Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Dinin Güneşi: Ibnu’l Kayyim El-cevziyye -rahimehullah- (1292-1350)

ruhisukut Çevrimdışı

ruhisukut

Önce tanı sonra bağlan!
İslam-TR Üyesi
%C3%87al%C4%B1%C5%9Fma-Y%C3%BCzeyi-8.png


Dinin Güneşi: İbnu’l Kayyim el-Cevziyye -rahimehullah- (1292-1350)

Talebesi İbn Receb (rahimehullah), hocası İbn Kayyim’den söz ederken, ilimdeki derecesini ifade etmek için “Dinin güneşi, şeyhimiz” ifadesini kullanmıştır.

Hayatı

Asıl adı Ebu Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebu Bekr b. Eyyüb ez-Zürâî ed-Dımaşkî el-Hanbelî olan İbnu’l Kayyim el-Cevziyye, babası Şam’daki el-Cevziyye medresesinde Kayyim (1) olduğu için İbnu’l Kayyim el-Cevziyye diye meşhur olmuştur. İbn Kesir (rahimehullah), Cevziyye medresesi için dönemin medreselerin en iyisi olduğunu söyler.

İki oğlundan küçüğüne nisbetle “Ebu Abdillâh” künyesini alan İbnu’l Kayyim, 7 Safer 691 (29 Ocak 1292) tarihinde Dımaşk’ta doğmuştur.

İbnu’l Kayyim’in yaşadığı dönemde Haçlı savaşları sonrası ve zayıflayarak da olsa süren Moğol saldırıları sebebiyle İslâm dünyasında oldukça karışık, çalkantılı ve hükümdarlar arası çekişmelerin yaşandığı bir dönemdir. İzzüddîn İbni Abdüsselâm gibi İbn Teymiyye ve İbnu’l Kayyim da yöneticileri yaptıklarından dolayı uyarmıştır.

İbnu’l Kayyım kitaplarında da toplumda tedaviye muhtaç hastalık olarak gördüğü hatalı vaziyetlere dikkat çekiyordu. Bu istikrarsız şartlar muvacehesinde, ülkede dini durum da kötüye gitmekteydi. Emir ve sultanların çoğu kötü örnek idi, haramlar kolayca işlenir olmuş ve yayılmıştı. Makamına geçmek için, birbirlerinin kanını dökmekteydiler.

Dönemindeki durumu izah için şu ifadeyi kullanır: “Bu zamanda nassları da aciz halîfe mesâbesine indirgediler. Öyle bir halife ki adına para basılır, hutbe okunur ama hükmü ve sultası yoktur.”

İbn Kesir’den gelen bir rivayete göre 749/1348 yılında tâun hastalığı öylesine yayılmıştır ki, bu hastalığa yakalanan yüzlerce kişi ölmüştür. Bu hastalık bir eve girdi mi neredeyse ev ahalisinin tamamını öldürdüğü kaydedilmiştir. İbnu’l Kayyim, toplumun bu çaresizliğine devâ olmak için “et-Tıbbu’n- Nebevi, et-Tâun” gibi kitaplar yazarak insanları sağlıklı yaşama ve hastalıklardan korunma konularında aydınlatmaya çalışmıştır.

İbnu’l Kayyim el-Cevziyye’nin üç tane oğlu olmuş, bunların üçü de ilimle meşgul olmuşlardır. Büyük oğlu Burhanüddin İbrahim b. Şemsüddin hicri 716 yılında doğmuş, nahivci ve aynı zamanda iyi bir fakih olmuştur.

Küçük oğlu olan Şerefüddin Abdullah b. el-İmam Şemsüddin Muhammed, hicri 723 yılında doğmuş ve 756 yılında vefat etmiştir. Çok parlak bir zekâya sahip olan ve henüz dokuz yaşında hafız olan bu oğlu, genç yaşta vefat etmiştir.

Diğer oğlu Ahmed b. Şemsüddin Muhammed b. İbrahim ed-Dımaşkî dir. O da babası gibi önceleri ilim ehli arasında meşhur olmuş, sonra attarlık yapmaya başlamış ve ilerleyen zamanlarda ailesi Mısır’a göç etmiş ve 773 yılında Tâun hastalığına yakalanarak vefat etmiştir.

İlmi Şahsiyeti

Babası Ebu Bekir rahimehullah, ferâiz başta olmak üzere çeşitli dini ilimler sahasında şöhretli bir âlim olduğu için İbnu’l Kayyim’in ilmi kimliğinin oluşmasında önemli rol oynamıştır ve İbnu’l Kayyim ilköğrenimini babasından aldı.

Öğrenim hayatına babasından aldığı derslerle başlayan İbnu’l Kayyim, daha sonraları farklı hocalardan da dersler aldı. Hocaları arasında kendisi üzerinde en büyük etkiyi İbn Teymiyye’nin (rahimehullah) bıraktığını söyler. Mısır’a 712/1312 senesinde dönüşünden vefatına kadar İbn Teymiyye’den ayrılmamış, hayatı boyunca tuttuğu yolu ve mezhebini ondan almış, inceleme metodunda ona uymuş ve ondan faydalı ve geniş bir ilim tahsil etmiştir ve aralarında örneğine zor rastlanır bir hoca-talebe ilişkisi sergilemişlerdir. Bu bağlılığa dikkat çeken İbn Hacer el-Askalâni (rahimehullah), İbn Kayyim’in hiçbir hususta hocasının görüşlerinin dışına çıkmayacak kadar ona bağlılık gösterdiğini ve esasen İbn Teymiyye’nin kitaplarını ve ilmini yayanın İbnu’l Kayyim olduğunu belirtir ve şöyle der: “İbn Teymiye’nin en büyük eseri İbnu’l Kayyim’dır. Onun, bundan başka eseri olmasaydı bile, bu onun büyüklüğünü gösterirdi.”

Bid’atlerle mücadelede ve selef-i sâlihinin mezhep ve yoluna dönmek gerektiği hususundaki gayretlerinden dolayı dönemin yönetimi tarafından hocası İbn Teymiyye ile birlikte Şam Kalesi’nde hapse atılmıştır. Mısır ve Irak gibi bölgenin ilim beldelerinden bölge âlimler, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’e destek veren mektuplar yazmışlar ve onları hapse atanları kınamışlardır.

Hocasıyla birlikte hapiste sıkıntı ve işkencelere maruz kalmış ve kamçıyla dövülerek bir deve üzerinde sokaklarda dolaştırılmıştır. Hocası İbn Teymiyye’nin 728/1327’de vefatından sonra hapisten çıkarılmıştır. Daha sonraları da verdiği bazı fetvalarından dolayı birçok defa hapse atılmıştır.

İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye İle Bir Hapishane Arkadaşının Konuşması

Arkadaşı: “Senin ile hapishanede bulunmak, Burhan (onları zindana atan kişi) ile cennette bulunmaktan iyidir.”

İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Sabret! Sabret ey kardeşim, Allah bizimle beraberdir.”

Arkadaşı: “Sen ayağını sabır merdivenine dayandırdığın için bunu hissediyorsun. Ama bense karanlık gözleri kamaştırıyorum. Onu bırakıp bana ışığı (doğru yolu) göster lütfen. Tut elimden, benimle derece derece çık (yüksel).”

İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Sevgi… Sevgi, cennetliklerin onda yarıştıkları bir makamdır. Sevginin alâmetlerinden biri de özlemdir. Allah’a karşılaşmayı uman bilsin ki Allah’ın bunun için tayin ettiği vakit gelecektir.”

Arkadaşı: “Bu özlem içinde olanların taziyesidir.”

İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Evet… Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir duasında diyordu ki: “Ey Rabbim senin cemâlini görme lezzetini ve sana ulaşma özlemini bana nasip et.”

Arkadaşı: “Biz nasıl Allah’a kavuşmak için özlem duyacağız? Biz şeytanlara tâbi olmuşuz. Cezâmız büyük, suçumuz ağır.”

İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Sevgiyi öğren.”

Arkadaşı: “Peki nasıl?”

İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Farzlardan sonra nâfileleri kılmakla ve her ne olursa olsun yapman gereken her zaman Allah’ı kalp ve dil ile zikret.”

İlme Adanan Ömür

İbnu’l Kayyim, İbn Teymiyye daha hayatta iken ders vermeye başladıysa da düzenli olarak (h.743/1342) yılında Sadriyye Medresesi’nde hocalığa başladı ve ölünceye kadar bu görevini sürdürdü. Bu sırada İbnu’l Kayyim’den birçok faziletli âlim ilim almıştır. Öğrencileri arasında iki oğlu Cemâlüddîn Abdullâh ile Burhânüddîn İbrâhim’in (2) yanı sıra İmam Zehebî, Takiyyüddîn es-Subkî, İbn Receb el-Hanbeli ve İbn Kudâme el-Makdisi gibi dönemin ilim adamları da ondan faydalanmıştır.

Ömrünü ilmi hakikatleri yaşama, yaşatma ve kitap te’lif etmeye adaya İbn Kayyim’ın kitap toplamaya meraklı olup zengin bir kütüphanesinin bulunduğu söylenmiştir.

Talebesi İbn Receb (rahimehullah), hocası İbn Kayyim’den söz ederken, ilimdeki derecesini ifade etmek için “Dinin güneşi, şeyhimiz” ifadesini kullanmıştır.

Takvası

Kendisiyle aynı asırda yaşayan İbn Kesir (rahimehullah) şöyle aktarır: “İbnu’l Kayyım el-Cevziyye devamlı mücadelede bulunmasına ve durmadan telif etmesine rağmen zamanımızda onun kadar çok ibadet edeni görmedim. Namaza durduğunda kıyâm, rukû ve secdesini son derece uzatırdı. Bundan dolayı bazen arkadaşlarının tenkidine uğrardı. Buna rağmen aynı şekilde bu halini devam ettirirdi. Onun ahlâkı güzel olduğu kadar kırâatı da güzeldi. Kimseye haset etmez, eziyet vermez ve kimseye karşı kin gütmezdi.” (3)

Bir müddet Mekke’de kalan İbnu’l Kayyim el-Cevziyye, ibadete düşkünlüğü ve sık sık Kâbe’yi tavaf etmesi ile Mekkeliler’in dikkatini çekmiş, Mekkeliler de onun bu halini insanlara aktararak ismini yaymıştır.

Hafız İbn Receb (rahimehullah) hocasının takvasını şöyle anlatır: “Allah rahmet etsin, üstadımız ibadete düşkün, gece namazlarına kalkan, namazı oldukça uzun kılan bir zattı. Kendini ibadete verirdi. Zikre çok düşkündü…”

Eserlerinden Alıntılar

Fayda Vermeyen On Şey

“Kaybolan ve fayda vermeyen on şey vardır ki, bunlar:

  1. Amel edilmeyen ilim.
  2. İhlâs olmayan ve Peygamber — örnek alınmayan (sünnete uygun yapılmayan) amel.
  3. Allah yolunda harcanmayan maldır.
  4. Allah Teâlâ’yı sevmekten ve O’nunla birlikte olmaktan arınmış olan kalp.
  5. Allah Teâlâ’ya itaat ve hizmet etmekten yoksun olan beden.
  6. Sevgilinin rızâsına uymayan ve emirlerine bağlı kalmayan sevgi.
  7. Boşa geçirilen ya da iyilik ve yakınlık sağlamayan vakit.
  8. Fayda vermeyen şeylerde dönüp dolaşan fikir.
  9. Seni Allah Teâlâ’nın rızâsına yakınlaştırmayan ve dünyanı da düzeltmene sebep olmayan hizmet.
  10. Kendisine bir zarar, fayda, ölüm, hayat ve yeniden diriliş sağlayamayan ve canı, Allah Teâlâ’nın elinde esir olan kimseden korkman ve ona ümit beslemen.
Bu kaybedilen şeylerin en büyüğü ve her kaybedilen önemli şeyin temelini oluşturan şeyler, iki tanedir: Kalbi ve vakti kaybetmektir.

Kalbi kaybetmek; dünyayı, âhirete tercih etmektir.

Vakti kaybetmek ise; (ölmeyecek gibi) uzun emellerle yaşamaktır.”

Mutluluğun Üç Adresi

Birincisi: Kendisine nimet verildiğinde şükretmek

İkincisi: İmtihana tâbi tutulduğunda sabretmek

Üçüncüsü: Günah işlediğinde Allah’tan bağışlanma dilemek

Bu üç şey mutluluğunun adresi, dünya ve âhiretteki kurtuluşunun alâmetidir. Bir kul bunlardan ayrı kalmamalıdır. Kul, bu üç tabaka arasında dönüp durur:

Nimete karşı şükür; Allah’ın nimetleri peş peşe gelir. Onları ancak şükür tutar.

Şükür üç temel üzere yükselir: Nimeti bâtinen itiraf etmek, onu zâhiren dile getirmek, onu asıl kefili olanın, bahşedenin ve verenin râzı olduğu yerde kullanmak. Kul bunları yaptığında, eksikleri ve kusurlarıyla birlikte nimete şükretmiş olur.

İmtihan karşısında sabır; İmtihan, Allahu Teâlâ tarafından denenme maksadıyla kulun başına gelen sıkıntılardır. Bu durumda farz olan şey sabretmek ve kendini teselli etmektir.

Sabır; kadere karşı öfkelenmekten kendini alıkoymak, şikâyet etmekten dilini korumak, dövünmek ve elbisesini parçalamak gibi günah olan davranışlardan organlarını alıkoymaktır.

Sabır genel olarak bu üç şey etrafında döner. Kul bunları gereği gibi yerine getirdiği takdirde başına gelen imtihan kendisi için bir bağış ve nimete, uğradığı musibet hediyeye, hoş görülmeyen şey hoşlanılan şeye dönüşür.

Mutluluğun Kısımları

İbnu’l Kayyim el-Cevziyye, “Miftâhu’s Saade” eserinde mutluluğu üçe ayırır:

Birincisi: “Kişinin şahsından değil de dışarıdan kaynaklanan mutluluk.

Zenginliğin ve yaşamın getirdiği mutluluk bu türdendir. Kişi bununla ilgileri üzerine çeker ve itibar görürken, bir gün içerisinde en düşük insan konumuna da düşebilir. Bu şekilde zenginlik yoluyla elde edilen zevkler aldatıcıdır.

İkincisi: Kişinin bedeninden kaynaklanan mutluluk.

Sağlığı, düzgün bir ruh haline sahip olması, organlarının birbiriyle uyumlu olması gibi. Bu öncekine nazaren daha kalıcı bir mutluluktur. Ama gerçekte bu da kişinin şahsına ve özüne nisbetle dışarıdan gelen bir mutluluktur.

Üçüncüsü: Bu gerçek mutluluktur.

Bu fayda veren ilimden gelen mutluluk ve onun meyvesidir. Bu mutluluk her şey değişse de kendisi bâki kalan, kula tüm yolculuklarında ve üç döneminde eşlik eden mutluluktur. Üç dönemle dünyayı, berzâhı ve âhireti kastediyorum. Kişi bununla üstünlük ve kemal dereceleri elde eder.

Erdemler, zorluklara bağlıdır. Mutluluğa meşakkat köprüsünden geçilmeden ulaşılmaz. Ona ulaştıran mesafe ancak ciddiyet ve çaba gemisiyle katedilir.”

İbadet Ehlinin Özellikleri?

– Onun gözünde ibadet sadece başkalarına tercih edeceği bir işten ibaret değildir, aksine onun amacı nerede olursa olsun Allah’ın razı olduğu şeyleri araştırmak ve peşinden koşmaktır.

– Onun kulluğunun mihveri, Allah’ın rızasıdır. O kulluğun mertebeleri arasında dolaşır durur, ne zaman önüne bir menzil çıksa o menzile ulaşmak için gayret eder, onun bu azmi ve gayreti amacına ulaşıncaya kadar sürer gider.

