Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Caiz ve Şirk Olan Tevessul, İstiğase ve Şefaat

F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Meselâ 1.incisi, Mâlikü’d-Dâr Hadîsi:Hz. Ömer’in radııyellâhu anh halîfeliği zamanında insanlara kıtlık isabet etti de, bir adam Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine geldi ve şöyle dedi: Ya Resûlullah!.. sallallâhu aleyhi ve selem. Ümmet'in için (Allah celle celâlühû’dan) yağmur iste, zîrâ onlar (neredeyse) helak oldular. Sonra, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem o adama rü'yâsında göründü
“Ömer’e git, ona selam götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle; “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, ölçülü ve güzel hareket etmektir” Adam derhal giderek durumu Ömer radıyallahu anh’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh ağladı ve; “Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dedi.(İbni Ebi Şeybe(6/356) Fethul Bari(2/397,495) El İsabe(3/484) İbni Abdilberr İstiab(3/1149) Kastalani Mevahib(2/365) Kenz(4/289) Halili İrşad(1/313-314) Şerhu Süneni İbni Mace(Suyuti-Abdulgani-FahrulHasen Dehlevi şerhi s.99) İbni Kesir Bidaye(7/149-151) Tarihut Taberi(3/192) Münziri Tergib(2/41) Şevahidul Hak(s.137) Hayatus Sahabe(4/470) Futuhatur Rabbaniye(5/35) Mecma(3/125) Zürkani Şerhul Mevahib(8/80) Beyhaki Delail(7/47) İbni Asakir(53/294)

Bu haberi, Beyhekî, Beyhekî tarikiyle es-Sübkî, Ayrıca, Buhârî, Târih’inde Ebû Sâlih Zekvân’dan kısaltılmış olarak, İbnü Ebî Hayseme, bu vecihden uzun olarak rivâyet etti.. Bu zât, Hâfız, Hüccet, sıka/sağlam biridir. Bunu yine İbnü Ebi Şeybe, el Musannef.’de rivâyet etmiş, İbn-i Hacer, el-Feth ’de bu rivâyetin isnâdının Sahîh olduğunu söylemiş ve “rü'yâyı gören, Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim'den biri olan Bilal İbnü Hâris el- Muzenî’dir; nitekim Seyf, El-Futûh’da böyle rivâyet etti,” demişdir. Bu rivâyet, Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim'in, ölümünden sonra Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem ile istiska etmekteki (ondan bir şey istemelerine dâir) amelleri husûsunda bir nassdır. İçlerinden hiç biri şu haber kendilerine ulaşmasına rağmen onu inkâr etmedi. Mü’minlerin Emîri’ne götürülen haber yayılır. İşte bu yüzden şu rivâyet birilerine yalan söz isnâd edenlerin dilini koparır.) Kevserî, Mahku’t-Tekavvul’den kısaltarak, Makâlât: 388-389]İbni Kesir''Bu olayın isnadı sahihtir'' c.7 s.92
Sözde Selefi Abdülazîz İbnü Abdillâh İbni Bâz'ın Fethu’l-Bârî Tahkîk(!)inde, dipnotta söylediği , -Şârih(ibnü Hacer)in dediği gibi sahîh farzedilse bile- diye devam eden sözlerindeki bu ifade de bahsettteğimiz gerçeğe işaret etmektedir.Öyle ki sözde Selefiyelerin hocası İbn Teymiyye İktizâu's-Sirati'l-Müstakim s.493 de derki''Adamın biri Peygamberimizin mezarı başına gelerek .O'na -KülYılı-diye tarihe geçen o yılki şiddetli kuraklıktan yakındı.Bunu üzerine gözleri önünde beliren Peygamberimiz bu kişi aracılığıyla Hz. Ömere halkı yanına alıp yağmur duasına çıkmasını emretmiştir. (Dip notta ;İbni Kesir''Bu olayın isnadı sahihtir'' c.7 s.92) hadisini zikrettikten sonra ''bu tür tezahürler,Peygamberimizden daha alt düzeyde olan salih şahsiyetler tarafında da ortaya konabilmektedir.Ben şahsen bu türde bir çok olay biliyorum.Peygamber efendimizin veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin yerine getirilmesidir.Bu da çok görülen bir olaydır.'' der(.İbni Teymiyye,Pınar yay.İktizâu's-Sirati'l-Müstakim s.493 )

Bu Haberin Mühim Noktalarından Bazısı
Bir: Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem kabrindeyken kendisinden bir Sahâbî tarafından yağmur düâsı istenmesi.
İki: Ondan isteyenin isteğini Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bilmesi.
Üç: Bu maksadla Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in düâ etmesi.
Dört: Bu işe, Sahâbe radıyallahu anhüm’un karşı çıkmaması, yani bu husûsta bir çeşit sükûtî icmâ’ın hâsıl olması.
Beş: Zamanımızdaki âlimlik pozlarındaki kimi câhillerin yaptığı gibi Selef/Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim ve Tâbiîn tarafından bu işin Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ibâdet edilmesi, ve Allah celle celâlühû’ya şirk koşulması ma'nâsında kabûl edilmeyip açık ve kapalı âyetlere ters görülmemesi.Hz. Ömer'in bir şirk çeşidine sessiz kalması düşünebilir mi?
Altı: Bazı câhillerin bu rivâyetleri zayıf kabûl etmeleri rivâyetin zayıflığını değil, kendilerinin hiçliğini gösterir. Hâfız İmâm Sübkî’nin rivâyet edib hüccet kabûl ettiği,İbn-i Kesîr Sahih (el-Bidâye:1/91), ve benzeri hadîs (İbni Hacer) hâfızları buna sahîhtir dedikten sonra onlara susmaktan başka ne düşer ki?!.

Başka bir rivayet Ebul Cevza Evs Bin Abdullah radıyallahu anh’den;
“Medine halkı şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Onlar Aişe radıyallahu anha’ya gelerek durumdan yakındılar. Bunun üzerine Aişe radıyallahu anha;
“Peygamber (s.a.v.)’in kabrine bakın, ondan semaya doğru bir delik açın. Onunla sema arasında bir engel bulunmasın!” dedi.
Onlar da hemen dediğini yaptılar. Bunun üzerine bize öyle bol yağmur yağdı ki, otlar yeşerdi, develer yağdan çatlarcasına semizleşti. Bundan dolayı o yıla; “çatlama yılı” denildi.”
(İbni Cevzi elVefa(1534) Darimi Sünen (1/56) Suyuti Hasais(2/280) Nebhani Huccetullah(s.1090) Zürkani Şerhul Mevahib(8/801) Zübeydi Tacul Arus(13/388) İbni Esir Nihaye(3/409) Behcetül Mehafil(2/129) Aliyyul Kari Mirkat(10/290) Mişkatul Mesabih(5950) Mevahibul Leduniye(2/365) Cem’ül Fevaid(2086) Şevahidul Hak(s.160) İbni Teymiye Ziyaretil Kubur(s.32) İbni Merzuk Beraatul Eşari(s.357) Gımari İrgam(s.24) İsmail Bin Mahfuz Mesaf(s.187) Elbani Tevessul(s.178)

Suud'da okuyan gençler diyorki; Hz.Aişe'nin Peygamberimizin kabriyle Tevessül etmesine (yukarıdaki rivayete) Albani Zayıf der....

Albani şu rivayetin zayıf olmasına üç gerekçe getirir,bakalım getirdiği gerekçeler ne kadar tutarlı ! ! ! (İsraf etmemek adına sadece bu hadisin tahricine gireceğiz ki nasıl da hadisleri zayi ettikleri görülsün)

Albani'nin “1.gerekçesi- Ravilerden Said Bin Zeyd’de zayıflık vardır. İbni Hacer Takrib’de onun hakkında; “Saduktur, vehimleri vardır” derken, Zehebi Mizan’da; “Yahya Bin Said onun hakkında zayıf dedi, Sa’di; “huccet değildir, hadisini zayıf sayarlar”, Nesai; “O kavi değildir”, Ahmed; “onda beis yok” dediler. Yahya Bin Said Onu makbul görmezdi” der

Alban'ni Said b.Zeyd'i zayıf bir ravi olduğu fikrinde olanları söz konusu ederken onun Sika olduğunu ifade eden hadisçileri adeta -bu hadiste- görmezden gelmiştir. Biz biliyoruz ki Albani başka bir yerde senedinde Said Bin Zeyd’in de bulunduğu başka bir hadis hakkında şunları söylemesidir;

“Hadisin isnadı hasendir. Ravilerinden hepsi de güvenilirdir. Said Bin Zeyd hakkında söz söylenmiştir ama bu, onun hadisini hasen derecesinden aşağı düşürmez. İbnul Kayyım da hadisin isnadının ceyyid olduğunu söylemiştir.” (Elbani İrvaul Galil(5/338)

Şimdi gelelim Said b.Zeyd'i İbni Hacerin tespitine göre onu “güvenilir”, “saduk”, “hafız” gören İmamlara , Buhari (et-Tarihu'l-Kebir III.472),İmam İcli (Tarihu's-Sikat s;184), Ebu Cafer ed Darimi, Ahmed Bin Hanbel, Ebu Züra, İbni Hibban,İbni Sad ve başkaları;kim o başkaları mesela bazı sözde selefilerin sandığı gibi İbni Main onu zayıf değil bizzat kendi eserinde Said b. Zeyd'i sika görmüştür.(İbni Main Tari II.199-Zehebi ,Kaif I.361) Bu açık beyan karşısında Ukayli'nin (v.323/934) İbni Main onun hakkında ''zayıftır'' dediğine dair naklettiği bilgi (bkz,Duafa,II,105,106) doğru olmasa gerekir .Eseri tahkik ederek neşreden Kal'aci da dip notta ,Said b. Zeyd'in sika olduğunu Nesai dışındaki Kütübi Sitte müelliflerinin onun hadisleri tahric ettiklerini söyler.

Hal böyleyken bu tespitlerimizde gösteriyor ki Elbânî’nin râvîlere ilişkin verdiği bilgi ve yaptığı değerlendirme, bir yerde bahis konusu râvînin rivâyetinin muhtevasıyla alâkalıdır. O, kendi meşrebine, zihin ve fikir dünyasına aykırı bulduğu rivâyetleri özellikle sened bakımından bir şekilde çürütmeye çalışırken, sahip olduğu zihniyetle mutabakat arz eden rivâyetleri ise bazen -senedinde bir başka yerde zayıf olduğunu söyleyerek tenkit ettiği râvî olsa bile- kabul edebilmektedir. Böylelikle Elbânî, bilerek veya bilmeyerek kendisiyle çelişmektedir. Şüphesiz bu, ilmî zihniyet ve akademik nezaketle bağdaşmayan bir tutumdur.

Dediğiniz gibi ;Saduk tabiri, İbnu Salah’a göre 2. mertebede, İbni Hacer’in tasnifine göre 4.mertebede, “Vehimleri vardır” tabiri ise; İbnu Salah’a göre 3. mertebede, İbnu Hacer’e göre 5. mertebede ta’dil lafızlarındandır! Bu ifade raviyi güvenilir’likten düşürmez.(bkz.; İbnu Salah Ulumil Hadis(s.110) Tedribur Ravi(s.332) Talat Koçyiğit Hadis Terimleri Sözlüğü(s.408) Abdullah Aydınlı Hadis Istılahları(s.88, 132) Mucteba Uğur Hadis Terimleri Sözlüğü(s.199, 333)“Beis yoktur” terimi; ta’dil lafızlarındandır. İbni Ebi Hatem’in tertibine göre 2.mertebe, Zehebi’ye göre 3. mertebe, İbni Hacer’e göre 4. mertebeye delalet eder. (Tedribur Ravi(s.234) Talat Koçyiğit A.g.e.(s.244) Yahya Bin Main, bu terimi; “süka= güvenilir” manasında kullanır. Nitekim kendisi der ki; “Benim, hakkında “beis yoktur” dediğim kimse güvenilirdir.” (İbni Main Tarih(1/112, 4/376) İbni Sad Tabakat(2/10, 5/148) - .Senetteki diğerisimlerden Ebu'l Cevza 'nın asıl adı Evs b.Abdullah er-Ribi olup Buhari ve Müslim'in güvenilir ravilerindendir. Bu ''la be'se bih' (zararsız,güvenilir) bir seneddir.Hatta bize göre ''ceyyid'' bir rivayettir.Ulema bunlardan daha düşük seviyede bir çok ravi'nin rivayetini bile farklı meselelerde delil olarak kullanmıştır.

Albani'nin 2. gerekçesi -Bu mevkuf bir haberdir. Aişe radıyallahu anha’nın sözüdür. Şayet sahih olsaydı bile huccet olamazdı. Zira onun bazı sahabilerin – hata ve isabetin imkân dâhilinde olduğu – ictihadi görüşlerinden olması muhtemeldir. O görüşler bizi bağlamaz, biz onlarla amel etmek mecburiyetinde değiliz.

Şayet mevkuf kabul edilse bile Hz. Aişe bize uygulayarak göstermiştir ki Peygamberimiz (sav) vefat etmiş olmasına rağmen ümmetine acıyarak onlara şefaat etmekte ,kabrini ziyaret edip ondan şefaat edene şefaat etmektedir. Evet Hz. Aişe Alim ,Fakih sahabelerden biri olmasına rağmen ,bu olay diğer büyük Sahabelerin önüne gerçekleşmesine rağmen Aişe validemizin hata etmesi imkan dahilindedir.Ama bir şey iyi bilinmesi gerekir ki onlar Tevhidi sizden daha iyi biliyorlardı.Milleti küfür ve sapkınlıkla itham edenlere bakacak olsak ,Hz.Aişe'nin bu hareketinin şirk olarak kabul etmek garekecektirki; bu asla mükün değildir.Ne Hz. Aişe ,ne de bu hadiseye şahit olan Sahabeler,ne de bu rivayeti -haşa- duvara çalmayıp ,eserlerine alıp kabul eden alimler şirki bilmiyen insanlar değildiler.Bu kıssa şirk iddiasında bulunaları susturmakta vefat etmiş olmasına rağmen Peygamberimiz'in ümmetine ihtimam gösterdiğini ispatlamaktadır.Hz.Aişe bu hareketini boşa yapmıyordu O gayet iyi bilmekteydi ki,Allah Resülü (sav) de yanındaki iki arkadaşıda ,kabirlerinin yanına gelenin kim olduğunu bilmekteydiler.Hz.Aişe derki ''Ben Allah Resülünün ve babamın meftun olduğu evime ne zaman girecek olsam örtümü rahaça çıkarırdım Zira biri benim eşim diğeride babamdı .Ama Ömer oraya defnedilince Allah'a yemin olsun ki ondan utancımdan evime girince örtümü açamaz oldum.(Mecmeu'z-Zevaid 7/26,Hakim Müstedrek 4/7 rivayet etmiş Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir demiştir.)

Albani'nin 3. gerekçesi -Arim diye bilinen Ebun Nu’man Muhammed Bin el Fadl, güvenilir bir ravi olsa da, ömrünün sonunda ihtilata uğramıştır. Bu haberi Darimi’nin ihtilat öncesi mi, sonrası mı Arîmden dinlediği bilinmemektedir.” (Elbani Tevessul(s.140-141, Tercemesi s.178-179)

İbnus-Salah ;
Buhari ve Zühli gibi Muhaddislerin ,Arim'den aldıkları rivayetlerin ihtilattan öncesine aid olması gerektiğini laydetmektedir.(İbnu's-Salah,Ulümü'l -Hadis s.356)
Hafız Iraki'de;Müslim'in ,Darimi vasıtasıyla Arim'den aldığı rivayetlerin ihtlattan önce gerçekleştiğini ifade etmektedir.Bu da bilindikten sonra arimi'yi en sert eleştiren İbni Hibban'dır.
Zehebi, İbni Hibban’ın; “Arim, ömrünün sonunda ihtilata uğradı ve ne rivayet ettiğini bilmeyecek kadar tegayyüre maruz kaldı. Bundan dolayı da rivayetleri içinde çok sayıda münker hadis vardır…” şeklindeki sözlerini şöyle reddeder; “İbni Hibban, ravi Arim için hiçbir münker hadis gösterememiştir. Peki nerede kaldı onun iddiası?” (Zehebi Mizan(6/298) Leknevi erRa’fu vetTekmil(s.279)
Zehebi Ruvvatüs Sükatil Mutekellim’de der ki; “Arim güvenilirdir, hüccettir. Sonradan ihtilata uğradı ise de bunda zarar yoktur. Zira ihtilattan sonra söyledikleri bilinmiştir.” (Zehebi Ruvvatus Sukatil Mutekellim(1/162)
Darakutni ise; “Arim’in ihtilatından sonra münker bir hadisi ortaya çıkmamıştır, o güvenilir bir ravidir” şeklinde yaptığı değerlendirme de onun hemen tenkid edilecek bir muhaddis olmadığıdır.. (Zehebi Mizan(6/298) Tehzibut Tehzib(9/358) Kitabul Muhtelitin(1/117) Zehebi Tezkiratul Huffaz(1/301) Ebu Abdullah esSalihi Tabakat(2/35)
El A’lai de, İbni Hibban’ın, Arim hakkındaki sözlerine şöyle itiraz eder; “…bu haddi aşmak ve aşırı gitmektir! Buhari, Ahmed Bin Hanbel, Abd Bin Humeyd ve bir çok insan Arim’den hadis rivayet etmiş, Muslim onunla huccet getirmiştir. Darekutni’nin; “İhtilatından sonra Arim’in münker hadisi çıkmamıştır. O güvenilirdir” demesi, ibni Hibban’ın sözünü reddetmektedir.” (elAlai Kitabul Muhtelitin(1/117) Kaldı ki Albani ,hakkında ihtilaf edilen (muhtelifun fih) bir ravinin bulunduğu bir hadis için ''Hasen olması muhtemeldir' diyebilmektedir.(bkz.Silsiletü'l -ehHadis es-Sahiha,IV,354 senedi hakkında ihtilaf edilen İsa b.Cariye'nin bulunduğu hadis için aynı ifadeyi kulanır.)
Sonuç olarak bu rivayete itiraz eden Albani'nin gerekçelerinin yetersizliği anlaşılmakla beraber bu hadisle amel etmeye engel olacak bir sonuç çıkarmak pekte ilmi olmasa gerekir.Ciddi hadis çalışmaları olan Albani'nin hadislerden yola çıkarak Kadına altını haram etmesi ,itikafı üç mescidle sınırlandırması gibi onlarca konuda vardığı sonuçta nasıl yanıldıysa! bu da onlardan olmalıdır.Allah'u alem.
Burada da bir kaç tenbîh yapacağız:
Birinci Tenbîh: Mü'minler yağmuru Mevlâ’dan beklerlerken bu işi, yağmurun yağmasına bir sebeb yaptılar; bununla tevessül ettiler; bunu Allah celle celâlühû’nun rahmetine vâsıta yaptılar; öyle değil mi?
İkinci Tenbîh: Kimi, sıkıntıya düştüklerinde, Allah celle celâlühû'ya değil de, Kabr-i Şerîf'e yönelmekle suçlayacaksınız? Hz. Aişe radıyallâhu anha’yi mi, yahud Medînelileri mi şirkle suçlayacaksınız, behey ilim adamı pozlarındaki çapulcular, kimi?..
Üçüncü Tenbîh: Bu rivâyeti yapan İmâm Dârimî acaba sizin kadar bilemedi mi? Ya şu rivâyeti -hâşâ- duvara çalmayan diğer İslâm âlimlerine ne diyeceksiniz?!.. Yoksa Kabirperest mi diyeceksiniz?

2'incisi Osman İbn-i Huneyf radııyellâhu anh Hadîsi:peygamberimiz (sav) vefat etmiş Hz. Osman'ın Halîfeliği zamanında bir adam, Hz. Osman radııyellâhu anhu'ya bir ihtiyacı için gidip geliyordu. Hz. Osman radııyellâhu anhu O'na iltifât etmiyor hâcetine bakmıyordu. Adam bunu Osman İbn-i Huneyf’e şikâyet etti. Osman İbn-i Huneyf radııyellâhu anh da O’na, “Abdest yerine git; abdest al ve namaz kıl; sonra da ‘Ey Allah’ım!.. Ben rahmet Nebîsi olan Nebîn Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem ile sana yöneliyorum ve senden istiyorum. Ey Muhammed!... Ben, ihtiyacımın görülmesi için seninle Rabbime yöneliyorum diyerek düâ et: ve hâcetini söyle” dedi.. Adam gitti ve bunu yaptı. Sonra da Hz. Osman radıyallahu anhu'ya geldi. Kapıcı O'na gitti, elinden tuttu; O'nu Hz. Osman radııyellâhu anhu'nun yanına soktu. Onunla oturttu ve O'na Hâcetini söyle dedi. O da, hacetini söyledi. Hz. Osman radııyellâhu anhu da hâcetini yerine getirdi.
[Bunu, Taberâni, el-Kebîr’de (9/30-31) ve es-Sağir’de (Er-Ravdu’d-Dânî:1/306-307) rivâyet edip (es- Sağîr’de) sahîh olduğunu söylemiştir. Yine Beyhekî, Delâilü'n-Nübüvve'sinde sahîh olan iki isnâd ile.(6/116-118) rivâyet etmişdir.El-Heysemi, (Mecmauz-Zevâid’de(2/279), Taberânî’den İsnâdının sahîh olduğunu nakletmiştir El-Münzirî de (et-Terğîb ve’t-Terhîb’de Sh:129 H:1008) Taberânî’den naklen ve susmakla ikrâr ederek Sahîholduğu hükmüne iştirâk etmiştir:, (Dâru’l-Kitâbu’l-‘Arabî.) Kezâ el-Makdisî de bu haberin Sahîh olduğunu söyleyenlerdendir. (Kevserî, Makâlât: 391 Bazı tasarruflarla.) ]

Bu hakîkati, İbn-i Teymiyye de i'tirâf etmektedir. (Kâidetün Celîle: 96-99) Lâkin zavallı, burada Sahâbî radıyellahu anhu'nun fehmini ve anlayışını hatâlı buluyor. Bu toslamanın zararı elbette sadece kendinedir, Sahâbî’ye değil. Bu rivâyetin isnâdı üzerinde şübheler uyandırmaya kalkan zamâne câhillerinin cehâletlerini İnşâellah ileriki makâlelrde ortaya koyacağız.(Bkz. Darusselam .com H.Avni hoca))Bu hadisi bu kadar ulema Sahih dedikten sonra tahricine gerek duymadık,Sözde selefi asılda Vehhabi kişilerin , ilmi olmayan itirazları burda da tekrarlanmaktadır.Ama isteyen yukarıdaki adresten ulaşabilir.

