Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Dört Halife Hadislerin Yazılmasını Yasakladı mı?

AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
Selamun Aleykum ve Rahmetullahi
Kardeşim Dört halifenin hadislerin yazılmasını yasakladığına dair delil var mı? Var ise neden yasaklandı?

Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gibi Müslümanların Mişnası’dır bunlar.
[İbn Sad/Tabakat 5/140


Hz. Ömer Irak’a yolcuğa giden arkadaşlarına şöyle demişti: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kur-an okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayınız.
[Hanbel, Kitabul Ilel 1/62-63]

Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre o yanında yazılı sahifeler bulunan kimseleri, bunlara müracaat etmekten sakındırmış ve “Sizden önceki insanlar, Rabb’lerinin Kitabını terk ederek âlimlerinin sözlerine uydukları için helak olmuşlardır” demiştir.
[İbn Abdilberr, 108]
Hadis inkarcılari birçok kez bunları delil gösteriyor, bu rivayetlerin sıhhati nedir? Bir de diyorlar ki "Madem hadis yasagi ilk gönem icin gecerliydi, neden halifeler döneminde de bu yasak devam etti, neden 4 halife de hadis kitabi yazdirmadi, neden ilk hadis kitaplari Muhammed Peygamberimizin vefatindan asirlar sonra yazildi ?" Bu sapıklara nasıl cevap vermeliyiz? hem hadislere uyduruldu diyorlar hem de bize "uydurulmuş(!) dedikleri" kaynaklardan delil getirmeye çalışyorlar, bu nasıl sapıklıktır.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âeykum selam we rahmetullah ;

Rasulullah adına uydurulmuş hadisleri, en yakını ve ilk muslumanlardan olan Halifelerden daha iyi kim bilir?
Rasulullahın bir dönem yazılmasını yasakladığı fakat daha sonraki dönemlerde yazılmasını istediği, ruhsat verdiği hadisleri ashabı neden yasaklayacakmış?


Ebubekir (r.anh)'ın Hadisler Hakkındaki Titizliği:

Zehebî'nin kaydına göre, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vefatından sonra halkı toplayarak: "Siz Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan üzerinde ihtilafta bulunduğunuz hadisleri rivâyet ediyorsunuz. Halbuki sizden sonra gelecekler bunlar üzerine daha şiddetli ihtilaflara düşeceklerdir. Sizler Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselam)'dan rivâyette bulunmayın. Size bir şeyler soranlara: Sizinle bizim aramızda Allah'ın Kitabı vardır. Onun haram kıldıklarını haram, helâl kıldıklarını helâl bilin diye cevab verin" diyor.
Nitekim, kendisine yaşlı bir kadın gelerek, büyükannenin (cedde) miras hakkını sorunca: "Senin için Allah'ın Kitabı'nda bir hüküm yok. Resûlullah'ın (aleyhissalâtu vesselâm) da bu hususta birşey söylediğini bilmiyorum" cevabını veriyor.
Arkadan da cemaate: "Bu hususta bir şey işitmiş olan var mı?" diye soru tevcih eder.
Mugîre (radıyallahu anh) kalkarak: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın büyükanneye altıda bir verdiğine şâhid oldum" der.

Ebu Bekir (radıyallahu anh) verilen cevaba mutmain olmaz. "Buna şehâdet edecek biri var mı?" diyerek şâhid arar. Muhammed İbnu Mesleme (radıyallahu anh) şehâdet edince, cedde için altıda bir hisseye hükmeder.

Zehebi, Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in sünnete kayıtsız şartsız bağlılığını te'yîden şu vak'ayı da kaydeder:
Ebu Bekir, bir gün bir zâta hadîs rivâyet eder. Muhâtabı, yapılan rivâyetin açıklanmasını ister. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in cevabı kısa ve kesin olur:- Hadîs, sana rivâyet ettiğim gibidir. Ben bilmediğim bir şeyi sana söylersem hangi arz beni kabul eder!"

Hadîslerin yazılması meseleleriyle ilgili bahiste genişçe temâs ettiğimiz üzere Ebu Bekir (radıyallahu anh) hadîsleri yazmayı düşünmüş ve beşyüz kadar- hadîs yazmış, ancak "hata girmiş olabilir" endişesiyle yakmıştır. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/43-44)


Ömer (r.anh)'ın Hadisler Hakkındaki Titizliği:

a) Tahkik :
Abdullah b. Amr b. As (r.anh)’ın anlattığı şu olay hadislerin yazıya geçirilmesine izinin zaten var olduğunu gösteriyor:
“Rasulullah’dan duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kurayş beni bundan nehyetti ve ‘Rasulullah (s.a.v.) kızgınlık ve sükûnet hallerinde konuşan bir insan iken sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?’ dediler.
Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Rasulullah’a arzettim. Eliyle ağzına işaret ederek; ‘Yaz, nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmazbuyurdu”
(Ebu Davud, ilim, 3)

Ebu Sa’îdi’l-Hudri (r.anh) anlatıyor:
“Ensârın bulunduğu bir mecliste oturuyordum. Ebu Musa el-Eş’arî (r.anh) beti benzi atmış olarak çıkageldi. Korku içinde olduğu hâlinden belli idi. Bize: “Ömer (r.anh)’in huzuruna girmek için izin istedim. Üç sefer tekrar etmeme rağmen cevap alamadım. Ben de geri döndüm.
Arkamdan adam göndererek geri çağırttı ve:Niye girmedindiye sordu.
Üç sefer izin istedim, cevap alamayınca geri döndüm. Çünkü Resûlullah (a.s.)’ın: Biriniz üç sefer izin istedikten sonra cevap alamazsa geri dönsün.dediğini işittim.diye açıklama yaptım.
Bu cevabım üzerine Ömer (r.anh): Rasûl (a.s.)’ın böyle söylediğine dâir ya delil getirirsin veya elimden çekeceğini sen bilirsin.dedi.
İçinizde Rasûlullah (a.s.)’dan bunu işiten var mı?” diye sordu.
Ubey İbnu Ka’ab: “Seninle cemaatin en küçüğü gelebilir.” dedi.
Cemaatin en küçüğü bendim. Kalktım. Ebu Musa (r.anh) ile beraber gittik. Rasûlullah (a.s.)’ın bunu söylemiş olduğunu haber verdim.
Bunun üzerine Ömer, Ebu Musa (r. anhuma)’ya: Ben seni itham etmiyorum. Fakat halkın Rasûlullah (a.s.) hakkında gelişi güzel konuşmasından korktum.”dedi.”

