılık kısasa tabidir. Eğer öldürülen kadının velileri dilerlerse erkeğe kısas uygulatırlar. Bu durumda hür bir kişinin diyetinin yarısını erkeğin velilerine öderler. Yine herhangi bir hür kadın, hür bir erkeği öldürecek olursa o kadın o erkek karşılığında kısasa tabidir. Eğer öldürülen hür erkeğin velileri dilerlerse kadına kısas uygulatırlar. Bu durumda erkeğin diyetinin yarısını da kadının velilerinden alırlar. Dilerlerse erkeğin diyetinin tamamını kadının velilerinden alır ve kadını serbest bırakırlar. Dilerlerse hiçbir şey almadan da onu affedebilirler.

Şâbi diyor ik: "Ali (r.anh)'ye, kasıtlı olarak karısının öldüren bir adam getirildi. Ali kadının velilerine dedi ki: "Dilerseniz bunu öldürün ve erkeğin kadından fazla olan diyetini ödeyin."

d- Ali b. Ebu Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine göre ise o, bu âyetin izahında şöyle demiştir:
"Önce insanlar kadının karşılığında erkeği öldürmüyorlardı, ancak erkeğin karşılığında erkeği kadının karşılığında da kadını öldürüyorlardı. Daha sonra ise Allah teala, Maide suresinin kırk beşinci âyetini indirerek kadınla erkeği kısasta eşit kıldı.

Taberi diyor ki: "Görüldüğü gibi âyetin nuzul sebebi hakkında ihtilaf vardır. Bu sebeble bizlerin, âyeti, kesin delillerin gösterdiği mânâda anlamamız gerekmektedir.
Rasulullah'tan, hür erkeğin hür kadın karşılığında kısas yapılacağına dair birbirini destekleyen bir çok hadis rivayet edilmiştir. Ancak İslam ummeti, hür kadına karşılık hür erkeğin kısas yapılması halinde erkeğin fazla olan diyetinin kadının velilerinden alınıp alınmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu sebeble kadına karşı erkeğe kısas tatbik edileceği ve tatbik edildikten sonra da erkeğin arta kalan diyetinin erkeğin velilerine verileceği hususunda icma olduğunu iddia etmek fasit bir görüştür.

Şu husus ta bilinmektedir ki:
Bir insan belli bir bedel karşılığında bir organını telef edip vücudunun diğer kısmını sağ bırakamaz. Bunu yapması haramdır. Keza, bir başkasının belli bir bedel karşılığında diğe bir insanın herhangi bir organını telef edemez bu da haramdır. (Bu da gösteriyor ki, kadının karşılığın da erkeğin sadece bir bölümünün kısas yapıldığını söylemek doğru değildir)
Erkek, kadının karşılığında "Cana can" kaidesine göre kısasa tabi tutulmuştur.
Bütün burdan anlaşılıyor ki âyet-i kerimede zikredilen: "
Hür'e hür, köleye köle, kadına kadın" kısas yapılır ifadesinden maksat, hür'e karşılık köle, erkeğe karşılık kadın, kadına karşılık ta erkek kısas yapılamaz" demek değildir. Âyetin ifade ettiği mânâ hakkında geriye iki ihtimal kalmıştır.
Bunlardan biri, bizim de izah ettiğimiz gibi, kısasta cinayeti işleyenin dışına taşmamaktır. Yani, kısas ancak katile tatbik edilir. Katilin, erkek, kadın, köle veya hür olması durumu değiştirmediği gibi öldürülenin bunlardan biri olması da durumu değiştirmez. İşte âyet-i kerime bunları beyan etmektedir.

Âyetin ifade ettiği muhtemel ikinci mânâ ise şöyledir: Bu âyet, belli insanlar hakkında nazil olmuştur. Onlar birbirleriyle savaşarak birbirlerinden kadın, erkek, köle öldürmüşlerdir. Rasulullah da bunların, karşılıklı olarak diyet ödemek suretiyle barışmalarını emretmiştir. Diyetler de hür erkeğin diyeti, hür erkeğe göre, hür kadının diyeti hür kadına göre, kölenin diyeti de köleye göre takdir edilecek ve taraflar karşılıklı olarak takas yaptıktan sonra fazlalıkları ödeyeceklerdir.

Âyet-i kerimede geçen ve "kim (katil) mûmin kardeşi tarafından (ölenin velisi tarafındın) afvedilirse, örfe uymak ve diyeti güzellikle ona ödemek gerekir." şeklinde tercüme edilen cümlesi mufessirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir:

a- Abdullah b. Abbas, Mucahid, Hasan-ı Basri, Şâbi, Katâde, Rebi b. Enes, Atâ ve İbn-i Zeyd, âyet-i kerimenin bu bölümünü mealde zikredildiği şekliyle izah etmişlerdir.
Yani bir kimse haksız ve kasıtlı olarak başka bir insanı öldürecek olursa onun karşılığında öldürülmeyi hak eder. Bununla birlikte öldürülenin velisi dilerse katile kısas yaptırmaktan vazgeçer, onu affeder ve katilden diyet alır. Fakat böyle bir afva muhatab olan katil, öldürdüğü kişinin diyetini güzellikle vermeli diyet alacak olan veli de örfe uymalıdır. Âyet-i kerimenin bu bölümü işte bunu ifade etmektedir.
Taberi de âyet-i kerimenin, cana kıyan, herhangi bir organı kesen, yaralayan ve kıran kişileri hakkında nazil olduğunu beyan ederek bu görüşte olanlara katılmıştır. Zira âyet, kısası beyan ettiğine göre affedilme meselesi de kısas konusundadır.

b- Suddi ve benzeri âlimler, âyetin bu bölümünü şöyle izah etmişlerdir:
"Kimin kardeşinin diyetinden bir şey geri kalmış olursa o kimse örfe uyarak geri kalanı istesin. Diyeti vermekle yükümlü olan da iyilikle diyeti ödesin."
Bu görüşte olanlar kelimesini "Affedilme" mânâsına değil "Arta kalma" mânâsına almışlardır. Taberi bu görüşün, "Âyet-i kerimenin nuzul sebebi, Rasulullah'ın birbiriyle savaşan iki topluluğu uzlaştırmasıdır." diyenlerin görüşü olduğunu söylemiştir.
Âyette geçen "Örfe uymak gerekir." ifadesinden maksat, öldürülenin velisinin kısası affedip diyeti kabul etmesi halinde, diyeti alırken Allah'ın kendisine tanıdığı hakkı alması ve bu hususta ileri gitmemesidir.

Âyet-i kerimede zikredilen: "Güzellikle ona ödemek gerekir." ifadesinden maksat, katilin öldürülenin velisine ödemekle yükümlü olduğu diyeti eksiltmeksizin ve veliyi mahkemeye başvurmaya mecbur etmeksizin ödemesidir.

Âyet-i kerimede geçen : "Bıı Rabbinizden size bir kolaylık ve rahmettir." ifadesinden maksat şudur: "Öldürülenin velisine, kısası affetmesi halinde onun yerine "Diyet alabilir" şeklinde yetki verilmesi, Rabbiniz tarafından sizin için bir kolaylık ve rahmettir."

Abdullah b. Abbas ve Katade'nin de izah ettikleri gibi, geçmiş ummetler de öldürülenin velisi ya kısası uygulatırdı veya katili tamamen affederdi. Affetmesi halinde katilden diyet alma hakkına sahib değildi. İslam ummetine böyle bir hakkın tanınması, katilin affedilmesi için bir kolaylık ve bir rahmettir. İşte âyet-i kerime bunu izah etmektedir.

Âyet-i kerimenin sonunda: "Artık bu hükümden sonra kim haddi aşarsa onun için can yakıcı bir azab vardır." buyurulmaktadır. Burada geçen "Haddi aşma" ifadesinden maksat, Mucahid, Katade, Rebi' b. Enes, Hasan-ı Basri, Suddi, Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyde göre katilden kısası afvedip diyeti aldıktan sonra katili öldürmektir.
Bu hususta Hasan-i Basri diyor ki: "Cahiliye döneminde bir adam başka birini öldürecek oiursa kaçıp kendi kavmine sığınırdı. Kavmi de öldürülen tarafa giderek diyet ödemek suretiyle barışırlardı. Bunun üzerine kaçan katil kendisini güven içinde hissederek evine dönerdi. Fakat öldürülen kişinin velileri, barıştıkları halde katili öldürüp diyeti geri verirlerdi. İşte âyet-i kerme böyle bir hileyi yasaklamaktadır.

Âyet-i kerimede zikredilen "Onun için can yakıcı bir azab vardır." İfadesinden maksad, Dehhak ve Said b. Cubeyr'e göre, diyeti aldıktan sonra katili öldüren kişiyi öldürmektir. Yani bir insan başka birini öldürür, öldürülenin velisi de diyeti kabul ederek öldüreni affeder daha sonrada öldüreni öldürecek olursa bu kişiye de kısas tatbik edilerek öldürülür. Zira o kişi diyeti aldığı halde haddi aşmış ve hakkı olmadığı halde katili öldürmüştür.
Leys'den nakledilen diğer bir görüşe göre buradaki "Can yakıcı azab"dan maksat, diyet alarak katili affettiği halde onu öldüren veliye Devlet başkanının, kendi takdime göre vereceği cezadır. Ancak Hasan-ı Basri bu kişiden diyetin alınacağını ve fakat öldürülmeyeceğini zikretmiştir.
Taberi, birinci görüşü tercih etmiş , katilden diyet alıp onu affettikten sonra öldürene kısas tatbik edileceğini söylemiştir. Zira diyeti aldıktan sonra katili öldüren veli, haddi aşarak zaim durumuna düşmüştür. Öldürdüğü kimse ise mazlum durumundadır.

Bu husuta Allah teala şöyle buyurmuştur: "Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı bir cana, haklı bir sebeb olmadıkça sakın kıymayın. Biz, haksız yere öldürülenin velisine bir yetki vermişizdir. O da öldürmede haddi aşmasın. Çünkü ona yeterince yardım olunmuştur" (İsra 33)
Bu âyetten de.anlaşılıyor ki diyeti aldığı halde katilin - katledenin cezası, o öldürülen katilin velisine bırakılmıştır. Dilerse kısas uygulatır dilerse affeder ve diyeti alır. Buradaki cezanın Devlet başkanına bırıkıldığını söylemek, öldürülenin velisine yetki veren âyetin gelen ifadesine ters düşen bir iddiadır. Bu iddiaya dair kesin bir delil yoktur.