Haberdeki Mühim Noktalardan Bazısı

Bir: Osman İbn-i Huneyf radııyellâhu anhu'nun hâcet düâsını (geçen şekliyle) Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem’in yaşadığı zamana hâs görmemiştir.
İki:Bü düâyı sahabede ,ulemada açık âyetlere zıt ve şirk görmemiştir.
Üç:Bunu, zemâne hâricîleri gibi hâşa Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ibâdet etmek olarak kabûl etmemiştir.
Medîne civarındaki Harre mevkinde h. 63 yı*lında meydana gelen ve binlerce müslümanın ölümüne sebeb olan kanlı olay şöyle olmuştu: Yezîd b. Muâviye halife olunca Medine'den Abdullah b. Hanzala ile bir grup heyet halinde onun yanına gitmiş ve onda gayr-ı meşru işler görmüş*ler. Bu hey'et Medine'ye dönünce Yezîd'e bîattan vazgeçip Abdullah İbnu'z-Zübeyr'e biat etmişler. Bunun üzerine Yezîd Medine'ye, Müs*rif b. Ukbe denilen Müslim b. Ukbe komutasında bir ordu göndermiş*ti. Bu ordu Medine'de büyük bir katliâm yapmış, ileri gelenlerden 1700 kişi, sair halktan da kadın ve çocukların dışında onbinlerce kişi öldürmüştü. Üstelik, süvarileri hayvanlarını Hz. Peygamber'in Mescidi'ne bağlamak gibi bir çok alçaklıklar da yapmışlardir Mervân b. Muhammed, Sa'îd b. Abdilazîz'den ha*ber verdi (ki) o şöyle demiş“Harre günleri çattığı zaman, Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- Mescidi'nde üç (gün) ezan okunmadı, kamet getirilip (namaz kılınmadı) Saîd İbnu'1-Musıvyeb Mescid'den ayrılmamıştı. O namazın vaktini, başka bir şeyle değil sadece Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- kabrin*den duyduğu bir fısıltı ile anlıyordu... (Bu haberin şahidleri için bkz. el-HaBâ'is, 2/280-281.Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/198-199)

3'üncüsü ;İmâm Ebû Abdillâh Muhammed İbn-i Mûsâ İbn-i Nu’mân el- Mezâlî el Merrâküşî, yine kendi isnâdıyla, Muhammed İbn-i Nu’mân İbn-i Şibl el-Bâhilî’den şöyle dediğini rivâyet etti: Medîneye girdim ve Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine vardım. Bir de gördüm ki, bir bedevî devesini hızlıca sürüyor. Hemen devesini çöktürdü ve bağladı. Sonra kabr-i şerîfe girdi ve güzelce bir selâm verip hoş bir düâ yaptı. Sonra da şöyle dedi: Anam babam hakkı içün yâ Resûlelleh sallallâhu naleyhi ve sellem! Kesinlikle Allah celle celâlühû seni vahyine hâs kıldı ve sana içinde evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini topladığı bir kitâb indirdi ve kitâbında, şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler ve hemen Allahtan af isteselerdi, onlar için Resûl de af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı (Nisa 64) buyurdu. Dediği de haktır. Ben sana günahları i’tirâf ederek, seni Rabbine şefaatçı yaparak geldim. O da (şu âyetinde) va’dettiğidir. Sonra kabre döndü ve şöyle dedi:
Ey en hayırlısı, düzlükte kemikleri gömülenlerin!/ Ve güzel koktuğu onların güzel kokusundan düzlüğün ve yüksek tepelerin.
Sensin o Nebî ki, umulur şefâati/ Sıratta, kaydığı zamanda ayaklar.
Canımdır fedâ o kabre ki, sensin sâkini/ Ondadır afâf, ondadır cömertlik, ondadır kerem.
Sonra da bineğine binip gitti. Ancak mağfiretle gittiğinde hiç şübhe etmiyorum İnşâellah.Muhammed İbnü Abdillâh el-Utbî de bu haberi anlattı ve sonuna şu ilâveyi yaptı: “Derken uyuya kaldım ve hemen Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’i rüyâda gördüm, bana şöyle dedi: Ey Utbî! Bedevî’ye yetiş ve ona Allah celle celâlühû’nün onu bağışladığını müjdele.”
Merhûm Seyyîd Muhammed Alevî Mâlikî şöyle diyor: Bu haberi, İmâm Nevevî, (el-Îzâh:498) İbn-i Kesîr, (“şâyet onlar nefislerine zulmettiklerinde…Nisa 64” âyetini tefsîrinde) Ebû Muhammed İbnü Kudâme, (el-Muğnî:3/556) Ebû’l-Ferec İbnü Kudâme, (eş-Şerhu’l-Kebîr:3/495) Mensur İbn-i Yûnus, (Keşşâfu’l-Kınâ’:5/30) İmâm Kurtubî (Tefsîr:5/265) gibi büyük müfessirler ve muhaddisler nakletmişttir. Hattâ, (büyük fakîh koca muhaddis) İmâm Nevevi, Utbî’nin bedeviden naklettiği bu beytleri, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyâret esnasında söylemenin müstehab olduğunu söylemiştir. (Mâlikî’den hulâsa nakil son buldu. Mefâhîm:157-158)

Haberdeki Mühim Noktalardan Bazısı
Bir: Bunca büyük muhaddisler ve müfessirlerce şu rivâyet'in kabûl görmesi ve Kur'an’ın açık âyetlerine ters bulunmaması ve şirk kabûl edilmeyip, güzel bulunarak kitâblarına alınmasıdır. Hattâ, mustehab kabûl edilmesidir.
İki: Bin seneyi aşkındır, hiçbir müctehid, muhaddis, müfessir ve fakîh tarafından şirk olarak görülmemesi, kimsenin Nevevî’ye müşrik damgası vurmaması… İbn-i Kesîr’in meşhûr dediği bu hikâyeye kendisi ve hiçbir âlim tarafından karşı çıkılmaması… Bâtıl olmadığında bir çeşit sükûtî bir icmâın gerçekleşmesi gibi yanlarıdır.
Üç: Bu rivâyetin sıhhat derecesi ise daha sonra gelecek olan başka bir husûstur…
Dört: Bir de bilenler bilir ki, sahîh bir isnâdı yoksa da (müctehid ve muhaddis) insanların kabûl ettiği hadîsin sahîh olduğuna hükmedilir.
([İbn-i Abdi’l-Berr, el-İstizkâr:1/203, Süyûtî, Tedrîbu’r-Râvî: 25, İbn-i Hümâm, Fethu’l-Kadîr:1/217,3/143, Dârekutnî (Mâlik’den):4/40, Süyûtî, Teakkubât: 12,13], Tânevî, İ’lâ Mukaddimesi, Kavâid Fî Ulûmi’l-Hadîs:39-40)
Hattâ, Ümmet’in kabûl ettiği hadîs, bize göre Mütevâtir ma’nâsındadır. Çünki, büyük imâmlarımızdan Cessâs, Ahkâmu’l-Kurân’inda başka bir münâsebetle şöyle dedi: Ümmet bu iki hadîsi her ne kadar gelişi âhâd olan/Mütevâtir ve Meşhûr olmayan yolla olsa da kabûl ile karşılamıştır. Bu yüzden Mütevâtir kapsamında olmuştur. Çünki, insanların kabûl ile karşıladığı Haber-i Vâhidler bizce bir çok yerde açıkladığımız sebeble Mütevâtir ma’nâsındadır. ([Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân: 1/386], Tânevî, İ’lâ Mukaddimesi, Kavâid Fî Ulûmi’l-Hadîs: 40)
Beş: Utbî kıssası, yukarıdaki nakillerde de görüldüğü gibi âlimlerimizce kabûl gören ve muhtevâsıyla amel etmek müstehab kabûl edilen bir haberdir. O hâlde, bir görüşe göre -senedi zayıf bile olsa- sahîh, hattâ, mütevâtir ma’nâsındadır.
Hâsılı, Utbî’nin haber verdiği bedevi’nin bu işi bir tevessülden ibârettir. Hakîkî fail Allah celle celâlühû’dur.Ve siz ey câhil yobazlar!... Hangi İslâm, hangi ilim, hangi irfan ve hangi hayâ ile bu ameli şirk, ve onu kabûl eden ve bununla amel eden bunca büyükleri müşrik ve kula ibâdet eden kimseler olarak kabûl edebilirsiniz?!...

4'üncüsü.İmam et-Tebarânî ile –kendisi gibi birer Hadis imamı olan– Ebû Bekr b. Mukrî ve Ebu'ş-Şeyh, Medine'de bulundukları zamanlardan birinde yiyecekleri tükenmiş, aç kalmışlardı. Açlık dayanılmaz bir hal alınca Ebû Bekr b. Mukrî, "kabr-i saadet"e giderek, "Ey Ellah'ın Resulü! Açlık bizi perişan etti!" diye serzenişte bulunur. Medine'de oturanlardan birisi aynı günün akşamı kapılarını çalar ve "Bizi Hz. Peygamber (s.a.v)'e şikâyet etmişsiniz. Rüyama geldi ve size yardım etmemi emir buyurdu" diyerek elindeki yiyecek dolu sepeti kendilerine verir[(Mısbâhu’z-Zalâm: 61) Mısbâhu’z-Zalâm Muhakkıkı, bu rivâyeti İmâm Zehebî’nin, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâda (16/400), Tâcüddîn es-Sübkî’nin de, Tabakâtü’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ’da (2/251) zikrettiğini söylemiştir. (Aynı yer)]Ayrica İbni Cevzi elVefa)
İbni Teymiyye'nin de yukarida fark ettiği gibi Peygamberimizin kabrinde gerçekleşen olağan üstü tazahürler Salih insanların mezarlarındada gözlemlenir,Teberrük vb Allahtan bereketlenmek için vesile kılınan Peygamberimizde olduğu gibi Salih zatlarla da olmaktadır
Hanbeli Alim Muhaddis Ebu'l Ferec İbnu'l Cevzi derki;''Nefsimi terbiye edemedim bazı salih kişilerin kabrine gidip onları aracı yapıp düzelmem için dua ettim'' (Saydu-Hatır müminlere öğüt ,Ebu'l Ferec El-Cevzi Tevhid yayınları ,s.99-100,Baskı 1998)
Şafii mezhebindeki büyük âlimlerden Ibni Hacer-i Mekki imam-ı azamı tanıtmak için ayrı bir kitap yazmıştır. Kitabının ismi (Hayrat-ül-hisan fi-menakıb-in-Nu'man)dır.25. Bِlümünde diyorki;İmam Şafi Baًğdatta bulunduًğu sıralarda ,Ebu Hanifenin mezar başına gelir ve ihtiyaçlarn Cenab ALLAH'n gidermesi için onunla tevessülde bulunurdu.(el-Heytemi ,el-Hayratü'l-Hisan sh.64 Kevseri Sahih isnadla olduğunu söylemiştir.) Hatibu'l-Bağdağdi,Tarih-i Bağdat)
İmam Malik ise İbni Humeyd'in bildirdiğine göre Abbasi halifesi Ebu Cafer hacca gitttiği zaman Hz.Peygamberi'in Mezarını ziyarete vardığında orada bulunan İmam Malik'e ''Ya Eba Abdullah !Yönümü kıbleye dönüğte mi dua edeyim? dediğinde ,İmam Malik ''Niçin yönünü çevireceksin ?Halbuki o senin baban Adem as. vesilesidir.Bilakis Resulullah'a yönünü dön .Onun şefaatini iste,seni affeder'' dedikten sonra şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler ve hemen Allahtan af isteselerdi, onlar için Resûl de af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı (Nisa 64) ayetini okudu .(İmam Malik'in bu olayını Kâdî İyâd, bu haberi, Şifâ-i Şerîf’de,Subki Şifaü's-Sikam'da ,Es,Seyyid Semhudi Vefa'ul Vefa'sında ,El-Kastalani El-Mevahibü'l-ledünniye'sinde zikretmişkerdir.Hâfız Muhaddis Hafâcî ;Allah Kâdî İyâd’ın hayrını bol etsin, bu hikâyeyi Sahîh bir senedle rivâyet etmiştir ve bunu hocalarının sikalarının (sağlam ve güvenilirlerinin) bir çoğundan aldığını söylemiştir.Hafâcî, Nesîmu’r-Riyâd:3/398)
İbni Hacer el Askalani'nin El-İsabe fi Temyizi's-Sahabe adlı kitabında Abdurrahman b.Rabiatü'l -Bahali adlı zinnur lakaplı (r.anhu) zatın hal tercümesinde deniliyor ki;Kendisi Türk toprağını Belencer ülkesinin Rabü'l-Ebvab nahiyesinde şehid olup orada yatmaktadır.Şimdiye kadar oranın ahalisi (Müslüman)onu şefaatçi edinerek Allah'tan yağmur talep etmektedirler.(Beraatü'l-Eşariyye 313)
Konstantiyye sefer sırasında Ebû Eyyub el-Ensârî Kostantiniyye yakınlarında vefat edince surlara yakm bir yerde defnedilmişti. Hâ*lâ o yerin halkı (Rumlar)yağmur duasına çıktıklarında onun kabrini ziya*ret ederler. Ebû Eyyûb Bedir ve Uhud gazvelerinin yanı sıra Ra-sûlullah (s.)'m katıldığı bütün gazvelere katılmış ve Hz. Ali ile bir*likte başta Sıffin olmak üzere diğer seferlere de iştirak etmişti. [İbnü’l-Esir, El Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi, Bahar Yayınları: 3/465-466. Müsnedi Ahmed 5/419,İbni Sad 3/484,SiyerulA'lem 2/404,Mücemüs Sahabe 2/222,Üsdül Gabe 1/571,el-Mearif 278,el-İkdul Ferit 4,368)
Allah Kafirlerin bile Ebu Eyyub hürmetine yaptıkları duaları kabul ettiğine göre Onu çok seven müminlerin Onun hürmetine istedikler şeyi verir,dualarını kabul eder. Bundan daha da mühimi ölünün, yakınlarının, dostlarının da yaptıkla*rını bilmesidir. Abdullah b. Mübarek der ki: Süfyan b. Yezîd İbrahim'den, o da Ebû Eyyûb'dan şöyle dediğini nakleder: "Dünyadakiîerin fiilleri ölülere gösterilir. Ölüler, dostlarının davranışlarının iyi olduğunu görünce rahat*larlar, sevinirler. Kötü fiilleri görünce de: "Ey Allahım, onu terbiye et" der*ler." (İbni Kayyım KitaburRuh)

Dirinin ölüden faydalanmasına ge-lince; bunun da sübûtunu bir çok hadîs-i şerîften anlamaktayız ki, bunun en açık delili, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in:

“Benim hayatım sizin için hayırlıdır, (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir Ben öldüğümde ise vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allâh’a hamdederim, şer görürsem Allâh’tan sizin için af dilerim” hadîs-i şerîfidir/Bu hadîs-i şerîfi Bezzâr gibi bir hadîs hâfızı Müsned’inde zikretmiştir. Hâfız Irâkî'nin oğlu “Bu hadîsin isnâdı çok iyidir”demiştir.Heysemî “Bu hadîsi Bezzâr rivâyet etti, ricâli sahihte geçen zevâttır” demiştir. İmam Süyûtî “Bu hadîs sahihtir” demiştir. Kastalânî “Buhârî Şerhi”nde Sahih, Ali el-Kârî “Şifâ Şerhi”nde Sahih, Zerkanî de “Mevâhib Şerhi”nde bu hadîs-i şerîfin sahih olduğunu söylemişlerdir.Abdullâh ibn-i Sıddîk el-Gumarî (Rahi-mehullâh) “Nihâyetü’l-âmâl fî şerhi ve tashîh-i hadîs-i arzi’l-e’mâl” isimli müstakil bir risâleyi sadece bu hadîsin sıhhatini beyâna tahsis etmiştir. Bu hadîsin sahîh olduğuna ve dört mezhep imamı dâhil bir çok imama göre huccet kabul edilen sahîh ve mürsel yollarla rivâyet edildiğine dâir, müstakil kitaplar yazılacak kadar ilim mevcutken, inançlarını hadîslere göre ayarlamak yerine, hadîsleri inançlarına göre tahlîle tâbi tutma yolunu seçen Elbânî gibilerin bu hadîsi zayıf kabul etmeleri, hilekâr tilkilerin, ars-lanların silsilesini koparma teşebbüsü gibi gülünç ve tehlikelidir. Ama elden ne gelir? Hadîs-i şerîfte vârid olduğu üzere: “Dini iyi anlamak ancak Allâh’ın, kendileri hakkında hayır dilediği kimselere nasiptir.” Artık “Ben vefatından sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in istiğfârından bir şey ummuyorum” diyene, “İnkârcının nasibi ancak mahrûmiyettir” demekten başka ne denebilir? Oysa Görüldüğü üzere; biz, vefâtından sonra da sağlığındaki gibi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in dua ve istiğfarından faydalanmaya devam etmekteyiz. Yine böylece herkesin bildiği ve kimsenin itiraza yeltenmediği sahih hadîs-i şerîfte “Mi’râc gecesi Mûsâ (Aleyhisselâm) ın şefâatiyle farz namazın elli vakitten beş vakite indirildiği(Buhârî, no: 3207) anlatılmıştır. Binlerce sene evvel vefât etmiş olan (Kabir ehlinde) Mûsâ (Aleyhisselâm) ın, bu ümmete ne büyük iyiliği olduğu nasıl göz ardı edilebilir.Sakın birileri kalkıp ,ölülerin dirilere bu türlü yardımının Peygamberlere Mahsus olduğunu iddiaya kalkışmasın ,çünkü bu,delilsiz dava olur ,Hatta yukarıda geçtiği üzere aksine delil kaimdir.Bu itiraz sahipleri yazdıklarımı okurken önyargılarından biraz olsun sıyrılabilseler ve kendilerine, meseleye "insafla" bakma şansı tanıyabilseler, gerçeği açıkça görecekler. Zikrettiğim kaynaklar arasında günümüz Ehl-i Tasavvuf'a ait tek bir eser dahi mevcut değil.Nitekim İbn-i Ömer (Radıyallâhu anhumâ) şöyle anlatmıştır: Bir kere ben Bedir"in kenarlarında dolaşırken boynunda zincirleri olan bir adam bir anda bir çukurdan fırlayarak bana: "Ey Allâh"ın kulu! Bana su ver" diye iki kere seslendi. Sonra elinde kamçı olan siyah bir adam aynı çukurdan çıkarak "Ey Allâh"ın kulu! Ona su verme. Çünkü o kâfirdir" diye bana seslendi. Daha sonra ona bir kamçı vurarak çukuruna geri döndürdü. Bunun üzerine ben koşarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)"e gidip bu durumu bildirdiğimde O bana: "Sen onu gördün ha!" diye sordu. Ben: "Evet" deyince: "O, Allâh"ın düşmanı Ebû Cehil ibn-i Hişâm"dır. İşte onun kıyâmete kadar azabı böylecedir" buyurdu.(Taberâni, el-Mu"cemu"l-evsat, no:2556, 7/287; İbni Ebi"d-Dünyâ, Kitâbu"l-kubûr, sh:74; Heysemî, Mecma"u"z-zevâid, 3/57; Süyûtî, Şerhu"s-sudûr, sh:164; İbn-i Receb, Ehvâlü"l-kubûr, sh:142; Kastalânî, el-Mevâhib, 1/191; Şerhu"z-Zerkânî ale"l-Mevâhib, 2/316; Muhammed Âbid es-Sindî, et-Tevessül, sh:60-61)
Bu rivayetten anlaşıldığı üzere Ebû Cehil bile dirilip alenen gözükerek yardım istiyebiliyorken,Az biraz hocanız İbni Kayyım'ın Kitaburruhu'nu okusaydınız ya!!!!!!Peygamberlerin ,Şehidlerin Evliyaların yardım etmesine karşı çıkmak ancak İbni Kayyım'ın Kitaburruhda başka bir münasebetle dediği gibi“ Bu konuda gerçekten daha birçok misaller sayılabilir.Rüyasında tavsiye edilen ilaçları kullanarak şifâ bulanların sayısı da gerçekten çoktur. Birçok insanın bana anlattığına göre Ibni Teymiyye karşı*tı birçok kişi ölümünden sonra onu rüyasında görüp ferâiz ve başka konular* sorular sormuşlar; İbni Teymiyye de onların doğru cevaplarını vermiş tir. Velhasıl bu gerçeği, sadece, ruhları, hükümlerini ve durumlarını bilme*yen insanlar kabul etmezler. Başarı Allah'tandır. ” (İbni Kayyım Kitabu'r-Ruh) İbni Teymiyye bile öldükten sonra sorulara cevap verebiliyorsa? Gerçekten sizler ruhların hükümlerini, durumlarını bilmeyişnizden dolayı itiraz ediyorsunuz İbni Kayyım aynı eserinde Rûhların, bedenlerindeyken ben-zerlerine güç yetiremeyecekleri şeyleri ölümlerinden sonra yaptıklarına dâir insanoğlunun çeşitli sınıflarında görülen rü'yâlar tevatür ede gelmiştir. Bir, iki, az bir sayı ve benzeri ile çok sayıda askerleri bozguna uğratmak gibi... Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, Ebûbekir ve Ömer radı-yellahu anhumâ, nice kez rü'yâda görülmüştür ki, rûhları küfr ve zulüm ordularını hezîmete uğratmışlardır. Bir de bakılmıştır ki, küfür orduları -sayılarının çokluğuna ve mü'minlerin zayıflığına ve azlığına rağmen- mağlup olmuşlar ve kırılmışlardır. (İbn-i Kayyim’in sözü bitti.).Fahruddîn-i Râzî Tefsîr-i Kebîrinde bu husûsta şöyle diyor:Cismânî alâkalarından (bağlantılarından) kurtulan, cesedlerin karanlıklarından çıkmalarından sonra, ulvî (yüce) âleme kavuşmağa şiddetli arzulu olan beşeri rûhlar, melekler âlemine ve mukaddes yerlere giderler ve onlardan bu âlemde eserler/izler ortaya çıkar. O yüzden, işte onlardır “işleri tedbîr edenler.”İnsan, rü'yâda üstadını görür de, O’na içinden zor çıkılabilecek bir şeyi sorar, o da kendisine halli/çözülmesi zor olan o mes'elenin nasıl çözüleceğini gösterir; öyle değil mi? İnsân bazen üstâdını rüyâda görür de, O’na, içinden çıkılması zor bir mes’ele sorar da üstadı kendisine o mes’eleden çıkışın yolunu gösterir; öyle değil mi? Oğul, bazen babasını rüyada görür de, babası ona gömülen bir defînenin yolunu gösterir; öyle değil mi? Câlinos (İsimli eski bir hekîm/doktor) “ben hastaydım; kendimi tedâvî etmekten âciz kaldım da, rüyâda tedâvînin nasıl olacağını bana öğreten birini gördüm,” dedi; öyle değil mi?...(Fahruddîn-i Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr:11/31 (Nâziât:5. âyetin tefsîri).)"Ölüden ve Kabirlerin Ziyâretlerinden Nasıl Faydalanılacağının Açıklaması ve Îzâhı" Hakkında On Sekizinci Fasıl:...Bu husûsta konuşmak için bir takım mukaddimeler(e ihtiyâc) vardır:Biz, insan nefislerinin bedenlerin ölümünden sonra bâkî olduğunu ve bedenlerinden ayrılan o nefislerin, bedenlerine bağlı olan nefislerden bazı yönleri ile daha güçlü olduğunu göstermiştik. (Fahr-i Râzî el-Metâlibu’l-Âliyye) Biliyoruzki Beyhaki'de geçen Sahih hadiste“Peygamberler kabirlerinde diridirler, canlıdırlar, namaz kılarlar”Ölülerin rûhlarının yok olmadığını onlara bazı tasarrufların verildiğini, onların dirilerin bazı söz ve fiillerinden haberdâr olduğunu her Ehl-i Sünnet mü'min kabûl ve teslîm eder. Bu mevzû'lar kitâbların çeşitli yerlerinde bulunduğu gibi bazı kitâb-larda etraflıca olarak uzun uzadıya anlatılmıştır. İbnu'l-Kayyım’ın er-Rûh’u, Sübkî’nin Şifâu's-Sıkam’ı, Suyuti’nin Şerhu's-Sudûr’u, İbnu Receb’in Ehvalu'l-Kubur’u, Leknevi’nin Tezkiretü'r-Râşid’i hemen hemen bu mevzû lara munhasırdır. Emîr San’a-ni’nin el-Buşrâ el-Keîb’i, Hamdullah ed-Dacvî’nin el-Besâir’i, Neb-hanî’nin Şevahidü’l-Hakk’ı ve daha niceleri de bu mevzû'ları uzun uzadıya anlatır.
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ferdiosman;151040' Alıntı:
Kime benden bir söz ulaşır da onu yalanlarsa o üç kişiyi yalanlamıştır: Allâh celle celâlühû’yu, Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’i ve o haberi vereni. [(Taberânî, el-Evsât ve İbnü ‘Asâkir, Câbir radıyallâhu anhu’dan), Kenzü’l-Um mâl:1/209, H:1047]


