Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Ebced ve Cifir, Yahudi Kabalasının Şirkidir

M Çevrimdışı

manolkan

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
abdulhakem acaba buraya yaptıgın copy paste olayinda hic dogrulugunu arastirmak gelmedimi icinden ? Bilmiyormusun ki Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir sözünde "ilim ben isem kapısı Ali' dir. " demiştir. Bu hadise mashar olmakla beraber bunun uzerine ise Hz. Ali de "bilmediklerimi ayaklarimin altına koysalar başım göğe ererdi" demiştir. Yani bizim anliyacagimiz Hz. Ali gibi bir ilmin kapısı olarak Peygamberimiz (s.a.v.) tarafindan tarif edilen biri bile bilmediklerini bu kadar net konusamiyorken sen haşa kendini ne zannediyorsun ki bilmedigin konularda bu kadar net yazilar yayınlıyıp insanlari yönlendiriyorsun ? Allah (c.c.) herkese yaptiklarinin hesabini sorarken sen bole yaptin demiyecek sadece sen boyle yapilmasina ön ayak oldunda diyecektir elbet veya insanlara iyi birsey yaparak hayr kapını nasil acik birakabiliyorsan farklı kapılarıda öylecene acik birakabilirsin aman ha dikkat etmek lazim nede olsa işin ucunda din var bir cok insan kendini musluman zannedip ahirete kafir kabilesiyle beraber göç etmektedir. Onun icin her ezan-ı duydugumuzda her aklimiza geldiginde tövbe ve şehadetimizi yeniliyelim ben bunları yazdım diyip yuku ustumuze almiyalim bu gorusler war diyip yuku kaldirana yukluyelim biz bu kadar derin bilsek burda yaziyor olmazdik suan başımız secdeden ayrılmazdı. Nede olsa Anneler bile cocuklarından hak isteyecek ... Düşünmeden konusmamak üzere ... Herkez TEK olan Rabbimize emanet olsun ...
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Manolkan
Bizim yazılar ilimsiz delilsiz değildir. Senin gibi cahiller, daha ilk mesajında fanatikçe bir usulde, körü körüne itiraz edip karşı çıkarken , savunduğun sapıklığın bir tane delilini ortaya koymadan , demeogojik tehditlerle herkesi kendin gibi aciz ve cahil mi sanıyorsun?
Burası boş beleş adamların körü körüne karşı çıkıp zırvalayacakları forumlardan değildir. Bir dahaki mesajında delilli yazmazsan.....
 
kanepe21 Çevrimdışı

kanepe21

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
AbdulLayl kardeşim
Biz burada ebced ve cifirin Lugat manasından çok istilahtaki manası , içeriği ve Müslümanım diyenlerin ebced, cifir ilmi vs yapıyorum diyerek harflere rakamlar verip kendi kafalarından manalar , yıllar değerler verme falcılığına değiniyor, şirk olduğunu vurguluyoruz. Bazıları bu işleri salih insan sandıkları kimseler yapınca kılıf hazırlamaya çalışmaları , cahilce "falanca yapmışsa İslamdandır" sanmalarının batıllığını anlatıyoruz. Yoksa ilk harf , yazının bulunuşu , ebced alfabesinin icadı vs konumuz değildir. Başlığa bakarak yazmışsın, içeriğine baksaydın meselemizi anlardın .
EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR
Selamun aleykum
bu konuda neredeyse hiç bilgim yok.ancak dediğiniz türden çok insanlar var.en basitinden kuranın 6666 ayetin olduğuna 666 ayetin olduğuna ve bunlara anlamlar yükleyen hatta gelecekte olması bekledikleri bir takım şeyler vardır.isim verecek olursak ömer çelakıl ve onun gibiler...böyle yapmaları ne derece doğru olur....:O
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
akhi bu gibi kimselerin olması normal nitekim bi kanalda kuranın şifresi adlı bi program vardı top sakallı biri anlatıyor;işte peygamber efendimizin vefat ettiği tarih 571 bişeylerle çarpıp,yer değiştirmesi eşittir falan şu olaya işaret etmekte falan filan

Gelde bunların pirincin taşını ayıkla
 
Muzzammil Çevrimdışı

Muzzammil

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kurtulus icin Mehdi'yi bekleyenler, ellerinden cifr ve ebced dusurmeyenler, seyhlerini masum goren sofiler, mealciler..
Hepsinin de birlestikleri bir yer var ki, iman ettiklerini soyledikleri Qur-an'in bizlere ne anlatmaya calistigindan bihaber olmak ya da onun bir kismini alip diger kismini birakmak.
 
F Çevrimdışı

fefkalade

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
konuyu yazan kardeş daha yeni bu siteye üye oldum bir konuya bakıyordum ilgimi çekti başka yazılarına felan da baktım.çoguna da katılıyorum ama Said Nursi gibi bir alime,müceddide laf atmanla gerçekten gözümden düştün.Said Nursi yazdığı eserlerle yüzbinlerce insanın imanını kurtarmaya vesile olmuş bir kimsedir.Bütün dünyada kominizm furyası eserken herkez dinsiz imansız olmuşken sen hala Allah'a mı inanıyorsun diye dalga geçilirken Allah ondan razı olsun o Hak yolda malıyla canıyla savaşmış.Ölürken dahi mezarının türbe haline getirilmemesi için saklanmasını istemiş bir kişiye sen tutmuş ayetleri ebced hecabı kullanarak kendini kitaplarını kutsallaştırmaya çalıtığını söylüyorsun.yanlız yazından şunu da çıkardım ki sen hiç Said Nursinin eserlerini okumamışşın.Oralarda neler bahsettiğinden haberin yok. uydur babam uydur.Eğer okumuş olsaydın kitaplarını kutsallaştırmak gibi niyetinin olmadığını anlardın.adam yıllarca hapis yatmış inkence görmüş yine de davam demiş birisinine çamur atıyosun.Ahmaklığında bu kadarı.Ebced hesabı yoktur da yanlıştır.bazıları tabiki abartıp ebced hesabıyla yalan yanlış bir sürü şey çıkarmıyo değil.ama bu ebcedin olmadığına işaret değildir.inanmak istemeseniz de bazı olaylar ebced hesabıyla hesaplanmıştır...
 
M Çevrimdışı

mhmtyldz

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
ey kardeşlerim yapılacak o kadar çok şey varken tartıştığınız konulara bakarmısınız
hiç kendinize sordunuz mu acaba ben ne kadar kişiye şimdiye kadar (ALLAH ın izniyle) HZ.MUHAMMED'İ (SAV) anlattım yada kaç kişinin imanını kurtardım... biz halen onu bunu tartışırken bakın suriyede neler oluyor, bak filistin de neler oluyor.. zaman birlik olma zamanı bakın batı birlik olmuş ne zalimlikler yapıyorlar.. amaç bir değil mi peygamberimizin namı celilini dört bir yana taşımak değilmi.. sizin tartıştığınız Bediüzzaman Hazretleri bu yolda çok şey yaptı ve başarıyorda..
ek olarak ya bu kul Allah ın sevdiği bir kulsa ya gerçekten bir alim zat ise ki siz şirk koştuğunu ima ediyorsunuz. unuttmayın ki bir mümin birine kafir derse kafir denilen kişi eğer mümin ise diğeride kafir oluyorken.. siz nasıl bu kadar kolay şirk koştuğunu ima edebiliyorsunuz.. kalpleri herşeyiyle bilen yalnız ve yalnız ALLAH c.c. dür
 
Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
bugün bir nurcu kardeş "hz. ali ebced yapmıştır" gibi bir şey söyledi, "hiç duymadım öyle bir şey" dedim. şia kaynaklarının güvenilmezliğinden vs vs bahsettim de pek inanmadı gibi... ebcedin haramlığı hakkında hadisleri yazabilir misiniz?
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
bugün bir nurcu kardeş "hz. ali ebced yapmıştır" gibi bir şey söyledi, "hiç duymadım öyle bir şey" dedim. şia kaynaklarının güvenilmezliğinden vs vs bahsettim de pek inanmadı gibi... ebcedin haramlığı hakkında hadisleri yazabilir misiniz?

Subhi es-Salih bu konuda der ki:
Bu nevi hesaba dayalı neticeler "Ebî Câd hesabı" olarak isimlendirilir ki, âlimler şiddetle buna karşı çıkmış ve ondan sakındırmışlardır.( Salih, Kur'an İlimleri, 188.)
Manidardır ki, yine İbn Abbas (r.a.)’tan, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Nice Ebu Câd harflerini öğrenen vardır ki, ancak müneccimlik yapmıştır.
Kıyamet günü ALLAH indinde, onun için iyilikten ve hayırdan bir nasip yoktur."
Râmûz, 1/288. Hadisi, Taberânî Kebîr’de rivayet etmiştir. Hadisin metninde geçen "hurûfi Ebî Câd" tabirini, Râmûz mütercimi Abdülaziz Bekkine "Ebced Harfleri" diye tercüme etmiştir ki, bu, hadisin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
Hem âlimlerin kitaplarından, Arapların ebced hesabını bilmediklerini, bunun Yahudi kaynaklı olduğunu aktarmamız, hem de bu hadisi burada nakletmemiz okura tutarsız gelebilir. Denilebilir ki: Madem Araplar bu hesabı bilmiyorlar, Hz. Peygamber, çoğu okuma yazma bilmeyen sahabîleri, bilmedikleri bir şeyden nasıl men etmiş olabilir? Cevaben deriz ki: Said Nursî’nin ebced hesabına delil olarak getirdiği hadisi inceledik ve bunun delil olamayacağını ispat ettik. Bu hadisi Taberânî’nin rivayet etmiş olması, İmam İbn Hacer’in ebced hesabı hakkındaki açıklamaları, İmam Suyûtî’nin de bu açıklamaları aktarması ve huruf-u mukattaanın bu ümmetin ecelini bulmaya yarayan sayı remizleri olduğu yönündeki sözlerin siyer kitaplarında yer alması, bize bazı sahabelerin bir şekilde bu hesaptan haberdar oldukları yönünde bir kanaat vermektedir. Nitekim, özellikle hicretten sonra Müslümanların Yahudilerle birçok ilişkilerinin olması, bazı Yahudilerin Müslüman olması ve İbn Abbas gibi bazı sahabilerin Yahudi âlimleriyle ilmî alış-verişleri bu kanaatimizi güçlendirmektedir. Doğrusunu ALLAH bilir, muhtemel ki bu hadis, bu hesabın teşmil edilmesini nehyetmek üzere varit olmuştur. Zaten, seleften hiç kimsenin bu hesaplarla uğraştığına dair bir rivayet yoktur.
Biz, bu hadisi Râmûz’da gördük. "Uydurma olanlar dâhil, her tür hadisin yer aldığı Râmûz’da her hadisin alındığı kaynak ya da kaynaklar gösterilmektedir."
(İsmail Lütfi Çakan, Hadîs Edebiyâtı, MÜİFY, İstanbul 1989, 131.)
( Gümüşhanevî, -bütün hadislerin olmasa da- birçok hadisin sıhhat derecelerini metnin kenarında vermektedir (ne yazık ki, bu durum tercümede dikkate alınmamıştır). Gümüşhanevî, bu hadis için bir not düşmemiştir. )

Yine İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadis de şöyledir: Hz. Peygamber buyurmuştur ki:
"Yıldızlardan bir ilim alan (muneccimlik yapan), sihirden bir şube alır. (Bilgisi) arttıkça o (sihir) da artar."
(İbn Mâce, Edeb, 28/3726. İsnadı sahihtir.)
Bu hesabın; adı ne olursa olsun, hangi milletten alınırsa alınsın, Araplar onu ister kullanmış olsun ister olmasınlar, incelediğimiz bu hadis ister zayıf ister sahih olsun , varacağımız son nokta şudur:
Arap elifbasındaki harflere verilen sayı değerlerinin -bu değerlerin muhtelif olduğunu da biliyoruz-, ALLAH indinde de aynı sayıları ifade ettiğini ileri sürmek, ALLAH hakkında bilmeden söz söylemek demektir.


İbn Abbas (r.a.) ebced , cifir ile uğraşan ve müneccimlik yapanlar hakkında şöyle demiştir:

"Kıyamette ALLAH katında hiç bir menfaatleri olmayacaktır." demiştir. (Heysemi-Mecmeu'z-Zevaid: 5/117)

İbn Mesud'tan (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Nice ebced harfleri öğretenler (veya nice Ebu Cad'ın yıldızlarla ilgili harflerini öğretenler) var ki, Kıyamet gününde bunların ALLAH katında bir nasipleri yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)

Ondan da Hamd b. Zencuye şu lafızla rivayet etmiştir:

"Nice yıldızlara bakanlar ve ebced (Ebu Cad'ın) harflerini öğrenenler var ki, onlar için ALLAH katında bir nasip yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)
 
M Çevrimdışı

Mahmudtas

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
1.4 Cifir İlmi Nedir?

Cifir veya cefer,
Arapça’da “sütten kesilmiş kuzu, oğlak; içi taşla örülmemiş geniş kuyu” ma’nalarını ifade etmektedir.
Istılahta ise, temeli ebced hesabına dayanan, harflerden ve ibarelerden gaybi haberler çıkarmada kullanılan hususi bir ilimdir.

Bazı alimlerin naklettiğine bakılırsa, Ca’fer-i Sadık, Hz. Peygamberin al-i beytinin muhtaç oldukları bütün gizli bilgiler bir kuzu ve oğlak (cefr) derisinin üzerine yazılmış ve bu sebepten bu ilme Arapça’da cefr adı verilmiştir. Cifir ile meşgul olanlara cefri veya ceffar denilir.

Konuyla ilgili ve özellikle de Ca’fer-i Sadık’a isnad edilen kitaplara da El-Cefr ve’l-Cami’a adı verilmektedir. Onu için bu ilmin adı hem Keşfu'z-Zünun'da ve hem de benzer eserlerde bu ad ile anılmıştır. İbn Haldun bu ilmin bir disiplin olmaktan ziyade şahsi bir kabiliyet olduğunu ifade etmektedir.

Bir kısım kaynaklara göre ve genellikle de ehl-i beyt alimlerine göre, Hz. Ali, Kur’an’ın bazı sırlı ma’nalarını Hz. Peygamber’den öğrenerek bunları El-Cefr ve’l-Cami’a adı verilen iki eserde kuzu veya oğlak derisi üzerine yazmıştır.

Kıyamete kadar meydana gelecek olayların sırları ile dolu olan bu kitaplardaki rumuzlar ancak al-i beytten gelen alimlerce çözülebilecektir. Elimizde Hz. Ali’ye isnad edilen Kitab’ül-Cefr el-Cami’ ve Misbah’un-Nur el-Lami’ adlı eser bulunmaktadır. 1287 Hicri yılında basılan nüshası da elimizde bulunmakatdır. Bazı kaynaklar ise bu kitapları kaleme alanın Hz. Ali değil onun torunu olan Ca’fer-i Sadık hazretlerinin olduğunu ve bunun kaleme aldığı eserlerin ikiye ayrıldığını ifade etmişlerdir:

Birincisi; El-Cefr’ül-Ahmer yani kırmızı deri üzerine yazılan kısımda Hz. Muhammed’in manevi silahları mevcuttur. Aynı zamanda geleceğe ait hadiselerin şifreleri de bu kitapta kayd edilmiştir.

İkincisi; El-Cefr’ül-Ebyad yani beyaz deri üzerine yazılandır ki, bunda ise eski peygamberlerin haberleri, ulema-i beni İsraile ait bilgiler ve bütün mukaddes kitap ve sahifelerle alakalı malumat bulunmaktadır.

Keşfu'z-Zünun'da, cifir ve ebced ilminin, konunun uzmanları olan manevi ilimlerde derinleşen simalar için birçok esrarın anahtarı hükmünde bulunduğu ve Hz. Ali tarikiyle özellikle Ehl-i Beyt’e tevarüs eden bir ilim olduğu belirtilmiştir. Bu ilmin eski peygamberlerin kitaplarında da yer aldığına dair rivayetlere işaret eden Çelebi, "Bu ilme, ancak ahirzamanda gelecek olan Hz. Mehdi, hakkıyle vakıf olur" diyen bazı alimlerin görüşlerine de yer vermiştir.

Bediüzzaman’ın dikkat çeken yönlerinden birisi, eserlerinde cifir ilmine de yer vermesidir. Eskide ve günümüzde cifir ilmi hayli tartışılmıştır ve tartışılmaktadır. Bu konuda, şu hususlara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:

1. Her şey bizim malumatımıza münhasır değildir. Bir ilmi bizim bilmeyişimiz, olmadığına delalet etmez. “Onlar, ilmen ihata etmedikleri ve te’vili daha kendilerine gelmemiş şeyi yalanladılar” Ayetini unutmamak gerekiyor. (Yunus, 10/39) Kur’an kelimelerinin istikbaldeki bir kısım olaylara işaretini, çok az müfessirin yazmış olması reddini gerektirmez.

2. Bu ilim, Kur’an’ın nüzulunden önce de bilinmekteydi. Mesela, Yahudileriden bir topluluk, Hz. Peygamberden (Elif-Lam-Mim) şeklinde huruf-u mukattaayı duyunca, ebced hesabıyla (harflerin rakam değeriyle), O’nun ümmetinin ömrünün az olacağına istidlalde bulunur. Hz. Peygamber, diğer huruf-u mukattaalardan okur. Adamlar, her yeni huruf-u mukattaayı duyunca şaşkına dönüp, “Biz senin durumundan bir şey anlayamadık.” deyip ayrılırlar.

1.5 Lehinde ve Aleyhindeki Görüşler

Bazı ilim adamları gaybı bilmeyle alakalı genel kaideyi zedelediği ve al-i beyte imtiyazlı bir sınıf olarak bakmaya sebep olduğu için cifir ilminin aleyhinde konuşmuşlardır. Ancak Bediüzzaman’ın da dahil olduğu ve bir kısmının isimlerini zikredeceğimiz alimler ise, suiistimal edilmemek şartıyla bunda bir sakınca görmemişlerdir.

Bediüzzaman’ın ilm-i cifir hakkındaki şu ifadeleri de çok önemlidir:

"İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, vazife-i hakikiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hatta kaç defadır esrar-ı Kur’an’iyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu. Kemal-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:

Birisi: لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ ‘ Gaybı ancak Allah bilir' (Neml, 27/65) yasağına karşı hılaf-ı edebde bulunmak ihtimali var.

İkincisi: Hakaik-ı esasiye-i imaniye ve Kur’an’iyenin berahin-i kat’iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulum-u hafiyenin yüz derece fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. O vazife-i kudsiyede kat’i hüccetler ve muhkem deliller, su-i istimale meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulum-u hafiyede su-i istimal girip, şarlatanların istifade etmeleri ihtimalidir."

Görüldüğü gibi, cifir ilmi gizli ilimlerdendir. Az kişiye hitab etmektedir. İman ve Kur’an hakikatleri ise, herkese seslenmektedir. Hem herkesin onlara ihtiyacı vardır. Bu gibi noktalardan dolayı ve “Gaybı ancak Allah bilir” yasağına karşı edebe aykırı harekette bulunmamak için Bediüzzaman, bu ilmin ayrıntılarını eserlerine yansıtmamıştır. Yansıttığı miktar, altı bin küsur sayfalık tefsirinin içinde az bir bölüm teşkil etmektedir. Bunda asıl maksadı, o günün ağır şartları altında hizmet eden talebelerine bir şevk kaynağı olmasıdır.

Acaba cifir ilmi hakkında büyük İslam Alimleri ne demişlerdir? Bunu da özetleyelim:

A) İslam Filozofları: İmam Gazali kalbin garip hallerini sayarken kişinin nefsi safvete ulaşması şartıyla bazı gaybi sırlara muttali olabileceğini açıklamaktadır. Bunu teyid eden İbn-i Sina, fazilet kişiye bazı gaybi sırların açılmasına muktedirdir diyerek destek veriyor. Burada Hz. Peygamber’in “Şeytanlar Ademoğullarının kalpleri çevresinde vesvese ile dolaşmasaydırlar, semanın melekut alemindeki sırlar onlara keşf olunurdu”hadisini hatırlamak gerekir. İbn-i Haldun ise, manevi imtiyazlara sahip bazı insanların henüz vuku bulmadan kainat ile alakalı olayları haber verebildiklerini anlatmaktadır.

B) Müfessirler ve Kelamcılar: Müfessirler ve Kelamcılara göre gaybi bir sırrın peygamberler eliyle keşfedilmesi mu’cize ve evliya eliyle keşfedilmesi ise keramettir.

Meselenin temelini şu Ayetler teşkil etmektedir:“O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır (kaydetmiştir).”

İmam-ı Beydavi bu Ayeti açıklarken gaybın tam olarak ancak ve ancak Allah tarafından bilinebilineceğini ve ancak Allah’ın bidirmesi halinde Peygamber’in de gaybdan haberdar olabileceğini zikreder; ancak bu Ayeti evliyanın kerametlerini red sadedinde kullanmaz.

Fahreddin Razi ise, buradaki gaybı kıyametin kopması ma’nasında hususi bir ma’na ile anlar; bunun genel olmadığını ve Allah isterse kullarına bildirebileceğini kabul eder.

Muhyiddin-i Arabi Hazretleri Allah isterse evliyaya da gaybı bildireceğini ifade eder.

Allame Alusi Sadettin Teftezani’nin evliyanın gayba muttali olmak yerine bazı doğru tahminlere mazhar olabileceği iddiasına cevap vererek, evliyanın da Allah isterse gayba muttali olabileceğini anlatır.

Sahabeden bazı şahsiyetlerin gayba muttali kılınmaları bunun için güzel bir misaldir. Mesela Hz. Ebubekir kızı Aişe’ye ölüm döşeğinde iken “Hamile olan hanımının bir kız çocuğa hamile olduğunu” açıklamış ve mugayyebat-ı hamseden olmasına rağmen kendisine bildirilmiştir. Hz. Ömer’in Kadisiye Harbi münasebetiyle söylediği “Ey Sariye! Dağa çıkın” talimatı herkesçe kabul edilmektedir.

Burada şunu da hatırlatmalıyız ki, gayb iki kısma ayrılabilir:

Birincisi; kadere müteallık gaybdır ki, Allah kimseyi buna muttali kılmaz; ancak bazı muhlis kullarına işaretler ihsan eder, peygamberler ve onların mirasçılarına İslamın muhafazası ve neşri için ihsanda bulunur.

İkincisi; cemal, celal, nur ve manevi zıya ile alakalı gaybi işlerdir. Allah bu ma’nadaki gaybi işleri muhlis kullarına açabilir.

Kısaca Kur’an-ı Kerim'de bütün ilimler vardır. Bu ilimleri de herkes kendi kabiliyetine göre okuyabilir veya hissedebilir. Ancak bu ilimleri Kur’an'dan okurken, benim anladığım ilim kesin doğrudur diyerek değil de, ben böyle anlıyorum, şeklinde söylemek gerekir.

Çünkü bir gün bu anladığı bilgiler yanlış olursa Haşa Kur’an yanlış olmuş gibi algılanır. Örneğin Kur’an-ı Kerim'de “Üzerinde “ondokuz” vardır."Ayeti bulunmaktadır. Bu sayıdan hareketle Kur’an'ın bazı sırlarına ve şifrelerine ulaşmak mümkündür. Ancak bu bilgilere mutlak doğru ve Kur’an’ı kesin işareti olarak bakmanın bazı sakıncaları olacağından dikkatli olmak gerekir. Hiç olmazsa: "Böyle şeyler anlamak mümkündür, fakat bunlar kesin ve değişmez doğrular olmayabilir. Hesaplamalarımızda hata edebiliriz, bu hatalar da bize aittir."demek gerekir. Ebced hesabı da bunlardan biridir.

1.6 Ebced Hesabı ve Hurufçuluk (hürufilik)

Bazı kimseler, Ebced hesabı gibi Esrar-ı hurufla ilgili İşari tefsir yorumları ile, hurufilik safasatasını birbirine karıştırmıştır. Bazıları da, bir tefsir metodunun kabul edilebilmesi için, onun Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından kullanılmış olması gereğinin varsayımından hareketle, bu tür işari tefsir metotlarına, bu çeşit yorumlara katılmama taraftarıdır. Onun için bu konuyu, soru-cevap şeklindeki bir diyalogla açığa kavuşturmakta fayda vardır:

İslam inancını ortadan kaldırmak için ortaya çıkan, batıl batıniliğin bir kolu olan tarihdeki Hurufilik ekolünün kurucusu sayılan, Fazlullah adındaki şahsın doğum tarihi, hicri 740'dır. Halbuki İslam literatüründe "Esraru ilmi'l-huruf" olarak geçen ve harflerin sırlarına dair yapılan ilmi çalışmalar çok önceden vardı. Misal olarak harflerin esrarı konusunda meşhur olmuş Muhyiddin İbn Arabi'nin ölüm tarihi hicri 638'dir. Hatta ondan daha önce bu konuda oldukça fazla şöhret bulmuş İbn Berrecan'ın ölüm tarihi, hicri 536'dır.

Hurufilik, 1394’de idam edilen Fazlullah Esterabadi tarafından kurulan ve Batıniliğin kolu olan bir batıl mezhepdir. 14. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış, 15. ve 16. asırlarda Anadolu ve Rumeli’de ciddi etkiler yapmış ve hatta Fatih zamanında Saray’a kadar girmeye çalışmıştır. Bunların en önemli batıl inançları, harflere bazı ma’nalar yüklemenin yanında, hulul inancı ve buna bağlı olarak mehdilik anlayışıdır.

Bunlara göre, Fazlullah Allah’ın mazharıdır; yani –haşa- Allah Fazlullah’ın bedeninde görüntülenmektedir ve kıyamet gününe yakın, Müslümanları, Hıristiyanları ve Yahudileri kurtaracak Mehdi olduğuna inanılmaktadır. Maalesef, bu görüşleriyle, Anadolu ve Rumeli’deki Bayrami Melamilerini, Kalenderileri, Bektaşileri ve Kızılbaşlığı derinden etkilemiştir.

Hurufiliğin Anadolu’da yayılmasına sebep Azeri şairi İmadüddin Nesimi (ö. 1408)’dir. Nesimi, Anadolu’da çok sayıda halife yetiştirdiği gibi, kendisi de Hacı Bayram Veli ile dahi görüşmeye çalışmıştır. Fazlullah-ı Esterabadi’nin halifelerinden biri, Edirne’de iken genç Sultan Fatih’i etkilemek için Saraya yerleşecek kadar ileri gitmiştir.

Bundan rahatsız olan ve Fatih’in bunları tanimamasından korkan VeziriA’zam Mahmud Paşa, hemen büyük alim Müftü Molla Fahreddin-i Acemi’yi devreye sokmuş ve bu büyük alim de bunların hulul inancına sahip olduklarını bildiğinden dolayı, Padişah huzurunda bu meseleyi tartışmak üzere bir zemin hazırlamıştır. Hurufilerin gerçekten hulul inancına sahip oldukları anlaşılınca, hemen tutuklanmışlar ve haklarında verilen idam kararı infaz edilerek yakılmaları fetvası hemen tatbik edilmiştir. Bundan sonra 16. yüzyıl boyunca Anadolu ve Rumeli’de Hurufilerin takibatı devam etmiştir.

Netice itibariyle tamamen kötü niyetlerle genç Padişah’a sokulmak isteyen bu fitne ve dalalet grubu, Allah’ın da yardımıyla, en küçük bir zarar vermeden Saray’dan ve Osmanlı akide dairesinden silinmiştir. Fatih’in onları koruması diye bir şeyin olmadığı yapılan izahlarla ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Hatta fetvayı veren Molla Fahreddin-i Acemi’nin Ali Tusi’ye olan şu vasiyyeti her zaman için bir ibret dersi olarak kalmıştır: “Avamın sırtından şeri’at asasını eksik etme”. Şunu da ifade edelim ki, Türkiye’de belli çevreler, ısrarla ve kasıtlı olarak, batıl bir mezhep olan Hurufilik ile ilm-i cifiri birbirine karıştırmaktadırlar. Halbuki ikincisi bir ilimdir ve İbn-i Kemal çok açık bir şekilde bir Risalesinde bu farkı açıklamaktadır.

Bütün ilim tarihçilerinin -özellikle Müslüman alimlerin- ilimlerin tasnifinde kendisinden bahsettikleri “cifir ve camia ilmi“ diye bir ilim vardır. Bu ilim, bazı cahiller tarafından suiistimal edilmiş olsa bile, tamamen inkarı da müm¬kün değildir. Cifir, kaza levhası; camia ise kader levhası demektir. Kısaca Allah'ın kader ve kaza levhlerinde olmuş ya¬hut olacak bazı şeyleri, yine Allah'ın koyduğu işaret ve gös¬terdiği yollarla ortaya çıkarma ilmine cifir ilmi denir.

Bu ilmin Hurufilik, nüshacılık ve üfürükçülükle ilgisi yoktur.

Çünkü İmam-ı Gazali ve İbn-i Kemal gibi bu ilmi hakkıyla bilen zatlar tarafından da kullanılmıştır. Hz. Ali'nin, bu ilmi Resulullah'dan öğrendiği nakledilmektedir. Son asırda bu ilmi hakkıyla kullananlardan biri de, Bediüzzaman'dır. Kur'an, “Beldetün Tayyibetün“ ifadesiyle İstanbul'un fethine işaret ettiği gibi, Mu'avvizeteyn suresiyle de 1971 hadiselerine işaret etmiştir. Birinciyi ilim, ikinciyi ilmin dışında kabul etmek, bir başka cahilliktir. İbn-i Kemal bu ilmin ehemmiyetini “Er-Risalet'ül-Münire“ adlı eserinde şöyle belirtmektedir:

Büyük evliyaların kerametleri de böyledir. Müşkil ve zor meselelerin istihracı gibi. Yani evliyalar, Kur'an ayetlerinden, hatta her kelimesinden ve harfinden ve hatta Resulullah'ın hadislerinden bazı mühim ve müşkil hakikatları istihraç etmişler¬dir. Bu onlara ilham nuruyla müyesser olur (sh.8) .

1.7 Ebced Hesabı ve Cifir İlmi ile Alakalı Bazı Müşahhas Deliller

“Bu hesab-ı ebcedi, makbul ve umumi bir düstur-u ilmi ve bir kanun-u edebi olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört - beş tanesini nümune için beyan edeceğiz.”

Huruf-u Mukatta’a

Işari tefsirin ve ebced hesabının kullanılışının yoğun olarak görüldüğü yerlerden biri Huruf-u Mukatta’adır.

Taberi, Arap dili bilginlerinin Huruf-u Mukatta’ayı sadece alfabe harflerinden ibaret görmelerini doğru bulmayarak şöyle der: "Huruf-u Mukatta’ayı, “Bu Kitab'ın bütün harflerinde şüphe yoktur” şeklinde yorumlamak yanlıştır; çünkü bu, sahabe, tabiun ve onlardan sonra gelen tefsir ve te'vil otoritelerinin görüşüne aykırıdır."

İbn Atiyye, çoğunluk alimlerin (cumhur), sure başlarında yer alan Huruf-u Mukatta’anın bir takım manalar ihtiva ettiği görüşünde olduğunu kaydeder . Bedruddin ez-Zerkeşi, de aynı görüşe meyledip der ki: Bu konuda farklı iki görüş vardır:

Birincisi: Bunlar, gizli bir ilim, kapalı bir sır olup bilgisi Allah'a mahsustur. Fahreddin Razi, Kelamcıların bu görüşü kabul etmeyip şöyle dediklerini nakleder: "Allah'ın Kitabı'nda, insanların anlamadığı hususların bulunması caiz olmaz; çünkü Allah Teala, Kur'an üzerinde iyiden iyiye düşünülmesini ve O'ndan ahkam istinbatını emretmiştir."

İkincisi: Huruf-u Mukatta’anın muradı bilinmektedir. Bu konuda, uzak veya yakın yirmiden fazla görüş olmakla birlikte şu görüş, birincisini de kapsamakta ve onu açıklamaktadır. "Allah'ın her kitapta bir sırrı vardır. O'nun Kur'an'daki sırrı ise, bazı surelerin başında gelen Huruf-u Mukatta’adır".

İbn Faris şöyle der: Sanırım, bu sözü söyleyen şunu kastetmiştir: "O sır, Allah'tan ve ilimde ileri gidenlerden başkasının bilemeyeceği sırlardandır." Huruf-u Mukatta’anın bir takım anlamlar ifade ettiğini kaydeden alimler, açıktır ki, İşari tefsire ve ebced hesabına da yol vermiş olmaktadırlar.

Allame Alusi bu kaideye dayanarak ve İzz ibn Abdüsselam’dan naklederek Hz. Ali’nin كهيعص Ayetinden Hz. Muaviye’nin kendisine karşı geleceğini ve Ebül’l-Hakem Abdüsselam ibn Bercan isimli alimin 583 Hicri yılında Kudüs’ün fethedileceğini الم غُلِبَتِ الرُّومُ Ayetinden çıkardığını nakletmektedir.

İşte Bediüzzaman hazretleri bu önemli konuyu şöyle özetlemektedir:

Bir zaman Beni-İsrail alimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberide surelerin başlarındaki آلم ❊ كهيعص gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifri ile dediler: "Ya Muhammed ! Senin ümmetinin müddeti azdır." Onlara mukabil dedi: "Az değil." Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti, "Daha var." Onlar sustular..

Hz. Ali’nin Kaside-i Celcelutiyesi ve Diğer Eserler

Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmıştır. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi'nin kaleme aldığı meşhur Mecmu’at’ül-Ahzab adlı eserde Celcelutiye kasidesine de yer verilmiştir. "Bede’tu bi bismillah" cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi Hz. Ali'nin ismini gösteren ve "Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz. Muhammed (a.s.m)'in amcasının oğlu Ali'nin makalesidir" anlamına gelen:

"Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulumin lil-halaiki cümmi’at" beytiyle sona ermiştir. Bediüzzaman'ın da işaret ettiği gibi, kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekilde basılmıştır.

Elimizde Hz. Ali’ye isnad edilen Kitab’ül-Cefr el-Cam’ ve Misbah’un-Nur el-Lami’ adlı eser bulunmaktadır. 1287 Hicri yılında basılan nüshası da elimizde bulunmakatdır. Bu kitaplar doğrudan cifir ve ebced hesabıyla alakalıdır. Ancak Bediüzzaman bu kitapların Hz. Ali’ye değil Cafer-i Sadık’a ait olduğunu düşündüğünden bundan bahsetmemiştir.

Bediüzzaman da bu ma’nayı, “Hazret-i Ali Radiyallahu Anh'ın en meşhur kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihAyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış” şeklinde özetlemiştir.

Osmanlı Şeyhülİslami İbn-i Kemal’in Konuyla İlgili Risalesi

1468-1543 yılları arasında yaşayan İbn-i Kemal'in asıl adı Şemseddin Ahmed'dir. Kemal Paşa-zade diye de bilinir. To¬katlı olan bu Osmanlı alimi, Paşa olan dedesinin adına nisbet edilir. Yavuz zamanında Anadolu Kazaskeri ve Kanuni'¬nin ilk yıllarında ise Şeyh-ül İslam olan İbn-i Kemal, dini ilimlerin tamamında ve özellikle de fıkıh, tefsir, kelam ve tarihte haklı bir şöhrete sahiptir.

Sadece Osmanlı ülkesinde değil, bütün İslam aleminde kabul görmüştür. . Bizim burada bahsedeceğimiz eseri ise, Kur'an ayetlerinden Yavuz'un Mısır'ı fethedeceğine dair işaretler ihtiva eden ve dedikleri aynen vaki olan bir başka Risale'sidir. Kemal Paşazade Ahmed Efendi, Enbiya Suresi'nin 105. ayetini, cifir ilmi kaideleri çerçevesinde tahlil ederek, Yavuz'un Mısır'ı fethedeceğini, bunun kolay olacağını ve günü ile yerini ayrı ayrı ortaya koymuştur.

İbn-i Kemal bu ilmin ehemmiyetini "Er-Risalet'ül-Münire" adlı eserinde şöyle belirtmektedir: “Büyük evliyaların kerametleri de böyledir. Müşkil ve zor meselelerin istihracı gibi. Yani evliyalar, Kur'an ayetlerinden, hatta her kelimesinden ve harfinden ve hatta Resulullah'ın hadislerinden bazı mühim ve müşkil hakikatları istihraç etmişlerdir. Bu onlara ilham nuruyla müyesser olur (sh.8)”.

İbn-i Kemal, büyük ilmi dehasıyla Kuran'ın Enbiya Suresi'ndeki 105. ayetini, cifir ilminin kaidelerine göre tahlil ediyor ve bu ayetten Mısır ülkesinin, hicretten 922 yıl sonra, kış (zemherir) günlerinde fethedileceğini, Mısır ellerinden alınan kavmin köle diye bilindiklerini, fethedenlerin hür Osmanlıların olacağını, başında da Selim isimli bir komutanın bulunacağını Kur'an'ın işaretlerinden çıkarıyor ve Yavuz'a arze¬diyor. Üç senelik Mısır Seferinde Yavuz, İbn-i Kemal ile beraber, Kur'an'ın verdiği haberleri birlikte müşahede ediyorlar.

Şimdi biz de beraberce bu ayeti görelim:

"Şüphesiz biz "zikr"den (yani Tevrat'dan yahut ba¬zı hakikatları ihtar ettikden) sonra Zebur'da yazdık ki yeryüzü, (fesadçılardan alınır) ve verasete, hilafete layık salih kullarıma verilir, onlara miras kalır" . Bu ayet, kainatta tekvini şeriatın kaidelerinden olan "eslah kanunu" yahut "elyak kanunu"nu anlatmaktadır. Yani devam ve bekanın sırrı, salahat ve liyakat kanununa bağlıdır. Bozukların devam ve beka hakkı yoktur. Olsa da muvakkattır. Mısır'ın Yavuz tarafından fethinde de bu hakikat tecelli etmiştir.

Kısaca bu ayetten İbn Kemal, Sultan Selim'in Mısır'ın Osmanlı ülkesine ilhak tarihini çıkarmıştır. Ayette Tevrat yerinde kullanılan "ez-Zikr" kelimesi, ebced hesabı ile konunun düğümünü çözen anahtar kelimedir. Ayette "ez-Zikr'den sonra" tabiri kullanılmıştır. Bu kelimenin ebced değeri (okunmayan lam hariç) 921'dir. Mısır'ın fetih tarihi ise, hicri 922'dir. Demek ki ayet işari manasıyla hicri 921'den sonra fethin gerçekleşeceğini ifade etmiştir.

Diğer Alimlerin İstihraçları

Mesela, Osmanlı ulemasından Molla Cami, Sebe’ Suresinin 15. Ayetinde geçen “beldetün tayyibetün” ibaresinden ebced hesabına göre hicri 857, miladi 1453 tarihini çıkarmış ve İstanbul’un Fethinin bu ayetle de müjdelendiğini haber vermiştir. Meşhur müfessirlerden Alusi’nin tefsirinde kaydettiği şu olay da, konumuz açısından güzel bir örnektir:

İbn-i Hallikan tarihinde zikrediyor ki, Selahaddin-i Eyyubi Haleb’i fethettiğinde, Kadı Muhyiddin güzel bir şiirini okudu. Cümleleri arasında, “Şehba kal’ayı Safer ayında fethettin, Recebte de Kudüs’ü fetihle mübeşşersin” ifadesi vardı. Dediği gibi çıkınca kendisine “Bunu nerden bildin?” diye soruldu. “İbnu Berrecan’ın Rum Suresi’nin baş kısmını tefsirinden aldım.” diye cevap verdi.

1.8 Netice

Bediüzzaman, cifri kullandığı yerlerde hiçbir zaman “Ayetin açık manası budur.”dememiştir. Söylediği şudur: “Ayetin sarih ma’nasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, işari ve remzi ma’nadır. İşari ma’na da bir küllidir; her asırda cüz’iyatları bulunur.” Devamında ise: “İşte madem bu tevafuk-u cifri ve ebcedi, bir kanun-u ilmi ve bir düstur-u riyazi ve bir namus-u fıtri ve bir usul-ü edebi ve bir anahtar-ı gaybi oluyor. Elbette menba-ı ulum ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı ayat-ı tekviniyesi ve edebiyatın mu'cize-i kübrası ve lisan-ül-gayb olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan, o kanun-u tevafukiyi, işaratında istihdam, istimal etmesi i'cazının muktezasıdır.”

Tekrar da olsa şu üç hakikatı buraya almak istiyoruz:

Evvela; Resulullah'ın da beyanına göre, Kur’an ayetlerinin zahiri, batıni, İşari, sarih ve remzi çok manaları ve her asra hitab eden hakikatları vardır. "Her ayetin dalı var, budağı var; her dalın da başı var, sonu var, çetikleri var" şeklindeki hadis, bu manaya işaret etmektedir. Zira Kur'an'ın muhatabı bütün insanlardır. Kur'an, kainat kitabının tercümesidir. Kainatın rengini değiştiren her meseleyi vuzuha kavuşturmuştur.

Hadiselerin satırları altında gizlenen hakikatları ortaya çıkaracak olan da yine Kur'an'dır. Dolayısıyla İslam ittihadını yakından ilgilendiren Risale-i Nur’a da, İstanbul’un fethine de ve Mısır fethine de herhalde işaret edecektir. Ancak sarahat demiyoruz, işaret diyoruz. Bu ifadeye dikkat etmek gerekir.

İkincisi: Bütün ilim tarihçilerinin -özellikle Müslüman alimlerin- ilimlerin tasnifinde kendisinden bahsettikleri "cifir ve camia ilmi" diye bir ilim vardır. Bu ilim, bazı cahiller tarafından suiistimal edilmiş olsa bile, tamamen inkarı da mümkün değildir. Cifir, kaza levhası; camia ise kader levhası demektir. Kısaca Allah'ın kader ve kaza levhlerinde olmuş yahut olacak bazı şeyleri, yine Allah'ın koyduğu işaret ve gösterdiği yollarla ortaya çıkarma ilmine cifir ilmi denir.

Bu ilmin nüshacılık ve üfürükçülükle ilgisi yoktur. Çünkü İmam-ı Gazali ve İbn-i Kemal gibi bu ilmi hakkıyla bilen zatlar tarafından da kullanılmıştır. Hz. Ali'nin, bu ilmi Resulullah'dan öğrendiği nakledilmektedir. Son asırda bu ilmi hakkıyla kul¬lananlardan biri de, Bediüzzaman'dır. Kur'an, "Beldetün Tayyibetün" ifadesiyle İstanbul'un fethine işaret ettiği gibi, Mu'avvizeteyn sureleriyle de 1971 hadiselerine işaret etmiştir. Birinciyi ilim, ikinciyi ilmin dışında kabul etmek, bir başka cahilliktir.

Ebced ve Cifr İlminin Tarifi
Ebced düzeni "Arap alfabesinin ilk tertibi; harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi" ( İslâm Ansiklopedisi, X/68.) şeklinde tarif edilmektdir. Bu sistemin, İbrânîce ve Ârâmîce'nin de etkisiyle Nabatîce'den Arapçaya geçmiş bulunduğu ve Hz. Peygamber (a.s.m) devrinde de olduğu gibi kullanıldığı bilinmektedir.

Ebced sisteminde yer alan harfler ve sayı değerlerini gösteren tablo :

res.jpg


Arapça, Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir.(Ebced) (Hevvez) (Hutti) (Kelemen) (Sa'fes) (Kareşet) (Sehaz) (Dazig)Bu sekiz kelime bütün huruf-u hecâ denen yirmi sekiz harfi içine almış ve sıra ile eliften gayn harfine kadar, birden bine kadar her harfte aşağıdaki sıra ile gösterildiği gibi değerler verilmiştir. Elif: 1, Bâ: 2, Cim: 3, Dal: 4, He: 5, Vav: 6, Ze: 7, Ha: 8, Tı: 9, Yâ: 10, Kef: 20, Lâm: 30, Mim: 40, Nun: 50, Sin: 60, Ayn: 70, Fe: 80, Sad: 90, Kaf: 100 Rı: 200, Şın: 300, Te: 400, Se: 500 Hı: 600, Zel: 700, Dad: 800, Zı: 900, Gayn: 1000 Şimdiki Arabçada alfabe bu sırayı tutmuyorsa da harflerin rakam gibi kullanıldığı zaman, yine eski sıraya uymak için Ebced sırasını da devam ettirmişlerdir. Hem birbirine benzeyen harfler bu sırada dizilmiştir. Eskiden İslâmlarda matematik ve fizikte bu harflerin rakam yerine kullanıldıklarını biliyoruz.

Ebced ve Cifr İlminin Meşruluğuna Genel Bir Bakış

Kur'an-ı Kerim ve Hadislerin anlaşılması hususunda üç ana görüş oluşmuştur.
Birinci Görüş: Kur’an ve hadisin zahir ve sarih manasından başka; batıni, işari ve remzi manası yoktur, anlamak konusunda herkes müsavidir. Kur’an gayet basit ve sadedir. Herkes tarafından anlaşılır. Müçtehitlere, alimlere, müfessirlere, belagatçılara lüzum yoktur. Teşbih ve temsil ifade eden ayet ve hadisler de zahiri üzere anlaşılır, aynı ile tatbik edilir, derler. Bu görüş hem Kuran’a, hem sünnete, hem de akıl ve mantığa aykırı bir görüştür. Bunun batıllığına işaret eden yüzlerce ayet ve hadisler vardır. Batıl zahiruyyun mezhebi buna örnek verilebilir. Bu gruba girenler genelde sosyal açıdan akli ve zihni melekeleri inkişaf etmemiş bedevi ve müptedi kesimlerdir. Psikolojik olarak daima bir karşı koyuş, dik başlı ve agresif bir hal içindelerdir. Tarihte harici ve vehhabi geleneği bu guruba somut örnek teşkil ederler. İbni Teymiyye’nin eserleri, tecsim ve teşbih ile ilgili fikirleri meseleye ışık tutar. Zaten en uç nokta olarak mücessime ve müşebbihe (Allah’ı cismanileştirmek ve mahlukata benzetme hareketi) mesleği bu zahiriyyun mezhebinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ebcet ve cifir ilminin meşruluğunu kabullenmekte zorlananlar, ekserisi bu gurupta olanlardır. Tarihte tasavvuf ve tarikat mesleğini inkar edenler, işari ve manevi tefsirleri reddedenler, yine bunlardır. İslam aleminin meşhur alimleri bunları kabili hitap görmeyip, fazla ciddiye almamışlardır. Zaten bunların mesleği şiddet ve idraksizlik üzerine gider.

İkinci Görüş: Kur’an ve hadisleri tamamen anlaşılmaz görüp, hurufi ve batini manalar ile, zahir ve sarih manasını inciten ve anlaşılmasını belli zümrelere havale edip, avam insanın nasibini tamamen ortadan kaldıran batiniyyun mezhebidir. Bu mezhebe göre Kur’an, tamamen bir muammadır, kimse onun hakikatini idrak edemez. Ayet ve hadislerin sarih ve zahir ifadeleri tamamen semboldür. Onun gerçek manaları işaridir, deyip; emir ve yasakları bütünüyle inkar etmişlerdir. Mesela namaz için; insanın kalbi bir duası deyip, namazı kılmamalarıdır. Bu mezhebin sapkınlığı ve batıllığı zahirdir. Batıl Hurufilik akımı buna örnek olarak verilebilir. Ebcet ve cifir ilmini sui istimal edip ifrata kaçanlar ekseri bunlar olmuştur.

Üçüncü Görüş: Kuran ve hadisin zahir ve sarih manası asıl ve esas olmakla beraber, bunun yanında asıl ve esasa uygun olan işari, remzi ve batini manaları da vardır, diyenlerdir.
Asıl ve esas manalar herkesin anlayacağı sarih ve zahir manalardır. Ama işari ve batini manalar ilim ve kabiliyet ile idrak edilecek şeylerdir. Onun için Kur’an ve hadis idrak bakımından çok tabakalara ayrılan insanların hepsine hitap eder bir mahiyettedir. Hadis-i şerifte varid olduğu gibi, her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttalaı ve her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır. İbni Hibban, Sahih 1:146; el-Münavî Feyzü'l-Kadîr, 3:54. Ulûm-u İslâmiye buna şahittir. Bu meratibin herbirinin birer derecesi, birer kıymeti, birer makamı vardır; temyiz lâzımdır. Lâkin tezahum yoktur.(Muhakemat)

Bu hadisin de işaret ettiği gibi, Kuran ayetleri sadece zahir manasından ibaret değildir, onun çok manaları vardır. Bir kısmı işari ,bir kısmı remzi, bir kısmı ebcet ve cifir ile anlaşılacak mahiyettedir. Burada, sadece uyulması gereken; Kuran ve hadislere remzi ve işari mana verilirken, Kuran ve Hadisin sarih, zahiri ve genel hatlarına zarar verip, incitilmemesidir. Ehli sünnet alimlerince yazılmış yüz binlerce lafzi, manevi ve işari tefsirler buna örnek olarak gösterilebilir. Kuran ve hadisleri en sağlıklı ve istikametli anlayan ve sonraki nesillere aktaran bu orta yol olan ehli sünnet ekolüdür. Ebcet ve cifir ilminin istikamet üzerine kullanılmasına karşı çıkmamışlardır. Birçok ehli sünnet alimleri de ebcet ve cifir ilmini eserlerinde kullanmıştır. Deliller bahsinde örnekleri ile izah edilecektir.