Bu hadîsin fârklı tariklerinde bâzı açıklayıcı ziyadeler gelmiştir. Ebu Burde (r.anh)’ın rivayetinde Ubey İbnu Ka’ab (r.anh), Ömer (r.anh)’e çıkışır:
Ey İbnu’l-Hattâb, Rasûlullah (a.s.)’ın ashâbına azâb (verici) olma!
Ömer (r.anh) de ona şu cevabı verir: Subhânallah! (Niye yanlış anladınız!) Ben yeni bir hadîs işittim ve tahkik edeyim dedim.
(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/44-47)


Zurkânî'nin de kaydettiği üzere, âlimler, Ömer (radıyallahu anh)'in bu davranışına bazı açıklamalar getirmişledir:
"Ömer (radıyallahu anh), kendisinin de söylediği üzere Ebu Musâ'nın ithamı düşünmemiştir, ancak devrinde, Medine'de yeni müslüman olanlar mevcut. Bunların, içinde bulundukları şu veya bu durumdan bir çıkış ümid veya korkusuyla Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında hadîs uydurmaya tevvessül edeceklerinden korkmuş olabilir. Bu durumu önlemek için, yeni müslümanlar nezdinde (caydırıcı, psikolojik bir baskı hâsıl etmek için) şu fikrin yaygınlık kazanmasını istemiştir: "Kim böyle bir işe (yeni bir rivayete) tevessül ederse, bilsin ki şâhid getirmedikçe rivâyeti reddedilecektir ve sigaya çekilecektir."

Bazı âlimler de: "Ömer (radıyallahu anh)'in bu davranışının hedefi Ebu Musa değildir, onun rivayetinden şubhe etmiş olması söz konusu değildir, böyle davranarak başkalarını caydırmayı düşünmüştür. Yâni. kalbinde maraz bulunup, hadîs uydurmayı düşünecek olanların, bu kıssayı işiterek kendi başlarına da Ebu Musa'nın başına gelenlerin gelmesinden korkmalarını düşünmüştür" diye açıklama getirmişlerdir.

Nitekim, Ömer (radıyallahu anh) bu düşünce ve bu korkuyu hâkim kılıcı benzer davranışları eksik etmemiştir: Mescid-i Nebevî'yi genişletmek isteyen Ömer (radıyallahu anh), Mescide mucâvir bulunan -Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çok sevdiği ve saygı duyduğu amcası- Abbâs'ın evini istimlak etmek ister.
Abbas (radıyallahu anh)'ı çağırarak "evi sat veya bağışla, veya sana inşa ettireceğim bir eve mukabil bunu terket" teklifinde bulunur.
Abbas (radıyallahu anh) hiç bir şıkkı kabul etmez ve teklifi reddeder. Ömer (radıyallahu anh) teklifinde ısrar edince ihtilaf ortaya çıkar. Meseleyi çözmek üzere Ubey İbnu Ka'ab hakem seçilir. Ubey (radıyallahu anh), ev sâhibinin rızası olmadan evin istimlak edilemeyeceğini, Ömer'in ısrar etmeye hakkı bulunmadığını söyler.
Kendisini bu hükme gitmeye delil olarak da Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan bir hadîs rivâyet eder. Hadîs, Beytu'l-Makdis'in inşaatıyla ilgilidir.
Hadîse göre Beytu'l-Makdîs'in inşasını Cenâb-ı Hak, Dâvud (aleyhisselâm)'a emrettiği zaman, inşaat sahasındaki bir evi zorla yıktırmak isteyen Dâvud (aleyhisselâm)'a Cenâb-ı Hak şöyle vahyediyor: "Ey Dâvud, Ben sana içerisinde Bana zikredilecek, Benim için bir ev inşa etmeni emrettim. Sen ise evime gasb sokmak istedin. Gasb bana yakışmaz. Sana Benim için ev inşa etmemek cezası veriyorum."
Ubey (radıyallahu anh) bu hadîsi anlatır. Ama Ömer (r.anh) daha önce bunu duymuş değildir. Ubey'in elbisesinden tutarak Mescid'e kadar getirir. cemaatin huzurunda vak'ayı anlatarak "Bu hadîsi işiteniniz var mı?" diye sorup şahid ister.
Cemaatten birçok kimsenin "Evet"i üzerine Ömer (radıyallahu anh) Ubey İbnu Ka'ab'ı bırakır ve Abbâs (radıyallahu anh)'a ısrardan vazgeçer.
Bilâhare Ubey İbnu Ka'ab, Ömer (radıyallahu anhuma)'in huzuruna çıkarak "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan rivâyet ettiğim hadîs husunda beni itham mı ediyorsun?" diye sorar.
Ömer: "- Hayır! Allah'a yemin ederim ki seni ithâm etmiyorum. Fakat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan rivâyet edilen hadîsin halk arasında çok "zahir" olmasını istemedim" der. (Ebû Hatim ibn Hıbban, Kflötu'MâHfr, v. 10b)

Şahid isteme hususunda Ömer (radıyallahu anh)'in Ubey İbnu Ka'ab gibi Ashâb (radıyallahu anhum)'ın büyüklerinden, eskilerinden diğerleri arasında fazlaca itibarı olan birini seçmesi gerçekten mânidardır. Ve üstelik, kendisinden şubhe etmediğini yeminle temin ve te'kid de edince.