Subhanallah!!!!!! Burdaki yazıları okuyunca Tüylerim diken diken oldu hatta yukarıda Cumhura muhalif ölüler işitmez diyenler biler var .Bunu söylese söylese Albani söyler.O ibni Teymiyye ye ve İbni Kayyıma bile bu konuda karşı çıkar.

Yapmayın yazıktır,Günahtır,Şu hadise de o kadar Hadis hafızı sahih derken Uydurma nasıl yaparsınız.

Hz. Ömer Radıyallâhu Anhu Hadîsi (Hüseyin Avni'den alınmıştır).
---------------------------------------------

(Âdem aleyhisselâm, hatâ işlediğinde şöyle dedi: Ey Rabbim! Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem hakkı ile (onun hürmetine), senden, beni affetmeni istiyorum…. (Allah da şöyle buyurdu:) Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem olmasaydı seni yaratmazdım.)[
54]

İmâm Sübkî[55] ve Kastallânî,[56] şu hadîsin sahîh olduğu kanâatindedirler. Süyûtî,[57] hadîsin bazı tariklerinin zayıf olduğunu söylediyse de, hadîsin aslının bazı şâhid ve mütâbi’lerle Sahîh Liğayrihî olduğu kanaatine varmıştır.[58] Kezâ Zürkânî de rivâyeti Sahîh kabûl etmişdir.[59]

Bu hadîsten, sâlih birisi ile O doğmadan evvel tevessül edilebileceği anlaşılıyor.

Hadîsin Senedinin Tahlîli ve Elbânî’nin Hadîsle Alâkalı Olarak Söyledikleri

---------------------------------------------

Elbânî, ilmî sefâlet ve rezillikler çöplüğü olan ve buna ilâve olarak da, berbat bir tercümesiyle şu perişanlığı kat kat artan Tevessül isimli kitâbında, şöyle dedi: Zehebî şöyle diyor: Bana göre bu isnâd zayıftır. Abdurrahman’
ın bulunması hayret vericidir.[60] Abdurrahman İbn-i Eslem el-Fiherî ise, bunun kim olduğunu bilmiyorum. Ben (Elbânî) de diyorum ki, El-Hâkim, el-Müstedrek’de kendi kendine çelişkiye düşmüştür. Zîrâ, 3/332’de adı geçen Abdurrahman’dan rivâyeten başka bir hadîsi sahîh görmediği hâlde bunu rivâyet etmiştir. Ayrıca, (Hâkim), Buhârî ve Müslim’in Abdurrahman İbnü Zeyd’i hüccet olarak kabûl etmediklerini de söyler.

Bana göre[61] ez-Zehebî el-Mîzân’da bu el-Fiherî’ye yer vererek ona hadîs isnâd ettikten sonra bunun batıl bir haber olduğunu söyler. İbnü Hacer de el-Isâbede (3/360) aynısını söylüyor ve ilâveten el-Fiheri hakkında şöyle diyor: Emsali olduğundan, muhtemelen bu ondan önceki kişi olabilir. Bildiğim kadarıyla ondan önceki kişi, Abdullah İbnü Müslim İbni Rüşeyd’dir. İbnü Hacer diyor ki; İbnü Hibbân O’nu zikretti. Hadîs uydurmakla ithâm edilmekte olup, hadîsleri Leys, Mâlik ve İbnu Lehîa’ya yüklemektedir.[62] Onun Hadîs kitâbı yoktur.[63] Sanki varmış gibi İbnü Halbe’den bir nüsha rivâyet eden de işte odur.

Ben (Elbânî) de diyorum ki;[64] Bu hadîsi et-Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağir’de (sh.207) şu şekilde rivâyet etmiştir: Muhammed b. Davud b. Eslem es-Sadefi el-Mesci, Ahmed b. Said el-Medenî, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’ den rivâyet eder. Bu sened biraz karanlıktır. Zîrâ Abdurrahman’ın dışında hiçbiri tanınmıyor. İbn Hacer ve el-Heysemî de buna işaret etmişlerdir. Zîrâ Mecmau’z-Zevâid’de (c.8 sh. 253), ‘et-Taberani, el-Evsat ve es-Sağir’de bu hadîsi rivâyet etmişlerdir. Senedinde tanımadığım râvîler vardır dedi. (Elbânî'nin sözü bitti.)

Hâsılı, Elbânî’nin fuzûlî uzatmaları sürüb gitmekte; nihâyet O, bu rivâyeti, dört noktadan hareketle uydurma olarak göstermeye çalışmıştır:

(Bir): Senedinde, Abdurrahman İbnü Zeyd İbni Eslem, bulunduğu,

(İki): Abdullah İbnü Muslim el-Fihrî’nin uydurma rivâyetleri olan râvîlerden olduğu,

(Üç): Değişik yollarında, Merfû'’ mu, yoksa Mevkûf mu olduğunda ıztırâb[65] bulunduğu,

(Dört): Kur'ân’a ters olduğu, iddiâları…

Şu dört şübhe ve vesvese karşısında اعوذ بالله من الشيطان الرجيم diyerek,

Deriz ki,

((Bir)): Bu rivâyet, Kurân’a değil, O’nu anlayabilecek ilim, akıl, idrâk ve hidâyetten mahrûm olan mantar kafalara ters gelmiş olabilir. Bu ise mü’minlerce mühim değildir. Oysa, imâmları İbnü Teymiyye hadîs’i[66] uydurma i'lân etse de, ma'nâsının, bir takım âyetler istikâmetinde bazı yönleriyle doğru olabileceğini söylüyor.[67]

Eh, boynuz kulağı geçer derler ya...

Bid’atçı câhil Elbânî kitâbında,[68] Bu hadîsin zımnen, Âdem aleyhisselâm’ın, Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem ile tevessül ettiği için affedildiği fikrini verdiğini, oysa, Allah celle celâlühû’nun âyette buyurduğuna ve Hâkim’in, Müstedrek’te (3/546) İbni Abbas'dan yaptığı sahîh bir rivâyete göre bunun tevbe ile olduğunun bildirildiğini uzun uzun anlattıktan sonra, Şu tevessül hadîsinin Kur'ân’a ters, dolayısıyla da bâtıl olduğuna hamd ediyor. Câhilliğin ve geri zekâlılığın gözü kör olsun. Günahlar, elbette tevbe ile de affedildiler. Allah celle celâlühû isteseydi, onları tevbesiz de affederdi. Nitekim -hâşâ- küfre girmemişlerdi. Ancak, Hâfız Muhaddis İmâm Cezerî’nin el-Hısnu’l-Hasîn’inde de dediği gibi, düânın âdâbından biri de tevessüldür.[69] Âdem aleyhisselâm da bu edebe bürünerek tevbe ve düâ etti. Ortada ne çelişki var?.. Görünen o ki, rahatsızlık, birilerince Şer’î bir edebe riâyet etmekten kaynaklanıyor. Edebsizlik diz boyu değil, kulaklara kadar gelmiş.… Tevessül etmeden tevbe etseydi affedilmeyecekti diyen mi vardı?.… Olmadığına göre…

Üstelik, günah sebebiyle yapılan Tevessül, ne maksadla yapılıyor? Elbette affedilmek maksadıyla. Öyleyse yapılan, dolayısıyla bir tevbedir ve tevessül ameli, şu tevbe için atılan bir ön adım olup onun âdâbındandır.

((İki)): Merfûluk[70] ile Mevkûfluk[71] arasında her zaman çelişki olmayabilir. Olabilir ki, Sahâbî onu bazen Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözü olarak aktarmıştır; bazen da, iktibas veya Telmîh[72] yoluyla kendi sözü olarak söylemiştir. Bir çok sahîh hadîste bunun misâli vardır.

Bir de, böyle bir ğaybla alâkalı mevkûf rivâyet, Hadîs Usûlculerine ve diğer âlimlere göre söz birliği ile Hükmen Merfû’dur. Dolayısıyle ortada kesinlikle bir çelişki yoktur.

((Üç)): Abdullah İbnü Muslim el-Fihrî’nin, uydurmacı bir râvî olduğunu kimse söylemedi. Elbânî, yalan söylüyor. Zehebî, kim olduğunu bilmiyormuş. Bu kadarı doğru; gerisi yalan. Zehebî’nin bilmemesi, her zaman ve bilhassa başkası bildiği zaman zarar etmez. Başkası biliyor ya. Bu yeter… Bu zât, bilinen birisidir. Beyhekî’nin, Delâil’indeki isnâdda, İbnü İshâk İbni Râhûye, O’ndan Mısır’da rivâyet ettiğini ve O’nun Ebû Ubeyde İbnü Cerrâh’ın tâifesinden olduğunu haber verdi. Bu, az da olsa O'nu bir tanıtmadır. (Üstelik O, bunu rivâyet etmekte yalnız kalmamıştır.)

Bu râvîye Abdurrahman’dan rivâyetinde, Taberânî’nin es-Sağîr’in-de ve Âcürrî’nin eş-Şerîa’sında mütâbi’ler vardır. Beyhekî, Delâil’inde uyduruk rivâyet koymamayı bir esas olarak tutmuştur ve hadîs’in isnâdını Abdullah’la değil de Abdurrahman'la zayıf kabûl etmiştir. Bu da O’nun Abdullah’ı uydurmacı veya zayıf kabûl etmediğini göstermektedir.[73]

((Dört)): İbnü Hacer ne bu râvî, ne de bir önceki kendi tabakasından olan, Abdullah İbnü Müslim İbni Rüşeyd hakkında kınama yollu hiç bir söz etmemiştir. Elbânî O'na iftirâ ediyor. O, (el-İsâbe’de değil de,) Lisânu’l-Mîzân’da(3/360), Zehebî’nin dediklerini naklediyor. Sadece, Fihrî için, Bunun, önceki, Abdullah İbnü Müslim İbni Rüşeyd olmasını uzak bir ihtimâl görmüyorum. Çünki onun tabakasındandır, Abdullah İbnü Müslim İbni Ruşeyd için de, Zehebî’nin İbnü Hibbân’dan yaptığı nakil akabinde (انتهي )intehâ/bitti dedikten sonra İbnü Hibbân’ın sözünün kalan kısmını ilâve etti ve kendinden olarak sadece Hatîb, Abdullah’ın babasını şeddelemekle (Müsellem şeklinde), dedesini de tasğîrle (Rüşeyd şeklinde) harekeledi, ifâdelerini kullandı. Elbânî, Lisân’daki(انتهي) intehâ/bitti sözünün öncesinin, Zehebî’ye sonrasının da İbnü Hacer’e âid olduğunu[74] bilmiyorsa, kötü; zavallı bir câhil. Biliyorsa, daha kötü; hâin.

Tercüme maskaralık ve gülünçlükleri de işin cabası…

((Beş)): Bir de, Zehebî’nin bilmemesi ile İbnü Hacer’in zayıf ihtimâli ne zamandan beri kesin ilim oldu? Nasıl oldu da, bilmeme ve ihtimâl, İbnü Hibbân’a göre, hakkında açıklamalı cerh olmayan râvîlerde asıl olan güvenilirliktir[75] temel esasından ağır geldi.

((Altı)): Bir de, Hâkim, Beyhekî ve Sübkî’nin ifâdelerinden el-Fihrî’nin onlara göre sika/güvenilir olduğu anlaşılıyor. Zîra, tenkîd yerinde susmak bunu ifâde eder.

Buna ne demeli?.. Uçtuysa bile keçidir mi diyeceksiniz?..

((Yedi)): Abdurrahman İbnü Zeyd İbni Eslem üzerindeki şamatalara gelince… Bu zât hakkında söylenenlerden bazıları: “Kardeşi ondan daha güvenilirdir”, “Zayıftır”, “Bir şey değildir”, فيه ضعف “Fîhi da'fun/Onda biraz zayıflık vardır”, [76] “İşi ibâdet ve riyâzettir”,[77] “Hadîsde zayıftır”, “Hadîsde kuvvetli değildir; kendinde sâlih, hadîsde de zayıftır. İbn-i Ebî’r-Ricâl’den iyidir”, “Babasından uydurma rivâyetler haber verdi”, “Ne dediğini bilmiyor”, “Zayıflığı, haberi uydurma yapacak mertebede değildir”, (Sübkî), “Hasen hadîsleri vardır”, “Âlimlerin ilim aldığı kimselerdendir. Bazıları onu sadûk buldular. Hadîsi yazılanlardandır” (İbn- Adiyy),

“Güvehilir kabûl edilmiştir” (Münzirî.)[78] “Buhârî ve Müslim’in şartında değildir” (Hâkim), “(Bulunduğu isnâd için ) sahîhtir” (Hâkim)

Kevserî şöyle diyor: Abdurrahmân İbnü Zeyd’i, Mâlik zayıf kabûl etti ve bu hükümde diğer bir takım kimseler O'na tâbi' oldular. Ancak O (İbnü Zeyd), yalanla ithâm edilmemiştir. Aksine, yanılmakla ithâm edilmiştir. O'nun gibi birinin rivâyetleri elenir, bazıları seçilir. Hâkim de, bu rivâyetin Mâlik'in kabûl ettiği rivâyetlerden olduğunu görünce, böyle yaptı.

((Sekiz)): İmâm Mâlik bu rivâyeti kabûl etmiştir: İbnü Humeyd, Mâlik’den, (Kendisine Kıbleye dönüb de mi düâ edeyim, yoksa yüzümü Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e mi çevireyim diye soran Halîfe) Ebû Ca’fer’e, Niye Ondan yüzünü çevireceksin, O, senin ve baban Âdem aleyhisselâm’ın vesîlesidir dediğini rivâyet etmiştir. İmâm Mâlik, (Abdurrahman’dan gelen) haberin doğruluğunu kabûl ettikten ve O'nu delîl olarak ileri sürdükten sonra, Abdurrahman'dan (şu rivâyette) yanılma ve zabt azlığı töhmeti kalkar. Ki, bununla O'nu ithâm edenler, sadece Mâlik’e uyuyorlardı, O'na dayanıyorlardı. Abdurrahman İbnü Zeyd, her haberi reddedilecek kimselerden değildir.

((Dokuz)): İşte size, Şâfiî… El-Ümm’de ve Müsned’inde Allah’ın dîni(nin mes’eleler)inde O'nun bazı hadîslerini delîl getirmektedir.[79] Bu sebeble, bu hadîsi Sahîh kabül etmesinde, Hâkim kınanamaz. Aksine, doğru olan, bu(isnâdı Sahîhtir hükmü)dur. Ancak, Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’in fazîletlerini işittiğinde göğsü daralanlara göre doğru olmayabilir.

((On)): (Süâl): Peki, İmâm Mâlik’in Abdu’r-Rahmân İbnü Zeyd’in şu rivâyetini delîl kabûl ettiğine dâir haberin isnâdı sahîh midir?

(Cevâb): İmâm Mâlik’in, Şifâ’daki rivâyeti: (Kâdî İyâd, bu haberi, Şifâ-i Şerîf’de, Kâdî Ebû Abdirrahmân el-Eş’arî, Ebû’l-Kâsim Ahmed b. Bakıyy el-Hâkim ve bir çoklarından, (Onlar) İbnü Dilhâs’dan. (O), Ebu’l-Hasen Ali b. Fihr’den, (O), Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ferec’den, (O), Ebû’l-Hasen Abdullah b. Müntâb’dan, (O), Ya’kûb b. İshâk b. Ebî İsrâîl’den (O), İbnü Humeyd’den (O da), Mâlik’den rivâyet etti.)

Mâlik’in, Ebû Câfer’e soylediği zikri geçen sözüne gelince… O, Kâdî İyâd’ın Şifâ’da güzel bir senedle yaptığı rivâyettir. Seneddeki İbnü Humeyd, Tekıyy es-Sübkî’nin zannının aksine, ağır gelen görüşde Muhammed İbnü Humeyd er-Râzî’dir. Lâkin, şu Râzî’nin hâli, Şems İbnü Abdi’l-Hâdîn’in tasvîr etmek istediği gibi de değildir. Öyle ki, hakkında/aleyhinde konuşan herkesin sözlerini topladı, onu övenlerin sözlerini ise ihmâl etti. (Yani ilmî hainlik yaptı.)

Bu Muhammed İbnü Humeyd’den Ebû Dâvud, Tirmizî, İbnü Mâce, Ahmed b. Hanbel ve Yahyâ İbnü Maîn rivâyet yapmışlardır. İbnü Ebî Hayseme şöyle dedi: İbnü Maîn’e bu kişi hakkında sorulduğunda, sikadır, zararsızdır, Râzî zekîdir dedi. Ahmed İbnü Hanbel şöyle dedi: Muhammed İbnü Humeyd var olduğu müddetçe Rey beldesinde ilim devâm edecektir.[80] Sâğânî ve Zühelî onu övenlerdendir. Halîlî, el-İrşâd’da, hâfız ve bu işi bilen biriydi, Ahmed İbnü Hanbel ve Yahyâ ondan râzı oldu, dedi. Buhârî, hakkında iyi düşünülmeli, dedi.