– Âlimleri görsen, onu da onlarla beraber görürsün, abidleri görsen onu da onların yanında bulursun, mücahidleri görürsün, o da onlarladır, zâkirleri görürsün o, onların yanındadır. İhsan ve tasadduk edenleri görürsün o da onlarladır. Kalpleri Allah’a yönelmişleri görsen o da oradadır. İşte, ibadette sınır tanımayan kul budur.

– Nereye giderse Allah’ın emriyle olur.

– O; yağdığı yere fayda veren yağmur, yaprakları dökülmeyen hurma gibidir. Bu hurmanın yapraklarının hepsi dikenlerine varıncaya kadar faydalıdır.

– O, Allah’ın haramlarını çiğneyenlere bir öfkedir.

– Fakat ne yazık ki toplum içinde böyle insanlar ne kadar da azdır ve kendini ne kadar da yalnız hisseder. Ama Allah’la ne büyük ünsiyet elde etmiş ve sevinci ne çoktur. Allah’a karşı ne kadar mutmain ve ne kadar huzurludur!

Allah yardım istenen ve kendisine dayanılandır.” (Medaricü’s-Salikin)

Şeytanın Tuzakları

Kul, isyanında bu fiili kendisine güzel gösterene ve ona teşvik edene bakmalıdır. Bu varlık, o kula musallat edilmiş Şeytan’dır. Şeytan insanı mağlup etmek için karşısına yedi tuzak çıkarır, bunlardan biri ile insanı alt etmek ister. Bu tuzakların her biri, diğerinden daha zordur.

Birinci Tuzak: Allah’ı, dinini, O’na kavuşmayı, kemal sıfatlarını ve peygamberlerinin O’nun hakkında getirdiği haberleri inkâr etmek! Eğer bu tuzakta, o kulu elde etmeyi başarırsa, kula karşı olan düşmanlık ateşi söner ve huzura kavuşur. Eğer kul, hidayeti, basireti ve iman nuruyla bu tuzağı aşar ve kurtulursa şeytan ikinci tuzağa başvurur.

İkinci Tuzak: Bu bid’at tuzağı! Bu da ya Allah’ın peygamberine gönderdiği ve kitabında bildirdiği hakka aykırı inançlar taşımak yahut da Allah’a, müsaade etmediği ve bu tür hiçbir şeyi kabul etmeyeceği dinde sonradan uydurulmuş ibadet şekilleri ve gelenekler yoluyla ibadette bulunmaktır.

Üçüncü Tuzak: Büyük günahlar tuzağı! Şeytan eğer kulu bu tuzağa düşürürse, büyük günahları ona süsleyip güzel gösterir ve devam etmesini sağlar. Kula ircâ (umut) kapısını açarak şöyle der: “İman, tasdikten ibarettir. Bundan dolayı kötülülük ve isyan ifade eden fiiller imana zarar veremez.”

Dördüncü Tuzak: Küçük günahlar tuzağı! Bu günahları çok küçük birimlerle mukayese ederek ona şöyle der: Büyük günahlardan sakındığın müddetçe küçük günahlar sana zarar vermez. Büyük günahlardan kaçınmanın ve iyilikte bulunmanın, küçük günahlara kefaret olacağını, onları sileceğini biliyor musun? Şeytan sürekli olarak bu küçük günahları ona önemsizmiş gibi göstererek, nihayet kulun bu günahlar üzerinde ısrar etmeye başlamasını sağlar.

Beşinci Tuzak: İşleyene bir günah yüklemeyen mübahlar tuzağı! Şeytan bu vasıtayla onun çok ibadette bulunmasını ve âhiret için azık hazırlamasını engeller. Sonra yavaş yavaş onun sünnetleri terketmesini, sünnetlerin terkinden sonra farzları terk etmesini sağlar.

Altıncı Tuzak: Bu tuzak, daha aza tercih edilen ve daha az faziletli olan ameller tuzağı!

Şeytan bunları emreder, kulun gözünde bunları güzel gösterir ve süsler. Daha faziletli, daha kazançlı ve kârlı amellerle meşgul olmaması için bu amellerde bulunan fazilet ve kazancı kula çok gösterir. Çünkü şeytan sevabın esasından kulu uzaklaştıramayınca, o sevabın kemal ve fazlından, yüce derecesinden onu mahrum bırakmaya çalışır.

Yedinci Tuzak: Bu tuzak, o zatın hayır konusundaki derecesine göre Şeytan’ın ordusunu el, dil ve kalp ile ve türlü eziyetlerle o kula musallat etmesi! O kulun mertebesi yükseldikçe düşman da ona süvarileri ve orduları ile saldırır ve ona eziyet verir.” (Medaricu’s Salikin)

İnsanlar Üç Kapıdan Cehenneme Girer

“İnsanlar üç kapıdan cehenneme girmişlerdir: Heva kapısı; bu Allah’ın dininde kuşku etmeyi miras olarak bırakır, şehvet kapısından; bu da hevayı Allah’ın itaatinin ve O’nun rızasının önüne çıkarır. Gazap kapısından; bu da, Allah’ın kullarına düşmanlığa sebep olur.”

Yalanın Zararları

Yalandan mutlaka kaçın! Çünkü yalan; olmayan bir şeyi mevcut, mevcut olan bir şeyi yok, bâtılı hak, hakkı bâtıl olarak, hayrı şer ve şerri de hayır olarak gösterir. Dolayısıyla yalan, bir cezâ olarak, sahibinin düşünce ve ilmini ifsad eder.

Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz yalan (sahibini) günahlara (dosdoğru yoldan sapmaya) götürür. Günahlar da (sahibini) ateşe (cehenneme) götürür (iletir).” (4)

Yalan, ilk olarak insanın nefsinden diline sirâyet eder ve onu ifsad eder. Daha sonra vücudun diğer azalarına sirâyet ederek o azaların bütün amellerini ifsad eder.

Vefatı

İbnu’l Kayyim el-Cevziyye, 13 Receb 751 (16 Eylül 1350) perşembe günü vefat etti ve cenazesi çok kalabalık bir insan topluluk eşliğinde Dımaşk’ta Bâbüssağîr Mezarlığı’nda annesinin yanına defnedildi.

Hafız İbn Kesîr (rahimehullah), dostu İbn Kayyim el-Cevziyye (rahimehullah) vefatı hakkında şöyle demiştir: “Receb ayının onüçünde perşembe gecesi yatsı ezanı vaktinde dostumuz Şeyh İmam Allâme Şemseddin Muhammed bin Ebu Bekir bin Eyyub ez-Zer’î vefat etti.

Kendisi Cevziyye’nin imamı ve buranın kayyımının oğluydu. Ertesi gün öğle namazından sonra Emevi Camii’nde cenaze namazı kılındı. Babu’s-Sağir Mezalığı’nda annesinin mezarının yanına defnedildi. Allah (subhânehu ve teâlâ) ona rahmet etsin.”

Hakkında Ne Söylediler?

* Hafız Zehebî (rahimehullah): “Hadis ilmine, hadis metinlerine ve bazı râvilerine özen gösterdi. Fıkıhla uğraşır ve fıkhı iyi açıklardı. Nahivle uğraşır, öğretirdi. Usul-i Fıkıh ve akaidle de meşgul olurdu. İlimle meşgul olmayı her işin önüne geçirdi ve ilim neşretti.”

* Hafız İbn Hacer (rahimehullah): “Cesur kalpli, geniş bilgi sahibi, hilaf ilmini ve selefin görüşlerini bilen bir zattı.”

* İmam Şevkânî (rahimehullah): “Sahih delillere bağlı, onlarla amel etmekten hoşlanır, şahsi görüşe dayanmaz, hakkı aşikâre söyler ve bu konuda hiç kimseden çekinmezdi.”