Şu halde bu davranışın asıl gâyesi bütün cemiyet üzerinde psikolojik baskı meydana getirerek yeniler arasında zuhûru muhtemel kötü niyetleri caydırıp hadîs konusundaki laubalilikten vazgeçirmektir. İbnu Abdilber, Ömer'in munafık, fâcir ve bedevîlerden korktuğunu belirtir. Hadîse kizb, hile, tedlîs bunlardan gelebilecektir. Nitekim, Osman (radıyallahu anh) zamanında patlak verecek olan fitne hareketleri, Ömer (radıyallahu anh)'in yeni müslümanlar karşısındaki ihtiyatkârlıkta ne kadar haklı bulunduğunu gösterecektir.

Ömer (radıyallahu anh)'le ilgili son bir misâlimiz Misver İbnu Mahreme'nin rivâyetidir.
Der ki: "Ömer (radıyallahu anh), kadınlarda düşüğe sebeb olanların cezası hakkında bir şey bilmiyordu. Halka sordu.
Muğîre İbnu Şu'be (radıyallahu anh): "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu mevzuda, erkek veya kadın bir köleye hükmettiğine şâhid oldum" dedi. Ömer (radıyallahu anh): "Bu hadîs için, seninle beraber şâhid olan bir başkasını daha getir!" diye emretti.
Muhammed İbnu Mesleme (radıyallahu anh) şâhidlik etti."
(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/44-47)


Hatıra Gelen Bir Sual:

Ömer (radıyallahu anh) sonradan işittiği her hadîs için şâhid istemiş midir?

Cevabımız "hayır"dır. Hiç kimse böyle bir iddiada bulunmamıştır, bulunamaz da. Aslında buna gerek de yoktu. Çünkü, bazı kereler şâhid istemek ve bunu kasd-ı mahsusla mescid cemaatinin huzurunda yapmak güdülen gâyenin tahakkuku için yeterli idi. Nitekim Ömer (radıyallahu anh)'in ilk defa işittiği halde şâhid istemeksizin, hükmüyle amel ettiği rivayetler de mevcuttur. Nitekim, bu bahsin başında Ashâb (radıyallahu anhuma)'daki sünnete teslimiyet ruhunu göstermek sadedinde kaydettiğimiz Said İbnu Museyyeb hadîsi bunlardan biridir. Rivâyette belirtildiği üzere, Dahhâk İbnu Sufyan'ın büyükanneye (cedde) mirastan ayrılması gereken payla ilgili yaptığı rivâyeti Ömer- (radıyallahu anh) şâhid istemeksizin kabul etmiş ve tatbikata koymuştur.

Aynı şekilde sebeb olunan düşüğün bir köle ile hükme bağlanmasında Hammat İbnu Mâlik (radıyallahu anh)'in rivâyetine uymuştur, şâhid istememiştir.

Keza, Ömer Şam seferine çıktığı zaman yolda iken Suriye arâzisinde veba salgını haberi gelir. Yoluna devam edip etmeme ve alınması gereken tedbir hususunda tereddüde düşer. Önce yanındaki Muhacirûnu dinler, farklı tavsiyelerde bulunurlar. Sonra Ensârı çağırır, onları dinler onlar da farklı görüşler ileri sürerler. Sonra: "Bana fetih muhâcirlerinden olan Kurayş yaşlılarını çağırın" der.
Bunlar ihtilaf etmeksizin dönmeyi teklif ederler. Ömer (radıyallahu anh) kararda zorluk çekerse de, bir ihtiyacı için oradan ayrılmış bulunan Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh)'ın dönüşü meseleyi çözer: "Ben, der, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim: "Bir yerde veba olduğunu duyarsanız oraya gitmeyin, bulunduğunuz yerde çıkarsa orayı terketmeyin" demişti".

Sâlim İbnu Abdillah (radıyallahu anh)'ın kesin ifadesine göre, Ömer (radıyallahu anh) bu rivayet üzerine geri dönme emri verir. Hadîs için ikinci şâhid istendiğine dair hiç bir rivayet mevcut değildir.

Ömer (radıyallahu anh) İran fethedildiği zaman oradaki mecusîlere müşrik statüsü mü, ehl-i kitap statüsü mü uygulanacağı hususunda karar veremez. Yine aynı Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh)'ın "ehl-i kitaba karşı uygulanan statü'nün tâkip edileceği" ne dair rivayetini benimsemiş ve şâhid istememiştir.

Zina yapan mecnûn bir kadının recmedilme kararından dönmede, tek kişinin, Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den rivâyet ettiği şu hadîse uymuştur ve şahid istememiştir:

"Üç kimse hakkında kalem yürütülmez (yani günah yazılmaz, sorumlulukları yoktur): Uyanıncaya kadar uyuyan, buluğa erinceye kadar küçük, kendine gelinceye kadar mecnun (deli)."

Ömer (radıyallahu anh), parmaklarla ilgili diyetin farklı olması gereğine inanıyordu. Çünkü elde ifa ettikleri hizmet bir değildi. Ancak, parmaklara aynı değerde diyet takdir edileceğine dâir hadîs-i şerifi işitince, şâhid istemeksizin eski kanaatinden dönmüş ve hadîsi uygulamaya koymuştur.

