Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Dâr'ul Harb'de Hadler Tatbik Edilir mi?

K Çevrimdışı

kelime-i şehadet

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
selamun aleykum,


"Yusuf, öz kardeşinin valizinden önce üvey kardeşlerinin valizlerini aradı, sonra tası öz kardeşinin valizinden çıkardı. Biz Yusuf'a böyle bir plana başvurmayı ilham ettik. Çünkü kralın yasalarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Meğer ki, Allah bu alıkonmayı dilemiş olsun. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her bilenden daha üstün bir bilgin vardır."

Yusuf (a.s.) dar'ul kufr bir yerde yöneticilik yapmış ve oranın kanunlarına uymadan tevhidi yaşamış, Allah'ın indirdikleriyle hukmetmiş. Benim sorum şu, müslümanlarla hiçbir anlaşması bulunmayan, müslümanlara düşman bir yerde Allah'ın hukumlerini tağuta yakalanmadan nasıl tatbik edebiliriz? Türkiye'de hadleri tatbik eden bir cemaat var mıdır?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Daru'l Harb'te hadler tatbik edilmez!

Muteber hadis kaynaklarında yer almayan ve daha çok Hanefî'lerce delil olarak kullanılan bazı hadis rivayetlerinde bu tabirlerin kullanıldığı görülür.

Rasul-u Ekram (s.a.v.):"Daru'l İslam, içinde yaşayanı her türlü tecavuzden korur. Daru'l harb ise, içinde bulunanı mubah kılar" (İmam Ebu'l Hasen El Maverdi - El Ahkamus-Sultaniyye - Kahire: 1966, Sh: 60) buyurmuştur.

Yine diğer bir rivayette "Daru'l Harb'te hudutlar tatbik edilmez" (İmam-ı Serahsi - El Mebsut - Beyrut: ty D. Marife Neşri, C: 9, Sh: 100. Ayrıca İmam-ı Merginani - El Hidaye Şerhu Bidayetu'l Mubtedi - Kahire: 1965, C: 2, Sh: 103. İbn-i Humam - Fethu'l Kadir - Beyrut: 1316, C: 4, Sh: 153. Molla Husrev - Dureru'l Hukkam fi Şerhu Gureri'l Ahkam - İst: 1307, C: 2, Sh: 66) buyurmuştur.

Hanefîler bu rivayeti delil kabul ederken, diğer mezhebler delil olarak almamışlardır. İleri gelen Hanefi fakihlerden ez-Zeylaî de bunun garib hadis olduğunu belirtir (Nasbu'r Râye, III, 343).

İmam-ı A'zam ise "Daru'l-harb'te hadler uygulanmaz" hadisine göre amel etmiştir. Dâru'l-harb'te bulunan askerlerden biri haddi gerektiren bir suç işlese, Ebu Hanîfe'ye göre oradaki kumandanın haddi uygulama yetkisi olamaz, ancak Dâru'l-İslâm'a dönülünce devlet başkanı veya kadı'nın vereceği hüküm geçerli olur. İmâm Mâlik ve İmâm Şâfiî ise haddin hemen uygulanabileceğini savunmuşlardır. (İbn Kudame, el-Muğnî, IV, 46)

Bir müslümanın Daru'l-harb'te bulduğu define kendisine aittir. Ancak İslâm devleti adına Dâru'l-harb'e girmiş bir heyet veya askerî birlik bir define bulacak olursa, bunun humus'u Beytu'l-Mâl'e aittir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye Kamusu, IV, 103)

Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Nefislerine yazık eden kimselere canlarını alırken melekler: "-Ne işte idiniz?" dediler. (Bunlar): "-Biz, yeryüzünde aciz Düşürülmüştük"diye cevab verdiler. Melekler dediler ki: "-Peki Allah'ın arzı geniş değil miydi ki onda göç edib İslâm'ı rahatça yaşayabileceğini;, bir yere hicret edeydiniz." İşte onların durağı Cehennem'dir, ne kötü bir gidiş yeridir. " (Nisa, 97)


Bu ayetten anlaşıldığına göre, müslümanın öz yurdu, İslâm'ın yaşandığı ve Allah'ın hükümlerinin hâkim (yönetimde tatbik edildiği) olduğu -Dâru'l-İslâm'dır. Müslüman, Dâru'l harb'te küfrün zulmu ve işkenceleri altında sıkıntılı bir hayat sürüyor, dininin emirlerini yerine getiremiyor, farzlarını ifa edemiyor ve kendisinin veya neslinin küfre girmesi için zorlanıyor ya da zorlanmaktan korkuyorsa böyle bir yerden hicret etmesi farzdır:
Bu genel hükme göre Hanefiler hangi durumda olursa olsun, bir müslümanın mutlaka Dâru'l-harb'ten Dâru'l-İslâm'a hicret, etmesinin farz olduğunu öne sürerken; Şâfiîler, müslümanın bulunduğu yerde açıkça dinini yaşayabiliyor ve tebliğini yapabiliyorsa orada kalmasının gerektiğini savunmuşlardır. (Said Havva, İslâm, I, 309)

Fakat yeryüzünün muhtelif diyarlarında, küfür ülkelerinde yaşayan müslümanların hicret edebilecekleri bir Dâru'l-İslâm mevcut değil ise, veya mevcud olsa bile Halife bunların hicretlerine gerek görmeyip orada kalmalarını isterse, artık, bulundukları bölgelerde İslâm'ı hâkim kılmak için gerekli çalışmaları yapmak onların önemli bir görevi olacaktır. Çünkü müslümanların İslâm devletini kurmaları, toprakları İslâmîleştirmeleri, zâlim ve kâfir yöneticilerle mucadele etmeleri, yeryüzünde fitne ve zulüm kalmayıncaya kadar gayret sarfetmeleri farz-ı ayndır.

Bu görüşleri savunan İslâm fukahası, Mekke'de kâfirlerin zulmüne uğrayan müslümanların gidecekleri bir Dâru'l-İslâm'ın olmadığını belirtmektedirler. Necaşî'nin ülkesi Habeşistan'a veya Medine'ye yapılan hicrette Peygamber'in emri belirleyici olmuştur. Bu da müslümanların yaşadıkları bir Dâru'l harb'ten daha rahat bir şekilde İslâm'ı yaşayabilecekleri bir başka Dâru'l harb'e hicret etmeleri hususunda yol gösterici bir sünnettir.
Kur'ân-ı Kerim'deki âyetlerden birtakım belirleyici nitelikler tespit etmekle, bir ülkenin nasıl Dâru'l-harb olabildiğini ortaya koyabiliriz. Ülkenin zalim yöneticileri, mustad'afları baskı ve zulum altına alır, gayr-i muslimler her fırsatta müslümanlara eziyet eder, inançları yüzünden yurtlarından çıkarılırlar ve müslümanların Dâru'l-İslâm dışında bir yerde güvenlik içinde bulunmaları sözkonusu olmayıp, düzen onlara rahat vermez ise, o zaman hicret etmek zorundadırlar. (Nisa, 75, 91, 92).

Anlaşılacağı gibi İslâm hukukçularının savunduğu gibi, Dâru'l-harb'de yaşayan müslümanların orada kalıp mucadele etmeleri, orayı Dâru'l-İslâm haline getirmeye çalışmaları gerekmektedir. Ancak böyle bir durumda kâfir yönetimin müslümanlara eziyet ve zulumde bulunacağı, onları şehid edeceği ve bunun çok zulumlere neden olacağından hicret yolu daha uygun olmuştur. Zaten nasslardan ve tarihi gelişmelerden de bu anlaşılmaktadır.


İmâm Kâsânî, "Dâr'ul İslâm ve küfre izafesinden kasıt, bizzat İslâm veya küfrün mahiyeti değildir. Kasıt, emniyet ve korkudur. Eğer emniyet mutlak surette mu'minlere, korku da mutlak surette kâfirlere aitse o belde Dâru'l-İslam'dır. Korku mutlak surette müminlere aitse orası da Dâru'l küfür'dür. Hükümler, emniyet ve korkuya bağlıdır" demektedir. (İmam Kâsâni, el-Bedâiu's-Sanâyi, Beyrut 1974, VII. 131)

Dâru'l-İslâm'ın Dâru'l-harb'e dönüşmesi meselesi, ilk muctehidler zamanında teorik plânda tartışılırken; Haçlıların Filistin ve Moğolların diğer İslâm ülkelerini istila etmeleriyle birlikte İslâm fukahası bu meseleyi geniş olarak ele almıştır.


Ebu Yusuf ile İmam Muhammed, bir İslâm ülkesinde İslâm dışı hükümlerin hâkim olması durumunda oranın Daru'l-harb olacağını söylemişlerdi.
Ebu Hanîfe de, İslâm ülkesinin Dâru'l-harb'e dönüşmesi için üç şartın gerçekleşmesi gerektiğini belirtmişti. Bunlar;
1) Ülkede açıkça İslâm dışı kanunların icrası,
2) Ülkenin, aralarında bir başka İslâm ülkesi olmaksızın, harb ülkesine bitişik hale gelmesi,
3) Müslüman ve zimmîlerin can ve mal güvenliğinin kalmaması.

Bu hususta İbn Kayyim el-Cevziyye şöyle demektedir:
İslâm hükümlerinin uygulanmadığı sürece hiçbir yer Dâru'l-İslâm'a bitişik de olsa Dâru'l-İslâm olmaz. İşte Tâif şehri. Çok yakın olmakla birlikte Dâru'l-İslâm olmadı. Kızıldeniz sahilinde olan bölgeler de öyle... Yemen'e gelince; zaten orada İslâm yayılmış bulunuyordu. Yemen'in bütün bölgeleri ise, ancak Peygamber'in vefatından sonra halîfelerinin döneminde İslâm'a sarılmışlardır... "Bir ülke, coğrafî bakımdan İslâm ülkesine yakın olmakla ya da halkı arasında İslâm dinini kabul etmiş kimseler vardır diye "Dâru'l-İslâm" olarak nitelendirilemez." (İbn Kayyım el-Cevziyye, Ahkâmu Ehli'z zimme, I, 366).

İslâm'ın egemen olmadığı her yer -daha önceleri istediği kadar uzun dönemler İslâm'ın egemenliği altında kalmış olsun ve bu egemenliğin maddî. ve beşerî belgeleri istediği kadar çok bulunsun- İslâm diyarı olarak nitelendirilemez. Olsa olsa buralarda bir zamanlar İslâm egemen olmuştu, şu gördüğümüz maddî eserler ve onların soyundan gelen müslüman ismini taşıyan bu kimseler de onların kalıntılarıdır, denilebilir...

İmâm A'zam'ın üç şartından yola çıkılarak bugün îçin hiçbir İslâm ülkesinin Dâru'l-harb şartlarını taşımadığını savunanlara karşı, bir zamanlar İslâm diyarı olan beldelerin küfür diyarına dönüşüp dönüşmediklerini şöyle sıralamak mümkündür:
1) Bu ülkelerde İslâm ahkâmı değil, beşerî kanunlar ve hükümler yürürlüktedir.
2) Dâru'l-harb'e hem siyasal ve ekonomik paktlarla, antlaşma ve sözleşmelerle, hem de coğrafi olarak bitişik ve iç içedir;
3) Bir zamanlar İslâm diyarı olan bu ülkelerde insanlar, yani hem müslümanlar ve hem de kâfirler, İslâm'ın emanı ile mi emindirler; yoksa tâğutların İslâm'ı yaşamayı yasak kılan ve en büyük curûm sayan kanun ve hükümleriyle mi tehdit altındadırlar?
Soru, ayrıca cevab vermeyi gerektirmeyecek kadar açıktır. (M. Beşir Eryarsoy, İslâm Devlet Yapısı, İstanbul 1988, 67 vd.)


Tağuti güçlerin hakim olduğu beldelerde mu'minlerin; can, mal, akıl, nesil ve din emmiyetlerinden söz etmek mümkün değildir. Ancak Tağut'un hevâ ve heveslerinden kaynaklanan "Kanun'larına boyun eğerlerse (Yani esâreti kabul ederlerse) bazı hallerde korunurlar.

Dikkat edilirse; Tağuti güçlerin hakim olduğu beldelerde, başta genelevleri olmak üzere, her türlü zina musamaha ile karşılanır. Zira "Nesil emniyetini" tahrib ancak bu yolla gerçekleştirilebilir.
İçki'nin her çeşidi, bizzat tağuti güçler tarafından üretilir. Kumar serbest bırakılmış, faizcilik ve tefecilik alıp yürümüştür.
Mu'min kadınların tesetturlerine bile tahammul edemezler!.. Zira kafirlerin velîsi şeytandır. Şeytan onlara fitne ve fesadı yaymalarını emreder.

Şeriatin bir bütün halinde cezai hadleri, İslami hakimiyetin güç olduğu diyarlarda imkan bulur. Aksi taktirde fitne çıkması veya kişinin nefsine uyarak İslam'dan çıkması, kaçması meydana gelebilir.
Kur'an-ı Kerim'deki , Had'lerle ilgili Hukum ayetlerinin Mekke'de değil de Medine'de inmiş olması da bunu göstermektedir.

Dar'ul harbde bulunan Tevhidi şuura vakıf muslumanların, cemaat halinde hareket etmeleri ve birbirlerini otokontrol sistemiyle şeriatın emir ve yasaklarına uymaya teşvik etmeleri kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Dar'ul harbte muvahhid muslumanlardan oluşan Cemaat, cemaat üyelerinden birinin zina etmesi üzerine recm etme, ya da hırsızın elini kesme vs. türü siyasi güç isteyen (istisnai hareketleri kastetmiyorum) hadleri tatbik edememektedir.
 
Üst Ana Sayfa Alt