Böylesi birisi, böyle bir haberde ithâm edilmez…

Ya’kûb İbnü İshâk’da bir beis yoktur/zararsız biridir. Nitekim Hatîb, Târîh’inde böyle dedi. Ebu’l-Hasen Abdullah İbnü Müntâb, Kâdî İsmail’in en büyük talebelerindendir. Bu İbn-i Müntâb’ı, Muktedir, üç yüz senesi civarlarında Medine-i Münevvere kadılığına getirmişti. O zamanda ilim sâhiblerinden ileri gelen sağlam kişilerden başkası Medine-i Münevvere kadılığına getirilmezdi. İsminde bir çokları yanlışa düşmüştür. Talebesi Muhammed İbnü Ahmed İbnü Ferec’i, Sem’ânî, Ensâb(isimli kitâbın)da Cezâirî’yi anlatırken güvenilir bulmuş ve İbnü’l-Esîr, Lübâb’da Onu tasdîk etmiştir. Ebû’l-Hasen (İbn-i Alî) el-Fihr[81] güvenilir ve sağlam kimselerden olub, Zehebî’nin 'İberinde tanıtılmıştır. İbnü Dilhâs, İbnü Abdi’l-Berr’in şeyhlerinin sağlamlarındandır ve İbnü Büşküvâl’ın Sıle(isimli eserin)de tanıtılmıştır. Bu kitâb Madrid'de basılmıştır….[82]

İbnü Abdi’l-Hâdî bu haberi kabûl etmekten kaçınmaktadır. Çünki O, çaresiz, şeyhi(İbn-i Teymiyye)nin yanlışlıklarına dokunmaktadır. İbnü Müntâb bu haberi rivâyet etmekle, şeyhi Kâdî İsmâil’in, el-Mebsût’undaki, İbn-i Vehb’in Mâlik’den yaptığı rivâyete zıd olarak yaptığı rivâyeti reddetmesini murâd etti. İsmâîl Iraklı âlimlerdendir. Mısır’lı ve Medîne’li âlimler Mâlik’in me'elelerini (söz ve ictihâdlarını) Ondan daha iyi bilirler. Ütelik İsmâîl, (Mâlik’den) zikrettiğini Mâlike isnâd etmedi, irsâl etti.[83] Lâkin bu, İbnü Abdi’l-Hâdî’nin nefsinin arzusuna uyduğundan, bunu, İbnü Müntâb’ın rivâyetinin aksine, senedini araştırıb sormadan kabûl etmektedir. Fikrince senedini anmaya ihtiyac bırakmayacak ölçüde (İsmâil’i) aşırı bir şekilde medhetmek-tedir. Dâvûd el-Isfehânî’nin Onun hakkında soylediğini sanki görmedi…[84] (Kevserî’nin, Mahku’t-Tekavvül’ünden kısaltılarak aktarılan sözü bitti.)

Hâfız Muhaddis Hafâcî, şöyle demektedir: Bu haberde, Ziyâret esnasında, düâ ederken kabr-i şerîf’e dönmek (Şerîat’ça) kötü görülen bir iştir. Hiç bir âlim bunu dememiştir. Ancak Mâlik’e atılmış bir iftirâda rivâyet edilmiştir diyen İbn-i Teymiyye’ye karşı bir cevâb vardır. Mâlik’e iftirâ sözü ile İyâd’ın bu rivâyetini kasdediyor.[85] Allah Kâdî İyâd’ın hayrını bol etsin, bu hikâyeyi Sahîh bir senedle rivâyet etmiştir ve bunu hocalarının sikalarının (sağlam ve güvenilirlerinin) bir çoğundan aldığını söylemiştir. İbn-i Teymiyye’nin, bu katıksız yalan ve gelişi güzel söylenmiş bir sözdür deyişi bâtıl sözlerindendir. Rivâyet edilmemiştir ve nakledilmemiştir sözü de bâtıldır. Zîrâ bu (kabr-i şerîfe dönerek düâ etmek), Mâlik, Şâfiî ve Ahmed İbn-i Hanbel’in mezhebidir… İmâmlarımızdan Sürûcî’nin de anlattığı gibi, Ebû Hanîfe rahmetüllâhi aleyh’den, ziyârette kabre dönüleceği, sonra da kıbleye dönülüb düâ edileceği rivâyet edildi.[86] (Hafâcî'nin sözü bitti.)

Lâkin, İbnü Hümâm’ın da dediği gibi, bu görüşün Ebû Hanîfe rahmetüllâhi aleyh’e nisbet edilmesi yanlıştır. O, bizzât kendisi Müsned’inde kabr-i şerîfe dönülerek düâ edileceğini İbnü Ömer radıyallâhu anhumâ'dan yaptığı, (Nebî sallallâhu aleyhi ve selemin kabrine kıble tarafından gelib sırtını kıbleye çevirib yüzünle kabre dönmen ve esselâmu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetüllahi ve berekâtühû demen, Sünnet'tendir) şeklindeki rivâyetle ortaya koymuştur.[87] Ebû Hanîfe rahmetüllâhi aleyh, bunu Nâfi’den, O da İbnü Ömer’in kendisinden rivâyet etmiştir.[88]

Görüldüğü gibi, isnâd Sahîhdir. Zîrâ, Nâfi’ İbnü Ömer radıyallâhu anhumâ’nın kölesi olub Ondan ve başka Sahâbîlerden hadîs rivâyet etmiş olan son derece sağlam bir râvîdir., Ondan Ebû Hanîfe rahmetüllâhi aleyh, Mâlik ve diğerleri rivâyetler yapmışlardır. Hicrî 117’de ölmüştür.
---------------------------------------------
Elbânî İle Kör Taklîdçilerinin Câhillik ve Hâinliklerinden Bir Kısmı
---------------------------------------------



((On Bir)): Câhillik ve Hâinliklerden Bir Kısmı:

(Bir:) Uydurmacı olma ayıbını O’na hiçbir imâm yakıştırmamasına rağmen, Elbânî bunu kendi kesesinden ilâve etmiştir.

(İki:) Babasından uydurma rivâyet haber verdi, demek, hadîs uyduran biridir, demek değildir. ودع عليه Vedaa aleyhi/falancıya yalan iftirâ etti ile, ( روي عنه الموضوعات )/revâ anhu’l- mevdûât/”falancıdan uydurma rivâyetleri nakletti”, sözleri arasında ilim adamlarınca mühim fark vardır; Birincisinde, uydurmacı’lık ve yalancılık, ikincide ise, dikkatsizlik ve gaflet vardır. Muhaddisimiz(!)[89] ya bu farkı göremedi, veya gördü de kasıdlı olarak gizledi. Birinci ihtimâl kötü; ikincisi ise daha kötü…

Kaldı ki, her uydurmadır denilen rivâyet, bakalım hakîkaten uydurma mıdır? Nice uydurma olduğu zannedilen rivâyetler vardır ki, onlar muhakkık muhaddislerce uydurma değildir. Hattâ bazen Sahîhdir. Nitekim, bir hadîsin uydurma olduğuna, tenkîdçiye göre, kimi zaman Kur'ân hükmüne, veya sahîh ve sâbit bir sünnet'e uymadığı zannıyla hükmedilir. Bu zann ve ictihâdda dahî bazen yanılma bulunabilir. O hâlde, hüküm verebilmek için bu uydurma olduğu iddiâ edilen rivâyetleri görmek ve göstermek lâzımdır. Oysa bu yapılmamıştır. Dolayısıyla, iddiânın ayakları yere basamamaktadır.

(Üç:) Bir çoklarının, (فيه ضعف ) fîhi da'fun/onda biraz zayıflık vardır şeklindeki sözlerini görmezden gelerek, sadece cidden zayıftır diyen bir kişinin sözüne sarılmak ilim hainliğidir. Burada işte bu yapılıyor.

(Dört:) Zabıttaki az zayıflık, rivâyeti en çok Hasen mertebesine düşürür, Uydurma yapmaz.

(Beş:) Ahmed İbnü Hanbel, O’nda bir yanda zayıflık görürken, öte yanda Müsned'inde O’ndan hadîs rivâyet ediyor ve bu rivâyete i'tirâz etmiyor. Böyle bir tavır, bu rivâyetin, İbnü Teymiyye'ye göre, ağırlıklı kanaatte Ahmed'in mezhebi olmasını gerektirir. [90]

(Altı:) İbnü Adiyy’in, Hasen rivâyetleri vardır, bazıları O’nu doğru bulmuşlardır. Hadîsi yazılanlardandır.. demesi hiç hesapta yok.. İlim insafı nerede kaldı?

(Yedi:) İmâm Şafiî, Müsned’inde[91] ahkâm mevzûunda O’nun rivâyetini delîl olarak ileri sürüyor. Bu, O’nu Şâfiî tarafından güvenilir bulmak değil midir? Bilenler bilir ki, Müctehidin bir rivâyeti delîl getirmesi bir çok usulcüye göre onu sağlam kabûl etmesi demektir. İmâm Şâfiî'nin şeyhini tanıyamaması, O'nun, hadîsi işe yaramaz birisi olduğunu bilememesi ne ölçüde mümkindir?

(Sekiz:) Hâkim’in Buhârî ve Müslim’in Abdurrahman’ı hüccet kabûl etmediklerini söylemesi, O’nu mutlaka zayıf kabûl etmesi demek değildir. Hâkim, Müstedrek’inde rivâyet edeceğini soylediği sahîh hadîslerin, sadece Buhârî ve Müslim’in, veya Buhârînin, yahud Müslim’in şartlarına uyan sahîhler olacağını vaad etmemişti ki, onların şartlarına göre olmayan rivâyeti yapmakla kendisiyle çelişmiş olsun. O, Müstedrek’e Buhârî ve Müslim'den başkalarının ve kendinin ölçülerine göre Sahîh olan rivâyetleri de aldı. [92]

(Dokuz:) Keza, şeyhlerinin bu haberi ancak (içinde Abdurrahman’ın bulunduğu) bu isnâdla rivâyet ettiklerini soylemesi, her hâl ü kârda Abdurrahman’ı ve rivâyeti zayıf gördüğü ma'nâsına da gelmez. Sahîhliğin en üstünden en aşağısına kadar çok mertebeleri olduğuna göre, belki, daha güçlü bir isnâd bulsaydım daha da iyi olurdu ama, burada bu kadar sahîh olanı bulabildim demek istemiştir. Bu sözden, karîne bulunmadıkça zayıflık çok zor anlaşılır. Hattâ aksine bir karîne bulunduğundan bu sözden hiçbir şekilde zayıflık anlaşılmaz. Nasıl böyle olmasın ki, kendisi şu tevessül hadîsi için isnâdı sahîhtir sözünü açıkça söylüyor.

(On:) Hâkim’in şu isnâd için, sahîhtir demesi, büyük bir ihtimâlle Abdurrahman’ı kendi ictihâdınca güvenilir kabûl etmesi demek değil midir?

(On Bir:) Bir muhaddis ve müctehid olan Sübkî’nin şu rivâyet için sahîhtir demesi, O’na, Şeyhu’l-İslâm diyen talebesi Zehebî’nin uydurmadır demesinden daha mı zayıftır? Ne bu yobazlık, Allah aşkına?!..

(On İki:) Güvenilir diyenler, bunu, bilgi ve ictihâdlarınca dedikleri gibi, zayıftır diyenler dahî, bu sözlerini vahye dayanarak değil de bilgi, kanâat ve ictihâdları îcâbı söylemektedirler.

(On Üç:) Bütün bunlar, hâricteki karineler/alâmet, işaret ve ip uçları hesaba katılmadığı taktirdedir. Onlar hesaba katılırsa rivâyetin Sahîhliği ağırlık kazanır; hattâ kesinleşir.

---------------------------------------------
Bu Rivâyetin Şâhidleri Var mıdır?
---------------------------------------------


(On Dört:) Üstelik bu rivâyetin şâhidleri de vardır: Âdem aleyhisselâm’ın tevessülü ile alâkalı bu rivâyeti pekiştiren ona Mütâbi’[93] ve Şâhid[94] olan başka rivâyetler de vardır: Hâfız Ğumârî bunlardan üç tanesini er-Reddü’l-Muhkem isimli kitâbına almıştır:[95](Birincisi), İbnü’l-Münzir’in, Tefsîr’inde, (İkincisi), İbnü’l-Cevzî’nin el-Vefâ’sında, (Üçüncüsü) de Âcürrî’nin eş-Şerîa’sında yaptıkları rivâyetlerdir. Ğumârî, İbnü’l-Cevzî’nin rivâyetinin isnâdının kuvvetli olduğunu ifâde ettikten sonra, sahîfenin dibinde bu sahîh hükmünü İbnü Hacer’in Fethu’l-Bârî’de ve başkalarının (da başka yerde) söylediğini yazdı.[96] İbnü Teymiyye de Fetâvâ’sında, İbnü’l-Cevzî’nin bu babdaki rivâyeti ile Ebû Nüaym’ın rivâyetlerini aldıktan sonra, Bu ikisi, sahîh hadîslerin tefsîri gibidir demiştir.[97] Tevessül inkârcılarının Şeyhu’l-İslâm(!)larının uydurma rivâyetleri her hâlde sahîh hadîslerin tefsîri kabûl etmemesi lâzımdı; ama kabûl etmiş; biz ne yapalım?

Ey âdem!.. O (Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem), olmasaydı, seni yaratmazdım, sözünü, Hâkim Müstedrek’te, Ali İbnü Hamşâz el-Adl, Hârûn İbnü Abbas el-Hâşimî, Cendel b. Vâlik, Amr İbnü Evs el-Ensârî, Sâîd İbnü Ebî Arûbe, Katâde ve Saîd İbnü Müseyyeb yoluyla Abdullah İbnü Abbâs radıyallâhu anhumâ'dan,

Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem olmayaydı, Âdem’i yaratmazdım, O, olmasaydı Cenneti ve Cehennemi yaratmazdım şeklinde de rivâyet etmiş ve, isnâdı sahîhtir demiştir. Zehebî, bunun, Saîd İbnü Müseyyeb'e iftirâ edildiğini zannediyormuş. Dayanağı olmayan bir zann… Boş ve kıymetsiz bir lâf…

Bunu, İbnü Abbâs radıyallâhu anhumâ’dan, (zayıf bile olsa) bir başka yolla, Deylemî de rivâyet etmiştir.[98]

Hâsılı hadîs Sahîhdir; câhillerin sözüne bakılıp Allah celle celâlühû’yu, Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’i, râvîleri ve muhaddisleri yalanlama talihsizliğine düşülmesin…[99] D'p not|
[54] [Hâkim El-Mustedrek, (2/615) Hâkim, bu Sahîhdir, dedi. Taberâni, Beyhekî, Ebû Nüaym.], Mefâhîm:119-120
Zehebî el-Müstedrek Telhîsinde Hâkim'e itiraz edip haberin uydurma olduğunu söylediyse de, Sübkî, Kastallânî, Süyûtî, Zürqânî ve Kevserî gibi bir çok hadîs hâfızı ve muhaddisin şehadeti ile Hâkim’in haklı, Zehebî’nin ise haksız olduğunu ortaya çıkıyor. Nitekim metinde gelecektir.
[55] Şifau's-Sıkam:134-135
[56] [Mevâhib. Sahîhtir. Birçok yerde. Sonuncusu: 2/392 (Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye baskısı)], Mefâhîm, Tâ'lîk'i:120
[57] [El-Hasâisü'l-Kübrâ(da Hâkimden nakledilerek) Sahîhtir.], Mefâhîm, Tâ'lîk'i:120
[58] Mefâhîm, Tâ'lîk'i:121-122
[59] [Şerhu'l-Mevâhib, Sahîhtir. 8/314], Mefâhîm, Tâ'lîk'i:120
[60]
واهنVâhin kelimesi, وهي vehâ fiilinin ism-i fâil’i olub zayıf demektir. Görüldüğü gibi burada, Türkçedeki vâh kelimesinin ma'nâsına uzaklardan biraz yakın olan hayret verici diye çevrilmiş. Saçmalarla dolu kitabın saçma bir tercümesi..
[61] Bir kaynaktan bir hüküm aktarılıyorsa, bu bir nakildir ve bana göre ibâresiyle ıfâde edilmez. Zîrâ bana göre ibâresi kanâat bildirir. Oysa, naklin kanaat ile alâkası yoktur. Sırf ben diyebilmiş olabilmek için işlenen tipik bir maskaralık.
[62] Ne demekse… Belki de onlara yalan isnâd ediyor denilmek isteniyor.
[63]Yaptığı rivâyetleri yazılı olarak elinde mevcûd değildir şeklinde çevrilecek cümle O'nun hadîs kitabı yoktur şekilde tercüme edilmiş!..
[64] Adam olmuş da adamların meclisinde konuşuyor(!) Mine'l-ğerâib….
[65] Çelişiklik derecesinde farklılık arzeden görüşler.
[66] Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) olmasaydı seni yaratmazdım sözünün
[67] [El-Fetâvâ, 11/96], Seyyid Muhammed Alevî Mâlikî, Mefâhîm:123-124
[68] Et-Tevessül ve Envâ’uhû (Tercüme):160
[69] İmâm Cezeri: Hısnu’l-Hasîn (Hazînetü’l-Esrâr Kenârı):14
[70] Haberin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e dayandırılması
[71] Bir Sahâbî sozü oluşu
[72] Kelâmın Fehvâsında bir kıssa veya şiire açıkça zikretmeksizin işâret edilmesidir (Seyyid Şerîf, Tâ’rîfât: et-Telmîh maddesi)
[73] Ğumârî, er-Reddü’l-Muhkem:137-140'den faydalanılarak.
[74] Nitekim İbnü Hacer Lisânü'l-Mîzân'ının başında hulâsa olarak şöyle diyor: Mîzân’ı kısalttım. Ona bir çok ilâve de yaptım. İlâvelerimin öncesinde veya üstünde (z-ziyâde) harfini alâmet olarak koydum. Şeyhimizi ilâveleri için de (Zel harfini alâmet olarak koydum. Bir tercümede (Zehebî’nin) kelâmına ilâve yaptığımda sözünü (intehâ/bitti) ifâdesiyle tamamladım. Ondan sonrası benim sözümdür. (Lisânü’l-Mîzân:1/4)
[75] Geniş bilgi için, İmâm Leknevî’nin er-Ref’ ve’t-Tekmîl’ine, Süyûtî’nin Tedrîb’i ve Sehâvî’nin Fethu’l-Muğîs’inden yap tığı nakiller ile Ebû Ğudde’nin er-Ref’ ve’t-Tekmîl üzerine yazdığı Tâ’lîkatına bakınız: 206,207,208
[76] Şu bir hafîf cerh sîğasıdır.
[77] Anlaşılan o ki, O’nun asıl kusûru budur.
[78] Ğumârî, Er-Reddü’l-Muhkem:132
[79] Müsned-i Şafiî:2/173, H:607
[80] O’na göre ilim şübhesiz ki, hadîs ve fıkhu’l-hadîs ilmi demektir.
[81] İmâm Kevserî, el-Fihrî şeklinde yazmış veya matbaa hatâsı var. Düzeltme Şifâ’dan ve şerhlerinden yapıldı. Allahu a’lem.
[82] İmâm Kevserî, İyâd’ın haberi kendilerinden aldığı şeyhlerinin sağlam olub olmadıkları hakkında bir şey dememiştir. Ancak aşağıda da geleceği üzere, Hâfız Muhaddis Hafâcî onların güvenilir sağlam kimseler olduğunu söylemiştir.
[83] Kesintisiz senedle Mâlik’e dayandırmayıb, Ondan rivâyet edeni atlayarak kesik bir senedle O'ndan rivâyet etti.
[84] Makalât: 392-393
[85] İyâd’a iftira ediyor.
[86] Hafâcî, Nesîmu’r-Riyâd:3/398
[87] Kemâlüddîn İbnü Hümâm, Fethu’l-Kadîr:2/336
[88] Muhammed Hasen es-Senbelî, Tensîku’n-Nizâm Şerhu Müsnedi Ebî Hanîfe:126
[89] Şunlar muhaddis değil, muhdisdirler/abdestsiz kimselerdir. Nitekim, Pâkistan'ın Lâhor şehrinde bir âlim bana Şeyh Muhaddis İdrîs el-Kandehlevî'den, kendilerine ehl-i hadîs ismini veren mezheb tanımazlar için ehl-i hadîs biziz; onlar ehl-i hadesdir/ya'nî abdestsiz kimselerdir, dediğini nakletti.
[90] Şafiî, Müsned: 2/173, H:607
[91] Şafiî, Müsned: 2/173, H:607
[92] Süyûtî, Tedrîbu’r-Râvî (Dârü’l-Kitâbi’l-‘Arabî): 1/80
[93] [Bir râvî bir hadîs rivâyet eder ve bir başka râvî (aynî hadîsi aynî Sahâbîden rivâyet etmekte) ona muvâfakat ederse, buna Mütâbi’ denir.], Abdül-Hakk ed-Dihlevî, Mukaddime Fî Usûli’l-Hadîs:63-65 (den hulâsa)
[94] [Bir râvî bir hadîs rivâyet eder ve bir başka râvî (ayni hadîsi başka Sahâbîden rivâyet etmekte) ona muvâfakat ederse, buna Şâhid denir. (Bazıları lafızdakı muvâfakata Mütâbi’, manada muvâfakata da Şâhid derler. Bazıları ise her ikisini bir manada kullanır.)], Abdül-Hakk ed-Dihlevî, Mukaddime Fî Usûli’l-Hadîs:63-65 (den hulâsa)
[95] Hâfız Ğumârî, er-Reddü’l-Muhkem:128-129
[96] Aynı yer: 129
[97] [El-Fetâvâ:2/150], Mefâhîm:121-122
[98] El-Muhkem:139-140
[99] Kime benden bir söz ulaşır da onu yalanlarsa o üç kişiyi yalanlamıştır: Allâh celle celâlühû’yu, Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’i ve o haberi vereni. [(Taberânî, el-Evsât ve İbnü ‘Asâkir, Câbir radıyallâhu anhu’dan), Kenzü’l-Um mâl:1/209, H:1047]


لما اقترف آدم الخطيئة؛ قال: يا رب! أسألك بحق محمد لما غفرت لي. فقال الله: يا آدم! وآيف عرفت
محمدا، ولم أخلقه؟ قال يا رب! لما خلقتني بيدك، ونفخت في من روحك؛ رفعت رأسي، فرأيت على
قوائم العرش مكتوبا: لا إله إلا الله محمد رسول الله، فعلمت أنك لم تضف إلى اسمك إلا أحب الخلق
إليك. فقال الله: صدقت يا آدم! إنه لأحب الخلق إلي، ادعني بحقه، فقد غفرت لك، ولولا محمد ما خلقتك

Adem (a.s.) günahı işlediğinde şöyle der: « Ya Rabbi, Muhammedin hakkı için beni affetmeni istiyorum ». Allah, « Ey Adem onu yaratmadığım halde Muhammedi nasıl tanıdın » deyince, « Ey Rabbim! beni elinle yaratıp, ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın sütunlarında Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Resulullâh yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki, Sen Kendi ismine en sevgili yaratığını izâfe ettin ». Bunun üzerine Allah; « Doğru söyledin ey Adem! Çünkü o beşer içerisinde bana en sevgili olanıdır. Bana onun hakkı ile dua ettiğinde seni bağışlarım, eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım » der. el-Hâkim, Mustedrek (2/615); İbn Asâkir (2/323), el-Beyhâki, Delâil’un-Nübuvve (5/488) .