İbnu Hazm, el-Muhallâ'da, kadınların mihrini belli bir miktara bağlamak isteyen Ömer (radıyallahu anh)'e bir kadının, Kur'ân-ı Kerîm'den âyet (Nisa 201) okuyarak buna karşı çıkması üzerine, kararından dönmesini de Ömer'in haber-i vâhid'le ameline örnekler meyanında kaydeder.

Misaller çoğaltılabilir. Biz son olarak, daha önce kaydettiğimiz muknî bir rivâyeti hatırlatacağız. Ömer (radıyallahu anh) bizzat itiraf etmiştir ki, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı hergün tâkib edebilmek için Ensar'dan bir komşusu ile anlaşmıştır. Bir gün biri Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın meclisine gitmekte, diğer gün öbürü. Akşam olunca herkes kendi gününde görüp işittiklerini arkadaşına anlatmaktadır. Bu da, şâhitsiz olarak, tek kişinin rivâyetini kabul etmeye bir başka örnektir. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/47-49)


b) Tahdîd:

Ömer (radıyallahu anh)'in hadîsleri tahkîk hususunda tâkip ettiği siyâseti açıkladıktan sonra, bunu tamamlayıcı mahiyetteki ikinci bir prensibi ve davranışı daha belirtmemiz gerekmektedir: Tahdid. Yâni hadîs rivâyetini sınırlamak, azaltmak.

Aslında bu hususa önceki açıklamalarımızda yeterince dikkat çekmiş sayılırız. Zira, Ebu Musa el-Eş'arî ve Ubey İbnu Ka'ab (radıyallahu anhuma) gibi Ashâb (radıyallahu anh)'ın ulularından olan ve bizzat Ömer (radıyallahu anh) tarafından da haklarında suizanna düşmediği, nazarında muttehem olmadıkları itiraf edilen zâtlara karşı, rivâyetleri sebebiyle "tahkîk eylemi" ne tevessül edişinin gerçek sebebi olarak halkı, Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında rastgele konuşmaktan caydırmak, bir başka ifâde ile hadîs rivâyetini tahdîd etmek, sınırlamak olduğunu belirtmiştik.

Ömer (radıyallahu anh)'in icraatı arasında bu mânayı te'yid eden daha sarih tatbikata rastlamaktayız. İbnu Abdilber'in Câmiu Beyâni'l-İlmi ve Fadlihi adlı kitabında kaydettiği bir rivâyette, Ömer (radıyallahu anh)'in Ammâr İbnu Yâsir'le birlikte Kufe'ye gönderdiği Karaza İbnu Ka'ab'ın anlattığına göre, Ömer (radıyallahu anh) onları, Medine'nin üç mil kadar dışında yer alan Sırâr mevkiine kadar uğurladıktan sonra durur, abdest tazeler -ve oraya kadar geliş maksadının, bu tenbîhi yapmak olduğunu da belirttikten sonra- şu tenbihte bulunur:

"Siz öyle bir beldeye gidiyorsunuz ki, ora halkının Kur'ân okuyuşu arı uğultusu gibidir. Sakın hadîs rivâyetiyle onları meşgul edip Kur'ân'dan uzaklaştırmayın. Kur'ân'ı tecvîd üzere okuyun, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan rivâyeti az yapın... " Karaza (radıyallahu anh) Kûfe'ye varınca halk: "Bize hadîs rivâyet et!" diye talebde bulundu. Karaza: "Hayır! Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) bunu bize yasakladı" cevabını verdi.

Zehebî'nin bir rivâyeti, hadîs rivâyetini fazla yapanlara Ömer'in "nasihatten" de öte zecrî tedbirler aldığını göstermektedir. Zira İbnu Mes'ûd, Ebu'd-Derdâ ve Ebu Mes'ud el-Ensârî'yi "çok hadîs rivâyet ettikleri için" hapse atmıştır.

Ömer (radıyallahu anh)'in çok rivâyeti sebebiyle dikkat çeken, târizlere mâruz kalan Ebu Hurayra (radıyallahu anh)'ye karşı tutumu da burada kayda değer. Bir gün Ebu Hurayra'yi, çok rivâyetten menetmek maksadıyla huzuruna çağırır ve sorar:
- Falancanın evinde Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber olduğumuz günü hatırladın mı?"
Ebu Hurayra (radıyallahu anh) : - Evet! Ve beni de ne için çağırdığını şimdi anladım" der.
Bunun üzerine Ömer (radıyallahu anh): - Hayır (mâdem öyle, seni menetmiyorum!) git ve rivâyet et!" der.
Ama, yine de bir başka rivâyetten anlıyoruz ki, Ömer (radıyallahu anh)'in getirdiği yasaklama havası Ebu Hurayra (radıyallahu anh) üzerinde bile tesir icra etmiş ve onu az ve ölçülü rivâyete sevketmiştir:

Ebu Seleme der ki: "Ebu Hurayra (radıyallahu anh)'den sordum: "Sen Ömer (radıyallahu anh) zamanında da böyle (çok) hadîs rivâyet eder miydin?"
Bana şu cevabı verdi: "Ben Ömer zamanında, size rivâyet ettiğim gibi çok hadîs rivâyet etseydim, o beni kamçısıyla döverdi".
(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/49-50)


Ömer'in Hadîs Öğrenmeye Teşvîkleri:

Sözü bu noktada bırakıp asıl mevzuumuza devam ettiğimiz takdirde, Ömer (radıyallahu anh) hakkında yanlış kanaat edinmemize sevkedebilecek bir eksiklik olacaktır. Halbuki ilimde esas olan, bir mevzuya giren her noktayı imkan nisbetinde ibraz etmek, nazar-ı dikkatlere arzetmekir. Meseleyi bu noktada bırakmak ayrıca hadîs düşmanlarının eline de istismar edecekleri bir koz vermek olur. Çünkü, İbnu Abdilber'in kaydettiği üzere, başta yukarıda sunduğumuz Karaza hadîsi olmak üzere, Ömer (radıyallahu anh)'in hadîs rivâyetine koyduğu tahdidle ilgili rivâyetleri, "Sünnete sataşmayı meslek edinmiş, bid'at ehli ve benzerlerinden câhil ve mârifetsiz takımı, delil olarak kullanarak müslümanları Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hadîslerinden uzaklaştırmaya, hadîse gerek olmadığına inandırmaya çalışmışlar, hadîs ehlini de kötülemeye vesile kılmışlardır. Halbuki Kitabullah'ın gösterdiği hedefe ancak sünnetle ulaşılabilir."