* Hafız İbn Recep (rahimehullah): “Şunda yanılma olmaz: Gerçekten o, tefsir ve usûlü’d-din konularında çokça bilgili bir şahsiyetti. Bu her iki ilim dalında çok ileri bir konuma sahipti. Hadis ve hadis fıkhı konularında da öyle olmakla beraber bunlardan deliller çıkartmakta mahir idi ve derecesine neredeyse ulaşılamazdı. Fıkıh ve fıkıh usûlü ile Arapça konularında ise; ilmi gerçekten pek fazlaydı. Kelam ilmini de iyi bilirdi. Ehl-i tasavvufun kelamını, işaret ve inceliklerini de iyi bilmekteydi. Allah’a muhabbet ve yakınlık konularına aşık olan birisiydi. Kendisini Allah’a karşı çok fakir ve mahzun ve Allah’ın önünde yaptığı ibadetinde de kendisini yaratanına karşı oldukça aciz sayardı. Ben hakikaten onun gibisini görmedim. Yine onun ilmi kadar ilmi geniş olan kimse de görmedim. Kur’an ve Sünnet’in mânalarını ve iman hakikatlerini onun gibi bilen de görmüş değilim. Defalarca eziyet ve imtihana maruz kaldı. İbn Teymiye ile birlikte hapsedildi. Hapis müddetince, Kur’an tilaveti ve tefekkür ile meşguldü. Bu sebepten ona birçok hayır verildi.

Sonra, defalarca haccetti ve Mekke’ye mücâveret etti. Mekke halkı, çok ibadet ve tavaf etmesinden ötürü kendisini taaccüb ile anarlardı. Vefatından önce, bir seneden fazla meclisine devam ettim. Kendisinden, Kaside-i Nuniyye’sini ve kitaplarından birçoğunu dinledim. Ayrıca birçok insan kendisinden ilim aldı ve faydalandı. Nice seçkin insanlar kendisini tazim ettiler ve ögrencisi oldular. Elbette ki o masum değildir; ancak bu manasıyla onun gibisini görmedim.”

* Hafız İbn Kesir (rahimehullah): “Çeşitli birçok ilim dallarında ilim sahibi bir kimseydi. Özellikle de tefsir, hadis ve bunların usûlleri dalında. İbn Teymiyye hicri 712’de Mısır’dan döndüğü zaman İbn Kayyim, o vefat edene kadar kendisine çok önem ve bağlılık göstermiştir. Ondan dersler almıştır. Gece ve gündüz olmak üzere Rabbine yakarması ile birlikte birçok ilim dallarında da tek başına öncülük yapmıştır. Kur’an okuması ve ahlâkı çok güzel ve sevecenliği oldukça fazla bir şahsiyetti. Hiç kimseye haset etmez ve eziyet vermezdi. Kimseye kin beslemezdi. Şu âlemde bu zamanda onun gibi çok ibadet eden kimse görmedim. Güzel el yazısıyla, büyük küçük birçok kitap yazdı. Hülasa, eşine az rastlanır biri idi.

Hafız İbnu’l-Kayyim çok sevimli bir insandı. Ne kimseye hased eder, ne eziyet eder, ne bir kimsenin ayıbını ortaya çıkarır, ne de bir kimsede kusur arardı. Ben onun en yakın arkadaşı ve sevdiği biriydim. Bizim zamanımızda dünyada ondan daha fazla ibadet eden ve daha çok nafile ibadet yapan biri var mıydı bilmiyorum? Namazını uzun uzun kılar, rüku ve secdelerini çok uzatırdı. Bazı kereler dostları ona kızarlardı ama o bunu terk etmezdi. Sözün kısası şu ki o, genel olarak bütün yönleriyle kendisine benzer kimse az olan biriydi.”

* İbn Nasır ed-Dımaşki (rahimehullah): “Birçok ilim dallarında söz sahibi bir şahsiyetti. Özellikle tefsir konusunda ve mantık ile mefhum konularında otoriteydi.”

* el-Kadi Burhanüddin (rahimehullah): “Şu gökyüzü altında ondan daha geniş ilmi olan yoktur. Çokça dersler almış ve Cevziyye’de imam olmuştur. Kendi birçok eser yazmış ki, sayısı neredeyse bilinmez. Birçok ilim dalında kitaplar telif etmiştir. Gerek ilme, gerek yazmaya ve gerekse kitaplarına düşkündü. Bunlara olan düşkünlüğü başka şeylere olan düşkünlüğünden oldukça fazlaydı.”

* Subhî Salih (rahimehullah): “Büyük selefî önder İbnu’l Kayyim, İbn Teymiye’den uzun birlikteliği boyunca ilminin çoğunluğunu aldı. Öyleki, ismini onun ismine bağladı.

Engin bilgileriyle, düşüncelerinin sağlamlığıyla, eleştirel zekalarıyla, cesaretleriyle ve insanları doğru yola çağırmalarındaki samimiyetleriyle, dünyanın dört bir yerinde isimleri birlikte meşhur oldu. İbnu’l Kayyım’ın, şeyhi hayattayken dahi kendisinden ders alan öğrencileri vardı.

Kitaplarına bakarak fıkıhta ve usulünde, kelamda muhteşem bir ansiklopedik bilgiye sahip olduğu görülür ve kitaplarını, özel konularına göre isimlendirmek zordur. Öyle ki, kelam kitabı fıkıh mevzularından, fıkıh kitabı nasihatlardan vs. hâli değildir. Kitaplarındaki vaazlar ve incelikler de vâizlerin ya da kıssacıların tarzıyla naklettiği haberler değildir. Bilakis insan, hayat ve tabiata dair içinden şer’î hükümlerin ve bunların esrarının ortaya çıkarıldığı derin tetkiklerdir.”


————————-


Kaynaklar:

* İbn Kayyim El-Cevziyye ve Kur’an Anlayışı, Kadriye Hökelekli, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2014.

* İbn Kayyim El-Cevziyye’nin Hâdi’l-Ervâh İlâ Bilâdi’l-Efrâh Eseri Bağlamında Cennet İle İlgili Hadislerin Değerlendirilmesi, Mehmet Kalkan, Yüksek Lisans Tezi, Adana-2007.

* İbn Kayyım El-Cevziyye’nin Hayatı, Eserleri ve İctihad Anlayışı, Hüseyin Akıncı, Yüksek Lisans Tezi, Konya-2006.

* TDV İslam Ansiklopedisi, İbn Kayyim el-Cevziyye maddesi, c. 20, s.109-127.


Dipnotlar:

  1. Kayyim: İşleri idare eden, bir işi düzeltme konusunda o işe kendini veren kişi.
  2. İbn Kesir (rahimehullah) bu oğlu hakkında şöyle demiştir: “Nahiv ve fıkıh ilimlerinde tıpkı babasının yolu üzereydi.”
  3. İbn Esir, El-Bidâye ve’n-Nihâye, XIV, 234-235.
  4. Buhârî, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizî farklı lafızlarla rivâyet etmişlerdir.