Uydurmadır.

Râvilerinden olan Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur. Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn Hacer el- Askalânî de ona katılır.

Hakim(1/672) Tarihut Taberi(1/160) Taberani Evsat(6/313, no;6502) Taberani Sağir(2/182 no;684) Beyhaki Delail(5/488) Kastalani Mevahib(1/28) Suyuti Hasais(1/21) İbni Cevzi Vefa(no;4) Zürkani Şerhul Mevahib(1/62) Mecmauz Zevaid(8/253) Hafaci Nesimur Rıyaz(3/444) Suyuti Dürrü Mensur(1/142) İbni Kesir Bidaye(1/81,2/322) Kadı Iyaz Şifa(s.174) Suyuti Menahilus Safa(s.30) Aliyyul Kari Şerhu Şifa(2/51) Sebilu Hedyir Reşad(1/103) Kevseri Muhikkut Tekavvul(s.14) Acurri Şeriat(no; 906,913) Nebhani Huccetullah(1/314) Cem’ül Fevaid(8373) İbni Allan esSıddıki Futuhatur Rabbaniye(5/36) Suyuti el Havi(işareten;2/174) Alusi Neşrul Mehasin(s.109) Tusi Tıbyan(1/169) İbni Asakir(7/437) İbni Kesir Şemail(s.574) Sübki Şifaus Sekam(s.120) Muğnil Muhtac(1/512)Mahmud Said Memduh Raf’ul Minara(s.249)

Bu rivayetin isnadında cumhurun zayıf kabul ettiği ravi Abdurrahman Bin Zeyd Bin Eslem ve hadis uydurucusu Ebul Haris el Fihri vardır. Adem aleyhisselam’ın tevessülü ile ilgili bu rivayet hakkında Zehebi ve İbni Hacer, Ebul Haris el Fihri’nin hal tercemesini verirken batıl demişler Zehebi Mizan(4/199) İbni Hacer Lisan(3/359) Zehebi, Telhisul Müstedrek’te Hakim’in bu rivayetine batıl değil, zayıf hükmü vermiştir! İbni Teymiye ve Elbani de onlara tabi olarak mevzu olduğunu söylemişlerdir. Taberani’den gelen rivayette Abdurrahman Bin Zeyd’e ulaşan isnad’da; Muhammed Bin Davud – Ahmed Bin Said el Fihri – Abdullah ibni İsmail el Medeni yer alır ve Taberani Mucemüs Sağir’de; Ahmed İbni Said’in teferrüd ettiğini söylerTaberani Sağir(2/182) Evsat(6/313)

Taberani’nin Evsat ve Sağir’deki bu isnadı hakkında Heysemi; “Tanımadığım kimseler vardır” demiştirMecmauzZevaid(8/253)

Ahmed Bin Said el Fihri; Ahmed Bin Said Bin Yakub’tur. Zehebi, el Muktena Fi Serdil Kuna’da; Ahmed Bin Said el Fihri’den Mekhul ve İbni Cevsa rivayette bulunmuştur Zehebi elMuktena(1/163 no;1279)

Derken İbni Hibban, Sükat’ta; “Ahmed Bin Said Bin Yakub’dan Mekhul (Ebu Abdurrahman Beyruti) ve başkaları rivayette bulunmuştur” der İbni Hibban Sükat(8/47 no;12190)

Ahmed Bin Said Bin Yakub el Fihri sadece İbni Hibban tarafından Sükat’ta zikredilmiş olup meçhuldür bkz. Tehzibut Tehzib(1/28) Tehzibul Kemal(1/318)

Abdullah İbni İsmail el Medeni ise İbni Büveyh diye bilinen zat olup meçhul (mestur) bir ravidir. İbni Cevsa ile aynı senede(h.350) vefat etmiştir. İbni Ebid Dünya ve başkalarından hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de İbni Rızkaveyh rivayette bulunmuştur. İmam idi İbni Kesir Bidaye(11/409) Yalnız bu “imam” ibaresi ile kastedilen mescid imamlığıdır.

Ebu Nuaym’ın Delail’inde ise İbni Zeyd’e ulaşan isnad şöyledir; Şeyh Ebul Ferec – Süleyman Bin Ahmed – Ahmed Bin Rüşdeyn – Ahmed Bin Said el Fihri – Abdullah Bin İsmail el Medeni. İbni Teymiye Mecmuul Fetava(2/151)

Neticede zayıf olan Abdurrahman Bin Zeyd Bin Eslem teferrüd etmiştir.Abdurrahman Bin Zeyd, hafızasının iyi olmaması sebebiyle cerh edilmiştir. Nitekim İbni Huzeyme; “Ehli İlm, hafızasının kötülüğü yüzünden onunla delil getirmez.” Demiştir. Onun hakkında Ebu Hatem der ki; Hadiste kavi değildir.

Kendisi salih olup hadiste vâhî (zayıf)dir.” İbni Adiy; “hadisleri hasendir. Bazıları onu güvenilir bulup hadislerini yazdılar.” Der İbni Hacer Tehzibut Tehzib(6/161) İbni Adiy Kamil(4/273) Tehzibul Kemal(17/118)

Ancak bu söz reddolunmuştur. Hadisin sahih olduğunu iddia eden, Şihabuddin Hafaci, Celaleddin Suyuti, İbni Allan es Sıddıki, Tacuddin Sübki, Zahid el Kevseri, Aliyyul Kari, Kastalani, Nebhani ve Semhudi, teferrüd eden zayıf ravi Abdurrahman Bin Zeyd ile delil getirmenin mümkün olduğunu, Hakim’in bu hadise sahih hükmü vermekte haklı olduğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Mahmud Said Memduh hasen olduğunu söylemiştir.

Sadece bu rivayet tarikine bakılırsa, hadisin sahih olduğunu söylemeye yol yoktur. Zira İbni Zeyd biraz zorlama ile makbul görülse bile –ki bu da imkânsızdır- ona kadar ulaşan sağlam bir zincir de yoktur. Sonuç olarak hadis diye halkın dilinde dolaşan bu söz uydurmadır batıldır.
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şeyh Muhammed Nasıruddın el-Elbani rahımullah'ın bu rivayetin Batıllığına dair Yaptığı Tahkik ise şöyledir:

Bunu el-Hakim; Ebu'l-Haris Abdullah b. Müslim el-Fiheri yoluyla İsmail b. Mesleme"den o Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'den, O babasından o dedesinden o da Ömer Radiyallahu Anh'tan rivayet etmiş; bu senetle el-müstedrek'te (c. 2, sh. 615} tahric etmiştir. İlaveten de, "bu sahih bir isnaddır. Bu kitapta Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem için zikrettiğim ilk hadistir" demiştir.

Zehebi şöyle diyor: "Bana göre bu isnad zayıfdır. Abdurrahmanın bulunması ise hayret vericidir. Abdullah b. Eşlem el-Fiheri ise, bunun kim olduğunu bilmiyorum." Ben de diyorum ki, El-Hakim, "el-Müstedrek"te "kendi kendine çelişkiye düşmüştür." der. Zira, c.3, sh. 332'de, adı geçen Abdurrahman'dan rivayeten başka bir hadisi sahih görmediği halde, bunu rivayet etmiştir. Ayrıca Buhari ve Müslim'in Abdurrahman b. Zeyd'i hüccet olarak kabul etmediklerini de söyler. Bana göre, ez-Zehebi "eI-Mizan"da bu "el-Fiher"ye yer vererek, ona hadis isnad ettikten sonra, bunun batıl birhaber olduğunu söyler. İbn Hacer de "el-İsabe" de (3/360) aynısını söylüyor ve ilaveten el-Fiheri hakkında şöyle diyor: "Emsali olduğundan, muhtemelen bu ondanönceki kişi olabilir." Bildiğim kadarıyla ondan önceki kişi, "Abdullah b. Müslim b. Rüseyd'dir. ibn Hacer diyor ki; "İbn Hibban onu zikretti. Hadis uydurmakla itham edilmekte olup, hadisleri Leys, Malik ve İbnu's-Lehiya'ya yüklemektedir. Onun hadis kitabı yoktur. Sanki varmış gibi İbn Halbe'den bir nüsha rivayet eden d işte odur."

Ben de diyorum ki; bu hadisi Taberani, "el-Mu'cemus Sağir"de (sh. 207) şu şekilde rivayet etmiştir: "Muhammed b. Davud b. Eşlem es-Sadefi el-Mesci,l Ahmed b. Said el-Medeni, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'den rivayet eder." Bu sened biraz karanlıktır. Zira, Abdurrahman'm dışında hiçbiri tanınmıyor. İbn Hacer ve el-Heysemi de buna işaret, etmişlerdir. Zira "Mecmau'z-Zevaid'de (c.8, sh. 253), "et-Taberani, el-Evset ve es-Sağir"de bu hadisi rivayet etmiştir. Kavilerin arasında hiç tanımadığım kişiler vardır" diyor. Bence bu bir arızadır. Arala*rında tanınan kimse olmadığını söylemekle o kişi hakkında' iyi bir imaj vermektedir. Oysa bu doğru değildir. Zira onun dayanağı, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'dir. El-Beyhaki'nin dediğine göre; o bu hadisi rivayet ederken, sadece Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'e dayanmaktadır. O ise, mevzu hadis rivayet etmekle itham edilmektedir. EI-Hakim, bununla kendini eleştirmektedir.

Bu nedenle, hadisini sahih görme konusunda alimler el-Hakim'e karşı çıkıp, onu hatalı ve çelişki içinde görmüşlerdir. Sahabe, Tabiun ve Müctehid imamların ilimlerinin varisi Şeyhülislam İbn-i Teymiyye Rahimehullahu Aleyh, "el-Kaidetu'l CeliIe"de (sh. 89) buna şöyle bir açıklık getirmektedir:

"El-Hakim'in bu hadisle ilgili rivayeti, onu red nedenlerinden biridir. Zira bizzat kendisi "el-Medhulü illa Ma'rifeti's-Sahih-i Mine's-Sakim" adlı kitabında, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in babasından mevzu (uydurma) hadisleri rivayet ettiğini söyler. Bu işin erbabından olan ve düşünebilen bir insan, bu yaptığının onun aleyhinde olduğu konusunda zorluk çekmez.

Bana göre, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in zayıf olduğu konusunda ittifak vardır. Bu nedenle O, büyük ölçüde hata yapmaktadır Ahmed b. Hanbel, Ebu Zur'a, Ebu Hatemi, En-Nesai, ed-Darekutni ve başkaları onu zayıf görmüşlerdir. İbn Hibban diyor ki, "bilmeden hadisleri öyle bir ters çeviriyordu ki, mevkuf isnad ve mürselleri mevkuf gösterdiğini görüyoruz. Böylece, kendisinden rivayet edilen hadisler terkedilmiştir."

Kitabın sonunda şöyle diyor: "Başta bahsettiğim kişilerin cerhedildiğini biliyorum. Zira cerh, ancak beyyine ile isbat edilir. Bana soranlara, "cerhlerini beyan ettiğim kişiler onlar" derim. Çünkü, cerhi taklitle mubah görmüyorum. Bu konuda uğraşanlar için tavsiyem, adlarını verdiğim bu kişilerin hiçbirisinden hadis yazmamalarıdır. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu konuda şöyle diyor:

"Yalan gördüğü bir hadisi rivayet eden kişi, iki yalancıdan biridir." Onların hadislerini rivayet eden kişi de bu hadisin hükmüne girer.Bildiğim şudur ki, el-Hakim'in bu sözüyle önceki sözünü inceleyen kişi, gayet açık bir şekilde Abdurrahman b. Zeyd'in bu hadisini el-Hakim'in de mevzu (uydurma) gördüğünü anlar. Hal böyleyken bile bile bu hadisi rivayet eden kişi, iki yalancıdan biri durumuna düşer."

Bu hadisin batıl oluşu hususunda İbn Teymiyye, ez-Zehebi, İbn Hacer ve Muhakkiklerden İbn Abdulhadi gibi birçok hafız ittifak etmişlerdir, ileride ayrıntılı olarak anlatılacaktır. Bunların ittifakıyla bu hadisin mevzu olduğu anlaşıldıktan sonra, sadece el-Hakim'in iki görüşünden birini taklid ederek Allah'a ve hesap gününe inanan bir müminin, bu hadisi sahih ve caiz görmesi caiz değildir.

İkinci görüşünü seçme hakkına sahip olan bir ilim tahiplisinin, Abdurrahman'in rivayet ettiği bu hadisi yamaması gerekir. Aksi taktirde, önceden söylediğimiz gibi iki yalancıdan biri olur.

Bir de şuna dikkat etmek gerekir: Bazı hadis şeyhlerinin Zehebi'nin "O hadis mevzudur" sözünü gerekçe göstererek, Şeyh Naşirin bu hadis hakkında yalan ve mevzu olduğuna dair verdiği hükmün batıl olduğuna dair tesbitleri cidden geçersiz ve yanlıştır. Zira, zikrettiğimiz seçkin bazı hafızların, ez-Zehebi'ye destek verdiklerini biliyoruz. Sora ilaveten dediler ki; "ez-Zehebi'nin mesnedi, el-Hakim'in isnadında hakkında "muttehemdir" denilen bir adamın bulunmasıdır. Ben ce bu da geçersizdir. Zira sözkonusu adam, Abdullah b. Müslim el Fiheri adında bir zattır. Ez-Zehebi, önceden ondan nakledildiği gibi suçlamadığını, ancak onu tanımadığnı söylüyor.

Bu konuyu bilmediklerini zannetmiyorum. Kendilerine bundan bir nasip çıkarmak için bilmemezlikten gelmişlerdir. Dediler ki; "Bu hadisle ilgili olarak, et-taberani'den alınan diğer bir isnadda, itham edilen bu kişi yoktur." Ancak, sonuç itibariyle bu isnadda tanınmayan üç kişi vardır. Bunu bilmiyorlarsa, el-Heysemi'nin, "bu hadisin isnadında tanımadığım kişiler vardır." sözünün taklidinden neden yüz çevirdiler? Fakat, "bu senedde de tanınmayan kişi vardır." demekle, taklide yenik düştüler. Bu karışıklığın sebebi şudur: El-Heysemi'nin "isnadında tanınmayan vardır. sözü, kesin olarak birkaç kişinin var olduğunu ifade etmektedir. Onların sözü ise, bunu teyid etmektedir. Genelde, herhangi bir veya birkaç kişi tanınmadığı zaman, bu söz söylenir.

Sonra dediler ki; "bu isnadın ravilerinden biri Abdurrahman b. Zeyd'dir. İbn Hacer'in kavline göre, güvenilirdir." Oysa bu kişi, zayıftır. İbn-i Hacer'in dışında olanların kuvvetli görüşlerine göre ise, daha da zayıftır. Ebu Nuaym, o kişihakkında, 'babasından bir sürü mevzu (uydurma) hadis rivayet etmiştir." diyor. El Hakim de aynı şeyi söylüyor. Bu iki kişi, tevsik konusunda yumuşak bilinmektedirler. Ama Abdurrahman'ın "mecruh" olduğuna kesin kanaat getirdikleri için, onu cerh ve tenkit etmişlerdir. Onun için, onun zayıf görme konusunda hemfikirdirler. Şeyhülislam İbn Teymiyye de bu konuda kesin ifade kullanmaktadır. Hata Ali b. İbnu'l-Medeni, İbn Sa'd ve başkaları, "kesin" ifadesini kullanmışlardır. Tahavi diyor ki; "hadis alimlerine göre, Abdurrahman'ın hadisi son derece zayıftır." Görüldüğü gibi Abdurrahman, eskiden beri çok zayıf olmakla tanınmaktadır.

Abdurrahman b. Zeyd'in cidden zayıf oduğu konusunda yoğun görüşler mevcut olduğu halde, karşıt görüşte olanların bunu gözardı edip, İbn Hacer'in "onda zayıflık vardır" sözüne itibar etmelerini anlamak mümkün değildir. Ancak, bir ihtimal daha var ki, o da İbn Hacer'in "zayıf" derken "cidden" kelimesinin kaleminden kaçmış olabileceği veya bazı nüshalarda bu kelimenin sehven yazılmış olabileceğidir. Şöyle veya böyle, önceden zikrettiğmiz gibi, Hafız kendi lisanıyla "bu hadis batıl bir haberdir" dedikten sonra, sadece "zayıf" kelimesinde Hafız İbn Hacer'i taklid etmeleri, onlara bir yarar sağlamaz.

Öyle anlaşılıyor ki, bunlar sorumsuz kişiler olup, hakkı takip etmeyenlerdir. Yoksa, ez-Zehebi'ye ve diğer muhakkiklerin sözüne uygun düşen, ibn Hacer'in görüşünü benimsemekti. Hadisin mahiyetini gizlemek, hafızlardan birinin bir görüşünü benimsemekle hadisin etrafında yeni bir görüş ortaya atmak alimlerin ihtilaf ettiği diğer hadislerin mecrasına sokmakla ez-Zehebi'ye karşı tavır almak için sadece Abdurrahman'ı zayıf görmekle yetinmemeleri gerekirdi. Bir de bunun sonunda ne diyorlar? "Hadisçilere göre, durumu böyle olan bir hadis mevzu değildir. O, amel edilen hadis kısmından sayılır" diyorlar, Bana göre bu sözün iki nedenle geçerliliği yoktur:

1-Birinci dayanakları, Abdurrahman'ın hakkında sadece "zayıftır" deniîmesidir. Oysa bu, doğru değildir. Zira Abdurrahman'ın hakkında, "cidden zayıftır" da denilmiştir. Bu konuda seçkin hafızlardan birinin açık ifadesini ileride aktaracağız.

2- Bu söz, İbn Hacer ve diğer hafızların bu hadisin batıl olduğu hakkında verdikleri hükme aykırı düşmektedir. Hal böyleyken, onlara muhalefet etmeleri nasıl olur?

Bir de onlardan birinin, "Ettakibu'I-...." adlı eserin 21. sayfasında, kendisinin tashih ve ta'dif vasfına sahip olmadığı şeklindeki sözleri tevazu niyetiyle söylenmiş olabilir. Bunun aksi düşünülemez. Zira bilinmektedir ki, bütün seçkin hafızlar ters düşmeyi de göze alarak, bu konuda bağımsız davranmayı kendisine yakıştırıyor. Onun hakkında söylediklerimizi şu sözü teyid ediyor: "Biz bu hadis konusunda el-Hakim ve es-Subki gibi, bunu mevzu görmeyen kişilerle beraberiz."

Ez-Zehebi hakkında yorum yapmayız. Fakat adı geçen İki hadis hafızının görüşlerini gerçeğe daha yakın gördük. Bildiğim kadarıyla bu ifadede hile ve gerçeği örtmek vardır. Zira; el-Hakim, "el-Müstedrek"te hadisin sahih olduğunu söyler. Es-Subki ise, bu konuda onu taklit etmiştir. Hafız İbn-i Abdulhadi ise bunu reddederek, şöyle bir açıklama getirmektedir:

Bazı imamların "mevzu" gördükleri, "sahih" ve "sabit" olmayan, hatta kesin "zayıf" olan bu hadis konusunda es-Subki'nin el-Hakim'i taklid ederek "sahih" görmesi, beni hayrete düşürmüştür. El-Hakim'den Abdurrahman b. Zeyd'e olan isnad, sahih değildir. Abdurrahman onun yolunda olduğu için, ondan Abdurrahman'a sahih isnad kabul edilirse, zayıf kabul edilecek ve hüccet sayılmayacaktır. Hakim hata yapıp büyük bir çekişkiye düşmüştür. Zira "ed-Duafa" adlı kitabında Abdurahman'ı onlardan, yani itimat edilmeyen kişilerden saydıktan ve öncedenondan naklettiklerimizi zikrettikten sonra, bunu söyer. Burad el-Hakim büyük bir hata ve çelişkiye düşmüştür. Hal böyleyken, bu itiraza, el-Hakim'in bu çelişkili ve hatalı yorumuna itimat ederek bu konuda onu taklit ettikten sonra, "tashihi konusuda biz Hakİm'e itimad ettik" sözünü kullanıyor. Az önce de, sıhhati kendisince bekirlediğinden söz eder. Allah için şu fahiş hataya bakın: Sahih ve sabit olmayan, hatta "mevzu" olan bir hadisi, sahih ve itimada şayah görüp zikreder. El-hakim'in hata ve çilişkili durumu apaçık ortadayken, onu taklid ediyor. Ravinin mecruh olduğunu, zayıflığını ve bu konudaki meşhur sözleri bildiği halde bile bile bunu yapmaktadır.