İbnu Abdilber, âlimlerce dermeyan edilen bir çok sebeplerle, Ömer'in tahdid siyâsetinden, kötü niyetlilerin çıkardığı mânâları çıkarmanın mümkün olmadığını belirtir. Özetleyelim:
1- Ömer (radıyallahu anh) bu tahdidiyle Kur'ân'ı ihmal etmeyi önlemeye çalışmıştır.
2- Söz konusu yasaklama bir hüküm ifade etmeyen, sünnet olmayan sözlerle ilgilidir. Hatta bu görüş sâhipleri Karaza hadîsinin zayıflığına dikkat çekerler. Çünkü daha mevsuk rivâyetler Ömer (radıyallahu anh)'in hadîs öğrenmeye teşvîk ettiğini göstermektedir. Mesela şu delillere bakalım:

"Ubeydullah İbnu Abdillah İbnu Utbe, Ömer'in bir cuma günü şu hutbeyi irad ettiğini rivâyet etmiştir:
".... Ben size Allah'ın söylememi takdir ettiği bir konuşma yapacağım. Kim bunu öğrenir, anlar ve ezberlerse gidebildiği yere kadar gidip anlatsın. Kim de bunu (aynen) aklında tutmaktan korkarsa ben ona hakkımda yalan söylemesini helâl etmiyorum. Allah (celle celâluhu), Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak ile gönderdi. O'nunla birlikte Kitap indirdi. O'nunla indirdiklerinden biri de recmdir..." Şu halde bu rivâyet de gösteriyor ki, Ömer (radıyallahu anh)'in Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den çok rivâyeti yasaklayıp, az rivâyeti emretmesinden maksad, Rasûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) hakkında yalan ve hatayı önlemektir. O, çok rivâyet edilince iyi akılda tutulmamış, hıfzı güzel yapılmamış şeylerin de rivayet edilebileceğinden korkuyordu. Çünkü rivâyeti az olanın zabtı, çok olanın zabtından daha kuvvetli olur. Az rivâyet, çok rivâyette emin olunamayan sehiv ve hatadan daha selâmettedir. İşte bu sebeble Ömer (radiyallahu anh) rivâyette azlığı emretmiştir. Şâyet rivâyetten hoşlanmayıp kötü addedseydi onun azını da çoğunu da yasaklardı.
Nitekim şöyle dememiş midir:
"- Kim hadîsi hıfzetmiş ve aklında tutmuş ise rivâyet etsin."
Nasıl olur da, onlara, Rasûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)'dan hem hadîs rivayet etmeyi emreder hem de yasaklar. Bu doğru ve makul değildir. Rasûlullah (aleyhissalatu vesselâm)'dan az rivâyette bulunmayı emrederken nasıl olur da rivâyet yasağı koymuş olur. Üstelik: "Kim benim sözümü öğrenir, anlar ve ezberlerse gidebildiği yere kadar gidip anlatsın" diyerek kendi sözünü rivayete teşvik etsin ve ilâveten: "Kim de onu (aynen) aklında tutmaktan korkarsa hakkımda yalan söylemesin" dediği halde Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında kesin yasak koysun, bu mâkul değil..."

İbnu Abdilber, Medine ehlince Ömer (radıyallahu anh)'den rivâyet edilen sahîh âsâr'dan başka, Kitap ve Sünnete olan muhâlefeti sebebiyle Karaza hadîsinin bu babta huccet olamayacağını söyledikten sonra Kitab ve Sünnet'ten bazı örnekler kaydeder:"

Kitaptan örnekler:

"Allah'ın Rasûlünde sizin için güzel bir örnek vardır." (Ahzab: 33/21)
"Rasûl size ne getirmişse onu alın." (Haşr: 59/7)
"O halde Allah'a ve O'nun ümmî peygamber olan Rasûlune -ki kendisi de o Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmekte olandır- iman edin, ona tâbi olun, tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız." (A'râf: 7/158)

"Şubhesiz ki sen herhalde doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun. O yol Allah'ın yoludur..." (Şura: 42/52)

Kur'an'da bu çeşit âyet çoktur. Bu âyetlere tâbi olmak, hükmünü yerine getirmek, emirlerin hududunda durabilmek ancak Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan gelecek rivâyetlerle mümkündür. Öyleyse Ömer (radıyallahu anh)'in Allah'ın emrine muhalif bir emirde bulunacağını kim aklından geçirebilir. Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Allah, benim sözümü dinleyip belleyen, sonra da dinlemiyene ulaştıran kulun yüzünü (kıyâmet günü) tâze kılsın" buyurmuştur. Bu hadîste de kendisinden tebliğde bulunmaya, te'kidli bir teşvik mevcuttur. Keza Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Benim konuştuklarım dışında da benden alın ve bana nisbet ederek rivâyet edin"... Bu söz de, bu babta, aklı ve idraki olanlar için gündüzden daha aydınlıktır".