KAYNAK: Nebevi Hayat Dergisi
 
direkli Çevrimdışı

direkli

Üye
İslam-TR Üyesi
Teşbihin Tanıkları
İbn Teymiyye’nin, tecsim akidesini zaman zaman konuşmalarına taşıdığı, minber ve kürsülerde savunduğu bilinmektedir. Çağının tanıklarından İbn Battuta, Ebu Hayyan ve İbn Cehbel’in şahadetleri bu noktada önem arz etmektedir.
İbn Battuta’nın seyahat ettiği ülkelerdeki gözlem ve hatıralarını anlattığı “Tuhfetu’n-nuzzar fî ğaraibi’l-emsar” adlı eseri, İbn Teymiyye ve Onun tecsim akidesi ile alakalı ilginç bilgiler vermektedir:
Dımaşk şehrinde çeşitli konularda konuşan fakat aklından zoru olduğu anlaşılan Hanbeli fakihlerinin ileri gelenlerinden Takıyyuddin İbn Teymiyye adında biri vardı. Halka vaaz verir, insanlarda Ona karşı ileri derecede saygı gösterirlerdi.
İbn Teymiyye, yaptığı bir konuşmadan dolayı fakihlerin tepkisini çekmişti. el-Meliku’n-Nasır’ın huzuruna çıkarılıp, kadılar tarafından sorgulandı ve hapse atıldı. Yıllarca hapiste kaldı. Bu müddet içerisinde 40 ciltten oluşan ve adını “el-Bahru’l-muhit” koyduğu bir tefsir kaleme aldı. Annesinin ricası üzerine sultan Onu serbest bıraktı.
İbn Teymiyye, Dımaşk de bulunduğum sırada –önceden- tutuklanmasına sebep olan ifadeleri tekrar etti: Cuma günü cemaat olarak hazır bulunduğum camide, insanlara vaaz ve nasihatta bulunurken minberin merdiveninden bir basamak aşağıya inerek “muhakkak ki Allah Teala benim buradan indiğim gibi dünya semasına inmektedir.” şeklinde bir cümle sarfetti. Maliki fakihi İbn Zehra söylediklerine karşı çıktı. Cemaatte ayağa kalkıp sarığı başından düşünceye kadar ona dayak attı. Neticede bir daha tutuklandı ve hapsedildiği kalede ölünceye kadar tutuklu kaldı.[44]
İbn Teymiyye’yi ta’dil eden biyografi yazarlarının reddettiği bu ifadeyi, farklı vurgularla müfessir Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît” ve “en-Nehru’l-mâd” adlı tefsirlerinde nakletmektedir. Ebu Hayyan bir çok yerde Onun tecsimi çağrıştıran ifadelerini tenkit etmektedir. Ne var ki elimizdeki matbu nüshalarda bu tenkitlerin bir çoğundan tek bir harf bulmak mümkün değildir. Çünkü baskı sürecinde her iki eserden de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşleri çıkartılmıştır. İbn Teymiyye’nin açıkça Allah Tealaya cisim isnat ettiğini söyleyen Zahid Kevseri[45] bu noktada şunları söylemektedir: “Ebu Hayyan, ‘O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır.’[46] ayetini tefsir ederken muasırı olan İbn Teymiyye’nin “Kitabu’l-Arş” adlı -kendi el yazısıyla kaleme aldığı- eserinde şu ifadeleri okuduğunu nakletmektedir: ‘Allah Teala kürsüde oturmaktadır. Yanı başında boşalttığı yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadır.” Elyazması nüshalarda var olan bu ifadeler kitabın musahhihi tarafından matbu nüshalara alınmamıştır. Musahhih, Kevseri’ye, din düşmanlarının hadiseden nemalanmamaları için böyle bir tercihte bulunduğunu söylemiştir. [47]
Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît”in muhtasarı olan “en-Nehru’l-mâd” adlı tefsirinde de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini tenkit etmektedir. Kitabı tahkik eden Bûran ed-Dannavî ve Hidyan ed-Dannâvî İbn Teymiyye’ye isnat edilen tecsimle alakalı bölümü tefsirden çıkartmışlardır.[48]
İmam es-Sübki (v. 756) “es-Seyfu’s-sakîl fî’r-reddi alâ İbn-i zefîl” adlı eserinde, Ebû Hayyan’ın belli bir dönem kendisinden övgüyle bahsettiği İbn Teymiyye’yi “Kitabu’l-Arş” adlı eserini okuduktan sonra ölünceye kadar lanetlediğini yazmaktadır.[49]
Şafii ulemasından Şihabuddin İbn Cehbel de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini reddeden bir risale kaleme almıştır.[50] İbn Cehbel eserinin sonunda “İbn Teymiyye’nin sapıklık ve inadının derecelerini açıklamak için tahrif ve fesadından kaynaklanan açıklamalarını bekliyoruz.”[51] demesine rağmen İbn Teymiyye Onun bu meydan okumasına cevap ver(e)memiştir.
Teşbihin Anlamı
Bir varlık için “oturdu-kalktı, indi-çıktı, geldi-gitti” gibi fiilleri kullanmak onu bir cisim olarak kabul etmek anlamına gelmektedir. Çünkü bu fiiller bir halden başka bir hale intikali gerektirmektedirler. Bu durum, varlıkların zât ve fiillerinin hâdis oldukları anlamında da gelir. Zira intikalden önce yoktu, sonra oldu. “Hâdis” olan varlıklar için söz konusu olan bu durumu “yaratılmışlara benzemeyen” Cenab-ı Hakk için geçerli kabul etmek açıkça Onu yarattıklarına benzetmek (teşbih) anlamına gelmektedir. “Vacibu’l-vucud” olan Cenab-ı Hakk, hâdis olan varlıklar için geçerli olan bu sıfatlardan münezzehtir. Çünkü varlık itibariyle farklılık arz eden şeylerin sıfatları da farklılık arz etmektedir. Nitekim “alim” ve “cahil” sıfatları insanlar için geçerli iken farklı bir varlık olan “taş” için geçerli değildir. Taş için “alim” ya da “cahil” denmez. Çünkü taşın kabiliyeti bu sıfatları kabul etmez. Aynı şekilde eve “işiten” ya da “sağır”, yeryüzüne “konuşan” ya da “dilsiz”, semaya da “evli” ya da “dul” denmez.
İbn Teymiyye’nin iddia ettiği gibi, Allah Teala “arş” ya da “sema” da gerçekten duruyorsa bu durumda, “bu ikisini yaratmadan önce nerede ikamet ediyordu?!” problemi ortaya çıkmaktadır. Bu problem ise beraberinde hâdis varlıkların özelliği olan “intikal” sorununu getirecektir.
Ayrıca Cenab-ı Hakk’ın sema ile münasebetinden bahseden ayetler, Onun mekansal olarak her şeyin üzerinde olduğu anlamında anlaşılırsa bu durumda verilen manalar, “Halbuki O Allah göklerde ve yerdedir.”[52] ayeti ile çelişecektir. Çünkü yer, göklerin altındadır. Bu durumda mekansal üstünlük ortadan kalkacaktır. O’nun her iki yerde de bulunması kabul edilirse, “üst”e “üst” “alt”a da “alt” denmesinin bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü üst, alta, altta üste nisbetle bu isimleri almıştır.
Sonuç
İslam düşünce tarihinde hakkında en çok söz söylenen isimlerden birisi olan Harranlı İbn Teymiyye, Eşariler başta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip kelamcılara sert eleştireler de bulunmuş, ulemanın hazır bulunduğu muhakemelerde sorgulanıp teşbih akidesinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı defaatle cezalandırılmıştır.
Müteşabihatı tefsir ederken ayetlere zahiri anlamlarını veren, semada yerleşme, bir yere oturma, hareket etme gibi insanlara ait fiilleri Allah Teala’ya isnat eden İbn Teymiyye, Sünnet ve Cemaat Akidesini benimseyen alimler tarafından tenkit edilmiş, görüşleri hakkında çok sayıda reddiye kaleme alınmıştır.
Geçmişte Takıyyudin es-Subki, İbn Cehbel, İbn Hacer el-Heytemi, İmam Şa’rani, yakın dönemde Zahid Kevseri, Yusuf en-Nebhani, günümüzde ise Muhammed Ebu Zehre ve Said Ramazan el-Buti gibi muhakkik alimler tarafından tenkit edilen İbn Teymiyye, uzun bir aradan sonra Muhammed b. Abdulvahhab’ın faliyetleri ile tekrar ön plana çıkmış, günümüzde ise selefiyye adı altında İslam coğrafyasında etkin bir konuma gelmiştir.
Muhakkak ki her şeyin en doğrusunu bilen Allah Teala’dır.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Teşbihin Tanıkları
İbn Teymiyye’nin, tecsim akidesini zaman zaman konuşmalarına taşıdığı, minber ve kürsülerde savunduğu bilinmektedir. Çağının tanıklarından İbn Battuta, Ebu Hayyan ve İbn Cehbel’in şahadetleri bu noktada önem arz etmektedir.
İbn Battuta’nın seyahat ettiği ülkelerdeki gözlem ve hatıralarını anlattığı “Tuhfetu’n-nuzzar fî ğaraibi’l-emsar” adlı eseri, İbn Teymiyye ve Onun tecsim akidesi ile alakalı ilginç bilgiler vermektedir:
Dımaşk şehrinde çeşitli konularda konuşan fakat aklından zoru olduğu anlaşılan Hanbeli fakihlerinin ileri gelenlerinden Takıyyuddin İbn Teymiyye adında biri vardı. Halka vaaz verir, insanlarda Ona karşı ileri derecede saygı gösterirlerdi.
İbn Teymiyye, yaptığı bir konuşmadan dolayı fakihlerin tepkisini çekmişti. el-Meliku’n-Nasır’ın huzuruna çıkarılıp, kadılar tarafından sorgulandı ve hapse atıldı. Yıllarca hapiste kaldı. Bu müddet içerisinde 40 ciltten oluşan ve adını “el-Bahru’l-muhit” koyduğu bir tefsir kaleme aldı. Annesinin ricası üzerine sultan Onu serbest bıraktı.
İbn Teymiyye, Dımaşk de bulunduğum sırada –önceden- tutuklanmasına sebep olan ifadeleri tekrar etti: Cuma günü cemaat olarak hazır bulunduğum camide, insanlara vaaz ve nasihatta bulunurken minberin merdiveninden bir basamak aşağıya inerek “muhakkak ki Allah Teala benim buradan indiğim gibi dünya semasına inmektedir.” şeklinde bir cümle sarfetti. Maliki fakihi İbn Zehra söylediklerine karşı çıktı. Cemaatte ayağa kalkıp sarığı başından düşünceye kadar ona dayak attı. Neticede bir daha tutuklandı ve hapsedildiği kalede ölünceye kadar tutuklu kaldı.[44]
İbn Teymiyye’yi ta’dil eden biyografi yazarlarının reddettiği bu ifadeyi, farklı vurgularla müfessir Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît” ve “en-Nehru’l-mâd” adlı tefsirlerinde nakletmektedir. Ebu Hayyan bir çok yerde Onun tecsimi çağrıştıran ifadelerini tenkit etmektedir. Ne var ki elimizdeki matbu nüshalarda bu tenkitlerin bir çoğundan tek bir harf bulmak mümkün değildir. Çünkü baskı sürecinde her iki eserden de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşleri çıkartılmıştır. İbn Teymiyye’nin açıkça Allah Tealaya cisim isnat ettiğini söyleyen Zahid Kevseri[45] bu noktada şunları söylemektedir: “Ebu Hayyan, ‘O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır.’[46] ayetini tefsir ederken muasırı olan İbn Teymiyye’nin “Kitabu’l-Arş” adlı -kendi el yazısıyla kaleme aldığı- eserinde şu ifadeleri okuduğunu nakletmektedir: ‘Allah Teala kürsüde oturmaktadır. Yanı başında boşalttığı yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadır.” Elyazması nüshalarda var olan bu ifadeler kitabın musahhihi tarafından matbu nüshalara alınmamıştır. Musahhih, Kevseri’ye, din düşmanlarının hadiseden nemalanmamaları için böyle bir tercihte bulunduğunu söylemiştir. [47]
Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît”in muhtasarı olan “en-Nehru’l-mâd” adlı tefsirinde de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini tenkit etmektedir. Kitabı tahkik eden Bûran ed-Dannavî ve Hidyan ed-Dannâvî İbn Teymiyye’ye isnat edilen tecsimle alakalı bölümü tefsirden çıkartmışlardır.[48]
İmam es-Sübki (v. 756) “es-Seyfu’s-sakîl fî’r-reddi alâ İbn-i zefîl” adlı eserinde, Ebû Hayyan’ın belli bir dönem kendisinden övgüyle bahsettiği İbn Teymiyye’yi “Kitabu’l-Arş” adlı eserini okuduktan sonra ölünceye kadar lanetlediğini yazmaktadır.[49]
Şafii ulemasından Şihabuddin İbn Cehbel de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini reddeden bir risale kaleme almıştır.[50] İbn Cehbel eserinin sonunda “İbn Teymiyye’nin sapıklık ve inadının derecelerini açıklamak için tahrif ve fesadından kaynaklanan açıklamalarını bekliyoruz.”[51] demesine rağmen İbn Teymiyye Onun bu meydan okumasına cevap ver(e)memiştir.
Teşbihin Anlamı
Bir varlık için “oturdu-kalktı, indi-çıktı, geldi-gitti” gibi fiilleri kullanmak onu bir cisim olarak kabul etmek anlamına gelmektedir. Çünkü bu fiiller bir halden başka bir hale intikali gerektirmektedirler. Bu durum, varlıkların zât ve fiillerinin hâdis oldukları anlamında da gelir. Zira intikalden önce yoktu, sonra oldu. “Hâdis” olan varlıklar için söz konusu olan bu durumu “yaratılmışlara benzemeyen” Cenab-ı Hakk için geçerli kabul etmek açıkça Onu yarattıklarına benzetmek (teşbih) anlamına gelmektedir. “Vacibu’l-vucud” olan Cenab-ı Hakk, hâdis olan varlıklar için geçerli olan bu sıfatlardan münezzehtir. Çünkü varlık itibariyle farklılık arz eden şeylerin sıfatları da farklılık arz etmektedir. Nitekim “alim” ve “cahil” sıfatları insanlar için geçerli iken farklı bir varlık olan “taş” için geçerli değildir. Taş için “alim” ya da “cahil” denmez. Çünkü taşın kabiliyeti bu sıfatları kabul etmez. Aynı şekilde eve “işiten” ya da “sağır”, yeryüzüne “konuşan” ya da “dilsiz”, semaya da “evli” ya da “dul” denmez.
İbn Teymiyye’nin iddia ettiği gibi, Allah Teala “arş” ya da “sema” da gerçekten duruyorsa bu durumda, “bu ikisini yaratmadan önce nerede ikamet ediyordu?!” problemi ortaya çıkmaktadır. Bu problem ise beraberinde hâdis varlıkların özelliği olan “intikal” sorununu getirecektir.
Ayrıca Cenab-ı Hakk’ın sema ile münasebetinden bahseden ayetler, Onun mekansal olarak her şeyin üzerinde olduğu anlamında anlaşılırsa bu durumda verilen manalar, “Halbuki O Allah göklerde ve yerdedir.”[52] ayeti ile çelişecektir. Çünkü yer, göklerin altındadır. Bu durumda mekansal üstünlük ortadan kalkacaktır. O’nun her iki yerde de bulunması kabul edilirse, “üst”e “üst” “alt”a da “alt” denmesinin bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü üst, alta, altta üste nisbetle bu isimleri almıştır.
Sonuç
İslam düşünce tarihinde hakkında en çok söz söylenen isimlerden birisi olan Harranlı İbn Teymiyye, Eşariler başta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip kelamcılara sert eleştireler de bulunmuş, ulemanın hazır bulunduğu muhakemelerde sorgulanıp teşbih akidesinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı defaatle cezalandırılmıştır.
Müteşabihatı tefsir ederken ayetlere zahiri anlamlarını veren, semada yerleşme, bir yere oturma, hareket etme gibi insanlara ait fiilleri Allah Teala’ya isnat eden İbn Teymiyye, Sünnet ve Cemaat Akidesini benimseyen alimler tarafından tenkit edilmiş, görüşleri hakkında çok sayıda reddiye kaleme alınmıştır.
Geçmişte Takıyyudin es-Subki, İbn Cehbel, İbn Hacer el-Heytemi, İmam Şa’rani, yakın dönemde Zahid Kevseri, Yusuf en-Nebhani, günümüzde ise Muhammed Ebu Zehre ve Said Ramazan el-Buti gibi muhakkik alimler tarafından tenkit edilen İbn Teymiyye, uzun bir aradan sonra Muhammed b. Abdulvahhab’ın faliyetleri ile tekrar ön plana çıkmış, günümüzde ise selefiyye adı altında İslam coğrafyasında etkin bir konuma gelmiştir.
Muhakkak ki her şeyin en doğrusunu bilen Allah Teala’dır.
İftiracılara REDDİYE