Diyoruz ki, es-Subki'nin bu hadisle ilgili görüşü ve tashihi konusunda el-hakim'i taklid etme durumu, bundan ibarettir. Bu tutum haddi zatında hatalı olmakla beraber, "hadis zayıftır, sahih ve mevzu değildir." görüşüne de ters düşmektedir. Böylece mezkur şahıs, yardımcısı ve taklit-çisiyle, hadis için batıl ve mevzu diyen, adı geçen büyük alimlere mahalefet ettikleri gibi, el-Hakim ve es-Subki'ye de muhalefet etmişlerdir. Sadece ez-Zehebi adına değil, onun yanında yer alan ve yer almayanların tümü adına konuşmaktalar. Akıllı olan kişi, duygusallığa kapılmanın sahibine ne denli zarar verdiğini düşünür. Ez-Zehebi'yi inkar etmekle kendilerini temize çıkarmakla, kötü bir duruma düştüler.

İlim ehlinin nazarında tesbit edilmiş mugalatalarından bir tanesi de, daha önce bahsettiğimiz Taberani yoluyla gelen rivayete işaret ettiktensonra, "ez-Zehebi bunun farkında olmamıştır. Eğer Zehebi bunlardan haberdar olsaydı, bunu söylemezdi." mahiyetindeki sözleridir. Bana göre bu söz de geçersizdir. Zira ez-Zehebi, el-Hakim yoluyla bu hadisin batıl ve mevzu olduğuna hüküm vermiştir. Kavileri arasında Abdurrahman b. Zeyd'le beraber, tanımadığım bir kişi daha vardır. "Tenbih"in başında bu açıklanmıştır. Tebarani'den gelen rivayetin ravileri arasında, bu Abdurrahman'la beraber, tanınmayan, üç kişi daha vardır. Bu durumda, "eğer ez-Zehebi bu yolu bilseydi, bunu söylemezdi" sözü nasıl doğru olabilir? Bunların yaptıkları ya açık çelişkidir, ya böbürlenmedir, ya da cehl-i mürekkeb-dir. Seleften hadisçilere göre, bu hadisin iki illeti vardır:

1-İsnadında Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in bulunması birinci illettir. Bu kişinin zayıflığı kesindir.

2- İkinci illet, Abdurrahman'a yapılan isnadın bilinmesidir.

Bana kalırsa, bu hadisin ayrı bir illeti daha vardır. O da, Abdurrahman'ın veya isnadındaki başkasının kararsızlığıdır. Bir kez bakıyorsunuz hadisi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaştırır, diğer bir kez ise, Ömer Radıyallahu Anh'a kadar götürür ve orada durur. Ebu Bekir el-Acurri'nin "eş-Şeria" adlı kitabının 427. sayfasında, Abdullah b. İsmail b. Ebi Meryem yoluyla Abdurrahman b. Zeyd'den yaptığı rivayet gibi, ben Abdullah'ı da tanımıyorum. Ömer Radıyallahu Anh'tan yapılan ne merfu, ne de mevkuf olmayan rivayet, sahih değildir. Ayrıca el-Acurri, başa bir yoldan Abdurrahman b. Ebi'z-Zinnad'dan babasının şöyle dediğini rivayet eder:

Allah'ın, Adem'in tevbesini kabul etmesine vesile olan sözlerden bir tanesi de, şu duasıdır: "Allah'ım! Muhammed'in üzerinde olan hakkı için, senden bağışlanmamı dilerim. "

Bu hadisin, mevkuf ve mürsel olmakla beraber, İbn Ebi'z-Zinnad'a olan isnadı, cidden zayıftır. Ayrıca bu isnadda, en-Nesai'nin hakkında "güvenilir değildir" dediği Ebu Merven Osman'ın babası Osman b. Halid de vardır. Hal böyleyken, Şeyhülislam İbn Teymiyye'nin bazı kitaplarında açıkladığı gibi, bu hadisin, Kitap ehlinden müslü-man olan veya olmayan bazı kişilerden, tahrif ve değişikliğe uğramış muteber olmayan kitaplar vasıtasıyla el altından müslümanların eline geçen "İsrailiyyat’tan olması, uzak bir ihtimal değildir. Daha sonra da bazı zayıf kişiler tarafından kasten veya yanlışlıkla, isnadı Nebi Sallahu Aleyhi veSellem'e kadar götürülmüştür.

Bu Hadisin Kur'an'a Muhalefetine Gelince:

İki cihedte bu hadisin Kur'an-ı Kerim'e ters düşmesi, hadisin batıl ve uydurma olduğunu söyleyen alimlerin tesbitini güçlendirmektedir:

1-Bu hadis zımmen Adem Adeyhisselam'ın, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'ı vesile kıldığı için Allah Teala tarafından affedildiği fikrini vermektedir.

Oysa Allah Teala bu konuda şöyle buyuruyor: "Adem Rabb'inden birtakım şeyler aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah, tevbeleri kabul eden ve acıması çok olandır." Bu kelimelerin açıklaması, Kur'an'ın tercümanı olan İbn Abbas tarafından, sözkonusu olan hadisin hilafına olarak yapılmıştır. El-Hakim, İbn Abbas Radıyallahu Anh'ın şöyle bir açıklamada bulunduğunu rivayet eder (3/546):

(Adem dedi ki: "Ey Rabb'im! Beni elinle yaratmadın! mı?" (Allah), "evet" buyurdu. (Adem dedi ki), "Ey Rabbim, beni Cennet'ine koymadın mı?" (Allah), "evet" buyurdu. (Adem dedi ki) "Rahmetin gazabına üstün gelmedi mi?" (Allah), "evet" buyurdu. (Adem dedi ki), "ben tevbe edip salih amel işlersem, beni tekrar Cennete koyacak mısın?" (Allah), "evet" buyurdu. işte, "Adem Rabb'inden birtakım ilhamlar aldı" mealindeki ayetin manası budur.

El-Hakim, bu senedi "sahih" görmüştür. Ez-Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Bana göre, İbn Abbas'ın bu sözü iki yönden "merfu" hükmündedir:

a) Bu gaybi bir iştir. Sadece bir görüşe dayanarak bu konuda birşey söylenemez.

b) Bu hadis ayetin tefsir bölümünde zikredildiği için, "merfu" hükmündedir.

Bilhassa bu söz müfessirlerin

imamı, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisine 'Allah'ım, Onu dinde fakih kıl ve O'na te'vil öğret" diye dua ettiği, Abdullah b. Abbas'a aitse; zaten bu kelimelerin tefsiri şu ayette mevcuttur: "Adem'le eşi dediler ki; Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, mutlaka ziyan edenlerden oluruz."(Araf Suresi, Ayet: 23)

Seyyid Reşid Rıza, tefsirinde (c. ı, sh. 279) bu yoruma kesin gözüyle bakmaktadır. Fakat İbn Kesir, tefsirinde (c. ı, sh. 81) bunun zayıf olduğunu söyler. Benim nazarımda, iki yorum arasında bir fark yoktur. Hatta diyebilirim ki, biri diğerini tamamlamaktadır. İbn Abbas Radıyallahu Anhum hadisi, Adem Aleyhisselam'ın söyledikleriyle çelişmez, hatta bu söz onu açıklar. Bir aykırılık sözkonusu değildir. Allah'a hamdolsun, yukarıda sözü edilen hadisin Kur'an'a ters düştüğü kesinlik kazandığından, batıl sayılmıştır.

2-Hadisin sonundaki "Eğer Muhammed olmasaydı, ben seni yaratmazdım" ifadesi çok önemlidir. Zira akaidle ilgili bir konudur. Ama bu konuların isbatı, ya üzerinde ittifak sağlanmış mütevatir hadislerle (naslarla) veya diğerlerine göre sahih kabul edilen hadislerle mümkün olabilir. Eğer bu hadis sahih olsaydı, Kuranda veya sahih olan hadis kitaplarında zikredilirdi.

"Aslında sahihtir, ama hüccet sayılan bu nas zayi olmuştur" iddiası ise, şu ayet-i kerimenin hükmüne ters düşmektedir. Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: "Kur'an'ı (zikri) biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız."Hicr Süresi, Ayet: 9) Bu ayetteki "zikr" kelimesi, İbn Hazm'ın "el-İhkam"da da beyan ettiği gibi, hem Kur'an'ı, hem de Sünnet'i ihtiva etmektedir. Ayrıca Allah Teala, Adem Aleyhisselam ve zürriyetini ne hikmetle yarattığını şu ayet-i kerime ile bize bildirmektedir: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. "(Zariyat Sûresi, Ayet-. 56) Fazla veya eksik, bu hikmete muhalif olan hiçbir şey kabul edilemez. Ancak, masum olan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den varid olan sahih nas bunun dışındadır. Örneğin, söz konusu olan batıl hadis bunlardan biridir. Bu asla kabul edilemez. Bunun bir benzeri de, halkın dilinde meşhur olan şu hadistir: "Eğer sen olmasaydın, kesinlikle gökeri yaratmazdım." "Bunun benzeri" dedik, çünkü bu hadis es-San'ani'nin dediği gibi, mevzudur. Eş-Şevkani de O'na katılarak, "el-Fevaidu'1-Mecmua fi'l-Ehadisi'l Mevdua" adlı eserinde (sh. 116) bundan bahsetmektedir.

Ortaya atılan iddialardan biri de şudur: Nebilik iddiasında bulunan Mirza Gulam Ahmed Kadıyani, bu mevzu hadisi çalarak, Allah Teala'nın kendisine hitaben, "sen ol*masaydın gökleri yaratmazdım" dediğini iddia etmiştir. Bu rivayet, Kadıyani'nin habercilerinin kitabı olan "Hakika-tu'l-Vahy"de (sh. 99) geçtiği için, Şam ve havalisinde bulunan ve Mirzayı kabul edip onun peşinden giden Kadıyaniler, bunu itiraf etmektedirler.

Kaldı ki, adı geçen alim ve hafızların reddine rağmen, muhaliflerin iddia ettiği gibi bu hadis sıradan bir zayıf hadis kabul edilse bile, ihtilaflı olan tevessülün meşruiyeti için delil olamaz. Zira onlara göre, bu meşru bir ibadettir, ibadetin en düşük halin de müstehab olmasıdır. İstihab ise Şer'i bir hüküm olup, isbatı ancak hüccet olabilen sahih nas ile mümkün olan beş ahkamdan biridir. Zayıf olduğuna göre, elbette hüccet olamaz. Mesele apaçıktır, gizli hiçbir yanı yoktur. Muhammed Nasiruddin El-Elbani, Tevessül, 148.159-163.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ehl-i Hadis nickli üyeye; Daha önceki tartışmamızda (hiç konuyla alakası yokken )Ebu Hanife ve Ashabına olan içinde yatan buğzunu (ki bunların içerisinde yüzlerce Hadis imamı var) kinini nasıl kustuğunu görmüştük.Ağza alınmayacak uydurma rivayetlerle .Sonra da utanmadan din adına bir şeyler yazmıştın.

( Merak edenler olabilir https://www.islam-tr.org/namaz/1724...islere-dayanmadigi-iddialarina-reddiye-2.html )

Hal böyleyken Peygamberimizden gelen sözü yalanlaman normal,..Sende Hocan gibi yukarıdaki hadisi sağlamlığına gölge düşürmek için fuzüli uzatmalar ve muğalatalar yapmış, olayın aslına taalluk edecek bir şey getirememişsin.Getirdiğin gerekçeler bizim yapıştırdığımız yazıyla beraber okunursa hak ortadadır.Bu yüzden başka bir şey yazmaya gerek yoktur.Hoca efendinin dediği gibi;

Lâkin Hadîs-den bir şey anlıyormuş gibi davranıp, o sâhaya vakit ayırmayan samîmî kimseleri aldatma ve zihinlerini karıştırma yoluna gitmektedirler. (Kendilerine verilmeyen (ni'met) ile doymuş gibi davranan, iki yalan elbisesini giyen/ tastamam yalancı gibidir)[[Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Esmâ b. Ebî Bekr radıy...)

Sirklerde ve karnavallarda gösteri yapmakla ilim mes’elelerinin müzâkere ve münâkaşası ayrı ayrı şeylerdir...

Her ne kadar mes’ele bu denli uzatmaya muhtâc olmayacak kadar -orta akıllı, vasat zekalı birazcık ilimli kimselere nisbetle- açık ise de ; iddiâ sâhibi olan muhâtabların seviyesini hesaba katmak, ifâde sanatının îcâbların-dan olmakla bir çoklarının kafasını şişirmek zorunda kaldık; affola...


İşin garibi kendine Ehli Hadis demendir.Şimdi soruyorum sana (Madem ehl-i Hadissin) Ölüler işitir mi? İşitmezmi? gördüğün gibi cumhura muhalefet ederek ve sahih hadislere rağmen ,Ölüler işitmez diyenler var yukarıda ! EEe sende hiç cevap yazıp itiraz etmediğine göre gerçekten düşünceni merak ediyorum?

Öyle ya! Ehli Hadisi benim gibi seviyorsan Ölülerin işittiğine inanman vacip olur.
 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
Ehl-i Hadis nickli üyeye; Daha önceki tartışmamızda (hiç konuyla alakası yokken )Ebu Hanife ve Ashabına olan içinde yatan buğzunu (ki bunların içerisinde yüzlerce Hadis imamı var) kinini nasıl kustuğunu görmüştük.Ağza alınmayacak uydurma rivayetlerle .Sonra da utanmadan din adına bir şeyler yazmıştın.

( Merak edenler olabilir https://www.islam-tr.org/namaz/1724...islere-dayanmadigi-iddialarina-reddiye-2.html )

Hal böyleyken Peygamberimizden gelen sözü yalanlaman normal,..Sende Hocan gibi yukarıdaki hadisi sağlamlığına gölge düşürmek için fuzüli uzatmalar ve muğalatalar yapmış, olayın aslına taalluk edecek bir şey getirememişsin.Getirdiğin gerekçeler bizim yapıştırdığımız yazıyla beraber okunursa hak ortadadır.Bu yüzden başka bir şey yazmaya gerek yoktur.Hoca efendinin dediği gibi;

Lâkin Hadîs-den bir şey anlıyormuş gibi davranıp, o sâhaya vakit ayırmayan samîmî kimseleri aldatma ve zihinlerini karıştırma yoluna gitmektedirler. (Kendilerine verilmeyen (ni'met) ile doymuş gibi davranan, iki yalan elbisesini giyen/ tastamam yalancı gibidir)[[Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Esmâ b. Ebî Bekr radıy...)

Sirklerde ve karnavallarda gösteri yapmakla ilim mes’elelerinin müzâkere ve münâkaşası ayrı ayrı şeylerdir...

Her ne kadar mes’ele bu denli uzatmaya muhtâc olmayacak kadar -orta akıllı, vasat zekalı birazcık ilimli kimselere nisbetle- açık ise de ; iddiâ sâhibi olan muhâtabların seviyesini hesaba katmak, ifâde sanatının îcâbların-dan olmakla bir çoklarının kafasını şişirmek zorunda kaldık; affola...


İşin garibi kendine Ehli Hadis demendir.Şimdi soruyorum sana (Madem ehl-i Hadissin) Ölüler işitir mi? İşitmezmi? gördüğün gibi cumhura muhalefet ederek ve sahih hadislere rağmen ,Ölüler işitmez diyenler var yukarıda ! EEe sende hiç cevap yazıp itiraz etmediğine göre gerçekten düşünceni merak ediyorum?

Öyle ya! Ehli Hadisi benim gibi seviyorsan Ölülerin işittiğine inanman vacip olur.

KARDEŞ BU SÖZLERİN SENİN KÜFÜRDÜR...
İSİM SIFAT TEVHİDİNEDE İŞİTME SIFATINI SEN BÖYLECE ÖLMÜŞ KİŞİLERE VERMEKDE ALLAHA ORTAK KOŞMAKTASIN işiten ve bilen sadece ALLAHDIR...
sana su hadisi delil vereyim eger dedigin gibi ise bu iştime olayına en layık olan rasulklah olurdu dimi ama bak peygambermiz ne diyor

Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ümmetim Havz'ın başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı devesinden başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan (bazı) insanları kovarım!" Yanımdakiler:

"Ey Allah'ın Resûlü! Bizi tanıyacak mısınız?" dediler.

"Evet buyurdu. Sizin, başkasından olmayan bir alâmetiniz olacak. Sizler yanıma alın ve abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben: "Nereye götürüyorsunuz onlar benim ÜMMETİM, ÜMMETİM!" diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip:

"Senden sonra onlar ne kötülükler ne günahlar işlediler sen bilmiyorsun" diyecek."

(Müslim, Taharet 37, (247


rasullah bilmez iken öldükden sonra ümmetinin durumu diger kişiler ölüler senin zannetmiş oldugun ALLAH DOSTLARI nasılda bilecekler
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İslam Ümmetinden gelmiş geçmiş Bütün ulema bu senin dediğini bilmiyor he!!!!! Onlar Şirk işliyor öylemi Peki Allah resülünden (sav) gelen onca Sahih Hadisler ne Olacak?

Yok bilmiyorsan buları Cahilsin bırak bilen konuşsun..
Yok eğer biliyorsan Peygamberimiz ve Ulemayı (tefsir,hadis,fıkıh) şirk ile suçlarsın ki ,bu bela sana yeter!!!!!

edit-By humble
 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
vay be 1 senin islam uleması dedigin kişiler tasaavuf uleması islam degil 2 şimdi sen madem ehli hadisin okadar islam aliminin kabul etdigi hadisi inkar mı ediyorsun
3)hiç bir islam alimi gerçcek islam alimi bu konuda şirke düşmemeişlerdir.birde bize madem sahih hadis delillerin var yaz bakalım birde islam alimi dedigin kişler kimler yaz bakalım ögrenelim
 
F Çevrimdışı

f@kih

Üyeliği İptal Edildi
Banned
(kesin çizgilerler tasavvuf adlı bab a dan z y tasavvufla ilgili yardımcı olur biiznillah)
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İbn Teymiyye Ölü İşitir Diyor:
İbn Teymiyye, sorulan bir soruya “Ölünün Kur’ân okumak zikir ve duâ seslerini işitebildiği doğrudur” demektedir[1]
İbn Teymiyye’nin talebesi İbn Kayyim bakın neler diyor:Rasulüllah, ümmetinin ölülere: “Ey mü’minler Topluluğu Allah (Celle Celalühü)’ın selâmı üzerinize olsun. Esselâmü aleyküm dâra kavmin mü’minin” şeklinde, selâmlarını alıyormuş gibi selâm vermelerini önermiştir.Haddi zatında bu şekilde selâmı duyan, düşünen insanlara verilir. Ölüler kendilerine verilen selâmı duymamış olsalardı (ki yok olana ve cansıza hitap olacağından) abes olurdu.Ölünün ziyaretçileri tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef âlimleri de bu konuda müttefiktirler.(İbn Kayyım el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh, s. 11, İz Yayıncılık.)

İbn Teymiyye fetvalarında; ölüler kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi, tanıdıklarından biri geldi mi anlar mı? gibi sorulara cevabında: “Evet bilirler ve anlarlar” diyor Daha sonra ölülerin buluştuklarını, ve dirilerin yaptığı işle*rin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor[2]
İbn Teymiyye, Ölülerin kabirlerde konuştuğunu ve kendisine yapılan konuşmaları işittiklerini, söylüyor[3]
Ölü işitmez diyenler, âyetin zâhirî manasına göre “Sen ölülere işittire*mezsin” (Rum Suresi 52) âyetini delil getirirlerse bir son*raki âyet'te Allâh (Celle Celalühü)(Rum Suresi 53) “Sen an*cak imân edenlere işittire*bilir*sin”, demektedir Allâh (Celle Celalühü) o za*man âye*tin zâhir manasına göre mü’minlerin işittiğini bil*dirdi Bu*rada “İşitmenin”, “kabul etmek” demek olduğu bura*dan da anlaşılmaktadır
“Artık şüphesiz ki sen, o (dinlediklerinden fay*da**lanmayan) ölüler (durumundaki kafirler)e (hak ve ha*ki*kati) işittiremezsin, o (kalp kulakları) sağır (olan)la*ra da, (hele bir de) arka dönenler halinde kaçtık*ları zaman daveti(ni) duyuramazsın!” Rum, 52
“(Kötü tercih yaptıkları için basiretlerini bağladığı*mız) o körleri, (yoldan) sapmalarından çevirip doğru yola ulaştırıcı biri de asla değilsin! Sen ancak bi*zim âyetlerimize inanmakta olan kimselere (gerçek*leri) duyurabilirsin (işittirebilirsin) Çünkü (sadece) on*lar (sürekli hakka boyun eğen ihlaslı) Müslümanlardır” Rum, 53
“Sen ölülere işittiremezsin” demek, (Sen kâfirleri imâ*na kavuşturamazsın) demektir Dirilerden maksat imân edenler kastedilmiştir Bunun gibi nice kinâye, me*caz ifâde eden birçok âyet vardır Bazıları şöyledir:
“Biz onu (su bulutunu), (kuraklıktan dolayı) ölü bir memlekete gönderir ve oraya su indiririz” (A’raf, 57; Yâsîn, 33) âyetlerinde (ölüm/kıtlık, kuraklık) mana*sını içerir
“Bu sağırlara (gerçekleri) sen mi işittirecek*sin? Ya da (görüp görmezden gelen) bu körleri ve pek açık bir sapıklık içerisinde bulunmuş olanları sen mi hidâyet edeceksin?” (Zuhruf, 40) âyetinde kâfir*ler bildiğimiz kör ve sağır değiller aslında
عن ابى موسى رضى الله عنه قال النبى صلى الله عليه وسلم: "مثل الذى يذكر ربه والذى لا يذكر مثل الحى والميت

Ebû Mûsâ el-Eş’arî (Radıyallahu Anh)’dan rivâyet edilmiştir ki: Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selem) şöyle buyurdu: “Rabbini zikredenle zikretmeyenin durumu diri ile ölünün durumu gibidir” [4]
Buraya kadar zikredilen âyet-i kerîmeler ve hadis-i şe*riflerden anlaşılacağı üzere “Sen ölülere işittiremezsin” (Rum, 52) âyetinden maksat; ölüler değil, imânı kabul etmeye*rek kalpleri ölü olan kâfirlerin ta kendisidir

Ölüler işitmez diyenlerin itibar ettikleri âlimlerden biri olan İbn Teymiyye’nin talebesi İbn Kayyım(ö751/1350) şöyle demektedir: Çünkü bedenleri dağılsa da söylenenleri duyacakları bildirilmiştir Bu durumda ölülere hitaptan maksat, bedenlere bağlı söz konusu ruhlara hitaptır “Kabirde olanlara sözlerini duyuramazsın” (Fatır 22) âyeti celilesinin siyakından kâfir bir kimsenin faydasına olacak bir biçimde hayatta olanın sözünü duyamaması anlaşılmaktadır Nitekim kabirde bulunanlar da söyleneni işle*rine yarayacak biçimde duyamazlar (Faydalı ve işe yarayacak bir şekilde duymazlar; yani öldüktan sonra sevap ve imân elde etme yönünden işe yaramaz, ama diğer konuşmaları duyarlar)
Ancak Yüce Allah (Celle Celalühü) ölülerin hiçbir şey du*yamayacaklarını ifâde etmemiştir Bu âyetin benzeri de şudur: “Sen ölülere duyuramazsın, Arkalarını dön*müş kaçarken sağırlara da davetini işittiremezsi*niz”(Neml 80) Ölülerle birlikte sağırlarında daveti duyma*ması her ikisininde davete ehil kimseler olmadığına delil*dir Bu iki kısım insan ölü ve sağır olunca, bunlara bir şey duyurmak anlatabilmek mümtenîdir, demektir Bu görüş doğrudur ama ölümden sonra bir ölçüde bedenle alaka*sını kesme*miş ruhlara kötü durumların alçaklıklarını duyur*manın imkansızlığını ifâde etmemektedir
Ömer b Hattab, İbn Ömer ve Ebû Talha (Radıyallahu Anh) gibi ondan fazla sahâbeden nakledildi*ğine göre Hz Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Bedir savaşından sonra müşrik ölülerine hitaben şöyle seslenmiştir:
Zaferin üçüncü günü Hz Peygamber o kuyunun ba*şına durdu ve:
–– Ey Hişam’ın oğlu Ebû Cehil, Ey Rabîâ’nın oğlu Utbe, Ey Rabîa oğlu Şeybe, ve Ey Utbe oğlu Velîd! Allah’a ve Rasûlüne boyun eğmiş olsaydınız bu inanç sizi sevindirmez miydi? Biz, Rabbimizin bize va’dettiğinin aynı*sına kavuştuk, siz de Allah’ın va’dettiğinin gerçek oldu*ğunu gördünüz mü?” Hz Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu konuşmasını sahâbe duymuş ve Ömer (Radıyallahu Anh):
––“Ey Allah’ın elçisi! Kendilerinde hiçbir hayat eseri ol*mayan şu cesetlere ne söylüyorsun, onlar duyabilirler mi? Allah, “Sen ölülere duyuramazsın” [5] buyurmuyor mu?” deyince Hz Peygmaber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
–– “Muhammed’in hayatı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız Onlar şu anda benim söylediklerimin ger*çek olduğunu anladılar Onlar şu anda beni duyuyorlar ama bana cevap vermeye güçleri yetmiyor”
[6]

Ahmed İbn Teymiyye: (Kitabü’l-intisar-fi’l-İmâm-ı Ahmed) kitabında Bedr’de, çukura doldurulan kâfirlerin işitmelerine, Hazret-i Âişe’nin inanmaması, onun için suç olmaz Çünkü O hadis-i şerifi Resûlullah’tan işitmemiştir Fakat başkalarının inanmaması suç olur, diyor[7]
Peygamberimizin “siz onlardan daha iyi duyamazsınız” sözü ortada iken orda olmayan, Peygamberimizin sözünü işitmeyen Hz Âişe’nin (radiyallahu anhâ) yoru*muna yapışmanız ne derece doğru olur?

Bedir’deki çukura doldurulan kâfirlerin işitmez görüşünde olan Hz Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemiz bu in*kâ*rın*dan dönmüştür Bunu İbnü İshâk Meğâzî’sinde O’ndan ceyyid (iyi), İmâm Ahmed b Hanbel de (ö241/855) hasen bir isnâd ile rivâyet etmişlerdir Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin bu rivâyetinde “söylemekte olduğumu siz on*lardan daha çok işitmiyorsunuz” ifâdesi vardır [8]
Belki de hadîs, Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin ya*nında birçok Sahabînin rivâyetiyle sübût bulunca inkârın*dan döndü ve onlara uyan bir rivâyet yaptı Bu husustaki mazereti ise Bedr’de bulunmamasıydı[9]
Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin inkârından dön*mesi*nin delili şudur:
Tirmizî (ö279/892), Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemiz*den rivâyet etti: Kardeşi Abdurrahmân’ın kabrinin başında durdu, O’na hitap etti ve “vallahi yanında olsaydım, seni ancak öldüğün yerde gömerdim…” dedi [10]
Hz.Aişe derki ''Ben Allah Resülünün ve babamın meftun olduğu evime ne zaman girecek olsam örtümü rahaça çıkarırdım Zira biri benim eşim diğeride babamdı .Ama Ömer oraya defnedilince Allah'a yemin olsun ki ondan utancımdan evime girince örtümü açamaz oldum.(Mecmeu'z-Zevaid 7/26,Hakim Müstedrek 4/7 rivayet etmiş Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir demiştir.)

İbn Teymiyye; ölülerin görebilmesi ile alakalı Âişe (ranhâ) ve diğer sahâbelerden birçok rivâyet gelmektedir Allah’ın dilediği zamanlarda da ruh bedenle bir araya geldi*ğinde, tıpkı bir meleğin yeryüzüne inmesi, birden bir ışı*ğın parlaması ya da uyuyan bir kimsenin bir anda uyan*ması gibi bir anlık bir olaydır Bu mana birçok rivâyette nakledilmektedir Mücahid şöyle demektedir: “Bazen ruh*lar defnedildikten itibaren yedi gün kabir içinde oda*larda tutulurlar” Mâlik İbn Enes şöyle demektedir: “Bana ruhla*rın istediği her yere gidebileceği rivâyeti ulaşmıştır” de*mekte*dir [11]
Hz Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizden rivâyete göre Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Ruhlar toplu ordulardır Onlardan (ezelde, Allah yo*lunda) birbiriyle tanışanlar i’tilâf eder (anlaşır, Allah uğrunda) tanışmayanlar ise ihtilaf eder (dünyada zıtlaşır*lar)” buyurdu [12]
عن عبد الله بن عمرو بن العاص رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ان ارواح المؤمنين لتلتقيان على مسيرة يوم وليلة ومارأى واحد منهما صاحبه
Abdullah İbn Amr ibnü’l-Âs (ö43/663)(Radiyallahu Anh)’tan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki mü’minlerin ruhları, daha sahip(ler)i (birbiri)ni görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar” [13
İbn Teymiyye: Peygamberlerin ve örnek davranış*ları ile tanınmış salih kişilerin mezarlarında zaman zaman görüldüğü söylenen diğer bazı kerâmetler ve olağanüstü tezahürler de böyledir Mesela bu mezarlara gökten ışık veya melek inmesi, şeytanların veya hayvanla*rın buralara yanaşmaktan kaçınmaları, bu mezar*lar*dan veya çevrelerindeki diğer mezarlardan ateş fışkırması, bu mezarlarda yatanların bazı komşu ölülere şefaâtçi olmaları, bazı kimselerin ölünce on*ların yanıbaşında gömülmeyi istemeleri, bazı me*zarların yanında insanın içinde huzur ve sükun his*setmesi ve bazı ölülere dil uzatanların çeşitli ce*zalara çarptırılmaları gibi önemli tezahür*ler, ko*numuzun kapsamına girmeyen gerçeklerdir
Başka bir deyimle gerek Peygamberlerin ve ge*rekse yaşarken iyi davranışları ile tanınmış salih şahsiyetlerin mezarlarında belirebilecek Allah’ın kerâmetleri ile buraların Allah (Celle Celalühü) ka*tında taşıdıkları saygınlık ve değer, çoğu kimsele*rin tasavvurunun üzerindedir Fakat ısrarla söylediği*miz şudur ki, bütün bu tezahürler söz konusu mezarları, namaz yeri edinmeyi veya tercihli duâ ve ziyaret yeri ola*rak seçmeyi gerektirmez, diyor İbn Teymiyye[14]
========================
[1] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz İbn Teymiyye Sıratı’l-Müstakim, kabir ziyaretleri bölümü, Tercüme Pınar Yayınları, s499, baskı: 2004
[2] İbn Teymiyye, el-Fetâva'l-Kubrâ, Kıyâmet-Ahiret, sayfa, 207, Hakikat Yayınları Ahmed İbn Teymiyye Harraninin vesikalarından
[3] İbn Teymiyye Külliyâtı, c:4, s:240, 8 ciltlik, Tevhid Yayınları (1998)
[4] Buhârî, Deâvât: 66, 7/168
[5] En-Neml, 27/80; er-Rûm, 30/52
[6] Müslim, el-Cenne ve Sıfatü Naîmihâ, 76, 77, 78; Buhârî, Megâzî, 8; Nesâî, Cenâiz, 117; İbn Hanbel, c I, s 26, 27
[7] Minhat’ül-Vehbiyye, Fir’reddil ale’l-Vahhabiyye, s 15, 2000
[8] Zürkânî, “bu rivâyet yani Yûnus İbnü Bükeyr’in ceyyid senedli rivâyeti sahihse, Suyûtî’nin de dediği gibi Âişe radıyallahu anhâ validemiz sanki kıssayı rivâyet eden Sahabîleri görünce inkârından döndü; çünki O hâdisede bulunmamıştı” dedi (Şerhu’l-Mevâhib: 1/434)
[9] Buna göre rivâyeti Mürsel olmuş oluyor Sahâbe’nin irsâli ise (küçük bir şaz topluluk dışında) Mürsel’i kabul etmeyerlerce de makbûldür Kaldı ki bu irsâl Sahâbe’den olmakla haydi haydi makbûldür
[10] Tirmizî, Cenâiz, 60; Mu’cem, 139
[11] İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, 24-362
[12] Buhârî, Enbiya: 3, no: 3158, 3/1213 Müslim, Birr: 49, no: 2638, 4/2031
[13] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, no: 7068, Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 263, sh: 89
[14]İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz İbn Teymiyye, Sırâtı’l Müstakîm, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme Pınar Yayınları, s494-495 KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ

 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
BÜTÜN İSLAM ALİMLERİ DEDİGİN SADECE İBNİ TEYYMİYE Mİ ??? VELEVKİ BU KONUDA İSABETLİ KARAR VERMEMİŞDE OLAİBLİR BİZ ONU BÜYÜK İSLAM ALİMİ BİLİRİZ AMA FAKAT ODA HATA YAPMIŞ OLAİBLİR AMABİZ RASULLAH EFENMİZE TABİYİZ BEN SİZE APAÇIK DELİL GETİRİDM
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Yıkıldın dimi Şeyhülislamın İbni Teymiye'den ve Allemen İbni Kayyım''dan delil getirince....Olur mu güzel kardeşim siz onu dinlersiniz diye ondan örnek veriyorum ,Yoksa Aksini düşünen bir Ulema sen zikrette bizde bilelim.Böyle basit konuda İbni Teymiyye ve İbni Kayyım sizin deyiminizle Şirke bulaşmıssa var gerisini sen düşün......Çünkü san göre onların ve benim Ölüler işitir dememizi ''İSİM SIFAT TEVHİDİNEDE İŞİTME SIFATINI SEN BÖYLECE ÖLMÜŞ KİŞİLERE VERMEKDE ALLAHA ORTAK KOŞMAKTASIN işiten ve bilen sadece ALLAHDIR...'' diyerek itiraz ediyorsun .Cahilliğin bu kadarına Pessss.. İbni Teymiyye yapınca hata ,biz yapınca şirk !

Gençlerimiz nasılda ilimden nasipsiz böyle,ne kadarda cesuruz.İslam dünyasında ihtilaf bile olmayan bu konular nasılda tartışmaya açılıyor.Keşke enerjinizi daha iyi şeylere harcasanız.Taassuptan hizipçilikten kurtulup şöyle bir etrafa baksanız ,nasılda komik duruma düştüğünüzü fark edeceksiniz.
 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
İbni Teymiyye ölülereden yardım istermiyor ki Şirke düşmüşolsun.Sen konuyu saptırıyorsun sadece bütüm alimler dediğin alimleri yaz dedim ben sana. Aynı zamanda peygamber efendimiz sallahu aleyhi ve sellem dahi arkasında ne olup bittiğini bilmiyorsa dünyanın en büyük alimi olsa biz Hz.Muhammed sallahu aleyhi ve sellemin izindeyiz inşeAllah.Artık hidayet Allah azze ve celledendir.Senin için Allah'tan hidayet diliyorum daha fazla yazacak olursam cedelleşmeye başlayacağız nefsimden konuşmak istemiyorum sana nassdan delil verdik ister nassa inan ister alime şeyhe şüyhe inan... Allah ve resulü en iyi bilendir.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şimdide geri vites yapıp, Şirk olarak gördüğün ölülerin işitip işitmediği konusunu geçtin ,İbni Teymiyye'nin ölüden yardım isteyip,istemediğine getirdin..... Kim acaba konuyu saptırıyor?

Yavvaaaaşşş, teker teker...

Bu nasıl Peygamberin peşinden gitmektir ?

Ömer (Radıyallahu Anh):––“Ey Allah’ın elçisi! Kendilerinde hiçbir hayat eseri ol*mayan şu cesetlere ne söylüyorsun, onlar duyabilirler mi? sualine, Peygmaber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):––

“Muhammed’in hayatı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız (Müslim, el-Cenne ve Sıfatü Naîmihâ, 76, 77, 78; Buhârî, Megâzî, 8; Nesâî, Cenâiz,) der iken ;

Sen ise ''Ölüler işitemez'' diyorsun. Belli ki senin ilmihal bilgin bile yok .Bu yüzden benim nazarımda mazur görülebilirsin.Ben aslında ''Alim'' takılan Ehli Hadis nickli üyenin bu Ölülerin işitirmi? İşitmezmi? sualine vereceği cevabı bekliyorum.Öyle ya !Hiç itiraz etmediğine göre Ölüler işitmez diyenlere...

Yukarıdaki meseleye gelince Sen bana alakasız naslar getiriyorsun,biz sana ne getiriyoruz,Kütübi SİTTE Aleyhine delil olsa sen gene bu hizipçilkten kurtulmazsın.Çünki; sorunun sadece cahillik değil ki öğretip giderelim; (bunu senin hakkında hüsnü zann kabul et!,aksi takdirde hainlik söz konusu olucak)

İbn Teymiyye İktizâu's-Sirati'l-Müstakim s.493 de derki ''Adamın biri Peygamberimizin mezarı başına gelerek .O'na -KülYılı-diye tarihe geçen o yılki şiddetli kuraklıktan yakındı.Bunu üzerine gözleri önünde beliren Peygamberimiz bu kişi aracılığıyla Hz. Ömere halkı yanına alıp yağmur duasına çıkmasını emretmiştir. (Dip notta ;İbni Kesir''Bu olayın isnadı sahihtir'' c.7 s.92) hadisini zikrettikten sonra ''Bu tür tezahürler,Peygamberimizden daha alt düzeyde olan salih şahsiyetler tarafında da ortaya konabilmektedir.Ben şahsen bu türde bir çok olay biliyorum.Peygamber efendimizin veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin yerine getirilmesidir.Bu da çok görülen bir olaydır.'' der(.İbni Teymiyye,Pınar yay.İktizâu's-Sirati'l-Müstakim s.493 )

(Ama lütfen git bi oku,araştır,her şeyi ben sana söyleyemem ki!Ölülerin işitmediği söyleyen bir ulema varmı?diyorum ,sen İse Benim İbni Teymiyye,İbni Kayyım,İbni Kesirden getirdiğim nakillere '' bu kadarmı?'' diyorsun.Ne yapayım İşimi gücümü bırakayım bu konuda icma eden yüzlerce alimden sana nakil mi yapayım?Siz Şirk'i ne sanıyorsunuz? İbni Teymiyye,İbni Kayyım böyle basit bir konuda senin şirk gördüğün şekilde ölülerin işittiğine inanıyorsa ben ne yapayım?Ya da senin gibi ilmi donanıma sahip olmadığın halde kolayca fetvanda Şirk dediğin görüşü onlar kestiremediler mi? Hasbinallahu nimel vekil)

İbn Teymiyye, sorulan bir soruya “Ölünün Kur’ân okumak zikir ve duâ seslerini işitebildiği doğrudur” demektedir[İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz İbn Teymiyye Sıratı’l-Müstakim, kabir ziyaretleri bölümü, Tercüme Pınar Yayınları, s499, baskı: 2004]

İbn Kayyim bakın neler diyor:Rasulüllah, ümmetinin ölülere: “Ey mü’minler Topluluğu Allah (Celle Celalühü)’ın selâmı üzerinize olsun. Esselâmü aleyküm dâra kavmin mü’minin” şeklinde, selâmlarını alıyormuş gibi selâm vermelerini önermiştir.Haddi zatında bu şekilde selâmı duyan, düşünen insanlara verilir. Ölüler kendilerine verilen selâmı duymamış olsalardı (ki yok olana ve cansıza hitap olacağından) abes olurdu.Ölünün ziyaretçileri tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef âlimleri de bu konuda müttefiktirler.(İbn Kayyım el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh, s. 11, İz Yayıncılık.)

İbn Teymiyye fetvalarında; Ölüler kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi, tanıdıklarından biri geldi mi anlar mı? gibi sorulara cevabında: “Evet bilirler ve anlarlar” diyor Daha sonra ölülerin buluştuklarını, ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor[2İbn Teymiyye, el-Fetâva'l-Kubrâ, Kıyâmet-Ahiret, sayfa, 207, Hakikat Yayınları Ahmed İbn Teymiyye Harraninin vesikalarından]
İbn Teymiyye, Ölülerin kabirlerde konuştuğunu ve kendisine yapılan konuşmaları işittiklerini, söylüyor[İbn Teymiyye Külliyâtı, c:4, s:240, 8 ciltlik, Tevhid Yayınları (1998)
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ömer (Radıyallahu Anh):––“Ey Allah’ın elçisi! Kendilerinde hiçbir hayat eseri ol*mayan şu cesetlere ne söylüyorsun, onlar duyabilirler mi? sualine, Peygmaber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):––

“Muhammed’in hayatı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız (Müslim, el-Cenne ve Sıfatü Naîmihâ, 76, 77, 78; Buhârî, Megâzî, 8; Nesâî, Cenâiz,) der iken ;

Bu konuda yeterince cevabı bu eserde bulacaksındır:

Açık Deliller Numan el-Alusi : Aç?k Deliller - Türkçe
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Elhamdülillah !Ağzından baklayı çıkardın.Evet bahsettiğin kitabı okudum.Anlaşıldı ki sende ''Hadis ehline muhalefet eden '' Ölüler işitmez diyenlerdensin.Artık sana Ehl-i Hadis nicki yakışmamaktadır!!!!

Ne kadar Fuzili uzatma varsa uzatan Ehl-i Hadis nickli üye acaba elinde değil delil ,şüphe bile yok diye mi bu kadar kısa kesti dersiniz?

Bütün hadis ehlinin sizin aksine düşünmesini tabiki bu taassupla görmeniz ,mümkün değildi? Boşuna demedik önceki yazılarımızda ,Bütün hadisler delil olsa gene dönecek değilsiniz görüşünüzden diye!

Bir tane cahil bir şeyler yazıyor ,tarih boyunca ihtilaf olmamış meseleyi sallıyor
diğer cahil,hocam bunu kitap yapalım dağıtalım diyor.Komedi üzerine komedi...
Çok güzel hareket bunlar diyenler......

Yeğen mesele Ehl-Hadis nickli olmakta değil,mesele Ehli Hadis gibi itikat etmektedir.

Hak ve Batıl ortaya çıkmış ,Bu konu burda kapanmıştır....

Nasihat;Ben Selefiyim diyen gençlere,At gözlüğünü çıkarın ve etrafınıza bakın!.Şaz hatta Şaz,ş si olmayan görüşlein peşinden gitmeyin....İlmi meselelerde futbol takımı tutar gibi taraf tutulmaz,Unutmayın! Burda sözylediğimiz her sözün ötede bir hesabı var!
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Rabbimden bana apaçık belgeler geldiği içindir ki ben sizin Allah’tan başka yalvarıp yakardığınız şeylere tapmam bana yasaklandı.(40/Ğafir/66)
 
T Çevrimdışı

talham

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
adem as. ın tevessülü ile alakalı rivayete bir çok ümmet arasın da kabul görmüşhadis çiler uydurmadır derken...(dikkat edin zayıf değil) siz neyi isbat etmeye çalıştınız ferdiosman kardeş...???
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kardeş bu hadis daha bir kaç gün önce bu sitede işlenmişti neyse..Acaba bu hadisin şahitleri olduğunu ve ümmet tarafından kabul görmüş hadisçilerden İmam Hakim (1) İmâm Sübkî[2] ve Kastallânî,[3] şu hadîsin sahîh Süyûtî,[4] hadîsin bazı tariklerinin zayıf olduğunu söylediyse de, hadîsin aslının bazı şâhid ve mütâbi’lerle Sahîh Liğayrihî olduğu kanaatine vardığını[5] Kezâ Zürkânî de rivâyeti Sahîh kabûl ettiğni[6] biliyormusun acaba?