Diyet Miktarındaki Farklılıklar ve Erkeği Öldüren Kadının Diyeti

İslâm dininin ortaya çıkışıyla birlikte Câhiliye geleneklerinin aksine insanlar tedricî bir program çerçevesinde tarak dişleri gibi eşit sayılmaya başlanmış (Muttaki el-Hindî, IX, 38), âlim cahil, zengin fakir farkına, ırk, kabile ve sosyal statü değişikliğine bakılmaksızın herkesin Allah nezdinde ve şer'î hükümler karşısında eşit olduğu ilkesi getirilmiş, üstünlüğün ancak manevî yücelme ile (takva) olabileceği vurgulanmıştır. (Hucurat 13)
Ancak İslâm hukuk doktrininin oluştuğu dönemde müslüman toplumların geleneksel kültür ve sosyal yapıları, ayrıca diyetin suçlu için bir ceza olmaktan çok ölenin kan bedeli, ailesinin uğradığı kaybın tazmini olarak telakki edilmesi ve benzeri sebeplerle eşitlik ilkesinin diyette değişikliğe uğradığı görülmektedir. Bundan dolayı kadının, gayr-ı muslimin ve kölenin diyet miktarları İslâm hukuk doktrininde ayrı tartışma konusu olmuştur.

İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, konuyla ilgili olarak rivayet edilen hadise de dayanarak (Şevkânî, VII, 224-227) kadının diyetinin erkeğin diyetinin yarısı oranında olacağı görüşünü benimser. Bazı kaynaklar bunda icmâ bulunduğundan söz ederse de (İbn Kudâme, VII, 797) azınlıkta kalan âlimler, mu'minin diyetinin 100 deveden ibaret olduğunu bildiren hadisin
Amr b. Hazm’ın (r.a.) babasından ve dedesinden rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)’in Yemen'lilere yazdığı mektubda farzlar, sünnetler ve diyetler yazılıydı. Mektub, Amr b. Hazm vasıtasıyla gönderilmişti ve Yemen'lilere okunmuştu. Mektubta şöyle yazılıydı: “Allah’ın Peygamberi Muhammed’den, Şurahbil b. Abdi Kulal’e, Nuaym b. Abdi Kulal’e ve Haris b. Abdi Kulal’e yani (Ruayn, Meafir ve Hemdan'lılara...) Bundan sonra.. Kim bir kimseyi sebebsiz yere öldürür o da delil ile sabit olursa, o kimseye kısas uygulanır ancak öldürülen kimsenin velileri kısastan vazgeçer diyete razı olurlarsa, bir adamın diyeti yüz devedir. Burun tamamen kesilirse tam diyet ödenir. Dil kesmekte tam diyet gerektirir, iki dudağın kesilmesi de tam diyettir. İki yumurtanın tahrib edilmesi de tam diyet gerektirir. Tenasul organı kesilirse tam diyet gerekir, bilek kemiği kırılırsa tam diyettir. İki göz kör edilirse tam diyettir. Bir ayak için yarım diyet gerekir. Beyin zarına varan yaralamalarda üçte bir diyet, kafayı ve karnı delecek yaralamalarda üçte bir diyet vardır. Kemikleri yerlerinden oynatan yaralamalarda on beş deve diyet vardır. Elin ve ayağın her bir parmağında onar deve diyet vardır. Dişin diyeti beş devedir. Kemiğe ulaşan yaralamalarda diyet beş devedir. Kadını öldüren erkek kısas yapılarak öldürülür. Diyeti altın olarak vermek isteyenler bin dinar altını verirler.” (Nesâî, “Kasâme”, Bab 45, Hadis no: 4770 Sadece Nesâi rivâyet etmiştir.) genel kural sayıldığını, diyette maktulûn paha biçilen nesne değil insan olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bu sebeble kadının diyetiyle erkeğin diyeti arasında fark bulunmadığını kabul ederler.

(Ebû Zehra, el-Ukube fi’l-fıkhi’l-İslâmî,s. 615-616)

İslâm hukukçularının bir kısmı, "Diyetin üçte birine ulaşıncaya kadar kadının azalarının diyeti erkeğinki gibidir. Kadının parmağının diyeti erkeğin parmağı; dişi, erkeğin dişi; baş ve yüzdeki kemiğe kadar olan yaralar ve kemiklerde arıza yapan yaralamalarda kadın erkek gibidir." (Muvatta, Ukul, 5) hadise istinaden yaralamalarda kadının diyetinin tam diyetin üçte birini aşmadığı sürece erkeğin diyetine eşit olduğu görüşündedir. Böylece kadın, ölümle sonuçlanmayan küçük çaptaki yaralanma ve sakatlanmalarda erkekle eşit diyet almaktadır.
Ancak başta Ebû Hanîfe ve Şâfiî olmak üzere bir grub İslâm hukukçusu, kadının erkeğe göre yarı diyet alması kuralının genel olup yaralamaları da kapsadığını belirtirler. (Ali Bardakoğlu, Diyanet Vakfı Ans. Diyet Md., C: 9, Sf: 476)


Bu konudaki hadislerin lafzî yorumu ve uygulama, aynı ortak kültür altında yetişen büyük çoğunluğu destekler nitelikteyse de diyetin cezadan öte kan bedeli olarak telakki edilmesi bile böyle bir ayırımı fazla haklı kılmamakta, azınlığa ait de olsa ikinci görüş naslarda gözetilen genel maksatlara daha uygun düşmektedir. İslâm hukukçularının bir kısmı, mevcut bir hadise istinâden
(Şevkânî, VII, 70-72) yaralamalarda kadının diyetinin tam diyetin üçte birini aşmadığı, bir kısmı da yirmide birini aşmadığı sürece erkeğin diyetine eşit olduğu görüşündedir. Böylece kadın, ölümle sonuçlanmayan küçük çaptaki yaralanma ve sakatlanmalarda erkekle eşit diyet almaktadır. Ancak başta Ebu Hanîfe ve Şâfıî olmak üzere bir grup İslâm hukukçusu, kadının erkeğe göre yan diyet alması kuralının genel olup yaralamaları da kapsadığını, farklı rivayet ve görüşlerin bu kuralla çatıştığı için reddedilmesi gerektiğini ileri sürerler.

Gayr-ı muslimin diyet miktarı konusunda İslâm hukukçuları arasında hayli farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Zimmî veya muste'men statüsündeki Ehl-i kitabın diyeti, Mâlikîler ve Hanbelîler başta olmak üzere çoğunluğa göre hür müslüman erkeğin diyetinin yarısı; Şâfıî, bir rivayette İmam Mâlik ve bir grup hukukçuya göre ise üçte biridir. Mecûsîler'in ve diğer din mensublarının diyeti ise 800 dirhem gümüştür. Bunlar delil olarak Ömer (r.anh)'in bu konudaki uygulamasını (Ebû Dâvûd, "Diyât", 18) esas alırlar.
İmâmiyye'de genel görüş, Ehl-i kitabın ve Mecûsîler'in diyetinin 800 dirhem olduğu, diğer din mensublarına ise diyet ödenmeyeceği yönündedir. İbn Hazm ise diyetin sadece müslümanlar arasında cereyan edeceği görüşündedir. (el-Muhallâ, XI, 347)
Hukukçuların çoğunluğunun, din değişikliğini diyette farklılık sebebi sayan bu tavrına karşılık Hanefîler başta olmak üzere bir grup hukukçu, kısasta olduğu gibi diyette de müslüman olmayı değil İslâm ülkesinde bulunmayı ve kanın hukuken korunmuş olmasını esas alır ve İslâm ülkesinde yaşayan kimselerin diyetleri arasında din farkı sebebiyle bir ayırım yapmaz. Diyetle ilgili âyetin ikinci kısmında yer alan, "Eğer (maktul) kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve mu'min bir köleyi azad etmek gerekir" (Nisa 92) ifadesini her grub farklı yorumlamakta, ayrıca Peygamber ve sahabeden nakledilen söz ve uygulamalar arasında her bir görüşü destekler mahiyette farklılıklar bulunmaktadır. (İbn Mâce, "Diyât", 13; Zeylaî, IV, 364-369; Şevkânî, VII, 68-71)
Bir müslümanın zimmîyi kasten öldürmesi halinde müslümana kısas uygulanmayacağı görüşünü benimseyen fakihlerin bir kısmı, bu durumda zimmînin diyetinin iki kat, yani müslümanın diyetine eşit olacağı görüşüne sahibdir.

Harbî olan veya İslâm ülkesinde izinsiz olarak bulunan gayri muslimin diyeti olmadığı hususunda görüş birliği varsa da kendisine henüz İslâm daveti ulaşmamış kimsenin ve düşman ülkesinde bulunan müslümanın diyetleri hususunda da farklı görüşler vardır. Öte yandan diyet miktarı belirlenirken maktulûn cinayet vaktindeki mi, yoksa ölüm vaktindeki durumunun mu esas alınacağı konusu da ayrı bir tartışma alanı oluşturmuştur.

Öldürülen kölenin diyetinin değil kıymetinin tazmini gerektiği şeklindeki geleneksel düşünce İslâm döneminde de devam etmiştir. Kölenin, efendisiyle hürriyet anlaşması (mukâtebe) yapmış ve hürriyet bedelinin bir kısmını ödemiş iken öldürülmesi halinde ödediği oranda hür sayılıp diyet ödemediği kısım oranında da kıymetinin tazmini fikri bu konudaki bakış açısını çok iyi yansıtmaktadır. Bu telakki gerek köleyi ayrı bir sosyal statüde ele alan, gerekse diyeti cezadan çok kan bedeli ve mâruz kalınan kaybın tazmini olarak değerlendiren geleneksel düşünce ile tam bir uyum içindedir. Bununla birlikte aksi görüşte olup kölede de insan olma vasfının esas alınması ve kıymetinin değil diyetinin ödenmesi fikrine sahib olanlar da vardır. (Ebû Zehra, s. 620-622) Kölenin değerinin diyet miktarını aşması halinde aşan kısmın ödenib ödenmeyeceği ise tartışmalıdır.

Anne karnındaki çocuğun (cenin) diyetine gelince, hadislerde Peygamber (s.a.v.), düşürülen çocuğun diyetini (güne) bir köle veya câriye olarak takdir etmiştir. (Buhârî, "Diyât", 25 ; İbn Mâce, "Diyât", 11) İslâm hukukçuları, ceninin diyetinin annenin diyetinin onda biri olduğunu, anne de tam diyetin yarısını alacağından netice itibariyle ceninin diyetinin tam diyetin yirmide biri yani beş deve, 50 dinar veya 600 dirhem (Hanefîler'e göre 500 dirhem) olduğunu ifade etmişlerdir. Bu miktar, bir bakıma Peygamber'in cenin için takdir ettiği diyetin deve, altın veya gümüş cinsinden değeridir. Anne kasıtlı olarak kendi çocuğunu düşürürse bu miktarı kendisi öder ve bu diyete mirasçı olamaz. Baba da aynı hükme tâbidir. Bu durumda diyet ceninin diğer mirasçılarına ödenir. Düşürülen çocuk ikizse iki gurre gerekir. Ceninin cinsiyeti gurre miktarında önemli değildir. Çocuk doğduktan bir süre sonra ölürse tam diyet gerekir. Kadının döllenmiş yumurtasının hangi safhadan itibaren cenin sayılacağı İslâm hukukçuları arasında tartışmalı olmakla birlikte ceninin diyeti konusunda ciddi bir görüş farklılığı yoktur. Ancak İmâmiyye ekolüne göre ceninin diyeti, bulunduğu safhaya göre 20 ile 100 dinar arasında değişir.