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye'ye Atılan İftiralara Reddiye

 
direkli Çevrimdışı

direkli

Üye
İslam-TR Üyesi
meyve veren ağacı taşlama değil bir eksiğiyle fazlasıyla hatasıyla sevabıyla birlikte kabul etme meselesidir.eserlerinde görülen bu durum için yoruma gerek yoktur.hakikati kabul etmek cesaret ister. bu sebeple ibni teymiyede hataları görüşler serdetmiştir. mesele bundan ibarettir.ilim hiç bir kimsenin tekelinde olmadığı gibi ibni teymiyede la yüsel değildir. vesselam.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
meyve veren ağacı taşlama değil bir eksiğiyle fazlasıyla hatasıyla sevabıyla birlikte kabul etme meselesidir.eserlerinde görülen bu durum için yoruma gerek yoktur.hakikati kabul etmek cesaret ister. bu sebeple ibni teymiyede hataları görüşler serdetmiştir. mesele bundan ibarettir.ilim hiç bir kimsenin tekelinde olmadığı gibi ibni teymiyede la yüsel değildir. vesselam.
Bu konuda doğru söylüyorsun da, aynı tavrı İbn Arabi, Hallac-ı Mansur sapıklarına da göstermediğin sürece tutarsız kalırsın!

*********


Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye'ye İftira Atan İbn Batuta
Alem-i İslam’ın bazı bölgelerinde ve ülkemizde, bir takım kesimler ve şahıslar tarafından Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında bir iddianın, dönem dönem dile getiridiğine şahid olmaktayız. Bu kimseler, bu iddia üzerinden İbn Teymiyye’nin muşebbihe ve mucessime fikrine sahib olduğunu kanıtlamayı hedeflemektedirler. Yani onlara göre İbn Teymiyye, Allah'ı yaratılmış olanların sıfatlarıyla anan ve kendisinin yarattıklarına benzeten ve bununla beraber Allah'ı cisim sayan veya Allah'ın sıfatlarını cisimleştiren bir itikada sahibdir.

Onları bu iddiaya sevkeden sebebler arasında Seyyah İbn Battuta’nın er-Rihletu İbn Battuta adlı eserinde yer alan bazı açıklamalarını görmekteyiz.
Evet, bu kıssa üzerinde değerlendirmede bulunmadan önce, kısaca İbn Battuta’dan ve eseri olan er-Rihletu İbn Battuta’dan bahsedelim…

İftiracının Tam adı:
Ebu Abdillah Şemsuddin Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. İbrahim el-Levati et-Tanci olan İbn Battuta 17 Receb 703'te (24 Şubat 1304) Fas'ın Tanca şehrinde doğdu. Hayatı hakkında İbn Hacer, İbn Haldun gibi kimselerden bazı bilgiler görebilsek de İbn Battuta'nın hayatı ve şahsiyeti hakkındaki bilgilerin ana kaynağı, bizzat kendi seyahatnamesidir.
Türkler'in, Moğollar'ın , Maldivliler'in hükümdarlarıyla tanışan İbn Battuta birçok ülkede kadılık makamına getirilmiş. Farsça ve Türkçe bilmesi ve yolculuklarında çeşitli siyasi tecrübeler kazanması dolayısıyla kendisine bazı diplomatik görevler verilmiştir.

Seyahatnameden öğrenildiğine göre İbn Battuta. Mağrib Sultanı Ebu Said el-Merini döneminde 2 Receb 725'te ( 14 Haziran 1325) Tanca'dan hac niyetiyle yola çıktığında henüz yirmi iki yaşındaydı. Kuzey Afrika sahillerini takib ederek 1 Cemaziyelevve l 726' da (5 Nisan 1326) İskenderiye'ye vardı .

İbn Battuta 15 Şaban'da (17 Temmuz) Suriye'ye doğru yola çıktı ve Kudüs, Aclun, Akka, Sur, Sayda, Taberiye ve Antakya gibi şehirleri dolaştıktan sonra 9 Ramazan'da (9 Ağustos) Dımaşk'a varıb Ramadanı burada geçirdi. Bundan sonra Hac için Arabistan topraklarına gitmiş, ardından dünyanın pek çok bölgesini ziyaret etmiş ve burada önemli şahsiyetlerle de tanışmıştır. İbn Battuta Anadolu topraklarına da gelmiş ve Anadolu şehirlerinin pek çoğunu ziyaret etmiştir. Seyahati boyunca Endülüsten, Afrikaya, uzak doğudan, Sibirya yakınlarına kadar pek çok bölgede bulunmuş. İnançtan, ticarete, siyasetten örf adetlere kadar çok geniş konulara eserinde yer vermiştir. 754 Zilkade yani Aralık 1353’te Fas’a dönmek zorunda kalır ve seyahati bu tarihte son bulur. Krachkovsky’e göre İbn Battuta, Marka Polo ile birlikte Ortaçağ'ın en büyük iki seyyahından biridir ve hatta çok daha geniş bir alanı gezmesi, üç kıtada en önemli kültür merkezlerine ulaşması sebebiyle onu geride bırakmıştır.

Müellif tarafından Tuhfetu’n nuzzar fi ğaraibil emsar ve acaibi’l esfar diye adlandırılan ve literatürde Rihletu İbn Battuta adıyla bilinen eser, seyyahın kısa aralıklarla yirmi sekiz küsur yıl süren gezilerini kâtib İbn Cüzey ei-Kelbi'ye ham metin olarak aktarması ve onun da bazan ihtisar edib bazan de küçük ilavelerde bulunmasıyla meydana gelmiştir.


Bu seyahatnamede ne kadar uydurma, yalan ve iftira bulunduğunu ancak Allah bilir.
Allah, İbn Teymiyye’ye geniş geniş rahmetini ihsan etsin, zalimlerin tuzakları ise mutlaka boşa çıkar.

....


Seyyah İbn Battuta’nın Bâtıl İddialarına Reddiye
Seyyah İbn Battuta Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında neler söylemişti? :

"Șam'da Hanbeli fukahasının büyüklerinden olan ve çeşitli ilim dalları hakkında konuşan Takiyyuddin İbn Teymiyye isimli bir zat vardı. Ancak aklı pek yerinde değildi. Şam ehli ona saygı gösteriyor, o da onlara minberden vaazlar veriyordu. Ben de o sıra Şam'da idim. Cuma günü onun bulunduğu ortamda hazır bulundum, o da yine insanlara minberden vaâz ediyor ve hatırlatmalarda bulunuyordu. Konuşma esnasında bir ara şöyle bir cümle sarf etti: 'Allah dünya semasına benim şu inişim gibi iner.' dedi ve bulunduğu minberden bir basamak indi." (Bu kıssanın kaynağı İbn Battuta’nın Rihletu İbni Battûta adlı eserinin ; 1. Cilt /95. sayfasıdır)

1)Bu kıssada yer alan iddialara vereceğimiz ilk itiraz, kıssanın tarihiyle alakalıdır.
Nitekim İbn Battûta Dimeşk’e geldiğinde İbn Teymiyye rahimehullah Dimaşk Kalesi'nde mahkum durumdaydı.
Bu yüzden "Rıhletu İbni Battûta" isimli bu kitabın muhakkiki Dr. Ali el-Muntasır el-Kettânî şöyle der: "Bu, Şeyh İbn Teymiyye rahimehullah'a atılmış bir iftiradan başka bir şey değildir. Zira o, İbn Battûta Şam'a gelmeden aylar önce Dimeşk Kalesi'nde hapsedilmişti. İbn Teymiyye'nin Dimeşk Kalesi'nde son olarak tutuklanışı Hicri 726 senesinde Şaban ayının 6. günü olduğu ve İbn Teymiyye'nin o kaleden cenazesinin çıktığı hususunda tarihçiler ittifak etmiştir. Yani İbn Teymiyye o esaretten dışarı sağ olarak çıkamamıştır. Hâlbuki müellif İbn Battûta ise kitabın 102. sayfasında Dimeşk’e Ramadan ayının 9. gününde vardığını söyleyerek şöyle der:

“726 yılı muazzam Ramadan ayı 9’una tesâdüf eden perşembe günü Şam’ın Dimeşk şehrine vardım...”
Bu açıklamadan görmekteyiz ki, İbn Battuta’nın Dimeşk’e geldiğinde, İbn Teymiyye’yi görmesi mümkün değildir.