İbnu Abdilber bir de şu mulâhazayı yürütür: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan rivâyet ya hayırdır, ya şer. Şayet hayırsa -ki hayır olduğunda şubhemiz yok- hayırda çokluk efdaldir, daha iyidir. Şayet şerse Ömer (radıyallahn anh)'in halka şerden az miktarda işlemelerini tavsiye edeceğini zannetmek câiz olmaz. Öyle ise bu söylediğimiz husus, sana, Ömer'in hadîs rivâyetini az yapmayı emretmesi, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında yalan ve hataya düşülme korkusundan, Sünnet ve Kur'an üzerine düşünmeye vakit kalmayacak kadar meşguliyete dalmak korkusundan olduğunu göstermelidir. Zira çok rivâyet eden kimseyi mutlaka tefekkürsüz ve kavrayışsız bulursun."

Bundan sonra İbnu Abdilber Ömer (radıyallahu anh)'in mevzuya müteallik bazı sözlerini kaydeder:

"Kim bir hadîs dinler, sonra da duyduğu şekilde (yani artırıp eksiltmeden) rivayet ederse selâmete erer."

"Ferâizi ve sünneti öğrenin, tıpkı Kur'ân'ı öğrendiğiniz gibi:" (Kur'ân ve sünneti burada bir tutmuştur.)

"Sünnet, feraiz ve lahm (dilin doğru kullanış kaideleri) tıpkı Kur'ân'ı öğrendiğiniz gibi öğrenin".

"Rey'den sakının. Zira rey ashabı sünnet düşmanıdır. Hadîsler, onları kör etmiştir, ezberleyemezler".

"Yolların en hayırlısı Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in yoludur".

"Birgün gelecek Kur'ân-ı Kerîm'in müteşâbih ayetlerini kendilerine delil yaparak sizinle mucâdeleye girişecek kimseler çıkacak. O zaman onlara karşı sünneti esas alın. Zira, Sünnet ehli, Kur'ân'ı iyi bilen kimselerdir."

Ayrıca daha önce kaydedildiği üzere birçok durumlarda Ömer halka başvurarak, ortaya çıkan vak'ayı aydınlatıcı rivâyet sormuş ve söylenince hükmüyle amel etmiştir.

İbnu Abdilber, Ömer (radıyallahu anh)'den rivâyet edilen sözleri sahîh ve ittifâk edilmiş sözler olduğunu belirttikten sonra şu netice'nin çıkacağını belirtir:

"Kim bir hadîste şubheye düşerse terketmelidir, aksine eksiksiz olarak ezberlemişse onu rivâyet etmesi câizdir".

Bu mevzuyu aynı minval üzere işlemiş bulunan İbnu Hazm da, Ömer (radıyallahu anh)'in hadîs rivâyetini yasaklamasıyla ilgili rivâyetlerin, hüccet kılınamayacak kadar zayıf olduğuna hükmettikten sonra şöyle der: "Şayet bu rivâyetler sahihse, yasaklama, Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hadîsleriyle ilgili olamaz, geçmiş ümmetlere ait hikâyelere veya onlar gibi içerisinde fıkıh bulunmayan kıssalara aittir... Çünkü hadîs rivâyetinden men etmek değil Ömer (radıyallahu anh)'e, hiçbir müslümana helâl olmaz."

Mevzu üzerine serdedilen mütâlaa ve açıklamalar -ki çoğunluğunu yukarıda kaydettik- Ömer (radıyallahu anh)'in hadîs rivâyetine tahdid koyduğunu ifâde eden rivâyetlerin reddine hükmetmeye veya zayıflığını iddia etmeye hâcet bırakmıyor. Çünkü hadîse, ihtiyaca muhâlif bir yönü yok. Tıpkı Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bidayette hadîs yazmayı yasaklaması gibi, Ömer (radıyallahu anh) de, Kur'ân-ı Kerîm'e verilmesi gereken himmetin zayıflamaması, hadîs rivâyetinin rastgele, disiplinsiz bir tarzda yapılarak, hatalı ve yanlış sözlerin hadîslere karışmaması, yapılan rivâyetlerin anlaşılması, iyi öğrenilmesi gibi maksatlarla bazı tahdîdler, yasaklamalar koymuştur.Onun bu davranışı sünnete olan bağlılığının ve hadîse atfettiği kıymetin bir tezâhurudur. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/50-54)


Peygamber de Az Rivayeti Emreder:

İbnu Abdilber kaydettiğimiz sonucu yani Ömer'in yasaklamalarının iyice öğrenilmemiş şeylerin rivâyetini ilgilendirdiği hususunu belirttikten sonra Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hadîslerinde de bu yasaklamanın mevcudiyetine dikkat çeker ve örnek olarak birkaç hadîs kaydeder:

"Kişi için, yalan olarak her işittiğini rivâyet etmesi yeterlidir."
"Çok sözden sakının. Benden bahiste bulunan sadece hak olanı söylesin."
"Kim benim hakkımda, rastgele konuşur, söylemediğimi bana söyletirse ateşteki verini hazırlasın."
"Kim benden olmadığını sandığı bir hadîsi rivâyet ederse bu kimse iki yalancıdan biridir."
"Kim, yalan sanılan bir hadîsi benden rivâyet ederse, o kimse iki yalancıdan biridir".


Az rivâyet etmeyi prensip edinenlerle ilgili olarak az sonra kaydedeceğimiz açıklamalara ve onların sözlerine dikkat edilince yukarıda kaydettiğimiz bu rivâyetlerin tesiri ayân beyan görülecektir. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/54)


Diğer Sahâbelerin Tutumu:

Hadîs rivâyetindeki ihtiyatkâr tutum sâdece Ebu Bekir ve Ömer (radıyallahu anhüma)'de görülen bir husus değildir. Başka sahâbeler (radıyallahu anhum ecmain)'de de benzer davranışlar mevcuttur.