Alimler arasında ittifakla kabul edilen odur ki; yanlışlıkla öldürme, kasten öldürmeye benzer cinayetlerde, küçüklük ve delilik gibi teklifin şartlarından birini taşımayan birisinin neden olduğu öldürmelerde diyet zorunludur. (Cinayeti işleyen küçük ya da deli olursa; Ebû Hanife ve Malik'e göre diyeti yakın akrabasına düşer. Şâfii' der ki: «Küçüğün kasten öldürme diyeti onun malından verilir.»)




Diyet Sorumlusu ve Ödeme


İslâm hukukunda diyet bir yönüyle ceza, bir yönüyle de tazmin mahiyetinde olduğundan cinayeti işleyenin cezaî ehliyetinin bulunmaması kısasın uygulanmasına engelse de diyet yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Bu sebeble cinayeti işleyenin çocuk, deli, gayri muslim, köle, kadın vb. olması diyeti etkilemez. Diğer bir ifadeyle diyetin sebebi failin kusur ve ta-addisi değil maktulün hukuken koruma altında olmasıdır. Bundan dolayı yeterli illiyet bağı kurulabildiği sürece sebep olma yoluyla meydana gelen ölümlerde -sağlık personelinin, yargı organlarının ve idarî makamların hataen yol açtıkları ölümler de dahil olmak üzere- diyet söz konusu olmaktadır. Kasten adam öldürmede diyetin ceza olma karakteri ağır basar ve diyeti tek başına katil üstlenir. Kastın yanı sıra sulh ve itiraf halinde de katil diyeti tek başına öder. Fakihlerin çoğunluğuna göre çocuk ve delinin kasten adam öldürmesi hataen katil hükmünde iken İmam Şafiî bu durumda diyetin deli ve çocuğun malından ödenmesinin gerektiğini ileri sürer. Hataen öldürmede kefareti katilin, diyeti de âkı-lenin üstleneceği noktasında hemen hemen görüş birliği bulunmakla birlikte katilin de âkıleden sayılıp diyet ödemeye iştirak ettirilip ettirilmeyeceği tartışmalıdır. Çoğunluk katili âkıleden saymazken Hanefî fakihleriyle bazı Mâlikîler onu âkıleden sayar. Hatâen katilde diyet cumhura göre ibtidâen âkılenin borcu iken Hanefiler'e ve Mâlikî fakihlerinin çoğunluğuna göre ibtidâen katilin borcu olup âkıleye diyet ödettirilmesi suçluya yardım ve destek niteliği taşır. Bu görüş ayrılığı, katilin âkılesinin bulunmaması veya diyeti ödemekten âciz kalması halinde diyet İçin katile rücû imkânı verip vermemesi açısından önemlidir. Âkıle'nin hangi oran ve miktardan itibaren diyet ödemeyi üstleneceğinde ise farklı görüşler ortaya konulmuştur.

Kasıt benzeri öldürmede diyet borcu, çoğunluğa göre hataen öldürmede olduğu gibi âkile üzerine ise de İmâmiyye'ye ve bir grup hukukçuya göre kasıtta olduğu gibi bunda da diyeti tek başına katilin üstlenmesi gerekir. Öldürmede kasıt-kasıt benzeri ayırımını kabul etmeyip kasıt benzeri öldürmeyi de kasten öldürme İçinde mutalaa eden Mâlikîler de netice itibariyle bu görüştedir. Fâilin suç işleme kastını cezalandırması bakımından ikinci görüş daha isabetli görünmektedir.

Diyet ödeme yükümlülüğünün paylaşılmasıyla ilgili bir başka uygulama örneği de kasâmedir. Kökü İslâm öncesi döneme dayanan bu âdete göre bir bölgede işlenen faili meçhul cinayet sonrasında, o bölge halkından elli kişiye suçu işlemediklerine ve katilin kimliğini bilmediklerine dair yemin ettirilir, ardından da maktulûn diyeti o bölge halkına ödettirilir. Gerek âkile gerekse kasâme, ilk bakışta suç ve cezanın şahsîliği prensibine aykırı gibi görünse de bu iki uygulama bir taraftan maktulün kanının heder olmasını önleme, diğer taraftan ailenin, akraba birliğinin ve toplumun fertleri ve çevrede olup bitenler hakkında daha duyarlı olmasını sağlama yönünde olumlu etkilere sahibdir. Öte yandan İslâm ceza hukukunda suçlarda şahsî sorumluluk esası hâkim olmakla birlikte diyet tam bir ceza olmayıp bir yönüyle tazmin ve kan bedeli mahiyetinde bulunduğundan hem diyet borçlusunun ağır yükünü hafifletme ve maktulûn ailesine ödemeyi sağlama, hem de toplumda öteden beri devam edegelen kolektif sorumluluk, sosyal dayanışma ve güvence fikrini bir yönüyle de olsa canlı tutma gibi düşüncelerle diyet borcu belli durumlarda başka kesim ve grublara da taşırılmıştır.

Âkile kavramı zamanla genişletilerek belli meslek grupları, askerî birlik ve sosyal organizasyonlar da bilhassa Hanefî'lerce birer âkile sayılmaya başlanmış, katilin ve âkılenin diyeti ödeyemez durumda olması halinde diyetin devlet hazinesinden ödenmesi imkânı getirilmiştir. Devlet hazinesinin bu aşamada devreye sokulması, devletin en büyük âkile olduğu fikrine dayandığı gibi maktulün kanının heder olmayıp diyetin her halûkârda ödenmesi gayesine de yöneliktir. Hazinenin, diyetten ibtidâen sorumlu olan sahsa veya şahıslara rucû hakkı saklıdır.

Kasten öldürmede diyete dönülmüşse fakihlerin çoğunluğuna göre katile diyeti ödemede vade tanınmaz. Hanefî'lere göre kasdî cinayetlerde ödenen, diyetten çok sulh bedeli olduğundan bunun diyet miktarını aşmaması kaydıyla konu tamamen sulh şartlarına bağlıdır. Kasıt benzeri ve hataen öldürmede ise diyetin üç eşit taksitte üç yılda ödenmesi imkânı genelde kabul görür. Vade tarihinin ölümden mi yoksa yargı kararından itibaren mi başlayacağı hususu ise tartışmalıdır. Yaralama ve sakat bırakmalarda diyet alacaklısı mağdur, öldürmelerde ise maktulün mirasçılarıdır. Katil diyete mirasçı olamaz. Diyet, alacaklı açısından tamamen şahsî bir alacak mahiyetinde olup diyet borçlusu imkânı olduğu halde ödemiyorsa ödemeye zorlanmak için tedbir nevinden hapsedilebilir. İmkânsızlıktan ödeyemiyorsa cezaen hapsedilmesi doğru bulunmaz.

İslâm hukukunda kısasın infazı gibi diyetin ifası da amme hakkından ziyade şahsî hakları ilgilendirmektedir. Öldürme halinde maktulûn yakınları (veliyyu'd-dem), muessir fiilde de mağdur suçluyu kısastan affedebileceği gibi diyetten de affedebilir. Bundan dolayı diyet tamamen şahsî bir hak mahiyetindedir. Bununla birlikte İslâm döneminde cezalandırma şahsa ve kabileye ait özel bir hak ve uygulama olmaktan çıkarılıp devlet tekeline alınmış, suçun takibi ve tesbiti, diyetin takdir ve tahsili gibi hususlar taraflar arası güç dengesinin kaderine terkedilmeyerek amme nizamının bir parçası haline getirilmiştir. Ancak yine de devletin ve yargı organlarının kısas ve diyet konusundaki tasarruf hakları oldukça sınırlı tutularak kamu düzeniyle şahsî haklar arasında mâkul bir denge kurulmaya çalışılmıştır. Adam öldürme ve müessir fiil suçunda mağdur tarafın kısas ve diyet hakkından ayrı olarak devletin veya yargı organlarının amme nizamı adına suçluya başka bir ceza takdir edebileceği, şahsî haklardan vazgeçilmesinin bu ikinci nevi cezayı etkilemeyeceği açıktır.

Diyetin bir ceza mı yoksa tazminat mı olduğu öteden beri tartışılmakla birlikte diyet kan bedeli ve tazminat olma özelliğini daima korur. Onun ceza olma yönü, ödemesiyle failin şahsen borçlu olduğu kasdî, kısmen de kasıt benzeri cinayetlerde daha belirgindir. Âkılenin ve üçüncü şahısların ödemeyi üstlendiği durumlarda ise artık diyet bir cezadan çok sosyal sigorta ve tazminat görünümündedir.

Diyet, modern ceza hukukundaki ağır para cezasından ziyade öldürme ve muessir fiillerde mahkemece takdir edilen destekten yoksun kalma tazminatına, maddî ve manevî tazminat alacaklarına benzerlik arzeder. Bununla birlikte ödeme yükümlülüğü, miktar, hak sahipliği gibi açılardan belli farklılıklar gösterir. Öte yandan diyetin, mağdurun bütün zararlarını tazmin ve telâfi ettiği ve tam bir tazminat olduğu da söylenemez. Bundan dolayı özel ve haklı gerekçelerin bulunması halinde diyetin yanı sıra ayrıca tazminat istenip istenemeyeceği de tartışma konusudur.
 
N Çevrimdışı

nereyeboyle

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hocam, Selamun aleykum

sormaya çekindiğim için soramadım, fakat Hz Ali Efendimizin yukarıda geçtiği şekilde bir uygulaması olmus mudur :

(Ali (r.anh)'ye, kasıtlı olarak karısının öldüren bir adam getirildi. Ali kadının velilerine dedi ki: "Dilerseniz bunu öldürün ve erkeğin kadından fazla olan diyetini ödeyin.")

hocam ne yalan söyleyeyim, sorgulamak elbette haddime değil ama , böyle bir uygulama adalet konusunda içimde bi burukluk bıraktı :( şimdi Islam devleti olursak hüküm ne olucak ?
bir de diyetlerin miktarı hakkında bilgi verirseniz güzel olur, şimdiden Allah radı oldun olsun
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah kardeşim;

İslamiyette kadının hayatı ile erkeğin hayatı arasında bir ayrım gözetilmemiş, kadını öldüren erkeğin öldürülmesi emredilmiştir. Ancak öldürmeden aşağı diyetlerde farklılık gözetilmiştir. Bunun nedeni de genellikle erkeklerin üretici olması, ailelerin geçiminden mesul olması, vatanın savunucusu olması gibi sosyal nedenlerden ötürü diyet konusunda böyle bir farklılık gözetilmiştir.

İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu kadının diyetinin erkeğin diyetinin yarısı oranında olacağı (Şevkânî, VII, 224-227) hadisine dayanarak bu görüşü benimser.
Bazı kaynaklar bunda icmâ bulunduğundan söz ederse de (İbn Kudâme, el-Muġnî, VII, 797);
Amr b. Hazm’ın (r.a.) babasından ve dedesinden rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)’in Yemen'lilere yazdığı mektubda farzlar, sünnetler ve diyetler yazılıydı. Mektub, Amr b. Hazm vasıtasıyla gönderilmişti ve Yemen'lilere okunmuştu. Mektubta şöyle yazılıydı:
Allah’ın Peygamberi Muhammed’den, Şurahbil b. Abdi Kulal’e, Nuaym b. Abdi Kulal’e ve Haris b. Abdi Kulal’e yani (Ruayn, Meafir ve Hemdan'lılara...) Bundan sonra.. Kim bir kimseyi sebebsiz yere öldürür o da delil ile sabit olursa, o kimseye kısas uygulanır ancak öldürülen kimsenin velileri kısastan vazgeçer diyete razı olurlarsa, bir adamın diyeti yüz devedir. Burun tamamen kesilirse tam diyet ödenir. Dil kesmekte tam diyet gerektirir, iki dudağın kesilmesi de tam diyettir. İki yumurtanın tahrib edilmesi de tam diyet gerektirir. Tenasul organı kesilirse tam diyet gerekir, bilek kemiği kırılırsa tam diyettir. İki göz kör edilirse tam diyettir. Bir ayak için yarım diyet gerekir. Beyin zarına varan yaralamalarda üçte bir diyet, kafayı ve karnı delecek yaralamalarda üçte bir diyet vardır. Kemikleri yerlerinden oynatan yaralamalarda on beş deve diyet vardır. Elin ve ayağın her bir parmağında onar deve diyet vardır. Dişin diyeti beş devedir. Kemiğe ulaşan yaralamalarda diyet beş devedir. Kadını öldüren erkek kısas yapılarak öldürülür. Diyeti altın olarak vermek isteyenler bin dinar altını verirler.”
(Nesâî, “Kasâme”, Bab 45, Hadis no: 4770 Sadece Nesâi rivâyet etmiştir.)

azınlıkta kalan âlimler, mu'minin diyetinin 100 deveden ibaret olduğunu bildiren hadisin (Nesâî, “Kasâme”, Bab 45, Hadis no: 4770 ; Şevkânî, VII, 61) genel kural sayıldığını, diyette maktulûn paha biçilen nesne değil insan olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bu sebeble kadının diyetiyle erkeğin diyeti arasında fark bulunmadığını kabul ederler (Ebû Zehra, el-Ukube fi’l-fıkhi’l-İslâmî,s. 615-616)

İslâm hukukçularının bir kısmı, "Diyetin üçte birine ulaşıncaya kadar kadının azalarının diyeti erkeğinki gibidir. Kadının parmağının diyeti erkeğin parmağı; dişi, erkeğin dişi; baş ve yüzdeki kemiğe kadar olan yaralar ve kemiklerde arıza yapan yaralamalarda kadın erkek gibidir." (Muvatta, Ukul, 5) hadise istinaden yaralamalarda kadının diyetinin tam diyetin üçte birini aşmadığı sürece erkeğin diyetine eşit olduğu görüşündedir. Böylece kadın, ölümle sonuçlanmayan küçük çaptaki yaralanma ve sakatlanmalarda erkekle eşit diyet almaktadır.
Ancak başta Ebû Hanîfe ve Şâfiî olmak üzere bir grub İslâm hukukçusu, kadının erkeğe göre yarı diyet alması kuralının genel olup yaralamaları da kapsadığını belirtirler. (Ali Bardakoğlu, Diyanet Vakfı Ans. Diyet Md., C: 9, Sf: 476)

Kadının parmaklarının diyeti hakkındaki rivayet ise şöyledir:

"Rebia b. Ebu Abdurrahman, Said b. Museyyeb'e kadının parmağının diyeti ne kadardır diye sorduğunda on devedir cevab verir. İki parmağın diyeti ne kadardır deyince yirmi deve diye cevab verir. Üç parmağın diyeti ne kadardır diye sorduğunda otuz deve diye cevab verir. Dört parmağın diyeti ne kadardır diye sorulduğunda yirmi deve diye cevab verir..."(Muvatta, Ukul, 11)

Mâliki ve Hanbelilere göre kadının uzuvlarının diyeti, tam diyetin üçte birine kadar erkeğin uzuvlarının diyeti ile aynıdır, üçte birini geçince yarıya düşer. Bunun dayandığı delil Said b. Museyebden nakledilen şu rivayettir:

"Diyetin üçte birine ulaşıncaya kadar kadının azalarının diyeti erkeğinki gibidir. Kadının parmağının diyeti erkeğin parmağı; dişi, erkeğin dişi; baş ve yüzdeki kemiğe kadar olan yaralar ve kemiklerde arıza yapan yaralamalarda kadın erkek gibidir." (Muvatta, Ukul, 5).

Hanefi ve Şafii'lere göre öldürülme ve daha aşağı diyetlerde kadının diyeti erkeğin yarısıdır. (Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı, 8/131)
 
N Çevrimdışı

nereyeboyle

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hocam ; ben tam anlayamadım...
"Ancak öldürmeden aşağı diyetlerde farklılık gözetilmiştir." demişsiniz, biraz aşağısında ise ". Böylece kadın, ölümle sonuçlanmayan küçük çaptaki yaralanma ve sakatlanmalarda erkekle eşit diyet almaktadır. " demişsiniz... Bunlar zıt ifadeler değil mi ? kusura bakmayın hocam, sizi yoruyorum ...
Allah radı olsun
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Zıt değil kardeşim;
Hadiste "Diyetin üçte birine ulaşıncaya kadar kadının azalarının diyeti erkeğinki gibidir. Kadının parmağının diyeti erkeğin parmağı; dişi, erkeğin dişi ... "
küçük diyetlerin yarısına had uygulamak meşakkat ve bazen imkansız hâle gelir. Rasulullah (s.a.v.)'in buyurduğu hadisi böyle algılıyorum.
Ayrıca bu konu (kadın ile erkeğin diyetinin oranı) az da olsa ihtilaflı bir konudur.
 
N Çevrimdışı

nereyeboyle

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hocam kusura bakmayın, fazla zorluyorum hakkımı ... ama, Bakara 178 in ayrıntılı izahına okudugum tefsir kitaplarında pek rastlayamadım...
öldürülen bir kadının diyeti , öldürülen bir erkeğin diyetinin yarısı olmasını anladım hocam ...
benim sorduğum , bir adam bir kadını öldürürse, maktulun velileri katil adama kısas uygulamak için için diyetin fazlasını yani 50 deve vermek zorunda mı ? şimdi ,misalen, bir adam benim ailemden bir kadını öldürse kısas için bu adamın ailesine birde 50 deve mi vereceğiz ??

haksız yere öldürülen adamın diyeti 100 deve , haksız yere öldürülen kadının diyeti 50 deve , bunu anladım , ama katil adamın kanı artık heder değil midir ki öldürülürken bir de diyet miktarına bakılsın ?
bir de çocuk, sakat , deli vs katil ve maktul olma durumlarında kısas ve diyet durumları nedir , yazarsanız size dua ederim .... şimdiden Allah razı olsun
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
"Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile. Fakat kimin lehinde kardeşi tarafından bir şey affolunursa artık ma'rufa uymak ve ona güzellikle ödemek gerektir. Bu Rabb'ınızdan bir hafifletme ve rahmettir. O halde kim bundan sonra tecâvüzde bulunursa onun içindir azâb-ı elim." (Bakara 178)
Taberi diyor ki:
"Bu âyetin nüzul sebebi hakkında ihtilaf vardır. Bu sebeble bizlerin, âyeti, kesin delillerin gösterdiği mânâda anlamamız gerekmektedir. Rasulullah'tan, hür erkeğin hür kadın karşılığında kısas yapılacağına dair birbirini destekleyen bir çok hadis rivayet edilmiştir. Ancak İslam ummeti, hür kadına karşılık hür erkeğin kısas yapılması halinde erkeğin fazla olan diyetinin kadının velilerinden alınıp alınmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu sebeble kadına karşı erkeğe kısas tatbik edileceği ve tatbik edildikten sonra da erkeğin arta kalan diyetinin erkeğin velilerine verileceği hususunda icma olduğunu iddia etmek fâsid bir görüştür.

Şu hususta bilinmektedir ki: Bir insan belli bir bedel karşılığında bir organını telef edip vücudunun diğer kısmını sağ bırakamaz. Bunu yapması haramdır. Keza, bir başkasının belli bir bedel karşılığında diğer bir insanın herhangi bir organını telef edemez bu da haramdır. (Bu da gösteriyor ki, kadının karşılığında erkeğin sadece bir bölümünün kısas yapıldığını söylemek doğru değildir) Erkek, kadının karşılığında "Cana can" kâidesine göre kısasa tabi tutulmuştur. Bundan anlaşılıyor ki âyet-i kerimede zikredilen: "Hür’e hür, köleye köle, kadına kadın" kısas yapılır ifadesinden maksad, hür'e karşılık köle, erkeğe karşılık kadın, kadına karşılık ta erkek kısas yapılamaz" demek değildir. Âyetin ifade ettiği mânâ hakkında geriye iki ihtimal kalmıştır. Bunlardan biri, bizim de izah ettiğimiz gibi, kısasta cinayeti işleyenin dışına taşmamaktır. Yani, kısas ancak katile tatbik edilir. Katilin, erkek, kadın, köle veya hür olması durumu değiştirmediği gibi öldürülenin bunlardan biri olması da durumu değiştirmez. İşte âyet-i kerime bunları beyan etmektedir.

Âyetin ifade ettiği muhtemel ikinci mânâ ise şöyledir:
Bu âyet, belli insanlar hakkında nazil olmuştur. Onlar birbirleriyle savaşarak birbirlerinden kadın, erkek, köle öldürmüşlerdir. Rasulullah da bunların, karşılıklı olarak diyet ödemek suretiyle barışmalarını emretmiştir. Diyetler de hür erkeğin diyeti hürerkeğe göre, hür kadının diyeti hür kadına göre, kölenin diyeti de köleye göre takdir edilecek ve taraflar karşılıklı olarak takas yaptıktan sonra fazlalıkları ödeyeceklerdir." (İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyân, 2/62-63)

Diyet Miktarındaki Farklılıklar

İslâm dininin ortaya çıkışıyla birlikte Câhiliye geleneklerinin aksine insanlar tedricî bir program çerçevesinde tarak dişleri gibi eşit sayılmaya başlanmış (Muttaki el-Hindî, IX, 38), âlim cahil, zengin fakir farkına, ırk, kabile ve sosyal statü değişikliğine bakılmaksızın herkesin Allah nezdinde ve şer'î hükümler karşısında eşit olduğu ilkesi getirilmiş, üstünlüğün ancak manevî yücelme ile (takva) olabileceği vurgulanmıştır. (Hucurat 13)
Ancak İslâm hukuk doktrininin oluştuğu dönemde müslüman toplumların geleneksel kültür ve sosyal yapıları, ayrıca diyetin suçlu için bir ceza olmaktan çok ölenin kan bedeli, ailesinin uğradığı kaybın tazmini olarak telakki edilmesi ve benzeri sebeplerle eşitlik ilkesinin diyette değişikliğe uğradığı görülmektedir. Bundan dolayı kadının, gayri müslimin ve kölenin diyet miktarları İslâm hukuk doktrininde ayrı tartışma konusu olmuştur.

İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, konuyla ilgili olarak rivayet edilen hadise de dayanarak (Şevkânî, VII, 224-227) kadının diyetinin erkeğin diyetinin yarısı oranında olacağı görüşünü benimser. Bazı kaynaklar bunda icmâ bulunduğundan söz ederse de (İbn Kudâme, VII, 797) azınlıkta kalan âlimler, mu'minin diyetinin 100 deveden ibaret olduğunu bildiren hadisin
Amr b. Hazm’ın (r.a.) babasından ve dedesinden rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)’in Yemen'lilere yazdığı mektubda farzlar, sünnetler ve diyetler yazılıydı. Mektub, Amr b. Hazm vasıtasıyla gönderilmişti ve Yemen'lilere okunmuştu. Mektubta şöyle yazılıydı: Allah’ın Peygamberi Muhammed’den, Şurahbil b. Abdi Kulal’e, Nuaym b. Abdi Kulal’e ve Haris b. Abdi Kulal’e yani (Ruayn, Meafir ve Hemdan'lılara...) Bundan sonra.. Kim bir kimseyi sebebsiz yere öldürür o da delil ile sabit olursa, o kimseye kısas uygulanır ancak öldürülen kimsenin velileri kısastan vazgeçer diyete razı olurlarsa, bir adamın diyeti yüz devedir. Burun tamamen kesilirse tam diyet ödenir. Dil kesmekte tam diyet gerektirir, iki dudağın kesilmesi de tam diyettir. İki yumurtanın tahrib edilmesi de tam diyet gerektirir. Tenasul organı kesilirse tam diyet gerekir, bilek kemiği kırılırsa tam diyettir. İki göz kör edilirse tam diyettir. Bir ayak için yarım diyet gerekir. Beyin zarına varan yaralamalarda üçte bir diyet, kafayı ve karnı delecek yaralamalarda üçte bir diyet vardır. Kemikleri yerlerinden oynatan yaralamalarda on beş deve diyet vardır. Elin ve ayağın her bir parmağında onar deve diyet vardır. Dişin diyeti beş devedir. Kemiğe ulaşan yaralamalarda diyet beş devedir. Kadını öldüren erkek kısas yapılarak öldürülür. Diyeti altın olarak vermek isteyenler bin dinar altını verirler.” (Nesâî, “Kasâme”, Bab 45, Hadis no: 4770 Sadece Nesâi rivâyet etmiştir.) genel kural sayıldığını, diyette maktulûn paha biçilen nesne değil insan olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bu sebeble kadının diyetiyle erkeğin diyeti arasında fark bulunmadığını kabul ederler. (Ebû Zehra, s. 615-616) Bu konudaki hadislerin lafzî yorumu ve uygulama, aynı ortak kültür altında yetişen büyük çoğunluğu destekler nitelikteyse de diyetin cezadan öte kan bedeli olarak telakki edilmesi bile böyle bir ayırımı fazla haklı kılmamakta, azınlığa ait de olsa ikinci görüş naslarda gözetilen genel maksatlara daha uygun düşmektedir. İslâm hukukçularının bir kısmı, mevcut bir hadise istinâden (Şevkânî, VII, 70-72) yaralamalarda kadının diyetinin tam diyetin üçte birini aşmadığı, bir kısmı da yirmide birini aşmadığı sürece erkeğin diyetine eşit olduğu görüşündedir. Böylece kadın, ölümle sonuçlanmayan küçük çaptaki yaralanma ve sakatlanmalarda erkekle eşit diyet almaktadır. Ancak başta Ebu Hanîfe ve Şâfıî olmak üzere bir grup İslâm hukukçusu, kadının erkeğe göre yan diyet alması kuralının genel olup yaralamaları da kapsadığını, farklı rivayet ve görüşlerin bu kuralla çatıştığı için reddedilmesi gerektiğini ileri sürerler.

Gayri muslimin diyet miktarı konusunda İslâm hukukçuları arasında hayli farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Zimmî veya muste'men statüsündeki Ehl-i kitabın diyeti, Mâlikîler ve Hanbelîler başta olmak üzere çoğunluğa göre hür müslüman erkeğin diyetinin yarısı; Şâfıî, bir rivayette İmam Mâlik ve bir grup hukukçuya göre ise üçte biridir. Mecûsîler'in ve diğer din mensublarının diyeti ise 800 dirhem gümüştür. Bunlar delil olarak Ömer (r.anh)'in bu konudaki uygulamasını (Ebû Dâvûd, "Diyât", 18) esas alırlar.
İmâmiyye'de genel görüş, Ehl-i kitabın ve Mecûsîler'in diyetinin 800 dirhem olduğu, diğer din mensublarına ise diyet ödenmeyeceği yönündedir. İbn Hazm ise diyetin sadece müslümanlar arasında cereyan edeceği görüşündedir. (el-Muhallâ, XI, 347)
Hukukçuların çoğunluğunun, din değişikliğini diyette farklılık sebebi sayan bu tavrına karşılık Hanefîler başta olmak üzere bir grup hukukçu, kısasta olduğu gibi diyette de müslüman olmayı değil İslâm ülkesinde bulunmayı ve kanın hukuken korunmuş olmasını esas alır ve İslâm ülkesinde yaşayan kimselerin diyetleri arasında din farkı sebebiyle bir ayırım yapmaz. Diyetle ilgili âyetin ikinci kısmında yer alan, "Eğer (maktul) kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve mu'min bir köleyi azad etmek gerekir" (Nisa 92) ifadesini her grub farklı yorumlamakta, ayrıca Peygamber ve sahabeden nakledilen söz ve uygulamalar arasında her bir görüşü destekler mahiyette farklılıklar bulunmaktadır. (İbn Mâce, "Diyât", 13; Zeylaî, IV, 364-369; Şevkânî, VII, 68-71)
Bir müslümanın zimmîyi kasten öldürmesi halinde müslümana kısas uygulanmayacağı görüşünü benimseyen fakihlerin bir kısmı, bu durumda zimmînin diyetinin iki kat, yani müslümanın diyetine eşit olacağı görüşüne sahibdir.

Harbî olan veya İslâm ülkesinde izinsiz olarak bulunan gayri muslimin diyeti olmadığı hususunda görüş birliği varsa da kendisine henüz İslâm daveti ulaşmamış kimsenin ve düşman ülkesinde bulunan müslümanın diyetleri hususunda da farklı görüşler vardır. Öte yandan diyet miktarı belirlenirken maktulûn cinayet vaktindeki mi, yoksa ölüm vaktindeki durumunun mu esas alınacağı konusu da ayrı bir tartışma alanı oluşturmuştur.

Öldürülen kölenin diyetinin değil kıymetinin tazmini gerektiği şeklindeki geleneksel düşünce İslâm döneminde de devam etmiştir. Kölenin, efendisiyle hürriyet anlaşması (mukâtebe) yapmış ve hürriyet bedelinin bir kısmını ödemiş iken öldürülmesi halinde ödediği oranda hür sayılıp diyet ödemediği kısım oranında da kıymetinin tazmini fikri bu konudaki bakış açısını çok iyi yansıtmaktadır. Bu telakki gerek köleyi ayrı bir sosyal statüde ele alan, gerekse diyeti cezadan çok kan bedeli ve mâruz kalınan kaybın tazmini olarak değerlendiren geleneksel düşünce ile tam bir uyum içindedir. Bununla birlikte aksi görüşte olup kölede de insan olma vasfının esas alınması ve kıymetinin değil diyetinin ödenmesi fikrine sahib olanlar da vardır. (Ebû Zehra, s. 620-622) Kölenin değerinin diyet miktarını aşması halinde aşan kısmın ödenib ödenmeyeceği ise tartışmalıdır.

Anne karnındaki çocuğun (cenin) diyetine gelince, hadislerde Peygamber (s.a.v.), düşürülen çocuğun diyetini (güne) bir köle veya câriye olarak takdir etmiştir. (Buhârî, "Diyât", 25 ; İbn Mâce, "Diyât", 11) İslâm hukukçuları, ceninin diyetinin annenin diyetinin onda biri olduğunu, anne de tam diyetin yarısını alacağından netice itibariyle ceninin diyetinin tam diyetin yirmide biri yani beş deve, 50 dinar veya 600 dirhem (Hanefîler'e göre 500 dirhem) olduğunu ifade etmişlerdir. Bu miktar, bir bakıma Peygamber'in cenin için takdir ettiği diyetin deve, altın veya gümüş cinsinden değeridir. Anne kasıtlı olarak kendi çocuğunu düşürürse bu miktarı kendisi öder ve bu diyete mirasçı olamaz. Baba da aynı hükme tâbidir. Bu durumda diyet ceninin diğer mirasçılarına ödenir. Düşürülen çocuk ikizse iki gurre gerekir. Ceninin cinsiyeti gurre miktarında önemli değildir. Çocuk doğduktan bir süre sonra ölürse tam diyet gerekir. Kadının döllenmiş yumurtasının hangi safhadan itibaren cenin sayılacağı İslâm hukukçuları arasında tartışmalı olmakla birlikte ceninin diyeti konusunda ciddi bir görüş farklılığı yoktur. Ancak İmâmiyye ekolüne göre ceninin diyeti, bulunduğu safhaya göre 20 ile 100 dinar arasında değişir.

Alimler arasında ittifakla kabul edilen odur ki; yanlışlıkla öldürme, kasten öldürmeye benzer cinayetlerde, küçüklük ve delilik gibi teklifin şartlarından birini taşımayan birisinin neden olduğu öldürmelerde diyet zorunludur. (Cinayeti işleyen küçük ya da deli olursa; Ebû Hanife ve Malik'e göre diyeti yakın akrabasına düşer. Şâfii' der ki: «Küçüğün kasten öldürme diyeti onun malından verilir.»)

Diyet Sorumlusu ve Ödeme
İslâm hukukunda diyet bir yönüyle ceza, bir yönüyle de tazmin mahiyetinde olduğundan cinayeti işleyenin cezaî ehliyetinin bulunmaması kısasın uygulanmasına engelse de diyet yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Bu sebeble cinayeti işleyenin çocuk, deli, gayri muslim, köle, kadın vb. olması diyeti etkilemez. Diğer bir ifadeyle diyetin sebebi failin kusur ve taaddisi değil maktulün hukuken koruma altında olmasıdır. Bundan dolayı yeterli illiyet bağı kurulabildiği sürece sebeb olma yoluyla meydana gelen ölümlerde -sağlık personelinin, yargı organlarının ve idarî makamların hataen yol açtıkları ölümler de dahil olmak üzere- diyet söz konusu olmaktadır. Kasten adam öldürmede diyetin ceza olma karakteri ağır basar ve diyeti tek başına katil üstlenir. Kastın yanı sıra sulh ve itiraf halinde de katil diyeti tek başına öder.
Fakihlerin çoğunluğuna göre çocuk ve delinin kasten adam öldürmesi, hataen katil hükmünde iken İmam Şafiî bu durumda diyetin deli ve çocuğun malından ödenmesinin gerektiğini ileri sürer.
Hataen öldürmede kefareti katilin, diyeti de âkılenin üstleneceği noktasında hemen hemen görüş birliği bulunmakla birlikte katilin de âkıleden sayılıp diyet ödemeye iştirak ettirilip ettirilmeyeceği tartışmalıdır.
Çoğunluk katili âkıleden saymazken Hanefî fakihleriyle bazı Mâlikî'ler onu âkıleden sayar. Hatâen katilde diyet cumhura göre ibtidâen âkılenin borcu iken Hanefiler'e ve Mâlikî fakihlerinin çoğunluğuna göre ibtidâen katilin borcu olub âkıleye diyet ödettirilmesi suçluya yardım ve destek niteliği taşır. Bu görüş ayrılığı, katilin âkılesinin bulunmaması veya diyeti ödemekten âciz kalması halinde diyet İçin katile rucû imkânı verib vermemesi açısından önemlidir. Âkıle'nin hangi oran ve miktardan itibaren diyet ödemeyi üstleneceğinde ise farklı görüşler ortaya konulmuştur.

Kasıt benzeri öldürmede diyet borcu, çoğunluğa göre hataen öldürmede olduğu gibi âkile üzerine ise de İmâmiyye'ye ve bir grup hukukçuya göre kasıtta olduğu gibi bunda da diyeti tek başına katilin üstlenmesi gerekir. Öldürmede kasıt, benzeri ayırımını kabul etmeyip kasıt benzeri öldürmeyi de kasten öldürme içinde mutalaa eden Mâlikîler de netice itibariyle bu görüştedir. Fâilin suç işleme kastını cezalandırması bakımından ikinci görüş daha isabetli görünmektedir.

Diyet ödeme yükümlülüğünün paylaşılmasıyla ilgili bir başka uygulama örneği de kasâmedir. Kökü İslâm öncesi döneme dayanan bu âdete göre bir bölgede işlenen faili meçhul cinayet sonrasında, o bölge halkından elli kişiye suçu işlemediklerine ve katilin kimliğini bilmediklerine dair yemin ettirilir, ardından da maktulûn diyeti o bölge halkına ödettirilir. Gerek âkile gerekse kasâme, ilk bakışta suç ve cezanın şahsîliği prensibine aykırı gibi görünse de bu iki uygulama bir taraftan maktulün kanının heder olmasını önleme, diğer taraftan ailenin, akraba birliğinin ve toplumun fertleri ve çevrede olup bitenler hakkında daha duyarlı olmasını sağlama yönünde olumlu etkilere sahibdir. Öte yandan İslâm ceza hukukunda suçlarda şahsî sorumluluk esası hâkim olmakla birlikte diyet tam bir ceza olmayıp bir yönüyle tazmin ve kan bedeli mahiyetinde bulunduğundan hem diyet borçlusunun ağır yükünü hafifletme ve maktulûn ailesine ödemeyi sağlama, hem de toplumda öteden beri devam edegelen kolektif sorumluluk, sosyal dayanışma ve güvence fikrini bir yönüyle de olsa canlı tutma gibi düşüncelerle diyet borcu belli durumlarda başka kesim ve grublara da taşırılmıştır.

Âkile kavramı zamanla genişletilerek belli meslek grupları, askerî birlik ve sosyal organizasyonlar da bilhassa Hanefî'lerce birer âkile sayılmaya başlanmış, katilin ve âkılenin diyeti ödeyemez durumda olması halinde diyetin devlet hazinesinden ödenmesi imkânı getirilmiştir. Devlet hazinesinin bu aşamada devreye sokulması, devletin en büyük âkile olduğu fikrine dayandığı gibi maktulün kanının heder olmayıp diyetin her halûkârda ödenmesi gayesine de yöneliktir. Hazinenin, diyetten ibtidâen sorumlu olan sahsa veya şahıslara rucû hakkı saklıdır.

Kasten öldürmede diyete dönülmüşse fakihlerin çoğunluğuna göre katile diyeti ödemede vade tanınmaz. Hanefî'lere göre kasdî cinayetlerde ödenen, diyetten çok sulh bedeli olduğundan bunun diyet miktarını aşmaması kaydıyla konu tamamen sulh şartlarına bağlıdır. Kasıt benzeri ve hataen öldürmede ise diyetin üç eşit taksitte üç yılda ödenmesi imkânı genelde kabul görür. Vade tarihinin ölümden mi yoksa yargı kararından itibaren mi başlayacağı hususu ise tartışmalıdır. Yaralama ve sakat bırakmalarda diyet alacaklısı mağdur, öldürmelerde ise maktulün mirasçılarıdır. Katil diyete mirasçı olamaz. Diyet, alacaklı açısından tamamen şahsî bir alacak mahiyetinde olup diyet borçlusu imkânı olduğu halde ödemiyorsa ödemeye zorlanmak için tedbir nevinden hapsedilebilir. İmkânsızlıktan ödeyemiyorsa cezaen hapsedilmesi doğru bulunmaz.

İslâm hukukunda kısasın infazı gibi diyetin ifası da amme hakkından ziyade şahsî hakları ilgilendirmektedir. Öldürme halinde maktulûn yakınları (veliy-yu'd-dem), muessir fiilde de mağdur suçluyu kısastan affedebileceği gibi diyetten de affedebilir. Bundan dolayı diyet tamamen şahsî bir hak mahiyetindedir. Bununla birlikte İslâm döneminde cezalandırma şahsa ve kabileye ait özel bir hak ve uygulama olmaktan çıkarılıp devlet tekeline alınmış, suçun takibi ve tesbiti, diyetin takdir ve tahsili gibi hususlar taraflar arası güç dengesinin kaderine terkedilmeyerek amme nizamının bir parçası haline getirilmiştir. Ancak yine de devletin ve yargı organlarının kısas ve diyet konusundaki tasarruf hakları oldukça sınırlı tutularak kamu düzeniyle şahsî haklar arasında mâkul bir denge kurulmaya çalışılmıştır. Adam öldürme ve müessir fiil suçunda mağdur tarafın kısas ve diyet hakkından ayrı olarak devletin veya yargı organlarının amme nizamı adına suçluya başka bir ceza takdir edebileceği, şahsî haklardan vazgeçilmesinin bu ikinci nevi cezayı etkilemeyeceği açıktır.

Diyetin bir ceza mı yoksa tazminat mı olduğu öteden beri tartışılmakla birlikte diyet kan bedeli ve tazminat olma özelliğini daima korur. Onun ceza olma yönü, ödemesiyle failin şahsen borçlu olduğu kasdî, kısmen de kasıt benzeri cinayetlerde daha belirgindir. Âkılenin ve üçüncü şahısların ödemeyi üstlendiği durumlarda ise artık diyet bir cezadan çok sosyal sigorta ve tazminat görünümündedir.

Diyet, modern ceza hukukundaki ağır para cezasından ziyade öldürme ve muessir fiillerde mahkemece takdir edilen destekten yoksun kalma tazminatına, maddî ve manevî tazminat alacaklarına benzerlik arzeder. Bununla birlikte ödeme yükümlülüğü, miktar, hak sahipliği gibi açılardan belli farklılıklar gösterir. Öte yandan diyetin, mağdurun bütün zararlarını tazmin ve telâfi ettiği ve tam bir tazminat olduğu da söylenemez. Bundan dolayı özel ve haklı gerekçelerin bulunması halinde diyetin yanı sıra ayrıca tazminat istenip istenemeyeceği de tartışma konusudur.
 
N Çevrimdışı

nereyeboyle

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hocam, bu konu hakkında başka bir yerde pek birşey bulamayacağım için sorularımı mazur görün :)
1.a)Katile, cinayeti işlemesine sebeb olan tahrik boyutuna göre diyette yükü hafifletilebilir mi ?
b)ve maktulun taraflarından tahrikin boyutu nedeniyle kısas seçeneği ellerinden alınabilir mi ?
c)İslamiyette hangi hususlar tahrik sayılır ?
2.Dinimiz açısından, maktulun taraflarının kısas veya diyet talebinden hangisi takvaya uygundur? Zira; Kuran ı Kerim , "Kısasta hayat vardır "buyurarak kısasın cinayeti önlemede hayati önemine işaret ederken, Peygamberin (s.a.v) bazı hadislerinde katili affedenleri takdir ettiğini okumuştum...
3.Akile veya kassame olmadan , suçlu başka yollardan borç edinerek diyeti ödeyebilir mi ?
4.kısas ve diyette rütbenin bir önemi var mıdır ? mesela halife için , veya vezir, serasker, kadı vs . haksız yere adam öldürme işini gerçekleştirenlerin mevki ve önemine göre, yani kısaca kısasın uygulanamayacağı kişiler var mıdır ?

Allah razı olsun , çok güzel bilgiler bunlar , Allah iliminizi artırsın inşeallah
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Hocam, bu konu hakkında başka bir yerde pek birşey bulamayacağım için sorularımı mazur görün :)
1.a)Katile, cinayeti işlemesine sebeb olan tahrik boyutuna göre diyette yükü hafifletilebilir mi ?
b)ve maktulun taraflarından tahrikin boyutu nedeniyle kısas seçeneği ellerinden alınabilir mi ?
c)İslamiyette hangi hususlar tahrik sayılır ?
2.Dinimiz açısından, maktulun taraflarının kısas veya diyet talebinden hangisi takvaya uygundur? Zira; Kuran ı Kerim , "Kısasta hayat vardır "buyurarak kısasın cinayeti önlemede hayati önemine işaret ederken, Peygamberin (s.a.v) bazı hadislerinde katili affedenleri takdir ettiğini okumuştum...
3.Akile veya kassame olmadan , suçlu başka yollardan borç edinerek diyeti ödeyebilir mi ?
4.kısas ve diyette rütbenin bir önemi var mıdır ? mesela halife için , veya vezir, serasker, kadı vs . haksız yere adam öldürme işini gerçekleştirenlerin mevki ve önemine göre, yani kısaca kısasın uygulanamayacağı kişiler var mıdır ?
Allah razı olsun , çok güzel bilgiler bunlar , Allah iliminizi artırsın inşeallah
C 1- A) Tâbi ki tahrik, hatâen veya nefs-i mudâfa gibi durumlardan dolayı diyet yükü hafifleyebilir.
B) Bir önceki seçeneğe bağlı olarak diyet veya kısas seçeneği ibtal yada hafifletilmeye gidilebilir.

C) Kişinin Dini, namusu/ırzı, İslam vatanı, şahsiyeti, malı ile ilgili iftira , hakaret gibi gasb-tecâvuzler her akıl, izzet sahibi muslumanı harekete geçirir.

C 2- Kısasta hayat olması ile kısasın, mutlak olarak hadd - diyet veya kısası hakedene karşı Avf yolunun tutulmasınından hayırlı olduğunu göstermez.
Kısasta hayat olması demek, Allahın şeriâtinin tatbiki ile Kısasın tatbik edilmesi, kişiyi nahak yere katledenin kendisine de kısas yoluyla ölüm cezasının verilebileceğini idrak ederek fitneden - ölümden uzak durdurması sebebiyledir.
Tüm buna rağmen Kısas istemek meşru bir haktır, fakat avf yolunu tutmak hem kalblerin yumuşamasına, hemde asıl el Avf olan Allah (c.c) tarafından ahiratte avf olunmaya mustehak olmayı yakınlaştırır.

C 3- ÂKİLE
Diyet anlamında kullanılan bir İslâm ceza hukûku terimi.
Diyet ödemek anlamına gelen 'akl' mastarından ism-i fâil olup, diyet ödemeyi yüklenen kimse veya kimseler demektir. Kasten birisini öldürmekten veya bir organa karşı kasten işlenen cinayetten dolayı ödenmesi gereken diyet, suçu işleyenin malından ödenir. Öldürme fiili kasta benzer şekilde veya yanlışlıkla (hata yoluyla) işlenmiş ise diyeti 'âkile' öder.

Kasten öldürmekten doğan diyetin, öldürenin malından ödeneceği konusunda İslâm hukukçuları arasında görüş birliği vardır. Çünkü prensip olarak her insanın, mala verdiği zararların tazmininde olduğu gibi cana veya bedene verdiği zararlardan da şahsen sorumlu olması, başkasının bundan sorumlu tutulmaması gerekir. Cezalarda asıl olan şahsî sorumluluktur. Ayetlerde şöyle buyurulur:
"Herkes kazandığına karşılık bir rehindir" (Muddessir, 38).
"Herkesin kazandığı günah ancak kendi aleyhinedir. Hiç bir kimse başkasının günahını taşımaz" (En'âm, 164; İsrâ, 15; Fâtır, 18; Zumer, 7; Necm, 38).
"Sen onlara şöyle de. Ne siz bizim işlediğimiz suçlardan sorumlu olacaksınız,, ne de biz sizin işlediklerinizden sorumlu olacağız" (Sebe', 25).

Hadiste: "Bir suçlu ancak kendi aleyhine suç işlemiş olur" buyurulur.
(Tirmizî, Fiten, 2, Tefsîru Sûreti't-tevbe, 2; İbn Mâce, Menâsik, 76, Diyât, 26, 76; İbn Hanbel, IV, 14).

Peygamber yanında çocuğu bulunan bazı sahâbîlere, "Bu senin oğlun mudur?" diye sormuş, "Evet" cevabı üzerine şöyle buyurmuştur: "Bu çocuk senin aleyhine suç işleyemez; Sen de onun aleyhine suç işleyemezsin"
(Ebû Dâvud, Diyât, 2; Nesâî, Kasâme, 42; İbn Mâce, Diyât, 26).


Kasten öldürme, kölenin öldürmesi, diyetin sulh veya suçlunun itirafı sonucu belirlenmesi hallerinde âkılenin diyet ödeme yükümlülüğünün bulunmaması sünnetle sâbittir. (Zeylaî, Nasbu'r-Râye, IV, 379). Mâlikîler dışındaki İslâm hukukçuları kasta benzer (şibhu'l-amd) ve yanlışlıkla (hatâen) öldürmelerde diyetin âkileye yükletilmesinde görüş birliği içindedirler (el-Kâsânî, Bedâyetu's-Sanâyi, VII. 256; İbn Abidîn, Reddu'l-Muhtar, V, 400; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 764-770). Küçük çocuğun ve akıl hastasının kasten öldürmesi hâlinde de diyet âkileye âittir. Çünkü bunların kasıt ve hatası eşittir. Ali, suç işleyen akıl hastasının diyetini âkilesine yüklemiştir.

Âkile veya maâkil sistemi, Medîne'deki Arap kabilelerinin Peygamber tarafından yeniden teşkilâtlandırılması ile birlikte düzenli bir şekil almıştır. Çünkü bir kimse savaşta esir düşse, onun kurtarılması için fidye; öldürme ve yaralamalarda ise diyet ödenmesi gerekiyordu. Bunların miktarları çoğu zaman esir ve suçluların ödeme gücünü aşıyordu. Peygamber bu durumu çözüme kavuşturmak için, karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan âkile veya maâkil sistemini kurdu. Buna göre, bir kabîlenin mensupları kabîle bütçesi için para yardımı yapacak; buna karşılık ödeme gücünü aşan bir tazminatla karşılaşırsa bu bütçeden yardım bekleyecekti. Hatta, kabîle bütçesi de yeterli olmazsa diğer akraba ve komşu kabîleler onların yardımına gelecekti. Daha sonra âkile sistemi Ömer (r.anh) tarafından geliştirilmiş; insanların mensubu bulunduğu meslekler, askerî, mulkî idâre esaslarına veya çeşitli bölgelere göre bir düzenleme yapılmıştır. Hür, âkil, baliğ erkeklerden oluşan âkile listesi deftere yazılınca, bunlara "dîvan" adı verilmiştir. Bazı müellifler, dîvan uygulamasının Peygamber tarafından, Mustalikoğulları gazasından sonra, ganimetlerdeki devlet hissesi olan Humus'u (beşte bir) idare etmek üzere Mahmiye b. Cez'i tayin etmesiyle başladığını söylerler. Hanefilere göre diyet yükümlüsü, suçlu dîvan ehlinden ise, divandır. Bu durumda diyet, divan üyelerinin ata veya rızık(maaş)larından kesilir. Ömer'in uygulaması bu şekilde olmuştur. Eğer suçlu dîvan üyesi değilse, bunun âkilesi; kabîlesi, hısımları ve ödeme gücünü aşan tazminatlarda yardımlaşacağı diğer kimselerdir. Kendi kabîlesi diyeti ödemeye yeterli olmazsa 'asabe' sırasına göre en yakın neseb hısımları buna ilâve edilir. Ancak buluntu çocuk, harbi ve zimmî gibi âkilesi olmayanın âkilesi ise 'beytu'l mal'dir. Suçu işleyen de âkileye dahildir. Ancak suçlunun eşi babaları ve oğulları âkileye girmez. Baba ve oğulları âkileye dahil sayanlar da vardır. Kadınlar, küçük çocuklar ve akıl hastaları da âkile kapsamı dışındadır. Çünkü âkilenin diyeti yüklenmesi teberrû niteliğindedir. Bu kimseler ise teberrû ehlinden değildir. Ödenecek kan bedeli normal diyetin beşte birinden daha az ise, bu, suçlunun malından ödenir (elKâsânî, a.g.e, VII, 255 vd.; el-Meydânî, el-Kitap maa'l-lubâb, III, 178 vd.; ez-Zeylâî, a.g.e., IV, 398; İbn Âbidîn, V, 454). Burada asabe, ana baba bir veya baba bir erkek kardeşlerle, bunların oğulları, sonra amcalar ve bunların oğullarıdır.

Hanefîler dışında diğer İslâm hukukçularına göre âkile, suçlunun baba tarafından hısımlarıdır. Bunlar asabe adını alır. Ana-baba bir veya baba bir erkek kardeş ve amcalar gibi. Delil, Muğîre b. Şu'be (r.anh)'den nakledilen şu hadistir:
"Nebî (s.a.v.) öldürülen bir kadının diyetini, katilin asabesi aleyhine hükmetti"
(Buhârî, Diyât, 26; Muslim, Kasâme, 37, 38; Ebû Dâvud, Diyât, 19; Nesâî, Kasâme, 40, 41; Ahmed b. Hanbel, II, 274, IV, 246, 249; eş-Şevkânî, Neylu'lEvtâr, VII, 69).

Diyet yükümlüsünün hiçbir âkilesi yoksa, onun diyetini beytülmâl yani İslâm devletinin bizzat kendisi yüklenir. Peygamber "Ben mirasçısı olmayan kimsenin mirasçısıyım. Bu kimsenin diyetini öderim ve ona mirasçı olurum" buyurmuştur.
(Ebû Dâvud, Ferâiz, 8; ibn Mâce, Diyât, 7, Ferâiz, 9; Ahmed b. Hanbel, IV, 131)
.

Diyet, âkile mensuplarına, yakını uzağı, hazır olanı olmayanı, sağlamı veya hasta olanı arasında bir ayırım yapmaksızın üç yılda, üç eşit taksitler hâlinde ödenir. Yıllık ödeme üç veya dört dirhemi (2,8 gr. gümüş para) geçemez. Şâfiî'ye göre, zengin yarım dinar (1 dinar=4 gr. altın para), orta hâlli dörtte bir dinar öder. Peygamber (s.a.v.) devrinde bir koyunun fiyatı yaklaşık beş dirhem veya yarım dinar kadardır. Diyet miktarları Peygamber ve dört halife devrinde 100 deve, 1000 dinar (4 kg. altın), 10.000 veya 12.000 dirhem (28 veya 33.6 kg. gümüş), 200 sığır, 2000 koyun veya 200 takım elbise olarak uygulanmıştır. Yalnız kasta benzer öldürmede diyetin deve cinsinden hesap edilerek verilmesi (ed-diyetu'l-müğallaza ağırlaştırılmış diyet) zorunlu sayılmıştır. Diyet, âkilenin; fakir, kadın, çocuk ve akıl hastası olan üyelerinden alınmaz. Çünkü diyeti yüklenme yardımlaşma içindir. Yoksulun ise, yardıma gücü yetmez. Yıl sonu gelmezden önce âkileden birisi ölse veya yoksul düşse yahut akıl hastası olsa, onun bir şey ödemesi gerekmez. Günümüzde, üyesinin ödeme gücünü aşan tazminatını üstlenen yardımlaşma kuruluşları meydana gelse, bu kuruluş Hanefîlere göre, onun âkilesi sayılır (el-Kâsânî, a.g.e. VII, 251 vd.; eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, II, 211; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 97; İbn Ruşd, Bidâyetu'l Muctehid, II, 783-791; İbnu'l Humâm, Fethu'I-Kadîr, VIII, 251 vd.; el-Meydânî, a.g.e., III, 178; Abdulkadir Ûdeh, et-Teşrû'l-Cinâî'l İslâmî, Beyrut (t.y.),II 195 vd.; Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul 1967, II, 32 vd.; Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969, s. 30-45; Muhammed Hamidullah, İslâm'a Giriş, İstanbul 1973, s. 200-203; Celâl Yeniçeri, İslâm'da Devlet Bütçesi, İstanbul 1984, s. 384-386; Süleyman Akdemir, Ceza Hukukunda Mağdurun Korunması, s. 52-71).

KASÂME

Kâtili meçhul cinâyetlerde maktûlün bulunduğu köy veya mahalle halkından elli kişinin Allah'a yemin ederek "Öldürmedik ve öldüreni de görmedik" diye yemin etmeleri anlamında bir İslam ceza hukuku terimi. Bunu taleb etmek ve yemin edecek elli erkeği sevmek maktûlun velisinin hakkıdır. Hanefiler dışında çoğunluk İslâm hukukçularına göre, öldürülenin velîleri cinayeti başka bir delille isbat edemezlerse, suçlunun aleyhine yemin ederler. Onlardan herbiri Allah'a yeminle "ona filanca vurdu ve öldü veya onu falanca öldürdü" diye yemin eder.

Kasâmenin delili sünnettir.
Ensârdan bir erkek şöyle rivayet etmiştir:
"Peygamber kasâmeyi câhiliyye devrinde olduğu üzere bıraktı" (Buhârî, Diyât, 22, Menâkibu'l-Ensâr, 27; Ebû Dâvud, Diyât, 8,9; eş-Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, VII, 34).
Peygamber şöyle buyurmuştur: "
Delil getirmek iddia edene, yemin ise inkâr edene aittir. Ancak kasâme bundan mustesnâdır" (eş-Şevkânî, Neylü'l Evtar, VII, 39).

Kasâmenin amacı, müslümanın canını korumak, kanın yere dökülmesini önlemek ve suçlunun cezasız kalmasını engellemektir.
Ali, Ömer (r.anhuma)'a Cumua namazı veya Kâbe'yi tavaf sırasında izdihamdan ölen kimseler hakkında şöyle demiştir: "Ey mu'minlerin emîri, eğer öldüreni bilirsen hiçbir müslümanın kanı boşa gitmez. Aksi halde onun diyetini beytu'l mâl'den ver" (el-Kâsânî, Bedâyiu's Sanâyi', VII, 290; Meydânî, el-Lubâb, III, 172; Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, VI, 395).

Yemin sırasında cinayeti üstlenen çıkmazsa, o mahalle veya köy halkının mükellef erkeklerine diyetle hükmolunur. İnsanların oturduğu yerden, ses işitilmeyecek kadar uzakta, kırlarda bulunan ölünün, cinayet sonucu öldürüldüğü belli ise, diyeti devlete âittir. İslâm, suç işlemeleri önlemek için kollektif sorumluluk esasını getirmiştir. Yine kâtilin asabe veya âkilesinin kasâme ve diyetle yükümlü tutulmasının sebebi, maktûlün bulunduğu yerde, öldürülmezden önce, hayatını korumadaki eksiklikleri ve câninin saldırısına karşı ona yardım ve himaye etmemeleridir. Nitekim, yanlışlıkla (hataen) öldürmede âkilenin diyetle yükümlü tutulmasının sebebi de budur.

1) Öldürenin meçhul olması, Eğer kâtil biliniyorsa kasâme usulû uygulanamaz. Şartları varsa, kasten öldürmede kısâs, şibhu'l-amd ve hataen öldürmede ise diyet gerekir.
2) Öldürülende yara, vurma vb. öldürme eserinin bulunması gerekir. Bunlar olmazsa kasâme ve diyet gerekmez. Kendi kendine ölmüş sayılır. Ağız, burun, dübür ve cinsiyet uzvundan kan gelmiş olsa yine bir şey, gerekmez. Çünkü bu yerlerden kan, bir harbe olmaksızın normal olarak gelir. Bununla onun öldürüldüğü anlaşılmaz. Ancak kan, göz veya kulaktan gelmiş olursa kasâme ve diyet söz konusu olur.
3) Öldürülenin insan olması. Hayvan için kasâme yoluna gidilmez.
4) Öldürülenin velileri tarafından mahkemeye dava açması. Çünkü kasâme bir yemindir. Yemin ise davasız hukukî bir anlam taşımaz.
5) İthaf edilenin suçu inkâr etmesi. Çünkü yemin inkâr edenin görevidir. Sanık suçu itiraf ederse, kasâme söz konusu olmaz.
6) Dâvâcının kasâme talebinde bulunması, Çünkü yemin teklif etmek davacının hakkıdır.
7) Maktulûn bulunduğu yerin bir kimsenin mülkü veya yararlandığı bir yer olması. Çünkü insanlar mülk edindiği veya kira akdi gibi bir yolla yararlandığı yerin güvenliğinden sorumlu tutulabilir.

Büyük câmilerde, umûma ait cadde, köprü ve çarşılarda veya ceza evinde bulunan mektûl için kasâme yapılmaz. Çünkü bu yerler, bir kimsenin mülkü veya tasarrufunda olan yerler değildir. Burada diyet beytülmâl tarafından ödenir. Mahalle mescidinde bulunursa, o mahalle halkı kasameye davet edilebilir. Gemi, uçak, otobüs ve tren gibi araçlarda katili bilinmeyen bir ceset bulunsa, kasâme bu araçlarda bulunan kimselere yöneltilir. Çünkü bu araçlar onların elinde sayılır.
Sonuç olarak, tasarrufu bir kimseye veya cemaate değil de, müslüman toplumuna ait olan her yerde kasâme ve diyet fertlere gerekmez. Diyeti Devlet öder (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 286 vd; İbnu'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VIII, 392, 396; Meydanî, a.g.e, III, 174, 176; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 71 vd.; İbn.-Abidîn, Reddu'l Muhtar, V, 445 vd.Vehbe Zuhayli, a.g.e, VI. 400.)

C 4- Kısas ve diyet makam veya mevkilere göre değişikik arzetmez.
 
N Çevrimdışı

nereyeboyle

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hocam bu da son :)
şıbh'ul amd (kaste benzer ) ile kasten öldürmenin farkı nedir ? mesela hz Musa a.s ın kıptiyi öldürmek maksadlı vurmazken sert vurduğu için öldürmesi gibi mi şıbh'ul amd
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Şibh-i Amd:
Öldürülmesi câiz olmayan bir insanı, âlet-i câriha'-dan sayılmayan (küçük bir ağaç veya taş parçasıyle yahut bir iki tokat vurulması veya benzeri) bir şeyle kasden öldürmek demektir. Buna Şibhu'l-hatâ da denir. Çünkü, bu katil kasde mukarin olduğu için amd'e benzer. Kendisinde katil âleti değil de, te'dib âleti kullanıldığı için de natâ'ya benzer.

İmâm Ebû Hanife (rahimehullah)'a göre, âlât-ı cârihadan sayılmayan bir şeyle kasden vurarak öldürmek de şibh-i Amd'dir. İmameyn'e göre, katil, maktule, büyük bir taş veya büyük bir sopa ile vurmuşsa; bu amden kati olur. Şibh-i amd, çoğu zaman, onunla öldürmeyi kasdetmeksizin vurmaktan ibarettir. Sahih olan, İmâm-ı A'zam Ebu Hanîfe (rahimehullah)'in kavlidir. Muzmerât'ta da böyledir.
Şibh-i amd ile bir kimseyi öldüren kimse günahkar olur. Ona keffâret-i kati gerekir. Bunun keffareti ise, mu'min bir köleyi azâd etmektir. Şayet bunu yapamazsa, keffaret olarak, peş peşe iki ay oruç tutacaktır. Ayrıca, katil, maktulun âkilesine diyet-i mugallaza (Şibh-i amd suretiyle vuku bulan bir katiden dolayı verilmesi lâzım gelen bir diyettir.) ödemek mecburiyetindedir. Kâfî'de de böyledir.

Ebû Hurayra'dan, şöyle dediği nakledilmiştir:
"Huzeyl kabîlesinden iki kadın kavga ettiler. Bunlardan birisi diğerine bir taş attı, karnındaki cenîni öldürdü. Allah Rasulu'nun önünde mahkemeleştiler. Peygamber (s.a.v.), kadının akilesinin cenînin diyeti olan gurreyi ödemesine hükmetti"
(Muslim, Kasâme, 36; Buhârî, Tıb, 468, Ebû Dâvûd, Diyât, 19; Nesâî, Kasâme, 39; Ahmed b. Hanbel, II-274, 535; ed-Dârimî, Diyât, 21).

Cenînin düşmesine kasden sebep olan suçlunun gurreyi kendi malından ödemesi gerekir. Cinsi altın veya gümüşten olur. Kastı yalnız Mâlikiler mümkün görür. Hata yoluyla öldürmede, suçlunun diyetinin üçte bir ve daha fazla olması hâlinde ise gurre âkıleye aittir.

İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre bu konudaki suç, hata veya "şibh amd" (kaste benzer) yoluyla işlenebilir ve diyeti âkile yüklenir. Burada cumhûra göre suçlu âkileden biridir. Hanefîlere göre anne, cenîni ilaçla veya bazı fiillerle kocasının izni olmaksızın düşürdüğü zaman gurreyi âkilenin tazmin etmesi gerekir. Eğer koca, cenîni düşürmek için izin vermiş olur veya kadının kasdı bulunmazsa, haddi tecavüz olmadığı için gurre gerekmez (İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 716; Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, VI, 364).
 
Üst Ana Sayfa Alt