2) İbn Teymiyye rahimehullah bu kıssada iddia edilenin aksine, tecsim, temsil ve tekyifi şiddetle reddeder ve bunları kabul edenleri sapık olarak görür hatta tekfir ederdi!

Bu konuda İbn Teymiyye’nin şu sözlerine dikkat edin:
"Her kim 'Allah'ın ilmi benim ilmim gibidir, kudreti benim kudretim gibidir, arşa istivası benim istivam gibidir, inmesi benim inmem gibidir, gelmesi benim gelmem gibidir' derse Allah'ı yarattıklarına benzetmiş olur, Allah ise onların dediklerinden yücedir. Bunu diyen kimse dalâlete düşmüştür, bâtıla sürüklenmiştir, hatta kafirdir." (Mecmûu'l-Fetâvâ; 11/482)

Görüldüğü gibi; bırakın İbn Teymiyye’nin “Allah benim inişim gibi iner” dediğini, bu şekilde bir itikada sahib olan kimselerin kafir olduğu görüşünde olduğunu görmekteyiz. Bu konuda İbn Teymiyye’nin sözü apaçık ortadayken, onu görmemiş olan birinin tam tersi bir itikadla kendisini nitelendirmesine asla itibar edilemez.

3-) Yukarıda zikretmiş olduğumuz nakilde İbn Battûta diyor ki;
“…o da onlara minberden vaazlar veriyordu. Ben de o sıra Şam'da idim. Cuma günü onun bulunduğu ortamda hazır bulundum…”

Burada İbn Battuta yine gerçekle bağdaşmayan bir iddiada bulunmuştur.
Nitekim İbn Teymiyye Mescidlerde Cuma günü hutbe vermemekteydi. Ayrıca İbn Teymiyye resmi imam’da değildi. Bununla beraber İbn Teymiyye rahimehullah'tan bahsedenler onun, kendisinde minber kullanılmayan meclisleri olduğunu zikrederler. Şahit olanların anlattıklarına göre ibn Teymiyye minberde değil yerde rahle önünde dersler yapan bir kimseydi.

Söz konusu kıssanın hakikati ise, İbn Teymiyye’nin hasımlarının uydurmasından ibarettir. Nitekim bu hasımlardan biri Hafız İbn Hacer’in ed-Duraru’l-Kâmine (1/180)’de naklettiği üzere Nasr el-Menbicî’dir. Bu adam, sufi İbn Arabi’nin doğru yolda olduğunu ve ona nispet edilen ittihad ve ilhad iddialarının sırf onun sözlerinin yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını düşünüyordu. Bu nedenle İbn Teymiyye, Nasr’a İbn Arabi hakkındaki töhmetleri isbat eden ve onun dalaletini açıklayan bir mektub yazmış, bu durum Nasr’ın hoşuna gitmemiştir.

İbn Hacer şöyle der: “Bu hususta ona (Nasr’a, İbn Teymiyye’nin düşmanlarından olan) başka bir grup da yardım etmiştir. Şöyle ki bunlar İbn Teymiyye’ye ait vaaz ve fetvalarda yer alan akâidle alakalı bazı sözlerini değiştirerek onun aleyhinde olacak şekilde kayda geçirmişledir. Böylece onun, nüzul hadisini zikrettiğini ve ardından minberde iki basamak aşağı inerek: (Allah'ın nuzulu/inmesi) işte bu inişim gibidir, dediğini zikretmişlerdir. İşte bu yüzden de İbn Teymiyye mucessime olmakla itham edilmiştir.”

Sanki İbn Battûta -onun doğru sözlü olduğu ve kasten yalan söylemediği farzedilse bile- bu ithamı, Şam’a gittiğinde oradaki bu tür İbn Teymiyye hasımlarından öğrenmiş, sonra da bu olaya bizzat şahit olduğunu iddia etmiş gibidir. Bu da ya onun hafızasının kötü olmasından kaynaklanmaktadır… Çünkü o, Rihle adlı eserini ancak Fas’a döndükten sonra kaleme almıştır. Fas’a da ancak seyahatinin başlangıcından yaklaşık otuz sene sonra dönmüştür. Ya da bu, onun eserini kaleme alanların kendi tasarruflarından biridir.

Bu 3 itirazın ardından değineceğimiz diğer bir husus da; İbn Battuta’nın çeşitli sebeblerden ötürü itham edilmiş bir kimse olduğudur.

Nitekim Hafız İbn Hacer ed-Duraru’l-Kâmine (3/48)’de onun hocası Ebu’l-Berakât İbnu’l-Billifîkî’nin onu yalancılıkla itham ettiğini zikretmiştir.
İbnu’l-Billifîkî şöyle demiştir: “O (İbn Battûta) bize gördüğü bazı acayip şeyleri anlattı ki bunlardan biri şudur: O, Kostantiniye’ye gittiğini ve oranın kilisesinde (patrikhanede) on iki bin piskopos gördüğünü iddia etti.”
İbn Battûta’nın, Rihle adlı eserinde anlattığı bundan başka bazı haberleri/hikâyeleri de eleştirib reddedenler olmuştur. Mesela onun, ziyaret ettiği adalardan birinde tek göğüslü kadınlar gördüğüne dair anlattıkları, yine tarikatçılara ait bazı hurafeleri keramet diyerek anlattığı hikâyeler de böyledir.

- Er-Rıhle'nin bazı bölümlerinde tarihi kopukluklar olduğu herkesçe kabul edilen bir husustur. Yine birtakım olayları tasvirindeki abartıları da göze çarpmaktadır.

- Şarkiyatçı Stephen Janicsek, er-Rihle' nin Arzızulumat ve Bulgar şehrine dair anekdotlarını uydurma, hatta kötü bir kopya olarak telakki etmiştir.

- Çin'le ilgili bölümlerin, o dönemdeki Moğol kökenli Yuan hanının Kurtay adını taşımaması gibi hususlar dikkate alınarak hayal mahsulü olduğu söylenmiştir.

-Pasifik denizindeki seyahatin bir kısmı, Tavalisi ülkesi, Berehnegar cemaati, gerek imparatorun ismi gerekse güzergahtaki mubhemlik sebebiyle Kostantiniye seyahati yine hayali addedilmiş , seyyahın efsanevi kuş Roh'tan bahsetmesi ise tenkitleri büsbütün arttırmış ve onun Sindbad masallarından fazla etkilendiği ileri sürülmüştür. İbn Battuta'nın Filistin'i zikzaklar çizerek dolaşması ise bu bölgeyle ilgili bilgilerin bir kısmını daha eski bir müslüman seyyah olan Ebu Muhammed el-Abderi’den çaldığı şeklinde yorumlanmıştır. Aynı şekilde Anadolu seyahatinde de güzergahla alakalı yanlışları eser üzerindeki tenkidlerdendir. Sonraları bazı tarihçiler bu iddialara makul izahlar getirmeye çalışmış olsa da, Rıhle hakkındaki tenkidleri izale etmeye yeterli olmamıştır.
Bu tenkidlere ve şubheli kıssalara rağmen ibn Battuta’nın bu eseri gerçekten de geniş yelpazesi ile araştırmacıların yoğun ilgisini ve takdirini kazanmıştır.
Fakat bu ses kaydının esas sebebi olan İbn Teymiyye ile alakalı zikredilen kıssa ise tarihinden, muhtevasına kadar gerçeklikten çok çok uzaktır.
Bununla beraber, bu asılsız kıssa sebebiyle bu büyük İslam aliminin kadri kıymeti düşürülmüş hatta daha da kötüsü kendisi tekfir dahi edilmiştir.
Fakat görüldüğü üzere hakikat, iddia edilenlerden çok uzaktadır.
 
Son düzenleme:
Üst Ana Sayfa Alt