Ali yemin ettiriyor:
Şu rivâyet Ali (radıyallahu anh)'nin Rasûlullâh (aleyhissalâtu vesselâm)'dan yapılan yeni bir rivâyet işitince, mutmain olmadığı takdirde yemîn ettirdiğini ifâde eder: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan hadîs işittiğim vakit Allah'ın dilediği kadar ondan istifade ediyordum. Başkası tarafından rivâyet edilince de şüpheye düşersem yemîn teklif ediyordum, şâyet yemin ederse inanıyordum..."

Muâviye tahdîd koyuyor:
Zehebî'nin belirttiğine göre, Muâviye (radıyallahu anh) de, hadîs rivâyetini Ömer (radıyallahu anh) zamanında yapılmış olanlarla sınırlamak ve dondurmak istemiştir. Recâ İbnu Ebî Seleme'nin rivâyetine göre Muâviye: "Size Ömer zamanında rivâyet edilmiş olan hadîslerle iktifa etmenizi tavsiye ediyorum. Zira O, Rasûlullah (aleyhissalûtu vesselâm)'dan hadîs rivâyeti hususunda halkı korkutmuştur. (Böylece onun zamanında kendinden emin olanlar hadîs rivâyet etti.)" (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/54-55)



***

Rasulullahın sahih hadislerine inanmayan munkirler, ashabının hadislerine (hakkındaki sözlerine) mi inanıyorlar? hayırdır işlerine mi geliyor ne?

Ebu Bekir ve Ömer (r.anhuma)’ın hadisleri yasaklaması halk arasında şahitdsiz ve delilsiz olarak peygambere isnad edilebilecek rivayetlerin önüne geçmiştir. Yasak; ilim ehli dışındaki rivayetleri engellemeye yönelik bir yasaktır. Dört halife dönemi içerisinde peygamberin sahabesi peygamberin sünnetini biliyorlar ve bizzat yaşıyorlardı. Ancak daha sonraki dönemlerde yeni Müslüman olanların dini yanlış anlamaları neticesinde, hadisleri Peygamber’den ilk duyup hıfzeden sahabe neslinin bir bir aradan çekildiğini ve yerlerine kendileri gibi sünneti bilen hafızların bırakılmadığını, ayrıca bid’atlerin de yayılmaya başladığını gören halîfe Ömer b. Abdulaziz (rahimehulah) bütün vâli ve âlimlere mektub göndererek bizzat devlet emriyle hadislerin yazıya geçirilmesini emretmiştir. Emrin gereğini ilk gerçekleştiren ünlü alim imam Zuhrî (ö.124/741) olmuştur. (İbn Hacer, Fethu’l-Barî, 1/208)

İslâm âlimleri daha Sahâbe döneminde hem yazılı, hem sözlü olarak hadîsleri zabt ve tedrîs ederken çok sıkı ve ciddî davranmıştır. Bizzat ilk halîfeler tarafından temelleri atılıp muesseseleştirilen tahkikli hadîs alma verme metodu, araya suiniyet sâhiblerinin girmesine, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan olmayan şeyleri bilerek sokmaya mâni olmuştur: Ebu Bekr(radıyallahu anh), önceden duymadığı bir hadîs işitecek olsa -sıhhati hususunda tereddut duyması hâlinde- ikinci bir şâhid isterdi. Aynı yolda giden Ömer (radıyallahu anh) daha da ileri giderek hadîs rivayetine tahdîd koymuş, rastgele ve çok fazla rivâyette bulunanları hapse attırmış, kamçılatmıştır vs. Ali (radıyallahu anh) işittiği hadîste mutmain olmazsa rivayet edene yemin ettirirdi. Osman (radıyallahu anh) zamanında patlak veren fitnelerden sonra siyasî maksadlı hadîs uydurma hâdiseleri görülmeye başlayınca âlimler "hadîs dindir, dininizi kimden aldığınıza dikkat edin" düsturuyla hareket ederek diyânet, ahlâk ve murûvvet yönlerini iyice bilmedikleri kimselerden hadîs almamaya, hadîs rivâyet eden kimseye de "Sen kimden bu hadîsi dinledin, o kimden işitmiş?" diye tahkîk etmeye başlamışlardır. Böylece Ashâb'tan itibaren, ahvali çok iyi bilinenlerden hadîs alma ve aldığı şekilde başkalarına anlatma muessesesi doğmuştur.
Ayrıca talebe hocasından ezber veya yazı yoluyla aldığı hadîsleri, "Bunlar senin rivâyetlerindir, senden aldım" diye hocanın kontrolüne sunup, "Evet bendendir, rivâyet edebilirsin" iznini almadan rivâyet etmemiştir. Bu, hocadan-talebeye icâzet muessesesi, hadîslerin sıhhatini azâmî ölçüde korumaya bir başka garantidir.

Sahâbe'nin sağlığında başlayan bu an'ane, hadîsleri kitap haline koyan büyük müelliflere kadar fasılasız devam edecektir. Hadîs kitaplarının te'lîfi ayrı bir konu. Bu, Rasûlullah (aleyhissalâtu vessalâm)'ın sağlığında başlar. Bugün, birinci, ikinci hicrî asırda yazılmış hadîs kitaplarına sahibiz, Kütüb-i Sitte üçüncü asırda yazılmış ise de, hadîs o devre kadar hep ezber yoluyla gelmemiştir. Ebu Hurayra (radıyallahu anh)'nin talebesi Hemmâm İbnu Munebbih'in risalesi bulunmuştur. Ali'nin üçüncü göbekten torunu Zeyd İbnu Ali'nin Musned'i her yönüyle mükemmel bir hadîs mecmuasıdır, ikinci asrın başlarında te'lîf edilmiştir. İmam Mâlik'in Muvatta adlı meşhur eseri bir başka yazılı âbidedir. İmam Mâlik'in vefatı 179'dur. Vefatı 211 olan Abdurrazzak'ın Musannaf'ı onbir cilttir.
Kısacası, Kutub-i Sitte müelliflerinden çok önce, hadîsler kitablar hâlinde yazılı hâle konmuştur. Fazla söze ne hâcet, hadîslerin İslâm âleminin her tarafında, sistemli bir şekilde mecburi yazdırılması demek olan tedvîn işinin, resmen devlet tarafından ele alınması hâdisesi birinci asrın sonlarında cereyan ettiğinin bilinmesi hadîslerin yazılı an'aneye geçmesinin eskiliğini göstermeye yeterlidir. Bir başka ifâdeyle hadîsler üçüncü asırda sâdece tasnîf edilmiştir. Yâni ilk defa Buhârî olmak üzere Kütüb-i Sitte İmamları, hadîs ulemasından cemedip topladıkları hadîs malzemesini ayıklamaya tâbi tutmuşlar, umumiyetle benimsenen sıhhat şartları açısından sahîh olanları, diğerlerinden temyîz etmişlerdir.
Şu hususu da belirtmek gerekir: Hadîsçiler, hiçbir dine nasîb olmayan bir ilim geliştirmişlerdir, buna cerh ve ta'dîl ilmi denir. Yani, hadîsleri üçüncü asra kadar rivâyet etmiş olan şahısları inceleme ilmi. Yani bir hadîsi Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'den hangi sahâbî dinlemiş, kime anlatmış, o şahıstan kim işitmiş... Böylece elimizdeki bütün hadîsleri, kitabına alan müelliflere gelinceye kadar Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan sonra kimler rivâyet etmiş bilmekteyiz. Bilgimiz sâdece bu rivâyet zincirine giren şahısların ismi değil, onların şahsiyetleri, kısaca hayat hikâyeleri, hâfıza durumu, diyânet durumu, ahlâkî, insanî durumu, hocaları, talebeleri vs. Ve zannedilmesin ki, bu ilim sonradan geliştirildi. Hayır, tahkîk göstermiştir ki bunun temeli Ömer (radıyallahu anh) tarafından atılmıştır. Hattâ Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e kadar çıkarmak bile mümkün. Bu ilim sâyesinde bugün onbinlerce insanın hayatını bulabilmekteyiz.

Hadîsçiler, tedkîkten sonra, güven vermeyenlerden hadîs almamışlardır. Öyle hadîsçiler olmuştur ki, yolda yemek yiyen, musiki dinleyen, hakkında menfi söz edilen, dinî yaşayışında noksanlık bulunan kimselerden hadîs almamıştır. Hadîsin sahîh ve makbul olma şartlarından biri, hadîsi muellife kadar rivâyet eden şahısların Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e varıncaya kadar birbirlerini görmüş olma durumudur, buna senette ittisal denir. Bir diğer muhim şart bu zâtlardan her birinin müslüman, itikadı sağlam, dindâr, yalancılık ithamından uzak, ahlâken mazbut, hâfıza durumunun iyi olmasıdır. Buhârî ve Müslim bu şartları daha da sıkı mertebelere götürdükleri için onların eserlerine olan itimad daha fazla olmuştur.
Böylesine sıkı ve güven verici şartlar altında bize intikal eden hadîslerden bir kalemde teberri etmeye kalkmak, güvensizlik ifâde etmek olacak şey değil. Hadîsden şubhe etmek, hayatta pek az şeye inanmamızı gerektirir. Hıristiyanlık, Yahudilik ve diğer bütün dinlerin kitapları değerini tamamen yitirir, efsâneye dönüşür. Tarih kitablarının çoğunu çöpe atmak gerekir. Çünkü hiçbiri, hadîslerin mazhar olduğu tedkîk ve tenkîdden geçmiş değildir ve böyle bir tedkîk ve değerlendirmeye kesinlikle tahammül edemezler.


Ebû Bekir (r.anh), Peygamberimizden 142 hadis rivayet etmiştir.
Ömer bin el-Hattab (r.anh): 500 hadis rivayet etmiştir.
Ali bin Ebi Talib (r.anh): 500 hadis rivayet etmiştir.
Osman bin Affan (r.anh): 146 hadis rivayet etmiştir. (İbni Hazm, Cevamiu’s-Sir)


HADİS - SÜNNET

https://www.islam-tr.org/konu/hadis-sunnet.11790/
 
AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
Cezakallahu hayran kardeşim, Allah soruma ayırdığın her saniyenin ecrini versin. Amin. Haddini bilmez sapıklar bir de utanmadan sahabeye iftira atıyorlar. Allah ıslah etsin bunları.
(Muhammed.32) - İnkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet yolu belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelenler hiçbir şekilde Allah'a zarar veremezler. Allah, onların amellerini boşa çıkaracaktır.
@Abdulmuizz Fida abi bu ayet sünneti inkar edenler ile ilgili olabilir mi? Çünkü inkar edenlerle, peygambere karşı gelenler ayrı zikrediliyor.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Hadis inkarcılarıyla ilgili değil.

Muhakkak ki o küfredip de Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet belli olduktan sonra O Rasûl'e karşı gelenler, Allah'a hiçbir zarar veremeyeceklerdir. O, bunların amellerini boşa çıkaracaktır. (Muhammed 32)

Suddî bu âyet-i kerimenin el-Hâris ibn Suveyd ve Vahvah el-Ansârî haklarında nazil olduğunu; bu ikisinin irtidad ettiklerini, Hâris'in daha sonra pişman olarak dönüp Peygamber (s.a.v.)'e geldiğini, diğerinin ise küfründe musir olarak öldüğünü söylemiştir. İbn Abbâs ise Bedr Gazvesinde muşrik ordusunun iaşesini üstlenenler hakkında nazil olduğunu söyler. (İbnu'l- Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, vn, 412.)
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt