Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Haram Parayla İnfakta Bulunma ve Kafirlerin Küfür Bayramlarını Tebrik Etmenin Hükmü?

S Çevrimdışı

SaYFuLLaH

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh,

1. Haram para ile hayır işlemek ve bu paradan sevap ummak küfür müdür? Haram parayla sadaka verenin durumu nedir?
2. Bazen kafirler noeliniz kutlu olsun diyorlar, tazim olmadan buna cevap olarak ''sizin de'' denilse, bunun hükmü nedir?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Aleykum selam we rahmetullahi we berakatuhu kardeşim ;

Money.jpg



1. Haram para ile hayır işlemek ve bu paradan sevap ummak küfür müdür? Haram parayla sadaka verenin durumu nedir?

C 1- Hayır gibi tasadduk işleri, kabul olunması için sahib olduklarımızın en temiz ve helal olanlarından, samimiyet ve ihlasla vermemiz gerekir. Çünkü temiz olanlar kabul edilirler. Haram olduğu bilinen geliri 'nasılsa yiyemiyorum, bâri bundan sevab kazanayım' diyerek normal verilen helal bir gelirle verilen sadakaymış gibi ecir beklenemez.
Haram parayla sadaka gibi yardımlarda bulunulamaz. Haram paradan bir an önce kurtulmak gereklidir, bunun için de ayrıca sevab kazanılması söz konusu olamaz. Bu sebeble bu haram parayla; zaruri ihtiyacı olan (Dar'ul Harbte ikâmet eden) fakirlerin varsa vergi türü ödemeleri, cezalarının ödenmesinde kullanılabilir.

İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Cihad; hacdan, umreden ve içinde kılınan bir namazın başka mescidlerde kılınan namazdan yüzbin kez daha faziletli olduğu Mescid-i Haram’da ibadete çekilmekten daha üstündür.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip, Allah yolunda cihad eden ile bir mi tuttunuz? Allah katında bunlar bir değildirler. Allah zulmeden bir milleti doğru yola eriştirmez. İman eden, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır. Rableri onlara katından bir rahmet, hoşnutluk ve içinde tükenmez nimetler bulunan cennetleri müjdeler. Şubhesiz büyük ecir Allah katındadır.”(Tevbe 19 - 22)
(İbn-i Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, 28/5, 35/160)

Şeyhu'l İslam İbn-i Teymiyye’nin şu söylediklerini aktarabiliriz:
“Adamın elinde haram mal bulunup sahiblerini artık tanımadığından onlara geri vermesi mükün değilse veya sahiblerini unuttuğu ve kendilerine geri vermesi imkansız olmuş emanetler, rehinler gibi şeyler varsa, bunları Allah yolunda harcasın. Çünkü bunların harcama yeri burasıdır. Günahları çok olan kişilerin en büyük ilacı cihaddır. Çünkü Allahu Teala onların günahlarını bağışlar. Bunu Kur’an-ı Kerim’de “
Günahlarınızı bağışlar” diyerek belirtmiştir. Haram maldan kurtulmak ve tevbe etmek isteyip de sahiblerine malı geri veremeyenler, sahibleri adına o malları infak etsinler. Kazanılacak cihad ecrinin yanında bu, kişinin kurtuluşu için en iyi yoldur.” (İbn-i Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, 28/421-422)
“Günahlarınızı bağışlar” ayetinin tamamı şöyledir:
Ey iman edenler! Sizi acı bir azabdan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasulu’ne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Mu’minleri (bunlarla) müjdele.” (Saff 10 - 13)
Allahu Teala, mal ve can ile cihad etmenin günahların bağışlanmasının ve cennete girmenin sebebi olduğunu belirtmiştir.

İbn-i Teymiyye Rahimehullah, Mecmuu’l-Fetava’sında haram olan veya sahibi bilinmeyen malın sadaka verileceğini ve Müslümanların yararına sarfedileceğini belirtmiştir. Kitabının C. 29, sf: 262. sayfasında ganimetten çalınan, 263. sayfasında haksızlıkla alınan, 250. sayfasında buluntu mal, 276. sayfasında gasbedilen mal, 291. sayfasında haram satıştan elde edilen kâr, 307. sayfasında faiz ile elde edilen mal, 308. sayfasında şarkıcı kadının kazandığı mal, 309. sayfasında fahişe kadının ve meyhanecinin kazandığı mallardan söz eder. Ayrıca Şeyhu’l-İslam bu söylediklerinin cumhurun da görüşü olduğunu belirterek yine kitabının 9/260, 263, 310, 321, 360 ve 363. sayfalarında da bu konuya değinir.

İbn-i Receb el-Hanbeli Rahimehullah “Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem” isimli kitabında, “
Şubhesiz Allah temizdir ve ancak temiz olanı kabul eder” hadisini açıklarken aynı meseleye değinerek şöyle der:
“Gasbeden kişinin gasbettiği malı nasıl kullanacağına ilişkin ikinci durum, sahibine veya mirasçılarına geri vermekten aciz olduğu taktirde onu sadaka olarak vermesidir. Ebu Hanife, Malik, Ahmed ve başka birçok alime göre bu caizdir.
İbn-i Abdilber Rahimehullah şöyle der:
Zuhri, Malik, Sevri, Evzai ve Leys, ganimetten çalan ve askerler dağıldıktan sonra onlara ulaşamayan kişi çaldığı ganimetin beşte birini devlet başkanına geri verir ve geri kalanı tasadduk eder, demişlerdir.
Bu görüş Ubade bin Samit, Muaviye ve Hasan Basri’den Rahimehumullah rivayet edilmiştir.
İbn-i Mes’ud ve İbn-i Abbas da Radıyallahu Anhuma; “Sahibi bilinmeyen mal tasadduk edilir” derler. Haram mallar konusunda İmam Şafii’nin Rahimehullah en meşhur görüşü; sahibi ortaya çıkıncaya kadar korunması ve saklanmasıdır. Fudayl bin Iyad ise, yanında sahibi ilinmeyen haram mal bulunan kişinin o malı tasadduk etmeyip telef etmesi ve denize atması gerektiğini, çünkü ancak helal mal ile Allahu Teala’ya yakınlık kazanılabileceğini söyler. Doğru olan ise, bu malı tasadduk etmektir. Çünkü telef edilmesi ve yok edilmesi yasaklanmıştır. Süresiz olarak saklamak da malın telef olmasına ve haksız kişilerin eline geçmesine sebeb olur. O malı tasadduk etmek, haram yoldan kazanan kişi adına yapılan bir sadaka değildir ki onunla Allahu Teala’ya yaklaşılmış olsun. Aksine o mal, asıl sahibi adına yapılan bir sadaka olub, dünyada ondan yararlanma imkanı olmasa bile ahiratte ondan yararlanır.”
(İbn-i Receb, Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem, 89-90)

Haram malın Allah yolunda Cihada infak edilip edilemeyeceği hakkında Abdulkadir bin Abdulaziz, el Umde isimli eserinde şöye zikretmektedir:

Allahu Teala yolunda infak edilmek üzere bağışlanan haram malın kabul edilmesi câizdir.
Ancak bu haram malın Allah yolunda infak edilmesi, bu malın hükmünü değiştirir mi veya sahibi bu infakı ile ecir kazanır mı sorusuna gelince:
Buna iki yönden bakmak gerekir:

1- Bu mal, insanların hakkı mıdır, yoksa kul ile Rabbi arasında olan haram bir mal mıdır?

2- Bu haram malın infak edilmesi, yapılan tevbe neticesinde olup haramdan ve günahtan kurtulma niyeti taşımakta mıdır, yoksa değil midir?

Bu iki mesele ışığında yukarıdaki sorunun cevabı şekillenir. Ayrıntılarını belirtmenin yeri ise, işlemiş olduğumuz konunun farklı olması nedeni ile burası değildir.

İbn-i Teymiye Rahimehullah, Mecmuu’l-Fetava’sında haram olan veya sahibi bilinmeyen malın sadaka verileceğini ve Müslümanların yararına sarfedileceğini belirtmiştir. Kitabının 29/262. sayfasında ganimetten çalınan, 263. sayfasında haksızlıkla alınan, 250. sayfasında buluntu mal, 276. sayfasında gasb edilen mal, 291. sayfasında haram satıştan elde edilen kâr, 307. sayfasında faiz ile elde edilen mal, 308. sayfasında şarkıcı kadının kazandığı mal, 309. sayfasında fahişe kadının ve meyhanecinin kazandığı mallardan söz eder. Ayrıca Şeyhu’l-İslam bu söylediklerinin cumhurun da görüşü olduğunu belirterek yine kitabının 9/260, 263, 310, 321, 360 ve 363. sayfalarında da bu konuya değinir.

İbn-i Receb el-Hanbeli Rahimehullah “Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem” isimli kitabında, “Şubhesiz Allah temizdir ve ancak temiz olanı kabul eder” hadisini açıklarken aynı meseleye değinerek şöyle der:
“Gasbeden kişinin gasbettiği malı nasıl kullanacağına ilişkin ikinci durum, sahibine veya mirasçılarına geri vermekten aciz olduğu taktirde onu sadaka olarak vermesidir. Ebu Hanife, Malik, Ahmed ve başka birçok âlime göre bu câizdir. İbn-i Abdilber Rahimehullah şöyle der:
Zuhri, Malik, Sevri, Evzai ve Leys, ganimetten çalan ve askerler dağıldıktan sonra onlara ulaşamayan kişi çaldığı ganimetin beşte birini devlet başkanına geri verir ve geri kalanı tasadduk eder, demişlerdir. Bu görüş Ubade bin Samit, Muaviye ve Hasan Basri’den Rahimehumullah rivayet edilmiştir.
İbn-i Mes’ud ve İbn-i Abbas da Radıyallahu Anhuma; “Sahibi bilinmeyen mal tasadduk edilir” derler.

Haram mallar konusunda İmam Şafii’nin Rahimehullah en meşhur görüşü; sahibi ortaya çıkıncaya kadar korunması ve saklanmasıdır. Fudayl bin Iyad ise, yanında sahibi bilinmeyen haram mal bulunan kişinin o malı tasadduk etmeyip telef etmesi ve denize atması gerektiğini, çünkü ancak helal mal ile Allahu Teala’ya yakınlık kazanılabileceğini söyler. Doğru olan ise, bu malı tasadduk etmektir. Çünkü telef edilmesi ve yok edilmesi yasaklanmıştır. Süresiz olarak saklamak da malın telef olmasına ve haksız kişilerin eline geçmesine sebeb olur. O malı tasadduk etmek, haram yoldan kazanan kişi adına yapılan bir sadaka değildir ki onunla Allahu Teala’ya yaklaşılmış olsun. Aksine o mal, asıl sahibi adına yapılan bir sadaka olub, dünyada ondan yararlanma imkanı olmasa bile ahirette ondan yararlanır.” (İbn-i Receb, Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem, 89-90)

Mal kişi için, cihad yolunda büyük bir hayır olabileceği gibi, onun için büyük bir kötülük sebebi de olabilir. Bu ise, mal ile kişilerin vicdanlarını satın almak, İslami davaları satmak, cihadın yönünü saptırmak veya kimi ilkelerden vazgeçirmek şeklinde meydana gelebilir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, üç yıl Ebu Talib ismi verilen mıntıkada ekonomik ambargoya maruz kaldı. Muşrikler, davasından vazgeçmesi karşılığında Mekke’nin en zengini olacak şekilde kendisine mallar toplamayı teklif ettiler. Baskı, pazarlık ve haklardan vazgeçirme gibi tehdide ve aldatmaya maruz kalmayan hiçbir İslami dava yoktur. Bu, Allah’ın Subhanehu ve Teala sünnetlerindendir.

Allahu Teala şöyle buyurur: “İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece “iman ettik” demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, sadık olanları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut 2-3)

Allah mûminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir..” (Al-i İmran 179)

İslam bayrağının çekildiği ve Müslümanların o bayrak altında çarpıştığı nice davalar vardır ki, yolunda binlerce kişi can verdikten sonra laiklik bayrağının çekilmesiyle sonuçlanmıştır.

Mal, Müslümanları bölmek için de kullanılabilir. Müslümanlar mala yönelerek silahlarından gafil kalabilirler. Nitekim Uhud Savaşı’nda buna benzer bir olay meydana gelmiş ve olan olmuştu. Mala yöneliş olunca, dünya sevgisi ve ölümden nefret kalblere girer ve iş hezimetle sonuçlanır.

Mala yönelme ile beraber Müslümanların arasına haset girer. Böylece birbirlerine buğzeder ve bölünürler. Hatta aralarında çarpışmalar bile yaşanabilir. Bütün bunlar cihad davasını kötü bir başarısızlığa götürür.

Sad bin Ebi Vakkas Radıyallahu Anhu, Celula Savaşı’nda alınan ganimetlerden beşte birini, dönemin halifesi olan Ömer’e Radıyallahu Anhu gönderdi.
İbn-i Kesir der ki: “Ömer Radıyallahu Anhu ganimetin içinde bulunan sarı altın, beyaz gümüş, inci ve zebercedleri görünce ağladı. Abdurrahman bin Avf Radıyallahu Anhu kendisine; “Ey Mûminlerin emiri niçin ağlıyorsun? Allah’a yemin ederim ki bu şükredilecek bir durumdur” dedi.
Bunun üzerine Ömer Radıyallahu Anhu şöyle cevab verdi: “Allah’a yemin ederim ki, bunun için ağlamıyorum, yine Allah’a yemin ederim ki Allah bunları kimlere verirse birbirlerini çekemezler ve birbirlerine buğzederler. Ne zaman birbirlerini çekemez olurlarsa, birbirlerine düşerler.”
Sonra Ömer Radıyallahu Anhu Kadisiyye’de alınan malları dağıttığı gibi bu malları da dağıttı.” (İbn Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye, 7/70)

Ömer’in Radıyallahu Anhu yukarıda söyledikleri, şu hadisin manasıdır:
Müjdeli olunuz ve sevindirecek şeyleri amaçlayınız. Allah’a yemin ederim ki fakir düşmenizden korkmuyorum. Ancak sizden öncekilere dünya bolluklarının önlerine serildiği gibi size de serilmesinden, onların bu bolluklar uğruna birbirleriyle boğuştuğu gibi sizin de birbirinizle boğuşmanızdan ve böylece de onların helak olduğu gibi sizin de bu sebebden dolayı helak olmanızdan korkuyorum.”
Allah Subhanehu ve Teala bu tehlikeden hepimizi korusun, Allahumme amin.

Cihad hareketlerini satın almak ve saptırmak için şeytanca yollardan biri de ekonomik bolluğa boğma politikasıdır. Hareketi satın almak isteyen devlet veya başka bir grup, hareketin mensublarını hesabsız ve şartsız mallara boğarlar ve cihad hareketi gelişip büyüdüğünde ve bu cihad hareketinin fertlerinin sayısı artıp mali desteğe daha fazla ihtiyaç duyulduğunda, ekonomik desteğin sürmesi karşılığında söz konusu grup kendi şartlarını uygulatmaya başlar. Cihad hareketi bu şartları kabul edince de artık otomatik olarak uşaklığa ve onun çıkarlarına hizmet eden bir grup haline gelmeye teslim olur.

Mucahidler de ancak mali destek veren tarafın izin verdiği kadar ve yine bu desteği veren tarafın siyasetlerine uygun olacak şekilde hareket ederler. Böylece hareketin askeri faaliyetleri felç hale gelir. Bununla beraber sahtekarlıklarını kapatabilmek için sloganlar söylenmeye devam edilir. Allahu Teala bu oyunları belirtmek üzere şöyle buyurur: “Hilelerinin cezası Allah katında (mâlum) iken, onlar, tuzaklarını kurmuşlardı. Halbuki onların hileleriyle dağlar yerinden gidecek değildi.” (İbrahim 46)

Gerçekten Allahu Teala’nın dinine yardım etmek için canlarını adamış olan mucahidlerin bu tuzağa düşmemesi ve infak konusunda kendi öz kaynaklarından başkasına güvenmemesi gerekir. Mucahidlerin en önemli gelir kaynağı, düşmandan alınan ganimetler olmalıdır. Böylece de her kesim, temel maddi ihtiyaçlarını düşmandan alacakları ganimetler ile temin etmelidir.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Benim rızkım, mızrağımın gölgesi altında kılınmıştır.”
(Ahmed, sahih bir senedle İbn-i Ömer’den Radıyallahu Anhu rivayet etmiştir)

Yine Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Benden önce kimseye helal olmadığı halde bana ganimetler helal kılındı. (Buhari)

Kıyamet gününe kadar atın alnına hayır bağlanmıştır: Bu hayır sevab ve ganimettir.(Muttefekun Aleyhi)

Aişe’den Radıyallahu Anha şöyle aktarılmıştır:
Hayber fethedildiğinde bizler; ‘şimdi hurmaya doyarız’ dedik.” (Buhari)

İbn-i Ömer’in de Radıyallahu Anhuma şöyle dediği rivayet edilir:
“Hayber fethedilinceye kadar karnımız doymadı.”
Allahu Teala şöyle buyurur: “Artık elde ettiğiniz ganimetlerden helal ve temiz olarak yeyin.” (Enfal 69)

Ganimet, Müslümanın kafirden çarpışarak aldığı maldır. Fey ise, Müslüman savaşçının, kafirin kaçıp bıraktığı yahud bir hile ile kafirden aldığı mallar gibi kafir düşmandan savaşmadan aldığı maldır. Ganimetin ve fey mallarının kimlere nasıl dağıtılacağı fıkıh kitablarında ele alınmaktadır.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Bedir günü Ebu Sufyan’ın başında bulunduğu Kurayş kervanının yüklendiği malları almak için çıkmışlardı. Kervanda bin deve ve ellibin dinarlık mal vardı. (Fethu’l-Bari, 7/286)

Müslümanlar bu ganimetle ihtiyaçlarını karşılayacaklardı. Ama Allahu Teala, kervanın kaçmasını ve kurtarmak için Kurayş ordusunun gelmesini dilemişti. Bedir Savaşı oldu, sonra zafer gerçekleşti ve ganimet alındı. Buhari, Ka’b bin Malik’in Radıyallahu Anhu şöyle dediğini rivayet eder: “Tebuk dışında Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem katıldığı bütün savaşlara katıldım. Bedir Savaşı’na katılmamıştım. Ancak bu savaşa katılmayanlardan kimse kınanmamıştı. O savaşta Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kurayş kervanını ele geçirmek için çıkmıştı. Allahu Teala onları beklenmedik anda düşmanlarıyla karşı karşıya getirdi.” (Buhari, Hadis no: 3951)

Bu nedenle öz kaynalara dayanmak, finanse eden ve baskı yapan tarafların bağımlılık tuzaklarına düşmekten korur. Bununla beraber, Allahu Teala’nın izni ile bağımsız hareket etme ve karar verme hürriyetini garantiler. (Abdulkadir bin Abdulaziz, el Umde Fi İ’dadi’l-Ûdde)


Bazıları da bu tür (faiz gibi) haram geliri toplumun def-i hacet ihtiyacını giderebileceği umumi tuvalet yaptırılabileceğini, çünkü faiz gibi haram paranın ancak öyle bir yere yakıştığı(!), bunlardan da sevab beklenemeyeceğini bildirmişlerdir.

Faiz parasıyla Hacc ibadetinin yapılması da caiz değildir. Kişi paranın faiz olduğunu biliyor ve "bu para Hacc'a layıktır" derse kufur işlemiş olur ki, Haccdan sevab beklerken günah yüklenmiş olur, Haccı da kabul olmaz.
Aynı şekilde haram olduğu kat'i olarak bilinen zina ve içki gibi şeyleri işlerken besmele çekmek istihza/alay mânâsını taşıdığı için küfürdür..
Tüm bunlara aşağıdaki nasslar delildir.


-عن أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ] قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا تَصَدَّقَ أَحَدٌ بِصَدَقَةٍ مِنْ
طَيِّبٍ، وََ يَقْبَلُ اللّهُ إَِّ الطَّيِّبَ، إَّ أَخَذَهَا الرَّحْمَنِ بِيَمِينِهِ وَكِلْتَا يَدَيْهِ يَمِينٌ، وَإِنْ كَانَتْ تَمْرَةً. فَتَرْبُو فِي كَفِّ الرَّحْمَنِ حَتَّى تَكُونَ أَعَظَمَ مِنَ الْجَبَلِ كَمَا يُرَبِّى أَحَكُمْ فَلُوَّهُ أَوْ فَصِيلَهُ
[. أخرجه الستة إ أبا دَاوُد.قَوْلِهِ-فتربو-أى تكثر وتزيد.وَكَفُّ الرَّحْمَنِ-هنا محل قبول الصدقة التي توضع فيه، وإ ف كف اللّه و جارحة؛ تَعَالَى اللّه عما يَقُولُ الظالمون والمجسمون عموا كبيرا.وَالْفَلُوُّ الْمُهْر أو ما يولد. وَالْفَصِيلُ الْمُهر أول ما يولد.وَالْفَصِيلَ. ولد الناقة إِلَى أن يفصل عن أمه
1. (3249)- Ebu Hurayra (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Temiz şeylerinden kim ne tasadduk ederse -ki Allah sadece temizi kabul eder- Rahmân onu sağ eliyle alır -ki O'nun her iki eli de sağdır- bu sadaka bir tek hurma bile olsa, O, Rahmân'ın avucunda dağdan daha iri oluncaya kadar büyür, tıpkı sizin bir tayı veya bir boduğu büyütmeniz gibi (O da sadakanızı büyütür)."
(Buharî, Zekat: 8; Muslim, Zekât: 63, (1014); Muvatta, Sadakât: 1, (2, 995); Tirmizî, Zekât: 28, (661); Nesâî, Zekât: 48, (5, 57); İbnu Mâce, 28, (1842); Kutub-i Sitte, 1, 3249 )

AÇIKLAMA:

1- Hadis, Allah Teâlâ Hazretlerinin temiz ve helal kazançtan yapılan hayırları kabul edeceğini belirtmektedir.
Kurtubî, Allah'ın haram kazançtan yapılan sadakaları kabul etmeyişini, "Çünkü o mal, tasadduk edene ait değildir. Kendine ait olmayan malda tasarruftan kişi yasaklanmıştır. Halbuki, burada tasadduk eden kimse, yasağa rağmen hareket etmiş olmaktadır. Allah bunu ondan kabul edecek olsa muhal bir durum ortaya çıkar. Bu iş aynı anda hem yasaklanmış hem emredilmiş olur."

2- "Sağ elle alması" meselesine gelince:
Tirmizî, Ehl-i Sünnet âlimlerinin: "Bu çeşit hadislere inanırız ancak teşbih tevehhum etmeyiz, keyfiyeti hakkında da bir şey söylemeyiz" dediklerini kaydeder.
Mâzirî bu sözdeki hakiki maksadı şöyle açıklar: "Bu ve benzeri hadislerde, Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Arabların kitabda alıştıkları uslûba uygun olarak ifâde-i meramda bulunmaktadır, maksadı, anlamalarını sağlamaktır. Sağ el tabiriyle sadakanın makbuliyetini kinaye etmiştir, terbiye (büyütme) tabiriyle de sevabın artırılmasını kinaye etmiştir."
Kadı İyaz da şunu söyler: "Radı olunan şey sağ elle karşılanıb onunla alınması sebebiyle, benzer durumlarda hep aynı ifadeye yer verilir ve makbuliyet, sağ el ile istiare edilir."
Bazıları: "Sağ el ile kabul ciheti ifade edilir, çünkü sol el bunun zıddıdır."
Bazıları: "Murâd, kendisine sadaka verilen sağ eldir. Bunu mülk ve tahsis izafetiyle Allah'a izafe etmiştir, çünkü bu sadakayı alan kimsenin sağ eline Allah rızası için koymuştur."
Bazıları: "Bundan maksad süratle kabul edildiğini ifade etmektir" demiştir.
Zeyn İbnu'l- Munir'in yorumu da şöyle: "Rıza ve kabul'un "sağ elle almak"la kinaye edilmesi, ma'kul mânaların zihinde tesbitini yapmak, ruhlarda, maddi şeylerin anlaşılması seviyesinde anlaşılmasını sağlamaktır. Bir başka ifadeyle, böylece kişi, sadakasının kabul edileceği hususunda şekke düşmez, nasıl ki, bir şeyin sağ elle alındığını gözleriyle gören kimsenin bundan şekke düşmediği gibi. Ancak buradaki alma, alışa geldiğimiz alma, onu alan da insanî bir uzuv değildir."

3- Sadakanın artmasını ifade eden tabirler muhtelif rivayetlerde farklı kelimelerle ifade edilmiştir: "(Tek hurma tanesi) dağdan daha büyük olur"; "Kıyamet günü... Uhud dağından daha büyük...", "Tek lokma Uhud dağı kadar olur." Bazı rivayetlere, Rasulullah'ın sözünü te'yiden Kur'an'dan şu ayet-i kerime ilave edilmiştir: "Allah ribayı eksiltir, sadakaları artırır" (Bakara 276).

4- Sadakanın artmasını ifade ederken deve ve at yavrularının (boduk ve tay) zikrinde de âlimler incelik görürler:
Bunlar en büyük hayvanlardır, artmanın ziyade olacağına işaret vardır. Ayrıca, sadaka amelin ürünüdür, ürün (yavru) ise en ziyade terbiyeye, itinaya muhtaçtır. İtina ve alâka güzel olursa en mükemmel şekilde büyür. Öyleyse, insanoğlunun ameli de böyledir. Hususen sadaka kişi helal kazancından, kazancının iyisinden Allah yolunda tasadduk ederse, onun terbiyesi (yani büyütülüp artırılması) ile bizzat Allah ilgilenecek, bir hurma dânesini dağ kadar büyütecek demektir.

- Ebu Hurayra (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) şöyle hitâb ettiler:
"
Ey insanlar! Allah Teâla hazretleri tayyibdir, tayyibden başka bir şey kabul etmez. Allah'ın mûminlere emrettiği şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah Teâla hazretleri, (peygamberlere):
"
Ey peygamberler, temiz olanlardan yiyin ve sâlih amel işleyin" (Mûminûn 51) emretmiş, mûminlere de:
"
Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin" (Bakara 172) diye emirde bulunmuştur."
Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıb: "Ey Rabb'im, ey Rabb'im" diye dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki:
"Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibariyle) haramla beslenmektedir. Peki böyle bir kimsenin duasına nasıl icâbet edilir?" buyurdular."
(Muslim, Zekat 65, (1015); Tirmizi, Tefsir, Bakara (2992); Kutub-i Sitte, 5125)

"Haramdan mal kazanmış hiçbir kul yoktur ki bununla yaptığı tasadduk kabul edilsin ve nafaka harcamalarına bereket verilsin! Geride bıraktığı da yalnızca cehenneme yolculuğunda ona azık olur. Şubhesiz Allah Teâlâ kötüyü kötü ile silmez, aksine kötüyü iyi ile siler; nitekim pis de pis olanı temizleyemez."
(Ahmed b. Hanbel, Musned; el-Munzîrî, et-Tergîb ve't-Tehib, el-Kesn bölümünün başı)




2. Bazen kafirler noeliniz kutlu olsun diyorlar, tazim olmadan buna cevap olarak ''sizin de'' denilse, bunun hükmü nedir?
C 2- Kafirler için, başka milletlerin (din) inançlarına aykırı dini / bayram günlerini kutlamasında bir sakınca olmadığı için muslumanlarla o günlerde tebrikleşmelerinde bir sakınca görmemektedirler. Fakat muslumanlar için aynı şey söz konusu değildir. Musluman kafirlerin dini günlerini hiç bir şekilde meşrulaştırma anlamı taşıyan kutlama/ tebrik yapması diye bir ihtimal imkan dahilinde değildir.

İbn-i Kayyim (rahimehullah) bunu, "Ahkâmu Ehli'z-Zimme" adlı kitabında şöyle demiştir:
"Küfrün sembolleri olan ve onlara âit olan şeyleri kutlamak, ittifakla haramdır. Örneğin bir kimsenin onların bayramlarını ve oruçlarını tebrik ederek: "Bayramınız kutlu olsun veya bu bayram ile huzur içerisinde olasınız", demesi gibi.
Böyle diyen kimse, küfürden kurtulsa bile, bunu söylemesi haramdır. Çünkü bu haraket, haça secde etmesinden dolayı onu kutlama mesâbesindedir. Hatta bu, Allah Teâlâ katında ondan daha büyük bir günah, içki içmekten, insan öldürmekten ve zinâ etmekten daha şiddetlidir. Dîne değer vermeyen pek çok kimse böyle duruma düşmekte ve yaptığı hareketin ne kadar çirkin olduğunu bilmemektedir. Bir kulu, onun işlediği bir günah veya bid'at veyahud da kufruyle kutlayan kimse, hiç şubhesiz Allah Teâlâ'nın gazabına maruz kalmış olur."

Kâfirlerin dîni bayramlarını kutlamanın haramlığı ve İbn-i Kayyim'in zikrettiği mesâbede oluşunun sebebi; çünkü kendisi bu kufre râdı olmasa bile, böyle yapmakla onların üzerinde bulundukları küfür sembollerini onaylamış ve onlara râzı olmuş demektir. Fakat müslümanın kâfirlerin sembollerine râdı olması veya onları bu sembollerle kutlaması haramdır. Çünkü Allah Teâlâ bunlara asla râdı olmaz. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

إن تكفروا فإن الله غني عنكم ولا يرضى لعباده الكفر وإن تشكروا يرضه لكم
"(Ey insanlar! Rabbinizi) inkâr ederseniz, (O’na îmân etmez ve Rasûlune uymazsanız), O size muhtaç değildir. (O’nun size bir ihtiyacı yoktur, fakat siz O’na muhtaçsınız). O, kullarının kâfir olmalarına râdı olmaz (olmalarını da emretmez). (Ancak size bahşettiği nimetlere) şükrederseniz, ona râdı olur." (Zumer Sûresi: 7)

Yine, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

اليوم أكملت لكم دينكم وأتممت عليكم نعمتي ورضيت لكم الإسلام ديناً
"... Bugün size dîninizi kemâle erdirdim, (sizi câhiliyet karanlığından İslâm nûruna çıkarmak sûretiyle) üzerinize nimetimi tamamladım ve dîn olarak size İslâm’ı seçtim." (Mâide Sûresi: 3)

Kendisiyle ister aynı işyerinde olsunlar veya olmasınlar, kâfirlerin bayramını kutlamak haramdır.
Kâfirler, bize kendi bayramlarını kutlamaya ortak etmek istedikleri zaman onlara cevab vermemeliyiz. Çünkü bayramları, bizim bayramlarımız değildir ve onların bayramları, Allah Teâlâ'nın râdı olmadığı bayramlardır. Ayrıca bu bayramlar, dînlerine ya sonradan sokulmuş bid'atlardır ya da dînlerince meşru olub da, Allah Teâlâ'nın cinlerin ve insanların hepsine birden gönderdiği Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in dîni İslâm ile hükmü ortadan kaldırılan bayramlardır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ومن يبتغ غير الإسلام ديناً فلن يقبل منه وهو في الآخرة من الخاسرين
"Kim, İslâm’dan başka bir dîn isterse, o dîn ondan asla kabul olunmayacaktır. Ve o, âhiratte husrâna uğrayanlardan olacaktır." (Âl-i İmrân Sûresi: 85)

Bir müslümanın, onların bu merasimi ile dâvetine icâbet etmesi, haramdır. Çünkü bu hareket, onların bayramını kutlamaktan daha büyüktür. Zirâ hem onların bayramını kutlamış, hem de onların merasimine iştirak etmiş olur.
Aynı şekilde bayram dolayısıyla törenler düzenlemek sûretiyle kâfirlere benzemeleri, karşılıklı hediyeler alıp vermeleri, tatlılar dağıtmaları, tabaklarda yemekler dağıtmaları veya o günde işi tatil etmeleri, müslümanların üzerine haramdır.
Nitekim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurmuştur:

مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
[ رواه أبو داود ]
"Kim, (giyindikleri gibi giyinmek, onların gittikleri yoldan gitmek ve bazı fiillerinde onları taklid etmek sûretiyle) bir topluluğa benzerse, o da onlardan olur." (Ebu Dâvud)

İrad b. Sariye (r.anh) Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber veriyor:

"Ben sizi, gecesi, gündüzü gibi apaydın olan (en küçük bir şubheyi kabul etmeyen gayet açık) bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helak olanlar o dinden (başka yönlere) saparlar!"
(İbni Mace(1/67) Mukaddime bab: 6 hadis no: 43)

Allah (cc) Kelamı olan Kur'an da şöyle buyurmaktadır:"O kimseler ki zur'a şahidlik etmezler." (Furkan 72)
Ayeti kerimedeki "Zura" kelime yalan olarak ifade edilir.
İmam Kurtubi bu ayetin tefsirin de konu ile ilgili olarak şunları söylemiştir:
Yüce Allah'ın "Ve onlar yalan şahidlik yapmazlar" buyruğu şu demektir:
Onlar yalan ve batılın bulunduğu yerde hazır olmazlar ve bunu da muşahede edip seyretmezler.
"ZÛR" (yalan) değiştirilmiş allanıp pullanmış batıl olan her bir şeydir. Bunun en büyüğü ise Allah'a ortak koşmak ve Allah'a ortak koşulanları tazim etmektir. Ed-Dahhak ve ibn Abbas böylece tefsir etmişlerdir.
İbn Abbas dan gelen bir rivayete göre de bu muşriklerin bayramları demektir.
İbni Abbas (r.anhuma)'dan rivayet edilen ikinci mana üzerinde durulursa ayetin manası şöyle olur:
"O kimseler ki, ( yani mu'minler) zûra, (cahiliyyenin bayramlarına) şahidlik etmezler, (yani o bayramlarda bulunmazlar)" (...............) (Furkan 72)
(El-cami’u-li Ahkami’l Kur'an (12/ 618-9) çev. M. Beşir Eryarsoy Buruc. y)

Ayetin hükmü budur. Rasulullah (s.a.v.) sünnetine yani Kur'an’ın hayattaki yaşanış şekline muracaat ettiğimizde konunun bir bütünlük içinde aynı olduğu görülür. Rasulullah, İslam'a uymayan ne varsa onu kaldırmıştır.
Bu konuda "Enes bin. Malik (r.anh) dan şöyle bir rivayet vardır :
"Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye teşrif ettiklerinde, Medinelilerin eğlenip oynadıkları iki günleri vardı.
Efendimiz:
-'Bu günler neyin nesidir?' dedi.
Dediler ki: -'Biz cahiliyye devrinde bu günlerde eğlenirdik (Ya Rasulullah)'
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): -'Şubhesiz Allah size bu günlerin yerine daha iyilerini, Kurban ve fıtır günlerini(kurban ve Ramadan Bayramlarını) verdi'"

(Ebu Davud (4/ 258) K.Salat Bab: 239 Hadis no: 1134)

Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde Medineli müslümanlar cahiliyye yani islam dışı hayatlarında iki günü bayram diye kutluyorlardı. Bunların biri Nevrûz, diğeri de Mihrican'dı.
Nevrûz Mart ayının 21'inde , Mihrican'da Eylül'ün 21'de kutlanırdı. Astronomi uzmanlarının çıkardığı bir şeydi bu. O günlerde hava oldukça mutedil ve gece-gündüz birbirine denk olduğu için o günü bayram diye kutlamışlardı. Bu diğer insanlar arasında da yayılmış ve bir bayram gibi itibar görerek kutlanmıştır. Ama Rasulullah (s.a.v.) bu cahiliyye bayramlarını hoş görmeyerek reddetmiş yerine mûminlere iki bayram bırakmıştır. Bunlar, yani Nevrûz ve Mihrican yasaklandıktan sonra mûminler tarafından bir daha kutlanmamıştır. Eğer ashab Rasulullah'ın emrine yerine getirmez o günleri kutlamaya devam etmiş olsalardı muhakkak ki, dinden çıkmış olurlardı.
Dolayısı ile Mûminlerin Kurban ve Ramadan bayramı dışında bayramları yoktur. Kutlanması gerekenler bunlardır.

Bir mûmin bu bayramları kutlamadığı gibi, bu bayramı kendi bayramı görenleri de tebrik edemez.
Konu ile ilgili olarak Ulemamızdan Ebu Hafs el-Kebir (r.aleyh) şunları söylemektedir:
"Nevruz gününde o günü tâzim maksadıyla muşrike hediye olarak bir yumurta dahi veren kimse kafir olur."

Ulemamızdan Hasan b. Mansur'da:
"Nevrûz günü başka günlerde almadığı bir şeyi satın alan veya kafirlerin bu güne saygı duydukları gibi saygı duyarak başkasına hediye veren bir kimse kafir olur."
(Ebu Davud (4/258) Nel ve H. Kayapınar. Şamil y)

Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye (Rahimehullah)da , "İktidâu's-Sırâti'l-Mustakîm Muhâlefetu Ashâbi'l-Cehîm" adlı kitabında şöyle demiştir:
"Bazı bayramlarında kâfirlere benzemek, inandıkları bâtıl inançlarında kalblerine sevinç ve mutluluk girmesini gerektirir. Belki de onların bu hareketi fırsat bilmeleri ve zayıfları ezmeleri konusunda cesâretlendirir."
Kim bunlardan (yukarıda sağdığımız şeylerden) birisini yaparsa, ister onlara şirin görünmek için yapsın, ister sevgi ve muhabbet beslemek için yapsın, isterse utandığından veyahud da başka sebeblerden dolayı yapsın, günah işlemiş olur. Çünkü bu hareket, Allah'ın dîninde yağcılık yapmak ve iki yüzlü davranmaktır.Yine bu hareket, kâfirlerin kalblerininin güç ve kuvvet kazanmasına ve dînleriyle övünmelerine sebeb olur.
Allah Teâlâ'dan, müslümanları dînleriyle güçlü kılmasını, onları dînlerinde sâbit kılmasını ve düşmanlarına karşı onlara yardım etmesini niyaz ederiz. Zirâ O, güç ve kuvvet sahibidir. (Mecmû'u Fetâvâ ve Resâili'ş-Şeyh İbn-i Useymîn; C: 3, Sf: 369)

Ömer (r.anh)'ın Ebu Şeyh İsfahanî tarafından Ata b. Dinar'a dayandırılarak nakledilen “Acem dilini konuşmaktan ve muşriklerin bayram günlerinde onların mâbedleri ne gitmekten sakınınız” şeklindeki uyarışı.
(Kenz El-Ummal, c. 3, Sf: 886, Hadis No: 9034; Beyhakî, Sunen, El-Kûbra, c. 9. sf: 234, Bab: Zimmilerin arasına katılmanın keraheti)
(Ata b. Dinar El-Hezelî Ebu El-Zeyat El-Mısrî, altıncı kuşak ravilerdendir, İbn Hâcer onun hakkında: “Doğru sözlüdür, ancak Said b. Cubeyr'den olan rivayetleri dinleyerek değil, ezberedir.” der. Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi ondan hadis tahriç ettiler. H. 126'da vefat etti. Takrib El-Tehzib, c. 2, Sf: 21, Biy. No: 188.)


Ömer (r.anh)'ın bu sözleri, Beyhakî'de yer aldıklarına ve Sufyan-ı Sevri tarafından Ata b. Dinar'a dayandırılarak nakledildiklerine göre daha ağır anlamlı olarak şöyledir:
Sakın acem dilini öğrenmeyiniz ve muşriklerin bayram günlerinde onların mâbedlerine gitmeyiniz. Çünkü o gün onların üzerine Allah'ın âzabı iner.”
(Beyhâki, Sunen El-Kûbra, c. 9, Sf: 234; Abdurrazzak El-Musannef, c. 1, s. 411, Hadis No: 1609)

Öte yandan yine Sufyan-i Sevrî'nin, Ebu Velid'e dayandırarak belirttiğine göre bu konuda Abdullah b. Ömer (r.anh) şunları söylüyor:
“Kim acem diyarında ev-bark edinerek yerleşir, onların Nevruz ve Mihrican gibi bayramlarını benimser, onlara özenir ve ölünceye kadar böyle kalırsa Kıyamet günü onlarla birlikte haşrolur.
(Beyhâki, Sünen El-Kûbra, c. 9, s. 234)

Buhari'nin bildirdiğine göre Ömer (r.anh)'ın bu konudaki bir başka ve daha ağır bir sözü şöyledir:
Allah'ın düşmanlarının bayram törenlerinden uzak durunuz.”

Bu arada, bir gün Ali (r.anh)'a âcemlerin Nevruz bayramını hatırlatan bir sembol getirdiler.
Ali (r.anh): “Bu nedir?” diye sordu.
Kendisine: “Bu Nevruz gününün sembolüdür” diye cevab verilince bu sözlere:
“Her gününüzü Nevruz sayınız, (O güne özel bir önem vermeyiniz)” diye karşılık vermiştir.

Ali (r.anh)'ın bu sözlerini nakleden Usame: Onun Nevruz kelimesini belirli bir isim olarak değil, belirsiz bir isim şeklinde ifade etmesinde ki inceliğe dikkat çekmektedir. Beyhakî'ye göre Ali'nin bu uslûbu, herhangi bir günü şeriatın belirleme diği bir olaya bağlamaktan hoşlanmadığını belirtir.
(Beyhâki, Sunen El-Kûbra, c. 9, s. 235.)




Müslüman kendine has bir karaktere sahib bir şahsiyettir!... Başkasını taklid etmekten uzak, şahsiyetini İslam'a göre şekillendiren bir kişidir. İslam'ın tanımadığı sistemlerin hepsini reddettiği gibi onların bayramlarını da reddeder. Cahiliyye bayramlarının yapıldığı mekanlarda bulunmaz onların kutlamalarına katılmaz.

Eğer onların bayramlarına izlemek amacıyla katılsa bile imanı kaybeder.
Bu konuda Rasulullah (s.a.v.) mûminlere bıraktığı ölçü şudur:
"....Abdullah ibni Mes'ud ( r.anh) ....dedi ki:
Muhakkak ki ben Rasulullah (s.a.v.) şöyle derken işittim: "Kim bir kavmin (topluluğun) karartısını (sayısını) çoğaltırsa o da onlardandır. Ve kim bir kavmin amelinden radı olursa onların amellerinde ortaktır."
(İbni kesir Cami’u-Mesanid ve's-Sünen (27/308), hadis no: 589)


İlgili Konu :

DAR'UL-HARB'TE BAYRAMLAR , TÖRENLER VE MÜSLÜMANIN TAVRI

 
Üst Ana Sayfa Alt