[1] [Hâkim El-Mustedrek, (2/615) Hâkim, bu Sahîhdir, dedi. Taberâni, Beyhekî, Ebû Nüaym.], Mefâhîm:119-120
Zehebî el-Müstedrek Telhîsinde Hâkim'e itiraz edip haberin uydurma olduğunu söylediyse de, Sübkî, Kastallânî, Süyûtî, Zürqânî ve Kevserî gibi bir çok hadîs hâfızı ve muhaddisin şehadeti ile Hâkim’in haklı, Zehebî’nin ise haksız olduğunu ortaya çıkıyor. Nitekim metinde gelecektir.

[2] Şifau's-Sıkam:134-135

[3] [Mevâhib. Sahîhtir. Birçok yerde. Sonuncusu: 2/392 (Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye baskısı)], Mefâhîm, Tâ'lîk'i:120

[4] [El-Hasâisü'l-Kübrâ(da Hâkimden nakledilerek) Sahîhtir.], Mefâhîm, Tâ'lîk'i:120

[5] Mefâhîm, Tâ'lîk'i:121-122

[6] [Şerhu'l-Mevâhib, Sahîhtir. 8/314], Mefâhîm, Tâ'lîk'i:120
 
Abu_ibrahim Çevrimdışı

Abu_ibrahim

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ferdiosman;151168' Alıntı:

İbn Teymiyye Ölü İşitir Diyor:
İbn Teymiyye, sorulan bir soruya “Ölünün Kur’ân okumak zikir ve duâ seslerini işitebildiği doğrudur” demektedir[1]
İbn Teymiyye’nin talebesi İbn Kayyim bakın neler diyor:Rasulüllah, ümmetinin ölülere: “Ey mü’minler Topluluğu Allah (Celle Celalühü)’ın selâmı üzerinize olsun. Esselâmü aleyküm dâra kavmin mü’minin” şeklinde, selâmlarını alıyormuş gibi selâm vermelerini önermiştir.Haddi zatında bu şekilde selâmı duyan, düşünen insanlara verilir. Ölüler kendilerine verilen selâmı duymamış olsalardı (ki yok olana ve cansıza hitap olacağından) abes olurdu.Ölünün ziyaretçileri tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef âlimleri de bu konuda müttefiktirler.(İbn Kayyım el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh, s. 11, İz Yayıncılık.)

İbn Teymiyye fetvalarında; ölüler kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi, tanıdıklarından biri geldi mi anlar mı? gibi sorulara cevabında: “Evet bilirler ve anlarlar” diyor Daha sonra ölülerin buluştuklarını, ve dirilerin yaptığı işle*rin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor[2]
İbn Teymiyye, Ölülerin kabirlerde konuştuğunu ve kendisine yapılan konuşmaları işittiklerini, söylüyor[3]
Ölü işitmez diyenler, âyetin zâhirî manasına göre “Sen ölülere işittire*mezsin” (Rum Suresi 52) âyetini delil getirirlerse bir son*raki âyet'te Allâh (Celle Celalühü)(Rum Suresi 53) “Sen an*cak imân edenlere işittire*bilir*sin”, demektedir Allâh (Celle Celalühü) o za*man âye*tin zâhir manasına göre mü’minlerin işittiğini bil*dirdi Bu*rada “İşitmenin”, “kabul etmek” demek olduğu bura*dan da anlaşılmaktadır
“Artık şüphesiz ki sen, o (dinlediklerinden fay*da**lanmayan) ölüler (durumundaki kafirler)e (hak ve ha*ki*kati) işittiremezsin, o (kalp kulakları) sağır (olan)la*ra da, (hele bir de) arka dönenler halinde kaçtık*ları zaman daveti(ni) duyuramazsın!” Rum, 52
“(Kötü tercih yaptıkları için basiretlerini bağladığı*mız) o körleri, (yoldan) sapmalarından çevirip doğru yola ulaştırıcı biri de asla değilsin! Sen ancak bi*zim âyetlerimize inanmakta olan kimselere (gerçek*leri) duyurabilirsin (işittirebilirsin) Çünkü (sadece) on*lar (sürekli hakka boyun eğen ihlaslı) Müslümanlardır” Rum, 53
“Sen ölülere işittiremezsin” demek, (Sen kâfirleri imâ*na kavuşturamazsın) demektir Dirilerden maksat imân edenler kastedilmiştir Bunun gibi nice kinâye, me*caz ifâde eden birçok âyet vardır Bazıları şöyledir:
“Biz onu (su bulutunu), (kuraklıktan dolayı) ölü bir memlekete gönderir ve oraya su indiririz” (A’raf, 57; Yâsîn, 33) âyetlerinde (ölüm/kıtlık, kuraklık) mana*sını içerir
“Bu sağırlara (gerçekleri) sen mi işittirecek*sin? Ya da (görüp görmezden gelen) bu körleri ve pek açık bir sapıklık içerisinde bulunmuş olanları sen mi hidâyet edeceksin?” (Zuhruf, 40) âyetinde kâfir*ler bildiğimiz kör ve sağır değiller aslında
عن ابى موسى رضى الله عنه قال النبى صلى الله عليه وسلم: "مثل الذى يذكر ربه والذى لا يذكر مثل الحى والميت

Ebû Mûsâ el-Eş’arî (Radıyallahu Anh)’dan rivâyet edilmiştir ki: Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selem) şöyle buyurdu: “Rabbini zikredenle zikretmeyenin durumu diri ile ölünün durumu gibidir” [4]
Buraya kadar zikredilen âyet-i kerîmeler ve hadis-i şe*riflerden anlaşılacağı üzere “Sen ölülere işittiremezsin” (Rum, 52) âyetinden maksat; ölüler değil, imânı kabul etmeye*rek kalpleri ölü olan kâfirlerin ta kendisidir

Ölüler işitmez diyenlerin itibar ettikleri âlimlerden biri olan İbn Teymiyye’nin talebesi İbn Kayyım(ö751/1350) şöyle demektedir: Çünkü bedenleri dağılsa da söylenenleri duyacakları bildirilmiştir Bu durumda ölülere hitaptan maksat, bedenlere bağlı söz konusu ruhlara hitaptır “Kabirde olanlara sözlerini duyuramazsın” (Fatır 22) âyeti celilesinin siyakından kâfir bir kimsenin faydasına olacak bir biçimde hayatta olanın sözünü duyamaması anlaşılmaktadır Nitekim kabirde bulunanlar da söyleneni işle*rine yarayacak biçimde duyamazlar (Faydalı ve işe yarayacak bir şekilde duymazlar; yani öldüktan sonra sevap ve imân elde etme yönünden işe yaramaz, ama diğer konuşmaları duyarlar)
Ancak Yüce Allah (Celle Celalühü) ölülerin hiçbir şey du*yamayacaklarını ifâde etmemiştir Bu âyetin benzeri de şudur: “Sen ölülere duyuramazsın, Arkalarını dön*müş kaçarken sağırlara da davetini işittiremezsi*niz”(Neml 80) Ölülerle birlikte sağırlarında daveti duyma*ması her ikisininde davete ehil kimseler olmadığına delil*dir Bu iki kısım insan ölü ve sağır olunca, bunlara bir şey duyurmak anlatabilmek mümtenîdir, demektir Bu görüş doğrudur ama ölümden sonra bir ölçüde bedenle alaka*sını kesme*miş ruhlara kötü durumların alçaklıklarını duyur*manın imkansızlığını ifâde etmemektedir
Ömer b Hattab, İbn Ömer ve Ebû Talha (Radıyallahu Anh) gibi ondan fazla sahâbeden nakledildi*ğine göre Hz Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Bedir savaşından sonra müşrik ölülerine hitaben şöyle seslenmiştir:
Zaferin üçüncü günü Hz Peygamber o kuyunun ba*şına durdu ve:
–– Ey Hişam’ın oğlu Ebû Cehil, Ey Rabîâ’nın oğlu Utbe, Ey Rabîa oğlu Şeybe, ve Ey Utbe oğlu Velîd! Allah’a ve Rasûlüne boyun eğmiş olsaydınız bu inanç sizi sevindirmez miydi? Biz, Rabbimizin bize va’dettiğinin aynı*sına kavuştuk, siz de Allah’ın va’dettiğinin gerçek oldu*ğunu gördünüz mü?” Hz Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu konuşmasını sahâbe duymuş ve Ömer (Radıyallahu Anh):
––“Ey Allah’ın elçisi! Kendilerinde hiçbir hayat eseri ol*mayan şu cesetlere ne söylüyorsun, onlar duyabilirler mi? Allah, “Sen ölülere duyuramazsın” [5] buyurmuyor mu?” deyince Hz Peygmaber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
–– “Muhammed’in hayatı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız Onlar şu anda benim söylediklerimin ger*çek olduğunu anladılar Onlar şu anda beni duyuyorlar ama bana cevap vermeye güçleri yetmiyor”
[6]

Ahmed İbn Teymiyye: (Kitabü’l-intisar-fi’l-İmâm-ı Ahmed) kitabında Bedr’de, çukura doldurulan kâfirlerin işitmelerine, Hazret-i Âişe’nin inanmaması, onun için suç olmaz Çünkü O hadis-i şerifi Resûlullah’tan işitmemiştir Fakat başkalarının inanmaması suç olur, diyor[7]
Peygamberimizin “siz onlardan daha iyi duyamazsınız” sözü ortada iken orda olmayan, Peygamberimizin sözünü işitmeyen Hz Âişe’nin (radiyallahu anhâ) yoru*muna yapışmanız ne derece doğru olur?

Bedir’deki çukura doldurulan kâfirlerin işitmez görüşünde olan Hz Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemiz bu in*kâ*rın*dan dönmüştür Bunu İbnü İshâk Meğâzî’sinde O’ndan ceyyid (iyi), İmâm Ahmed b Hanbel de (ö241/855) hasen bir isnâd ile rivâyet etmişlerdir Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin bu rivâyetinde “söylemekte olduğumu siz on*lardan daha çok işitmiyorsunuz” ifâdesi vardır [8]
Belki de hadîs, Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin ya*nında birçok Sahabînin rivâyetiyle sübût bulunca inkârın*dan döndü ve onlara uyan bir rivâyet yaptı Bu husustaki mazereti ise Bedr’de bulunmamasıydı[9]
Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin inkârından dön*mesi*nin delili şudur:
Tirmizî (ö279/892), Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemiz*den rivâyet etti: Kardeşi Abdurrahmân’ın kabrinin başında durdu, O’na hitap etti ve “vallahi yanında olsaydım, seni ancak öldüğün yerde gömerdim…” dedi [10]
Hz.Aişe derki ''Ben Allah Resülünün ve babamın meftun olduğu evime ne zaman girecek olsam örtümü rahaça çıkarırdım Zira biri benim eşim diğeride babamdı .Ama Ömer oraya defnedilince Allah'a yemin olsun ki ondan utancımdan evime girince örtümü açamaz oldum.(Mecmeu'z-Zevaid 7/26,Hakim Müstedrek 4/7 rivayet etmiş Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir demiştir.)

İbn Teymiyye; ölülerin görebilmesi ile alakalı Âişe (ranhâ) ve diğer sahâbelerden birçok rivâyet gelmektedir Allah’ın dilediği zamanlarda da ruh bedenle bir araya geldi*ğinde, tıpkı bir meleğin yeryüzüne inmesi, birden bir ışı*ğın parlaması ya da uyuyan bir kimsenin bir anda uyan*ması gibi bir anlık bir olaydır Bu mana birçok rivâyette nakledilmektedir Mücahid şöyle demektedir: “Bazen ruh*lar defnedildikten itibaren yedi gün kabir içinde oda*larda tutulurlar” Mâlik İbn Enes şöyle demektedir: “Bana ruhla*rın istediği her yere gidebileceği rivâyeti ulaşmıştır” de*mekte*dir [11]
Hz Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizden rivâyete göre Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Ruhlar toplu ordulardır Onlardan (ezelde, Allah yo*lunda) birbiriyle tanışanlar i’tilâf eder (anlaşır, Allah uğrunda) tanışmayanlar ise ihtilaf eder (dünyada zıtlaşır*lar)” buyurdu [12]
عن عبد الله بن عمرو بن العاص رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ان ارواح المؤمنين لتلتقيان على مسيرة يوم وليلة ومارأى واحد منهما صاحبه
Abdullah İbn Amr ibnü’l-Âs (ö43/663)(Radiyallahu Anh)’tan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki mü’minlerin ruhları, daha sahip(ler)i (birbiri)ni görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar” [13
İbn Teymiyye: Peygamberlerin ve örnek davranış*ları ile tanınmış salih kişilerin mezarlarında zaman zaman görüldüğü söylenen diğer bazı kerâmetler ve olağanüstü tezahürler de böyledir Mesela bu mezarlara gökten ışık veya melek inmesi, şeytanların veya hayvanla*rın buralara yanaşmaktan kaçınmaları, bu mezar*lar*dan veya çevrelerindeki diğer mezarlardan ateş fışkırması, bu mezarlarda yatanların bazı komşu ölülere şefaâtçi olmaları, bazı kimselerin ölünce on*ların yanıbaşında gömülmeyi istemeleri, bazı me*zarların yanında insanın içinde huzur ve sükun his*setmesi ve bazı ölülere dil uzatanların çeşitli ce*zalara çarptırılmaları gibi önemli tezahür*ler, ko*numuzun kapsamına girmeyen gerçeklerdir
Başka bir deyimle gerek Peygamberlerin ve ge*rekse yaşarken iyi davranışları ile tanınmış salih şahsiyetlerin mezarlarında belirebilecek Allah’ın kerâmetleri ile buraların Allah (Celle Celalühü) ka*tında taşıdıkları saygınlık ve değer, çoğu kimsele*rin tasavvurunun üzerindedir Fakat ısrarla söylediği*miz şudur ki, bütün bu tezahürler söz konusu mezarları, namaz yeri edinmeyi veya tercihli duâ ve ziyaret yeri ola*rak seçmeyi gerektirmez, diyor İbn Teymiyye[14]
========================
[1] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz İbn Teymiyye Sıratı’l-Müstakim, kabir ziyaretleri bölümü, Tercüme Pınar Yayınları, s499, baskı: 2004
[2] İbn Teymiyye, el-Fetâva'l-Kubrâ, Kıyâmet-Ahiret, sayfa, 207, Hakikat Yayınları Ahmed İbn Teymiyye Harraninin vesikalarından
[3] İbn Teymiyye Külliyâtı, c:4, s:240, 8 ciltlik, Tevhid Yayınları (1998)
[4] Buhârî, Deâvât: 66, 7/168
[5] En-Neml, 27/80; er-Rûm, 30/52
[6] Müslim, el-Cenne ve Sıfatü Naîmihâ, 76, 77, 78; Buhârî, Megâzî, 8; Nesâî, Cenâiz, 117; İbn Hanbel, c I, s 26, 27
[7] Minhat’ül-Vehbiyye, Fir’reddil ale’l-Vahhabiyye, s 15, 2000
[8] Zürkânî, “bu rivâyet yani Yûnus İbnü Bükeyr’in ceyyid senedli rivâyeti sahihse, Suyûtî’nin de dediği gibi Âişe radıyallahu anhâ validemiz sanki kıssayı rivâyet eden Sahabîleri görünce inkârından döndü; çünki O hâdisede bulunmamıştı” dedi (Şerhu’l-Mevâhib: 1/434)
[9] Buna göre rivâyeti Mürsel olmuş oluyor Sahâbe’nin irsâli ise (küçük bir şaz topluluk dışında) Mürsel’i kabul etmeyerlerce de makbûldür Kaldı ki bu irsâl Sahâbe’den olmakla haydi haydi makbûldür
[10] Tirmizî, Cenâiz, 60; Mu’cem, 139
[11] İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, 24-362
[12] Buhârî, Enbiya: 3, no: 3158, 3/1213 Müslim, Birr: 49, no: 2638, 4/2031
[13] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, no: 7068, Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 263, sh: 89
[14]İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz İbn Teymiyye, Sırâtı’l Müstakîm, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme Pınar Yayınları, s494-495 KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ

بسم الله الرحمن الرحيم

Bak değerli kardeşim,selefilerin büyük bir kısmına göre ölüler işitir,ama cevap vermezler


“Ölüler işitir Diyenlerin Delilleri” nde ilk başta İbn Teymiyye`nin“Sìratì Mustakim “ isimli eserinde ölülerin işittiğini kabul ettiğini açıklıyor, oysa hiç kimse İbn Teymiyye‟nin bunu kabul etmediğini söylemiyor. Adı gecen eserde İbn Teymiyye şu sözleri söylüyor:

“Söylemek istediğimiz bu ki; yıldızlara taparak şirke saplanmak nasıl ki çok görülmüş bir
sapıklık şekli ise ölülerden medet umarak; yani onlara dua ederek, onlara yalvararak veya onlardan himmet bekleyerek şirke düşmek de sıksık görülen bir müşriklik biçimidir.

Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) belirli oranda şirke yol açabilir endişesi ile sırf Allah'a yöneltilmiş duaları da içeren namaz ibadetinin mezar başlarında kılınmasını yasakladığına göre ölülerden medet beklemek gibi şirkin ta kendisi olan bir tutuma nasıl göz yumulabilir?

İster ölüden doğrudan doğruya bir dileği gerçekleştirmesi veya başa gelen bir belâyı savması istenmiş olsun veya isterse ölülerden bu dilekleri Allah'dan istemeleri istenmiş olsun,fark etmez.

Hatta peygamberler ve melekler gibi bazı yaratılmışları araya koyarak Allah'a yemin edilmiş olsa bile bu davranış yasaktır. Bu iş araya konmuş yaratılmışların mezarları başında yapılmamış olsa bile.

Aslında her hangi bir yaratılmış üzerine yemin edilemez. Böyle bir yemin hem yasak ve
hem de bütün mezheb imamlarının görüş birliği ile geçersizdir.

Yalnız acaba bu yasak harama yakın bir yasak mı, yoksa kaçınmayı özendirici (tenzihi) bir yasak mıdır, meselesi tartışmalıdır ve daha doğru olan görüşe göre harama yakın (Tahrimî) bir yasaktır.”(İbn Teymiyye İktizau‟s-Sìrati‟l-Mustakim:Güneşe,Yıldızlara Dua Ve Secde Edenler bölümü)

Bu Sözlerden de anlaşıldığı gibi İbn Teymiyye ölülerden yardım istenilmesine karşı.

Unutmayalım ki Allah Resulunun(sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında yaşayan muşrikler de bir takım salih insanlara dua ediyorlardı ve aracı olmalarını istiyorlardı.

“Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı? . Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât'ı.” (Necm 19-
20)

Bizler bunları tahtadan yapılmış “PUT” olarak tanırız oysa bunlar önceden yaşamış salih insanlardı.

1 - Lat, Taiflilerin baş putu idi. Anlatıldığına göre Lât, vaktiyle iyi ve yardımsever bir adamın adı idi. Bu adam Mekke'ye gelen ziyaretçilere un dağıtırdı. Ölünce halk, bir süre mezarını ziyaret yeri edindi. Arkasından heykelini diktiler. Daha sonra da heykelinin üzerine “Beytü‟r-Rabbe” adını verdikleri bir anıt yapı kurdular. Hicri dokuz yılında Mekke'nin ardından Taif de fethedilince Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) sahabilerden Muğıre b. ġube'yi göndererek bu putu yıktırdı. (Bkz. İbn Kesir, Es-Siretu'n-Nebeviyye, c. 4, s. 61.)

2 - Uzza'ya gelince o Mekke'lilerin baş putu idi ve Arafat dağına yakın bir yerde
bulunuyordu. Ayrıca orada müşriklerin önünde kurban kesip dua ettikleri bir ağaç vardı.
Peygamberimiz bu putu yıkmak üzere Mekke fethinden hemen sonra Halid b. Velid'i görevlendirdi. Halid b. Velid, yıkmak üzere Uzza'ya yaklaşınca anıtın içinden uzun saçları dağınık bir cadının çıktığını gördü. Yıkımdan sonra geri dönüp bu olayı anlatınca Peygamberimiz uzun ve dağınık saçlı cadının anıttan çıkıp gidişini , Uzza'nın kendisine tapınmaktan artık ümit kestiği şeklinde yorumlandı.Peygamberimiz uzza tapınağında bulunanmal varlığını müslümanlar arasında bölüştürdü. (Bkz. El-Bidaye ve‟n-Nihaye, c. 4, s. 316.)

3 - Menat ise Medinelilerin büyük putu idi. Medineliler tarafından Allah'a ortak bir ilâh olarak kabul edilen bu put, Mekke ile Medine arasında “Kadid Cebel” denen bir tepeciğin karşısında bir yerde bulunuyordu.(Sìratì Mustakim: Putlar ve Putlara Tapanlar )

Müşrikler ise bunlar hakkında şu sözleri söylüyordu “Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz. (Zümer 3). Bu Olay ne yazıkki bu zamanda da yaşanıyor. Bir takım insanlar türbelere gidiyor ve Allahtan istenmesi gereken şeyleri, kabirde yatan kişiden direk veya onu aracı yaparak istiyor.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Evet ölülerden yardım istemeye karşı olduğu bir realite ,lakin ölüler işitir der....Bu konuda ondan bunu red edecek br şey delil getiremişsin bir de utanmadan “Ölüler işitir Diyenlerin Delilleri” nde ilk başta İbn Teymiyye`nin“Sìratì Mustakim “ isimli eserinde ölülerin işittiğini kabul ettiğini açıklıyor, oysa hiç kimse İbn Teymiyye‟nin bunu kabul etmediğini söylemiyor. ''demişsin ahhh ebu-ibrahim nickli eleman ne olucak senin bu halin? Hani onun ölülerin işitmediğine dahil sıratılmustegımden ya da diğer eserlerinden delil......Gören varsa bir adım öteye....
 
Üst Ana Sayfa Alt