Kur'ân'ın her kelimesi ve kelimelerdeki her bir harf Allah'ın ilim ve iradesiyle, bilhassa belli maksatlar ve manalarla seçilmiştir. Her harfin yerine göre özel bir vazifesi vardır. Allah’ın ilmi, ezeli ve ebedi olmasından, onun kurmuş olduğu cümle ve kelimeler harf ve virgülüne kadar mana ve hikmet içerir. Fuzuli ve kışır kelimeler bulunmaz, her yönü ile manidardır. Ama bu etraflı ve geniş manaları sıradan ve avam insanlar her yönü ile idrak edemezler. Ancak ehil olan zatlar, bu hikmet ve manaları tahric edebilirler. Kimi zatlar ilmi kuvveti ile, kimi zatlar kalbi kuvveti ile, kimileri de Allah’ın inayeti ile vehbi bir tarzda Kuran ve hadisin o geniş ve ince manalarını keşif ile tespit ediyorlar. İnsanların hepsini anlayış, idrak ve hissediş bakımından aynı ve eşit görmek ucuz komünist edebiyatıdır. Hem fıtrata hem sosyoloji ilmine hem de realiteye aykırı bir tutumdur. Onun için Kuran ve hadisleri sadece zahiri lafzına indirgeyip, diğer ince ve latif remzi manalarını ve onu anlamakta ehil olan mütehassıs zatları istihfaf edip inkar etmek, hamakat örneğidir.

Ebced ve Cifr İlminin Meşruluğu ve delilleri

Delillere Genel Bir Bakış


İslam fıkhında genel bir kaide olan “Eşya da asıl olan ibahattir” hükmü meselemizi gayet güzel izah edip açıklığa kavuşturuyor. Yani eşya asıl ve esas itibari ile helaldir, ta ki haram olduğuna dair bir ayet ,bir hadis veya icma-ı ümmet bulunmasın. Yani haramlılığına dair bir ayet bir hadis bir icma-ı ümmet yoksa, her şey helaldir. Bu genel kaide ışığında bakıldığında ebced ve cifir ilminin haram olduğuna dair hiçbir delil olmadığına göre, helal olduğu sabit oluyor. Şayet böyle olmamış olsa, bugün beşeri ilimlerin hepsi haram olması gerekirdi. İmam Gazzali mantık ilmini İslam ilimleri içine dahil etti diye bir çok cahil, karşı çıkmıştı. Anck daha sonra İslam ilimlerinin vazgeçilmez bir alet ilmi oldu ve çok hizmet etti.

İslam ve Kur'an, geçmiş dinlerin ve kültürlerin olumlu ve hak olan yönlerini tasdik eder, olumsuz ve batıl olan yönlerini ise tashih eder. Mutlak olarak geçmişi silip atmaz. Zira beşeriyette tekamül ve teraküm tedrici olarak gelişir. Her dönem ve mekan bir katkı sağlar. Sonraki dönemler de o katkılara katkı yaparak gelişirler. Böyle olunca, ebced ve cifir ilminin eski din ve medeniyetlerden İslam’a intikal etmesi İslamiyet ile çelişmez. Önemli olan bu gibi ilimlerin İslam ruhu ve özü ile çakışıp çelişmemesidir. Yani farklı medeniyet ve kültürlerden İslam’a intikal eden her şeye kötü ve batıl demek yanlış bir tutumdur. Mesela alet ilimlerden olan mantık, matematik, vs gibi ilimler hep yabancı kökenli ilim dallarıdır. Ama şimdi İslami ilimler içinde vazgeçilmez birer alet ilmidirler. Onun için ebced ve cifir ilminin Yahudi ve Hıristiyan menşeli olmasını hata ve yanlış gibi lanse etmek, ilmi bir tutarsızlıktır. Sonuçta Yahudilik ve Hıristiyanlık şimdiki hali ile muharref olabilir ama köken itibari ile onlar da semavi dinlerdi. İmam Bûni, Şems-ül Maarif adlı eserinde bu ilmin aslının Süleyman Aleyhisselâm'ın veziri ve celb ilmi âlimi Asaf bin Berhiya'ya dayandığını kaydetmiş.

Ebced ve cifir ilmi bir alet ilmidir. Tarihçiler, edebiyatçılar, alimler, arifler tarafından da kullanılıp bir şekil verilmiştir. Yoksa tarihte sadece İbn-i Arabi hazretlerine has bir muamma, bir sır değildir. Geçmişte bu ilmin mutemet alimler tarafından kullanılıp şöhret bulması bu ilmi acaiplikten kurtarır.

İslamda bir şeyin meşruluğunun ve ya haramlılığının usulü ve tarzı bellidir. Bunun dışında söylenen laflar lafı güzaftır. Bir şeyin haram olup yasaklanması için İslamda şu üç delilden biri ile yasaklanması gerekir.

Birinci olarak Kur'an’nın sarih ve muhkem bir ayeti ile yasaklanmasıdır. Şayet ayet mana bakımından sarih ve muhkem değilse, yani yoruma açık ve içtihada elverişli ise, haramlılığı düşer. Fihi nazarun olur.

İkinci olarak, Peygamber efendimizin sahih ve açık bir hadisi ile men edilmiş olması gerekir. Burada da mananın açık, senedin sahih olması gereklidir. Zira İslamda haram ve helale konu olan ayet ve hadislerin muhkem olma şartı vardır.

Üçüncü olarak, İslam alimlerinin ittifak ile o şeye haram demesi gerekir. Bu delil de derece bakımından Şeriatta Ayet ve Hadisten sonra gelir. Bu delili destekleyen ayet ve hadisler fıkıh ve usul kitaplarında teferruatı ile beyan edilmiş.

Öyle ise ebced ve cifir ilminin bu üç delilden hangisi ile açık ve net bir şekilde yasaklandığını ebced ve cifir ilmini haram sayanlar göstermeleri gerekir. Zira müddei iddiasını ispat ile mükelleftir. Ama helal olan bir şeyin ispatı gerekmez. Yukarda da denildiği gibi eşyada asıl olan helal olma halidir. Öyle ise Ebced ve cifir ilminin haramlılığına dair bir muhkem ayet ve hadis gösterilemiyorsa, helalliği sabit olur.

Kuran Açısından Ebced ve Cifir İlmi

Kuran-ı Kerim de ebced ve cifir ilmi haram ve helal noktasından sarih ve zahir bir şekilde zikredilmemiştir. Ama Hadis-i şerifte varid olduğu gibi, her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttalaı ve her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır. (İbni Hibban, Sahih 1:146; el-Münavî Feyzü'l-Kadîr, 3:54.) Bu hadisten de anlaşılacağı üzere her mesele Kuranda sarih ve zahir bir şekilde ifade edilmemiştir. Bazıları remzi, bazıları hafi, bazıları işari, bazıları da sarih ve zahir olarak beyan edilmiştir. Biz kalkıp sadece sarih ve zahiri ölçü alıp diğer ince ve latif manalarını inkar edersek, bu, Kuran ve sünnetin ruhuna ve özüne aykırı olur. Aynı zamanda İslami ilimlerin ekserisini de inkar etmemiz gerekir. Zira çok ilimlerin meseleleri zahirperestlerin zannettiği gibi sarih ve zahir olarak Kuran ve Hadiste geçmiyor.

Mezhepler, meslekler, meşrepler hepsi davasını ve fikirlerini Kuran ve sünnetten istinbat ve istihrac etmişlerdir. Bunların ekserisi de Kuran ve sünnette hafi ve remzi olan fikir ve manalardır. Zaten içtihat ve belagat avam insanların Kuran ve hadiste göremedikleri ince ve latif manalardan ibarettir. Bu ince ve latif manalar zaten ayetin kıvrımlarında dürülü olarak vardı. Müçtehit ve müceddidler ise ilmi ve manevi kuvveti ile o kıvrımları açıp, avamın nazarına izhar ediyorlar. Yoksa Kuranda ve sünnette olmayan şeyleri hariçten içine sokmuyorlar. Örtülü ve hafi olan manaların üstünü ilmi ile açıyorlar. Bunu yaparken de Kuran ve hadisin sarih ve zahiri manasını incitmeden, kırmadan yapıyorlar. Yani bir usul ve metot dahilinde yapıyorlar. Bu usul ve metodun ana hatları yine Kuran ve Sünnetten alınarak yapılıyor.

Diğer bir husus Kuran insanlık için mutlak zarar olan şeyleri sarih ve zahir olarak haram kılmıştır. Sihir, büyü, kumar, fal gibi şeyler sarih ve zahir olarak men edilmiştir.Ama ebced ve cifir ilmi o dönemde bilinmesine karşın, hakkında bir hüküm verilmemiştir. Üstelik ebced ve cifir ilmini Yahudilerin Müslümanlar aleyhinde kullanmasına rağmen. Demek kemale ulaşmış Kuran, açıkça ebced ve cifir ilmini men etmedi ise, helal olduğu sabit olur.

Ebced ve Cifir ilmini belki Kuran ve Sünnetin sarih ve zahirinde göstermek mümkün olmayabilir ama remzi ve işari yönünde istihrac ve istinbat etmek pekala mümkündür ve caizdir. Bununla ilgili Abdulkadir Badıllı’nın çalışmasından birkaç örnek verelim.

Birincisi: Kur'an-ı Hakîm'de, Rabb-i izzet bütün haşmet ve heybetiyle (En'am Sûresi âyet: 59) yani "Yaş ve kuru ne ki varsa mutlaka Kitab-ı Mübîn'de mevcuddur." diye ferman ediyor.

O halde ve elbette Cifir ve Ebced ilminin esasları da Kur'an'ın işarı ve remzî mânalarının perdeleri altında bulunmaktadır denilse herhalde hata olmaz. Çünki "Kitab-ı Mübîn" bir kavle göre Levh-i Mahfuz, diğer kavle göre Kur'an-ı Kerim'dir. Hakikatta her iki kavlin neticesi de aynı kapıya çıkar. Diyelim Kitab-ı Mübin'i biz Kur'an değil de, sadece Levh-i Mahfuz kabul ettik. O durumda, Levh-i Mahfuz'da Kur'an dahi mevcud olduğundan yine netice bir olur.

Hem "Biz Allah-u Teâlâ hiçbir şeyi bırakmadık, illâ onu Kitab'da yazmışız." En'am Sûresi, âyet:38) Şimdi bu âyetteki "Kitab" lâfzı da, yine ya Kur'an'dır, yahutta Levh-i Mahfuz'dur. Netice olarak üstteki âyetin aynı mânasındadır.

İkincisi: Kur'an-ı Hakîm bir çok âyetlerinde, her şeyin hesaplı, kitaplı olduğunu, sayı ve adetlerinin malum ve muayyen bulunduğunu ve saire, sık sık ilân etmektedir.

İşte biz de o âyetlerden bazılarını buraya kaydetmek istiyoruz:

Hem herşeyi biz, İmam-ı Mübîn'de saymışızdır." (Yasin Sûresi âyet: 12)

Allah-u Teâlâ; yere, yani toprağa giren ve ondan çıkan, göklerden inen ve yerden göklere yükselen herşeyi bilmektedir."(Hadid Sûresi âyet: 4)

Herşeyin hazinesi ancak bizim yanımızdadır. O hazinelerden indirdiğimiz herşey belli bir miktar dahilindedir." (Hicr Sûresi âyet: 21)

Herşey Allah'ın yanında belli ve muayyen bir ölçü iledir." (Ra'd Sûresi âyet: 9)"

Ve daha bu mânadaki âyetler çoktur.
Görüldüğü üzere bu âyetler sayıdan, adetten, miktardan ve ölçülerden bahsediyorlar. Elbette bunların sarih mânalarıyla Allah'ın azametini, kudretini ve lâtifliğini ilân ederek, imanın takviyesine medar olma ciheti herşeyin başındadır. Amma aynı zamanda lisan-ı hal îmalarıyla da; insanları ölçü, miktar ve sayı hesablarına teşvik edici bir hal gösteriyorlar gibidir. Elbette Cifir ve Ebced ilmini de manevi olarak irade etmişlerdir denilebilir.

Üçüncüsü: Hadîste ona işaret olduğu gibi; Kur'an'daki ondört sûrenin başlarındaki mukatta' harflerin çeşitli ve sırlı ve gizli mânalar olduğu halde, Cifir ve Ebced hesaplarıyla da bir vecih ile alâkadar oldukları muhtemeldir. Çünki bazı yüksek âlimler o yolda kanaat izhar etmişlerdir. İleride örnekleri gelecektir.

Dördüncüsü: Eskidenberi Kur'an'ın bu mukatta' harflerinden başka, sair kelimatından ve harflerinden Ebcedî ve Cifrî hesabla bazı istihracların yapılmış olması ve çoğu zaman bu istihraçların mutabık ve doğru çıkması dahi, Kur'an'ın kâinatı içine alan ilminin ve mânaların denizleri içinde elbette şu Ebced ve Cifir ilmi dahi müraat edilmiş olduğu anlaşılmakta ve hususî şekilde hissedilmektedir.

Yukarıdaki verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere bir çok ayetin esas ve ruhunda aritmetik değerler nazara veriliyor. Ebcet ve Cifir ilminin de esası ve ruhu aritmetik değerlerdir. Önemli olan bu ilmi Kuran’nın o eşsiz belagat ve icaz kıvrımlarında saklı olan değerlerin çıkarılmasında bir alet ve vasıta olarak kullanmaktır.Said Nursi , İbn-i Arabi, gibi İslam alimlerinin yaptığı aslında budur.Yoksa hariçten ve Kuran ve Sünnetin malı olmayan şeyleri Kuran ve Sünnete dahil etmek demek değildir. Kuran ve Sünnette var olan gaybi değerleri bazı vasıtalarla açığa çıkarıp Kuran ve sünnetin mucizeliğini insanların nazarına izhar etmek en güzel ve hoş bir hizmettir. Zira Kuran insanların yazdığı ruhsuz ve kışırlı sıradan bir kitap değildir. Allah’ın ezeli ve ebedi isimlerinden süzülüp gelen, her cümle ve kelimesi mucize ve öz olan İlahi bir kelamdır. Böyle olunca Kuran bütün zaman ve mekanları içine alan ve o zaman ve mekanlara mesajı olan bir kitaptır. Kuranı hakkı ile bilemeyen ve anlayamayan nadanlar onu ve emir ve yasakları bildiren sıradan bir mecmua olarak görüyor.

İmam-ı Azam nasıl ilmi kuvveti ile bizim gibi avamlara gayb hükmünde olan Kuran ve Hadislerin derununda bulunan gizli ve işari hükümleri içtihat vasıtası ile çıkarıp bize bildiriyor. Zira avam insanların ilmi kuvveti olmadığı için Kuran ve hadisin muhtevasında var olan hafi ve işari hükümleri rasat edemiyor, göremiyor. Onlara gayb hükmünde kalıyor. Ama ilmi ve istidatları inkişaf etmiş müçtehitler ise rahatlıkla o hafi ve işari ahkamı görüp çıkarabiliyorlar. Şimdi biz kalkıp, zahirde görünmeyen bu hükümler için, nereden çıktı bu manlar, deyip inkar etsek, ne kadar cahillik olur. İşte aynen bunun gibi, manevi olarak terakki etmiş, velayet makamlarına çıkmış bazı zatlar, İmam Azam gibi Kuran’ın belagat kıvrımlarında saklı olan ve herkese görünmeyen, avama nispeten gaybi sayılacak bir takım haberleri, bazı alet ilimler vasıtası ile tahric ediyorlar ve insanların nazarlarına sunuyorlar. Dolayısı ile gaybı kendi başlarına, Allah’tan bağımsız olarak bilmiş değiller. Şayet Allah Kuran ve sünnete o ahkam ve işari manaları koymasa idi, ne İmam Azam ne de Said Nursi o ahkam ve manaları bilebilirlerdi. Ama bazı nadan zahir hocalar bu inceliği bilemedikleri için itiraz edip hücum ediyorlar. İşte Risale-i Nurdaki ebcet ve cifir vasıtası ile verilen bir takım gaybi haberler bu nevdendir. Yani Kuran ayetlerinin kıvrımlarında dürülü bulunan hafi manaların izharından ibarettir. Ama herkes bu mevkii ve makama ulaşamadığı için hususiyet istiyor. Nasıl ki bir doktor ile sıradan bir adam insan gözünü incelese ve baksa, doktor, ilmi münasebeti ile gözün çok ince ve latif özelliklerini görür ve anlar, sıradan adam ise gözün kaba hatlarını ancak bilir. Doktor o adama gözün inceliklerinden bahsetse, adam inatçı ve cahil ise, inkar eder. İnsaflı ve şuurlu ise, o doktora tabi olur. İşte o sıradan adam için gözün ekseri kısmı gaybi hükmündedir, doktor için ise zahiri ve sarihtir.Kuran uzmanları için zahir ve sarih olan şeyler bize kapalı ve hafi olabilir. Bizim açımızdan gayb hükmünde olan şeyler onlar açısından zahir hükmündedir. Gayb konusu ayrı bir makale konusu olduğundan burada tebei olarak bahsedildi.

Hadis Açısından Ebced ve Cifir İlmi

Hadis kaynaklarında tıpkı Kuran da olduğu gibi sarih ve zahir olarak itiraz edenleri susturacak derecede bir netlik ve açıklık yoktur. Ama meşruluğunu reddeden ve haramlılığına işaret eden en ufak bir emare de yoktur. Yani ebcet ve cifir ilmine mubah, hatta müstahsen nazarı ile bakabiliriz. Kuran’ın i’cazına olan hizmetinden dolayı müstahsen sınıfına girer. Zira çok evliya ve alimler bu ilim ile Kuran’ın latif ve sırlı i’cazlarını gösterip ilan etmişler..

Konuya girmeden önce bazı hadis usulü kaidelerine işaret etmekte fayda vardır. Zira ihtilafların ve idraksizliklerin ekserisi usul ilmini nazara almamaktan ileri geliyor. Onun için usul esasa mukaddemdir denilmiştir.

İtikat ve had cezalarına konu olmayan bir takım senedi zayıf hadisler tergib ve terhib, amellere teşvik, bazı ilimlere iştiyak verme noktasından kullanılmasına İslam alimleri olumlu bakmışlardır. Bu yüzden senedi zayıf diye hadisleri inkar etmek doğru değildir. Ama itikat ve hukuk gibi önemli konularda delil ve kaynak olamazlar. Ebced ve Cifir konusu itikat ve hukuk sahasına giren konular olmadığı için, senedi zayıf hadisler delil ve kaynak olabilirler.

Hadisleri, meşhur hadis alimlerine ve eserlerine nispet ederek, hadisin sıhhatine ve senedine karar vermek yanlış olur. Zira İmam Buhari’nin sahihinde de senedi zayıf olan hadisler olabileceği gibi Buhari kadar şöhret bulmamış hadis alimlerinin eserinde de sahih ve mütevatir hadisler bulunabilir. Senet ve sıhhat ölçüsü şöhrete bakmaz. Bu yüzden ebcet ve cifir ile ilgili hadislerin meşhur hadis eserlerinde olmaması sıhhatine zarar vernez.

Bazı mezhep imamları, hususen Ahmet ibn-i Hambel senedi en zayıf hadisi en kuvvetli rey ve içtihada racih görür ve ona göre fetva verir. Hanefi mezhebi ise kuvvetli içtihadı, senedi zayıf hadise tercih edebilir. Bu yüzden ameli açıdan farklı içtihat ve mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu tip fer’i konularda ittifak aranmaz. Onun için ebcet ve cifir ilmine karşı çıkan makbul imamlar da olabilir ancak bu, ilmin batıl olmasına kafi değildir. Zira ihtilafun aleyh bir konudur. Üzerinde ittifak lazım gelmez. Bununla ilgili yüzlerce konu vardır üzerinde ihtilaf olan. Öyle ise bir mezhep ya da bir alimi esas alıp, hemen inkar ve batıl damgasını vurmak ehli sünnet kaidelerine uymaz.

Tarihte şaz hükümler itibar görmemiştir. Hatta bu şaz fikirler muteber alim ve sahabilere ait olsa bile. İmam Azamın bir çok şaz fikirleri ehli sünnet tarafından kabul görmemiştir. Bu yüzden bizim ölçü alacağımız fikir sivri ve müfrit fikirler değil, genel kabul görmüş fikirler olmalıdır. Tarihte ebcet ve cifir ilmini kabul etmeyen alimler azınlıkta ve ekseri de şaz fikri çok olan müfrit alimlerdir. Hatta en ateşli savunucularından bazıları da ehli sünnetin dışında olan alimlerdir. İbn-i Teymiyye gibi. Bir tarafta İmam Ali (r.a), Said Nursi, İmam Gazali, İmam Rabbani, İbn-i Arabi, Mevlana gibi allameler, diğer tarafta ise şaz hükmünde kalan birkaç sivri ve uç düşüncelere sahip alimler. Hangi yol güvenli sizce.

Hadis kaynaklarında ebcet ve cifir ilmine kaynak olacak ve meşruluğunu ilan edecek mahiyette hadisler vardır.

Yine AbdulKadir Badıllı’nın çalışmasından birkaç örnek üzerinde duralım.

Birinci Örnek: Ebcedi ve tefsirini öğreniniz! Veyl olsun câhil âlime!.. Elif, Allah ve İlellah'tır. Yahud Allah isminden bir harftir. "Ba" Allah'ın halk ve icadıdır. "Cim", Allah'ın behcetidir. "Dal" ise, Allah'ın dinidir. Müsned-ül Firdevs 2/43

İkinci Örnek:

Yahudî âlimlerinden Ebu Yâsir bin Ahtab bir kısım yahudî âlimleriyle birlikte, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) yanından geçtikleri bir sırada, Resul-i Ekrem (A.S.M.) Fatiha Sûresiyle, Bakara Sûresinin başı olan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ âyetini okuyordu. Ebu Yâsir'in kardeşi Huyey bin Ahtab bunu işitti, kendi kardeşi Ebu Yâsir'e dedi ki: "Biliyor musunuz, ben Muhammed'i dinledim, ona nazil olmuş olan Kur'an'dan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuyordu."

Yahudiler dediler: "Sen bizzat ondan bunu dinledin mi?" O dedi: "Evet, aynen dinledim."

Bunun üzerine, Huyey bin Ahtab ve Ebu Yâsir, bazı yahudî âlimleriyle birlikte kalkıp Resulullah'a geldiler, dediler: "Yâ Muhammed, sana nazil olmuş olan âyetlerden الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuduğunu hatırladın mı?"

Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet, hatırladım."

Dediler: "Bu, sana Cebrail vasıtasıyla Allah'tan geldi değil mi?"

Dedi: "Evet aynen öyle..."

Yahudiler dediler: "Senden evvel gelmiş Peygamberlerden hiç birisinin müddeti ve ümmetinin zamanı seninkinden gayrı bilinmemektedir. Bu âyete göre, senin ümmetinin ömrü çok azdır.." Ve Huyey bin Ahtab yanındaki yahudîlere dönerek dedi ki: "Elif birdir, Lâm otuzdur, Mim ise kırkdır. Tamamı yetmişbir sene eder. Öyle ise, siz ey yahudîler! Ümmetinin ömrü sadece yetmişbir sene olan bir Peygamberin ümmeti olur musunuz?"

Sonra Peygamber'e dönerek dedi: "Yâ Muhammed! Senin yanında bu âyetten başka bir şey var mıdır?"

Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet vardır..."

Dedi: "Nedir?"

Dedi: المص

Huyey bin Ahtab bunu hesaplayınca dedi ki: "Bu evvelkinden daha ağır ve uzundur, yüz altmış bir sene eder."

Huyey yine sordu: "Dahası var mıdır?"

Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi.

Huyey: "O hangisidir?" dedi.

Resul-i Ekrem (A.S.M.) الر kelimesini söyleyince, Huyey: "A.. bu daha ağır ve uzundur, ikiyüz otuzbir sene eder."

Yine Huyey Peygamber'e sordu: "Bundan başka da var mıdır?"

Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi ve المر yi okudu.

Yahudî Huyey bunu duyunca daha da afalladı, "Bu daha ağır ve uzun ve ikiyüz yetmişbir sene eder." dedi.

Huyey bütün bunları Peygamber'den duyunca: "Yâ Muhammed! Senin emrin, işin bizi şaşırttı. Bilemiyoruz, müddetin az mıdır, yoksa çok mudur?" Ve kalktılar gittiler. Giderken yolda Ebu Yâsir, kendi kardeşi Huyey'e ve beraberindeki yahudî âlimlerine dedi ki: "Mümkündür; bütün bu rakamların toplamı Muhammed'e verilmiş olsun. Bunların yekûnu ise, yedi yüz kırk üç yıldır."

İşte bu rivayet, iki tarzda ve iki kanal ile gelmiş.

Birisi: Meşhur İbn-i İshak'ın tarihinde ve bu arada Buharî'nin tarih kitabında ve İbn-i Cerir'in tefsir ve tarih kitaplarında rivayet etmişlerdir.

İkincisi: İbn-ül Menzer ve İbn-ü Cüreyc kitaplarında ayrı bir kanaldan tahric etmişlerdir.

(Me'haz için, bakınız: Tefsir Ed-Dürr-ül Mensur İmam-ı Suyutî 2/22, Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 332, Kitab-ut Teshil Li-Ulûm-i Tenzil sh: 35, Tefsir-i İbn-i Cerir 1/68-71, Tefsir-i İbn-i Kesir 1/37) Her ne kadar bu rivayet ve haber dahi -bir çok mes'eleler gibi- hakkında kelâm edilmiş olsa da, sadece zaif hadîsler sınıfından olabilir. Hiç kimse de buna mevzu'dur diyememiş. O halde bu gibi makamlarda bir hüccet sayılır.

Yukarıda örnek olarak verilen her iki hadis de işari ve remzi olarak ebcet ve cifir ilminin meşruluğunu ilan ediyor. Buna benzer, itiraz edilmemiş bir çok şey, bu gibi hadisler ile sabit olmuşlardır. Onları meşru kılan kaynak ile bu kaynak arasında hiçbir fark yoktur. Mesela amele, sevaba taalluk eden bir çok mesele bu gibi hadisler ile subut bulmuştur. Onları kabul edip bunları reddetmek tutarsızlıktır.

İslam Alimleri Açısından Ebced ve Cifir İlmi

Ebced ve Cifir bir ilim dalıdır. Her alimin bu ilim dalı ile meşgul olması gerekmez. Nasıl ki, tabiin döneminden başlayarak farklı İslami ilim dalları oluşmuştur ve her bir alim bu dallardan birisi ile iştigal edip o dalda uzman olmuştur. Aynen bunun gibi, ebced ve cifir ilmi dalında da uzmanlaşıp, o alanda hizmet veren alimler de çıkmıştır. Hatta bu branşlaşma hareketi sahabeler içinde de görülen bir hadisedir. Mesela sahabeler içinde muhaddis, fakih, siyaset, harbiye gibi alanlarda parlayan sahabeler vardır. Peygamber efendimiz her bir sahabeyi istidadı yönünde istihdam etmiştir. Ebu Hureyre ve İbn-i Mesut buna iki misal teşkil eder. Bu yüzden bütün alimlerin ebcet ve cifir ilmi ile iştigal etme beklentisi abesle iştigaldir.

Diğer bir husus, her ilim dalı ve o ilim dalında uzman olmuş alimin sözü ve reyi kendi uzman olduğu ilmi sahada geçerlidir. Mesela dünyaca meşhur olmuş bir mühendisin tıpla ilgili bir fikri, tıp sahasında bir pratisyen doktora denk değildir. Hatta yüz bin mühendis, tıp alanında uzmanlık noktasında basit bir pratisyen doktora müsavi gelmezler. Aynen İslami ilimlerde de bu kural geçerlidir. Fıkıhta müçtehit seviyesinde olan bir alim, hadis alanında İmam Buhariye yetişemez, onun sözü orada İmam Buhari kadar itibar göremez. İşte ebcet ve cifir alanında veya ilm-i tasavvuf ve sırda uzman olmayan alimlerin, tenkidi veya inkarı pek bir şey ifade etmez. Her alimin sözü kendi dalında muteberdir. Mesela Said Nursi hadis alanında İmam Buhari hazretlerine tabidir.

Sahabeler içinde ebcet ve cifir ilmine vakıf ve bu ilmi tedvin edip en çok kullanan sahabe İmam Ali (ra) dır. . Nitekim, elde mevcud ve matbu' "El-Cefr-ül Cami" eseri İmam-ı Ali'nin sözlerinden müteşekkil olduğu, yahutta onun hikmetli söz ve yazılanndan derlendiği beyan edilmektedir. Bu eser Mısır'da ve Beyrut'ta ayrı ayrı tab' edilmiştir. Mısır'daki Mekteb-ül Külliyat El-Ezheriye tarafından., ve Beyrut'ta El-Mektebet-ül Hadîse'de 1971 senesinde tab' edilmişlerdir. Hazreti Ali (ra) bu ilimle uğraşması ve sahabelerin de bunu sukut ile tasdikleri, bu ilmin sahabeler açısından da meşru olduğunun vesikasıdır.

Sahabelerden sonra İmam-ı Ca'fer-i Sâdık’ın da bu ilimle iştigal ettiğine dair malumat tarihi vesikalar içinde bulunmaktadır.

Bundan sonra ebcet ve cifir ilmini kabul edip eserlerinde beyan eden alimlerin isimlerini verelim.

1-İbn-i Haldun Mukaddeme . İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tan Cifir ve Ebced ilminin mes' elelerini nakleden kişinin Zeydî mezhebli olduğunu, bununla beraber nakleden zâtın bahsettiği kitabı kendisinin göremediğini, ayrıca da Muhyiddin-i Arabi'nin "Anka-u Mağrib" eserinden Cifir ve Ebced hesablarıyla gösterdiği tarihin tutmadığını ve saire gibi tenkidlerde bulunmakla birlikte, Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat uleması yanında dahi Cifrin esası Hazret-i İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğinin meşhur olduğunu da kaydetmektedir. (Bak: Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 323-334)

2- Meşhur İmam-ı Abdullah El-Yafaî "Mir'at-ül Cinan" eserinde der ki: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'in bir talebesi olan Câbir bin Hayyan, ondan aldığı bin yapraklı bir kitabda, beşyüz risale alıp te'lif etmiştir." (Mir'at-ül Cinan 1/304)

3- İmam-ı Celâleddin-i Suyutî, El-Havî Lil-Fetavî Eseri 1/388'de, kendisinin tehecci harfleri (yani: Elif, be, te, se, cim gibi heca harfleri) hakkında bir risalesinin olduğundan bahisle, bu mevzu'da tâlibleri o esere havale eder. Ancak maalesef bu eser elimize geçmemiştir.

4- Meşhur "Edeb-üd Dünya Ve-d Din" kitabı sahibi Ebu-l Hasan El-Maverdî kitabının sh: 23'de Cifir ve Ebced hakkında şu malumatı vermektedir:
Sahabeden Urve bin Zübeyr demiştir ki: En evvel kendi isimlerini yazan kavimden; "Ebced, hevv ez, huttî, kelemen, sa'fas ve kareşet" harfleriyle yazmışlardır.

5- Nur-ul Ebsar kitabı sh: 160'da İbn-i Kuteybe Edeb-ül Kâtib eserinden naklen: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'ın yazdığı Cifir kitabında, tâ kıyamete kadar muhtaç olunan herşey o kitapta mevcuddur." diye kaydetmektedir.

6- Meşhur allâme Kemâleddin Muhammed bin Musa Ed-Dümeyrî Hayat-ül Hayavan-ül Kübra eseri 1/279'da, aynen Nur-ul Ebsar eserinin, İbn-ül Kuteybe'den naklettiği rivayeti kaydetmiştir.

7- Az yukarıda zaman zaman ondan bahsettiğimiz ve sahife numaralarını verdiğimiz Şeyh Ahmed El-Bûnî'nin Şems-ül Maarif-il Kübra adlı eserinde: "Nakl-i sahih ile Cifir ve Ebced ilminin, Ca'fer-i Sâdık'tan ulemaya intikal ettiğini yazmaktadır. (Bak mezkûr eser sh: 325 ve 363)

8- Eski Mekke Müftülerinden meşhur allâme Ahmed Zeynî Dehlan "El-Fütuhat-ül İslamiye" isimli eserinde Cifir ve Ebced ilminin İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğini ve bu ilimle bir çok büyük âlimlerin Kur'an'dan ve hadîslerden sırlar istihraç ettiğini yazmaktadır. (Bak: Aynı eser 1/296)

9- Meşhur Keşf-üz Zünûn kitabı, Cifir ve Ebced ilmi hakkında en geniş bilgi veren bir eserdir. Bu kitab, Cifir ve Ebced ilmi çerçevesinde yazılmış olan bir çok eserin isimlerini de vermiştir. Bu mevzuda ezcümle şöyle der:
"İlm-ül Cefri Vel-Câmia" adıyla söylenen ilmin mahiyeti şudur ki: Bu ilim ile, uyanık zâtlar levh-i kaza ve kaderde yazılı olan hâdisata icmalen vukufiyet peyda etmekten ibarettir.

Ebced ve Cifirle meşgul olmuş zâtların isimleri ve iştigal sahaları...

Bu bölümde, eğer biz bu ilimle meşgul olmuş bütün âlimlerin isimlerini, künyelerini ve kitaplarının isimlerini yazsak, belki bir cilt kitap tutabilir. O halde, sadece nümûne için bir kaç isim verip geçeceğiz. Şu araştırmamızda yer yer kaydettiğimiz gibi; başta İmam-ı Ali (R.A.) bu işin üstadı, pîri ve kaynağıdır. Onun matbu' olan El-Cefr-ül Cami' eseri ve Celcelûtiye Kasidesi ve Ercüze Kasidesi ve Cünnet-ül Esma' eseri gibi bir çok kaside ve dualarında, Hazret-i İmam-ı Ali'nin hâs olarak esrar-ı huruf ile meşgul olduğunu göstermeye kâfidir. Daha sonra, bütün İslâm ülemasınca kabul görmüş olan İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'ın bu ilimle hâsseten iştigal ettiği hususudur. Daha sonraları, Şeyh Muhyiddin-i Arabî (K.S.) "Fütuhat-ı Mekkiye, Füsûs-ul Hikem, Anka-u Mağrib, Kitabü-l Mim Ve-l Vav Ve-n Nun" gibi eserlerinde Cifir ve Ebcedin sahası dâhilinde olan harflerin sırlarından, hasiyetlerinden ve sairesinden çok genişçe bahsetmektedir.

Daha sonraları, İmam-ı Gazalî'ler, Şa'ranî'ler, Şeyh Ahmed-i Bunî'ler, Bayezid-i Bistamî'ler, İmam-ı Rabbanî'ler, Davud bin Ömer El-Antakî'ler ve saireler.. kısmen de olsa, bu ilimle iştigal etmişlerdir. Bunları tek tek ele alıp iştigal sahalarından, keşif ve istihraçlarından bahsetmek uzun olacaktır. Onun için kısa kesip, eserlerine havale etmek istiyoruz.

Ebced ve Cifir İlmi Hususi mi Umumi mi?

Ebcet ilmi bir alet ilmidir. Kuran ve Hadisin latif ve ince sırlarını anlamakta bir araçtır. Bu ilmi kullanmanın bazı özel şartları vardır. Nasıl ki,ustalık ilmi olmadan alet ve edevatlar işe yaramaz. Alet ve edevat olmadan da ustalık eksik kalır. İkisi bir birini tamamlayan şeylerdir. Manevi kemalata ermeden, olgunlaşmadan, sadece harflerin rakamsal değerlerini öğrenmek ve onunla bir takım haberler vermeye kalkmak sunilik ve şarlatanlıktır. Aletlerin bina yapmasını beklemek gibi bir hezeyandır. Onun için ebcet ilminin arkasında keskin ve mütefekkir bir nazar, mutmain olmuş bir kalp, Allah’ın rıza ve inayetini kazanmış bir maneviyat ve İslami ilimlere vukufiyet gereklidir. Yoksa herkesin elinde bir oyuncak değildir. Tarihte maalesef bazı şarlatanlar bu ilme ciddi zarar ve şaibeler vermişlerdir. Bu yüzden bazı nadan zahir hocalar da bu şarlatanlara bakarak gerçek ebcet üstatlarını o şarlatanlarla aynı kefeye koymuşlardır. Bu yüzden ebced ve cifir ilminin Kuran ve hadislere tatbiki hususi bir yoldur, bu yolda her önüne gelen gidemez.

Hurufilik Akımı ve Ebced İlmi

Bu gibi alet ilimler, kullananın amacına göre şekillenir. Bu ilimleri şayet hayırlı ve güzel işlerde kullanırsan, hayrın ve güzel işlerin aracı ve hizmetkarı olur. Şerde ve çirkin işlerde kullanırsan, bu kez de şerrin ve çirkin işlerin bir aracı ve hizmetkarı olur. Nasıl ki, Nükleer enerji ilmini insanlığı katletmek için bombada da kullanıldığı gibi, aynı ilmi insanların daralan enerji sıkıntısının giderilmesinde de kullanılabilir. Yani kullandığın amaca göre şekillenir. Yine mantık ilmini hak ve doğrunun ispatında kullanırsan, mantık ilmi hakkın bir hizmetçisi olur. Ama aynı mantık ilmini cerbezede kullanılırsan, bu sefer de batılın hizmetçisi olur.

Aynı bu misallerdeki gibi, ebced ve cifir ilmi de bir alet ilimdir. Bu ilmi safsata ve batıl bir yerde de kullanırsın, aynı ilmi hayırlı ve güzel bir yerde de kullanırsın. Kullandığın yere göre değer kazanırlar. Tarihte bu ilmi, Kuran’ın ince ve latif manalarını anlamakta kullananlar olduğu gibi, aynı ilmi, Kuran’ın sarih ve zahir manasını incitmek ve inkar etmekte kullananlar da olmuştur. Onun için bir kesim kötüde kullanabilir diye, bu gibi alet ilimleri yasaklamak çıkar yol değildir. Tıpkı yangına sebebiyet veriyor diye ateşin, adam öldürülüyor diye bıçağın yasaklanmasının safsata olması gibi. O zaman çözüm, o alet ilimleri hakta ve hayırda kullanarak, o gibi zararları def etmek en makul yoldur.

Tarihte sapkın Batinilik mezhebinin bir kolu olan Hurufilik akımı bu alet ilmini kullanarak çok tahribat ve şarlatanlıklar yapmışlardır. Kuran’nın sarih ve zahir manalarını incitmek ve inkar etmek yolunda bu ilmi kullanmışlardır. Genelde bu ilim o sapkınlarla anıldığı için, bir takım vukufiyetsiz zahir hocalar bu ilme hücum etmişlerdir. Bu konuda Vehhabilik ve Batinilik iki aşırı uçtur. Vehhabiler zahirperest, Batinilik ise batınperest guruplardır. Vehhabiler sarih ve zahir manadan başka mana kabul etmiyorlar. İşari ve remzi bütün manaları inkar ediyorlar. Batiniler ise, Kuran’ın sarih ve zahir manasını inkar edip, sadece işari ve remzi manaları esas alıyorlar. Her iki mezhep de batıl ve bidat mezheplerdir. Ehli Sünnet ise, sarih ve zahir manayı esas almakla beraber, Kuran’ın işari ve remzi manalarını da inkar etmezler. Bu alanda çok ehli sünnet alimleri remzi ve işari ağırlıklı tefsir ve eserler yazmışlardır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Hurufilik akımı ile ehli sünnet dairesindeki remzi ve işari tefsirler yazan müfessirleri bir birine karıştırmamaktır. Ehli sünnet dairesinde olan tasavvuf kaynaklı işari tefsirler ile Ehli sünnetin dışında olan Hurufilik akımı farklıdırlar.

Risale-i Nur ve Ebced İlmi

Öncelikle şunu ifade edelim ki, Risale-i Nur baştan sona ebced ve cifir ilmi ile yazılmış bir tefsir değildir. Ebced ve cifir ilmi ile yapılmış yorumlar Risale-i Nurun genelinde çok az bir yer tutar. Risale-i Nurda sırlı, işari ve remzi yorumlardan çok, hikmet ve ilime dayalı yorumlar hükmeder. Risale-i Nur Hakim ismine mazhar olmuş bir tefsirdir. Hissiyattan çok, hikmet galiptir.

Risale-i Nurun yazıldığı dönemde materyalist felsefe insanlığın benliğini sarmalamış ve dinsizlik revaç bulmuş bir meta idi. Her şey ilim ve ispata dayanıyordu. Böyle bir ortamda Said Nursi hazretleri Risale-i Nurlarla Kuran ve hadisleri bu asrın ilcaatına göre yorumlama ihtiyacı hissetti ve ona göre de yazdı. Bir nevi Risale-i Nur, muktezay-ı hale mutabık bir tefsirdir. Risale-i Nurda bilhassa imana taalluk eden konularda, ispat ve akliyat ziyadesi ile tecelli etti. Böyle bir tefsirin çok az bir yerinde, yine bir ihtiyaca binaen bir takım işari ve remzi yorumların yapılması gayet makul ve gerçekçidir. Zira insan sadece akıl ve beyinden ibaret bir varlık değildir.İnsanın kalp, ruh, vicdan, latifeler gibi çok hissiyatları vardır. Bunlar da teşvik ve hisse isterler. Böyle karanlık ve inkarcılığın kol gezdiği bir ortamda, talebelerini teşvik ve maneviyatlarını takviye için, yine ehli sünnete uygun bir tarzda bir takım işarı ve remzi müjdeleri talebelerine bildirmesinde ne mahzur olabilir. Bu metot, mücadelede gerekli bir metottur. Her kumandan askerlerinin moralini yüksek tutmak için bir takım tedbirler alır. Bu peygamberimizin hayatında da olan bir metottur. Osmanlı yıkılmış, hilafet kaldırılmış, İslami kurumlar yasaklanmış, dünyada komünist rejim hızla yayılıyor, dini semboller bile bir bir silinmeye çalışılıyor, baskıcı bir idarenin altında İslam alimleri ve aydınları tek tek ya idam ya da sürgün ve hapis ile sindirilmeye çalışılıyor. Müslüman toplumuna batı medeniyeti zorla dikte ediliyor, kılık kiyafetine kadar düzenlemeler yapılıyor, şapka giymeyen veya karşı olanlar idam ediliyor. İşte bu baskıcı şartlar altında bir alim, davası için mücadele ediyor. İman ve Kuran hakikatlerine susamış gençlik onun etrafında halkalanıyor. Sıkıntı, baskı ve zulüm had safhada. Böyle bir ortamda o imanlı gençliği teskin ve teşvik için meşru bir yolla yani ebced ve cifir ilmini kullanarak Kurandan bir takım işaretler ve müjdeler tahric etmesi neden yanlış ve gayrı makul olsun. El insaf. Üstat burada benliğini okşamak için değil, zor şartlar altında hizmet eden talebelerinin şevkini artırmak için bu yola tevessül etmiştir. Kuran gibi ezeli ve ebedi isimlerden süzülüp gelen ilahi bir kitap sadece asr-ı saadete bakmıyor. Bütün zamanları ve mekanları kuşatıp, her döneme hem umumi hem de özel hitap ediyor. İnsanlık tarihinin en dehşetli bir dönemi olan yirminci yüz yıl, elbette Kuran’ın o eşsiz nazarından hariç kalamaz.

Kuran’ın hem muarızlara tehdit ve ikaz yapması, hem de iman ile kendine bağlananlara tebşir ile takdir yapması hikmet ve şefkatinin bir gereğidir. İşte Said Nursi’nin ebced ve cifir ilmi ile yaptığı, Kuran’da var olan bu tehdit ve tebşirleri ilmi ile izhar etmekten ibarettir. Risale-i Nurdaki ebcet ile verilen gaybi haberlerin veya müjdelerin aynı ile doğru çıkması da işari bir delildir. Bunu görmezlikten gelmek ilim ve insafla bağdaşmaz.

Ebced ve Cifir İlmine Örnekler

Cafer-i Sadık (r.a.) ve Muhiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrâr-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, Bediüzzaman Said Nursi (r.a) gibi alimler bu hesab-ı ebcediyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişlerdir.( Sikke-i Tasdik-i Gaybi)

Hz. Ali ve Şura Suresi Yorumu:

İzz b. Abdusselam'ın bildirdiğine göre: Hz. Ali, Şura Suresinin başında yer alan "Hâ-Mim-Ayın-Sin-Kaf" şifreli harflerden, Muaviye ile kendisi arasında vuku bulan hadiseleri çıkarmıştır.( es-Suyutî, el-İtkan, II/14.; el-Âlûsî, I/102.)

İbn Kemal ve Enbiya Sûresi Yorumu:

"Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır, diye yazmıştık."(22) mealindeki âyetten İbn Kemal, Sultan Selim'in Mısır'ın Osmanlı ülkesine ilhak tarihini çıkarmıştır. Âyette Tevrat yerinde kullanılan "ez-Zikr" kelimesi, ebced hesabı ile konunun düğümünü çözen anahtar kelimedir. Âyette "ez-Zikr'den sonra" tabiri kullanılmıştır. Bu kelimenin ebced değeri (okunmayan lâm hariç) 921'dir. Mısır'ın fetih tarihi ise, hicrî 922'dir. Demek ki âyet işârî mânâsıyla hicrî 921'den sonra fethin gerçekleşeceğini ifade etmiştir.( Âlusî, I/8; Badıllı, Abdulkadir, Risale-i Nur'un Kudsi Kaynakları, 956.)

Celcelutiye Kasidesi Ebced Hesabına Göre Yazılmıştır:

Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihâyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmıştır. ( Nursi, Sikke-i Tasdik)

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî'nin kaleme aldığı meşhur Mecmuatu'l-Ahzab adlı eserde Celcelutiye kasidesine de yer verilmiştir. "Bede’tu bi bismillah" cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi Hz. Ali'nin ismini gösteren ve "Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz. Muhammed (a.s.m)'in amcasının oğlu Ali'nin makalesidir" anlamına gelen:

"Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulûmin lil-halaiki cümmiat" beytiyle sona ermiştir. Bediüzzaman'ın da işaret ettiği gibi, kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekilde basılmıştır.( . Gümüşhânevî, Ahmed Ziyaeddin, Mecmûatu'l-Ahzâb (Şâzelî kısmı), 499-531.)
Bazı Tevafuk Tabloları ve Kelimelerin Aritmetik Değerleri

Allah'ın, sonsuz ilmiyle her şeyi nasıl kuşattığını ve her şeyi nasıl bir bir saydığını gösteren tevafuk tablolarının ve kelimelerin aritmetik değerlerinin, Kur'an nezdindeki değerini anlamak için Kur'an'ın kendisine bakmak yeterlidir.

Konu İle İlgili Bazı Misâller:

1. “Allahumme Malike’l-mülk” (Ali İmran, 3/26) İfadesi:


a. Bu ayette söz konusu olan “Allah” ve “Malik” isimlerinin buraya kadar ki tekrar sayısı: 319’dur.( . Bu ayete kadar Allah ismi, 306, aynı kök harflerinden gelen İlâh kelimesi, 11, Malik kelimesi bir defa geçmiştir. Buna göre burada “Allahumme” kelimesi 319. sıradadır.)

b. Bu ifadenin ebced değeri de 319’dur.

c. Bu ifadenin yer aldığı ayet, Kur’an’ın 319. ayetidir.

Bu ayet-i celile, tevafuk lisanıyla diyor ki: Mülkün maliki olan Allah, Kur’an’ın da sahibidir. Bütün mülkünü tek tek sayıp bildiği gibi, Kur’an’ın her tarafını da tek tek sayıp biliyor. Bu ise, Kur’an’ın O’ndan geldiğini gösterir.

2. Allah’ın “ Şehid” ismi:

a. Her şeyi görüp bilen anlamındaki Allah’ın bu isminin matematik değeri 319’dur.

b. Bu ismin, merfu (ötreli) şekliyle 9. tekrarını yaptığı ve Kur’an’ın genelinde en son geçtiği Buruc Suresinin 9. ayeti, Kur’an’ın sondan 319. ayetidir.

Bu tevafuk şöyle diyor: İyi bilesiniz ki, Şehid kelimesini böyle harika bir tarzda yerine koyan Allah, her şeye şahittir.

3. “Hum bâliğûh”:

a. “Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden dönüverdiler” (Araf, 7/135) ayetinde yer alan ve “onların ulaşacakları” anlamına gelen “hum bâliğûh” cümlesinin ebced değeri, 1089’dur.

b. Bütün Kur’an’da yalnız bir defa kullanılan bu cümlenin geçtiği ayet, Kur’an’ın 1089. ayetidir.

Sanki bu tevafuk diyor ki: İyi bilinsin ki, siz Kur’an’ı okurken, nasıl bu ayete ulaştınız, onlar da aynen söz verdiğimiz sürelerine ulaştılar; sonra cezaya çarpıldılar. Demek, zulüm söz konusu değildir.

4. “Gaybı bilen Allah”:

a. “Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da, fısıltılarını da bilir. Ve şüphesiz Allah, gaybları (gizlilikleri) çok iyi bilendir” mealindeki ayetin son cümlesinin asıl metni “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb”dur. Bu cümlenin matematik değeri, 1313’tür.

b. Bu cümlenin bulunduğu ayet (Tevbe, 9/78), Kur’an’ın 1313. ayetidir.

c. Cümlenin ebced değeri ile ayetin genel sırası, 13 sayısını gösterdiği gibi,
ayetin suredeki numarası da 78 olup 6x13’tür.

d. Ayet numarasının gösterdiği 78 rakamı, hem “aded”, hem de “Hakim” kelimesinin matematik değeridir. Bu ise, burada hikmetli bir sayısal tablonun gösterildiğine işarettir.

Bu tevafuk, ayette yer alan “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb” cümlesinin dediği gibi, Allah’ın bütün sırları /gizlilikleri bilen, sonsuz bir ilim sahibi olduğunu, Kur’an’ın ise, bu sonsuz ilim sahibinin kitabı olduğunu göstermektedir.

Risaleti Tasdik Eden Bazı Tevafuklar

1. “İnneke le mine'l-mürselîn” :


Bilindiği gibi, Hz. Muhammed (a.s.m) 611 tarihinde peygamber olarak gönderilmiştir. Bunu ilan eden: "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, Kur'an'da iki yerde zikredilmiştir (Bakara,2/252; Yasin, 36/3).

Ayetin asıl metni:“İnneke le mine'l-mürselîn” cümlenin harf sayısı (okunmayan vasıl hemzesi hariç) 13’tür. 13 harften meydana gelen bu cümlenin ebced değeri ise, 13'ün 47 katı olan 611’dir. Ayetin matematik değeri, anlamını teyid etmekte ve O'nun –miladî olarak- peygamber olduğu tarihi vermektedir.

Şayet okunmayan vasıl elifi de sayılsa, bu cümlenin ebced değeri, 612 olup 36x17’dir. Manidâr bir tevafuktur ki bütün Kur’an’da, Hz. Peygamber (a.s.m)’e hitap eden "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, yalnız söz konusu iki yerde geçmiştir. “gönderilmiş peygamberler” tabiri, bu iki ayet arasında, ebced değerlerine uygun olarak 17 defa tekrarlanmıştır.

2. “ABESE” Kelimesi:

Abese suresinin ilk iki ayetinin mealleri şöyledir: "A'mânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve arkasını döndü"
İşte bu üslupta bir harikalık vardır. Çünkü cümlede kullanılan "Abese" fiili malum olmasına rağmen faili zikr edilmemiştir. Bu üslup alışageldiğimiz ifade tarzlarının dışındadır.

Ancak Kur'an-ı Hakim burada mucize bir belgeyi göstermiştir. Şöyle ki; açıktan zikredilmeyen cümlenin faili, bizzat "Abese/Yüzünü ekşitti" fiilinin ebced değerinin içerisindedir. Evet bu kelimenin ebced değeri 132 olup "Muhammed" isminin karşılığıdır. Yine kendisinden yüz çevrilmiş kişinin de ismi verilmemiş ancak, onu da, "el-A'ma" kelimesinin ebced değerinde şifrelemiştir. Evet bu kelimenin ebced değeri 143 tür. Söz konusu kimsenin ismi "Abdullah"ın ebced değeri de 143 tür.

Bu bağlamda görülen bu tevafukları kör tesadüf rüzgârlarına havale etmek doğru değildir.

3. "Eğer seni vefat ettirirsek..”:

Kur'an'da Hz. Peygamber (a.s.m)'e hitaben "Eğer seni vefat ettirirsek.." cümlesi üç defa zikredilmiştir. Bunlardan ilki Yunus suresinin 46. ayetinde geçmiştir.

Ayetin meali "Eğer onları tehdit ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana (dünyada iken) gösterirsek (ne a'lâ); yok (onu göstermeden) eğer seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman onlara neler olacağını göreceksin.) Sonra Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir."

Ayette azabın bir kısmının Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilebileceği hususu vurgulanmıştır.

Mekke'de inen bu surede belirtilen azabın bir kısmı Bedir savaşında gerçekleşmiş ve Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilmiştir.

Ayette ifade edilen Hz. Peygamber (a.s.m)'in vefat haberi de çok harika bir tarzda ihbar-ı gaybi nevinden söz konusu yapılmıştır. Şöyle ki: "Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesi, Kur’an’da üç defa geçmektedir. Bu cümle açıkça, Hz. Peygamber (a.s.m)’in vefatından söz etmektedir. Geçtiği üç sure ve ayet numaraları da, Hz. Peygamber (a.s.m)'in ömrü olan, 63'ü gösteriyor. Ayet ve Sure numaraları şöyledir: Yunus 10 /46, Ra'd 13/40 ve Ğafir 40/77. Buna göre, ayet numaralarının toplamı: 163’tür. Sure numaralarının toplamı ise, 63’ tür.

"Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesinin harf sayısı, 9’dur. 63 sayısı ise, 9'un 7 katıdır.

Vefatı haber veren bu cümlenin -harfleriyle beraber- ebced değeri, 632’dir. Bu da Hz. Peygamber (a.s.m)'in, miladi vefat tarihidir. İşte tevafuk penceresinden gaybî haberlerin aşikar bir görüntüsü!

Son olarak bütün bu örnekler de gösteriyor ki ebcet ve cifir ilmi Kuran’ın aritmetik dilinin bir ilanı, bir aracı hükmündedir.Ebced ve Cifir ilmi Kuran’ın ince ve gizli kalmış i’cazlarının ifade edilmesinde ilim üstatlarının bir alet ve edevatı gibidir.Ebced ve cifir ilmi ehil olanların elinde Kurana bir hizmetkar hükmüne geçiyor. Ehli Sünnet usulünün dışına çıkmış birkaç bidat ehli hocaların mesnetsiz tenkitleri bu hususta bir şey ifade etmez.Tarihte bu gibi hocalar hep var olmuştur ve her zamanda var olacaklardır.
 
S Çevrimdışı

Salim Suheyb

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
bu konuyu ve birçok konuyu açan abdulhak abimiz/kardeşim nerede bilen var mı ?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
1.4 Cifir İlmi Nedir?

Cifir veya cefer,
Arapça’da “sütten kesilmiş kuzu, oğlak; içi taşla örülmemiş geniş kuyu” ma’nalarını ifade etmektedir.
Istılahta ise, temeli ebced hesabına dayanan, harflerden ve ibarelerden gaybi haberler çıkarmada kullanılan hususi bir ilimdir.

Bazı alimlerin naklettiğine bakılırsa, Ca’fer-i Sadık, Hz. Peygamberin al-i beytinin muhtaç oldukları bütün gizli bilgiler bir kuzu ve oğlak (cefr) derisinin üzerine yazılmış ve bu sebepten bu ilme Arapça’da cefr adı verilmiştir. Cifir ile meşgul olanlara cefri veya ceffar denilir.

Konuyla ilgili ve özellikle de Ca’fer-i Sadık’a isnad edilen kitaplara da El-Cefr ve’l-Cami’a adı verilmektedir. Onu için bu ilmin adı hem Keşfu'z-Zünun'da ve hem de benzer eserlerde bu ad ile anılmıştır. İbn Haldun bu ilmin bir disiplin olmaktan ziyade şahsi bir kabiliyet olduğunu ifade etmektedir.

Bir kısım kaynaklara göre ve genellikle de ehl-i beyt alimlerine göre, Hz. Ali, Kur’an’ın bazı sırlı ma’nalarını Hz. Peygamber’den öğrenerek bunları El-Cefr ve’l-Cami’a adı verilen iki eserde kuzu veya oğlak derisi üzerine yazmıştır.

Kıyamete kadar meydana gelecek olayların sırları ile dolu olan bu kitaplardaki rumuzlar ancak al-i beytten gelen alimlerce çözülebilecektir. Elimizde Hz. Ali’ye isnad edilen Kitab’ül-Cefr el-Cami’ ve Misbah’un-Nur el-Lami’ adlı eser bulunmaktadır. 1287 Hicri yılında basılan nüshası da elimizde bulunmakatdır. Bazı kaynaklar ise bu kitapları kaleme alanın Hz. Ali değil onun torunu olan Ca’fer-i Sadık hazretlerinin olduğunu ve bunun kaleme aldığı eserlerin ikiye ayrıldığını ifade etmişlerdir:

Birincisi; El-Cefr’ül-Ahmer yani kırmızı deri üzerine yazılan kısımda Hz. Muhammed’in manevi silahları mevcuttur. Aynı zamanda geleceğe ait hadiselerin şifreleri de bu kitapta kayd edilmiştir.

İkincisi; El-Cefr’ül-Ebyad yani beyaz deri üzerine yazılandır ki, bunda ise eski peygamberlerin haberleri, ulema-i beni İsraile ait bilgiler ve bütün mukaddes kitap ve sahifelerle alakalı malumat bulunmaktadır.

Keşfu'z-Zünun'da, cifir ve ebced ilminin, konunun uzmanları olan manevi ilimlerde derinleşen simalar için birçok esrarın anahtarı hükmünde bulunduğu ve Hz. Ali tarikiyle özellikle Ehl-i Beyt’e tevarüs eden bir ilim olduğu belirtilmiştir. Bu ilmin eski peygamberlerin kitaplarında da yer aldığına dair rivayetlere işaret eden Çelebi, "Bu ilme, ancak ahirzamanda gelecek olan Hz. Mehdi, hakkıyle vakıf olur" diyen bazı alimlerin görüşlerine de yer vermiştir.

Bediüzzaman’ın dikkat çeken yönlerinden birisi, eserlerinde cifir ilmine de yer vermesidir. Eskide ve günümüzde cifir ilmi hayli tartışılmıştır ve tartışılmaktadır. Bu konuda, şu hususlara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:

1. Her şey bizim malumatımıza münhasır değildir. Bir ilmi bizim bilmeyişimiz, olmadığına delalet etmez. “Onlar, ilmen ihata etmedikleri ve te’vili daha kendilerine gelmemiş şeyi yalanladılar” Ayetini unutmamak gerekiyor. (Yunus, 10/39) Kur’an kelimelerinin istikbaldeki bir kısım olaylara işaretini, çok az müfessirin yazmış olması reddini gerektirmez.

2. Bu ilim, Kur’an’ın nüzulunden önce de bilinmekteydi. Mesela, Yahudileriden bir topluluk, Hz. Peygamberden (Elif-Lam-Mim) şeklinde huruf-u mukattaayı duyunca, ebced hesabıyla (harflerin rakam değeriyle), O’nun ümmetinin ömrünün az olacağına istidlalde bulunur. Hz. Peygamber, diğer huruf-u mukattaalardan okur. Adamlar, her yeni huruf-u mukattaayı duyunca şaşkına dönüp, “Biz senin durumundan bir şey anlayamadık.” deyip ayrılırlar.

1.5 Lehinde ve Aleyhindeki Görüşler

Bazı ilim adamları gaybı bilmeyle alakalı genel kaideyi zedelediği ve al-i beyte imtiyazlı bir sınıf olarak bakmaya sebep olduğu için cifir ilminin aleyhinde konuşmuşlardır. Ancak Bediüzzaman’ın da dahil olduğu ve bir kısmının isimlerini zikredeceğimiz alimler ise, suiistimal edilmemek şartıyla bunda bir sakınca görmemişlerdir.

Bediüzzaman’ın ilm-i cifir hakkındaki şu ifadeleri de çok önemlidir:

"İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, vazife-i hakikiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hatta kaç defadır esrar-ı Kur’an’iyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu. Kemal-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:

Birisi: لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ ‘ Gaybı ancak Allah bilir' (Neml, 27/65) yasağına karşı hılaf-ı edebde bulunmak ihtimali var.

İkincisi: Hakaik-ı esasiye-i imaniye ve Kur’an’iyenin berahin-i kat’iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulum-u hafiyenin yüz derece fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. O vazife-i kudsiyede kat’i hüccetler ve muhkem deliller, su-i istimale meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulum-u hafiyede su-i istimal girip, şarlatanların istifade etmeleri ihtimalidir."

Görüldüğü gibi, cifir ilmi gizli ilimlerdendir. Az kişiye hitab etmektedir. İman ve Kur’an hakikatleri ise, herkese seslenmektedir. Hem herkesin onlara ihtiyacı vardır. Bu gibi noktalardan dolayı ve “Gaybı ancak Allah bilir” yasağına karşı edebe aykırı harekette bulunmamak için Bediüzzaman, bu ilmin ayrıntılarını eserlerine yansıtmamıştır. Yansıttığı miktar, altı bin küsur sayfalık tefsirinin içinde az bir bölüm teşkil etmektedir. Bunda asıl maksadı, o günün ağır şartları altında hizmet eden talebelerine bir şevk kaynağı olmasıdır.

Acaba cifir ilmi hakkında büyük İslam Alimleri ne demişlerdir? Bunu da özetleyelim:

A) İslam Filozofları: İmam Gazali kalbin garip hallerini sayarken kişinin nefsi safvete ulaşması şartıyla bazı gaybi sırlara muttali olabileceğini açıklamaktadır. Bunu teyid eden İbn-i Sina, fazilet kişiye bazı gaybi sırların açılmasına muktedirdir diyerek destek veriyor. Burada Hz. Peygamber’in “Şeytanlar Ademoğullarının kalpleri çevresinde vesvese ile dolaşmasaydırlar, semanın melekut alemindeki sırlar onlara keşf olunurdu”hadisini hatırlamak gerekir. İbn-i Haldun ise, manevi imtiyazlara sahip bazı insanların henüz vuku bulmadan kainat ile alakalı olayları haber verebildiklerini anlatmaktadır.

B) Müfessirler ve Kelamcılar: Müfessirler ve Kelamcılara göre gaybi bir sırrın peygamberler eliyle keşfedilmesi mu’cize ve evliya eliyle keşfedilmesi ise keramettir.

Meselenin temelini şu Ayetler teşkil etmektedir:“O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır (kaydetmiştir).”

İmam-ı Beydavi bu Ayeti açıklarken gaybın tam olarak ancak ve ancak Allah tarafından bilinebilineceğini ve ancak Allah’ın bidirmesi halinde Peygamber’in de gaybdan haberdar olabileceğini zikreder; ancak bu Ayeti evliyanın kerametlerini red sadedinde kullanmaz.

Fahreddin Razi ise, buradaki gaybı kıyametin kopması ma’nasında hususi bir ma’na ile anlar; bunun genel olmadığını ve Allah isterse kullarına bildirebileceğini kabul eder.

Muhyiddin-i Arabi Hazretleri Allah isterse evliyaya da gaybı bildireceğini ifade eder.

Allame Alusi Sadettin Teftezani’nin evliyanın gayba muttali olmak yerine bazı doğru tahminlere mazhar olabileceği iddiasına cevap vererek, evliyanın da Allah isterse gayba muttali olabileceğini anlatır.

Sahabeden bazı şahsiyetlerin gayba muttali kılınmaları bunun için güzel bir misaldir. Mesela Hz. Ebubekir kızı Aişe’ye ölüm döşeğinde iken “Hamile olan hanımının bir kız çocuğa hamile olduğunu” açıklamış ve mugayyebat-ı hamseden olmasına rağmen kendisine bildirilmiştir. Hz. Ömer’in Kadisiye Harbi münasebetiyle söylediği “Ey Sariye! Dağa çıkın” talimatı herkesçe kabul edilmektedir.

Burada şunu da hatırlatmalıyız ki, gayb iki kısma ayrılabilir:

Birincisi; kadere müteallık gaybdır ki, Allah kimseyi buna muttali kılmaz; ancak bazı muhlis kullarına işaretler ihsan eder, peygamberler ve onların mirasçılarına İslamın muhafazası ve neşri için ihsanda bulunur.

İkincisi; cemal, celal, nur ve manevi zıya ile alakalı gaybi işlerdir. Allah bu ma’nadaki gaybi işleri muhlis kullarına açabilir.

Kısaca Kur’an-ı Kerim'de bütün ilimler vardır. Bu ilimleri de herkes kendi kabiliyetine göre okuyabilir veya hissedebilir. Ancak bu ilimleri Kur’an'dan okurken, benim anladığım ilim kesin doğrudur diyerek değil de, ben böyle anlıyorum, şeklinde söylemek gerekir.

Çünkü bir gün bu anladığı bilgiler yanlış olursa Haşa Kur’an yanlış olmuş gibi algılanır. Örneğin Kur’an-ı Kerim'de “Üzerinde “ondokuz” vardır."Ayeti bulunmaktadır. Bu sayıdan hareketle Kur’an'ın bazı sırlarına ve şifrelerine ulaşmak mümkündür. Ancak bu bilgilere mutlak doğru ve Kur’an’ı kesin işareti olarak bakmanın bazı sakıncaları olacağından dikkatli olmak gerekir. Hiç olmazsa: "Böyle şeyler anlamak mümkündür, fakat bunlar kesin ve değişmez doğrular olmayabilir. Hesaplamalarımızda hata edebiliriz, bu hatalar da bize aittir."demek gerekir. Ebced hesabı da bunlardan biridir.

1.6 Ebced Hesabı ve Hurufçuluk (hürufilik)

Bazı kimseler, Ebced hesabı gibi Esrar-ı hurufla ilgili İşari tefsir yorumları ile, hurufilik safasatasını birbirine karıştırmıştır. Bazıları da, bir tefsir metodunun kabul edilebilmesi için, onun Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından kullanılmış olması gereğinin varsayımından hareketle, bu tür işari tefsir metotlarına, bu çeşit yorumlara katılmama taraftarıdır. Onun için bu konuyu, soru-cevap şeklindeki bir diyalogla açığa kavuşturmakta fayda vardır:

İslam inancını ortadan kaldırmak için ortaya çıkan, batıl batıniliğin bir kolu olan tarihdeki Hurufilik ekolünün kurucusu sayılan, Fazlullah adındaki şahsın doğum tarihi, hicri 740'dır. Halbuki İslam literatüründe "Esraru ilmi'l-huruf" olarak geçen ve harflerin sırlarına dair yapılan ilmi çalışmalar çok önceden vardı. Misal olarak harflerin esrarı konusunda meşhur olmuş Muhyiddin İbn Arabi'nin ölüm tarihi hicri 638'dir. Hatta ondan daha önce bu konuda oldukça fazla şöhret bulmuş İbn Berrecan'ın ölüm tarihi, hicri 536'dır.

Hurufilik, 1394’de idam edilen Fazlullah Esterabadi tarafından kurulan ve Batıniliğin kolu olan bir batıl mezhepdir. 14. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış, 15. ve 16. asırlarda Anadolu ve Rumeli’de ciddi etkiler yapmış ve hatta Fatih zamanında Saray’a kadar girmeye çalışmıştır. Bunların en önemli batıl inançları, harflere bazı ma’nalar yüklemenin yanında, hulul inancı ve buna bağlı olarak mehdilik anlayışıdır.

Bunlara göre, Fazlullah Allah’ın mazharıdır; yani –haşa- Allah Fazlullah’ın bedeninde görüntülenmektedir ve kıyamet gününe yakın, Müslümanları, Hıristiyanları ve Yahudileri kurtaracak Mehdi olduğuna inanılmaktadır. Maalesef, bu görüşleriyle, Anadolu ve Rumeli’deki Bayrami Melamilerini, Kalenderileri, Bektaşileri ve Kızılbaşlığı derinden etkilemiştir.

Hurufiliğin Anadolu’da yayılmasına sebep Azeri şairi İmadüddin Nesimi (ö. 1408)’dir. Nesimi, Anadolu’da çok sayıda halife yetiştirdiği gibi, kendisi de Hacı Bayram Veli ile dahi görüşmeye çalışmıştır. Fazlullah-ı Esterabadi’nin halifelerinden biri, Edirne’de iken genç Sultan Fatih’i etkilemek için Saraya yerleşecek kadar ileri gitmiştir.

Bundan rahatsız olan ve Fatih’in bunları tanimamasından korkan VeziriA’zam Mahmud Paşa, hemen büyük alim Müftü Molla Fahreddin-i Acemi’yi devreye sokmuş ve bu büyük alim de bunların hulul inancına sahip olduklarını bildiğinden dolayı, Padişah huzurunda bu meseleyi tartışmak üzere bir zemin hazırlamıştır. Hurufilerin gerçekten hulul inancına sahip oldukları anlaşılınca, hemen tutuklanmışlar ve haklarında verilen idam kararı infaz edilerek yakılmaları fetvası hemen tatbik edilmiştir. Bundan sonra 16. yüzyıl boyunca Anadolu ve Rumeli’de Hurufilerin takibatı devam etmiştir.

Netice itibariyle tamamen kötü niyetlerle genç Padişah’a sokulmak isteyen bu fitne ve dalalet grubu, Allah’ın da yardımıyla, en küçük bir zarar vermeden Saray’dan ve Osmanlı akide dairesinden silinmiştir. Fatih’in onları koruması diye bir şeyin olmadığı yapılan izahlarla ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Hatta fetvayı veren Molla Fahreddin-i Acemi’nin Ali Tusi’ye olan şu vasiyyeti her zaman için bir ibret dersi olarak kalmıştır: “Avamın sırtından şeri’at asasını eksik etme”. Şunu da ifade edelim ki, Türkiye’de belli çevreler, ısrarla ve kasıtlı olarak, batıl bir mezhep olan Hurufilik ile ilm-i cifiri birbirine karıştırmaktadırlar. Halbuki ikincisi bir ilimdir ve İbn-i Kemal çok açık bir şekilde bir Risalesinde bu farkı açıklamaktadır.

Bütün ilim tarihçilerinin -özellikle Müslüman alimlerin- ilimlerin tasnifinde kendisinden bahsettikleri “cifir ve camia ilmi“ diye bir ilim vardır. Bu ilim, bazı cahiller tarafından suiistimal edilmiş olsa bile, tamamen inkarı da müm¬kün değildir. Cifir, kaza levhası; camia ise kader levhası demektir. Kısaca Allah'ın kader ve kaza levhlerinde olmuş ya¬hut olacak bazı şeyleri, yine Allah'ın koyduğu işaret ve gös¬terdiği yollarla ortaya çıkarma ilmine cifir ilmi denir.

Bu ilmin Hurufilik, nüshacılık ve üfürükçülükle ilgisi yoktur.

Çünkü İmam-ı Gazali ve İbn-i Kemal gibi bu ilmi hakkıyla bilen zatlar tarafından da kullanılmıştır. Hz. Ali'nin, bu ilmi Resulullah'dan öğrendiği nakledilmektedir. Son asırda bu ilmi hakkıyla kullananlardan biri de, Bediüzzaman'dır. Kur'an, “Beldetün Tayyibetün“ ifadesiyle İstanbul'un fethine işaret ettiği gibi, Mu'avvizeteyn suresiyle de 1971 hadiselerine işaret etmiştir. Birinciyi ilim, ikinciyi ilmin dışında kabul etmek, bir başka cahilliktir. İbn-i Kemal bu ilmin ehemmiyetini “Er-Risalet'ül-Münire“ adlı eserinde şöyle belirtmektedir:

Büyük evliyaların kerametleri de böyledir. Müşkil ve zor meselelerin istihracı gibi. Yani evliyalar, Kur'an ayetlerinden, hatta her kelimesinden ve harfinden ve hatta Resulullah'ın hadislerinden bazı mühim ve müşkil hakikatları istihraç etmişler¬dir. Bu onlara ilham nuruyla müyesser olur (sh.8) .

1.7 Ebced Hesabı ve Cifir İlmi ile Alakalı Bazı Müşahhas Deliller

“Bu hesab-ı ebcedi, makbul ve umumi bir düstur-u ilmi ve bir kanun-u edebi olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört - beş tanesini nümune için beyan edeceğiz.”

Huruf-u Mukatta’a

Işari tefsirin ve ebced hesabının kullanılışının yoğun olarak görüldüğü yerlerden biri Huruf-u Mukatta’adır.

Taberi, Arap dili bilginlerinin Huruf-u Mukatta’ayı sadece alfabe harflerinden ibaret görmelerini doğru bulmayarak şöyle der: "Huruf-u Mukatta’ayı, “Bu Kitab'ın bütün harflerinde şüphe yoktur” şeklinde yorumlamak yanlıştır; çünkü bu, sahabe, tabiun ve onlardan sonra gelen tefsir ve te'vil otoritelerinin görüşüne aykırıdır."

İbn Atiyye, çoğunluk alimlerin (cumhur), sure başlarında yer alan Huruf-u Mukatta’anın bir takım manalar ihtiva ettiği görüşünde olduğunu kaydeder . Bedruddin ez-Zerkeşi, de aynı görüşe meyledip der ki: Bu konuda farklı iki görüş vardır:

Birincisi: Bunlar, gizli bir ilim, kapalı bir sır olup bilgisi Allah'a mahsustur. Fahreddin Razi, Kelamcıların bu görüşü kabul etmeyip şöyle dediklerini nakleder: "Allah'ın Kitabı'nda, insanların anlamadığı hususların bulunması caiz olmaz; çünkü Allah Teala, Kur'an üzerinde iyiden iyiye düşünülmesini ve O'ndan ahkam istinbatını emretmiştir."

İkincisi: Huruf-u Mukatta’anın muradı bilinmektedir. Bu konuda, uzak veya yakın yirmiden fazla görüş olmakla birlikte şu görüş, birincisini de kapsamakta ve onu açıklamaktadır. "Allah'ın her kitapta bir sırrı vardır. O'nun Kur'an'daki sırrı ise, bazı surelerin başında gelen Huruf-u Mukatta’adır".

İbn Faris şöyle der: Sanırım, bu sözü söyleyen şunu kastetmiştir: "O sır, Allah'tan ve ilimde ileri gidenlerden başkasının bilemeyeceği sırlardandır." Huruf-u Mukatta’anın bir takım anlamlar ifade ettiğini kaydeden alimler, açıktır ki, İşari tefsire ve ebced hesabına da yol vermiş olmaktadırlar.

Allame Alusi bu kaideye dayanarak ve İzz ibn Abdüsselam’dan naklederek Hz. Ali’nin كهيعص Ayetinden Hz. Muaviye’nin kendisine karşı geleceğini ve Ebül’l-Hakem Abdüsselam ibn Bercan isimli alimin 583 Hicri yılında Kudüs’ün fethedileceğini الم غُلِبَتِ الرُّومُ Ayetinden çıkardığını nakletmektedir.

İşte Bediüzzaman hazretleri bu önemli konuyu şöyle özetlemektedir:

Bir zaman Beni-İsrail alimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberide surelerin başlarındaki آلم ❊ كهيعص gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifri ile dediler: "Ya Muhammed ! Senin ümmetinin müddeti azdır." Onlara mukabil dedi: "Az değil." Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti, "Daha var." Onlar sustular..

Hz. Ali’nin Kaside-i Celcelutiyesi ve Diğer Eserler

Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmıştır. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi'nin kaleme aldığı meşhur Mecmu’at’ül-Ahzab adlı eserde Celcelutiye kasidesine de yer verilmiştir. "Bede’tu bi bismillah" cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi Hz. Ali'nin ismini gösteren ve "Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz. Muhammed (a.s.m)'in amcasının oğlu Ali'nin makalesidir" anlamına gelen:

"Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulumin lil-halaiki cümmi’at" beytiyle sona ermiştir. Bediüzzaman'ın da işaret ettiği gibi, kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekilde basılmıştır.

Elimizde Hz. Ali’ye isnad edilen Kitab’ül-Cefr el-Cam’ ve Misbah’un-Nur el-Lami’ adlı eser bulunmaktadır. 1287 Hicri yılında basılan nüshası da elimizde bulunmakatdır. Bu kitaplar doğrudan cifir ve ebced hesabıyla alakalıdır. Ancak Bediüzzaman bu kitapların Hz. Ali’ye değil Cafer-i Sadık’a ait olduğunu düşündüğünden bundan bahsetmemiştir.

Bediüzzaman da bu ma’nayı, “Hazret-i Ali Radiyallahu Anh'ın en meşhur kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihAyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış” şeklinde özetlemiştir.

Osmanlı Şeyhülİslami İbn-i Kemal’in Konuyla İlgili Risalesi

1468-1543 yılları arasında yaşayan İbn-i Kemal'in asıl adı Şemseddin Ahmed'dir. Kemal Paşa-zade diye de bilinir. To¬katlı olan bu Osmanlı alimi, Paşa olan dedesinin adına nisbet edilir. Yavuz zamanında Anadolu Kazaskeri ve Kanuni'¬nin ilk yıllarında ise Şeyh-ül İslam olan İbn-i Kemal, dini ilimlerin tamamında ve özellikle de fıkıh, tefsir, kelam ve tarihte haklı bir şöhrete sahiptir.

Sadece Osmanlı ülkesinde değil, bütün İslam aleminde kabul görmüştür. . Bizim burada bahsedeceğimiz eseri ise, Kur'an ayetlerinden Yavuz'un Mısır'ı fethedeceğine dair işaretler ihtiva eden ve dedikleri aynen vaki olan bir başka Risale'sidir. Kemal Paşazade Ahmed Efendi, Enbiya Suresi'nin 105. ayetini, cifir ilmi kaideleri çerçevesinde tahlil ederek, Yavuz'un Mısır'ı fethedeceğini, bunun kolay olacağını ve günü ile yerini ayrı ayrı ortaya koymuştur.

İbn-i Kemal bu ilmin ehemmiyetini "Er-Risalet'ül-Münire" adlı eserinde şöyle belirtmektedir: “Büyük evliyaların kerametleri de böyledir. Müşkil ve zor meselelerin istihracı gibi. Yani evliyalar, Kur'an ayetlerinden, hatta her kelimesinden ve harfinden ve hatta Resulullah'ın hadislerinden bazı mühim ve müşkil hakikatları istihraç etmişlerdir. Bu onlara ilham nuruyla müyesser olur (sh.8)”.

İbn-i Kemal, büyük ilmi dehasıyla Kuran'ın Enbiya Suresi'ndeki 105. ayetini, cifir ilminin kaidelerine göre tahlil ediyor ve bu ayetten Mısır ülkesinin, hicretten 922 yıl sonra, kış (zemherir) günlerinde fethedileceğini, Mısır ellerinden alınan kavmin köle diye bilindiklerini, fethedenlerin hür Osmanlıların olacağını, başında da Selim isimli bir komutanın bulunacağını Kur'an'ın işaretlerinden çıkarıyor ve Yavuz'a arze¬diyor. Üç senelik Mısır Seferinde Yavuz, İbn-i Kemal ile beraber, Kur'an'ın verdiği haberleri birlikte müşahede ediyorlar.

Şimdi biz de beraberce bu ayeti görelim:

"Şüphesiz biz "zikr"den (yani Tevrat'dan yahut ba¬zı hakikatları ihtar ettikden) sonra Zebur'da yazdık ki yeryüzü, (fesadçılardan alınır) ve verasete, hilafete layık salih kullarıma verilir, onlara miras kalır" . Bu ayet, kainatta tekvini şeriatın kaidelerinden olan "eslah kanunu" yahut "elyak kanunu"nu anlatmaktadır. Yani devam ve bekanın sırrı, salahat ve liyakat kanununa bağlıdır. Bozukların devam ve beka hakkı yoktur. Olsa da muvakkattır. Mısır'ın Yavuz tarafından fethinde de bu hakikat tecelli etmiştir.

Kısaca bu ayetten İbn Kemal, Sultan Selim'in Mısır'ın Osmanlı ülkesine ilhak tarihini çıkarmıştır. Ayette Tevrat yerinde kullanılan "ez-Zikr" kelimesi, ebced hesabı ile konunun düğümünü çözen anahtar kelimedir. Ayette "ez-Zikr'den sonra" tabiri kullanılmıştır. Bu kelimenin ebced değeri (okunmayan lam hariç) 921'dir. Mısır'ın fetih tarihi ise, hicri 922'dir. Demek ki ayet işari manasıyla hicri 921'den sonra fethin gerçekleşeceğini ifade etmiştir.

Diğer Alimlerin İstihraçları

Mesela, Osmanlı ulemasından Molla Cami, Sebe’ Suresinin 15. Ayetinde geçen “beldetün tayyibetün” ibaresinden ebced hesabına göre hicri 857, miladi 1453 tarihini çıkarmış ve İstanbul’un Fethinin bu ayetle de müjdelendiğini haber vermiştir. Meşhur müfessirlerden Alusi’nin tefsirinde kaydettiği şu olay da, konumuz açısından güzel bir örnektir:

İbn-i Hallikan tarihinde zikrediyor ki, Selahaddin-i Eyyubi Haleb’i fethettiğinde, Kadı Muhyiddin güzel bir şiirini okudu. Cümleleri arasında, “Şehba kal’ayı Safer ayında fethettin, Recebte de Kudüs’ü fetihle mübeşşersin” ifadesi vardı. Dediği gibi çıkınca kendisine “Bunu nerden bildin?” diye soruldu. “İbnu Berrecan’ın Rum Suresi’nin baş kısmını tefsirinden aldım.” diye cevap verdi.

1.8 Netice

Bediüzzaman, cifri kullandığı yerlerde hiçbir zaman “Ayetin açık manası budur.”dememiştir. Söylediği şudur: “Ayetin sarih ma’nasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, işari ve remzi ma’nadır. İşari ma’na da bir küllidir; her asırda cüz’iyatları bulunur.” Devamında ise: “İşte madem bu tevafuk-u cifri ve ebcedi, bir kanun-u ilmi ve bir düstur-u riyazi ve bir namus-u fıtri ve bir usul-ü edebi ve bir anahtar-ı gaybi oluyor. Elbette menba-ı ulum ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı ayat-ı tekviniyesi ve edebiyatın mu'cize-i kübrası ve lisan-ül-gayb olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan, o kanun-u tevafukiyi, işaratında istihdam, istimal etmesi i'cazının muktezasıdır.”

Tekrar da olsa şu üç hakikatı buraya almak istiyoruz:

Evvela; Resulullah'ın da beyanına göre, Kur’an ayetlerinin zahiri, batıni, İşari, sarih ve remzi çok manaları ve her asra hitab eden hakikatları vardır. "Her ayetin dalı var, budağı var; her dalın da başı var, sonu var, çetikleri var" şeklindeki hadis, bu manaya işaret etmektedir. Zira Kur'an'ın muhatabı bütün insanlardır. Kur'an, kainat kitabının tercümesidir. Kainatın rengini değiştiren her meseleyi vuzuha kavuşturmuştur.

Hadiselerin satırları altında gizlenen hakikatları ortaya çıkaracak olan da yine Kur'an'dır. Dolayısıyla İslam ittihadını yakından ilgilendiren Risale-i Nur’a da, İstanbul’un fethine de ve Mısır fethine de herhalde işaret edecektir. Ancak sarahat demiyoruz, işaret diyoruz. Bu ifadeye dikkat etmek gerekir.

İkincisi: Bütün ilim tarihçilerinin -özellikle Müslüman alimlerin- ilimlerin tasnifinde kendisinden bahsettikleri "cifir ve camia ilmi" diye bir ilim vardır. Bu ilim, bazı cahiller tarafından suiistimal edilmiş olsa bile, tamamen inkarı da mümkün değildir. Cifir, kaza levhası; camia ise kader levhası demektir. Kısaca Allah'ın kader ve kaza levhlerinde olmuş yahut olacak bazı şeyleri, yine Allah'ın koyduğu işaret ve gösterdiği yollarla ortaya çıkarma ilmine cifir ilmi denir.

Bu ilmin nüshacılık ve üfürükçülükle ilgisi yoktur. Çünkü İmam-ı Gazali ve İbn-i Kemal gibi bu ilmi hakkıyla bilen zatlar tarafından da kullanılmıştır. Hz. Ali'nin, bu ilmi Resulullah'dan öğrendiği nakledilmektedir. Son asırda bu ilmi hakkıyla kul¬lananlardan biri de, Bediüzzaman'dır. Kur'an, "Beldetün Tayyibetün" ifadesiyle İstanbul'un fethine işaret ettiği gibi, Mu'avvizeteyn sureleriyle de 1971 hadiselerine işaret etmiştir. Birinciyi ilim, ikinciyi ilmin dışında kabul etmek, bir başka cahilliktir.

Ebced ve Cifr İlminin Tarifi
Ebced düzeni "Arap alfabesinin ilk tertibi; harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi" ( İslâm Ansiklopedisi, X/68.) şeklinde tarif edilmektdir. Bu sistemin, İbrânîce ve Ârâmîce'nin de etkisiyle Nabatîce'den Arapçaya geçmiş bulunduğu ve Hz. Peygamber (a.s.m) devrinde de olduğu gibi kullanıldığı bilinmektedir.

Ebced sisteminde yer alan harfler ve sayı değerlerini gösteren tablo :

res.jpg


Arapça, Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir.(Ebced) (Hevvez) (Hutti) (Kelemen) (Sa'fes) (Kareşet) (Sehaz) (Dazig)Bu sekiz kelime bütün huruf-u hecâ denen yirmi sekiz harfi içine almış ve sıra ile eliften gayn harfine kadar, birden bine kadar her harfte aşağıdaki sıra ile gösterildiği gibi değerler verilmiştir. Elif: 1, Bâ: 2, Cim: 3, Dal: 4, He: 5, Vav: 6, Ze: 7, Ha: 8, Tı: 9, Yâ: 10, Kef: 20, Lâm: 30, Mim: 40, Nun: 50, Sin: 60, Ayn: 70, Fe: 80, Sad: 90, Kaf: 100 Rı: 200, Şın: 300, Te: 400, Se: 500 Hı: 600, Zel: 700, Dad: 800, Zı: 900, Gayn: 1000 Şimdiki Arabçada alfabe bu sırayı tutmuyorsa da harflerin rakam gibi kullanıldığı zaman, yine eski sıraya uymak için Ebced sırasını da devam ettirmişlerdir. Hem birbirine benzeyen harfler bu sırada dizilmiştir. Eskiden İslâmlarda matematik ve fizikte bu harflerin rakam yerine kullanıldıklarını biliyoruz.

Ebced ve Cifr İlminin Meşruluğuna Genel Bir Bakış

Kur'an-ı Kerim ve Hadislerin anlaşılması hususunda üç ana görüş oluşmuştur.
Birinci Görüş: Kur’an ve hadisin zahir ve sarih manasından başka; batıni, işari ve remzi manası yoktur, anlamak konusunda herkes müsavidir. Kur’an gayet basit ve sadedir. Herkes tarafından anlaşılır. Müçtehitlere, alimlere, müfessirlere, belagatçılara lüzum yoktur. Teşbih ve temsil ifade eden ayet ve hadisler de zahiri üzere anlaşılır, aynı ile tatbik edilir, derler. Bu görüş hem Kuran’a, hem sünnete, hem de akıl ve mantığa aykırı bir görüştür. Bunun batıllığına işaret eden yüzlerce ayet ve hadisler vardır. Batıl zahiruyyun mezhebi buna örnek verilebilir. Bu gruba girenler genelde sosyal açıdan akli ve zihni melekeleri inkişaf etmemiş bedevi ve müptedi kesimlerdir. Psikolojik olarak daima bir karşı koyuş, dik başlı ve agresif bir hal içindelerdir. Tarihte harici ve vehhabi geleneği bu guruba somut örnek teşkil ederler. İbni Teymiyye’nin eserleri, tecsim ve teşbih ile ilgili fikirleri meseleye ışık tutar. Zaten en uç nokta olarak mücessime ve müşebbihe (Allah’ı cismanileştirmek ve mahlukata benzetme hareketi) mesleği bu zahiriyyun mezhebinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ebcet ve cifir ilminin meşruluğunu kabullenmekte zorlananlar, ekserisi bu gurupta olanlardır. Tarihte tasavvuf ve tarikat mesleğini inkar edenler, işari ve manevi tefsirleri reddedenler, yine bunlardır. İslam aleminin meşhur alimleri bunları kabili hitap görmeyip, fazla ciddiye almamışlardır. Zaten bunların mesleği şiddet ve idraksizlik üzerine gider.

İkinci Görüş: Kur’an ve hadisleri tamamen anlaşılmaz görüp, hurufi ve batini manalar ile, zahir ve sarih manasını inciten ve anlaşılmasını belli zümrelere havale edip, avam insanın nasibini tamamen ortadan kaldıran batiniyyun mezhebidir. Bu mezhebe göre Kur’an, tamamen bir muammadır, kimse onun hakikatini idrak edemez. Ayet ve hadislerin sarih ve zahir ifadeleri tamamen semboldür. Onun gerçek manaları işaridir, deyip; emir ve yasakları bütünüyle inkar etmişlerdir. Mesela namaz için; insanın kalbi bir duası deyip, namazı kılmamalarıdır. Bu mezhebin sapkınlığı ve batıllığı zahirdir. Batıl Hurufilik akımı buna örnek olarak verilebilir. Ebcet ve cifir ilmini sui istimal edip ifrata kaçanlar ekseri bunlar olmuştur.

Üçüncü Görüş: Kuran ve hadisin zahir ve sarih manası asıl ve esas olmakla beraber, bunun yanında asıl ve esasa uygun olan işari, remzi ve batini manaları da vardır, diyenlerdir.
Asıl ve esas manalar herkesin anlayacağı sarih ve zahir manalardır. Ama işari ve batini manalar ilim ve kabiliyet ile idrak edilecek şeylerdir. Onun için Kur’an ve hadis idrak bakımından çok tabakalara ayrılan insanların hepsine hitap eder bir mahiyettedir. Hadis-i şerifte varid olduğu gibi, her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttalaı ve her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır. İbni Hibban, Sahih 1:146; el-Münavî Feyzü'l-Kadîr, 3:54. Ulûm-u İslâmiye buna şahittir. Bu meratibin herbirinin birer derecesi, birer kıymeti, birer makamı vardır; temyiz lâzımdır. Lâkin tezahum yoktur.(Muhakemat)

Bu hadisin de işaret ettiği gibi, Kuran ayetleri sadece zahir manasından ibaret değildir, onun çok manaları vardır. Bir kısmı işari ,bir kısmı remzi, bir kısmı ebcet ve cifir ile anlaşılacak mahiyettedir. Burada, sadece uyulması gereken; Kuran ve hadislere remzi ve işari mana verilirken, Kuran ve Hadisin sarih, zahiri ve genel hatlarına zarar verip, incitilmemesidir. Ehli sünnet alimlerince yazılmış yüz binlerce lafzi, manevi ve işari tefsirler buna örnek olarak gösterilebilir. Kuran ve hadisleri en sağlıklı ve istikametli anlayan ve sonraki nesillere aktaran bu orta yol olan ehli sünnet ekolüdür. Ebcet ve cifir ilminin istikamet üzerine kullanılmasına karşı çıkmamışlardır. Birçok ehli sünnet alimleri de ebcet ve cifir ilmini eserlerinde kullanmıştır. Deliller bahsinde örnekleri ile izah edilecektir.

Kur'ân'ın her kelimesi ve kelimelerdeki her bir harf Allah'ın ilim ve iradesiyle, bilhassa belli maksatlar ve manalarla seçilmiştir. Her harfin yerine göre özel bir vazifesi vardır. Allah’ın ilmi, ezeli ve ebedi olmasından, onun kurmuş olduğu cümle ve kelimeler harf ve virgülüne kadar mana ve hikmet içerir. Fuzuli ve kışır kelimeler bulunmaz, her yönü ile manidardır. Ama bu etraflı ve geniş manaları sıradan ve avam insanlar her yönü ile idrak edemezler. Ancak ehil olan zatlar, bu hikmet ve manaları tahric edebilirler. Kimi zatlar ilmi kuvveti ile, kimi zatlar kalbi kuvveti ile, kimileri de Allah’ın inayeti ile vehbi bir tarzda Kuran ve hadisin o geniş ve ince manalarını keşif ile tespit ediyorlar. İnsanların hepsini anlayış, idrak ve hissediş bakımından aynı ve eşit görmek ucuz komünist edebiyatıdır. Hem fıtrata hem sosyoloji ilmine hem de realiteye aykırı bir tutumdur. Onun için Kuran ve hadisleri sadece zahiri lafzına indirgeyip, diğer ince ve latif remzi manalarını ve onu anlamakta ehil olan mütehassıs zatları istihfaf edip inkar etmek, hamakat örneğidir.

Ebced ve Cifr İlminin Meşruluğu ve delilleri

Delillere Genel Bir Bakış


İslam fıkhında genel bir kaide olan “Eşya da asıl olan ibahattir” hükmü meselemizi gayet güzel izah edip açıklığa kavuşturuyor. Yani eşya asıl ve esas itibari ile helaldir, ta ki haram olduğuna dair bir ayet ,bir hadis veya icma-ı ümmet bulunmasın. Yani haramlılığına dair bir ayet bir hadis bir icma-ı ümmet yoksa, her şey helaldir. Bu genel kaide ışığında bakıldığında ebced ve cifir ilminin haram olduğuna dair hiçbir delil olmadığına göre, helal olduğu sabit oluyor. Şayet böyle olmamış olsa, bugün beşeri ilimlerin hepsi haram olması gerekirdi. İmam Gazzali mantık ilmini İslam ilimleri içine dahil etti diye bir çok cahil, karşı çıkmıştı. Anck daha sonra İslam ilimlerinin vazgeçilmez bir alet ilmi oldu ve çok hizmet etti.

İslam ve Kur'an, geçmiş dinlerin ve kültürlerin olumlu ve hak olan yönlerini tasdik eder, olumsuz ve batıl olan yönlerini ise tashih eder. Mutlak olarak geçmişi silip atmaz. Zira beşeriyette tekamül ve teraküm tedrici olarak gelişir. Her dönem ve mekan bir katkı sağlar. Sonraki dönemler de o katkılara katkı yaparak gelişirler. Böyle olunca, ebced ve cifir ilminin eski din ve medeniyetlerden İslam’a intikal etmesi İslamiyet ile çelişmez. Önemli olan bu gibi ilimlerin İslam ruhu ve özü ile çakışıp çelişmemesidir. Yani farklı medeniyet ve kültürlerden İslam’a intikal eden her şeye kötü ve batıl demek yanlış bir tutumdur. Mesela alet ilimlerden olan mantık, matematik, vs gibi ilimler hep yabancı kökenli ilim dallarıdır. Ama şimdi İslami ilimler içinde vazgeçilmez birer alet ilmidirler. Onun için ebced ve cifir ilminin Yahudi ve Hıristiyan menşeli olmasını hata ve yanlış gibi lanse etmek, ilmi bir tutarsızlıktır. Sonuçta Yahudilik ve Hıristiyanlık şimdiki hali ile muharref olabilir ama köken itibari ile onlar da semavi dinlerdi. İmam Bûni, Şems-ül Maarif adlı eserinde bu ilmin aslının Süleyman Aleyhisselâm'ın veziri ve celb ilmi âlimi Asaf bin Berhiya'ya dayandığını kaydetmiş.

Ebced ve cifir ilmi bir alet ilmidir. Tarihçiler, edebiyatçılar, alimler, arifler tarafından da kullanılıp bir şekil verilmiştir. Yoksa tarihte sadece İbn-i Arabi hazretlerine has bir muamma, bir sır değildir. Geçmişte bu ilmin mutemet alimler tarafından kullanılıp şöhret bulması bu ilmi acaiplikten kurtarır.

İslamda bir şeyin meşruluğunun ve ya haramlılığının usulü ve tarzı bellidir. Bunun dışında söylenen laflar lafı güzaftır. Bir şeyin haram olup yasaklanması için İslamda şu üç delilden biri ile yasaklanması gerekir.

Birinci olarak Kur'an’nın sarih ve muhkem bir ayeti ile yasaklanmasıdır. Şayet ayet mana bakımından sarih ve muhkem değilse, yani yoruma açık ve içtihada elverişli ise, haramlılığı düşer. Fihi nazarun olur.

İkinci olarak, Peygamber efendimizin sahih ve açık bir hadisi ile men edilmiş olması gerekir. Burada da mananın açık, senedin sahih olması gereklidir. Zira İslamda haram ve helale konu olan ayet ve hadislerin muhkem olma şartı vardır.

Üçüncü olarak, İslam alimlerinin ittifak ile o şeye haram demesi gerekir. Bu delil de derece bakımından Şeriatta Ayet ve Hadisten sonra gelir. Bu delili destekleyen ayet ve hadisler fıkıh ve usul kitaplarında teferruatı ile beyan edilmiş.

Öyle ise ebced ve cifir ilminin bu üç delilden hangisi ile açık ve net bir şekilde yasaklandığını ebced ve cifir ilmini haram sayanlar göstermeleri gerekir. Zira müddei iddiasını ispat ile mükelleftir. Ama helal olan bir şeyin ispatı gerekmez. Yukarda da denildiği gibi eşyada asıl olan helal olma halidir. Öyle ise Ebced ve cifir ilminin haramlılığına dair bir muhkem ayet ve hadis gösterilemiyorsa, helalliği sabit olur.

Kuran Açısından Ebced ve Cifir İlmi

Kuran-ı Kerim de ebced ve cifir ilmi haram ve helal noktasından sarih ve zahir bir şekilde zikredilmemiştir. Ama Hadis-i şerifte varid olduğu gibi, her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttalaı ve her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır. (İbni Hibban, Sahih 1:146; el-Münavî Feyzü'l-Kadîr, 3:54.) Bu hadisten de anlaşılacağı üzere her mesele Kuranda sarih ve zahir bir şekilde ifade edilmemiştir. Bazıları remzi, bazıları hafi, bazıları işari, bazıları da sarih ve zahir olarak beyan edilmiştir. Biz kalkıp sadece sarih ve zahiri ölçü alıp diğer ince ve latif manalarını inkar edersek, bu, Kuran ve sünnetin ruhuna ve özüne aykırı olur. Aynı zamanda İslami ilimlerin ekserisini de inkar etmemiz gerekir. Zira çok ilimlerin meseleleri zahirperestlerin zannettiği gibi sarih ve zahir olarak Kuran ve Hadiste geçmiyor.

Mezhepler, meslekler, meşrepler hepsi davasını ve fikirlerini Kuran ve sünnetten istinbat ve istihrac etmişlerdir. Bunların ekserisi de Kuran ve sünnette hafi ve remzi olan fikir ve manalardır. Zaten içtihat ve belagat avam insanların Kuran ve hadiste göremedikleri ince ve latif manalardan ibarettir. Bu ince ve latif manalar zaten ayetin kıvrımlarında dürülü olarak vardı. Müçtehit ve müceddidler ise ilmi ve manevi kuvveti ile o kıvrımları açıp, avamın nazarına izhar ediyorlar. Yoksa Kuranda ve sünnette olmayan şeyleri hariçten içine sokmuyorlar. Örtülü ve hafi olan manaların üstünü ilmi ile açıyorlar. Bunu yaparken de Kuran ve hadisin sarih ve zahiri manasını incitmeden, kırmadan yapıyorlar. Yani bir usul ve metot dahilinde yapıyorlar. Bu usul ve metodun ana hatları yine Kuran ve Sünnetten alınarak yapılıyor.

Diğer bir husus Kuran insanlık için mutlak zarar olan şeyleri sarih ve zahir olarak haram kılmıştır. Sihir, büyü, kumar, fal gibi şeyler sarih ve zahir olarak men edilmiştir.Ama ebced ve cifir ilmi o dönemde bilinmesine karşın, hakkında bir hüküm verilmemiştir. Üstelik ebced ve cifir ilmini Yahudilerin Müslümanlar aleyhinde kullanmasına rağmen. Demek kemale ulaşmış Kuran, açıkça ebced ve cifir ilmini men etmedi ise, helal olduğu sabit olur.

Ebced ve Cifir ilmini belki Kuran ve Sünnetin sarih ve zahirinde göstermek mümkün olmayabilir ama remzi ve işari yönünde istihrac ve istinbat etmek pekala mümkündür ve caizdir. Bununla ilgili Abdulkadir Badıllı’nın çalışmasından birkaç örnek verelim.

Birincisi: Kur'an-ı Hakîm'de, Rabb-i izzet bütün haşmet ve heybetiyle (En'am Sûresi âyet: 59) yani "Yaş ve kuru ne ki varsa mutlaka Kitab-ı Mübîn'de mevcuddur." diye ferman ediyor.

O halde ve elbette Cifir ve Ebced ilminin esasları da Kur'an'ın işarı ve remzî mânalarının perdeleri altında bulunmaktadır denilse herhalde hata olmaz. Çünki "Kitab-ı Mübîn" bir kavle göre Levh-i Mahfuz, diğer kavle göre Kur'an-ı Kerim'dir. Hakikatta her iki kavlin neticesi de aynı kapıya çıkar. Diyelim Kitab-ı Mübin'i biz Kur'an değil de, sadece Levh-i Mahfuz kabul ettik. O durumda, Levh-i Mahfuz'da Kur'an dahi mevcud olduğundan yine netice bir olur.

Hem "Biz Allah-u Teâlâ hiçbir şeyi bırakmadık, illâ onu Kitab'da yazmışız." En'am Sûresi, âyet:38) Şimdi bu âyetteki "Kitab" lâfzı da, yine ya Kur'an'dır, yahutta Levh-i Mahfuz'dur. Netice olarak üstteki âyetin aynı mânasındadır.

İkincisi: Kur'an-ı Hakîm bir çok âyetlerinde, her şeyin hesaplı, kitaplı olduğunu, sayı ve adetlerinin malum ve muayyen bulunduğunu ve saire, sık sık ilân etmektedir.

İşte biz de o âyetlerden bazılarını buraya kaydetmek istiyoruz:

Hem herşeyi biz, İmam-ı Mübîn'de saymışızdır." (Yasin Sûresi âyet: 12)

Allah-u Teâlâ; yere, yani toprağa giren ve ondan çıkan, göklerden inen ve yerden göklere yükselen herşeyi bilmektedir."(Hadid Sûresi âyet: 4)

Herşeyin hazinesi ancak bizim yanımızdadır. O hazinelerden indirdiğimiz herşey belli bir miktar dahilindedir." (Hicr Sûresi âyet: 21)

Herşey Allah'ın yanında belli ve muayyen bir ölçü iledir." (Ra'd Sûresi âyet: 9)"

Ve daha bu mânadaki âyetler çoktur.
Görüldüğü üzere bu âyetler sayıdan, adetten, miktardan ve ölçülerden bahsediyorlar. Elbette bunların sarih mânalarıyla Allah'ın azametini, kudretini ve lâtifliğini ilân ederek, imanın takviyesine medar olma ciheti herşeyin başındadır. Amma aynı zamanda lisan-ı hal îmalarıyla da; insanları ölçü, miktar ve sayı hesablarına teşvik edici bir hal gösteriyorlar gibidir. Elbette Cifir ve Ebced ilmini de manevi olarak irade etmişlerdir denilebilir.

Üçüncüsü: Hadîste ona işaret olduğu gibi; Kur'an'daki ondört sûrenin başlarındaki mukatta' harflerin çeşitli ve sırlı ve gizli mânalar olduğu halde, Cifir ve Ebced hesaplarıyla da bir vecih ile alâkadar oldukları muhtemeldir. Çünki bazı yüksek âlimler o yolda kanaat izhar etmişlerdir. İleride örnekleri gelecektir.

Dördüncüsü: Eskidenberi Kur'an'ın bu mukatta' harflerinden başka, sair kelimatından ve harflerinden Ebcedî ve Cifrî hesabla bazı istihracların yapılmış olması ve çoğu zaman bu istihraçların mutabık ve doğru çıkması dahi, Kur'an'ın kâinatı içine alan ilminin ve mânaların denizleri içinde elbette şu Ebced ve Cifir ilmi dahi müraat edilmiş olduğu anlaşılmakta ve hususî şekilde hissedilmektedir.

Yukarıdaki verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere bir çok ayetin esas ve ruhunda aritmetik değerler nazara veriliyor. Ebcet ve Cifir ilminin de esası ve ruhu aritmetik değerlerdir. Önemli olan bu ilmi Kuran’nın o eşsiz belagat ve icaz kıvrımlarında saklı olan değerlerin çıkarılmasında bir alet ve vasıta olarak kullanmaktır.Said Nursi , İbn-i Arabi, gibi İslam alimlerinin yaptığı aslında budur.Yoksa hariçten ve Kuran ve Sünnetin malı olmayan şeyleri Kuran ve Sünnete dahil etmek demek değildir. Kuran ve Sünnette var olan gaybi değerleri bazı vasıtalarla açığa çıkarıp Kuran ve sünnetin mucizeliğini insanların nazarına izhar etmek en güzel ve hoş bir hizmettir. Zira Kuran insanların yazdığı ruhsuz ve kışırlı sıradan bir kitap değildir. Allah’ın ezeli ve ebedi isimlerinden süzülüp gelen, her cümle ve kelimesi mucize ve öz olan İlahi bir kelamdır. Böyle olunca Kuran bütün zaman ve mekanları içine alan ve o zaman ve mekanlara mesajı olan bir kitaptır. Kuranı hakkı ile bilemeyen ve anlayamayan nadanlar onu ve emir ve yasakları bildiren sıradan bir mecmua olarak görüyor.

İmam-ı Azam nasıl ilmi kuvveti ile bizim gibi avamlara gayb hükmünde olan Kuran ve Hadislerin derununda bulunan gizli ve işari hükümleri içtihat vasıtası ile çıkarıp bize bildiriyor. Zira avam insanların ilmi kuvveti olmadığı için Kuran ve hadisin muhtevasında var olan hafi ve işari hükümleri rasat edemiyor, göremiyor. Onlara gayb hükmünde kalıyor. Ama ilmi ve istidatları inkişaf etmiş müçtehitler ise rahatlıkla o hafi ve işari ahkamı görüp çıkarabiliyorlar. Şimdi biz kalkıp, zahirde görünmeyen bu hükümler için, nereden çıktı bu manlar, deyip inkar etsek, ne kadar cahillik olur. İşte aynen bunun gibi, manevi olarak terakki etmiş, velayet makamlarına çıkmış bazı zatlar, İmam Azam gibi Kuran’ın belagat kıvrımlarında saklı olan ve herkese görünmeyen, avama nispeten gaybi sayılacak bir takım haberleri, bazı alet ilimler vasıtası ile tahric ediyorlar ve insanların nazarlarına sunuyorlar. Dolayısı ile gaybı kendi başlarına, Allah’tan bağımsız olarak bilmiş değiller. Şayet Allah Kuran ve sünnete o ahkam ve işari manaları koymasa idi, ne İmam Azam ne de Said Nursi o ahkam ve manaları bilebilirlerdi. Ama bazı nadan zahir hocalar bu inceliği bilemedikleri için itiraz edip hücum ediyorlar. İşte Risale-i Nurdaki ebcet ve cifir vasıtası ile verilen bir takım gaybi haberler bu nevdendir. Yani Kuran ayetlerinin kıvrımlarında dürülü bulunan hafi manaların izharından ibarettir. Ama herkes bu mevkii ve makama ulaşamadığı için hususiyet istiyor. Nasıl ki bir doktor ile sıradan bir adam insan gözünü incelese ve baksa, doktor, ilmi münasebeti ile gözün çok ince ve latif özelliklerini görür ve anlar, sıradan adam ise gözün kaba hatlarını ancak bilir. Doktor o adama gözün inceliklerinden bahsetse, adam inatçı ve cahil ise, inkar eder. İnsaflı ve şuurlu ise, o doktora tabi olur. İşte o sıradan adam için gözün ekseri kısmı gaybi hükmündedir, doktor için ise zahiri ve sarihtir.Kuran uzmanları için zahir ve sarih olan şeyler bize kapalı ve hafi olabilir. Bizim açımızdan gayb hükmünde olan şeyler onlar açısından zahir hükmündedir. Gayb konusu ayrı bir makale konusu olduğundan burada tebei olarak bahsedildi.

Hadis Açısından Ebced ve Cifir İlmi

Hadis kaynaklarında tıpkı Kuran da olduğu gibi sarih ve zahir olarak itiraz edenleri susturacak derecede bir netlik ve açıklık yoktur. Ama meşruluğunu reddeden ve haramlılığına işaret eden en ufak bir emare de yoktur. Yani ebcet ve cifir ilmine mubah, hatta müstahsen nazarı ile bakabiliriz. Kuran’ın i’cazına olan hizmetinden dolayı müstahsen sınıfına girer. Zira çok evliya ve alimler bu ilim ile Kuran’ın latif ve sırlı i’cazlarını gösterip ilan etmişler..

Konuya girmeden önce bazı hadis usulü kaidelerine işaret etmekte fayda vardır. Zira ihtilafların ve idraksizliklerin ekserisi usul ilmini nazara almamaktan ileri geliyor. Onun için usul esasa mukaddemdir denilmiştir.

İtikat ve had cezalarına konu olmayan bir takım senedi zayıf hadisler tergib ve terhib, amellere teşvik, bazı ilimlere iştiyak verme noktasından kullanılmasına İslam alimleri olumlu bakmışlardır. Bu yüzden senedi zayıf diye hadisleri inkar etmek doğru değildir. Ama itikat ve hukuk gibi önemli konularda delil ve kaynak olamazlar. Ebced ve Cifir konusu itikat ve hukuk sahasına giren konular olmadığı için, senedi zayıf hadisler delil ve kaynak olabilirler.

Hadisleri, meşhur hadis alimlerine ve eserlerine nispet ederek, hadisin sıhhatine ve senedine karar vermek yanlış olur. Zira İmam Buhari’nin sahihinde de senedi zayıf olan hadisler olabileceği gibi Buhari kadar şöhret bulmamış hadis alimlerinin eserinde de sahih ve mütevatir hadisler bulunabilir. Senet ve sıhhat ölçüsü şöhrete bakmaz. Bu yüzden ebcet ve cifir ile ilgili hadislerin meşhur hadis eserlerinde olmaması sıhhatine zarar vernez.

Bazı mezhep imamları, hususen Ahmet ibn-i Hambel senedi en zayıf hadisi en kuvvetli rey ve içtihada racih görür ve ona göre fetva verir. Hanefi mezhebi ise kuvvetli içtihadı, senedi zayıf hadise tercih edebilir. Bu yüzden ameli açıdan farklı içtihat ve mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu tip fer’i konularda ittifak aranmaz. Onun için ebcet ve cifir ilmine karşı çıkan makbul imamlar da olabilir ancak bu, ilmin batıl olmasına kafi değildir. Zira ihtilafun aleyh bir konudur. Üzerinde ittifak lazım gelmez. Bununla ilgili yüzlerce konu vardır üzerinde ihtilaf olan. Öyle ise bir mezhep ya da bir alimi esas alıp, hemen inkar ve batıl damgasını vurmak ehli sünnet kaidelerine uymaz.

Tarihte şaz hükümler itibar görmemiştir. Hatta bu şaz fikirler muteber alim ve sahabilere ait olsa bile. İmam Azamın bir çok şaz fikirleri ehli sünnet tarafından kabul görmemiştir. Bu yüzden bizim ölçü alacağımız fikir sivri ve müfrit fikirler değil, genel kabul görmüş fikirler olmalıdır. Tarihte ebcet ve cifir ilmini kabul etmeyen alimler azınlıkta ve ekseri de şaz fikri çok olan müfrit alimlerdir. Hatta en ateşli savunucularından bazıları da ehli sünnetin dışında olan alimlerdir. İbn-i Teymiyye gibi. Bir tarafta İmam Ali (r.a), Said Nursi, İmam Gazali, İmam Rabbani, İbn-i Arabi, Mevlana gibi allameler, diğer tarafta ise şaz hükmünde kalan birkaç sivri ve uç düşüncelere sahip alimler. Hangi yol güvenli sizce.

Hadis kaynaklarında ebcet ve cifir ilmine kaynak olacak ve meşruluğunu ilan edecek mahiyette hadisler vardır.

Yine AbdulKadir Badıllı’nın çalışmasından birkaç örnek üzerinde duralım.

Birinci Örnek: Ebcedi ve tefsirini öğreniniz! Veyl olsun câhil âlime!.. Elif, Allah ve İlellah'tır. Yahud Allah isminden bir harftir. "Ba" Allah'ın halk ve icadıdır. "Cim", Allah'ın behcetidir. "Dal" ise, Allah'ın dinidir. Müsned-ül Firdevs 2/43

İkinci Örnek:

Yahudî âlimlerinden Ebu Yâsir bin Ahtab bir kısım yahudî âlimleriyle birlikte, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) yanından geçtikleri bir sırada, Resul-i Ekrem (A.S.M.) Fatiha Sûresiyle, Bakara Sûresinin başı olan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ âyetini okuyordu. Ebu Yâsir'in kardeşi Huyey bin Ahtab bunu işitti, kendi kardeşi Ebu Yâsir'e dedi ki: "Biliyor musunuz, ben Muhammed'i dinledim, ona nazil olmuş olan Kur'an'dan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuyordu."

Yahudiler dediler: "Sen bizzat ondan bunu dinledin mi?" O dedi: "Evet, aynen dinledim."

Bunun üzerine, Huyey bin Ahtab ve Ebu Yâsir, bazı yahudî âlimleriyle birlikte kalkıp Resulullah'a geldiler, dediler: "Yâ Muhammed, sana nazil olmuş olan âyetlerden الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuduğunu hatırladın mı?"

Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet, hatırladım."

Dediler: "Bu, sana Cebrail vasıtasıyla Allah'tan geldi değil mi?"

Dedi: "Evet aynen öyle..."

Yahudiler dediler: "Senden evvel gelmiş Peygamberlerden hiç birisinin müddeti ve ümmetinin zamanı seninkinden gayrı bilinmemektedir. Bu âyete göre, senin ümmetinin ömrü çok azdır.." Ve Huyey bin Ahtab yanındaki yahudîlere dönerek dedi ki: "Elif birdir, Lâm otuzdur, Mim ise kırkdır. Tamamı yetmişbir sene eder. Öyle ise, siz ey yahudîler! Ümmetinin ömrü sadece yetmişbir sene olan bir Peygamberin ümmeti olur musunuz?"

Sonra Peygamber'e dönerek dedi: "Yâ Muhammed! Senin yanında bu âyetten başka bir şey var mıdır?"

Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet vardır..."

Dedi: "Nedir?"

Dedi: المص

Huyey bin Ahtab bunu hesaplayınca dedi ki: "Bu evvelkinden daha ağır ve uzundur, yüz altmış bir sene eder."

Huyey yine sordu: "Dahası var mıdır?"

Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi.

Huyey: "O hangisidir?" dedi.

Resul-i Ekrem (A.S.M.) الر kelimesini söyleyince, Huyey: "A.. bu daha ağır ve uzundur, ikiyüz otuzbir sene eder."

Yine Huyey Peygamber'e sordu: "Bundan başka da var mıdır?"

Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi ve المر yi okudu.

Yahudî Huyey bunu duyunca daha da afalladı, "Bu daha ağır ve uzun ve ikiyüz yetmişbir sene eder." dedi.

Huyey bütün bunları Peygamber'den duyunca: "Yâ Muhammed! Senin emrin, işin bizi şaşırttı. Bilemiyoruz, müddetin az mıdır, yoksa çok mudur?" Ve kalktılar gittiler. Giderken yolda Ebu Yâsir, kendi kardeşi Huyey'e ve beraberindeki yahudî âlimlerine dedi ki: "Mümkündür; bütün bu rakamların toplamı Muhammed'e verilmiş olsun. Bunların yekûnu ise, yedi yüz kırk üç yıldır."

İşte bu rivayet, iki tarzda ve iki kanal ile gelmiş.

Birisi: Meşhur İbn-i İshak'ın tarihinde ve bu arada Buharî'nin tarih kitabında ve İbn-i Cerir'in tefsir ve tarih kitaplarında rivayet etmişlerdir.

İkincisi: İbn-ül Menzer ve İbn-ü Cüreyc kitaplarında ayrı bir kanaldan tahric etmişlerdir.

(Me'haz için, bakınız: Tefsir Ed-Dürr-ül Mensur İmam-ı Suyutî 2/22, Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 332, Kitab-ut Teshil Li-Ulûm-i Tenzil sh: 35, Tefsir-i İbn-i Cerir 1/68-71, Tefsir-i İbn-i Kesir 1/37) Her ne kadar bu rivayet ve haber dahi -bir çok mes'eleler gibi- hakkında kelâm edilmiş olsa da, sadece zaif hadîsler sınıfından olabilir. Hiç kimse de buna mevzu'dur diyememiş. O halde bu gibi makamlarda bir hüccet sayılır.

Yukarıda örnek olarak verilen her iki hadis de işari ve remzi olarak ebcet ve cifir ilminin meşruluğunu ilan ediyor. Buna benzer, itiraz edilmemiş bir çok şey, bu gibi hadisler ile sabit olmuşlardır. Onları meşru kılan kaynak ile bu kaynak arasında hiçbir fark yoktur. Mesela amele, sevaba taalluk eden bir çok mesele bu gibi hadisler ile subut bulmuştur. Onları kabul edip bunları reddetmek tutarsızlıktır.

İslam Alimleri Açısından Ebced ve Cifir İlmi

Ebced ve Cifir bir ilim dalıdır. Her alimin bu ilim dalı ile meşgul olması gerekmez. Nasıl ki, tabiin döneminden başlayarak farklı İslami ilim dalları oluşmuştur ve her bir alim bu dallardan birisi ile iştigal edip o dalda uzman olmuştur. Aynen bunun gibi, ebced ve cifir ilmi dalında da uzmanlaşıp, o alanda hizmet veren alimler de çıkmıştır. Hatta bu branşlaşma hareketi sahabeler içinde de görülen bir hadisedir. Mesela sahabeler içinde muhaddis, fakih, siyaset, harbiye gibi alanlarda parlayan sahabeler vardır. Peygamber efendimiz her bir sahabeyi istidadı yönünde istihdam etmiştir. Ebu Hureyre ve İbn-i Mesut buna iki misal teşkil eder. Bu yüzden bütün alimlerin ebcet ve cifir ilmi ile iştigal etme beklentisi abesle iştigaldir.

Diğer bir husus, her ilim dalı ve o ilim dalında uzman olmuş alimin sözü ve reyi kendi uzman olduğu ilmi sahada geçerlidir. Mesela dünyaca meşhur olmuş bir mühendisin tıpla ilgili bir fikri, tıp sahasında bir pratisyen doktora denk değildir. Hatta yüz bin mühendis, tıp alanında uzmanlık noktasında basit bir pratisyen doktora müsavi gelmezler. Aynen İslami ilimlerde de bu kural geçerlidir. Fıkıhta müçtehit seviyesinde olan bir alim, hadis alanında İmam Buhariye yetişemez, onun sözü orada İmam Buhari kadar itibar göremez. İşte ebcet ve cifir alanında veya ilm-i tasavvuf ve sırda uzman olmayan alimlerin, tenkidi veya inkarı pek bir şey ifade etmez. Her alimin sözü kendi dalında muteberdir. Mesela Said Nursi hadis alanında İmam Buhari hazretlerine tabidir.

Sahabeler içinde ebcet ve cifir ilmine vakıf ve bu ilmi tedvin edip en çok kullanan sahabe İmam Ali (ra) dır. . Nitekim, elde mevcud ve matbu' "El-Cefr-ül Cami" eseri İmam-ı Ali'nin sözlerinden müteşekkil olduğu, yahutta onun hikmetli söz ve yazılanndan derlendiği beyan edilmektedir. Bu eser Mısır'da ve Beyrut'ta ayrı ayrı tab' edilmiştir. Mısır'daki Mekteb-ül Külliyat El-Ezheriye tarafından., ve Beyrut'ta El-Mektebet-ül Hadîse'de 1971 senesinde tab' edilmişlerdir. Hazreti Ali (ra) bu ilimle uğraşması ve sahabelerin de bunu sukut ile tasdikleri, bu ilmin sahabeler açısından da meşru olduğunun vesikasıdır.

Sahabelerden sonra İmam-ı Ca'fer-i Sâdık’ın da bu ilimle iştigal ettiğine dair malumat tarihi vesikalar içinde bulunmaktadır.

Bundan sonra ebcet ve cifir ilmini kabul edip eserlerinde beyan eden alimlerin isimlerini verelim.

1-İbn-i Haldun Mukaddeme . İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tan Cifir ve Ebced ilminin mes' elelerini nakleden kişinin Zeydî mezhebli olduğunu, bununla beraber nakleden zâtın bahsettiği kitabı kendisinin göremediğini, ayrıca da Muhyiddin-i Arabi'nin "Anka-u Mağrib" eserinden Cifir ve Ebced hesablarıyla gösterdiği tarihin tutmadığını ve saire gibi tenkidlerde bulunmakla birlikte, Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat uleması yanında dahi Cifrin esası Hazret-i İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğinin meşhur olduğunu da kaydetmektedir. (Bak: Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 323-334)

2- Meşhur İmam-ı Abdullah El-Yafaî "Mir'at-ül Cinan" eserinde der ki: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'in bir talebesi olan Câbir bin Hayyan, ondan aldığı bin yapraklı bir kitabda, beşyüz risale alıp te'lif etmiştir." (Mir'at-ül Cinan 1/304)

3- İmam-ı Celâleddin-i Suyutî, El-Havî Lil-Fetavî Eseri 1/388'de, kendisinin tehecci harfleri (yani: Elif, be, te, se, cim gibi heca harfleri) hakkında bir risalesinin olduğundan bahisle, bu mevzu'da tâlibleri o esere havale eder. Ancak maalesef bu eser elimize geçmemiştir.

4- Meşhur "Edeb-üd Dünya Ve-d Din" kitabı sahibi Ebu-l Hasan El-Maverdî kitabının sh: 23'de Cifir ve Ebced hakkında şu malumatı vermektedir:
Sahabeden Urve bin Zübeyr demiştir ki: En evvel kendi isimlerini yazan kavimden; "Ebced, hevv ez, huttî, kelemen, sa'fas ve kareşet" harfleriyle yazmışlardır.

5- Nur-ul Ebsar kitabı sh: 160'da İbn-i Kuteybe Edeb-ül Kâtib eserinden naklen: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'ın yazdığı Cifir kitabında, tâ kıyamete kadar muhtaç olunan herşey o kitapta mevcuddur." diye kaydetmektedir.

6- Meşhur allâme Kemâleddin Muhammed bin Musa Ed-Dümeyrî Hayat-ül Hayavan-ül Kübra eseri 1/279'da, aynen Nur-ul Ebsar eserinin, İbn-ül Kuteybe'den naklettiği rivayeti kaydetmiştir.

7- Az yukarıda zaman zaman ondan bahsettiğimiz ve sahife numaralarını verdiğimiz Şeyh Ahmed El-Bûnî'nin Şems-ül Maarif-il Kübra adlı eserinde: "Nakl-i sahih ile Cifir ve Ebced ilminin, Ca'fer-i Sâdık'tan ulemaya intikal ettiğini yazmaktadır. (Bak mezkûr eser sh: 325 ve 363)

8- Eski Mekke Müftülerinden meşhur allâme Ahmed Zeynî Dehlan "El-Fütuhat-ül İslamiye" isimli eserinde Cifir ve Ebced ilminin İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğini ve bu ilimle bir çok büyük âlimlerin Kur'an'dan ve hadîslerden sırlar istihraç ettiğini yazmaktadır. (Bak: Aynı eser 1/296)

9- Meşhur Keşf-üz Zünûn kitabı, Cifir ve Ebced ilmi hakkında en geniş bilgi veren bir eserdir. Bu kitab, Cifir ve Ebced ilmi çerçevesinde yazılmış olan bir çok eserin isimlerini de vermiştir. Bu mevzuda ezcümle şöyle der:
"İlm-ül Cefri Vel-Câmia" adıyla söylenen ilmin mahiyeti şudur ki: Bu ilim ile, uyanık zâtlar levh-i kaza ve kaderde yazılı olan hâdisata icmalen vukufiyet peyda etmekten ibarettir.

Ebced ve Cifirle meşgul olmuş zâtların isimleri ve iştigal sahaları...

Bu bölümde, eğer biz bu ilimle meşgul olmuş bütün âlimlerin isimlerini, künyelerini ve kitaplarının isimlerini yazsak, belki bir cilt kitap tutabilir. O halde, sadece nümûne için bir kaç isim verip geçeceğiz. Şu araştırmamızda yer yer kaydettiğimiz gibi; başta İmam-ı Ali (R.A.) bu işin üstadı, pîri ve kaynağıdır. Onun matbu' olan El-Cefr-ül Cami' eseri ve Celcelûtiye Kasidesi ve Ercüze Kasidesi ve Cünnet-ül Esma' eseri gibi bir çok kaside ve dualarında, Hazret-i İmam-ı Ali'nin hâs olarak esrar-ı huruf ile meşgul olduğunu göstermeye kâfidir. Daha sonra, bütün İslâm ülemasınca kabul görmüş olan İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'ın bu ilimle hâsseten iştigal ettiği hususudur. Daha sonraları, Şeyh Muhyiddin-i Arabî (K.S.) "Fütuhat-ı Mekkiye, Füsûs-ul Hikem, Anka-u Mağrib, Kitabü-l Mim Ve-l Vav Ve-n Nun" gibi eserlerinde Cifir ve Ebcedin sahası dâhilinde olan harflerin sırlarından, hasiyetlerinden ve sairesinden çok genişçe bahsetmektedir.

Daha sonraları, İmam-ı Gazalî'ler, Şa'ranî'ler, Şeyh Ahmed-i Bunî'ler, Bayezid-i Bistamî'ler, İmam-ı Rabbanî'ler, Davud bin Ömer El-Antakî'ler ve saireler.. kısmen de olsa, bu ilimle iştigal etmişlerdir. Bunları tek tek ele alıp iştigal sahalarından, keşif ve istihraçlarından bahsetmek uzun olacaktır. Onun için kısa kesip, eserlerine havale etmek istiyoruz.

Ebced ve Cifir İlmi Hususi mi Umumi mi?

Ebcet ilmi bir alet ilmidir. Kuran ve Hadisin latif ve ince sırlarını anlamakta bir araçtır. Bu ilmi kullanmanın bazı özel şartları vardır. Nasıl ki,ustalık ilmi olmadan alet ve edevatlar işe yaramaz. Alet ve edevat olmadan da ustalık eksik kalır. İkisi bir birini tamamlayan şeylerdir. Manevi kemalata ermeden, olgunlaşmadan, sadece harflerin rakamsal değerlerini öğrenmek ve onunla bir takım haberler vermeye kalkmak sunilik ve şarlatanlıktır. Aletlerin bina yapmasını beklemek gibi bir hezeyandır. Onun için ebcet ilminin arkasında keskin ve mütefekkir bir nazar, mutmain olmuş bir kalp, Allah’ın rıza ve inayetini kazanmış bir maneviyat ve İslami ilimlere vukufiyet gereklidir. Yoksa herkesin elinde bir oyuncak değildir. Tarihte maalesef bazı şarlatanlar bu ilme ciddi zarar ve şaibeler vermişlerdir. Bu yüzden bazı nadan zahir hocalar da bu şarlatanlara bakarak gerçek ebcet üstatlarını o şarlatanlarla aynı kefeye koymuşlardır. Bu yüzden ebced ve cifir ilminin Kuran ve hadislere tatbiki hususi bir yoldur, bu yolda her önüne gelen gidemez.

Hurufilik Akımı ve Ebced İlmi

Bu gibi alet ilimler, kullananın amacına göre şekillenir. Bu ilimleri şayet hayırlı ve güzel işlerde kullanırsan, hayrın ve güzel işlerin aracı ve hizmetkarı olur. Şerde ve çirkin işlerde kullanırsan, bu kez de şerrin ve çirkin işlerin bir aracı ve hizmetkarı olur. Nasıl ki, Nükleer enerji ilmini insanlığı katletmek için bombada da kullanıldığı gibi, aynı ilmi insanların daralan enerji sıkıntısının giderilmesinde de kullanılabilir. Yani kullandığın amaca göre şekillenir. Yine mantık ilmini hak ve doğrunun ispatında kullanırsan, mantık ilmi hakkın bir hizmetçisi olur. Ama aynı mantık ilmini cerbezede kullanılırsan, bu sefer de batılın hizmetçisi olur.

Aynı bu misallerdeki gibi, ebced ve cifir ilmi de bir alet ilimdir. Bu ilmi safsata ve batıl bir yerde de kullanırsın, aynı ilmi hayırlı ve güzel bir yerde de kullanırsın. Kullandığın yere göre değer kazanırlar. Tarihte bu ilmi, Kuran’ın ince ve latif manalarını anlamakta kullananlar olduğu gibi, aynı ilmi, Kuran’ın sarih ve zahir manasını incitmek ve inkar etmekte kullananlar da olmuştur. Onun için bir kesim kötüde kullanabilir diye, bu gibi alet ilimleri yasaklamak çıkar yol değildir. Tıpkı yangına sebebiyet veriyor diye ateşin, adam öldürülüyor diye bıçağın yasaklanmasının safsata olması gibi. O zaman çözüm, o alet ilimleri hakta ve hayırda kullanarak, o gibi zararları def etmek en makul yoldur.

Tarihte sapkın Batinilik mezhebinin bir kolu olan Hurufilik akımı bu alet ilmini kullanarak çok tahribat ve şarlatanlıklar yapmışlardır. Kuran’nın sarih ve zahir manalarını incitmek ve inkar etmek yolunda bu ilmi kullanmışlardır. Genelde bu ilim o sapkınlarla anıldığı için, bir takım vukufiyetsiz zahir hocalar bu ilme hücum etmişlerdir. Bu konuda Vehhabilik ve Batinilik iki aşırı uçtur. Vehhabiler zahirperest, Batinilik ise batınperest guruplardır. Vehhabiler sarih ve zahir manadan başka mana kabul etmiyorlar. İşari ve remzi bütün manaları inkar ediyorlar. Batiniler ise, Kuran’ın sarih ve zahir manasını inkar edip, sadece işari ve remzi manaları esas alıyorlar. Her iki mezhep de batıl ve bidat mezheplerdir. Ehli Sünnet ise, sarih ve zahir manayı esas almakla beraber, Kuran’ın işari ve remzi manalarını da inkar etmezler. Bu alanda çok ehli sünnet alimleri remzi ve işari ağırlıklı tefsir ve eserler yazmışlardır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Hurufilik akımı ile ehli sünnet dairesindeki remzi ve işari tefsirler yazan müfessirleri bir birine karıştırmamaktır. Ehli sünnet dairesinde olan tasavvuf kaynaklı işari tefsirler ile Ehli sünnetin dışında olan Hurufilik akımı farklıdırlar.

Risale-i Nur ve Ebced İlmi

Öncelikle şunu ifade edelim ki, Risale-i Nur baştan sona ebced ve cifir ilmi ile yazılmış bir tefsir değildir. Ebced ve cifir ilmi ile yapılmış yorumlar Risale-i Nurun genelinde çok az bir yer tutar. Risale-i Nurda sırlı, işari ve remzi yorumlardan çok, hikmet ve ilime dayalı yorumlar hükmeder. Risale-i Nur Hakim ismine mazhar olmuş bir tefsirdir. Hissiyattan çok, hikmet galiptir.

Risale-i Nurun yazıldığı dönemde materyalist felsefe insanlığın benliğini sarmalamış ve dinsizlik revaç bulmuş bir meta idi. Her şey ilim ve ispata dayanıyordu. Böyle bir ortamda Said Nursi hazretleri Risale-i Nurlarla Kuran ve hadisleri bu asrın ilcaatına göre yorumlama ihtiyacı hissetti ve ona göre de yazdı. Bir nevi Risale-i Nur, muktezay-ı hale mutabık bir tefsirdir. Risale-i Nurda bilhassa imana taalluk eden konularda, ispat ve akliyat ziyadesi ile tecelli etti. Böyle bir tefsirin çok az bir yerinde, yine bir ihtiyaca binaen bir takım işari ve remzi yorumların yapılması gayet makul ve gerçekçidir. Zira insan sadece akıl ve beyinden ibaret bir varlık değildir.İnsanın kalp, ruh, vicdan, latifeler gibi çok hissiyatları vardır. Bunlar da teşvik ve hisse isterler. Böyle karanlık ve inkarcılığın kol gezdiği bir ortamda, talebelerini teşvik ve maneviyatlarını takviye için, yine ehli sünnete uygun bir tarzda bir takım işarı ve remzi müjdeleri talebelerine bildirmesinde ne mahzur olabilir. Bu metot, mücadelede gerekli bir metottur. Her kumandan askerlerinin moralini yüksek tutmak için bir takım tedbirler alır. Bu peygamberimizin hayatında da olan bir metottur. Osmanlı yıkılmış, hilafet kaldırılmış, İslami kurumlar yasaklanmış, dünyada komünist rejim hızla yayılıyor, dini semboller bile bir bir silinmeye çalışılıyor, baskıcı bir idarenin altında İslam alimleri ve aydınları tek tek ya idam ya da sürgün ve hapis ile sindirilmeye çalışılıyor. Müslüman toplumuna batı medeniyeti zorla dikte ediliyor, kılık kiyafetine kadar düzenlemeler yapılıyor, şapka giymeyen veya karşı olanlar idam ediliyor. İşte bu baskıcı şartlar altında bir alim, davası için mücadele ediyor. İman ve Kuran hakikatlerine susamış gençlik onun etrafında halkalanıyor. Sıkıntı, baskı ve zulüm had safhada. Böyle bir ortamda o imanlı gençliği teskin ve teşvik için meşru bir yolla yani ebced ve cifir ilmini kullanarak Kurandan bir takım işaretler ve müjdeler tahric etmesi neden yanlış ve gayrı makul olsun. El insaf. Üstat burada benliğini okşamak için değil, zor şartlar altında hizmet eden talebelerinin şevkini artırmak için bu yola tevessül etmiştir. Kuran gibi ezeli ve ebedi isimlerden süzülüp gelen ilahi bir kitap sadece asr-ı saadete bakmıyor. Bütün zamanları ve mekanları kuşatıp, her döneme hem umumi hem de özel hitap ediyor. İnsanlık tarihinin en dehşetli bir dönemi olan yirminci yüz yıl, elbette Kuran’ın o eşsiz nazarından hariç kalamaz.

Kuran’ın hem muarızlara tehdit ve ikaz yapması, hem de iman ile kendine bağlananlara tebşir ile takdir yapması hikmet ve şefkatinin bir gereğidir. İşte Said Nursi’nin ebced ve cifir ilmi ile yaptığı, Kuran’da var olan bu tehdit ve tebşirleri ilmi ile izhar etmekten ibarettir. Risale-i Nurdaki ebcet ile verilen gaybi haberlerin veya müjdelerin aynı ile doğru çıkması da işari bir delildir. Bunu görmezlikten gelmek ilim ve insafla bağdaşmaz.

Ebced ve Cifir İlmine Örnekler

Cafer-i Sadık (r.a.) ve Muhiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrâr-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, Bediüzzaman Said Nursi (r.a) gibi alimler bu hesab-ı ebcediyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişlerdir.( Sikke-i Tasdik-i Gaybi)

Hz. Ali ve Şura Suresi Yorumu:

İzz b. Abdusselam'ın bildirdiğine göre: Hz. Ali, Şura Suresinin başında yer alan "Hâ-Mim-Ayın-Sin-Kaf" şifreli harflerden, Muaviye ile kendisi arasında vuku bulan hadiseleri çıkarmıştır.( es-Suyutî, el-İtkan, II/14.; el-Âlûsî, I/102.)

İbn Kemal ve Enbiya Sûresi Yorumu:

"Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır, diye yazmıştık."(22) mealindeki âyetten İbn Kemal, Sultan Selim'in Mısır'ın Osmanlı ülkesine ilhak tarihini çıkarmıştır. Âyette Tevrat yerinde kullanılan "ez-Zikr" kelimesi, ebced hesabı ile konunun düğümünü çözen anahtar kelimedir. Âyette "ez-Zikr'den sonra" tabiri kullanılmıştır. Bu kelimenin ebced değeri (okunmayan lâm hariç) 921'dir. Mısır'ın fetih tarihi ise, hicrî 922'dir. Demek ki âyet işârî mânâsıyla hicrî 921'den sonra fethin gerçekleşeceğini ifade etmiştir.( Âlusî, I/8; Badıllı, Abdulkadir, Risale-i Nur'un Kudsi Kaynakları, 956.)

Celcelutiye Kasidesi Ebced Hesabına Göre Yazılmıştır:

Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihâyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmıştır. ( Nursi, Sikke-i Tasdik)

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî'nin kaleme aldığı meşhur Mecmuatu'l-Ahzab adlı eserde Celcelutiye kasidesine de yer verilmiştir. "Bede’tu bi bismillah" cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi Hz. Ali'nin ismini gösteren ve "Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz. Muhammed (a.s.m)'in amcasının oğlu Ali'nin makalesidir" anlamına gelen:

"Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulûmin lil-halaiki cümmiat" beytiyle sona ermiştir. Bediüzzaman'ın da işaret ettiği gibi, kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekilde basılmıştır.( . Gümüşhânevî, Ahmed Ziyaeddin, Mecmûatu'l-Ahzâb (Şâzelî kısmı), 499-531.)
Bazı Tevafuk Tabloları ve Kelimelerin Aritmetik Değerleri

Allah'ın, sonsuz ilmiyle her şeyi nasıl kuşattığını ve her şeyi nasıl bir bir saydığını gösteren tevafuk tablolarının ve kelimelerin aritmetik değerlerinin, Kur'an nezdindeki değerini anlamak için Kur'an'ın kendisine bakmak yeterlidir.

Konu İle İlgili Bazı Misâller:

1. “Allahumme Malike’l-mülk” (Ali İmran, 3/26) İfadesi:


a. Bu ayette söz konusu olan “Allah” ve “Malik” isimlerinin buraya kadar ki tekrar sayısı: 319’dur.( . Bu ayete kadar Allah ismi, 306, aynı kök harflerinden gelen İlâh kelimesi, 11, Malik kelimesi bir defa geçmiştir. Buna göre burada “Allahumme” kelimesi 319. sıradadır.)

b. Bu ifadenin ebced değeri de 319’dur.

c. Bu ifadenin yer aldığı ayet, Kur’an’ın 319. ayetidir.

Bu ayet-i celile, tevafuk lisanıyla diyor ki: Mülkün maliki olan Allah, Kur’an’ın da sahibidir. Bütün mülkünü tek tek sayıp bildiği gibi, Kur’an’ın her tarafını da tek tek sayıp biliyor. Bu ise, Kur’an’ın O’ndan geldiğini gösterir.

2. Allah’ın “ Şehid” ismi:

a. Her şeyi görüp bilen anlamındaki Allah’ın bu isminin matematik değeri 319’dur.

b. Bu ismin, merfu (ötreli) şekliyle 9. tekrarını yaptığı ve Kur’an’ın genelinde en son geçtiği Buruc Suresinin 9. ayeti, Kur’an’ın sondan 319. ayetidir.

Bu tevafuk şöyle diyor: İyi bilesiniz ki, Şehid kelimesini böyle harika bir tarzda yerine koyan Allah, her şeye şahittir.

3. “Hum bâliğûh”:

a. “Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden dönüverdiler” (Araf, 7/135) ayetinde yer alan ve “onların ulaşacakları” anlamına gelen “hum bâliğûh” cümlesinin ebced değeri, 1089’dur.

b. Bütün Kur’an’da yalnız bir defa kullanılan bu cümlenin geçtiği ayet, Kur’an’ın 1089. ayetidir.

Sanki bu tevafuk diyor ki: İyi bilinsin ki, siz Kur’an’ı okurken, nasıl bu ayete ulaştınız, onlar da aynen söz verdiğimiz sürelerine ulaştılar; sonra cezaya çarpıldılar. Demek, zulüm söz konusu değildir.

4. “Gaybı bilen Allah”:

a. “Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da, fısıltılarını da bilir. Ve şüphesiz Allah, gaybları (gizlilikleri) çok iyi bilendir” mealindeki ayetin son cümlesinin asıl metni “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb”dur. Bu cümlenin matematik değeri, 1313’tür.

b. Bu cümlenin bulunduğu ayet (Tevbe, 9/78), Kur’an’ın 1313. ayetidir.

c. Cümlenin ebced değeri ile ayetin genel sırası, 13 sayısını gösterdiği gibi,
ayetin suredeki numarası da 78 olup 6x13’tür.

d. Ayet numarasının gösterdiği 78 rakamı, hem “aded”, hem de “Hakim” kelimesinin matematik değeridir. Bu ise, burada hikmetli bir sayısal tablonun gösterildiğine işarettir.

Bu tevafuk, ayette yer alan “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb” cümlesinin dediği gibi, Allah’ın bütün sırları /gizlilikleri bilen, sonsuz bir ilim sahibi olduğunu, Kur’an’ın ise, bu sonsuz ilim sahibinin kitabı olduğunu göstermektedir.

Risaleti Tasdik Eden Bazı Tevafuklar

1. “İnneke le mine'l-mürselîn” :


Bilindiği gibi, Hz. Muhammed (a.s.m) 611 tarihinde peygamber olarak gönderilmiştir. Bunu ilan eden: "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, Kur'an'da iki yerde zikredilmiştir (Bakara,2/252; Yasin, 36/3).

Ayetin asıl metni:“İnneke le mine'l-mürselîn” cümlenin harf sayısı (okunmayan vasıl hemzesi hariç) 13’tür. 13 harften meydana gelen bu cümlenin ebced değeri ise, 13'ün 47 katı olan 611’dir. Ayetin matematik değeri, anlamını teyid etmekte ve O'nun –miladî olarak- peygamber olduğu tarihi vermektedir.

Şayet okunmayan vasıl elifi de sayılsa, bu cümlenin ebced değeri, 612 olup 36x17’dir. Manidâr bir tevafuktur ki bütün Kur’an’da, Hz. Peygamber (a.s.m)’e hitap eden "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, yalnız söz konusu iki yerde geçmiştir. “gönderilmiş peygamberler” tabiri, bu iki ayet arasında, ebced değerlerine uygun olarak 17 defa tekrarlanmıştır.

2. “ABESE” Kelimesi:

Abese suresinin ilk iki ayetinin mealleri şöyledir: "A'mânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve arkasını döndü"
İşte bu üslupta bir harikalık vardır. Çünkü cümlede kullanılan "Abese" fiili malum olmasına rağmen faili zikr edilmemiştir. Bu üslup alışageldiğimiz ifade tarzlarının dışındadır.

Ancak Kur'an-ı Hakim burada mucize bir belgeyi göstermiştir. Şöyle ki; açıktan zikredilmeyen cümlenin faili, bizzat "Abese/Yüzünü ekşitti" fiilinin ebced değerinin içerisindedir. Evet bu kelimenin ebced değeri 132 olup "Muhammed" isminin karşılığıdır. Yine kendisinden yüz çevrilmiş kişinin de ismi verilmemiş ancak, onu da, "el-A'ma" kelimesinin ebced değerinde şifrelemiştir. Evet bu kelimenin ebced değeri 143 tür. Söz konusu kimsenin ismi "Abdullah"ın ebced değeri de 143 tür.

Bu bağlamda görülen bu tevafukları kör tesadüf rüzgârlarına havale etmek doğru değildir.

3. "Eğer seni vefat ettirirsek..”:

Kur'an'da Hz. Peygamber (a.s.m)'e hitaben "Eğer seni vefat ettirirsek.." cümlesi üç defa zikredilmiştir. Bunlardan ilki Yunus suresinin 46. ayetinde geçmiştir.

Ayetin meali "Eğer onları tehdit ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana (dünyada iken) gösterirsek (ne a'lâ); yok (onu göstermeden) eğer seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman onlara neler olacağını göreceksin.) Sonra Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir."

Ayette azabın bir kısmının Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilebileceği hususu vurgulanmıştır.

Mekke'de inen bu surede belirtilen azabın bir kısmı Bedir savaşında gerçekleşmiş ve Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilmiştir.

Ayette ifade edilen Hz. Peygamber (a.s.m)'in vefat haberi de çok harika bir tarzda ihbar-ı gaybi nevinden söz konusu yapılmıştır. Şöyle ki: "Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesi, Kur’an’da üç defa geçmektedir. Bu cümle açıkça, Hz. Peygamber (a.s.m)’in vefatından söz etmektedir. Geçtiği üç sure ve ayet numaraları da, Hz. Peygamber (a.s.m)'in ömrü olan, 63'ü gösteriyor. Ayet ve Sure numaraları şöyledir: Yunus 10 /46, Ra'd 13/40 ve Ğafir 40/77. Buna göre, ayet numaralarının toplamı: 163’tür. Sure numaralarının toplamı ise, 63’ tür.

"Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesinin harf sayısı, 9’dur. 63 sayısı ise, 9'un 7 katıdır.

Vefatı haber veren bu cümlenin -harfleriyle beraber- ebced değeri, 632’dir. Bu da Hz. Peygamber (a.s.m)'in, miladi vefat tarihidir. İşte tevafuk penceresinden gaybî haberlerin aşikar bir görüntüsü!

Son olarak bütün bu örnekler de gösteriyor ki ebcet ve cifir ilmi Kuran’ın aritmetik dilinin bir ilanı, bir aracı hükmündedir.Ebced ve Cifir ilmi Kuran’ın ince ve gizli kalmış i’cazlarının ifade edilmesinde ilim üstatlarının bir alet ve edevatı gibidir.Ebced ve cifir ilmi ehil olanların elinde Kurana bir hizmetkar hükmüne geçiyor. Ehli Sünnet usulünün dışına çıkmış birkaç bidat ehli hocaların mesnetsiz tenkitleri bu hususta bir şey ifade etmez.Tarihte bu gibi hocalar hep var olmuştur ve her zamanda var olacaklardır.
Kardeşim burası İslam sitesidir, delilsiz Yahudi kültürleriyle burayı kirletme. İlk mesajı oku, incele. Oradan karşı çıktığın veya yanlış gördüğünü alıntılayarak doğru delilini ortaya koy. Hikaye değil!
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt