Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Büyük Şirkte Cehalet Mazeret midir?

A Çevrimdışı

Akansu55

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Büyük Şirkte Cehalet Mazeret Midir?

Lütfen yazıyı anlayarak sakince okuyun.Önce genel bir giriş bölümüyle anlatmaya çalışacam inşaAllah.Ondan sonra deliller kısmı başlayacak.Allah hepimizi el "Hadi" isminin hürmetine hidayete erdirsin.


Tevhid ve şirk konularında cehalet mazeret değildir.Ayrıca dinde bilinmesi zaruri olan konularda da cehalet mazeret değildir.(Zinanın haramlığı,namazını farzıyeti,faizin haramlığı vs,) Dinde çok detay isteyen konularda; alimlerin uzmanlaştığı, müstehap vb. konularda cehalet mazerettir.Birde bazı alimler istisnai olarak müslümanlardan uzak bir belde de Kurana erişimin olmadığı durumlarda ve etrafında dini anlatan kimsenin olmadığı bir yerde dine yeni giren yeni müslüman olmuş insanlar için namaz, içki, zina, Allahın sıfatları, ibadet konuları vs.mazerettir.Çünkü bu ibadetler ve bilgiler ancak vahiyle bilinebilir.Taki hüccet ikame edilene kadar ondan sonra inkar ederse kafir olur mazeret ortadan kalkar.

Not: Ama büyük şirk konusu bu insanlar için yine mazeret değildir.Çünkü tevhid akıl,fıtrat,misak ve kainattaki ayetlerle bilinir.Ama diğer konular için yukarıda belirttiğim gibi vahye ve peygambere ihtiyaç vardır.Tevhid için böyle bir zorunluluk yoktur.En doğrusunu Allah bilir.



Şimdi ise büyük şirkte cehaletin mazeret olmadığını gösteren ayetleri ve hadisleri Allahın yardımıyla anlatmaya çalışacağım. Bazı ayetlerde ayetlerin altlarına yorumlar yaptım mutlaka tekrardan ayetlerin tefsirlerine de bakın.

Kim bilgisi olmadığı halde Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki / cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, bu hadisin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir- Tirmizî, tefsir, 1).

Bazı ayetlerde de yazı çok uzamasın diye yorum vs.yapmadım.

Tekrardan Ufak bir bilgilendirme;

Bir insanın hanif olup tevhidi bulması için akıl, fıtrat, misak ve kainattaki ayetler yeterlidir.Rabbimiz ayrıyeten kitap ve peygamberleri de göndererek diğer konuları yani ancak vahiyle bilinebilecek konuları da kitap ve peygamberle bize bildirmiştir : Allah'ın sıfatları(el,yüz), Allahın nerede olduğu, ahiret, şeriat, geçmiş kavimlerin kıssaları,ibadetler,haram ve helal vs. konuları da bize peygamber ve kitapla haber vermiştir.Bunlar ancak vahiyle bilinecek konulardır.Ama bunlarda da en başta bahsettiğim gibi peygamber ve kitap geldikten sonra dinde zaruri bilinmesi gereken şeyleri (zina,içki,faiz,adam öldürme vs.haram ve günah oluşu) bilmemek mazeret olmaz dine girdikten sonra bunların öğrenilmesi gerekir.Çok detay sünnet ve müstehap konuları mazerettir çünkü bunları bilmek için ilimde derinleşmek gerekebilir.Ama başta bahsettiğim gibi tevhid konusu hiç bir durumda mazeret değildir.Bunun için harici bir bilgilendiriciye ihtiyaç yoktur.Akıl, fıtrat, misak, kainattaki ayetler yeterlidir.Bu konuları yeni gören arkadaşlarının anlaması için giriş kısmını biraz uzattım hakkınızı helal edin şimdi delillere başlayalım.Bide ufak bir bilgilendirme daha; fetret ehli içinde bu durum geçerlidir.Bu adamlara peygamber ve kitap gelmemesine rağmen akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler yeterlidir.Bu dönemde yaşayıp hadislerle bize ulaşan bilgilerde belirtildiğine göre müslüman olmuş veya tam tersi kafir olan birçoğu insan mevcuttur.Peygamberin(s.a.v.) annesi,babası,dedesi,İbnu Cüd’an vs. kafirlere,; Zeyd bin Amr ibn Nüfeyl,Amr bin Abese,Kus bin Saide,Osman bin Huveyris
vb. de müslümanlara örnek verilebilir.İlerleyen kısımlarda bunları delilleriyle beraber anlatacağım.Yani fetret ehli Kuran ve peygamber gelmemesine rağmen mazur değildir.Onlara yine müşrik ismi verilir.Ama bizim mevzumuz bu değil çünkü bizim toplumda zaten akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler gibi deliller mevcut olmakla beraber fazla olarak birde peygamber ve Kuran gelmiştir.Yani bizim fazlamız var eksiğimiz yok. :)))
Müsned de geçen fetret ehli ile ilgili bir hadis var bazıları bunu delil gösterip durumu kurtarmaya çalışıyor ama biz hem peygamberin ebeveynleri,dedesini,amcasının delil göstererek diyoruz ki eğer bir insan peygamber ve kitap gelmemişse bile şirke girmişse müşriktir.Hadiste kıyamet günü hesaba çekilecek 4 sınıftan bir olan fetret ehlinden bahsederken Allahu alem müşriklerin şirklerinden beri olduğu halde bir din arayışına girmeyen bu uğurda çabalamayan bir kitap ve peygamberle de karşılaşmamış insanlar için geçerlidir.Bide hep güldüğüm bir mevzu var bunu da söylemeden geçemeyeceğim bazı insanlar Allah "Biz peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz" ve buna benzer bir çoğu ayeti delil alarak diyorlarki bak peygamber gelmedikçe azap edilecek değil diyor.Bu ayeti delil alıp bu ümmeti nasıl kurtarmaya çalışırsınız bu ümmete zaten bir peygamber gelmiş.Zaten bu ümmete Hz.Muhammed (s.a.v.) ve Kuranı kerim gelmiş hüccet ikame edilmiş,mazeret ortadan kalkmıştır.Bu ayet Allahu tealanin peygamber göndermediği topluma azap etmeyeceğini söylüyor yani bizim toplumumuzla uzaktan yakından alakası yok.Bide bi mevzu daha var bazı insanlar;

1-Kül hadisi
2-Zatu envat hadisi,
3-Hz.Aişe "Allah bilir mi?" hadisini
4-Muaz bin Cebel'in secde hadisi
(Ki bu hadis çok açıktır.Ordaki mevzu saygı secdesidir.Peygamber onu da yasaklıyor.)

bu ilk 3 hadisi delil alarak cehalet mazerettir diyor.Bu hadislerin açıklamaları alimler arasında ihtilaflı.Bir kısım alim bir şekil şerh ediyor,bir kısım alim farklı şerh ediyor,bazıları da bazı şaz görüşler ortaya atıyor.Buraya alimlerin açıklamalarını tek tek yazsam mesele çok uzar dileyen detaylıca inceleyebilir.Bu insanlara şunu söylüyorum bu farklı şekillerde tevil edilip yorumlanan hadisleri delil almaktansa Kuranı kerim de onlarca muhkem olan ayet ve peygamberimizin açık hadislerin delil almak daha mantıklı ve doğru olan değil mi sizce? Niye muhkem olan ayetleri ve hadisleri anlamamaya çalışıp hep kendi nefsimizin ve aklımızın peşine düşüp benim aklıma göre böyle olması gerekiyor diyip kendi aklımıza göre delil defineciliği yapıyoruz.Kendi fikirlerimizi oluşturup bu fikirler için kılıdan köşeden müteşabih ve farklı şekilde tevil edilen ihtilaflı delilleri getirmeye çalışıyoruz.Aslında olması gereken Kuran ve sünnetten çıkan sonuca kendimizi uydurmamız ve ona inanmamızdır.

(Ki emin olun ki ilk 3 hadis ile ilgili cehaletçi insanlar bunları delil getiriyor ama cehaletin mazeret olduğuna dair bu iddiayı savunlara bile kesin bir delil çıkmıyor.Çünkü yapılan yorumlar hep kişisel ve çok farklı yorumlar var.Kati bir delil yok.)

Bizim yapmamız gereken Kuran ve hadislerden çıkan muhkem naslara teslim olmaktır.



Aralarındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlasın diye Allah’a ve resulüne çağrıldıklarında müminlerin sözü, “Dinledik ve boyun eğdik” demekten ibarettir. İşte kurtuluşa erenler de bunlardır!

(Nur 51)

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan yöneticilere de (itaat edin). Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, şayet Allah’a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsanız (o meseleyi çözmek için) Allah’a ve Resûl’e götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

(Nisâ, 59)

Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

(Ali İmran 7)


Artık bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?

(Mürselat 50)


İşte bunlar, hak olarak sana okuduğumuz Allah’ın ayetleridir. Onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze inanırlar?

(Casiye 6)


Şimdi delillere başlıyalım.





DELİLLER

Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz.” derler. Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridirler. Lakin farkında değillerdir.Onlara: “İnsanların iman ettiği gibi iman edin.” denildiği zaman: “Biz "sefihlerin" iman ettiği gibi mi inanalım?” derler. Dikkat edin! Onlar sefihlerin ta kendileridir. Lakin "bilmiyorlar".

(Bakara 11-12-13)

Bu ayette açıkça bilgisizlik, farkında olmama ve sefihlikten bahsedilmiş ve kafirlerin bu mazeretlerinin küfre girmelerini engellemedigini bilakis bu mazeretlerin küfürlerinin bir sebebi olduğu açıkça görülmektedir.


İbrahim’in milletinden "sefihten" başkası yüz çevirir mi? Andolsun ki biz onu dünyada seçtik ve o, ahirette de salihlerdendir.

(2/Bakara 130)

Burda da yukarıda ki ayetle benzer durum var.



Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.

(Hucurat suresi 2)


Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in sözünden daha yüksek sesle konuşmak farkında olmadan amelleri boşa çıkarıyorsa, acaba görüşleri, fikirleri, zevkleri, siyasetleri, bilgileri Rasulullah’ın getirdiğinden önde tutanların durumları nasıl olur?Amellerin boşa çıkmasında bunlar daha öncelikli değil midir?”



Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını "sanıyorlardı".

(Araf 30)


Kendilerini doğru yolda olduklarını sanmaları,hakkı bilmeme konusunda cahil olmaları küfürlerine engel olmadığı açıkça görülmektedir.


Müşriklerden biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.

(9/Tevbe, 6)

Bu ayette ise Allah bu insanları nitelendirirken ayetin başında onlara müşrik ismini vermiş ve ayetin sonunda onların bilmeyen yani cahil olduğunu söylemiş yani müşrikliklerinin sebebinin cahil olmaları olduğunu söylemiştir.Yani cehalet bir mazeret değil tam tersi müşrik yapan bir sebeptir ve aşağılanması gereken bir suçtur.



Unutma o günü ki onları hep birden toplayacağız; sonra da Allah’a ortak koşanlara “Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?” diyeceğiz.Sonra onların mazeretleri “Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki biz ortak koşanlardan değildik” demekten başka bir şey olmadı.Gör ki, kendi aleyhlerinde nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye) uydurdukları şeyler kendilerini nasıl bırakıp gitti!

(En'am 22,23,24)


Bu ayette müşrikler Allaha yemin ederek biz ortak koşanlardan değildik diyorlar.Yani bu insanlar kendi yollarının doğru olduğundan o kadar eminler ki Allaha yemin ediyorlar ama bu cehaletleri onları kurtarmıyor.


De ki: “Size, iş ve davranışları bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?
Onlar, iyi yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” İşte onlar, rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa gitmiş olanlardır. Bu sebeple biz kıyamet gününde onların (dünyadaki) amellerine değer vermeyiz. İnkâr etmeleri, âyetlerimi ve resullerimi alaya almaları sebebiyle işte onların cezası cehennemdir.

(Kehf 103,104,105,106)



Fıtrat Delili

Yüzünü (hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayan muvahhid) bir hanif olarak dine çevir. Allah’ın insanları yarattığı fıtrata (uy). Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.

(Rum 30)

(İbn kesir tefsirine bakınız.Yazı uzun olacağı için tefsiri buraya eklemedim.)


Hanif olmak yani hiç bir şeyi Allah'a ortak koşmamak fıtrattandır. "Allah'ın yaratmasında hiçbir değişiklik yoktur." yani herkes bu fıtrat ile dünyaya gelmektedir.Herkesin fıtratına tevhid kodlanmıştır.Bu ayeti 2 tane sahih hadis ile destekleyeyim ki konu daha iyi anlaşılsın.


1. Hadis

Ebû Hüreyre"nin (ra) naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…”

(B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22,Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)

2. Hadis

Rabbim, bugün bana öğrettiği şeylerden bilmediklerinizi size öğretmemi emretti.» (Ve buyurdu ki): «Benim bir kula verdiğim bir mal helaldir. Ben bütün kullarımı hanif olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip, (fıtri) dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar.Haklarında bir delil indirmediğim şeyi bana şirk
koşmalarını emrettiler.


(Müslim, Cennet 63, (2865) , Bu hadis uzun bir hadis yarısını aldım dileyen kaynaktan devamına bakabilir.)



Misak Delili

Rabbin Âdemoğulları’ndan -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz; Yahut, “Önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin!” demeye kalkışmayasınız.

(Araf 172,173)

(İbn Kesir tefsirine mutlaka bakınız.Uzun uzun bu mesele anlatılıyor.Altta kısa bir bölümünü aktaracam.)

Açık ve net bir şekilde görüleceği üzere Allahü Teala insanoğlunun fıtratına, kendisi ile ilgili yeterli bilgiyi yerleştirmiş ve kıyamet gününde bu noktada bir bilgisizliği ya da ataları taklit sebebi ile doğru yoldan sapma gibi bir mazereti asla kabul etmeyeceğini bildirmiştir.

Bu ayet ile ilgili bazı alimlerin görüşünü aktarayım.

İbn-i Cerir Et’Taberi: “Maksad siz kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu. Şüphesiz biz bunu bilmiyorduk, biz bundan yana bir gaflet içinde idik’. ya da ‘atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik. Hakkı bilmeyişimizden kaynaklanan cehaletimizle onların yollarına uyduk’ demeyesiniz diye (sizden böyle bir misak aldık)”

(Taberi, Cami’ul Beyan, 2/713)

İbn-i Kesir: “Bu şahit tutmaktan maksadın, onların tevhide yatkın yaratılmaları olduğuna dair delillerden biride; Allah’ın bu şahit tutmayı, şirk hususunda onlar hakkında bağlayıcı bir delil (hüccet) kılmış olmasıdır. Bu misak ise onlar hakkında müstakil bir hüccet kılındığına göre üzerinde yaratıldıkları fıtrat, tevhidi ikrar etmeye yatkın bir fıtrattır. Bu nedenle kıyamet günü biz tevhidden gafildik demeyesiniz.”

(İbn-i Kesir Tefsiri, 7/3131)


Kurtubi: “…. Ancak şu kadar var ki, tevhid hususunda mukallidin ileri sürebileceği hiçbir mazereti olmaz.”

(Kurtubi,El’Camiu Li Ahkam, 7/510)




Beğavi: “(Ayetin manası şu şekildedir.) Artık bu misaktan sonra kim inkar ederse o ahdi bozmuş bir inatçıdır. Ve ona hüccet (delil) kaim olmuştur. Ey müşrikler! Şüphesiz ki sizden misak şöyle demeyesiniz diye alındı. Muhakkak ki, bundan önce atalarımız şirk koşup ahdi bozdular. Biz de zaten onlardan sonra gelen bir nesiliz. Yani biz onların tabileriyiz. Dolayısı ile onlara uyduk. Tutup bunu kendinize özür (kalkan) yapıp sonra da şöyle demeyesiniz: – Batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin- Yani yoksa bize batıl işler yapan atalarımızın cehaletleri sebebiyle azap mı edeceksin? İşte onların, Allah’ın tevhide dair misak aldığını bildirmesinden sonra böylesi laflar savurarak kendilerini savunmaları mümkün değildir.”

(Ebu Yusuf Midhat b. Hasan Ali Ferrac, İslam Hukuku Acısından Cehalet, sy: 49-50)


Fahreddin Er’Razi: “Netice olarak diyebiliriz ki; Allahü Teala onlardan bu sözü alınca artık onların bu kadarcık bir mazerete tutunmaları imkansız olur.”

(F. Razi, Mefatihu’l GAyb, 11/145)



Şevkani: “Bunu yaptık ki, mazeret olarak gafleti öne sürmeyesiniz. Yahut şirki kendiniz yerine atalarınıza nispet edip bunlardan biri yahut ikisi ile kendinizi mazur görmeye çalışmayınız.”

İbn-i Kayyim El’cevziyye: “Allahü Teala burada müşriklerin mazeretlerini yok eden iki delil serdetmektedir.

1- Şüphesiz biz bundan gafildik dememeleri için. Burada bu ilmin fıtri ve zaruri olduğunu ve her insanın onu tanıması gerektiğini beyan ediyor. Bu da başıboşluğun geçersizliğine ait Allah’ın bir hüccetini, dahası yaratıcının ispatına yönelik ifadeleri zaten fıtri ve zaruri bir bilgi olduğunu kapsıyor. Bu ise başıboşluğun geçersiz olduğuna dair bir hüccettir.

2- ‘Atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin? Müşrik olan babalarımızın, yani bizim dışımızdakilerin suçuyla mı bizi cezalandıracaksın. Biz mazuruz. Şirk koşanlar atalarımızdır. Biz ise onlardan sonra gelme nesilleriz. Kaldı ki yanımızda onların hatalarını beyan edecek bir şey de yoktu.’ Böyle iken bu kişi gene de başıboşluk ve şirkten dolayı mazur sayılmamaktadır. Aksine müstehak olduğu azab kendisi için geçerli olmaktadır.”

(Ahkam’ü Ehli’z Zimme, 2/527-570)



Seyyid Kutub: “Hiç kimse kalkıp Allah’ın insanı Tevhid’e ileten kitabından habersiz olduğunu, bu Tevhid’e çağıran Allah’ın peygamberlik misyonlarından haber alamadığını söyleyemez. Yahut da, ‘ben varlık alemine geldiğimde atalarımın Allah’a ortak koştuklarını gördüm. Tevhid’i tanıyabilmem için önümde hiçbir yol yoktu. Ben atalarımın sapıklığa düşmeleri nedeniyle sapıklığa düştüm. Bu işten yalnız onlar sorumludur. Ben sorumlu değilim’ demesi asla tutarlı olmaz.”

(Seyyid Kutub, Fi’Zilal’il Kur’an, 6/313)


Ebu’l Ala El’Mevdudi: “Gene izaha kavuşturulmalıdır ki, bu antlaşmadan sonra bir kimse, bir suçu, bilgisizlik yüzünden işlediği için temize çıkmaya ya da inhiraflarının sorumluluğunu kendinden evvel geçenlere yıkmaya kalkışamaz. Yine Allah; bu sözü almakla, onların kalblerine, kendilerinin Rabbinin yalnız O, ve ilahlarının da gene yalnızca kendisinin olduğu hususunun zerkedildiğine dikkat çekmektedir. Binaenaleyh, hiçbir kimse, “Ben bundan tamamen habersizdim” veya “kötü çevrem tarafından yoldan saptırıldım” diyerek sapkınlığının sorumluluğunu üstlenmekten kendini vareste kılamaz.”

(Ebu’l Ala El’Mevdudi, Tefhim’ül Kur’an, 2/113)

Bu misak ayetini 3 hadis ile desteklemek istiyorum.


1.Hadis

Allah Teâlâ cehennemliklerin en hafif azap edilenine, dünya ve ondaki bütün varlıklar senin olsa, onları fidye verir miydin? diye buyuracak. O kimse: Evet cevabını verecektir. Bunun üzerine Allah -Azze ve Celle- : Sen Adem'in sulbünde iken ben senden daha hafif bir şeyi bana ortak koşmamanı istemiştim. Ben de seni ateşe atmayacaktım. Fakat sen şirkten başkasını kabul etmedin."


(Müslim, Münâfıkîn, 51; Buhari, K. el-Enbiya bab: 1.; Ahmed b Hanbel, Müsned, C:3, S: 127)


2.Hadis

Abdullah b. Abbas da Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir;
"Allah, Araftta, Âdemin sulbündeki zerreciklerden söz aldı ve onun sulbünden yarattığı her zürriyeti çıkardı. Onlar, zerrecikler halinde önüne dizdi sonra hepsiyle yüzyüze konuştu ve onlara bu âyetleri bildirdi.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 272)


3.Hadis

Übey.b. Kâ'b'dan bu âyetin izahı hakkında şunları söylediği rivayet edilmektedir:
"Allah, Âdem'in soyundan gelecek olan insanları onun sulbünde toplamış, onlara can vermiş ve onları şekillendirmiştir. Sonra onları konuşmalarını istemiş onlar da konuşmuşlardır. Daha sonra bunlardan ahd almış ve bunları, kendi nefislerine şahit tutarak: "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiş onlar da: "Evet, şahidiz sen bizim rabbimizsin." diye cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Allah: "Ben de yedi kat göğü ve yedi kat yeri ve atanız Âdemi, kıyamet gününde: "Biz bunu bilmiyorduk." dememeniz için size karşı şahit tutuyorum. Bilin ki benden başka ne bir ilah ne di bir rab vardır. Hiçbir şeyi bana ortak koşmayın. Ben sizlere, sizden aldığım ahdi size hatırlatacak Peygamberlerimi göndereceğim ve sizlere kitaplarımı indireceğim." dedi. Onlar da: "Senin, bizim rabbimiz ve ilahımız olduğuna, bizim senden başka hiçbir rabbimiz olmadığına şahitlik ederiz." dediler. Ve böylece ikrarda bulundular.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 5, S: 135)



Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

(Araf 102)

Bu ayette de misakda alınan söze insanların sadık kalmadığı ve bu sözü bozdukları söyleniyor.

(İbn Kesir ve Taberi tefsirlerine bakınız.)


Ehl-i kitap’tan ve müşriklerden hakkı inkâr edenler, kendilerine açık kanıt ve Allah tarafından gönderilen, tertemiz sayfaları okuyan bir elçi gelinceye kadar (küfür ve şirkten) ayrılacak değillerdir.

(Beyyine 1)

(Kurtubi tefsirine bakabilirsiniz.)

Burda da açık kanıt ve elçi gelinceye kadar onlar yani ehli kitap ve müşrikler kafir diye nitelendirilmiş bu deliller gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdir diyerek onların hüccet gelmeden de kafir ve müşrik olarak nitelendirildiği açıkça görülmektedir.




Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başkasını dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan büsbütün sapıtmıştır.

(Nisa 116)

Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.

(Nisa 48)



De ki: “Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi teklif ediyorsunuz?”
Andolsun ki sana ve senden önceki (resûllere): “Şayet şirk koşarsan bütün amellerin boşa gider ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun.” diye vahyedildi.

(Zümer 64,65)



Andolsun ki: “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. (Oysa) Mesih demişti ki: “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Şüphesiz ki kim Allah’a şirk koşarsa, Allah cenneti ona haram kılar. Onun barınağı ateştir. Zalimler için yardımcı da yoktur.”

(5/Mâide, 72)







Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz” derler; dünya hayatı onları aldatmış oldu ve (âhirette) kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.

(En'am 130)


Ateşte bulunanlar cehennemdeki görevlilere, “Rabbinize dua edin de bir günlüğüne olsun azabımızı hafifletsin!” diye seslenirler. Görevliler,
“Peygamberleriniz size açık kanıtlar getirmemiş miydi?” diye sorarlar. “Evet, getirmişlerdi” cevabını verirler. O zaman görevliler, “Yalvarın durun şimdi; ama inkârcıların yalvarmaları boşunadır” derler.

(Mü'min 49,50)

Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.


(Nisa 165)


Yukarıdaki 3 ayette de peygamberlerin kavimlere gelmesi onlara hüccetin tamamlandığını ve kıyamet günü melekler "size peygamberler açık kanıtlar getirmemiş miydi?" diyerek bu duruma dikkat çekilmiştir.Ayrıca şuna da dikkat edilmeli insanlar günümüzde kitap ve sünnetten yüz çevirmişler,dilleriyle bunu söylemeselerde amelleriyle bunu ortaya koyuyorlar.Adam dünya için her şeyi yapıyor;kimi bir meslek sahibi olmak için tüm okul hayatı boyunca yüzlerce kitap bitiriyor,kimi iş hayatı için yapmadığı çaba kalmıyor her şeye gelince zaman var ama iş Allahın dinine gelince ömründe Kuranı kerimi baştan sona bir defa bile mealiyle okumayan insanlar var.Adamlar Allahın kitabına okul kitaplarına veya bir roman kitabına gösterdiği değeri vermiyor.Eğer gerçekten değer vermiş olsaydı onu mealiyle okur Rabbim bana ne mesaj göndermiş bana ne diyor diye merak ederdi.Sonuçta Kuranı kerim küfrün karanlığından vahyi aydınlığına çıkarmak,hak ile batılı belirtip insanları hakka iletmek,onlara doğru yolu göstermek için geldi.Peki bu kitabı anlamıyla okumayan,o değeri vermeyen biri nasıl o kitaba uyabilir ki!






Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu Kur’an’ı indirdik.

(En'am 156,157)

Kitabın gelmesi ile hüccet tamamlanmıştır.İnsanlar kıyamet günü bu kitaptan hesaba çekilecektir.Kitap ile ilgilenmemeleri,dini için gerekli ilgiyi göstermeyip Allahın kitabını okumamaları onları cahil yapmıştır ve bu bir mazeret değil başlı başına bir suçtur.




Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiği zaman: “(Hayır,) bilakis biz, babalarımızı üzerine bulduğumuza uyarız.” derler. Babaları hiçbir şey akletmemiş ve doğru yolu bulamamış olsalar bile mi?

(Bakara 170)

Bu âyet-i kerîmeler, Peygamberimiz’in yahudileri İslâm’a davet edip Allah’ın azabından sakındırdığı vakit onlardan bazılarının: “Biz, babalarımızı hangi yol üzere bulduysak ona uyarız. Çünkü onlar bizden daha âlim ve daha hayırlı idiler” demeleri üzerine inmiştir.

(Taberî, Câmi‘u’l-beyân, II, 107-108)

Bu ayette müşriklerin taklitleri, cehaletleri ve risaletten yüz çevirmelerini Allah mazeret görmedi ve bu kimselere yine müşrik ismini verdi.Günümüzde de insanlar şirk ehli hocaları takip edip onları cahilce taklit ediyorlar.Taberi tefsirin de belirtildiği gibi yahudiler atalarını Allah katında daha alim ve daha hayırlı görüyorlar günümüzde de insanlar geçmiş atalarını ve şirk ehli hocalarını bilmeden cahilane bir şekilde taklit ediyorlar.Ayette belirttiği gibi bu bir mazaret değildir,aksine taklit şirke götüren bir sebeptir,aşağılanması gereken bir suçtur.




Ey inkâr edenler! Bugün bahane üretmeyin! Sadece yapmış olduklarınızın cezasını çekiyorsunuz.

(Tahrim 7)




Onlara soracak olsan mutlaka, “Biz lafa dalıyor eğleniyorduk, hepsi bu!” derler. De ki: “Siz Allah ile, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?”
Mazeret ileri sürmeye kalkmayın.
Muhakkak ki imanlarınızdan sonra kafir oldunuz. İçinizden bir kısmını affetsek de, diğer bir kısmını günahta ısrarcı davranmış oldukları için azaba uğratacağız.


(Tevbe 65,65)

Bu ayette insanın küfrü kast etmiş olması veya bu konuda "cahil" olması küfrüne engel olmamıştır.Bu ayette de mürcielerin iddia ettiği gibi tekzip,istihlal,inkar gibi küfre engel olarak getirdikleri şeylerin de batıl olduğu görülmektedir.


Bu ayet hakkında bazı alimlerin nakilleri şöyledir:

İmam Kurtubî, Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî’nin şöyle dediğini nakleder:

“Küfür (lafızlarıyla) şaka yapmak küfürdür. Bu konuda ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”

( “el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an”, 4/101.)



İmam Cessas “Ahkamu’l Kur’an” adlı eserinde bu ayeti tefsir ederken şöyle der:

“Bu ayette, ikrah olmaksızın küfür kelimesini söyleyen kimselerin şakacı veya gerçekçi olmasının eşit olduğuna bir işaret vardır… Bu ayet, küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın aynı hükme tabi olduğunu ifade etmektedir.”

(“Ahkamu’l-Kur’an”, 3/207.)


İbnu’l Cevzi der ki: “Bu (nakiller) küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın bir olduğuna işaret etmektedir.”

(Zadu’l Mesîr”, sf. 593.)


İmam Âlusi şöyle der: “Bazı âlimler bu ayet ile küfür kelimesini söyleme hususunda şaka yapmanın ve ciddi olmanın eşit olduğuna delil getirmişlerdir ki, bu hususta (zaten) ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”

(“Tefsiru Ruhi’l-Meani”, 6/190.)





Dikkat edin! Halis olan din Allah’ındır. O’nun dışında veliler edinenler (derler ki): “Bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye bunlara ibadet ediyoruz.” Allah, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmedecektir. Şüphesiz ki Allah, yalancı ve kâfir olan kimseyi hidayet etmez.


(Zümer 3)


Bu ayettede açıkça görülüyor ki mekkeli müşrikler putlara Allah'a daha fazla yaklaşmak için ibadet ediyorlar.İyi niyetle bir tevil yapmış olmaları ve bu konuda cahilane bir tavır sergilemeleri aslında niyetleri iyi Allaha daha yakın olmak ama Allahin meşru kalmadığı hakkında hiç bir delil indirmediği bir şekilde O'na yaklaşmaya çalıştıkları için bu onlardan kabul edilmedi ve şirke bulaşmış oldular.Bu konuda ki cehaletleri mazeret olmadı.Ayetin devamında Allah onların yalancı ve kafir olduğunu belirtiyor.Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki hiç bir inanç mensubu bile bile cehenneme gitmek istemez.Örneğin hristiyanlar "hadi bugün İsa Allahın oğludur(haşa) diyelim de cehennemi hak edip cayır cayır yanalım" demezler aynı şekilde yahudiler "Üzeyr Allahın oğludur diyelim de Allaha ortak koşup cehennemi hak edelim" demez veya bir tarikatçıda bile bile cehenneme gitmek istemez ona göre o yol çok doğrudur ama sonuç değişmez.Allah'a giden tek bir yol vardır.O yolun dışındakileri hepsi de batıldır.Buna da güzel bir hadisi örnek vereyim.

Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), düz bir çizgi çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde açıklamada bulundu. Sonra da En’âm Suresi 153. âyeti kerimeyi okudu:

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٥٣﴾

Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.”

(Dârimî, Mukaddime,23,İbn Mâce,
Mukaddime 1,Ahmed, 4437)



Merkezinde halka âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe rabbin memleketleri helâk etmez. Biz, ülkeleri ancak halkı zulümde ısrar edince helâk ederiz.

(Kasas 59)

Kim doğru yolu seçerse kendi iyiliği için seçmiştir, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü üstüne almaz. Biz bir resul göndermedikçe azap da etmeyiz.

(İsra 15)


Bu ve bir üstünde ki ayettede resul göndermedikçe azap edecek değiliz diyor.Bizim topluma zaten peygamber gelmiştir hüccet peygamber ve Kuran ile tamamlanmıştır.Artık mazaret ortadan kalkmıştır.



(Bu kitap) izzeti büyük, rahmeti bol olan Allah tarafından ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde bulunan bir toplumu uyarasın diye indirilmiştir.Andolsun ki onların çoğu hakkında o söz (azap) gerçekleşecektir; çünkü onlar iman etmeyecekler.


(Yasin 6,7)



Mekkeli müşriklerin atalarına bir peygamber gelmemişti ve kendileri de gaflet içerisindeydi ama bunun böyle olması atalarının şirke bulaşıp müşrik olanlarına bile bir mazeret değil kaldı ki peygamber geldikten sonra bizim topluma bu cehaletleri mazeret olsun.



Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.

(Ali İmran 103)

Bu ayet hakkında bazı alimlerden nakiller:

Alusi, İbn-i Abbas’tan şunu nakletmektedir:

“-Siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de…- Yani siz daha önce cehennemin tam kıyısında, bir çukurun yanı başında idiniz. Sizinle cehennem arasında ancak ölüm vardı.”

(Alusi, Ruhu’l Meani, 4/20)

Kurtubi, El’Mehdevi’den bu noktada şu ifadeyi nakletmektedir:

“Bu ifade onların küfürden çıkıp imana girişlerini anlatan temsili bir ifadedir.”

(Kurtubi, El’Camiu Li’Ahkam 4/319)

Diğer müfessirler de aşağı yukarı bu ayeti kerime üzerinde aynı şeyleri söylemektedirler. Okuyoruz:

Kadı Beyzavi: “Küfrünüz sebebi ile cehennem ateşinin tam kenarında durmakta idiniz. Şayet bu hal üzere ölüm size ulaşsa idi ateşte olurdunuz.”

(Kadı Beyzavi, Envar’ut Tenzil, 1/224)


İbn-i Cerir Et’Taberi: “Allah sizi İslam ile nimetlendirmeden, ihtilaflarınızı kardeşliğe dönüştürmeden önce sizler küfrünüz sebebiyle cehennemin tam kıyısında idiniz. Sizinle bu ateş çukuru arasında tek engel ölümdür. Küfrünüz sebebiyle her an başınıza gelebilecek bir ölüm o çukura düşmenize ve orada ebedi kalmanıza sebep olacaktır.”

(Taberi, Cami’ul Beyan, 4/36)



İbn-i Kesir: “Onlar küfürleri sebebiyle cehannem ateşinin kenarında idiler. Ancak Allahü Teala onları iman etmeleri sebebiyle kurtardı.”

(İbn- Kesir Tefsiri, 1/397)


Fahreddin Er’Razi: “Şayet onlar küfürleri üzere ölmüş olsalardı, muhahkak ki cehenneme düşerlerdi. İşte böylece, kendisinden sonra ateşe düşmeleri beklenen o hayatları, çukurun tam kenarında oturmaya benzetilmektedir.”

(F. Razi, Tefsiri Kebir, 6/519)


Yine İmam Şafi aynı konu hakkında şunları söylemektedir:

“Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.”

(İmam Şafii, Risale sy: 4-5)

Gerek ayetin metninden, gerek ayete dair müfessirlerden yaptığımız alıntılardan anlaşılan şudur ki; nebevi hüccet ikame edilmeden önce de insanlara şirk vasfı verilebilmektedir. Kişiler işledikleri şirk fiilleri sebebiyle müşrik olarak isimlendirilebilmektedir. Nebevi hüccetin ikame edilmemesi, şirk fiilleri işleyen kimselere müşrik vasfını vermemek için geçerli bir mazeret değildir. Dikkat edilirse müfessirlerin hemen hemen hepsi onların işledikleri fiiller sebebiyle kafir olduklarını açıkca belirtmişlerdir. İmam Şafi’nin yukarıda alıntıladığımız sözü bunu açıkca ortaya koymaktadır.


“Ey kavmim! (Davetim karşılığında) sizden mal talep etmiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir. Ben, iman edenleri kovacak değilim. Onlar Rableri ile karşılaşacaklardır. Fakat ben, sizlerin cahillik eden bir topluluk olduğunuzu düşünüyorum.”

(11/Hûd, 29)

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine ait putları olan ve sürekli o (putlara) tapan bir kavme geldiler. “Ey Musa! Onların ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah yap.” demişlerdi. “Şüphesiz sizler, cahillik eden bir topluluksunuz.” demişti.

(A'râf, 138)



Sonra seni, (ilahi) emre dayalı bir şeriat üzere kıldık. Ona uy. Bilmeyenlerin hevalarına uyma.

(Câsiye 18)


Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Halbuki onlara, kendisinden başka ilâh olmayan bir tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.


(Tevbe 31)



(...) Adiy, Medine’ye geldi. O, Tay Kavmi'nin lideriydi. Boynunda gümüş bir haçla Resûlullah’ın (sav) huzuruna girdi. Resûlullah (sav) Tevbe Suresinin 31. ayetini okuyordu. Adiy, Peygamber’e (sav): ‘Onlar, din adamlarına tapmadılar ki!’ dedi. Resûlullah (sav): ‘Evet, fakat din adamları, onlara helali haram, haramı helal kıldılar. Onlar da tabi oldular. Bu, onların, din adamlarına ibadetidir.’ buyurdu.”

(Tirmizi, 3095; İbni Ebi Hatim,10057-10058)



Burda dikkat edilecek olursa Adiy bin Hatim onlar din adamlarına tapmadılar ki diyor yani onlara haram helal noktasında itaatin ibadet olduğunu bilmiyordu yani bu konuda cahildiler ama cahil olmaları bu sonucu değiştirmedi.


Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.

(Buhârî, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, 50.)


Bu hadiste cehaletin mazeret olmadığına delildir.Gelişi güzel,cehaletle söz söylemenin ne kadar büyük sonuçlar doğuracağını gözler önüne sermektedir.







Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Dedim ki

“Ey Allah’ın Resûlü, İbnu Cüd’an câhiliye devrinde sıla-i rahimde bulunur, fakirlere yedirirdi. O bundan fayda görecek mi?”

Resûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi:

“(Hayır) iyiliklerin ona bir faydası olmayacaktır. Çünkü o bir gün bile -Ya Rabbi kıyamet günü günahlarımı bağışla- dememiştir.

(Müslim İman 365 (214))


İbn-i Cüd’an isimli bu kimsenin ahirete iman etmemesi sebebiyle, yapmış olduğu salih amellerin hiç birisinin kendisine kıyamet gününde fayda vermeyeceğini bizzat Rasulullah (s.a.v) bizlere bildirmiştir. O’nun amellerinin fayda vermemesinin tek sebebi ise kafir olarak ölmesidir. Bakınız İmam Nevevi bu hadisi şerife dair yapmış olduğu açıklamaya “Kafir olarak ölen kimseye hiçbir amelinin fayda vermeyeceğinin delil” şeklinde anlamlı bir başlık atarak şöyle demiştir:

“Hadisi Şerif, kafir olarak ölen bir kimsenin akraba ziyareti yapmak, fakirleri doyurmak gibi hayırlı fiillerinin ahirette kendisine hiçbir fayda vermeyeceğini bildirmektedir.”

(İmam Nevevi, El’Minhac, Sahihi Müslim Şerhi, 3/82)

İmam Nevevi’nin açık beyanında görüleceği üzere, Nevevi bu kimseye kafir ismini vermekte kendi adına hiçbir sakınca görmemektedir.

Bu kısımda da peygamber gelmeden akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler ile tevhidi bulanları anlatmaya çalışağım.

*ZEYD BİN AMR BİN NÜFEYL,Amr bin Abese,Kus bin Saide,Osman bin Huveyris,Varaka bin Nevfel vb. örnekler arttırılabilir (Peygamberimiz gelmeden önce Tevhidi bulan kişiler)


Zeyd bin Amr bin Nüfeyl

Zeyd, İbrâhim’in dinine uyanlardan kendisi dışında kimsenin kalmadığını söyler ve şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Şahit ol ki ben İbrâhim’in dinindenim” (Buhârî, Menakıbü’l-ensar, 24); “Ey Allahım, ey İbrâhim’in ilâhı, dinim İbrâhim’in dinidir.” (Nesâî, Menâķıb, 13)

Allah'ım! Sana ibadet etmenin en iyi yolunu bilsem öyle ibadet ederdim, ne yazık ki bilmiyorum!” diye hayıflanır, elleri üzerine secde ederdi. Onun ayrıca belirli vakitlerde Kâbe’ye yönelerek namaza benzer bir ibadeti yerine getirdiği zikredilmektedir.
(İbn Hacer, el-İsabe, I, 569-570)


Zeyd’in oğlu Saîd, Hz. Ömer’le birlikte Resûl-i Ekrem (asm)’in yanına giderek, “Eğer babam size erişebilseydi iman ederdi, onun bağışlanmasını dileyebilir misiniz?” diye sormuş, Resûl-i Ekrem de “Elbette onun için istiğfar ederim, o tek başına bir ümmet olarak haşredilecektir.” cevabını vermiştir.

(Müsned, I, 189-190; İbn İshak, s. 99-100)





Kus bin Saide


“Allah Kus’a rahmet eylesin, kıyamet gününde onun ayrı bir ümmet halinde diriltileceğini umarım.”

(İbn Kesîr, el-Bidâye, 2/294)



Burda da kendisine bir peygamber ve kitap gelmemesine rağmen cehennemlik olan kişilerden bahsedeceğiz.Akıl,fıtrat,misak ve kainattaki ayetler Tevhidi bulmada yeterlidir.Peygamber ve kitap gelmese bile biri Allaha şirk koşuyorsa müşriktir.Peygamberin annesi,babası,dedesine bile cehalet mazeret değil ama ne komik ki bizim topluma akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler bide fazlalık olarak peygamber ve kitap gelmiş onlara cehalet mazaret değil ama bizim topluma cehalet mazaret(!) Ne komik :)))))


Bununla ilgili delilleri sıralayacak olursak;


Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad b. Seleme, Sabitten, o da Enes'den naklen rivayet etti ki bir adam: Ya Resulullah benim babam nerededir? Diye sormuş. Resulullah (asm):
“Cehennemdedir”, demiş. Adam dönüp gidince Resulullah (asm) kendisini çağırarak:
“Benim babam da, senin baban da cehennemdedir.” buyurmuşlar.

(Muslim, İman 347; Ebû Dâvûd, Sunne, 17; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)


İmam Nevevi, Müslim şerhinde bu hadis üzerine yaptığı açıklaya “Kafir olarak ölen kimsenin cehennemde kalacağının, hiçbir şefaata nail olamayacağının, Allah’ın yakın kullarına akraba olmanın kendisine hiçbir fayda sağlamayacağın beyanı” başlığını vermiştir. Yine aynı hadis üzerinde İmam Nevevi Arablardan putlara ibadet hali üzere ölenlerin cehennem ehli olduklarını, bu kimselere Hz. İbrahim’in ve diğer rasullerin davetinin ulaştığını ve bu sebeple bu kimselerin kendilerine davet ulaşmadığı için sorumlu tutulmayacak kimselerden olmayacaklarını belirtmiştir.

(İmam Nevevi, El’Minhac, Sahihi Müslim Şerhi, 3/74)






Ebû Hurayra’den (r.anh) yapılan bir rivayete göre Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi

(Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 101; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.)

Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti. (Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır

(Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)


Museyyeb b. Hazn (r.anh)'den şöyle rivayet edilmiştir:
«Ebu Talib'de ölüm alametleri belirdiği sırada Rasulullah (s.a.v.) geldi. Amcasının yanında Ebu Cehil İbn-i Hişam ile Abdullah b. Ebi Umeyye'yi buldu.
Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib'e:
«Ey amcam! La ilahe illAllah de, kıyamet gününde kendisiyle sana şehadet ve şefaat edebileceğim bu kelimeyi söyle» buyurdu.

Ebu Cehil ve Abdullah b. Umeyye:
«Ey Eba Talib! Abdulmuttalib'in milletinden yüz mü çevireceksin?» diye bundan menettiler.
Rasulullah (s.a.v.) amcasına Kelime-i Tevhidi arza devam ediyordu. Diğer ikisi de mutemadiyen o sözlerine tekrar ediyorlardı.
Nihayet Ebu Talib bunlara söylediği son söz olarak: «O(yani ben) Abdulmuttalib'in milleti üzeredir» dedi ve La ilahe illAllah demekten çekindi.
Rasulullah (s.a.v.): «İyi bil amcacığım! Yemin ederim ki ben hakkında mağfiret dilemekten nehyolunmadıkça her halde Allah (c.c)'dan senin için af ve mağfiret dilerim» dedi.
Bunun üzerine Allah (c.c):
«Ne nebinin ne de mûminlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra yakın akrabaları da olsa şirk koşanlar için mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz.» (Tevbe: 113) ayetini indirdi.
Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.(Kasas 56)

(Buhârî, Tefsir 28/1; Müslim, İman, 39; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XI,91,93,,Şevkânî, IV, 174)


Bize İbn Ebi Ömer rivâyet etti. ki: Bize Süfyan, Abdulmelik b. Umeyr’ den, o da Abdullah b. Haris' ten naklen rivâyet etti. Dedi ki. Abbâs'ı şunları söylerken işittim: «Dedim ki: Ya Resûlüllah- Gerçekten Ebû Tâlib seni korur ve sana yardım ederdi. Acaba bu ona bir fayda verdi mi?» Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem): «Evet, Ben onu cehennemin derin dalgaları içinde buldum da kendisini sığa çıkardım.» buyurdular.

(Müslim, İman: 358)


Bize Kuteybe ibni Sa'id de rivâyet etti. ki Bize Leys İbn'l Hâd'dan, o da Abdullah b. Habbâb dan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında amcası Ebû Talib'in zikri geçmiş. Bunun üzerine: «Umulur ki, kıyâmet gününde benim şefâ'atım ona bir fayda verir de cehennemin sığ yerine konur. Topuklarına kadar erişir, ondan beyni kaynar.» buyurmuştur.

(Müslim, îman: 360)

“Cehennemliklerin azap itibari ile en ehveni Ebû Talib’dir. O dahi iki ayakkabı giyecek, onlardan beyni kaynayacaktır.”

(
Müslim, İman: 363)



Alimlerden Bazı Nakiller

İmam Şafii şöyle der: “Eğer cahil cehaletinden dolayı mazur olmuş olsaydı, cehalet ilimden daha hayırlı olurdu. Çünkü kuldan teklif yükünü kaldırmış ve kalbini sıkıntı türlerinden rahatlatmış olurdu. Tebliğ ve öğrenme imkanından sonra, kul için hükmün cahili olmasında bir delil yoktur.”

(El-Mensur fi’l-Kavaidi’l-Fıkhiyye, 2/15, 17)



Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.”

(İmam Şafii, Risale sy: 4-5)



Ebu Hanife şöyle demektedir:

Bir kişi tevhid ilminin inceliklerinden bir güçlükle karşılaşırsa, kendisine konuyu soracağı bir alim buluncaya kadar, Allah katında
doğru olduğuna itikat (iman) etmesi gerekir. Bu konuyu sormayı tehir edemez. Bu tereddütlü halinde bekleyemez. Eğer beklerse kafir olur.”

(El-Fıkhul Ekber,165)



“Eğer bir kimse, itikat etmediği halde kendi isteği ile bir küfür kelimesi söylerse kafir olur. Çünkü hükmüne razı olmasa da bunu işlemesiyle razı olduğunu göstermektedir. Bu, küfür sözüyle şaka yapan gibidir. Zira bu kimse, hükmüne razı olmasa bile kafir olur ve alimlerin genelinin yanında cehaleti ile de mazur olmaz.”

(Fıkhu’l-Ekber şerhi, Ali el-Kari, s;421)


İbn-i Nuceym der ki: “Kim gerek şaka yere gerekse ciddi olarak küfür kelimesini söylerse tüm âlimlere göre kâfir olur. Bu konuda niyetinin hiçbir geçerliliği yoktur.

(el-Bahru’r-Râik”, 5/134.)


İbn-i Hümam şöyle der: “Kısacası, bazı fiiller vardır ki, -kâfirlere has olan alametler gibi- bunlar inkâr makamına kaimdir. Küfrün bizzat kendisinden uzak durmak nasıl gerekli ise bu tür fiillerden de uzak durmak gerekir. Allah’u Teâlâ “Biz dalmış eğleniyorduk” diyen kimselere, “Özür dilemeyin, siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz” buyurdu. Onlara: “Siz yalan söylediniz” demedi. Aksine küfrün en belirgin özelliklerinden olan “boş işlere dalmak” ve “eğlenmek” ile boyunlarından İslam bağını çıkardıklarını ve İslam’ın korumasından çıkıp küfre girdiklerini haber verdi. Bu da göstermektedir ki, bu tür fiiller bir şahısta bulunduğu zaman o şahsın küfrüne hükmedilir; kalbindeki tasdike de bakılmaz.”

(Feydu’l-Barî”, 11/50)


İmam Keşmirî “İkfaru’l Mulhidin” adlı eserinde şöyle der: “Kısacası, kim, gerek alay ederek gerekse şaka yere küfür kelimesini söylerse ittifakla kâfir olur ve bu konuda itikadına (niyetine) itibar edilmez.

(İkfaru’l Mulhidîn”, Sf. 59)

Hanefilerin meşhur âlimlerinden birisi olan Ali el-Kari fıkıh kitaplarından birisi olan “Mecmau’l Fetâva” adlı eserden şu cümleleri nakleder: “Kişi küfrü gerektiren bir söz söylerse kâfir olur.”

(“Şerhu’ş Şifa”, 2/453.)




Mecmau’l-Enhur” adlı meşhur Hanefi Fıkıh kitabında şöyle geçer: “Kişi içeriğine inanmadığı halde (ikrah olmaksızın) kendi tercihiyle küfür kelimesini telaffuz etse tüm ulemaya göre kâfir olur.

(Mecmau’l Enhur Şerhu Multeka’l Ebhur”, sf. 696.)


İbn-i Kudâme el-Makdisî der ki: “Kim Allah’a söverse kâfir olur. Bu hususta şaka yapması veya ciddi olması bir şey değiştirmez. Keza Allah ile ayetleri ile peygamberleri ile ya da kitapları ile istihza eden kimse de kâfir olur.

(el-Muğnî”, 4/20. Bab: 7124)


Fahreddin Hasen b. Mansur el-Hanefî der ki: “İsteyerek (yani ikrah olmaksızın) kalbi iman üzere olduğu halde dili ile küfür kelimesini söyleyen bir kişi kâfir olur, Allah katında da “mümin” olamaz.

(Fetâvâ Kadıhan”, el-Fetâvâ’l-Hindiye hamişinde, 3/573)

İbn-i Receb el-Hanbelî der ki: “Dini terk ve cemaatten ayrılmanın manası: İslam dininden dönmektir/irtidattır isterse bu kişi şehadet kelimelerini söylesin. Eğer Allah ve Rasûlüne söverse, -şehadeti kabul etse bile- kanı mubah olur, çünkü o bununla dinini terk etmiştir. Aynı şekilde eğer o kişi Mushafı hafife alır da pisliklerin için atarsa veya namaz gibi dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkâr ederse yine durum aynıdır.

(Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem”, sf. 179.)




Burhaneddin İbn-i Mazeh el-Hanefî der ki: “Kim İsteyerek (yani ikrah olmaksızın) kalbi iman ile mutmain olduğu halde dili ile küfür kelimesini söylerse kâfir olur; kalbinde ki inanç ona fayda sağlamaz.

(el-Fetâvâ’t-Tatarhâniyye”, 5/458)


İbn Teymiyye

İbn Teymiyye şöyle der:
“Netice olarak; kim küfür olan bir söz söyler veya fiili işlerse, bununla kafir olur. Kafir olmayı kast etmese bile. Çünkü Allahu Teala’nın diledikleri dışında hiç kimse küfre girmeyi kast etmez.”

(Es-Sarimu’l-Meslul: 177, 178)

Yine İbn Teymiyye başka bir kitabında şöyle demektedir:

Allahu Teala, yalanlayarak olsun veya olmasın, ayetlerinden yüz çevirenlere en ağır cezayı vereceğini belirtmiştir. Bu da gösteriyor ki peygamberlerin getirdiklerini kabul etmeyenler kâfirdir. Bunun yalanlama, büyüklenme, hevaya uyma veya getirilen şeylerden şubhe etme sebebi ile meydana gelmesi arasında fark yoktur.
Peygamberin getirdiği şeyleri yalanlayan herkes kâfirdir. Yalanlamasa bile, iman etmediği sürece yine kâfir olur.”

(Mecmuu’l-Fetava, 3/196)

Eğer ki kişinin muhalefeti, dinin açık olmayan ve herkes tarafından bilinmesinin zor olduğu meselelerde olursa, hata ettiği, dalalete düştüğü ve kendisine hüccet ikamesinin yapılmadığı söylenebilir. Ancak kişinin muhalefeti, açık olan ve Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun ile gönderildiği ve ona muhalefet edenlerin tekfir edildiği bütün Müslümanlar ve hatta Yahudi ve Hristiyanlar tarafından da bilinen meselelerde ise durum böyle değildir. Tek olan Allahu Teala’ya ibadetin emredilmiş olması ve Allahu Teala’dan başka, meleklere, peygamberlere, güneşe, aya, yıldızlara, putlara ve başka şeylere ibadetin yasaklanmış olması bu türdendir. Bunlar İslam esaslarının en açık olanlarıdır. Yine beş vakit namaz ve Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve muşriklere düşmanlığın emredilmiş olması ile içki, kumar, zina ve faizin yasaklanmış olması da bu kabildendir.”

(Mecmuu’l-Fetava, 4/37)


Şeyh Nuseyruddin Muhammed b. Abdullah es-Samiri el-Hanbeli şöyle der: “Kim şaka ile küfür kelimesi söylerse kafir olduğuna hükmolunur.”

(El-Mustevab fil-fıkhı’l-Hanbeli: 3/ 2339)


Şeyh Süleyman b. Abdullah en-Necdi şöyle der: “Allahu teala’nın: ‘’Özür dilemeyin, muhakkak ki siz imanınızdan sonra kafir oldunuz.’’ Ayeti delildir ki, kişi küfür işlediğinde, kafir olacağını bilmez veya buna itikat etmezse bununla mazur olmaz, bilakis sözlü ve ameli fiili ile kafir olur.”

(Teysiru’l-Azizu’l- Hamid, s; 554, 555)


“Eğer bir kimse küfür kelimesi konuşursa kafir olur. Ve yine bir topluluk ondan bunu kabul ederlerse onlarda kafir olurlar ve cehaletleri ile mazur olmazlar.”

(Şerhuş-şifa, 2/ 453)


İbn Hacer el-Heytemi şöyle der:
“Kim küfür kelimesi telaffuz ederse kafir olur. Küfür olduğuna itikat etmese bile. Ve cehaleti ile de mazur olmaz. Yine ona gülen veya onu hoş karşılayan veya ondan razı olan da kafir olur.”

(El-İlam bi kavadii’l-İslam: s, 40)


Kadı İyad şöyle der: Hanefi alimlerinin cehaletin mazeret olmayışı ile ilgili yaptıkları konuşmalarına karşılık şunu söyler; ‘’Hiç kimse küfürde cehaleti ile mazur olamaz.’’

(Eş-Şifa bi şerhi Ali el-Kari: 2/ 429)



İmam Karafi el- Maliki şöyle der: “Şeriat sahibinin şeriatta müsamaha göstermediği ve işleyeni affetmediği cehalettir. Bunun kuralı: sakınılması çok zor olmayan ve nefse meşakkatli gelmeyenlerdir. Bunlar affolunmamıştır ve fiilinden teklif kalkmamıştır. Bu kısım, usuluddin de, itikatlarda, usulu fıkıhta ve bazı fer’i fıkıh hükümlerinde geçerlidir. Usuluddin meselesinde ise cehalete itibar olunmaz. Sahih akidenin sorarak ve araştırılarak öğrenilmesi gereklidir. “

(El-Furuk: 2/ 149)


Abdurrahman b. Hasan şöyle der: “Alimler istikamet menhecinde yürümüşler ve mürted babını zikretmişlerdir. Onlardan hiç birisi; bir küfür söylediğinde veya bir küfür işlediğinde, bunun kelime-i şehadet’e zıt olduğunu bilmezse cehaletinden dolayı kafir olmaz, dememişlerdir. Allah teala kitabında beyan etmiştir ki, bazı müşrikler cahil ve mukallittirler ve cehaletleri ve taklitlerinden dolayı Allah teala onların azabını kaldırmamıştır.”

(Feteva el eimmetin necdiyye; 3/ 232)

Aynı eserin farklı bir yerinde ise şöyle der: “Kuşkusuz Alla teala, ellerinde bir kitabı bulunmayan cahiliyye ehlini bu büyük şirk de mazur görmemiştir. Allah’ın kitabı ellerinde bulunan ve onu okuyan bir ümmet nasıl mazur olabilir?” (a.g.e. 3/ 226)



Muhammed b. Abdilvehhab

Muhammed b. Abdulvahab’a davetten önce ölen ve islama ulaşamayan kimse sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Davet ulaşmadan ölen kimse hakkında ki hüküm, eğer şirk fiili ile biliniyor ve onu din olarak benimsemiş ve bu hal üzere ölmüşse, bu kimsenin zahiri hali küfür üzere öldüğüdür. Ona dua edilmez, kurbanı kesilmez ve onun yerine sadaka verilmez.”

(Ed-durerus-seniyye: 3/ 133, 134)


Muhammed ibn Abdilvehhab
İslam'a yeni girmiş ya da uzak bir çölde yetişmiş olup kendisine huccet ikame edilmeyen yahut, cahilliği sevgi ve nefret büyüsü gibi bilinmeyen kapalı bir mesele ile ilgili olan kimse bunu öğreninceye kadar tekfir edilmez. Ancak Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın apaçık beyan ettiği, Kitabı'nda hükmünü muhkem şekilde açıkladığı dinin asıllarına gelince, bu noktada Allah'ın hucceti Kur'an'dır. Kime Kur'an ulaşmışsa ona huccet ulaşmıştır.

(Ed-Dureru-s Seniyye, 8/90.)


İnsan küfür kelimesini sadece telaffuz etmekle kafir olur. Onu söylerken cahil olması durumu değiştirmez. Zira cehaleti sebebi ile özür sahibi değildir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 1/71.)





Abdullah bin Abdurrahman Ebu Batîn:


Küfür işleyenin tevil sahibi, müctehid, hatalı, taklitçi veya cahil olduğunu söyleyip bunların mazeretli olduğunu söylemek; Kur’an, sünnet ve icmaya terstir.

(El-İntisar li hizbillah el-Muvahhidin fi Akide el-Muvahhidin, Sh.25)






(Kabirden yardım isteyenler için bahsediyor.Öncesini almadım.)
"Alimlerin hepsi böyle kimseleri tekfir etmişler ve cehaletlerini özür olarak kabul etmemişlerdir. Bazı sapkın kimselerin "Onlar cehaletleri sebebi ile mazeret sahibidirler" sözlerine gelince bu Allah hakkında ilimsizce konuşmaktır."
(Ed-Dureru-s Seniyye, 10/404)


Bilinmelidir ki genel olarak cehalet sahibi için bir özür değildir. Bütün mezheb alimleri fıkıh kitablarında "Murtedin Hükmü" adı altında bablar açmışlardır. Murted Müslüman olduktan sonra tekfir edilen kimsedir. Alimler kitablarında bu konuya öncelikle küfrün ve şirkin çeşitlerini izah ederek başlamışlardır. Ve arkasından "Kim Allah'a şirk koşarsa kafir olur" demişlerdir. Zira alimlere göre şirk küfür çeşitlerinin en büyüğüdür. Ve alimler hiçbir zaman bazılarının dediği gibi "Şayet kişi cahil ise murted olmaz" dememişlerdir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 10/391-394'den özetle.)


Allah'a şirk koşan kimse cehaleti sebebi ile mazeretli ise o halde mazeretli olmayan kimdir ki? Böyle bir iddia "Allah (Subhanehu ve Tealâ) huccetini ancak inatçı kafirlere beyan etmiştir" düşüncesini gerekli kılar. Fakihler "Murtedin Hükmü" babında "Murted Müslüman olduktan sonra şubhe etmek ya da kat'i bir inanç suretiyle sözlü ya da ameli olarak küfre giren kimsedir" demişlerdir. Şubhenin sebebi ise malum olduğu üzere cehalettir. Cehaleti mazeret gören kimsenin iddiasının bir gereği de şudur:
"Biz Yahudi ve Hrıstiyanların cahillerini ve hakeza güneşe, aya ve putlara ibadet edenlerin cahillerini cehaletleri sebebiyle tekfir etmeyiz."
Tüm Müslümanlar icma etmişlerdir ki kim Yahudi ya da Hristiyanları tekfir etmez ya da onların küfründen şubhe duyarsa o da kafirdir. Ve bizler biliyoruz ki onların çoğu cahil kimselerdir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 12/69-70.)


Kim yaptığının iki şehadet kelimesine muhalif olduğunu bilmeksizin küfür kelimesini ikrar eder ya da küfür amelini işlerse cehaleti sebebiyle tekfir edilmezler." Evet alimler kitablarında hiçbir zaman böyle şeyler söylememişlerdir. Bilakis Allah (Subhanehu ve Tealâ) kitabında muşriklerin taklidci cahiller olduğunu söylemiş onların Allah'a şirk koşmaları taklid ya da cehalet sebebi ile olmasına rağmen kendilerinden Allah'ın azabını kaldırmamıştır."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 11/478-479.)


"Hiç şubhe yoktur ki Allah (Subhanehu ve Tealâ) kendisine şirk koşan cahiliye ehlini ellerinde bir kitab olmadığı halde özür sahibi kabul etmemiştir. Durum bu olduğuna göre acaba önlerinde Allah'ın kitabı olan bir kavim nasıl özür sahibi olabilir ki. Onlar bu kitabı okumakta ve dinlemektedirler. Allah'ın kitabı onlar için bir huccettir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 11/466.)




Hafız imam ibn Kayyım el Hanbeli şöyle der: “İslam, Allah’ı birleme, yalnızca Ona ibadet etme ve Ona şirk koşmama, Allah’a ve Resulüne iman ve getirdiklerine tabi olmadır. Kul, bunları yapmadığında müslüman olmaz. Eğer inatçı bir kafir değilse cahil bir kafirdir. Bu tabakanın son hali, onların inatçı olmayan cahil kafirler olmalarıdır. Onların inatçı olmamaları onları kafir olmaktan kurtarmaz. Zira kafir, ya inat ile ya da cehalet ve inat ehlini taklitle Allah’ın birliğini inkar eden ve resulünü yalanlayandır.”

(Tariku’l-Hicreteyn: s, 382)



Suleyman bin Suhman

"Hiç kimse Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasullerine ve ahiret gününe iman etmemesi sebebi ile mazeretli değildir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) kafirlerin bir çoğunun küfürlerini açıkladıktan sonra aynı zamanda onların cahil kimseler olduklarını da haber vermiştir. Hrıstiyanları cahil olarak sıfatlandırmıştır. Hiçbir Müslüman bir Hrıstiyanın küfründe şubhe etmez. Biliyoruz ki bugün Yahudi ve Hrıstiyanların çoğu cahil kimselerdir. Onların kafir olduklarına inandığımız gibi onların küfründen şubhe eden kimselerin de kafir olduklarına inanırız. Kur'anı Kerim açık bir şekilde delalet eder ki dinin aslında şubhe duymak küfürdür."

(Keşfu-ş Şubheteyn, 92.)





Tüm konuyu şu ayetle sonlandırmak istiyorum:


Şimdi söyleyin bakalım (ey putperestler), sizin inkârcılarınız şu anılanlardan daha mı iyi; yoksa sizin için kitaplarda bir kurtuluş hükmü mü var?

(Kamer 43)


Bu ayette mekkeli müşriklere geçmiş kavimleri örnek vererek yani onlar yapınca şirk siz yapınca da şirk değişen bir şey yok sizin onlardan bir farkınız yoktur.Aynı şeyi de biz bu zamanın mürcie/irca ehline söylüyoruz.Ad kavminin,semud kavmi,mekkeli müşrikler vs. bu şirkleri yapınca Allahin azabından kurtulamıyorlar ama kendini müslümanlığa nispet eden,müslüman olduğunu zanneden aslında La ilahe illallahı fehmedememiş; kabirperestler, sofiler,tarikatçılar vs.kurtulacak öyle mi
Ebu Cehil ve avaneleri yapınca şirk oluyor Cübbeli,Mahmut yapınca niye bunları ayrı kefeye koyuyorsunuz bunların istiğase,şefaat,himmet,gaybı bildiğini iddia etme vb. bir sürü şirkleri var.Ve bu adamlar kesinlikle mazur değillerdir.Mekkeli müşrikler gibi kafirdirler.Allah tüm tarikatlara,şirke ve küfre bulaşmış tüm insanlara el Hadi isminin hürmetine hidayet versin bize de aynı şekilde versin.Hidayetimizi ve yakinimizi arttırsın.



Sokağa çıkın 10 insana sorun mekkeli müşrikler Allaha inanıyor muydu? Emin olun ki size verecekleri cevap "Hayır" olacaktır.Aslında bilmiyorlar ki bu mekkeli müşrikler rububiyette (Allahın yaratması,rızık vermesi,yer ve göklerin mülkünün ona ait olması,bütün işleri idare edenin O olması,ölüden diriyi,diriden ölüyü çıkarmak vs.) bu gibi şeylerin hepsini kabul etmişlerdi ama iş uluhiyete gelince yani Allah'a kulluk ve ibadette onu birlemeye gelince şirk koştukları kısım burasıydı.Allah'tan başkasına dua,ibadet,şefaatçiler edinmek,kurban kesmek,adak adamak,kendi sahte ilahlarina Allahtan daha fazla sevgi beslemeleri(Bakara 165) ,itaat şirkleri yani helal haramı kafalarına göre tayin etme bu konu En'am suresinde uzun uzadıya anlatılır.Günümüzün insanları da aynen böyle La ilahe illAllah diyorlar ama bu cümle ile neyi reddettiklerini bilmiyorlar yoksa zaten bu toplumun anladığı kadar kısmı Ebu Cehilde kabul etmişti ama uluhiyeti bildiği için ondan dolayı bu cümleyi söyleyemiyordu yoksa bu cümle ile sadece rububiyet mevzu bahis olsaydı onu zaten ayetlerde geçtiği üzere söylüyordu.

Dinde zorlama yoktur.Hak, batıldan ayrılmıştır. Her kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulpa tutunmuş olur. Allah Semi’ dir Alîm’dir.

(Bakara 256)

Kim Allah’tan başka ilâh yoktur der ve Allah’tan başka ibâdet edilenleri inkâr ederse, o kimsenin malı ve kanı harâm olur. Gizli hallerinin hesâbı ise Allah’a âittir.”

(Müslim, Îmân 37)




Bir ara forumda bazı konuşmalar yapılmıştı böyle bir yazı paylaşmak istedim.Umarım faydam dokunmuştur.Aslında daha erken de atabilirdim lakin ilk dönemin sonunda final ve bütünleme sınavları vardı.Onlarla uğraşıyordum ondan sonra da tatil vs.araya girdi unutmuştum aklımdan çıkmış şimdiye nasipmiş.Vardır bunda da bir hayır.
Selametle.
 
Son düzenleme:
tewhidwetakwa Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Büyük Şirkte Cehalet Mazeret Midir?

Lütfen yazıyı anlayarak sakince okuyun.Önce genel bir giriş bölümüyle anlatmaya çalışacam inşaAllah.Ondan sonra deliller kısmı başlayacak.Allah hepimizi el "Hadi" isminin hürmetine hidayete erdirsin.


Tevhid ve şirk konularında cehalet mazeret değildir.Ayrıca dinde bilinmesi zaruri olan konularda da cehalet mazeret değildir.(Zinanın haramlığı,namazını farzıyeti,faizin haramlığı vs,) Dinde çok detay isteyen konularda; alimlerin uzmanlaştığı, müstehap vb. konularda cehalet mazerettir.Birde bazı alimler istisnai olarak müslümanlardan uzak bir belde de Kurana erişimin olmadığı durumlarda ve etrafında dini anlatan kimsenin olmadığı bir yerde dine yeni giren yeni müslüman olmuş insanlar için namaz, içki, zina, Allahın sıfatları, ibadet konuları vs.mazerettir.Çünkü bu ibadetler ve bilgiler ancak vahiyle bilinebilir.Taki hüccet ikame edilene kadar ondan sonra inkar ederse kafir olur mazeret ortadan kalkar.

Not: Ama büyük şirk konusu bu insanlar için yine mazeret değildir.Çünkü tevhid akıl,fıtrat,misak ve kainattaki ayetlerle bilinir.Ama diğer konular için yukarıda belirttiğim gibi vahye ve peygambere ihtiyaç vardır.Tevhid için böyle bir zorunluluk yoktur.En doğrusunu Allah bilir.



Şimdi ise büyük şirkte cehaletin mazeret olmadığını gösteren ayetleri ve hadisleri Allahın yardımıyla anlatmaya çalışacağım. Bazı ayetlerde ayetlerin altlarına yorumlar yaptım mutlaka tekrardan ayetlerin tefsirlerine de bakın.

Kim bilgisi olmadığı halde Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki / cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, bu hadisin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir- Tirmizî, tefsir, 1).

Bazı ayetlerde de yazı çok uzamasın diye yorum vs.yapmadım.

Tekrardan Ufak bir bilgilendirme;

Bir insanın hanif olup tevhidi bulması için akıl, fıtrat, misak ve kainattaki ayetler yeterlidir.Rabbimiz ayrıyeten kitap ve peygamberleri de göndererek diğer konuları yani ancak vahiyle bilinebilecek konuları da kitap ve peygamberle bize bildirmiştir : Allah'ın sıfatları(el,yüz), Allahın nerede olduğu, ahiret, şeriat, geçmiş kavimlerin kıssaları,ibadetler,haram ve helal vs. konuları da bize peygamber ve kitapla haber vermiştir.Bunlar ancak vahiyle bilinecek konulardır.Ama bunlarda da en başta bahsettiğim gibi peygamber ve kitap geldikten sonra dinde zaruri bilinmesi gereken şeyleri (zina,içki,faiz,adam öldürme vs.haram ve günah oluşu) bilmemek mazeret olmaz dine girdikten sonra bunların öğrenilmesi gerekir.Çok detay sünnet ve müstehap konuları mazerettir çünkü bunları bilmek için ilimde derinleşmek gerekebilir.Ama başta bahsettiğim gibi tevhid konusu hiç bir durumda mazeret değildir.Bunun için harici bir bilgilendiriciye ihtiyaç yoktur.Akıl, fıtrat, misak, kainattaki ayetler yeterlidir.Bu konuları yeni gören arkadaşlarının anlaması için giriş kısmını biraz uzattım hakkınızı helal edin şimdi delillere başlayalım.Bide ufak bir bilgilendirme daha; fetret ehli içinde bu durum geçerlidir.Bu adamlara peygamber ve kitap gelmemesine rağmen akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler yeterlidir.Bu dönemde yaşayıp hadislerle bize ulaşan bilgilerde belirtildiğine göre müslüman olmuş veya tam tersi kafir olan birçoğu insan mevcuttur.Peygamberin(s.a.v.) annesi,babası,dedesi,İbnu Cüd’an vs. kafirlere,; Zeyd bin Amr ibn Nüfeyl,Amr bin Abese,Kus bin Saide,Osman bin Huveyris
vb. de müslümanlara örnek verilebilir.İlerleyen kısımlarda bunları delilleriyle beraber anlatacağım.Yani fetret ehli Kuran ve peygamber gelmemesine rağmen mazur değildir.Onlara yine müşrik ismi verilir.Ama bizim mevzumuz bu değil çünkü bizim toplumda zaten akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler gibi deliller mevcut olmakla beraber fazla olarak birde peygamber ve Kuran gelmiştir.Yani bizim fazlamız var eksiğimiz yok. :)))
Müsned de geçen fetret ehli ile ilgili bir hadis var bazıları bunu delil gösterip durumu kurtarmaya çalışıyor ama biz hem peygamberin ebeveynleri,dedesini,amcasının delil göstererek diyoruz ki eğer bir insan peygamber ve kitap gelmemişse bile şirke girmişse müşriktir.Hadiste kıyamet günü hesaba çekilecek 4 sınıftan bir olan fetret ehlinden bahsederken Allahu alem müşriklerin şirklerinden beri olduğu halde bir din arayışına girmeyen bu uğurda çabalamayan bir kitap ve peygamberle de karşılaşmamış insanlar için geçerlidir.Bide hep güldüğüm bir mevzu var bunu da söylemeden geçemeyeceğim bazı insanlar Allah "Biz peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz" ve buna benzer bir çoğu ayeti delil alarak diyorlarki bak peygamber gelmedikçe azap edilecek değil diyor.Bu ayeti delil alıp bu ümmeti nasıl kurtarmaya çalışırsınız bu ümmete zaten bir peygamber gelmiş.Zaten bu ümmete Hz.Muhammed (s.a.v.) ve Kuranı kerim gelmiş hüccet ikame edilmiş,mazeret ortadan kalkmıştır.Bu ayet Allahu tealanin peygamber göndermediği topluma azap etmeyeceğini söylüyor yani bizim toplumumuzla uzaktan yakından alakası yok.Bide bi mevzu daha var bazı insanlar;

1-Kül hadisi
2-Zatu envat hadisi,
3-Hz.Aişe "Allah bilir mi?" hadisini
4-Muaz bin Cebel'in secde hadisi
(Ki bu hadis çok açıktır.Ordaki mevzu saygı secdesidir.Peygamber onu da yasaklıyor.)

bu ilk 3 hadisi delil alarak cehalet mazerettir diyor.Bu hadislerin açıklamaları alimler arasında ihtilaflı.Bir kısım alim bir şekil şerh ediyor,bir kısım alim farklı şerh ediyor,bazıları da bazı şaz görüşler ortaya atıyor.Buraya alimlerin açıklamalarını tek tek yazsam mesele çok uzar dileyen detaylıca inceleyebilir.Bu insanlara şunu söylüyorum bu farklı şekillerde tevil edilip yorumlanan hadisleri delil almaktansa Kuranı kerim de onlarca muhkem olan ayet ve peygamberimizin açık hadislerin delil almak daha mantıklı ve doğru olan değil mi sizce? Niye muhkem olan ayetleri ve hadisleri anlamamaya çalışıp hep kendi nefsimizin ve aklımızın peşine düşüp benim aklıma göre böyle olması gerekiyor diyip kendi aklımıza göre delil defineciliği yapıyoruz.Kendi fikirlerimizi oluşturup bu fikirler için kılıdan köşeden müteşabih ve farklı şekilde tevil edilen ihtilaflı delilleri getirmeye çalışıyoruz.Aslında olması gereken Kuran ve sünnetten çıkan sonuca kendimizi uydurmamız ve ona inanmamızdır.

(Ki emin olun ki ilk 3 hadis ile ilgili cehaletçi insanlar bunları delil getiriyor ama cehaletin mazeret olduğuna dair bu iddiayı savunlara bile kesin bir delil çıkmıyor.Çünkü yapılan yorumlar hep kişisel ve çok farklı yorumlar var.Kati bir delil yok.)

Bizim yapmamız gereken Kuran ve hadislerden çıkan muhkem naslara teslim olmaktır.



Aralarındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlasın diye Allah’a ve resulüne çağrıldıklarında müminlerin sözü, “Dinledik ve boyun eğdik” demekten ibarettir. İşte kurtuluşa erenler de bunlardır!

(Nur 51)

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan yöneticilere de (itaat edin). Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, şayet Allah’a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsanız (o meseleyi çözmek için) Allah’a ve Resûl’e götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

(Nisâ, 59)

Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

(Ali İmran 7)


Artık bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?

(Mürselat 50)


İşte bunlar, hak olarak sana okuduğumuz Allah’ın ayetleridir. Onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze inanırlar?

(Casiye 6)


Şimdi delillere başlıyalım.





DELİLLER

Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz.” derler. Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridirler. Lakin farkında değillerdir.Onlara: “İnsanların iman ettiği gibi iman edin.” denildiği zaman: “Biz "sefihlerin" iman ettiği gibi mi inanalım?” derler. Dikkat edin! Onlar sefihlerin ta kendileridir. Lakin "bilmiyorlar".

(Bakara 11-12-13)

Bu ayette açıkça bilgisizlik, farkında olmama ve sefihlikten bahsedilmiş ve kafirlerin bu mazeretlerinin küfre girmelerini engellemedigini bilakis bu mazeretlerin küfürlerinin bir sebebi olduğu açıkça görülmektedir.


İbrahim’in milletinden "sefihten" başkası yüz çevirir mi? Andolsun ki biz onu dünyada seçtik ve o, ahirette de salihlerdendir.

(2/Bakara 130)

Burda da yukarıda ki ayetle benzer durum var.



Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.

(Hucurat suresi 2)


Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in sözünden daha yüksek sesle konuşmak farkında olmadan amelleri boşa çıkarıyorsa, acaba görüşleri, fikirleri, zevkleri, siyasetleri, bilgileri Rasulullah’ın getirdiğinden önde tutanların durumları nasıl olur?Amellerin boşa çıkmasında bunlar daha öncelikli değil midir?”



Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını "sanıyorlardı".

(Araf 30)


Kendilerini doğru yolda olduklarını sanmaları,hakkı bilmeme konusunda cahil olmaları küfürlerine engel olmadığı açıkça görülmektedir.


Müşriklerden biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.

(9/Tevbe, 6)

Bu ayette ise Allah bu insanları nitelendirirken ayetin başında onlara müşrik ismini vermiş ve ayetin sonunda onların bilmeyen yani cahil olduğunu söylemiş yani müşrikliklerinin sebebinin cahil olmaları olduğunu söylemiştir.Yani cehalet bir mazeret değil tam tersi müşrik yapan bir sebeptir ve aşağılanması gereken bir suçtur.



Unutma o günü ki onları hep birden toplayacağız; sonra da Allah’a ortak koşanlara “Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?” diyeceğiz.Sonra onların mazeretleri “Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki biz ortak koşanlardan değildik” demekten başka bir şey olmadı.Gör ki, kendi aleyhlerinde nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye) uydurdukları şeyler kendilerini nasıl bırakıp gitti!

(En'am 22,23,24)


Bu ayette müşrikler Allaha yemin ederek biz ortak koşanlardan değildik diyorlar.Yani bu insanlar kendi yollarının doğru olduğundan o kadar eminler ki Allaha yemin ediyorlar ama bu cehaletleri onları kurtarmıyor.


De ki: “Size, iş ve davranışları bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?
Onlar, iyi yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” İşte onlar, rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa gitmiş olanlardır. Bu sebeple biz kıyamet gününde onların (dünyadaki) amellerine değer vermeyiz. İnkâr etmeleri, âyetlerimi ve resullerimi alaya almaları sebebiyle işte onların cezası cehennemdir.

(Kehf 103,104,105,106)



Fıtrat Delili

Yüzünü (hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayan muvahhid) bir hanif olarak dine çevir. Allah’ın insanları yarattığı fıtrata (uy). Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.

(Rum 30)

(İbn kesir tefsirine bakınız.Yazı uzun olacağı için tefsiri buraya eklemedim.)


Hanif olmak yani hiç bir şeyi Allah'a ortak koşmamak fıtrattandır. "Allah'ın yaratmasında hiçbir değişiklik yoktur." yani herkes bu fıtrat ile dünyaya gelmektedir.Herkesin fıtratına tevhid kodlanmıştır.Bu ayeti 2 tane sahih hadis ile destekleyeyim ki konu daha iyi anlaşılsın.


1. Hadis

Ebû Hüreyre"nin (ra) naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…”

(B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22,Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)

2. Hadis

Rabbim, bugün bana öğrettiği şeylerden bilmediklerinizi size öğretmemi emretti.» (Ve buyurdu ki): «Benim bir kula verdiğim bir mal helaldir. Ben bütün kullarımı hanif olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip, (fıtri) dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar.Haklarında bir delil indirmediğim şeyi bana şirk
koşmalarını emrettiler.


(Müslim, Cennet 63, (2865) , Bu hadis uzun bir hadis yarısını aldım dileyen kaynaktan devamına bakabilir.)



Misak Delili

Rabbin Âdemoğulları’ndan -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz; Yahut, “Önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin!” demeye kalkışmayasınız.

(Araf 172,173)

(İbn Kesir tefsirine mutlaka bakınız.Uzun uzun bu mesele anlatılıyor.Altta kısa bir bölümünü aktaracam.)

Açık ve net bir şekilde görüleceği üzere Allahü Teala insanoğlunun fıtratına, kendisi ile ilgili yeterli bilgiyi yerleştirmiş ve kıyamet gününde bu noktada bir bilgisizliği ya da ataları taklit sebebi ile doğru yoldan sapma gibi bir mazereti asla kabul etmeyeceğini bildirmiştir.

Bu ayet ile ilgili bazı alimlerin görüşünü aktarayım.

İbn-i Cerir Et’Taberi: “Maksad siz kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu. Şüphesiz biz bunu bilmiyorduk, biz bundan yana bir gaflet içinde idik’. ya da ‘atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik. Hakkı bilmeyişimizden kaynaklanan cehaletimizle onların yollarına uyduk’ demeyesiniz diye (sizden böyle bir misak aldık)”

(Taberi, Cami’ul Beyan, 2/713)

İbn-i Kesir: “Bu şahit tutmaktan maksadın, onların tevhide yatkın yaratılmaları olduğuna dair delillerden biride; Allah’ın bu şahit tutmayı, şirk hususunda onlar hakkında bağlayıcı bir delil (hüccet) kılmış olmasıdır. Bu misak ise onlar hakkında müstakil bir hüccet kılındığına göre üzerinde yaratıldıkları fıtrat, tevhidi ikrar etmeye yatkın bir fıtrattır. Bu nedenle kıyamet günü biz tevhidden gafildik demeyesiniz.”

(İbn-i Kesir Tefsiri, 7/3131)


Kurtubi: “…. Ancak şu kadar var ki, tevhid hususunda mukallidin ileri sürebileceği hiçbir mazereti olmaz.”

(Kurtubi,El’Camiu Li Ahkam, 7/510)




Beğavi: “(Ayetin manası şu şekildedir.) Artık bu misaktan sonra kim inkar ederse o ahdi bozmuş bir inatçıdır. Ve ona hüccet (delil) kaim olmuştur. Ey müşrikler! Şüphesiz ki sizden misak şöyle demeyesiniz diye alındı. Muhakkak ki, bundan önce atalarımız şirk koşup ahdi bozdular. Biz de zaten onlardan sonra gelen bir nesiliz. Yani biz onların tabileriyiz. Dolayısı ile onlara uyduk. Tutup bunu kendinize özür (kalkan) yapıp sonra da şöyle demeyesiniz: – Batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin- Yani yoksa bize batıl işler yapan atalarımızın cehaletleri sebebiyle azap mı edeceksin? İşte onların, Allah’ın tevhide dair misak aldığını bildirmesinden sonra böylesi laflar savurarak kendilerini savunmaları mümkün değildir.”

(Ebu Yusuf Midhat b. Hasan Ali Ferrac, İslam Hukuku Acısından Cehalet, sy: 49-50)


Fahreddin Er’Razi: “Netice olarak diyebiliriz ki; Allahü Teala onlardan bu sözü alınca artık onların bu kadarcık bir mazerete tutunmaları imkansız olur.”

(F. Razi, Mefatihu’l GAyb, 11/145)



Şevkani: “Bunu yaptık ki, mazeret olarak gafleti öne sürmeyesiniz. Yahut şirki kendiniz yerine atalarınıza nispet edip bunlardan biri yahut ikisi ile kendinizi mazur görmeye çalışmayınız.”

İbn-i Kayyim El’cevziyye: “Allahü Teala burada müşriklerin mazeretlerini yok eden iki delil serdetmektedir.

1- Şüphesiz biz bundan gafildik dememeleri için. Burada bu ilmin fıtri ve zaruri olduğunu ve her insanın onu tanıması gerektiğini beyan ediyor. Bu da başıboşluğun geçersizliğine ait Allah’ın bir hüccetini, dahası yaratıcının ispatına yönelik ifadeleri zaten fıtri ve zaruri bir bilgi olduğunu kapsıyor. Bu ise başıboşluğun geçersiz olduğuna dair bir hüccettir.

2- ‘Atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin? Müşrik olan babalarımızın, yani bizim dışımızdakilerin suçuyla mı bizi cezalandıracaksın. Biz mazuruz. Şirk koşanlar atalarımızdır. Biz ise onlardan sonra gelme nesilleriz. Kaldı ki yanımızda onların hatalarını beyan edecek bir şey de yoktu.’ Böyle iken bu kişi gene de başıboşluk ve şirkten dolayı mazur sayılmamaktadır. Aksine müstehak olduğu azab kendisi için geçerli olmaktadır.”

(Ahkam’ü Ehli’z Zimme, 2/527-570)



Seyyid Kutub: “Hiç kimse kalkıp Allah’ın insanı Tevhid’e ileten kitabından habersiz olduğunu, bu Tevhid’e çağıran Allah’ın peygamberlik misyonlarından haber alamadığını söyleyemez. Yahut da, ‘ben varlık alemine geldiğimde atalarımın Allah’a ortak koştuklarını gördüm. Tevhid’i tanıyabilmem için önümde hiçbir yol yoktu. Ben atalarımın sapıklığa düşmeleri nedeniyle sapıklığa düştüm. Bu işten yalnız onlar sorumludur. Ben sorumlu değilim’ demesi asla tutarlı olmaz.”

(Seyyid Kutub, Fi’Zilal’il Kur’an, 6/313)


Ebu’l Ala El’Mevdudi: “Gene izaha kavuşturulmalıdır ki, bu antlaşmadan sonra bir kimse, bir suçu, bilgisizlik yüzünden işlediği için temize çıkmaya ya da inhiraflarının sorumluluğunu kendinden evvel geçenlere yıkmaya kalkışamaz. Yine Allah; bu sözü almakla, onların kalblerine, kendilerinin Rabbinin yalnız O, ve ilahlarının da gene yalnızca kendisinin olduğu hususunun zerkedildiğine dikkat çekmektedir. Binaenaleyh, hiçbir kimse, “Ben bundan tamamen habersizdim” veya “kötü çevrem tarafından yoldan saptırıldım” diyerek sapkınlığının sorumluluğunu üstlenmekten kendini vareste kılamaz.”

(Ebu’l Ala El’Mevdudi, Tefhim’ül Kur’an, 2/113)

Bu misak ayetini 3 hadis ile desteklemek istiyorum.


1.Hadis

Allah Teâlâ cehennemliklerin en hafif azap edilenine, dünya ve ondaki bütün varlıklar senin olsa, onları fidye verir miydin? diye buyuracak. O kimse: Evet cevabını verecektir. Bunun üzerine Allah -Azze ve Celle- : Sen Adem'in sulbünde iken ben senden daha hafif bir şeyi bana ortak koşmamanı istemiştim. Ben de seni ateşe atmayacaktım. Fakat sen şirkten başkasını kabul etmedin."


(Müslim, Münâfıkîn, 51; Buhari, K. el-Enbiya bab: 1.; Ahmed b Hanbel, Müsned, C:3, S: 127)


2.Hadis

Abdullah b. Abbas da Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir;
"Allah, Araftta, Âdemin sulbündeki zerreciklerden söz aldı ve onun sulbünden yarattığı her zürriyeti çıkardı. Onlar, zerrecikler halinde önüne dizdi sonra hepsiyle yüzyüze konuştu ve onlara bu âyetleri bildirdi.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 272)


3.Hadis

Übey.b. Kâ'b'dan bu âyetin izahı hakkında şunları söylediği rivayet edilmektedir:
"Allah, Âdem'in soyundan gelecek olan insanları onun sulbünde toplamış, onlara can vermiş ve onları şekillendirmiştir. Sonra onları konuşmalarını istemiş onlar da konuşmuşlardır. Daha sonra bunlardan ahd almış ve bunları, kendi nefislerine şahit tutarak: "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiş onlar da: "Evet, şahidiz sen bizim rabbimizsin." diye cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Allah: "Ben de yedi kat göğü ve yedi kat yeri ve atanız Âdemi, kıyamet gününde: "Biz bunu bilmiyorduk." dememeniz için size karşı şahit tutuyorum. Bilin ki benden başka ne bir ilah ne di bir rab vardır. Hiçbir şeyi bana ortak koşmayın. Ben sizlere, sizden aldığım ahdi size hatırlatacak Peygamberlerimi göndereceğim ve sizlere kitaplarımı indireceğim." dedi. Onlar da: "Senin, bizim rabbimiz ve ilahımız olduğuna, bizim senden başka hiçbir rabbimiz olmadığına şahitlik ederiz." dediler. Ve böylece ikrarda bulundular.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 5, S: 135)



Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

(Araf 102)

Bu ayette de misakda alınan söze insanların sadık kalmadığı ve bu sözü bozdukları söyleniyor.

(İbn Kesir ve Taberi tefsirlerine bakınız.)


Ehl-i kitap’tan ve müşriklerden hakkı inkâr edenler, kendilerine açık kanıt ve Allah tarafından gönderilen, tertemiz sayfaları okuyan bir elçi gelinceye kadar (küfür ve şirkten) ayrılacak değillerdir.

(Beyyine 1)

(Kurtubi tefsirine bakabilirsiniz.)

Burda da açık kanıt ve elçi gelinceye kadar onlar yani ehli kitap ve müşrikler kafir diye nitelendirilmiş bu deliller gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdir diyerek onların hüccet gelmeden de kafir ve müşrik olarak nitelendirildiği açıkça görülmektedir.




Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başkasını dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan büsbütün sapıtmıştır.

(Nisa 116)

Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.

(Nisa 48)



De ki: “Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi teklif ediyorsunuz?”
Andolsun ki sana ve senden önceki (resûllere): “Şayet şirk koşarsan bütün amellerin boşa gider ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun.” diye vahyedildi.

(Zümer 64,65)



Andolsun ki: “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. (Oysa) Mesih demişti ki: “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Şüphesiz ki kim Allah’a şirk koşarsa, Allah cenneti ona haram kılar. Onun barınağı ateştir. Zalimler için yardımcı da yoktur.”

(5/Mâide, 72)







Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz” derler; dünya hayatı onları aldatmış oldu ve (âhirette) kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.

(En'am 130)


Ateşte bulunanlar cehennemdeki görevlilere, “Rabbinize dua edin de bir günlüğüne olsun azabımızı hafifletsin!” diye seslenirler. Görevliler,
“Peygamberleriniz size açık kanıtlar getirmemiş miydi?” diye sorarlar. “Evet, getirmişlerdi” cevabını verirler. O zaman görevliler, “Yalvarın durun şimdi; ama inkârcıların yalvarmaları boşunadır” derler.

(Mü'min 49,50)

Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.


(Nisa 165)


Yukarıdaki 3 ayette de peygamberlerin kavimlere gelmesi onlara hüccetin tamamlandığını ve kıyamet günü melekler "size peygamberler açık kanıtlar getirmemiş miydi?" diyerek bu duruma dikkat çekilmiştir.Ayrıca şuna da dikkat edilmeli insanlar günümüzde kitap ve sünnetten yüz çevirmişler,dilleriyle bunu söylemeselerde amelleriyle bunu ortaya koyuyorlar.Adam dünya için her şeyi yapıyor;kimi bir meslek sahibi olmak için tüm okul hayatı boyunca yüzlerce kitap bitiriyor,kimi iş hayatı için yapmadığı çaba kalmıyor her şeye gelince zaman var ama iş Allahın dinine gelince ömründe Kuranı kerimi baştan sona bir defa bile mealiyle okumayan insanlar var.Adamlar Allahın kitabına okul kitaplarına veya bir roman kitabına gösterdiği değeri vermiyor.Eğer gerçekten değer vermiş olsaydı onu mealiyle okur Rabbim bana ne mesaj göndermiş bana ne diyor diye merak ederdi.Sonuçta Kuranı kerim küfrün karanlığından vahyi aydınlığına çıkarmak,hak ile batılı belirtip insanları hakka iletmek,onlara doğru yolu göstermek için geldi.Peki bu kitabı anlamıyla okumayan,o değeri vermeyen biri nasıl o kitaba uyabilir ki!






Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu Kur’an’ı indirdik.

(En'am 156,157)

Kitabın gelmesi ile hüccet tamamlanmıştır.İnsanlar kıyamet günü bu kitaptan hesaba çekilecektir.Kitap ile ilgilenmemeleri,dini için gerekli ilgiyi göstermeyip Allahın kitabını okumamaları onları cahil yapmıştır ve bu bir mazeret değil başlı başına bir suçtur.




Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiği zaman: “(Hayır,) bilakis biz, babalarımızı üzerine bulduğumuza uyarız.” derler. Babaları hiçbir şey akletmemiş ve doğru yolu bulamamış olsalar bile mi?

(Bakara 170)

Bu âyet-i kerîmeler, Peygamberimiz’in yahudileri İslâm’a davet edip Allah’ın azabından sakındırdığı vakit onlardan bazılarının: “Biz, babalarımızı hangi yol üzere bulduysak ona uyarız. Çünkü onlar bizden daha âlim ve daha hayırlı idiler” demeleri üzerine inmiştir.

(Taberî, Câmi‘u’l-beyân, II, 107-108)

Bu ayette müşriklerin taklitleri, cehaletleri ve risaletten yüz çevirmelerini Allah mazeret görmedi ve bu kimselere yine müşrik ismini verdi.Günümüzde de insanlar şirk ehli hocaları takip edip onları cahilce taklit ediyorlar.Taberi tefsirin de belirtildiği gibi yahudiler atalarını Allah katında daha alim ve daha hayırlı görüyorlar günümüzde de insanlar geçmiş atalarını ve şirk ehli hocalarını bilmeden cahilane bir şekilde taklit ediyorlar.Ayette belirttiği gibi bu bir mazaret değildir,aksine taklit şirke götüren bir sebeptir,aşağılanması gereken bir suçtur.




Ey inkâr edenler! Bugün bahane üretmeyin! Sadece yapmış olduklarınızın cezasını çekiyorsunuz.

(Tahrim 7)




Onlara soracak olsan mutlaka, “Biz lafa dalıyor eğleniyorduk, hepsi bu!” derler. De ki: “Siz Allah ile, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?”
Mazeret ileri sürmeye kalkmayın.
Muhakkak ki imanlarınızdan sonra kafir oldunuz. İçinizden bir kısmını affetsek de, diğer bir kısmını günahta ısrarcı davranmış oldukları için azaba uğratacağız.


(Tevbe 65,65)

Bu ayette insanın küfrü kast etmiş olması veya bu konuda "cahil" olması küfrüne engel olmamıştır.Bu ayette de mürcielerin iddia ettiği gibi tekzip,istihlal,inkar gibi küfre engel olarak getirdikleri şeylerin de batıl olduğu görülmektedir.


Bu ayet hakkında bazı alimlerin nakilleri şöyledir:

İmam Kurtubî, Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî’nin şöyle dediğini nakleder:

“Küfür (lafızlarıyla) şaka yapmak küfürdür. Bu konuda ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”

( “el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an”, 4/101.)



İmam Cessas “Ahkamu’l Kur’an” adlı eserinde bu ayeti tefsir ederken şöyle der:

“Bu ayette, ikrah olmaksızın küfür kelimesini söyleyen kimselerin şakacı veya gerçekçi olmasının eşit olduğuna bir işaret vardır… Bu ayet, küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın aynı hükme tabi olduğunu ifade etmektedir.”

(“Ahkamu’l-Kur’an”, 3/207.)


İbnu’l Cevzi der ki: “Bu (nakiller) küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın bir olduğuna işaret etmektedir.”

(Zadu’l Mesîr”, sf. 593.)


İmam Âlusi şöyle der: “Bazı âlimler bu ayet ile küfür kelimesini söyleme hususunda şaka yapmanın ve ciddi olmanın eşit olduğuna delil getirmişlerdir ki, bu hususta (zaten) ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”

(“Tefsiru Ruhi’l-Meani”, 6/190.)





Dikkat edin! Halis olan din Allah’ındır. O’nun dışında veliler edinenler (derler ki): “Bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye bunlara ibadet ediyoruz.” Allah, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmedecektir. Şüphesiz ki Allah, yalancı ve kâfir olan kimseyi hidayet etmez.


(Zümer 3)


Bu ayettede açıkça görülüyor ki mekkeli müşrikler putlara Allah'a daha fazla yaklaşmak için ibadet ediyorlar.İyi niyetle bir tevil yapmış olmaları ve bu konuda cahilane bir tavır sergilemeleri aslında niyetleri iyi Allaha daha yakın olmak ama Allahin meşru kalmadığı hakkında hiç bir delil indirmediği bir şekilde O'na yaklaşmaya çalıştıkları için bu onlardan kabul edilmedi ve şirke bulaşmış oldular.Bu konuda ki cehaletleri mazeret olmadı.Ayetin devamında Allah onların yalancı ve kafir olduğunu belirtiyor.Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki hiç bir inanç mensubu bile bile cehenneme gitmek istemez.Örneğin hristiyanlar "hadi bugün İsa Allahın oğludur(haşa) diyelim de cehennemi hak edip cayır cayır yanalım" demezler aynı şekilde yahudiler "Üzeyr Allahın oğludur diyelim de Allaha ortak koşup cehennemi hak edelim" demez veya bir tarikatçıda bile bile cehenneme gitmek istemez ona göre o yol çok doğrudur ama sonuç değişmez.Allah'a giden tek bir yol vardır.O yolun dışındakileri hepsi de batıldır.Buna da güzel bir hadisi örnek vereyim.

Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), düz bir çizgi çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde açıklamada bulundu. Sonra da En’âm Suresi 153. âyeti kerimeyi okudu:

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٥٣﴾

Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.”

(Dârimî, Mukaddime,23,İbn Mâce,
Mukaddime 1,Ahmed, 4437)



Merkezinde halka âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe rabbin memleketleri helâk etmez. Biz, ülkeleri ancak halkı zulümde ısrar edince helâk ederiz.

(Kasas 59)

Kim doğru yolu seçerse kendi iyiliği için seçmiştir, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü üstüne almaz. Biz bir resul göndermedikçe azap da etmeyiz.

(İsra 15)


Bu ve bir üstünde ki ayettede resul göndermedikçe azap edecek değiliz diyor.Bizim topluma zaten peygamber gelmiştir hüccet peygamber ve Kuran ile tamamlanmıştır.Artık mazaret ortadan kalkmıştır.



(Bu kitap) izzeti büyük, rahmeti bol olan Allah tarafından ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde bulunan bir toplumu uyarasın diye indirilmiştir.Andolsun ki onların çoğu hakkında o söz (azap) gerçekleşecektir; çünkü onlar iman etmeyecekler.


(Yasin 6,7)



Mekkeli müşriklerin atalarına bir peygamber gelmemişti ve kendileri de gaflet içerisindeydi ama bunun böyle olması atalarının şirke bulaşıp müşrik olanlarına bile bir mazeret değil kaldı ki peygamber geldikten sonra bizim topluma bu cehaletleri mazeret olsun.



Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.

(Ali İmran 103)

Bu ayet hakkında bazı alimlerden nakiller:

Alusi, İbn-i Abbas’tan şunu nakletmektedir:

“-Siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de…- Yani siz daha önce cehennemin tam kıyısında, bir çukurun yanı başında idiniz. Sizinle cehennem arasında ancak ölüm vardı.”

(Alusi, Ruhu’l Meani, 4/20)

Kurtubi, El’Mehdevi’den bu noktada şu ifadeyi nakletmektedir:

“Bu ifade onların küfürden çıkıp imana girişlerini anlatan temsili bir ifadedir.”

(Kurtubi, El’Camiu Li’Ahkam 4/319)

Diğer müfessirler de aşağı yukarı bu ayeti kerime üzerinde aynı şeyleri söylemektedirler. Okuyoruz:

Kadı Beyzavi: “Küfrünüz sebebi ile cehennem ateşinin tam kenarında durmakta idiniz. Şayet bu hal üzere ölüm size ulaşsa idi ateşte olurdunuz.”

(Kadı Beyzavi, Envar’ut Tenzil, 1/224)


İbn-i Cerir Et’Taberi: “Allah sizi İslam ile nimetlendirmeden, ihtilaflarınızı kardeşliğe dönüştürmeden önce sizler küfrünüz sebebiyle cehennemin tam kıyısında idiniz. Sizinle bu ateş çukuru arasında tek engel ölümdür. Küfrünüz sebebiyle her an başınıza gelebilecek bir ölüm o çukura düşmenize ve orada ebedi kalmanıza sebep olacaktır.”

(Taberi, Cami’ul Beyan, 4/36)



İbn-i Kesir: “Onlar küfürleri sebebiyle cehannem ateşinin kenarında idiler. Ancak Allahü Teala onları iman etmeleri sebebiyle kurtardı.”

(İbn- Kesir Tefsiri, 1/397)


Fahreddin Er’Razi: “Şayet onlar küfürleri üzere ölmüş olsalardı, muhahkak ki cehenneme düşerlerdi. İşte böylece, kendisinden sonra ateşe düşmeleri beklenen o hayatları, çukurun tam kenarında oturmaya benzetilmektedir.”

(F. Razi, Tefsiri Kebir, 6/519)


Yine İmam Şafi aynı konu hakkında şunları söylemektedir:

“Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.”

(İmam Şafii, Risale sy: 4-5)

Gerek ayetin metninden, gerek ayete dair müfessirlerden yaptığımız alıntılardan anlaşılan şudur ki; nebevi hüccet ikame edilmeden önce de insanlara şirk vasfı verilebilmektedir. Kişiler işledikleri şirk fiilleri sebebiyle müşrik olarak isimlendirilebilmektedir. Nebevi hüccetin ikame edilmemesi, şirk fiilleri işleyen kimselere müşrik vasfını vermemek için geçerli bir mazeret değildir. Dikkat edilirse müfessirlerin hemen hemen hepsi onların işledikleri fiiller sebebiyle kafir olduklarını açıkca belirtmişlerdir. İmam Şafi’nin yukarıda alıntıladığımız sözü bunu açıkca ortaya koymaktadır.


“Ey kavmim! (Davetim karşılığında) sizden mal talep etmiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir. Ben, iman edenleri kovacak değilim. Onlar Rableri ile karşılaşacaklardır. Fakat ben, sizlerin cahillik eden bir topluluk olduğunuzu düşünüyorum.”

(11/Hûd, 29)

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine ait putları olan ve sürekli o (putlara) tapan bir kavme geldiler. “Ey Musa! Onların ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah yap.” demişlerdi. “Şüphesiz sizler, cahillik eden bir topluluksunuz.” demişti.

(A'râf, 138)



Sonra seni, (ilahi) emre dayalı bir şeriat üzere kıldık. Ona uy. Bilmeyenlerin hevalarına uyma.

(Câsiye 18)


Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Halbuki onlara, kendisinden başka ilâh olmayan bir tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.


(Tevbe 31)



(...) Adiy, Medine’ye geldi. O, Tay Kavmi'nin lideriydi. Boynunda gümüş bir haçla Resûlullah’ın (sav) huzuruna girdi. Resûlullah (sav) Tevbe Suresinin 31. ayetini okuyordu. Adiy, Peygamber’e (sav): ‘Onlar, din adamlarına tapmadılar ki!’ dedi. Resûlullah (sav): ‘Evet, fakat din adamları, onlara helali haram, haramı helal kıldılar. Onlar da tabi oldular. Bu, onların, din adamlarına ibadetidir.’ buyurdu.”

(Tirmizi, 3095; İbni Ebi Hatim,10057-10058)



Burda dikkat edilecek olursa Adiy bin Hatim onlar din adamlarına tapmadılar ki diyor yani onlara haram helal noktasında itaatin ibadet olduğunu bilmiyordu yani bu konuda cahildiler ama cahil olmaları bu sonucu değiştirmedi.


Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.

(Buhârî, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, 50.)


Bu hadiste cehaletin mazeret olmadığına delildir.Gelişi güzel,cehaletle söz söylemenin ne kadar büyük sonuçlar doğuracağını gözler önüne sermektedir.







Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Dedim ki

“Ey Allah’ın Resûlü, İbnu Cüd’an câhiliye devrinde sıla-i rahimde bulunur, fakirlere yedirirdi. O bundan fayda görecek mi?”

Resûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi:

“(Hayır) iyiliklerin ona bir faydası olmayacaktır. Çünkü o bir gün bile -Ya Rabbi kıyamet günü günahlarımı bağışla- dememiştir.

(Müslim İman 365 (214))


İbn-i Cüd’an isimli bu kimsenin ahirete iman etmemesi sebebiyle, yapmış olduğu salih amellerin hiç birisinin kendisine kıyamet gününde fayda vermeyeceğini bizzat Rasulullah (s.a.v) bizlere bildirmiştir. O’nun amellerinin fayda vermemesinin tek sebebi ise kafir olarak ölmesidir. Bakınız İmam Nevevi bu hadisi şerife dair yapmış olduğu açıklamaya “Kafir olarak ölen kimseye hiçbir amelinin fayda vermeyeceğinin delil” şeklinde anlamlı bir başlık atarak şöyle demiştir:

“Hadisi Şerif, kafir olarak ölen bir kimsenin akraba ziyareti yapmak, fakirleri doyurmak gibi hayırlı fiillerinin ahirette kendisine hiçbir fayda vermeyeceğini bildirmektedir.”

(İmam Nevevi, El’Minhac, Sahihi Müslim Şerhi, 3/82)

İmam Nevevi’nin açık beyanında görüleceği üzere, Nevevi bu kimseye kafir ismini vermekte kendi adına hiçbir sakınca görmemektedir.

Bu kısımda da peygamber gelmeden akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler ile tevhidi bulanları anlatmaya çalışağım.

*ZEYD BİN AMR BİN NÜFEYL,Amr bin Abese,Kus bin Saide,Osman bin Huveyris,Varaka bin Nevfel vb. örnekler arttırılabilir (Peygamberimiz gelmeden önce Tevhidi bulan kişiler)


Zeyd bin Amr bin Nüfeyl

Zeyd, İbrâhim’in dinine uyanlardan kendisi dışında kimsenin kalmadığını söyler ve şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Şahit ol ki ben İbrâhim’in dinindenim” (Buhârî, Menakıbü’l-ensar, 24); “Ey Allahım, ey İbrâhim’in ilâhı, dinim İbrâhim’in dinidir.” (Nesâî, Menâķıb, 13)

Allah'ım! Sana ibadet etmenin en iyi yolunu bilsem öyle ibadet ederdim, ne yazık ki bilmiyorum!” diye hayıflanır, elleri üzerine secde ederdi. Onun ayrıca belirli vakitlerde Kâbe’ye yönelerek namaza benzer bir ibadeti yerine getirdiği zikredilmektedir.
(İbn Hacer, el-İsabe, I, 569-570)


Zeyd’in oğlu Saîd, Hz. Ömer’le birlikte Resûl-i Ekrem (asm)’in yanına giderek, “Eğer babam size erişebilseydi iman ederdi, onun bağışlanmasını dileyebilir misiniz?” diye sormuş, Resûl-i Ekrem de “Elbette onun için istiğfar ederim, o tek başına bir ümmet olarak haşredilecektir.” cevabını vermiştir.

(Müsned, I, 189-190; İbn İshak, s. 99-100)





Kus bin Saide


“Allah Kus’a rahmet eylesin, kıyamet gününde onun ayrı bir ümmet halinde diriltileceğini umarım.”

(İbn Kesîr, el-Bidâye, 2/294)



Burda da kendisine bir peygamber ve kitap gelmemesine rağmen cehennemlik olan kişilerden bahsedeceğiz.Akıl,fıtrat,misak ve kainattaki ayetler Tevhidi bulmada yeterlidir.Peygamber ve kitap gelmese bile biri Allaha şirk koşuyorsa müşriktir.Peygamberin annesi,babası,dedesine bile cehalet mazeret değil ama ne komik ki bizim topluma akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler bide fazlalık olarak peygamber ve kitap gelmiş onlara cehalet mazaret değil ama bizim topluma cehalet mazaret(!) Ne komik :)))))


Bununla ilgili delilleri sıralayacak olursak;


Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad b. Seleme, Sabitten, o da Enes'den naklen rivayet etti ki bir adam: Ya Resulullah benim babam nerededir? Diye sormuş. Resulullah (asm):
“Cehennemdedir”, demiş. Adam dönüp gidince Resulullah (asm) kendisini çağırarak:
“Benim babam da, senin baban da cehennemdedir.” buyurmuşlar.

(Muslim, İman 347; Ebû Dâvûd, Sunne, 17; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)


İmam Nevevi, Müslim şerhinde bu hadis üzerine yaptığı açıklaya “Kafir olarak ölen kimsenin cehennemde kalacağının, hiçbir şefaata nail olamayacağının, Allah’ın yakın kullarına akraba olmanın kendisine hiçbir fayda sağlamayacağın beyanı” başlığını vermiştir. Yine aynı hadis üzerinde İmam Nevevi Arablardan putlara ibadet hali üzere ölenlerin cehennem ehli olduklarını, bu kimselere Hz. İbrahim’in ve diğer rasullerin davetinin ulaştığını ve bu sebeple bu kimselerin kendilerine davet ulaşmadığı için sorumlu tutulmayacak kimselerden olmayacaklarını belirtmiştir.

(İmam Nevevi, El’Minhac, Sahihi Müslim Şerhi, 3/74)






Ebû Hurayra’den (r.anh) yapılan bir rivayete göre Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi

(Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 101; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.)

Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti. (Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır

(Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)


Museyyeb b. Hazn (r.anh)'den şöyle rivayet edilmiştir:
«Ebu Talib'de ölüm alametleri belirdiği sırada Rasulullah (s.a.v.) geldi. Amcasının yanında Ebu Cehil İbn-i Hişam ile Abdullah b. Ebi Umeyye'yi buldu.
Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib'e:
«Ey amcam! La ilahe illAllah de, kıyamet gününde kendisiyle sana şehadet ve şefaat edebileceğim bu kelimeyi söyle» buyurdu.

Ebu Cehil ve Abdullah b. Umeyye:
«Ey Eba Talib! Abdulmuttalib'in milletinden yüz mü çevireceksin?» diye bundan menettiler.
Rasulullah (s.a.v.) amcasına Kelime-i Tevhidi arza devam ediyordu. Diğer ikisi de mutemadiyen o sözlerine tekrar ediyorlardı.
Nihayet Ebu Talib bunlara söylediği son söz olarak: «O(yani ben) Abdulmuttalib'in milleti üzeredir» dedi ve La ilahe illAllah demekten çekindi.
Rasulullah (s.a.v.): «İyi bil amcacığım! Yemin ederim ki ben hakkında mağfiret dilemekten nehyolunmadıkça her halde Allah (c.c)'dan senin için af ve mağfiret dilerim» dedi.
Bunun üzerine Allah (c.c):
«Ne nebinin ne de mûminlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra yakın akrabaları da olsa şirk koşanlar için mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz.» (Tevbe: 113) ayetini indirdi.
Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.(Kasas 56)

(Buhârî, Tefsir 28/1; Müslim, İman, 39; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XI,91,93,,Şevkânî, IV, 174)


Bize İbn Ebi Ömer rivâyet etti. ki: Bize Süfyan, Abdulmelik b. Umeyr’ den, o da Abdullah b. Haris' ten naklen rivâyet etti. Dedi ki. Abbâs'ı şunları söylerken işittim: «Dedim ki: Ya Resûlüllah- Gerçekten Ebû Tâlib seni korur ve sana yardım ederdi. Acaba bu ona bir fayda verdi mi?» Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem): «Evet, Ben onu cehennemin derin dalgaları içinde buldum da kendisini sığa çıkardım.» buyurdular.

(Müslim, İman: 358)


Bize Kuteybe ibni Sa'id de rivâyet etti. ki Bize Leys İbn'l Hâd'dan, o da Abdullah b. Habbâb dan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında amcası Ebû Talib'in zikri geçmiş. Bunun üzerine: «Umulur ki, kıyâmet gününde benim şefâ'atım ona bir fayda verir de cehennemin sığ yerine konur. Topuklarına kadar erişir, ondan beyni kaynar.» buyurmuştur.

(Müslim, îman: 360)

“Cehennemliklerin azap itibari ile en ehveni Ebû Talib’dir. O dahi iki ayakkabı giyecek, onlardan beyni kaynayacaktır.”

(
Müslim, İman: 363)



Alimlerden Bazı Nakiller

İmam Şafii şöyle der: “Eğer cahil cehaletinden dolayı mazur olmuş olsaydı, cehalet ilimden daha hayırlı olurdu. Çünkü kuldan teklif yükünü kaldırmış ve kalbini sıkıntı türlerinden rahatlatmış olurdu. Tebliğ ve öğrenme imkanından sonra, kul için hükmün cahili olmasında bir delil yoktur.”

(El-Mensur fi’l-Kavaidi’l-Fıkhiyye, 2/15, 17)



Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.”

(İmam Şafii, Risale sy: 4-5)



Ebu Hanife şöyle demektedir:

Bir kişi tevhid ilminin inceliklerinden bir güçlükle karşılaşırsa, kendisine konuyu soracağı bir alim buluncaya kadar, Allah katında
doğru olduğuna itikat (iman) etmesi gerekir. Bu konuyu sormayı tehir edemez. Bu tereddütlü halinde bekleyemez. Eğer beklerse kafir olur.”

(El-Fıkhul Ekber,165)



“Eğer bir kimse, itikat etmediği halde kendi isteği ile bir küfür kelimesi söylerse kafir olur. Çünkü hükmüne razı olmasa da bunu işlemesiyle razı olduğunu göstermektedir. Bu, küfür sözüyle şaka yapan gibidir. Zira bu kimse, hükmüne razı olmasa bile kafir olur ve alimlerin genelinin yanında cehaleti ile de mazur olmaz.”

(Fıkhu’l-Ekber şerhi, Ali el-Kari, s;421)


İbn-i Nuceym der ki: “Kim gerek şaka yere gerekse ciddi olarak küfür kelimesini söylerse tüm âlimlere göre kâfir olur. Bu konuda niyetinin hiçbir geçerliliği yoktur.

(el-Bahru’r-Râik”, 5/134.)


İbn-i Hümam şöyle der: “Kısacası, bazı fiiller vardır ki, -kâfirlere has olan alametler gibi- bunlar inkâr makamına kaimdir. Küfrün bizzat kendisinden uzak durmak nasıl gerekli ise bu tür fiillerden de uzak durmak gerekir. Allah’u Teâlâ “Biz dalmış eğleniyorduk” diyen kimselere, “Özür dilemeyin, siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz” buyurdu. Onlara: “Siz yalan söylediniz” demedi. Aksine küfrün en belirgin özelliklerinden olan “boş işlere dalmak” ve “eğlenmek” ile boyunlarından İslam bağını çıkardıklarını ve İslam’ın korumasından çıkıp küfre girdiklerini haber verdi. Bu da göstermektedir ki, bu tür fiiller bir şahısta bulunduğu zaman o şahsın küfrüne hükmedilir; kalbindeki tasdike de bakılmaz.”

(Feydu’l-Barî”, 11/50)


İmam Keşmirî “İkfaru’l Mulhidin” adlı eserinde şöyle der: “Kısacası, kim, gerek alay ederek gerekse şaka yere küfür kelimesini söylerse ittifakla kâfir olur ve bu konuda itikadına (niyetine) itibar edilmez.

(İkfaru’l Mulhidîn”, Sf. 59)

Hanefilerin meşhur âlimlerinden birisi olan Ali el-Kari fıkıh kitaplarından birisi olan “Mecmau’l Fetâva” adlı eserden şu cümleleri nakleder: “Kişi küfrü gerektiren bir söz söylerse kâfir olur.”

(“Şerhu’ş Şifa”, 2/453.)




Mecmau’l-Enhur” adlı meşhur Hanefi Fıkıh kitabında şöyle geçer: “Kişi içeriğine inanmadığı halde (ikrah olmaksızın) kendi tercihiyle küfür kelimesini telaffuz etse tüm ulemaya göre kâfir olur.

(Mecmau’l Enhur Şerhu Multeka’l Ebhur”, sf. 696.)


İbn-i Kudâme el-Makdisî der ki: “Kim Allah’a söverse kâfir olur. Bu hususta şaka yapması veya ciddi olması bir şey değiştirmez. Keza Allah ile ayetleri ile peygamberleri ile ya da kitapları ile istihza eden kimse de kâfir olur.

(el-Muğnî”, 4/20. Bab: 7124)


Fahreddin Hasen b. Mansur el-Hanefî der ki: “İsteyerek (yani ikrah olmaksızın) kalbi iman üzere olduğu halde dili ile küfür kelimesini söyleyen bir kişi kâfir olur, Allah katında da “mümin” olamaz.

(Fetâvâ Kadıhan”, el-Fetâvâ’l-Hindiye hamişinde, 3/573)

İbn-i Receb el-Hanbelî der ki: “Dini terk ve cemaatten ayrılmanın manası: İslam dininden dönmektir/irtidattır isterse bu kişi şehadet kelimelerini söylesin. Eğer Allah ve Rasûlüne söverse, -şehadeti kabul etse bile- kanı mubah olur, çünkü o bununla dinini terk etmiştir. Aynı şekilde eğer o kişi Mushafı hafife alır da pisliklerin için atarsa veya namaz gibi dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkâr ederse yine durum aynıdır.

(Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem”, sf. 179.)




Burhaneddin İbn-i Mazeh el-Hanefî der ki: “Kim İsteyerek (yani ikrah olmaksızın) kalbi iman ile mutmain olduğu halde dili ile küfür kelimesini söylerse kâfir olur; kalbinde ki inanç ona fayda sağlamaz.

(el-Fetâvâ’t-Tatarhâniyye”, 5/458)


İbn Teymiyye

İbn Teymiyye şöyle der:
“Netice olarak; kim küfür olan bir söz söyler veya fiili işlerse, bununla kafir olur. Kafir olmayı kast etmese bile. Çünkü Allahu Teala’nın diledikleri dışında hiç kimse küfre girmeyi kast etmez.”

(Es-Sarimu’l-Meslul: 177, 178)

Yine İbn Teymiyye başka bir kitabında şöyle demektedir:

Allahu Teala, yalanlayarak olsun veya olmasın, ayetlerinden yüz çevirenlere en ağır cezayı vereceğini belirtmiştir. Bu da gösteriyor ki peygamberlerin getirdiklerini kabul etmeyenler kâfirdir. Bunun yalanlama, büyüklenme, hevaya uyma veya getirilen şeylerden şubhe etme sebebi ile meydana gelmesi arasında fark yoktur.
Peygamberin getirdiği şeyleri yalanlayan herkes kâfirdir. Yalanlamasa bile, iman etmediği sürece yine kâfir olur.”

(Mecmuu’l-Fetava, 3/196)

Eğer ki kişinin muhalefeti, dinin açık olmayan ve herkes tarafından bilinmesinin zor olduğu meselelerde olursa, hata ettiği, dalalete düştüğü ve kendisine hüccet ikamesinin yapılmadığı söylenebilir. Ancak kişinin muhalefeti, açık olan ve Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun ile gönderildiği ve ona muhalefet edenlerin tekfir edildiği bütün Müslümanlar ve hatta Yahudi ve Hristiyanlar tarafından da bilinen meselelerde ise durum böyle değildir. Tek olan Allahu Teala’ya ibadetin emredilmiş olması ve Allahu Teala’dan başka, meleklere, peygamberlere, güneşe, aya, yıldızlara, putlara ve başka şeylere ibadetin yasaklanmış olması bu türdendir. Bunlar İslam esaslarının en açık olanlarıdır. Yine beş vakit namaz ve Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve muşriklere düşmanlığın emredilmiş olması ile içki, kumar, zina ve faizin yasaklanmış olması da bu kabildendir.”

(Mecmuu’l-Fetava, 4/37)


Şeyh Nuseyruddin Muhammed b. Abdullah es-Samiri el-Hanbeli şöyle der: “Kim şaka ile küfür kelimesi söylerse kafir olduğuna hükmolunur.”

(El-Mustevab fil-fıkhı’l-Hanbeli: 3/ 2339)


Şeyh Süleyman b. Abdullah en-Necdi şöyle der: “Allahu teala’nın: ‘’Özür dilemeyin, muhakkak ki siz imanınızdan sonra kafir oldunuz.’’ Ayeti delildir ki, kişi küfür işlediğinde, kafir olacağını bilmez veya buna itikat etmezse bununla mazur olmaz, bilakis sözlü ve ameli fiili ile kafir olur.”

(Teysiru’l-Azizu’l- Hamid, s; 554, 555)


“Eğer bir kimse küfür kelimesi konuşursa kafir olur. Ve yine bir topluluk ondan bunu kabul ederlerse onlarda kafir olurlar ve cehaletleri ile mazur olmazlar.”

(Şerhuş-şifa, 2/ 453)


İbn Hacer el-Heytemi şöyle der:
“Kim küfür kelimesi telaffuz ederse kafir olur. Küfür olduğuna itikat etmese bile. Ve cehaleti ile de mazur olmaz. Yine ona gülen veya onu hoş karşılayan veya ondan razı olan da kafir olur.”

(El-İlam bi kavadii’l-İslam: s, 40)


Kadı İyad şöyle der: Hanefi alimlerinin cehaletin mazeret olmayışı ile ilgili yaptıkları konuşmalarına karşılık şunu söyler; ‘’Hiç kimse küfürde cehaleti ile mazur olamaz.’’

(Eş-Şifa bi şerhi Ali el-Kari: 2/ 429)



İmam Karafi el- Maliki şöyle der: “Şeriat sahibinin şeriatta müsamaha göstermediği ve işleyeni affetmediği cehalettir. Bunun kuralı: sakınılması çok zor olmayan ve nefse meşakkatli gelmeyenlerdir. Bunlar affolunmamıştır ve fiilinden teklif kalkmamıştır. Bu kısım, usuluddin de, itikatlarda, usulu fıkıhta ve bazı fer’i fıkıh hükümlerinde geçerlidir. Usuluddin meselesinde ise cehalete itibar olunmaz. Sahih akidenin sorarak ve araştırılarak öğrenilmesi gereklidir. “

(El-Furuk: 2/ 149)


Abdurrahman b. Hasan şöyle der: “Alimler istikamet menhecinde yürümüşler ve mürted babını zikretmişlerdir. Onlardan hiç birisi; bir küfür söylediğinde veya bir küfür işlediğinde, bunun kelime-i şehadet’e zıt olduğunu bilmezse cehaletinden dolayı kafir olmaz, dememişlerdir. Allah teala kitabında beyan etmiştir ki, bazı müşrikler cahil ve mukallittirler ve cehaletleri ve taklitlerinden dolayı Allah teala onların azabını kaldırmamıştır.”

(Feteva el eimmetin necdiyye; 3/ 232)

Aynı eserin farklı bir yerinde ise şöyle der: “Kuşkusuz Alla teala, ellerinde bir kitabı bulunmayan cahiliyye ehlini bu büyük şirk de mazur görmemiştir. Allah’ın kitabı ellerinde bulunan ve onu okuyan bir ümmet nasıl mazur olabilir?” (a.g.e. 3/ 226)



Muhammed b. Abdilvehhab

Muhammed b. Abdulvahab’a davetten önce ölen ve islama ulaşamayan kimse sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Davet ulaşmadan ölen kimse hakkında ki hüküm, eğer şirk fiili ile biliniyor ve onu din olarak benimsemiş ve bu hal üzere ölmüşse, bu kimsenin zahiri hali küfür üzere öldüğüdür. Ona dua edilmez, kurbanı kesilmez ve onun yerine sadaka verilmez.”

(Ed-durerus-seniyye: 3/ 133, 134)


Muhammed ibn Abdilvehhab
İslam'a yeni girmiş ya da uzak bir çölde yetişmiş olup kendisine huccet ikame edilmeyen yahut, cahilliği sevgi ve nefret büyüsü gibi bilinmeyen kapalı bir mesele ile ilgili olan kimse bunu öğreninceye kadar tekfir edilmez. Ancak Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın apaçık beyan ettiği, Kitabı'nda hükmünü muhkem şekilde açıkladığı dinin asıllarına gelince, bu noktada Allah'ın hucceti Kur'an'dır. Kime Kur'an ulaşmışsa ona huccet ulaşmıştır.

(Ed-Dureru-s Seniyye, 8/90.)


İnsan küfür kelimesini sadece telaffuz etmekle kafir olur. Onu söylerken cahil olması durumu değiştirmez. Zira cehaleti sebebi ile özür sahibi değildir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 1/71.)





Abdullah bin Abdurrahman Ebu Batîn:


Küfür işleyenin tevil sahibi, müctehid, hatalı, taklitçi veya cahil olduğunu söyleyip bunların mazeretli olduğunu söylemek; Kur’an, sünnet ve icmaya terstir.

(El-İntisar li hizbillah el-Muvahhidin fi Akide el-Muvahhidin, Sh.25)






(Kabirden yardım isteyenler için bahsediyor.Öncesini almadım.)
"Alimlerin hepsi böyle kimseleri tekfir etmişler ve cehaletlerini özür olarak kabul etmemişlerdir. Bazı sapkın kimselerin "Onlar cehaletleri sebebi ile mazeret sahibidirler" sözlerine gelince bu Allah hakkında ilimsizce konuşmaktır."
(Ed-Dureru-s Seniyye, 10/404)


Bilinmelidir ki genel olarak cehalet sahibi için bir özür değildir. Bütün mezheb alimleri fıkıh kitablarında "Murtedin Hükmü" adı altında bablar açmışlardır. Murted Müslüman olduktan sonra tekfir edilen kimsedir. Alimler kitablarında bu konuya öncelikle küfrün ve şirkin çeşitlerini izah ederek başlamışlardır. Ve arkasından "Kim Allah'a şirk koşarsa kafir olur" demişlerdir. Zira alimlere göre şirk küfür çeşitlerinin en büyüğüdür. Ve alimler hiçbir zaman bazılarının dediği gibi "Şayet kişi cahil ise murted olmaz" dememişlerdir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 10/391-394'den özetle.)


Allah'a şirk koşan kimse cehaleti sebebi ile mazeretli ise o halde mazeretli olmayan kimdir ki? Böyle bir iddia "Allah (Subhanehu ve Tealâ) huccetini ancak inatçı kafirlere beyan etmiştir" düşüncesini gerekli kılar. Fakihler "Murtedin Hükmü" babında "Murted Müslüman olduktan sonra şubhe etmek ya da kat'i bir inanç suretiyle sözlü ya da ameli olarak küfre giren kimsedir" demişlerdir. Şubhenin sebebi ise malum olduğu üzere cehalettir. Cehaleti mazeret gören kimsenin iddiasının bir gereği de şudur:
"Biz Yahudi ve Hrıstiyanların cahillerini ve hakeza güneşe, aya ve putlara ibadet edenlerin cahillerini cehaletleri sebebiyle tekfir etmeyiz."
Tüm Müslümanlar icma etmişlerdir ki kim Yahudi ya da Hristiyanları tekfir etmez ya da onların küfründen şubhe duyarsa o da kafirdir. Ve bizler biliyoruz ki onların çoğu cahil kimselerdir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 12/69-70.)


Kim yaptığının iki şehadet kelimesine muhalif olduğunu bilmeksizin küfür kelimesini ikrar eder ya da küfür amelini işlerse cehaleti sebebiyle tekfir edilmezler." Evet alimler kitablarında hiçbir zaman böyle şeyler söylememişlerdir. Bilakis Allah (Subhanehu ve Tealâ) kitabında muşriklerin taklidci cahiller olduğunu söylemiş onların Allah'a şirk koşmaları taklid ya da cehalet sebebi ile olmasına rağmen kendilerinden Allah'ın azabını kaldırmamıştır."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 11/478-479.)


"Hiç şubhe yoktur ki Allah (Subhanehu ve Tealâ) kendisine şirk koşan cahiliye ehlini ellerinde bir kitab olmadığı halde özür sahibi kabul etmemiştir. Durum bu olduğuna göre acaba önlerinde Allah'ın kitabı olan bir kavim nasıl özür sahibi olabilir ki. Onlar bu kitabı okumakta ve dinlemektedirler. Allah'ın kitabı onlar için bir huccettir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 11/466.)




Hafız imam ibn Kayyım el Hanbeli şöyle der: “İslam, Allah’ı birleme, yalnızca Ona ibadet etme ve Ona şirk koşmama, Allah’a ve Resulüne iman ve getirdiklerine tabi olmadır. Kul, bunları yapmadığında müslüman olmaz. Eğer inatçı bir kafir değilse cahil bir kafirdir. Bu tabakanın son hali, onların inatçı olmayan cahil kafirler olmalarıdır. Onların inatçı olmamaları onları kafir olmaktan kurtarmaz. Zira kafir, ya inat ile ya da cehalet ve inat ehlini taklitle Allah’ın birliğini inkar eden ve resulünü yalanlayandır.”

(Tariku’l-Hicreteyn: s, 382)



Suleyman bin Suhman

"Hiç kimse Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasullerine ve ahiret gününe iman etmemesi sebebi ile mazeretli değildir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) kafirlerin bir çoğunun küfürlerini açıkladıktan sonra aynı zamanda onların cahil kimseler olduklarını da haber vermiştir. Hrıstiyanları cahil olarak sıfatlandırmıştır. Hiçbir Müslüman bir Hrıstiyanın küfründe şubhe etmez. Biliyoruz ki bugün Yahudi ve Hrıstiyanların çoğu cahil kimselerdir. Onların kafir olduklarına inandığımız gibi onların küfründen şubhe eden kimselerin de kafir olduklarına inanırız. Kur'anı Kerim açık bir şekilde delalet eder ki dinin aslında şubhe duymak küfürdür."

(Keşfu-ş Şubheteyn, 92.)





Tüm konuyu şu ayetle sonlandırmak istiyorum:


Şimdi söyleyin bakalım (ey putperestler), sizin inkârcılarınız şu anılanlardan daha mı iyi; yoksa sizin için kitaplarda bir kurtuluş hükmü mü var?

(Kamer 43)


Bu ayette mekkeli müşriklere geçmiş kavimleri örnek vererek yani onlar yapınca şirk siz yapınca da şirk değişen bir şey yok sizin onlardan bir farkınız yoktur.Aynı şeyi de biz bu zamanın mürcie/irca ehline söylüyoruz.Ad kavminin,semud kavmi,mekkeli müşrikler vs. bu şirkleri yapınca Allahin azabından kurtulamıyorlar ama kendini müslümanlığa nispet eden,müslüman olduğunu zanneden aslında La ilahe illallahı fehmedememiş; kabirperestler, sofiler,tarikatçılar vs.kurtulacak öyle mi
Ebu Cehil ve avaneleri yapınca şirk oluyor Cübbeli,Mahmut yapınca niye bunları ayrı kefeye koyuyorsunuz bunların istiğase,şefaat,himmet,gaybı bildiğini iddia etme vb. bir sürü şirkleri var.Ve bu adamlar kesinlikle mazur değillerdir.Mekkeli müşrikler gibi kafirdirler.Allah tüm tarikatlara,şirke ve küfre bulaşmış tüm insanlara el Hadi isminin hürmetine hidayet versin bize de aynı şekilde versin.Hidayetimizi ve yakinimizi arttırsın.



Sokağa çıkın 10 insana sorun mekkeli müşrikler Allaha inanıyor muydu? Emin olun ki size verecekleri cevap "Hayır" olacaktır.Aslında bilmiyorlar ki bu mekkeli müşrikler rububiyette (Allahın yaratması,rızık vermesi,yer ve göklerin mülkünün ona ait olması,bütün işleri idare edenin O olması,ölüden diriyi,diriden ölüyü çıkarmak vs.) bu gibi şeylerin hepsini kabul etmişlerdi ama iş uluhiyete gelince yani Allah'a kulluk ve ibadette onu birlemeye gelince şirk koştukları kısım burasıydı.Allah'tan başkasına dua,ibadet,şefaatçiler edinmek,kurban kesmek,adak adamak,kendi sahte ilahlarina Allahtan daha fazla sevgi beslemeleri(Bakara 165) ,itaat şirkleri yani helal haramı kafalarına göre tayin etme bu konu En'am suresinde uzun uzadıya anlatılır.Günümüzün insanları da aynen böyle La ilahe illAllah diyorlar ama bu cümle ile neyi reddettiklerini bilmiyorlar yoksa zaten bu toplumun anladığı kadar kısmı Ebu Cehilde kabul etmişti ama uluhiyeti bildiği için ondan dolayı bu cümleyi söyleyemiyordu yoksa bu cümle ile sadece rububiyet mevzu bahis olsaydı onu zaten ayetlerde geçtiği üzere söylüyordu.

Dinde zorlama yoktur.Hak, batıldan ayrılmıştır. Her kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulpa tutunmuş olur. Allah Semi’ dir Alîm’dir.

(Bakara 256)

Kim Allah’tan başka ilâh yoktur der ve Allah’tan başka ibâdet edilenleri inkâr ederse, o kimsenin malı ve kanı harâm olur. Gizli hallerinin hesâbı ise Allah’a âittir.”

(Müslim, Îmân 37)




Bir ara forumda bazı konuşmalar yapılmıştı böyle bir yazı paylaşmak istedim.Umarım faydam dokunmuştur.Aslında daha erken de atabilirdim lakin ilk dönemin sonunda final ve bütünleme sınavları vardı.Onlarla uğraşıyordum ondan sonra da tatil vs.araya girdi unutmuştum aklımdan çıkmış şimdiye nasipmiş.Vardır bunda da bir hayır.
Selametle.
Yazıyı okumaya bile gerek duymadım büyük şirkete cehalet mazaret değildir.
Eyvallah da siz rubûbiyet Tevhidi ile uluyiyet tevhidlni karıştırıyor sunuz. Merhaba defalarca bunu dile getirsem ircalıkla suçlansamda ilimdir Allah cc dilediğine verir

Taputa muhakeme olmak büyük günah ameli küfürdür

Küfür olduğunu bilmiyorsan razıysa şahıs rubûbiyeti Taputa verir tağutta Nisa 60 dada geçer yuridune(istiyorlar) merhaba yani (cahiliye hükmünü) istiyor olduğu için tağut tur.

Oy kullanan bu açıdan rubûbiyeti tağutlara veriyor.

Onlara hüccet sunduktan sonra bilerek küfre girerlese nefisleri beyinlerine varınca tağutları ilah zannederler. Tağutlarda onlara hüccet ikamet edildikten sonra bilerek hüküm koymanın küfür olduğunu bildiği halde halen oralı olurlarsa küfre bilerek girerlerse kendilerini ilah zan ederler firavunlar buna büyük örnektir. İşte büyük küfür budur bu insanı islamdan çıkarır.

Sonra ne olur.

Tıpkı şeytanın durumu gibi. O insana: "İnkar et" dedi. (İnsan) inkar edince de: "Ben senden uzağım. Doğrusu ben alemlerin Rabbi Allah'tan korkuyorum" dedi.

Münafıkın suresi den bir örnek

Münafıklar sana geldiklerinde: "Biz, tanıklık ederiz ki, kuşkusuz sen, Allah'ın Resul'üsün." dediler. Elbette ki Allah, senin, Kendisinin Resul'ü olduğunu biliyor. Fakat Allah tanıktır ki, münafıklar, kesinlikle yalancıdırlar.
Munafıkın 1


Bunun sebebi, onların önce iman et(tiğini söyley)ip sonra inkâr etmeleridir. (Bu yüzden) kalpleri mühürlenmiştir.

Artık (gerçeği) anlayamazlar.
Münafıkın 3

Tasavvufda bile nef terbiyesi var yani şunu diyorum
İnsan nefsine zulm ettiği zaman peygamberimizin dediği gibi her sabah nefsi boğazına gelenin nefsi helal olmuştur.


Evet şu yapmış olduğum kendime ait videoları izlersen daha çabuk hakikate kavuşursun.


 
tewhidwetakwa Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Büyük Şirkte Cehalet Mazeret Midir?

Lütfen yazıyı anlayarak sakince okuyun.Önce genel bir giriş bölümüyle anlatmaya çalışacam inşaAllah.Ondan sonra deliller kısmı başlayacak.Allah hepimizi el "Hadi" isminin hürmetine hidayete erdirsin.


Tevhid ve şirk konularında cehalet mazeret değildir.Ayrıca dinde bilinmesi zaruri olan konularda da cehalet mazeret değildir.(Zinanın haramlığı,namazını farzıyeti,faizin haramlığı vs,) Dinde çok detay isteyen konularda; alimlerin uzmanlaştığı, müstehap vb. konularda cehalet mazerettir.Birde bazı alimler istisnai olarak müslümanlardan uzak bir belde de Kurana erişimin olmadığı durumlarda ve etrafında dini anlatan kimsenin olmadığı bir yerde dine yeni giren yeni müslüman olmuş insanlar için namaz, içki, zina, Allahın sıfatları, ibadet konuları vs.mazerettir.Çünkü bu ibadetler ve bilgiler ancak vahiyle bilinebilir.Taki hüccet ikame edilene kadar ondan sonra inkar ederse kafir olur mazeret ortadan kalkar.

Not: Ama büyük şirk konusu bu insanlar için yine mazeret değildir.Çünkü tevhid akıl,fıtrat,misak ve kainattaki ayetlerle bilinir.Ama diğer konular için yukarıda belirttiğim gibi vahye ve peygambere ihtiyaç vardır.Tevhid için böyle bir zorunluluk yoktur.En doğrusunu Allah bilir.



Şimdi ise büyük şirkte cehaletin mazeret olmadığını gösteren ayetleri ve hadisleri Allahın yardımıyla anlatmaya çalışacağım. Bazı ayetlerde ayetlerin altlarına yorumlar yaptım mutlaka tekrardan ayetlerin tefsirlerine de bakın.

Kim bilgisi olmadığı halde Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki / cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, bu hadisin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir- Tirmizî, tefsir, 1).

Bazı ayetlerde de yazı çok uzamasın diye yorum vs.yapmadım.

Tekrardan Ufak bir bilgilendirme;

Bir insanın hanif olup tevhidi bulması için akıl, fıtrat, misak ve kainattaki ayetler yeterlidir.Rabbimiz ayrıyeten kitap ve peygamberleri de göndererek diğer konuları yani ancak vahiyle bilinebilecek konuları da kitap ve peygamberle bize bildirmiştir : Allah'ın sıfatları(el,yüz), Allahın nerede olduğu, ahiret, şeriat, geçmiş kavimlerin kıssaları,ibadetler,haram ve helal vs. konuları da bize peygamber ve kitapla haber vermiştir.Bunlar ancak vahiyle bilinecek konulardır.Ama bunlarda da en başta bahsettiğim gibi peygamber ve kitap geldikten sonra dinde zaruri bilinmesi gereken şeyleri (zina,içki,faiz,adam öldürme vs.haram ve günah oluşu) bilmemek mazeret olmaz dine girdikten sonra bunların öğrenilmesi gerekir.Çok detay sünnet ve müstehap konuları mazerettir çünkü bunları bilmek için ilimde derinleşmek gerekebilir.Ama başta bahsettiğim gibi tevhid konusu hiç bir durumda mazeret değildir.Bunun için harici bir bilgilendiriciye ihtiyaç yoktur.Akıl, fıtrat, misak, kainattaki ayetler yeterlidir.Bu konuları yeni gören arkadaşlarının anlaması için giriş kısmını biraz uzattım hakkınızı helal edin şimdi delillere başlayalım.Bide ufak bir bilgilendirme daha; fetret ehli içinde bu durum geçerlidir.Bu adamlara peygamber ve kitap gelmemesine rağmen akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler yeterlidir.Bu dönemde yaşayıp hadislerle bize ulaşan bilgilerde belirtildiğine göre müslüman olmuş veya tam tersi kafir olan birçoğu insan mevcuttur.Peygamberin(s.a.v.) annesi,babası,dedesi,İbnu Cüd’an vs. kafirlere,; Zeyd bin Amr ibn Nüfeyl,Amr bin Abese,Kus bin Saide,Osman bin Huveyris
vb. de müslümanlara örnek verilebilir.İlerleyen kısımlarda bunları delilleriyle beraber anlatacağım.Yani fetret ehli Kuran ve peygamber gelmemesine rağmen mazur değildir.Onlara yine müşrik ismi verilir.Ama bizim mevzumuz bu değil çünkü bizim toplumda zaten akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler gibi deliller mevcut olmakla beraber fazla olarak birde peygamber ve Kuran gelmiştir.Yani bizim fazlamız var eksiğimiz yok. :)))
Müsned de geçen fetret ehli ile ilgili bir hadis var bazıları bunu delil gösterip durumu kurtarmaya çalışıyor ama biz hem peygamberin ebeveynleri,dedesini,amcasının delil göstererek diyoruz ki eğer bir insan peygamber ve kitap gelmemişse bile şirke girmişse müşriktir.Hadiste kıyamet günü hesaba çekilecek 4 sınıftan bir olan fetret ehlinden bahsederken Allahu alem müşriklerin şirklerinden beri olduğu halde bir din arayışına girmeyen bu uğurda çabalamayan bir kitap ve peygamberle de karşılaşmamış insanlar için geçerlidir.Bide hep güldüğüm bir mevzu var bunu da söylemeden geçemeyeceğim bazı insanlar Allah "Biz peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz" ve buna benzer bir çoğu ayeti delil alarak diyorlarki bak peygamber gelmedikçe azap edilecek değil diyor.Bu ayeti delil alıp bu ümmeti nasıl kurtarmaya çalışırsınız bu ümmete zaten bir peygamber gelmiş.Zaten bu ümmete Hz.Muhammed (s.a.v.) ve Kuranı kerim gelmiş hüccet ikame edilmiş,mazeret ortadan kalkmıştır.Bu ayet Allahu tealanin peygamber göndermediği topluma azap etmeyeceğini söylüyor yani bizim toplumumuzla uzaktan yakından alakası yok.Bide bi mevzu daha var bazı insanlar;

1-Kül hadisi
2-Zatu envat hadisi,
3-Hz.Aişe "Allah bilir mi?" hadisini
4-Muaz bin Cebel'in secde hadisi
(Ki bu hadis çok açıktır.Ordaki mevzu saygı secdesidir.Peygamber onu da yasaklıyor.)

bu ilk 3 hadisi delil alarak cehalet mazerettir diyor.Bu hadislerin açıklamaları alimler arasında ihtilaflı.Bir kısım alim bir şekil şerh ediyor,bir kısım alim farklı şerh ediyor,bazıları da bazı şaz görüşler ortaya atıyor.Buraya alimlerin açıklamalarını tek tek yazsam mesele çok uzar dileyen detaylıca inceleyebilir.Bu insanlara şunu söylüyorum bu farklı şekillerde tevil edilip yorumlanan hadisleri delil almaktansa Kuranı kerim de onlarca muhkem olan ayet ve peygamberimizin açık hadislerin delil almak daha mantıklı ve doğru olan değil mi sizce? Niye muhkem olan ayetleri ve hadisleri anlamamaya çalışıp hep kendi nefsimizin ve aklımızın peşine düşüp benim aklıma göre böyle olması gerekiyor diyip kendi aklımıza göre delil defineciliği yapıyoruz.Kendi fikirlerimizi oluşturup bu fikirler için kılıdan köşeden müteşabih ve farklı şekilde tevil edilen ihtilaflı delilleri getirmeye çalışıyoruz.Aslında olması gereken Kuran ve sünnetten çıkan sonuca kendimizi uydurmamız ve ona inanmamızdır.

(Ki emin olun ki ilk 3 hadis ile ilgili cehaletçi insanlar bunları delil getiriyor ama cehaletin mazeret olduğuna dair bu iddiayı savunlara bile kesin bir delil çıkmıyor.Çünkü yapılan yorumlar hep kişisel ve çok farklı yorumlar var.Kati bir delil yok.)

Bizim yapmamız gereken Kuran ve hadislerden çıkan muhkem naslara teslim olmaktır.



Aralarındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlasın diye Allah’a ve resulüne çağrıldıklarında müminlerin sözü, “Dinledik ve boyun eğdik” demekten ibarettir. İşte kurtuluşa erenler de bunlardır!

(Nur 51)

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan yöneticilere de (itaat edin). Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, şayet Allah’a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsanız (o meseleyi çözmek için) Allah’a ve Resûl’e götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

(Nisâ, 59)

Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

(Ali İmran 7)


Artık bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?

(Mürselat 50)


İşte bunlar, hak olarak sana okuduğumuz Allah’ın ayetleridir. Onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze inanırlar?

(Casiye 6)


Şimdi delillere başlıyalım.





DELİLLER

Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz.” derler. Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridirler. Lakin farkında değillerdir.Onlara: “İnsanların iman ettiği gibi iman edin.” denildiği zaman: “Biz "sefihlerin" iman ettiği gibi mi inanalım?” derler. Dikkat edin! Onlar sefihlerin ta kendileridir. Lakin "bilmiyorlar".

(Bakara 11-12-13)

Bu ayette açıkça bilgisizlik, farkında olmama ve sefihlikten bahsedilmiş ve kafirlerin bu mazeretlerinin küfre girmelerini engellemedigini bilakis bu mazeretlerin küfürlerinin bir sebebi olduğu açıkça görülmektedir.


İbrahim’in milletinden "sefihten" başkası yüz çevirir mi? Andolsun ki biz onu dünyada seçtik ve o, ahirette de salihlerdendir.

(2/Bakara 130)

Burda da yukarıda ki ayetle benzer durum var.



Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.

(Hucurat suresi 2)


Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in sözünden daha yüksek sesle konuşmak farkında olmadan amelleri boşa çıkarıyorsa, acaba görüşleri, fikirleri, zevkleri, siyasetleri, bilgileri Rasulullah’ın getirdiğinden önde tutanların durumları nasıl olur?Amellerin boşa çıkmasında bunlar daha öncelikli değil midir?”



Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını "sanıyorlardı".

(Araf 30)


Kendilerini doğru yolda olduklarını sanmaları,hakkı bilmeme konusunda cahil olmaları küfürlerine engel olmadığı açıkça görülmektedir.


Müşriklerden biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.

(9/Tevbe, 6)

Bu ayette ise Allah bu insanları nitelendirirken ayetin başında onlara müşrik ismini vermiş ve ayetin sonunda onların bilmeyen yani cahil olduğunu söylemiş yani müşrikliklerinin sebebinin cahil olmaları olduğunu söylemiştir.Yani cehalet bir mazeret değil tam tersi müşrik yapan bir sebeptir ve aşağılanması gereken bir suçtur.



Unutma o günü ki onları hep birden toplayacağız; sonra da Allah’a ortak koşanlara “Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?” diyeceğiz.Sonra onların mazeretleri “Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki biz ortak koşanlardan değildik” demekten başka bir şey olmadı.Gör ki, kendi aleyhlerinde nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye) uydurdukları şeyler kendilerini nasıl bırakıp gitti!

(En'am 22,23,24)


Bu ayette müşrikler Allaha yemin ederek biz ortak koşanlardan değildik diyorlar.Yani bu insanlar kendi yollarının doğru olduğundan o kadar eminler ki Allaha yemin ediyorlar ama bu cehaletleri onları kurtarmıyor.


De ki: “Size, iş ve davranışları bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?
Onlar, iyi yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” İşte onlar, rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa gitmiş olanlardır. Bu sebeple biz kıyamet gününde onların (dünyadaki) amellerine değer vermeyiz. İnkâr etmeleri, âyetlerimi ve resullerimi alaya almaları sebebiyle işte onların cezası cehennemdir.

(Kehf 103,104,105,106)



Fıtrat Delili

Yüzünü (hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayan muvahhid) bir hanif olarak dine çevir. Allah’ın insanları yarattığı fıtrata (uy). Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.

(Rum 30)

(İbn kesir tefsirine bakınız.Yazı uzun olacağı için tefsiri buraya eklemedim.)


Hanif olmak yani hiç bir şeyi Allah'a ortak koşmamak fıtrattandır. "Allah'ın yaratmasında hiçbir değişiklik yoktur." yani herkes bu fıtrat ile dünyaya gelmektedir.Herkesin fıtratına tevhid kodlanmıştır.Bu ayeti 2 tane sahih hadis ile destekleyeyim ki konu daha iyi anlaşılsın.


1. Hadis

Ebû Hüreyre"nin (ra) naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…”

(B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22,Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)

2. Hadis

Rabbim, bugün bana öğrettiği şeylerden bilmediklerinizi size öğretmemi emretti.» (Ve buyurdu ki): «Benim bir kula verdiğim bir mal helaldir. Ben bütün kullarımı hanif olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip, (fıtri) dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar.Haklarında bir delil indirmediğim şeyi bana şirk
koşmalarını emrettiler.


(Müslim, Cennet 63, (2865) , Bu hadis uzun bir hadis yarısını aldım dileyen kaynaktan devamına bakabilir.)



Misak Delili

Rabbin Âdemoğulları’ndan -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz; Yahut, “Önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin!” demeye kalkışmayasınız.

(Araf 172,173)

(İbn Kesir tefsirine mutlaka bakınız.Uzun uzun bu mesele anlatılıyor.Altta kısa bir bölümünü aktaracam.)

Açık ve net bir şekilde görüleceği üzere Allahü Teala insanoğlunun fıtratına, kendisi ile ilgili yeterli bilgiyi yerleştirmiş ve kıyamet gününde bu noktada bir bilgisizliği ya da ataları taklit sebebi ile doğru yoldan sapma gibi bir mazereti asla kabul etmeyeceğini bildirmiştir.

Bu ayet ile ilgili bazı alimlerin görüşünü aktarayım.

İbn-i Cerir Et’Taberi: “Maksad siz kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu. Şüphesiz biz bunu bilmiyorduk, biz bundan yana bir gaflet içinde idik’. ya da ‘atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik. Hakkı bilmeyişimizden kaynaklanan cehaletimizle onların yollarına uyduk’ demeyesiniz diye (sizden böyle bir misak aldık)”

(Taberi, Cami’ul Beyan, 2/713)

İbn-i Kesir: “Bu şahit tutmaktan maksadın, onların tevhide yatkın yaratılmaları olduğuna dair delillerden biride; Allah’ın bu şahit tutmayı, şirk hususunda onlar hakkında bağlayıcı bir delil (hüccet) kılmış olmasıdır. Bu misak ise onlar hakkında müstakil bir hüccet kılındığına göre üzerinde yaratıldıkları fıtrat, tevhidi ikrar etmeye yatkın bir fıtrattır. Bu nedenle kıyamet günü biz tevhidden gafildik demeyesiniz.”

(İbn-i Kesir Tefsiri, 7/3131)


Kurtubi: “…. Ancak şu kadar var ki, tevhid hususunda mukallidin ileri sürebileceği hiçbir mazereti olmaz.”

(Kurtubi,El’Camiu Li Ahkam, 7/510)




Beğavi: “(Ayetin manası şu şekildedir.) Artık bu misaktan sonra kim inkar ederse o ahdi bozmuş bir inatçıdır. Ve ona hüccet (delil) kaim olmuştur. Ey müşrikler! Şüphesiz ki sizden misak şöyle demeyesiniz diye alındı. Muhakkak ki, bundan önce atalarımız şirk koşup ahdi bozdular. Biz de zaten onlardan sonra gelen bir nesiliz. Yani biz onların tabileriyiz. Dolayısı ile onlara uyduk. Tutup bunu kendinize özür (kalkan) yapıp sonra da şöyle demeyesiniz: – Batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin- Yani yoksa bize batıl işler yapan atalarımızın cehaletleri sebebiyle azap mı edeceksin? İşte onların, Allah’ın tevhide dair misak aldığını bildirmesinden sonra böylesi laflar savurarak kendilerini savunmaları mümkün değildir.”

(Ebu Yusuf Midhat b. Hasan Ali Ferrac, İslam Hukuku Acısından Cehalet, sy: 49-50)


Fahreddin Er’Razi: “Netice olarak diyebiliriz ki; Allahü Teala onlardan bu sözü alınca artık onların bu kadarcık bir mazerete tutunmaları imkansız olur.”

(F. Razi, Mefatihu’l GAyb, 11/145)



Şevkani: “Bunu yaptık ki, mazeret olarak gafleti öne sürmeyesiniz. Yahut şirki kendiniz yerine atalarınıza nispet edip bunlardan biri yahut ikisi ile kendinizi mazur görmeye çalışmayınız.”

İbn-i Kayyim El’cevziyye: “Allahü Teala burada müşriklerin mazeretlerini yok eden iki delil serdetmektedir.

1- Şüphesiz biz bundan gafildik dememeleri için. Burada bu ilmin fıtri ve zaruri olduğunu ve her insanın onu tanıması gerektiğini beyan ediyor. Bu da başıboşluğun geçersizliğine ait Allah’ın bir hüccetini, dahası yaratıcının ispatına yönelik ifadeleri zaten fıtri ve zaruri bir bilgi olduğunu kapsıyor. Bu ise başıboşluğun geçersiz olduğuna dair bir hüccettir.

2- ‘Atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin? Müşrik olan babalarımızın, yani bizim dışımızdakilerin suçuyla mı bizi cezalandıracaksın. Biz mazuruz. Şirk koşanlar atalarımızdır. Biz ise onlardan sonra gelme nesilleriz. Kaldı ki yanımızda onların hatalarını beyan edecek bir şey de yoktu.’ Böyle iken bu kişi gene de başıboşluk ve şirkten dolayı mazur sayılmamaktadır. Aksine müstehak olduğu azab kendisi için geçerli olmaktadır.”

(Ahkam’ü Ehli’z Zimme, 2/527-570)



Seyyid Kutub: “Hiç kimse kalkıp Allah’ın insanı Tevhid’e ileten kitabından habersiz olduğunu, bu Tevhid’e çağıran Allah’ın peygamberlik misyonlarından haber alamadığını söyleyemez. Yahut da, ‘ben varlık alemine geldiğimde atalarımın Allah’a ortak koştuklarını gördüm. Tevhid’i tanıyabilmem için önümde hiçbir yol yoktu. Ben atalarımın sapıklığa düşmeleri nedeniyle sapıklığa düştüm. Bu işten yalnız onlar sorumludur. Ben sorumlu değilim’ demesi asla tutarlı olmaz.”

(Seyyid Kutub, Fi’Zilal’il Kur’an, 6/313)


Ebu’l Ala El’Mevdudi: “Gene izaha kavuşturulmalıdır ki, bu antlaşmadan sonra bir kimse, bir suçu, bilgisizlik yüzünden işlediği için temize çıkmaya ya da inhiraflarının sorumluluğunu kendinden evvel geçenlere yıkmaya kalkışamaz. Yine Allah; bu sözü almakla, onların kalblerine, kendilerinin Rabbinin yalnız O, ve ilahlarının da gene yalnızca kendisinin olduğu hususunun zerkedildiğine dikkat çekmektedir. Binaenaleyh, hiçbir kimse, “Ben bundan tamamen habersizdim” veya “kötü çevrem tarafından yoldan saptırıldım” diyerek sapkınlığının sorumluluğunu üstlenmekten kendini vareste kılamaz.”

(Ebu’l Ala El’Mevdudi, Tefhim’ül Kur’an, 2/113)

Bu misak ayetini 3 hadis ile desteklemek istiyorum.


1.Hadis

Allah Teâlâ cehennemliklerin en hafif azap edilenine, dünya ve ondaki bütün varlıklar senin olsa, onları fidye verir miydin? diye buyuracak. O kimse: Evet cevabını verecektir. Bunun üzerine Allah -Azze ve Celle- : Sen Adem'in sulbünde iken ben senden daha hafif bir şeyi bana ortak koşmamanı istemiştim. Ben de seni ateşe atmayacaktım. Fakat sen şirkten başkasını kabul etmedin."


(Müslim, Münâfıkîn, 51; Buhari, K. el-Enbiya bab: 1.; Ahmed b Hanbel, Müsned, C:3, S: 127)


2.Hadis

Abdullah b. Abbas da Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir;
"Allah, Araftta, Âdemin sulbündeki zerreciklerden söz aldı ve onun sulbünden yarattığı her zürriyeti çıkardı. Onlar, zerrecikler halinde önüne dizdi sonra hepsiyle yüzyüze konuştu ve onlara bu âyetleri bildirdi.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 272)


3.Hadis

Übey.b. Kâ'b'dan bu âyetin izahı hakkında şunları söylediği rivayet edilmektedir:
"Allah, Âdem'in soyundan gelecek olan insanları onun sulbünde toplamış, onlara can vermiş ve onları şekillendirmiştir. Sonra onları konuşmalarını istemiş onlar da konuşmuşlardır. Daha sonra bunlardan ahd almış ve bunları, kendi nefislerine şahit tutarak: "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiş onlar da: "Evet, şahidiz sen bizim rabbimizsin." diye cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Allah: "Ben de yedi kat göğü ve yedi kat yeri ve atanız Âdemi, kıyamet gününde: "Biz bunu bilmiyorduk." dememeniz için size karşı şahit tutuyorum. Bilin ki benden başka ne bir ilah ne di bir rab vardır. Hiçbir şeyi bana ortak koşmayın. Ben sizlere, sizden aldığım ahdi size hatırlatacak Peygamberlerimi göndereceğim ve sizlere kitaplarımı indireceğim." dedi. Onlar da: "Senin, bizim rabbimiz ve ilahımız olduğuna, bizim senden başka hiçbir rabbimiz olmadığına şahitlik ederiz." dediler. Ve böylece ikrarda bulundular.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 5, S: 135)



Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

(Araf 102)

Bu ayette de misakda alınan söze insanların sadık kalmadığı ve bu sözü bozdukları söyleniyor.

(İbn Kesir ve Taberi tefsirlerine bakınız.)


Ehl-i kitap’tan ve müşriklerden hakkı inkâr edenler, kendilerine açık kanıt ve Allah tarafından gönderilen, tertemiz sayfaları okuyan bir elçi gelinceye kadar (küfür ve şirkten) ayrılacak değillerdir.

(Beyyine 1)

(Kurtubi tefsirine bakabilirsiniz.)

Burda da açık kanıt ve elçi gelinceye kadar onlar yani ehli kitap ve müşrikler kafir diye nitelendirilmiş bu deliller gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdir diyerek onların hüccet gelmeden de kafir ve müşrik olarak nitelendirildiği açıkça görülmektedir.




Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başkasını dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan büsbütün sapıtmıştır.

(Nisa 116)

Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.

(Nisa 48)



De ki: “Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi teklif ediyorsunuz?”
Andolsun ki sana ve senden önceki (resûllere): “Şayet şirk koşarsan bütün amellerin boşa gider ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun.” diye vahyedildi.

(Zümer 64,65)



Andolsun ki: “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. (Oysa) Mesih demişti ki: “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Şüphesiz ki kim Allah’a şirk koşarsa, Allah cenneti ona haram kılar. Onun barınağı ateştir. Zalimler için yardımcı da yoktur.”

(5/Mâide, 72)







Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz” derler; dünya hayatı onları aldatmış oldu ve (âhirette) kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.

(En'am 130)


Ateşte bulunanlar cehennemdeki görevlilere, “Rabbinize dua edin de bir günlüğüne olsun azabımızı hafifletsin!” diye seslenirler. Görevliler,
“Peygamberleriniz size açık kanıtlar getirmemiş miydi?” diye sorarlar. “Evet, getirmişlerdi” cevabını verirler. O zaman görevliler, “Yalvarın durun şimdi; ama inkârcıların yalvarmaları boşunadır” derler.

(Mü'min 49,50)

Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.


(Nisa 165)


Yukarıdaki 3 ayette de peygamberlerin kavimlere gelmesi onlara hüccetin tamamlandığını ve kıyamet günü melekler "size peygamberler açık kanıtlar getirmemiş miydi?" diyerek bu duruma dikkat çekilmiştir.Ayrıca şuna da dikkat edilmeli insanlar günümüzde kitap ve sünnetten yüz çevirmişler,dilleriyle bunu söylemeselerde amelleriyle bunu ortaya koyuyorlar.Adam dünya için her şeyi yapıyor;kimi bir meslek sahibi olmak için tüm okul hayatı boyunca yüzlerce kitap bitiriyor,kimi iş hayatı için yapmadığı çaba kalmıyor her şeye gelince zaman var ama iş Allahın dinine gelince ömründe Kuranı kerimi baştan sona bir defa bile mealiyle okumayan insanlar var.Adamlar Allahın kitabına okul kitaplarına veya bir roman kitabına gösterdiği değeri vermiyor.Eğer gerçekten değer vermiş olsaydı onu mealiyle okur Rabbim bana ne mesaj göndermiş bana ne diyor diye merak ederdi.Sonuçta Kuranı kerim küfrün karanlığından vahyi aydınlığına çıkarmak,hak ile batılı belirtip insanları hakka iletmek,onlara doğru yolu göstermek için geldi.Peki bu kitabı anlamıyla okumayan,o değeri vermeyen biri nasıl o kitaba uyabilir ki!






Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu Kur’an’ı indirdik.

(En'am 156,157)

Kitabın gelmesi ile hüccet tamamlanmıştır.İnsanlar kıyamet günü bu kitaptan hesaba çekilecektir.Kitap ile ilgilenmemeleri,dini için gerekli ilgiyi göstermeyip Allahın kitabını okumamaları onları cahil yapmıştır ve bu bir mazeret değil başlı başına bir suçtur.




Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiği zaman: “(Hayır,) bilakis biz, babalarımızı üzerine bulduğumuza uyarız.” derler. Babaları hiçbir şey akletmemiş ve doğru yolu bulamamış olsalar bile mi?

(Bakara 170)

Bu âyet-i kerîmeler, Peygamberimiz’in yahudileri İslâm’a davet edip Allah’ın azabından sakındırdığı vakit onlardan bazılarının: “Biz, babalarımızı hangi yol üzere bulduysak ona uyarız. Çünkü onlar bizden daha âlim ve daha hayırlı idiler” demeleri üzerine inmiştir.

(Taberî, Câmi‘u’l-beyân, II, 107-108)

Bu ayette müşriklerin taklitleri, cehaletleri ve risaletten yüz çevirmelerini Allah mazeret görmedi ve bu kimselere yine müşrik ismini verdi.Günümüzde de insanlar şirk ehli hocaları takip edip onları cahilce taklit ediyorlar.Taberi tefsirin de belirtildiği gibi yahudiler atalarını Allah katında daha alim ve daha hayırlı görüyorlar günümüzde de insanlar geçmiş atalarını ve şirk ehli hocalarını bilmeden cahilane bir şekilde taklit ediyorlar.Ayette belirttiği gibi bu bir mazaret değildir,aksine taklit şirke götüren bir sebeptir,aşağılanması gereken bir suçtur.




Ey inkâr edenler! Bugün bahane üretmeyin! Sadece yapmış olduklarınızın cezasını çekiyorsunuz.

(Tahrim 7)




Onlara soracak olsan mutlaka, “Biz lafa dalıyor eğleniyorduk, hepsi bu!” derler. De ki: “Siz Allah ile, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?”
Mazeret ileri sürmeye kalkmayın.
Muhakkak ki imanlarınızdan sonra kafir oldunuz. İçinizden bir kısmını affetsek de, diğer bir kısmını günahta ısrarcı davranmış oldukları için azaba uğratacağız.


(Tevbe 65,65)

Bu ayette insanın küfrü kast etmiş olması veya bu konuda "cahil" olması küfrüne engel olmamıştır.Bu ayette de mürcielerin iddia ettiği gibi tekzip,istihlal,inkar gibi küfre engel olarak getirdikleri şeylerin de batıl olduğu görülmektedir.


Bu ayet hakkında bazı alimlerin nakilleri şöyledir:

İmam Kurtubî, Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî’nin şöyle dediğini nakleder:

“Küfür (lafızlarıyla) şaka yapmak küfürdür. Bu konuda ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”

( “el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an”, 4/101.)



İmam Cessas “Ahkamu’l Kur’an” adlı eserinde bu ayeti tefsir ederken şöyle der:

“Bu ayette, ikrah olmaksızın küfür kelimesini söyleyen kimselerin şakacı veya gerçekçi olmasının eşit olduğuna bir işaret vardır… Bu ayet, küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın aynı hükme tabi olduğunu ifade etmektedir.”

(“Ahkamu’l-Kur’an”, 3/207.)


İbnu’l Cevzi der ki: “Bu (nakiller) küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın bir olduğuna işaret etmektedir.”

(Zadu’l Mesîr”, sf. 593.)


İmam Âlusi şöyle der: “Bazı âlimler bu ayet ile küfür kelimesini söyleme hususunda şaka yapmanın ve ciddi olmanın eşit olduğuna delil getirmişlerdir ki, bu hususta (zaten) ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”

(“Tefsiru Ruhi’l-Meani”, 6/190.)





Dikkat edin! Halis olan din Allah’ındır. O’nun dışında veliler edinenler (derler ki): “Bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye bunlara ibadet ediyoruz.” Allah, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmedecektir. Şüphesiz ki Allah, yalancı ve kâfir olan kimseyi hidayet etmez.


(Zümer 3)


Bu ayettede açıkça görülüyor ki mekkeli müşrikler putlara Allah'a daha fazla yaklaşmak için ibadet ediyorlar.İyi niyetle bir tevil yapmış olmaları ve bu konuda cahilane bir tavır sergilemeleri aslında niyetleri iyi Allaha daha yakın olmak ama Allahin meşru kalmadığı hakkında hiç bir delil indirmediği bir şekilde O'na yaklaşmaya çalıştıkları için bu onlardan kabul edilmedi ve şirke bulaşmış oldular.Bu konuda ki cehaletleri mazeret olmadı.Ayetin devamında Allah onların yalancı ve kafir olduğunu belirtiyor.Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki hiç bir inanç mensubu bile bile cehenneme gitmek istemez.Örneğin hristiyanlar "hadi bugün İsa Allahın oğludur(haşa) diyelim de cehennemi hak edip cayır cayır yanalım" demezler aynı şekilde yahudiler "Üzeyr Allahın oğludur diyelim de Allaha ortak koşup cehennemi hak edelim" demez veya bir tarikatçıda bile bile cehenneme gitmek istemez ona göre o yol çok doğrudur ama sonuç değişmez.Allah'a giden tek bir yol vardır.O yolun dışındakileri hepsi de batıldır.Buna da güzel bir hadisi örnek vereyim.

Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), düz bir çizgi çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde açıklamada bulundu. Sonra da En’âm Suresi 153. âyeti kerimeyi okudu:

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٥٣﴾

Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.”

(Dârimî, Mukaddime,23,İbn Mâce,
Mukaddime 1,Ahmed, 4437)



Merkezinde halka âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe rabbin memleketleri helâk etmez. Biz, ülkeleri ancak halkı zulümde ısrar edince helâk ederiz.

(Kasas 59)

Kim doğru yolu seçerse kendi iyiliği için seçmiştir, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü üstüne almaz. Biz bir resul göndermedikçe azap da etmeyiz.

(İsra 15)


Bu ve bir üstünde ki ayettede resul göndermedikçe azap edecek değiliz diyor.Bizim topluma zaten peygamber gelmiştir hüccet peygamber ve Kuran ile tamamlanmıştır.Artık mazaret ortadan kalkmıştır.



(Bu kitap) izzeti büyük, rahmeti bol olan Allah tarafından ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde bulunan bir toplumu uyarasın diye indirilmiştir.Andolsun ki onların çoğu hakkında o söz (azap) gerçekleşecektir; çünkü onlar iman etmeyecekler.


(Yasin 6,7)



Mekkeli müşriklerin atalarına bir peygamber gelmemişti ve kendileri de gaflet içerisindeydi ama bunun böyle olması atalarının şirke bulaşıp müşrik olanlarına bile bir mazeret değil kaldı ki peygamber geldikten sonra bizim topluma bu cehaletleri mazeret olsun.



Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.

(Ali İmran 103)

Bu ayet hakkında bazı alimlerden nakiller:

Alusi, İbn-i Abbas’tan şunu nakletmektedir:

“-Siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de…- Yani siz daha önce cehennemin tam kıyısında, bir çukurun yanı başında idiniz. Sizinle cehennem arasında ancak ölüm vardı.”

(Alusi, Ruhu’l Meani, 4/20)

Kurtubi, El’Mehdevi’den bu noktada şu ifadeyi nakletmektedir:

“Bu ifade onların küfürden çıkıp imana girişlerini anlatan temsili bir ifadedir.”

(Kurtubi, El’Camiu Li’Ahkam 4/319)

Diğer müfessirler de aşağı yukarı bu ayeti kerime üzerinde aynı şeyleri söylemektedirler. Okuyoruz:

Kadı Beyzavi: “Küfrünüz sebebi ile cehennem ateşinin tam kenarında durmakta idiniz. Şayet bu hal üzere ölüm size ulaşsa idi ateşte olurdunuz.”

(Kadı Beyzavi, Envar’ut Tenzil, 1/224)


İbn-i Cerir Et’Taberi: “Allah sizi İslam ile nimetlendirmeden, ihtilaflarınızı kardeşliğe dönüştürmeden önce sizler küfrünüz sebebiyle cehennemin tam kıyısında idiniz. Sizinle bu ateş çukuru arasında tek engel ölümdür. Küfrünüz sebebiyle her an başınıza gelebilecek bir ölüm o çukura düşmenize ve orada ebedi kalmanıza sebep olacaktır.”

(Taberi, Cami’ul Beyan, 4/36)



İbn-i Kesir: “Onlar küfürleri sebebiyle cehannem ateşinin kenarında idiler. Ancak Allahü Teala onları iman etmeleri sebebiyle kurtardı.”

(İbn- Kesir Tefsiri, 1/397)


Fahreddin Er’Razi: “Şayet onlar küfürleri üzere ölmüş olsalardı, muhahkak ki cehenneme düşerlerdi. İşte böylece, kendisinden sonra ateşe düşmeleri beklenen o hayatları, çukurun tam kenarında oturmaya benzetilmektedir.”

(F. Razi, Tefsiri Kebir, 6/519)


Yine İmam Şafi aynı konu hakkında şunları söylemektedir:

“Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.”

(İmam Şafii, Risale sy: 4-5)

Gerek ayetin metninden, gerek ayete dair müfessirlerden yaptığımız alıntılardan anlaşılan şudur ki; nebevi hüccet ikame edilmeden önce de insanlara şirk vasfı verilebilmektedir. Kişiler işledikleri şirk fiilleri sebebiyle müşrik olarak isimlendirilebilmektedir. Nebevi hüccetin ikame edilmemesi, şirk fiilleri işleyen kimselere müşrik vasfını vermemek için geçerli bir mazeret değildir. Dikkat edilirse müfessirlerin hemen hemen hepsi onların işledikleri fiiller sebebiyle kafir olduklarını açıkca belirtmişlerdir. İmam Şafi’nin yukarıda alıntıladığımız sözü bunu açıkca ortaya koymaktadır.


“Ey kavmim! (Davetim karşılığında) sizden mal talep etmiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir. Ben, iman edenleri kovacak değilim. Onlar Rableri ile karşılaşacaklardır. Fakat ben, sizlerin cahillik eden bir topluluk olduğunuzu düşünüyorum.”

(11/Hûd, 29)

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine ait putları olan ve sürekli o (putlara) tapan bir kavme geldiler. “Ey Musa! Onların ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah yap.” demişlerdi. “Şüphesiz sizler, cahillik eden bir topluluksunuz.” demişti.

(A'râf, 138)



Sonra seni, (ilahi) emre dayalı bir şeriat üzere kıldık. Ona uy. Bilmeyenlerin hevalarına uyma.

(Câsiye 18)


Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Halbuki onlara, kendisinden başka ilâh olmayan bir tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.


(Tevbe 31)



(...) Adiy, Medine’ye geldi. O, Tay Kavmi'nin lideriydi. Boynunda gümüş bir haçla Resûlullah’ın (sav) huzuruna girdi. Resûlullah (sav) Tevbe Suresinin 31. ayetini okuyordu. Adiy, Peygamber’e (sav): ‘Onlar, din adamlarına tapmadılar ki!’ dedi. Resûlullah (sav): ‘Evet, fakat din adamları, onlara helali haram, haramı helal kıldılar. Onlar da tabi oldular. Bu, onların, din adamlarına ibadetidir.’ buyurdu.”

(Tirmizi, 3095; İbni Ebi Hatim,10057-10058)



Burda dikkat edilecek olursa Adiy bin Hatim onlar din adamlarına tapmadılar ki diyor yani onlara haram helal noktasında itaatin ibadet olduğunu bilmiyordu yani bu konuda cahildiler ama cahil olmaları bu sonucu değiştirmedi.


Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.

(Buhârî, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, 50.)


Bu hadiste cehaletin mazeret olmadığına delildir.Gelişi güzel,cehaletle söz söylemenin ne kadar büyük sonuçlar doğuracağını gözler önüne sermektedir.







Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Dedim ki

“Ey Allah’ın Resûlü, İbnu Cüd’an câhiliye devrinde sıla-i rahimde bulunur, fakirlere yedirirdi. O bundan fayda görecek mi?”

Resûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi:

“(Hayır) iyiliklerin ona bir faydası olmayacaktır. Çünkü o bir gün bile -Ya Rabbi kıyamet günü günahlarımı bağışla- dememiştir.

(Müslim İman 365 (214))


İbn-i Cüd’an isimli bu kimsenin ahirete iman etmemesi sebebiyle, yapmış olduğu salih amellerin hiç birisinin kendisine kıyamet gününde fayda vermeyeceğini bizzat Rasulullah (s.a.v) bizlere bildirmiştir. O’nun amellerinin fayda vermemesinin tek sebebi ise kafir olarak ölmesidir. Bakınız İmam Nevevi bu hadisi şerife dair yapmış olduğu açıklamaya “Kafir olarak ölen kimseye hiçbir amelinin fayda vermeyeceğinin delil” şeklinde anlamlı bir başlık atarak şöyle demiştir:

“Hadisi Şerif, kafir olarak ölen bir kimsenin akraba ziyareti yapmak, fakirleri doyurmak gibi hayırlı fiillerinin ahirette kendisine hiçbir fayda vermeyeceğini bildirmektedir.”

(İmam Nevevi, El’Minhac, Sahihi Müslim Şerhi, 3/82)

İmam Nevevi’nin açık beyanında görüleceği üzere, Nevevi bu kimseye kafir ismini vermekte kendi adına hiçbir sakınca görmemektedir.

Bu kısımda da peygamber gelmeden akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler ile tevhidi bulanları anlatmaya çalışağım.

*ZEYD BİN AMR BİN NÜFEYL,Amr bin Abese,Kus bin Saide,Osman bin Huveyris,Varaka bin Nevfel vb. örnekler arttırılabilir (Peygamberimiz gelmeden önce Tevhidi bulan kişiler)


Zeyd bin Amr bin Nüfeyl

Zeyd, İbrâhim’in dinine uyanlardan kendisi dışında kimsenin kalmadığını söyler ve şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Şahit ol ki ben İbrâhim’in dinindenim” (Buhârî, Menakıbü’l-ensar, 24); “Ey Allahım, ey İbrâhim’in ilâhı, dinim İbrâhim’in dinidir.” (Nesâî, Menâķıb, 13)

Allah'ım! Sana ibadet etmenin en iyi yolunu bilsem öyle ibadet ederdim, ne yazık ki bilmiyorum!” diye hayıflanır, elleri üzerine secde ederdi. Onun ayrıca belirli vakitlerde Kâbe’ye yönelerek namaza benzer bir ibadeti yerine getirdiği zikredilmektedir.
(İbn Hacer, el-İsabe, I, 569-570)


Zeyd’in oğlu Saîd, Hz. Ömer’le birlikte Resûl-i Ekrem (asm)’in yanına giderek, “Eğer babam size erişebilseydi iman ederdi, onun bağışlanmasını dileyebilir misiniz?” diye sormuş, Resûl-i Ekrem de “Elbette onun için istiğfar ederim, o tek başına bir ümmet olarak haşredilecektir.” cevabını vermiştir.

(Müsned, I, 189-190; İbn İshak, s. 99-100)





Kus bin Saide


“Allah Kus’a rahmet eylesin, kıyamet gününde onun ayrı bir ümmet halinde diriltileceğini umarım.”

(İbn Kesîr, el-Bidâye, 2/294)



Burda da kendisine bir peygamber ve kitap gelmemesine rağmen cehennemlik olan kişilerden bahsedeceğiz.Akıl,fıtrat,misak ve kainattaki ayetler Tevhidi bulmada yeterlidir.Peygamber ve kitap gelmese bile biri Allaha şirk koşuyorsa müşriktir.Peygamberin annesi,babası,dedesine bile cehalet mazeret değil ama ne komik ki bizim topluma akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler bide fazlalık olarak peygamber ve kitap gelmiş onlara cehalet mazaret değil ama bizim topluma cehalet mazaret(!) Ne komik :)))))


Bununla ilgili delilleri sıralayacak olursak;


Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad b. Seleme, Sabitten, o da Enes'den naklen rivayet etti ki bir adam: Ya Resulullah benim babam nerededir? Diye sormuş. Resulullah (asm):
“Cehennemdedir”, demiş. Adam dönüp gidince Resulullah (asm) kendisini çağırarak:
“Benim babam da, senin baban da cehennemdedir.” buyurmuşlar.

(Muslim, İman 347; Ebû Dâvûd, Sunne, 17; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)


İmam Nevevi, Müslim şerhinde bu hadis üzerine yaptığı açıklaya “Kafir olarak ölen kimsenin cehennemde kalacağının, hiçbir şefaata nail olamayacağının, Allah’ın yakın kullarına akraba olmanın kendisine hiçbir fayda sağlamayacağın beyanı” başlığını vermiştir. Yine aynı hadis üzerinde İmam Nevevi Arablardan putlara ibadet hali üzere ölenlerin cehennem ehli olduklarını, bu kimselere Hz. İbrahim’in ve diğer rasullerin davetinin ulaştığını ve bu sebeple bu kimselerin kendilerine davet ulaşmadığı için sorumlu tutulmayacak kimselerden olmayacaklarını belirtmiştir.

(İmam Nevevi, El’Minhac, Sahihi Müslim Şerhi, 3/74)






Ebû Hurayra’den (r.anh) yapılan bir rivayete göre Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi

(Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 101; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.)

Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti. (Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır

(Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)


Museyyeb b. Hazn (r.anh)'den şöyle rivayet edilmiştir:
«Ebu Talib'de ölüm alametleri belirdiği sırada Rasulullah (s.a.v.) geldi. Amcasının yanında Ebu Cehil İbn-i Hişam ile Abdullah b. Ebi Umeyye'yi buldu.
Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib'e:
«Ey amcam! La ilahe illAllah de, kıyamet gününde kendisiyle sana şehadet ve şefaat edebileceğim bu kelimeyi söyle» buyurdu.

Ebu Cehil ve Abdullah b. Umeyye:
«Ey Eba Talib! Abdulmuttalib'in milletinden yüz mü çevireceksin?» diye bundan menettiler.
Rasulullah (s.a.v.) amcasına Kelime-i Tevhidi arza devam ediyordu. Diğer ikisi de mutemadiyen o sözlerine tekrar ediyorlardı.
Nihayet Ebu Talib bunlara söylediği son söz olarak: «O(yani ben) Abdulmuttalib'in milleti üzeredir» dedi ve La ilahe illAllah demekten çekindi.
Rasulullah (s.a.v.): «İyi bil amcacığım! Yemin ederim ki ben hakkında mağfiret dilemekten nehyolunmadıkça her halde Allah (c.c)'dan senin için af ve mağfiret dilerim» dedi.
Bunun üzerine Allah (c.c):
«Ne nebinin ne de mûminlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra yakın akrabaları da olsa şirk koşanlar için mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz.» (Tevbe: 113) ayetini indirdi.
Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.(Kasas 56)

(Buhârî, Tefsir 28/1; Müslim, İman, 39; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XI,91,93,,Şevkânî, IV, 174)


Bize İbn Ebi Ömer rivâyet etti. ki: Bize Süfyan, Abdulmelik b. Umeyr’ den, o da Abdullah b. Haris' ten naklen rivâyet etti. Dedi ki. Abbâs'ı şunları söylerken işittim: «Dedim ki: Ya Resûlüllah- Gerçekten Ebû Tâlib seni korur ve sana yardım ederdi. Acaba bu ona bir fayda verdi mi?» Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem): «Evet, Ben onu cehennemin derin dalgaları içinde buldum da kendisini sığa çıkardım.» buyurdular.

(Müslim, İman: 358)


Bize Kuteybe ibni Sa'id de rivâyet etti. ki Bize Leys İbn'l Hâd'dan, o da Abdullah b. Habbâb dan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında amcası Ebû Talib'in zikri geçmiş. Bunun üzerine: «Umulur ki, kıyâmet gününde benim şefâ'atım ona bir fayda verir de cehennemin sığ yerine konur. Topuklarına kadar erişir, ondan beyni kaynar.» buyurmuştur.

(Müslim, îman: 360)

“Cehennemliklerin azap itibari ile en ehveni Ebû Talib’dir. O dahi iki ayakkabı giyecek, onlardan beyni kaynayacaktır.”

(
Müslim, İman: 363)



Alimlerden Bazı Nakiller

İmam Şafii şöyle der: “Eğer cahil cehaletinden dolayı mazur olmuş olsaydı, cehalet ilimden daha hayırlı olurdu. Çünkü kuldan teklif yükünü kaldırmış ve kalbini sıkıntı türlerinden rahatlatmış olurdu. Tebliğ ve öğrenme imkanından sonra, kul için hükmün cahili olmasında bir delil yoktur.”

(El-Mensur fi’l-Kavaidi’l-Fıkhiyye, 2/15, 17)



Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.”

(İmam Şafii, Risale sy: 4-5)



Ebu Hanife şöyle demektedir:

Bir kişi tevhid ilminin inceliklerinden bir güçlükle karşılaşırsa, kendisine konuyu soracağı bir alim buluncaya kadar, Allah katında
doğru olduğuna itikat (iman) etmesi gerekir. Bu konuyu sormayı tehir edemez. Bu tereddütlü halinde bekleyemez. Eğer beklerse kafir olur.”

(El-Fıkhul Ekber,165)



“Eğer bir kimse, itikat etmediği halde kendi isteği ile bir küfür kelimesi söylerse kafir olur. Çünkü hükmüne razı olmasa da bunu işlemesiyle razı olduğunu göstermektedir. Bu, küfür sözüyle şaka yapan gibidir. Zira bu kimse, hükmüne razı olmasa bile kafir olur ve alimlerin genelinin yanında cehaleti ile de mazur olmaz.”

(Fıkhu’l-Ekber şerhi, Ali el-Kari, s;421)


İbn-i Nuceym der ki: “Kim gerek şaka yere gerekse ciddi olarak küfür kelimesini söylerse tüm âlimlere göre kâfir olur. Bu konuda niyetinin hiçbir geçerliliği yoktur.

(el-Bahru’r-Râik”, 5/134.)


İbn-i Hümam şöyle der: “Kısacası, bazı fiiller vardır ki, -kâfirlere has olan alametler gibi- bunlar inkâr makamına kaimdir. Küfrün bizzat kendisinden uzak durmak nasıl gerekli ise bu tür fiillerden de uzak durmak gerekir. Allah’u Teâlâ “Biz dalmış eğleniyorduk” diyen kimselere, “Özür dilemeyin, siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz” buyurdu. Onlara: “Siz yalan söylediniz” demedi. Aksine küfrün en belirgin özelliklerinden olan “boş işlere dalmak” ve “eğlenmek” ile boyunlarından İslam bağını çıkardıklarını ve İslam’ın korumasından çıkıp küfre girdiklerini haber verdi. Bu da göstermektedir ki, bu tür fiiller bir şahısta bulunduğu zaman o şahsın küfrüne hükmedilir; kalbindeki tasdike de bakılmaz.”

(Feydu’l-Barî”, 11/50)


İmam Keşmirî “İkfaru’l Mulhidin” adlı eserinde şöyle der: “Kısacası, kim, gerek alay ederek gerekse şaka yere küfür kelimesini söylerse ittifakla kâfir olur ve bu konuda itikadına (niyetine) itibar edilmez.

(İkfaru’l Mulhidîn”, Sf. 59)

Hanefilerin meşhur âlimlerinden birisi olan Ali el-Kari fıkıh kitaplarından birisi olan “Mecmau’l Fetâva” adlı eserden şu cümleleri nakleder: “Kişi küfrü gerektiren bir söz söylerse kâfir olur.”

(“Şerhu’ş Şifa”, 2/453.)




Mecmau’l-Enhur” adlı meşhur Hanefi Fıkıh kitabında şöyle geçer: “Kişi içeriğine inanmadığı halde (ikrah olmaksızın) kendi tercihiyle küfür kelimesini telaffuz etse tüm ulemaya göre kâfir olur.

(Mecmau’l Enhur Şerhu Multeka’l Ebhur”, sf. 696.)


İbn-i Kudâme el-Makdisî der ki: “Kim Allah’a söverse kâfir olur. Bu hususta şaka yapması veya ciddi olması bir şey değiştirmez. Keza Allah ile ayetleri ile peygamberleri ile ya da kitapları ile istihza eden kimse de kâfir olur.

(el-Muğnî”, 4/20. Bab: 7124)


Fahreddin Hasen b. Mansur el-Hanefî der ki: “İsteyerek (yani ikrah olmaksızın) kalbi iman üzere olduğu halde dili ile küfür kelimesini söyleyen bir kişi kâfir olur, Allah katında da “mümin” olamaz.

(Fetâvâ Kadıhan”, el-Fetâvâ’l-Hindiye hamişinde, 3/573)

İbn-i Receb el-Hanbelî der ki: “Dini terk ve cemaatten ayrılmanın manası: İslam dininden dönmektir/irtidattır isterse bu kişi şehadet kelimelerini söylesin. Eğer Allah ve Rasûlüne söverse, -şehadeti kabul etse bile- kanı mubah olur, çünkü o bununla dinini terk etmiştir. Aynı şekilde eğer o kişi Mushafı hafife alır da pisliklerin için atarsa veya namaz gibi dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkâr ederse yine durum aynıdır.

(Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem”, sf. 179.)




Burhaneddin İbn-i Mazeh el-Hanefî der ki: “Kim İsteyerek (yani ikrah olmaksızın) kalbi iman ile mutmain olduğu halde dili ile küfür kelimesini söylerse kâfir olur; kalbinde ki inanç ona fayda sağlamaz.

(el-Fetâvâ’t-Tatarhâniyye”, 5/458)


İbn Teymiyye

İbn Teymiyye şöyle der:
“Netice olarak; kim küfür olan bir söz söyler veya fiili işlerse, bununla kafir olur. Kafir olmayı kast etmese bile. Çünkü Allahu Teala’nın diledikleri dışında hiç kimse küfre girmeyi kast etmez.”

(Es-Sarimu’l-Meslul: 177, 178)

Yine İbn Teymiyye başka bir kitabında şöyle demektedir:

Allahu Teala, yalanlayarak olsun veya olmasın, ayetlerinden yüz çevirenlere en ağır cezayı vereceğini belirtmiştir. Bu da gösteriyor ki peygamberlerin getirdiklerini kabul etmeyenler kâfirdir. Bunun yalanlama, büyüklenme, hevaya uyma veya getirilen şeylerden şubhe etme sebebi ile meydana gelmesi arasında fark yoktur.
Peygamberin getirdiği şeyleri yalanlayan herkes kâfirdir. Yalanlamasa bile, iman etmediği sürece yine kâfir olur.”

(Mecmuu’l-Fetava, 3/196)

Eğer ki kişinin muhalefeti, dinin açık olmayan ve herkes tarafından bilinmesinin zor olduğu meselelerde olursa, hata ettiği, dalalete düştüğü ve kendisine hüccet ikamesinin yapılmadığı söylenebilir. Ancak kişinin muhalefeti, açık olan ve Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun ile gönderildiği ve ona muhalefet edenlerin tekfir edildiği bütün Müslümanlar ve hatta Yahudi ve Hristiyanlar tarafından da bilinen meselelerde ise durum böyle değildir. Tek olan Allahu Teala’ya ibadetin emredilmiş olması ve Allahu Teala’dan başka, meleklere, peygamberlere, güneşe, aya, yıldızlara, putlara ve başka şeylere ibadetin yasaklanmış olması bu türdendir. Bunlar İslam esaslarının en açık olanlarıdır. Yine beş vakit namaz ve Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve muşriklere düşmanlığın emredilmiş olması ile içki, kumar, zina ve faizin yasaklanmış olması da bu kabildendir.”

(Mecmuu’l-Fetava, 4/37)


Şeyh Nuseyruddin Muhammed b. Abdullah es-Samiri el-Hanbeli şöyle der: “Kim şaka ile küfür kelimesi söylerse kafir olduğuna hükmolunur.”

(El-Mustevab fil-fıkhı’l-Hanbeli: 3/ 2339)


Şeyh Süleyman b. Abdullah en-Necdi şöyle der: “Allahu teala’nın: ‘’Özür dilemeyin, muhakkak ki siz imanınızdan sonra kafir oldunuz.’’ Ayeti delildir ki, kişi küfür işlediğinde, kafir olacağını bilmez veya buna itikat etmezse bununla mazur olmaz, bilakis sözlü ve ameli fiili ile kafir olur.”

(Teysiru’l-Azizu’l- Hamid, s; 554, 555)


“Eğer bir kimse küfür kelimesi konuşursa kafir olur. Ve yine bir topluluk ondan bunu kabul ederlerse onlarda kafir olurlar ve cehaletleri ile mazur olmazlar.”

(Şerhuş-şifa, 2/ 453)


İbn Hacer el-Heytemi şöyle der:
“Kim küfür kelimesi telaffuz ederse kafir olur. Küfür olduğuna itikat etmese bile. Ve cehaleti ile de mazur olmaz. Yine ona gülen veya onu hoş karşılayan veya ondan razı olan da kafir olur.”

(El-İlam bi kavadii’l-İslam: s, 40)


Kadı İyad şöyle der: Hanefi alimlerinin cehaletin mazeret olmayışı ile ilgili yaptıkları konuşmalarına karşılık şunu söyler; ‘’Hiç kimse küfürde cehaleti ile mazur olamaz.’’

(Eş-Şifa bi şerhi Ali el-Kari: 2/ 429)



İmam Karafi el- Maliki şöyle der: “Şeriat sahibinin şeriatta müsamaha göstermediği ve işleyeni affetmediği cehalettir. Bunun kuralı: sakınılması çok zor olmayan ve nefse meşakkatli gelmeyenlerdir. Bunlar affolunmamıştır ve fiilinden teklif kalkmamıştır. Bu kısım, usuluddin de, itikatlarda, usulu fıkıhta ve bazı fer’i fıkıh hükümlerinde geçerlidir. Usuluddin meselesinde ise cehalete itibar olunmaz. Sahih akidenin sorarak ve araştırılarak öğrenilmesi gereklidir. “

(El-Furuk: 2/ 149)


Abdurrahman b. Hasan şöyle der: “Alimler istikamet menhecinde yürümüşler ve mürted babını zikretmişlerdir. Onlardan hiç birisi; bir küfür söylediğinde veya bir küfür işlediğinde, bunun kelime-i şehadet’e zıt olduğunu bilmezse cehaletinden dolayı kafir olmaz, dememişlerdir. Allah teala kitabında beyan etmiştir ki, bazı müşrikler cahil ve mukallittirler ve cehaletleri ve taklitlerinden dolayı Allah teala onların azabını kaldırmamıştır.”

(Feteva el eimmetin necdiyye; 3/ 232)

Aynı eserin farklı bir yerinde ise şöyle der: “Kuşkusuz Alla teala, ellerinde bir kitabı bulunmayan cahiliyye ehlini bu büyük şirk de mazur görmemiştir. Allah’ın kitabı ellerinde bulunan ve onu okuyan bir ümmet nasıl mazur olabilir?” (a.g.e. 3/ 226)



Muhammed b. Abdilvehhab

Muhammed b. Abdulvahab’a davetten önce ölen ve islama ulaşamayan kimse sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Davet ulaşmadan ölen kimse hakkında ki hüküm, eğer şirk fiili ile biliniyor ve onu din olarak benimsemiş ve bu hal üzere ölmüşse, bu kimsenin zahiri hali küfür üzere öldüğüdür. Ona dua edilmez, kurbanı kesilmez ve onun yerine sadaka verilmez.”

(Ed-durerus-seniyye: 3/ 133, 134)


Muhammed ibn Abdilvehhab
İslam'a yeni girmiş ya da uzak bir çölde yetişmiş olup kendisine huccet ikame edilmeyen yahut, cahilliği sevgi ve nefret büyüsü gibi bilinmeyen kapalı bir mesele ile ilgili olan kimse bunu öğreninceye kadar tekfir edilmez. Ancak Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın apaçık beyan ettiği, Kitabı'nda hükmünü muhkem şekilde açıkladığı dinin asıllarına gelince, bu noktada Allah'ın hucceti Kur'an'dır. Kime Kur'an ulaşmışsa ona huccet ulaşmıştır.

(Ed-Dureru-s Seniyye, 8/90.)


İnsan küfür kelimesini sadece telaffuz etmekle kafir olur. Onu söylerken cahil olması durumu değiştirmez. Zira cehaleti sebebi ile özür sahibi değildir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 1/71.)





Abdullah bin Abdurrahman Ebu Batîn:


Küfür işleyenin tevil sahibi, müctehid, hatalı, taklitçi veya cahil olduğunu söyleyip bunların mazeretli olduğunu söylemek; Kur’an, sünnet ve icmaya terstir.

(El-İntisar li hizbillah el-Muvahhidin fi Akide el-Muvahhidin, Sh.25)






(Kabirden yardım isteyenler için bahsediyor.Öncesini almadım.)
"Alimlerin hepsi böyle kimseleri tekfir etmişler ve cehaletlerini özür olarak kabul etmemişlerdir. Bazı sapkın kimselerin "Onlar cehaletleri sebebi ile mazeret sahibidirler" sözlerine gelince bu Allah hakkında ilimsizce konuşmaktır."
(Ed-Dureru-s Seniyye, 10/404)


Bilinmelidir ki genel olarak cehalet sahibi için bir özür değildir. Bütün mezheb alimleri fıkıh kitablarında "Murtedin Hükmü" adı altında bablar açmışlardır. Murted Müslüman olduktan sonra tekfir edilen kimsedir. Alimler kitablarında bu konuya öncelikle küfrün ve şirkin çeşitlerini izah ederek başlamışlardır. Ve arkasından "Kim Allah'a şirk koşarsa kafir olur" demişlerdir. Zira alimlere göre şirk küfür çeşitlerinin en büyüğüdür. Ve alimler hiçbir zaman bazılarının dediği gibi "Şayet kişi cahil ise murted olmaz" dememişlerdir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 10/391-394'den özetle.)


Allah'a şirk koşan kimse cehaleti sebebi ile mazeretli ise o halde mazeretli olmayan kimdir ki? Böyle bir iddia "Allah (Subhanehu ve Tealâ) huccetini ancak inatçı kafirlere beyan etmiştir" düşüncesini gerekli kılar. Fakihler "Murtedin Hükmü" babında "Murted Müslüman olduktan sonra şubhe etmek ya da kat'i bir inanç suretiyle sözlü ya da ameli olarak küfre giren kimsedir" demişlerdir. Şubhenin sebebi ise malum olduğu üzere cehalettir. Cehaleti mazeret gören kimsenin iddiasının bir gereği de şudur:
"Biz Yahudi ve Hrıstiyanların cahillerini ve hakeza güneşe, aya ve putlara ibadet edenlerin cahillerini cehaletleri sebebiyle tekfir etmeyiz."
Tüm Müslümanlar icma etmişlerdir ki kim Yahudi ya da Hristiyanları tekfir etmez ya da onların küfründen şubhe duyarsa o da kafirdir. Ve bizler biliyoruz ki onların çoğu cahil kimselerdir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 12/69-70.)


Kim yaptığının iki şehadet kelimesine muhalif olduğunu bilmeksizin küfür kelimesini ikrar eder ya da küfür amelini işlerse cehaleti sebebiyle tekfir edilmezler." Evet alimler kitablarında hiçbir zaman böyle şeyler söylememişlerdir. Bilakis Allah (Subhanehu ve Tealâ) kitabında muşriklerin taklidci cahiller olduğunu söylemiş onların Allah'a şirk koşmaları taklid ya da cehalet sebebi ile olmasına rağmen kendilerinden Allah'ın azabını kaldırmamıştır."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 11/478-479.)


"Hiç şubhe yoktur ki Allah (Subhanehu ve Tealâ) kendisine şirk koşan cahiliye ehlini ellerinde bir kitab olmadığı halde özür sahibi kabul etmemiştir. Durum bu olduğuna göre acaba önlerinde Allah'ın kitabı olan bir kavim nasıl özür sahibi olabilir ki. Onlar bu kitabı okumakta ve dinlemektedirler. Allah'ın kitabı onlar için bir huccettir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 11/466.)




Hafız imam ibn Kayyım el Hanbeli şöyle der: “İslam, Allah’ı birleme, yalnızca Ona ibadet etme ve Ona şirk koşmama, Allah’a ve Resulüne iman ve getirdiklerine tabi olmadır. Kul, bunları yapmadığında müslüman olmaz. Eğer inatçı bir kafir değilse cahil bir kafirdir. Bu tabakanın son hali, onların inatçı olmayan cahil kafirler olmalarıdır. Onların inatçı olmamaları onları kafir olmaktan kurtarmaz. Zira kafir, ya inat ile ya da cehalet ve inat ehlini taklitle Allah’ın birliğini inkar eden ve resulünü yalanlayandır.”

(Tariku’l-Hicreteyn: s, 382)



Suleyman bin Suhman

"Hiç kimse Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasullerine ve ahiret gününe iman etmemesi sebebi ile mazeretli değildir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) kafirlerin bir çoğunun küfürlerini açıkladıktan sonra aynı zamanda onların cahil kimseler olduklarını da haber vermiştir. Hrıstiyanları cahil olarak sıfatlandırmıştır. Hiçbir Müslüman bir Hrıstiyanın küfründe şubhe etmez. Biliyoruz ki bugün Yahudi ve Hrıstiyanların çoğu cahil kimselerdir. Onların kafir olduklarına inandığımız gibi onların küfründen şubhe eden kimselerin de kafir olduklarına inanırız. Kur'anı Kerim açık bir şekilde delalet eder ki dinin aslında şubhe duymak küfürdür."

(Keşfu-ş Şubheteyn, 92.)





Tüm konuyu şu ayetle sonlandırmak istiyorum:


Şimdi söyleyin bakalım (ey putperestler), sizin inkârcılarınız şu anılanlardan daha mı iyi; yoksa sizin için kitaplarda bir kurtuluş hükmü mü var?

(Kamer 43)


Bu ayette mekkeli müşriklere geçmiş kavimleri örnek vererek yani onlar yapınca şirk siz yapınca da şirk değişen bir şey yok sizin onlardan bir farkınız yoktur.Aynı şeyi de biz bu zamanın mürcie/irca ehline söylüyoruz.Ad kavminin,semud kavmi,mekkeli müşrikler vs. bu şirkleri yapınca Allahin azabından kurtulamıyorlar ama kendini müslümanlığa nispet eden,müslüman olduğunu zanneden aslında La ilahe illallahı fehmedememiş; kabirperestler, sofiler,tarikatçılar vs.kurtulacak öyle mi
Ebu Cehil ve avaneleri yapınca şirk oluyor Cübbeli,Mahmut yapınca niye bunları ayrı kefeye koyuyorsunuz bunların istiğase,şefaat,himmet,gaybı bildiğini iddia etme vb. bir sürü şirkleri var.Ve bu adamlar kesinlikle mazur değillerdir.Mekkeli müşrikler gibi kafirdirler.Allah tüm tarikatlara,şirke ve küfre bulaşmış tüm insanlara el Hadi isminin hürmetine hidayet versin bize de aynı şekilde versin.Hidayetimizi ve yakinimizi arttırsın.



Sokağa çıkın 10 insana sorun mekkeli müşrikler Allaha inanıyor muydu? Emin olun ki size verecekleri cevap "Hayır" olacaktır.Aslında bilmiyorlar ki bu mekkeli müşrikler rububiyette (Allahın yaratması,rızık vermesi,yer ve göklerin mülkünün ona ait olması,bütün işleri idare edenin O olması,ölüden diriyi,diriden ölüyü çıkarmak vs.) bu gibi şeylerin hepsini kabul etmişlerdi ama iş uluhiyete gelince yani Allah'a kulluk ve ibadette onu birlemeye gelince şirk koştukları kısım burasıydı.Allah'tan başkasına dua,ibadet,şefaatçiler edinmek,kurban kesmek,adak adamak,kendi sahte ilahlarina Allahtan daha fazla sevgi beslemeleri(Bakara 165) ,itaat şirkleri yani helal haramı kafalarına göre tayin etme bu konu En'am suresinde uzun uzadıya anlatılır.Günümüzün insanları da aynen böyle La ilahe illAllah diyorlar ama bu cümle ile neyi reddettiklerini bilmiyorlar yoksa zaten bu toplumun anladığı kadar kısmı Ebu Cehilde kabul etmişti ama uluhiyeti bildiği için ondan dolayı bu cümleyi söyleyemiyordu yoksa bu cümle ile sadece rububiyet mevzu bahis olsaydı onu zaten ayetlerde geçtiği üzere söylüyordu.

Dinde zorlama yoktur.Hak, batıldan ayrılmıştır. Her kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulpa tutunmuş olur. Allah Semi’ dir Alîm’dir.

(Bakara 256)

Kim Allah’tan başka ilâh yoktur der ve Allah’tan başka ibâdet edilenleri inkâr ederse, o kimsenin malı ve kanı harâm olur. Gizli hallerinin hesâbı ise Allah’a âittir.”

(Müslim, Îmân 37)




Bir ara forumda bazı konuşmalar yapılmıştı böyle bir yazı paylaşmak istedim.Umarım faydam dokunmuştur.Aslında daha erken de atabilirdim lakin ilk dönemin sonunda final ve bütünleme sınavları vardı.Onlarla uğraşıyordum ondan sonra da tatil vs.araya girdi unutmuştum aklımdan çıkmış şimdiye nasipmiş.Vardır bunda da bir hayır.
Selametle.
Oku buda cehaletin mazaret olduğuna dair yazmış olduğum online kitap en azından bilgilerinizin biiznillah

 
tewhidwetakwa Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İbrahim Aleyhisselam’ın “Bu benim rabbimdir” sözü hakkında

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَأَى كَوْكَبًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَا أُحِبُّ الْآفِلِينَ فَلَمَّا رَأَى الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِنِي رَبِّي لَأَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالِّينَ فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَذَا رَبِّي هَذَا أَكْبَرُ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَاقَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ

“Biz İbrahim’e yakîn sahiplerinden olsun diye göklerin ve yerin melekûtunu böylece gösteriyorduk. Gece onu örtünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: “Bu rabbimdir” O kaybolunca da: “Ben kaybolanları sevmem” demişti. Ardından ayı doğarken görünce: “Bu rabbimdir” demişti. O da kaybolunca: “And olsun ki rabbim beni hidayet etmeseydi elbette sapanlardan olurdum.” demişti. Sonra güneşi doğarken görünce: “Bu rabbimdir, bu daha büyük” demişti. O da batınca: “Ey kavmim! Ben sizin şirk koştuğunuzdan uzağım.” demişti. “Muhakkak ki ben hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’am 75-79)

Ayetlerin Tefsirinde Selefin İttifak Etmeleri


İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: “Melekût’tan kastedilen; güneş, ay ve yıldızlardır. İbrahim aleyhi's-selâm yıldızı görünce

“Bu rabbimdir” dedi ve yıldız kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Yıldız kaybolunca:

“Ben sönenleri sevmem” dedi. Sonra ayı gördü ve

“Bu rabbimdir” deyip, kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Ay kaybolunca:

“Eğer rabbim beni hidayet etmeszse elbette sapan topluluktan olurum” dedi. Güneşi görünce:

“Bu rabbimdir, bu daha büyük” dedi ve kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Güneş de kaybolunca:

“Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım” dedi.”[1]

Mucahid rahimehullah dedi ki: “Melekût’tan kasıt göklerin ve yerlerin ayetleridir. İbrahim aleyhi's-selâm’a yedi kat gök yarıldı ve bakışları Arş’a varıncaya kadar semaya, semadakilere baktı. Yedi kat yer kendisine yarıldı ve içindekilere baktı.”[2]

Katade rahimehullah dedi ki: “Bize anlatıldığına göre İbrahim aleyhi's-selâm zorba bir idareciden kaçırılıp yerin altında bir mahzene konuldu. Allah ona rızkını parmaklarında vermişti. Parmaklarından birini emdiğinde onda rızkını buluyordu. İbrahim aleyhi's-selâm mahzenden dışarı çıkınca Allah ona, göklerin melekûtunu gösterdi. İbrahim aleyhi's-selâm dağları, denizleri, nehirleri, ağaçları, bütün hayvanları ve yaratıkları gördü.
 
tewhidwetakwa Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İbrahim Aleyhisselam’ın “Bu benim rabbimdir” sözü hakkında

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَأَى كَوْكَبًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَا أُحِبُّ الْآفِلِينَ فَلَمَّا رَأَى الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِنِي رَبِّي لَأَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالِّينَ فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَذَا رَبِّي هَذَا أَكْبَرُ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَاقَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ

“Biz İbrahim’e yakîn sahiplerinden olsun diye göklerin ve yerin melekûtunu böylece gösteriyorduk. Gece onu örtünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: “Bu rabbimdir” O kaybolunca da: “Ben kaybolanları sevmem” demişti. Ardından ayı doğarken görünce: “Bu rabbimdir” demişti. O da kaybolunca: “And olsun ki rabbim beni hidayet etmeseydi elbette sapanlardan olurdum.” demişti. Sonra güneşi doğarken görünce: “Bu rabbimdir, bu daha büyük” demişti. O da batınca: “Ey kavmim! Ben sizin şirk koştuğunuzdan uzağım.” demişti. “Muhakkak ki ben hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’am 75-79)

Ayetlerin Tefsirinde Selefin İttifak Etmeleri


İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: “Melekût’tan kastedilen; güneş, ay ve yıldızlardır. İbrahim aleyhi's-selâm yıldızı görünce

“Bu rabbimdir” dedi ve yıldız kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Yıldız kaybolunca:

“Ben sönenleri sevmem” dedi. Sonra ayı gördü ve

“Bu rabbimdir” deyip, kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Ay kaybolunca:

“Eğer rabbim beni hidayet etmeszse elbette sapan topluluktan olurum” dedi. Güneşi görünce:

“Bu rabbimdir, bu daha büyük” dedi ve kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Güneş de kaybolunca:

“Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım” dedi.”[1]

Mucahid rahimehullah dedi ki: “Melekût’tan kasıt göklerin ve yerlerin ayetleridir. İbrahim aleyhi's-selâm’a yedi kat gök yarıldı ve bakışları Arş’a varıncaya kadar semaya, semadakilere baktı. Yedi kat yer kendisine yarıldı ve içindekilere baktı.”[2]

Katade rahimehullah dedi ki: “Bize anlatıldığına göre İbrahim aleyhi's-selâm zorba bir idareciden kaçırılıp yerin altında bir mahzene konuldu. Allah ona rızkını parmaklarında vermişti. Parmaklarından birini emdiğinde onda rızkını buluyordu. İbrahim aleyhi's-selâm mahzenden dışarı çıkınca Allah ona, göklerin melekûtunu gösterdi. İbrahim aleyhi's-selâm dağları, denizleri, nehirleri, ağaçları, bütün hayvanları ve yaratıkları gördü.
İbrahim as müşrik değildi hadisi iyice oku aksi halde İbrahim as mı bile tekfir edersen buda cahilliktendir. Vesselam
 
A Çevrimdışı

Akansu55

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kaç gündür cevap kotam dolduğu için yazamıyordum.Sorunu Abdulmuiz abiye bildirdim kaç gün uğraştıktan sonra çok şükür halletti.Allah ondan razı olsun.Sana gelecek olursam yazdığın cevapları görür görmez yazasım geldi,ama fırsat bugüneymiş.
Öncelikle şöyle bir yazı yazmışsın:

Yazıyı okumaya bile gerek duymadım büyük şirkete cehalet mazaret değildir.
Yazıyı okumamışsın ve buna rağmen cehalet mazerettir diyorsun.Ne küstahca bir hareket insan okur madem yanlış görüyorsan tek tek verdiğim delilleri çürütürsün olur biter ama nerde sizde o hak arayışı.Emin ol ki hakkı arayan bir insan görüş nerden ve kimden gelirse gelsin inceler,araştırır ve acaba ben mi yanlış yoldayım diye düşünüyor hı yanlış yolda olmadığına kanaat getirirse delillerinin doğru olduğuna kanaat getirirse ne ala ama aksini yaparsa işte bu olabilecek en kötü şeydir.Taassupçuluk,bağnazlık insanı haktan uzaklaştırdıkça uzaklaştırır saplandığın düşüncelere daha da saplanması sağlar.

Neyse konumuza gelelim,öncelikle savunulan bir tezi çürütebilmen için karşıt getirilen argümanları tek tek çürütmen gerekiyor.Bende hodri meydan diyorum getirdiğim ayet,hadis ve alim sözlerini buyur çürüt bekliyorum tek tek maddeler halinde yazmanı bekliyorum hı yok yapamadım diyorsan o zaman hakka teslim olacaksın.


Gel gelelim senin yazmış olduğun Hz.İbrahim(a.s.) "sözde" deliline öncelikle o kadar zamandır cehaleti mazeret görenleri gördüm birinin bile böyle bir delil getirdiğini görmedim. Genelde getirdikleri "sözde" deliller yazıda anlattigim 4 delil oluyordu.Ama seninkini ilk defa görüyorum.Gerçekten çok alakasız bir delil olmuş. Cevaba gelecek olursak:

3 tefsirden alıntılar yapacağım.3'ünü de sabırla ve dikkatle oku özellikle konunun kafanda tam netleşmesi için son 2 tefsiri oku.Ben baya bi yazı yazardım ama zaten tefsirlerdeki yazılar gayet yeterli gelecektir.Umarım bu seferde "okumama gerek yok,cehalet mazerettir" demezsin.Öyle bir iddian varsa da buyur en başta yazdığım yazıdaki delilleri çürüt,sabırsızlıkla bekliyor olacağım.Allah hepimize el Hadi isminin hürmetine hidayet versin.El Alim isminin hürmetine ilmimizi arttırsın,bilmediklerimiz bize öğretsin.Selametle.


İbn kesir Tefsiri

Allah Teâlâ: «İşte böylece yakînen bilenlerden olması için biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.» buyuruyor. Göklerin ve yerin yaratılışına bakmasmdaki delâlet yönünü; bunların Allah’ın hükümranlığına, yaratılışına ve bunlardaki birliğine, O’ndan başka İlâh, O’ndan başka Rabb olmadığına delaletlerini açıklıyor. Nitekim başka âyetlerde de şöyle buyurmaktadır: «Göklerde ve yerde neler var, bir bakın, de.» (Yûnus, 101), «Onlar göklerin ve yerin me-lekûtuna… hiç bakmazlar mı?» (A’râf, 185), «Gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Biz istersek onları yere geçiririz veya üzerlerine gökten bir parça indiririz. Muhakkak ki bunda Allah’a yönelen her kul için âyet vardır.» (Sebe*, 9).

îbn Cerîr ve diğerleri Mücâhid, Atâ, Saîd îbn Cübeyr, Süddî ve başkalarından rivayet edilen hadîse gelince: —hadisin lâfzı Mücâ-hid’indir.— «Gökler ona açıldı, göklerde bulunanlara baktı.» Bir başkası «kulların günâhlarına bakmaya ve onlara beddua etmeye başladı. Allah Teâlâ kendisine: Ben, kullarıma senden daha merhametliyim. Onların tevbe etmeleri ve dönmeleri umulur, buyurdu.» ilâvesini getirir… Bu hususta İbn Merdûyeh, Muâz ve Ali’den iki rnerfû’ hadîs rivayet ederse de, bu hadîslerin isnâdlan sahih değildir. En doğrusunu Allah bilir.

İbn Ebu Hâtim’in Avfî kanalıyla İbn Abbâs’tan rivayetine göre; o, «îşte böylece yakînen bilenlerden olması için Biz, İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Allah Teâlâ işlerin gizli ve aşikâr tarafını açıkça gösterdi. Yaratıkların işlerinde ona gizli olan hiçbir şey kalmadı. Günahkârlara la’net etmeye başlayınca Allah Teâlâ: «Sen buna güç yetiremez-sin.» buyurup onu eski haline geri çevirdi. Bunun, onun gözünde bir açılış olması, ya da basiretinde bir açılma olması ve böylece kalb gözüyle görüp bunlardaki parlak hikmetleri, kesin delâletleri bilmiş olması mümkündür. Nitekim İmâm Ahmed ve Tirmizî’nin Muâz İbn Cebel’den rivayet ettikleri ve Tirmizî’nin sahîh’tir, dediği hadîste Allah Rasûlü şöyle buyurur: Rabbım bana en güzel şekliyle gelip : Ey Muhammed, el-Mele’ el-A’lâ hangi hususta münâkaşa ederler? buyurdu. Ben : Rabbun, bilmiyorum, dedim. Elini omuzlarım arasına koydu, parmaklarının soğukluğunu göğsümde hissettim. Her şey bana tecellî etti ve bildim… Ve Râvî hadîsin tamâmını zikretti.

Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Gece bastırınca bir yıldız görmüş; bu -mu benim rabbım? demiş. Batınca da; ben batanları sevmem; demişti.» Katâde der ki: Rabbmm dâim ve baki olduğunu bildi. «Sonra ayı doğarken görünce; bu mu benim Rabbım? demiş, o da batınca; eğer Rabbım beni hidâyete erdirmeseydi muhakkak sapanlar güruhundan olurdum, demişti. Sonra güneşi doğarken görünce; bu mu Rabbım? Bu yıldız ve aydan daha büyük, onlardan daha fazla aydınlatıcı, demiş, ama batınca; ey kavmim, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım, demişti. Doğrusu ben, gerçekten yüzümü şirkten tevhide çevirmiş bir muvahhid olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Dinimi temizledim ve ibâdetimi ona tahsis ettim. Ve ben müşriklerden değilim.» Müfessirler bu makam hususunda ihtilâf etmişlerdir: Bu, bakış (Hz. İbrahim’in bu varlıklara bakması) makamı mı, yoksa münâkaşa makamı mıdır? İbn Cerîr, Ali İbn Ebu Talha kanalıyla İbn Abbâs’tan; bu makamın bakış makamı olduğunu gerektiren bir görüş rivayet eder. İbn Cerîr, «Eğer Rabbım beni hidâyete erdirmeseydi…» âyetini delil getirerek bu görüşü tercih eder. Mu-hammed İbn îshâk der ki: Bu, annesinin kendisini doğurmuş olduğu yeraltı evinden (veya mağaradan) çıktığında olmuştur. Nemrûd îbn Ken’ân’a hükümranlığının ellerinden, gideceği bir çocuk doğacağı haber verilmiş; o da, o sene doğacak çocukların öldürülmesini emretmişti. İbrahim’in annesi, ona hâmile kalıp doğum vakti gelince; onu, şehrin üstünde (yukarı kısmında) bir yeraltı evine götürmüş, İbrahim’i doğurarak orada bırakmıştı. İbn İshâk, selef ve haleften bir çok müfessirin zikrettiği hârik’ul-âde (bir çok mucizeyi) burada zikretmiştir.

Gerçek şu ki; İbrâhîm (a.s.) bu makamda kavmi ile münâkaşa halinde olup, onlara tapagelmekte oldukları heykel ve putlara ibâdetlerinin bâtıl olduğunu açıklamaktadır. Birinci makamda babasıyla birlikte onların semavî melekler şeklindeki yeryüzü putlarına —tapagelmekte olduklarından daha küçük gibi görünen en büyük yaratıcı katında kendilerine şefâatta bulunsunlar diye— ibâdet etmelerinde hatalı olduklarını beyân etmiştir. Onlar nzık, zafer ve muhtaç oldukları başka şeylerde kendilerine onun katında şefâatta bulunsunlar diye Allah’a, O’mın meleklerine ibâdetle tevessülde bulunurlardı. Bu makamda ise yedi seyyare (gezegen) ye ibâdetlerindeki hatâ ve sapıklıklarını açıklamıştır. Bu yedi gezegen: Ay, utârid, züh-re, güneş; merin, müşteri ve Zühal’dir. Onlara göre aydınlatması en güçlü olan güneş, sonra ay, sonra zühre’dir. İlk önce Zühre’nin ilâh olmaya uygun olmadığını açıklamıştır. Zîrâ o, takdir edilmiş muayyen bir seyre (yolculuğa) boyun eğmiştir. Bundan sağa ve sola mey-ledemez. Kendisi hakkında tasarrufa sahip değildir. Sâdece Allah Teâlâ’nın, büyük hiknıetiyle aydınlatıcı (nûr saçıcı) olarak yaratmış olduğu, gök cisimlerinden bir tanesidir. Doğudan doğar, batıp gözlerden kayboluncaya kadar Doğu ile Batı arasında seyreder. Sonra gelecek gece aynı minval üzere görünür. Bunun gibisi ilâh olmaya uygun değildir. Sonra ayı görür. Ve yıldız hakkında geçen açıklaması gibi bunun hakkında da açıklamada bulunur. Sonra aynı şekilde güneşe intikâl eder. Gözlerin gördükleri cisimlerin en aydını olan bu üç gezegenden tanrılık nefyedilip, kesin delillerle bunu anlayınca: «Ey kavmim, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden (onlara tapınma ve onlara sevgi beslemeden) uzağım, demişti. Doğrusu ben, gerçekten yü;ümü bir muvahhid olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.» Gerçekten ben eşyayı yaratana, onları müsahhar kılan takdir edip idare edene, her şeyin melekûtu elinde olana, her şeyin yaratıcısı, Rabbı, hâkimi, ilâhı olana ibâdet ederim. Nitekim Allah Teâlâ, başka bir âyette şöyle buyurmaktadır: «Muhakkak ki sizin Rabbınız gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a hükmeden Allah’tır. Gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürür. Güneş, ay ve yıldızlar O’nun emrine müsahhar kılınmışlardır. Bilin ki, yaratma da, emir de O’nundur. Âlemlerin Rabbı olan Allah’ın sânı ne yücedir.» (A’râf, 54).Allah Teâlâ’nm hakkında : «Andolsun ki, daha önce İbrahim’e de doğru yolu bulma kabiliyetini verdik. Ve Biz onu biliyorduk. Hani o babasına ve kavmine demişti ki: Bu tapınıp durduğunuz heykeller de nedir? Muhakkak ki îbrâhîm; başlıba-sına bir ümmetti. Allah’a itaat ederdi. Ve bir muvahhiddi. Hiçbir zaman için müşriklerden olmamıştır. Rabbmın nimetlerine şükrederdi. Onu beğenip seçmiş, kendisini doğru bir yola iletmişti. Dünyada ona iyilik verdik, doğrusu o, âhirette de iyilerdendir. Sonra sana: Muvahhid olarak İbrahim’in dinine uy, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı, diye vahyettik.» (Nahl, 120-123). «De ki: Şüphesiz Rabbım beni dosdoğru yola iletti. Hâlis muvahhid olan İbrahim’in dinine. İbrahim müşriklerden olmadı.» (En’âm, 161) buyurduğu İbrahim bu makamda nasıl sâdece bir bakıcı olabilir? Buhârî ve Müslim’de Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurur : Her doğan, fıtrat üzere doğar. Müslim’in Sahîh’inde İyâz’dan rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurur: Allah Teâlâ: Kullarımı hanîfler (muvahhidler) olarak yarattım, buyurmuştur. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: «öyle ise sen yüzünü… Allah’ın fıtratına çeVlr ki, Allah insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme yoktur.» (Rûm, 30), «Hani Rabbın ÂdemoğuUarının sulbünden soyunu çıkarmış ve kendilerini nefislerine şâhid tutmuş : Ben sizin Rabbınız değil miyim? demişti. Onlar da demişledi ki: Evet…» (A’râf, 172).

Bu, diğer yaratıklar hakkında böyle ise Allah Teâlâ’nın: «Başlı-başına bir ümmet kıldığı, Allah’a itaat eden bir muvahhid olan, hiçbir zaman müşriklerden olmayan.» (Nahl, 120-121) kıldığı İbrahim Halîl, -bu makamda nasıl sâdece bir bakıcı olabilir? Bilakis o, Allah Rasûlü (s.a.)nden sonra en doğru seciye ve salim fıtrata hiç şüphesiz insanların en lâyığıdır. Onun bu makamda sâdece bir bakıcı olmayıp kavmi ile şirk koşmaları hususunda münâkaşa halinde olduğunu bu âyetin hemen peşinden gelen âyetler de teyîd etmektedir.





Seyyid Kutub Fizilal'il Kur'an Tefsiri

Kur’an akışının bu ayetlerde gözler önüne getirdiği sahne, gözleri kamaştıran olağanüstü bir sahnedir. İlk aşamada, putlara ilişkin cahiliye düşüncelerini reddeden ve onlardan tiksinen fıtratın sahnesidir bu. Üzerindeki bu hurafeleri silkeleyince içten gelen coşkun bir istekle vicdanında bulduğu gerçek ilâhını arıyor. Bu düşünce henüz anlayışında ve belleğinde açıklığa kavuşmamıştır. Gizli bir coşkuyla parlayan her şeyle ilgi kurup bunun ilâhı olabileceğini düşünüyor. Fakat iyice araştırdıktan sonra bunların gelip geçici şeyler olduğunu anlıyor. Çünkü içinde gizli ilahlık gerçekliğini ve uluhiyet sıfatlarıyla bir benzerliklerini görememiştir. Sonra bu fıtrat içinde parlayan ve iyice belirginleşen bir gerçeğin farkına varıyor. Büyük bir sevinçle ve bu gerçeğin coşkusuyla dolup taşıyor. Daha önce kendi kavrama yeteneğiyle belirlediği, içindeki gerçeğe uygun gerçeğe ulaşmanın büyük coşkunluğuyla duyuruyor inancını. İbrahim’in (selâm üzerine olsun) gönlünde belirginleşen bu sahne, olağanüstü ve göz kamaştırıcı bir sahnedir. Kur’an’ın akışı bu büyük deneyimi şu kısacık ayetlerde ifade edip geçiyor. Bu, fıtratın hak ve batıl karşısındaki tutumunun hikâyesidir. Müminin ilân ettiği ve bu konuda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmediği inancın hikâyesidir. Bu konuda babaya, aileye, aşirete ve ulusa hoş görünmek gibi bir endişesi yoktur. İbrahim’in (selâm üzerine olsun) babasına ve kavmine karşı takındığı şu katı, kesin ve net tutum gibi.

Hani İbrahim, babası Azer’e dedi ki; “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum.”

Bu, İbrahim’in diliyle konuşan fıtratın kendisidir. Çünkü İbrahim henüz idrakiyle, kavrama yeteneğiyle ilâhını bulmamıştı. Ancak onun bozulmamış fıtratı daha baştan kavminin kullukta bulunduğu putların ilâh olabileceklerini reddetmişti. -Irak Keldanileri olan İbrahim’in kavmi, putlara kullukta bulundukları gibi gezegenlere, yıldızlara da taparlardı.- Çünkü kullukta bulunan, zorluk ve rahatlıkta kulların kendisine yöneldiği, insanları ve tüm canlıları yaratan ilahın… Evet İbrahim’in fıtratına göre bu ilahın taştan bir heykel ya da ağaçtan bir put olması mümkün değildi. Madem ki yaratan, yarattıklarının rızkını veren, her şeyi işiten ve karşılık veren bu heykeller değildir,-ki durumları da bunun açıkça göstermektedir.- O halde, kullukta bulunulmayı hak etmemişlerdir ve gerçek ilâh ile kulları arasında aracı şeklinde de olsa ilâh edinilemezler.

O halde daha ilk karşılaşmada İbrahim’in (selâm üzerine olsun) fıtratının hissettiği açık bir sapıklıktır bu. Ayrıca bu, yüce Allah’ın insanları yarattığı fıtratın eksiksiz bir örneğidir. Sonra bu, açık bir sapıklıkla yüzyüze geldiğinde onu reddedip tiksinen, sorun inancı ilgilendirince de gerçek sözü açıklayıp duyuran mükemmel fıtrata da bir örnek oluşturmaktadır.

“Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum.”

Bunlar, İbrahim’in (selâm üzerine olsun) babasına söylediği sözler. Oysa İbrahim son derece yufka yürekli, halim, güzel ahlâklı, hoşgörülü ve yumuşak biridir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu nitelikleri sıralanmaktadır. Ancak burada inanç söz konusudur. İnanç da babalık ve oğulluk bağlarının çok çok üstündedir. Yumuşaklık ve hoşgörü duygularının ötesinde bir olaydır. İbrahim de, yüce Allah’ın, soyundan müslümanların uymasını emrettiği bir önderdir. Hikâyenin burada anlatılması da insanlar için bir örnek, bir numune olması amacına yöneliktir.

Böylece İbrahim (selâm üzerine olsun) fıtratının arılığı ve gerçeği aramadaki içtenliği nedeniyle yüce Allah’ın kendisi için evrende gizli sırları ve varlık aleminde doğru yolu gösteren kanıtları ortaya çıkarmasını hakediyor.

Biz İbrahim’e göklerin ve yerin görkemli egemenlik mekanizmasını böylece gösteriyorduk ki, o kesin inançlılardan olsun.

Şu bozulmamış fıtrat ve açık basiret gibi, hakka karşı böylesine bir içtenlik ve bu derece şiddetle batıldan tiksinme üzerine İbrahim’e bu mülkün, göklerin ve yerin mülkünün gerçek mahiyetini gösterdik. Evrenin planında gizli sırlardan haberdar kıldık. Varlık sayfalarına serpiştirilmiş işaretleri ortaya çıkardık. O’nun kalbi ve fıtratı ile şu olağanüstü evrende yer alan imana yönelik mesajlarla doğru yolu gösteren kanıtları birbirine bağladık. Böylece O’nu, sahte tanrılara kulluk yapmayı reddetme aşamasından gerçek ilahı benimseme aşamasına yükselttik.

İşte fıtratın derin ve yalın yöntemi budur. Bu, birikintilerin yozlaştıramadığı bilinçtir. Evrendeki yüce Allah’ın harikulade sanatını düşünen basirettir bu. Görülen alemleri, içlerindeki sırları dile getirene kadar derinliğine incelemektir. Bu, O’nun uğruna çaba sarfetmenin mükâfatı olarak yüce Allah’ın doğru yolunu göstermesidir.

İşte İbrahim (selâm üzerine olsun) bu şekilde yoluna devam edip Allah’ı bulmuştur. Daha önce fıtratında ve vicdanında bulduktan sonra düşünce ve bilincinde de bulmuştur. Düşünce ve bilincinde bulduğu ilâhlık gerçeği fıtrat ve vicdanda yer eden gerçekle bir uyum arzetmiştir.

O halde İbrahim’in (selâm üzerine olsun) bozulmamış fıtratıyla zorlu bir yolculuğa çıkalım. Kuşkusuz bu, son derece korkulu bir yolculuktur, ilk başta rahat ve kolay görünse de. Fıtrî iman noktasından bilinçli iman noktasına uzanan bir yolculuktur bu. Bu, birtakım farzların ve hükümlerin yükümlülüğü gerektiren imandır. Bu noktada yüce Allah, halk kitlelerini sadece akılları ile başbaşa bırakmamıştır. Peygamberlerin getirdiği mesajlarla açıklama yönüne gitmiştir. İnsan fıtratını veya insan aklını değil de, peygamberliği insanlar için bir gerekçe kılmıştır. Hesaba çekilmenin ve cezalandırılmanın nedeni budur. Bu, yüce Allah’ın adaletinin, rahmetinin, insanlardan haberdar olmasının, onları bilmesinin gereğidir.

İbrahim’e gelince, o, İbrahim’dir. Rahmanın dostu, müslümanların babasıdır.

-Gece karanlık basınca bir yıldız gördü ve “Rabbim budur” dedi. Fakat yıldız batınca “Batanları sevmem” dedi.

Bu, İbrahim’in ruhunun bir portresidir. Babasının ve kavminin kullukta bulunduğu putlara karşı içinde bir kuşku hatta, kesin bir karşı çıkış belirmişti. İnanç sorunu fikrini meşgul etmiş, tüm dünyasını doldurmuştu. “Üzerine gece basınca” deyimi bu tabloyu daha bir somutlaştırmaktadır. Sanki gece sadece onu bürümektedir. Ve sanki onu çevresindeki insanlardan koparmaktadır. Ta ki, kendi ruhu, duyguları, düşünceleri, fikrini uğraştıran, hafızasını dolduran yeni ilgisiyle başbaşa kalabilsin…

Gece karanlık basınca bir yıldız gördü ve “Rabbim budur” dedi.

Daha önce de belirttiğimiz gibi İbrahim’in (selâm üzerine olsun) kavmi yıldızlara ve gezegenlere kullukta bulunurlardı. Bir bilinç ya da kavrama söz konusu olmaksızın, fıtratında bulduğu gerçek ilâhının bu putlardan bir put olmasını imkânsız görünce, kavminin kulluk yaparak yöneldiği bir şeyde gerçek ilâhını bulabileceğini düşünmüştü.

Ulusunun gezegenlere, yıldızlara kulluk yaparak yöneldiklerini ilk görmesi değildi bu. Yıldızları da ilk defa görüyor değildi. Ancak -o gece- yıldız, daha önce konuşmadığı bir dille konuşuyordu, fikrini meşgul eden, dünyasını dolduran problemin uyandırdığı duygulara benzer işaretler getiriyordu hatırına.

“Rabbim budur” dedi.

Çünkü yıldız, parlaklığı, çekiciliği ve yüksekliğiyle putlardan daha çok Rabb olmaya yakındır. Ama hayır… Yıldız O’nun zannını yalanlıyor.

“Fakat yıldız batınca, `Batanları sevmem’ dedi.”

Yıldız kayboluyor. Yaratıklara görünmez oluyor. O halde kim onları gözetecek, işlerini kim düzene koyacak, Rabb kaybolduktan sonra? Yok, bu Rabb olamaz. Çünkü Rabb kaybolamaz.

İşte fıtratın yakın ve yalın mantığı budur. Mantıksal önermelere, diyalektik varsayımlara danışmaz, rahatça, net ve doğrudan doğruya hareket eder. Çünkü insanlığın varlığı içten ve kesin bir şekilde bunu dile getirmektedir.

“Batanları sevmem”…

Fıtrat ile ilâhın arasındaki bağ, sevgi bağıdır. Aradaki ilişki, kalp ilişkisidir. Bu nedenle İbrahim’in (selâm üzerine olsun) fıtratı, batanları sevmiyor, onlardan ilâh edinmiyor. Çünkü fıtratın sevdiği ilâh, kaybolmaz, batmaz…

-Arkasından ayı doğarken görünce, “Rabbim budur” dedi. Fakat o da batınca “Eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri olurdum” dedi.

Deneme bir daha tekrarlanıyor. Sanki İbrahim, daha önce hiç ayı görmemişti, ailesinin ve kavminin aya ibadet ettiğini bilmiyordu. Bu gece onun nazarında ay, yeni gördüğü bir şeydir.

Rabbim budur” dedi.

Varlık alemine akıttığı aydınlığı, sevimli ışığıyla gökte belirginleşmesiyle… Fakat kayboluyor… Oysa Rabb -İbrahim’in fıtratı ve kalbiyle bildiği gibi- kaybolmaz, batmaz…

Bu noktada İbrahim (selâm üzerine olsun) vicdanında ve fıtratında bulduğu gerçek ilahının yardımına muhtaç olduğunu anlıyor. Sevdiği ve fakat henüz idrakinde ve bilincinde bulmadığı Rabbinin… Şayet Rabbi ona doğru yolunu göstermeyecek olursa, O’na elini uzatmayacak olursa ve yolunu göstermeyecek olursa, sapıtıp yolunu yitireceğini anlıyor.

“Eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri olurdum” dedi.

-Daha sonra güneşi doğarken görünce “Rabbim budur, bu daha büyüktür” dedi. Fakat o da batınca “Ey kavmim, ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz putlardan uzağım.”

-Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben O’na ortak koşanlardan değilim.

Bu, gözle görülen cisimlerin en büyüğü, ışık ve sıcaklık bakımından en zorlusuyla geçirilen üçüncü bir denemedir. Güneş… Güneş her gün doğar ve batar.. Ancak bugün İbrahim’in gözüne yeni yaratılmış gibi görünmektedir. Çünkü İbrahim (selâm üzerine olsun) bugün eşyaya, ilâhından haberdar olan, ona güvenen, onunla tatmin olan, uzun bir şaşkınlık, kararsızlık ve çabadan sonra kalıcı bir temele varan benliğiyle bakmaktadır.

“Rabbim budur, bu daha büyüktür” dedi.

Ancak o da kayboluyor.

İşte bu noktada arzu gerçekleşiyor, kıvılcım alevleniyor. Bozulmamış dosdoğru fıtrat ile gerçek Allah’ı arasında buluşma meydana geliyor. Gönül nurla dolup taşıyor, görülen evreni, insan aklını ve bilincini kaplıyor. Burada İbrahim (selâm üzerine olsun) ilâhını buluyor. O’nu fıtratında ve vicdanında bulduğu gibi bilincinde ve idrakinde de buluyor. İşte bu noktada gizli fıtrî algılama ile açık aklî düşünce arasında bir uygunluk gerçekleşiyor.

İbrahim (selâm üzerine olsun) burada ilâhını buluyor. Ancak, parlayan yıldızda, doğan ayda ya da yükselen güneşte değil. Gözlerin görebildiği, duyu organlarının algıladığı hiçbir şeyde bulmuyor. Gözlerin gördüğü, duyu organlarının algıladığı ve aklın kavradığı her şeyin yaratıcısı olarak görüyor. O’nu gönlünde, fıtratında, aklında, bilincinde ve çevresindeki tüm varlıklarda görüyor. Gözlerin gördüğü duyu organlarının algıladığı ve akılların kavradığı her şeyin yaratıcısı olarak buluyor.

Bu durumda, kullukta bulundukları sahte ilâhlardan ötürü kendisiyle kavmi arasında içinde kesin bir ayrılığın farkına varıyor. Hiçbir ödün vermeksizin yönelişlerinden, hayat metodlarından ve yaşadıkları şirkten kesin bir şekilde uzaklaşıyor. -İbrahim’in kavmi, Allah’ı doğrudan doğruya inkâr etmiyordu, ancak bu sahte Rabbleri ortak koşuyorlardı- İbrahim de sadece ortaksız Allah’a yöneliyordu.

“Ey kavmim, ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz putlardan uzağım.” Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben O’na ortak koşanlardan değilim.

Bu, gökleri ve yeri yaratana yöneliştir. Şirke sapmayan tevhidi bir yöneliştir. Bu, kesin bir söz, pürüzsüz bir inanç ve son yöneliştir. Bundan sonra, vicdanda yer alan gerçeğe uygun düşen bu gerçeğin akılda iyice belirginleşmesinden sonra, kararsızlığa, tereddüte yer yoktur.





Mevdudi Tefsiri

İbrahim Peygamber’i Allah’ın elçisi olarak atanmadan önce gerçekliğe götüren düşünce şekli ifade olunmaktadır. Beynini ve gözlerini doğru biçimde kullanabilen bir insanın, İbrahim Peygamber gibi Allah’ın Birliği hakkında herhangi bir şey öğrenme imkanı bulunmayan şirk’in egemen olduğu bir çevrede doğup büyümüş de olsa, Gerçekliğe ulaşabileceği ortaya konmaktadır burada. Tek şart, kişinin tabiattaki olguları doğru olarak gözlemleyip, onlar üzerinde dikkatlice düşünmesi ve bağlantılı, mantıki bir düşünce zinciriyle gerçeğe ulaşmak için aklını kullanmasıdır. Önceki ayetlerden, İbrahim Peygamber’in hayatının bilinç kazanmasından itibaren yıldızlara, aya ve güneşe tapan bir halkın içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan, onun gerçeği araştırmadaki kalkış noktasının, ‘bu nesneler gerçekten Rabb olabilir mi?’ sorusu olması tabiidir. İşte, Onun düşüncesi bu soru çevresinde merkezileşmiş ve halkının tüm tanrılarını değişmez bir kanuna bağlı olup, bu kanuna göre hareket ettiklerini keşfedince de kaçınılmaz olarak, bu tanrılardan hiçbirinin Rabb adını alabilecek herhangi bir niteliğe sahip olmadığı sonucuna varmıştır.

Olayın anlatılış biçimi genelde şöyle bir karşı çıkışa yol açabilir: “Gece üzerini örttüğünde bir yıldız gördü” ve “ben Allah’a ortak koşanlardan değilim” dedi. Burada sıradan bir okuyucunun zihninde, “Gece çocukluğundan beri hayatının her gününde İbrahim Peygamber’in üzerine örtmüyor ve o bu belli olaydan önce yıldızların, ay’ın ve güneşin doğup battığını görmüyor muydu?” sorusu uyanır. Evet, o her gece görüyordu bunları, fakat, olgunluğa ulaştıktan sonra bu şekilde düşünmeye başladı. Neden olay, (…Gece üzerini örttüğünde) denilerek, İbrahim’den daha önce yıldızları, ay’ı ve güneşi hiç görmemiş gibi bir şüphe uyandıracak şekilde verilmektedir?

Normal olarak böyle bir varsayım tabii gelmediğinden bu görünürdeki zaman yanlışlığı bazılarını olağanüstü hikayeler uydurmaya götürmüştür. İbrahim Peygamber’in olgunluğa ulaşmadan önce yıldızları, ay’ı ve güneşi görmemesi için bir mağarada doğup büyüdüğünü söyler böyleleri. Oysa, sorun hayali hikayeler uydurmayı gerektirmeyecek ölçüde basittir. Newton’un hayatındaki ünlü bir olayla açıklanabilir bu durum. Bir gün Newton ağaçtan bir elmanın yere düştüğünü görünce, zihninde birden şu soru canlanır: Nesne neden yere düşer? Sonunda o yerçekimi kanununa varır. Burada da kuşkusuz şöyle bir soru sorulabilir: Bu olaydan önce Newton hiç yere düşen bir şey görmemiş miydi? Herhalde, daha önce pek çok şeyin yere düştüğünü gördüğü kesindir onun. O halde, belli bir günde belli bir elmanın yere düşmesi nasıl olmuştur da, daha önce hergün yere yüzlerce düşüşün uyandırmadığı bir zihin faaliyetine yol açmıştır? Cevap basittir: Zihin her zaman aynı tür gözlemle aynı şekilde harekete geçmez. İnsan gözü önünde aynı şeyin tekrarlanıp durduğunu görür de, zihni hiç bir faaliyete geçmez; fakat birden bir an gelir, aynı şeyi bu kez görmek zihin faaliyetini belli bir soruna yöneltir. Veya, kişinin zihni bir sorunun çözümüne öylesine dalar ki, birden her zaman gözünün önünde bulunan bir şeyi değişik bir şekilde yakalar ve zihninde bu sorunun çözüm yönünde bir faaliyet başlar. İbrahim Peygamber’de olan da aynı şeydi. Geceler gelip geçmiş, yıllarca ay, güneş ve yıldızlar doğup batmış, fakat belli bir gecede belli bir yıldızın batarken gözlenişi İbrahim Peygamber’de (a.s) merkezi Allah’ın Birliği Gerçekliğine götüren zihin faaliyetine yol açmıştır. Belki o olgunluk çağına varalı beri, halkının dini olan ve tüm hayat sisteminin üzerine oturduğu yıldızlara, ay’a ve güneşe tapma sorunu üzerinde düşünüyordu. Sonra bir gece yıldızları gözlerken zihni birden harekete geçmiş ve bu sorunu çözmede kendisine yardım etmiştir. Yıldızları gözlemenin bu zihinsel faaliyetin başlangıç noktası olması da mümkündür.

Bu bağlamda giderilmesi gereken bir başka şüphe daha vardır. Yıldız ay ve güneşi görüp de, “Bu benim Rabbimdir” derken İbrahim Peygamber (geçici bir süre için de olsa) şirke düşmüş olmuyor muydu? Ufak bir düşünce, gerçekliği arayışında kaçınılmaz olarak şirk hakkında çeşitli akıl yürütme aşamalarından geçeceği için bu onun şirk suçunu işlemediği konusunda kişiyi ikna etmeye yetecektir. Bu bakımdan, onun akidesini belirleyen, geçici akıl yürütmeler değil, araştırmasının yönü ve sonunda durduğu noktadır. Bu tür ara akıl yürütme aşamalarından her gerçek arayıcısı geçecektir. Bunlar gerçek uğrunadır ve nihai karar olarak değerlendirilmemelidir. Şirkin her biçimi üzerinde akıl yürütme bir sorgulama olup asla uygulama olmaz. Gerçeğin arayıcısı akıl yürütme sırasında durup, “bu böyledir” dediği zaman, bu onun nihai yargısı değildir Buradaki “bu şöyledir” “bu şöyle midir?” anlamındadır. Bu yüzden de, geçiş aşamalarındaki sorularına olumsuz cevap verdiğinde, hemen araştırmasında bir ileriki noktaya yönelir.
 
tewhidwetakwa Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kaç gündür cevap kotam dolduğu için yazamıyordum.Sorunu Abdulmuiz abiye bildirdim kaç gün uğraştıktan sonra çok şükür halletti.Allah ondan razı olsun.Sana gelecek olursam yazdığın cevapları görür görmez yazasım geldi,ama fırsat bugüneymiş.
Öncelikle şöyle bir yazı yazmışsın:


Yazıyı okumamışsın ve buna rağmen cehalet mazerettir diyorsun.Ne küstahca bir hareket insan okur madem yanlış görüyorsan tek tek verdiğim delilleri çürütürsün olur biter ama nerde sizde o hak arayışı.Emin ol ki hakkı arayan bir insan görüş nerden ve kimden gelirse gelsin inceler,araştırır ve acaba ben mi yanlış yoldayım diye düşünüyor hı yanlış yolda olmadığına kanaat getirirse delillerinin doğru olduğuna kanaat getirirse ne ala ama aksini yaparsa işte bu olabilecek en kötü şeydir.Taassupçuluk,bağnazlık insanı haktan uzaklaştırdıkça uzaklaştırır saplandığın düşüncelere daha da saplanması sağlar.

Neyse konumuza gelelim,öncelikle savunulan bir tezi çürütebilmen için karşıt getirilen argümanları tek tek çürütmen gerekiyor.Bende hodri meydan diyorum getirdiğim ayet,hadis ve alim sözlerini buyur çürüt bekliyorum tek tek maddeler halinde yazmanı bekliyorum hı yok yapamadım diyorsan o zaman hakka teslim olacaksın.


Gel gelelim senin yazmış olduğun Hz.İbrahim(a.s.) "sözde" deliline öncelikle o kadar zamandır cehaleti mazeret görenleri gördüm birinin bile böyle bir delil getirdiğini görmedim. Genelde getirdikleri "sözde" deliller yazıda anlattigim 4 delil oluyordu.Ama seninkini ilk defa görüyorum.Gerçekten çok alakasız bir delil olmuş. Cevaba gelecek olursak:

3 tefsirden alıntılar yapacağım.3'ünü de sabırla ve dikkatle oku özellikle konunun kafanda tam netleşmesi için son 2 tefsiri oku.Ben baya bi yazı yazardım ama zaten tefsirlerdeki yazılar gayet yeterli gelecektir.Umarım bu seferde "okumama gerek yok,cehalet mazerettir" demezsin.Öyle bir iddian varsa da buyur en başta yazdığım yazıdaki delilleri çürüt,sabırsızlıkla bekliyor olacağım.Allah hepimize el Hadi isminin hürmetine hidayet versin.El Alim isminin hürmetine ilmimizi arttırsın,bilmediklerimiz bize öğretsin.Selametle.


İbn kesir Tefsiri

Allah Teâlâ: «İşte böylece yakînen bilenlerden olması için biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.» buyuruyor. Göklerin ve yerin yaratılışına bakmasmdaki delâlet yönünü; bunların Allah’ın hükümranlığına, yaratılışına ve bunlardaki birliğine, O’ndan başka İlâh, O’ndan başka Rabb olmadığına delaletlerini açıklıyor. Nitekim başka âyetlerde de şöyle buyurmaktadır: «Göklerde ve yerde neler var, bir bakın, de.» (Yûnus, 101), «Onlar göklerin ve yerin me-lekûtuna… hiç bakmazlar mı?» (A’râf, 185), «Gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Biz istersek onları yere geçiririz veya üzerlerine gökten bir parça indiririz. Muhakkak ki bunda Allah’a yönelen her kul için âyet vardır.» (Sebe*, 9).

îbn Cerîr ve diğerleri Mücâhid, Atâ, Saîd îbn Cübeyr, Süddî ve başkalarından rivayet edilen hadîse gelince: —hadisin lâfzı Mücâ-hid’indir.— «Gökler ona açıldı, göklerde bulunanlara baktı.» Bir başkası «kulların günâhlarına bakmaya ve onlara beddua etmeye başladı. Allah Teâlâ kendisine: Ben, kullarıma senden daha merhametliyim. Onların tevbe etmeleri ve dönmeleri umulur, buyurdu.» ilâvesini getirir… Bu hususta İbn Merdûyeh, Muâz ve Ali’den iki rnerfû’ hadîs rivayet ederse de, bu hadîslerin isnâdlan sahih değildir. En doğrusunu Allah bilir.

İbn Ebu Hâtim’in Avfî kanalıyla İbn Abbâs’tan rivayetine göre; o, «îşte böylece yakînen bilenlerden olması için Biz, İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Allah Teâlâ işlerin gizli ve aşikâr tarafını açıkça gösterdi. Yaratıkların işlerinde ona gizli olan hiçbir şey kalmadı. Günahkârlara la’net etmeye başlayınca Allah Teâlâ: «Sen buna güç yetiremez-sin.» buyurup onu eski haline geri çevirdi. Bunun, onun gözünde bir açılış olması, ya da basiretinde bir açılma olması ve böylece kalb gözüyle görüp bunlardaki parlak hikmetleri, kesin delâletleri bilmiş olması mümkündür. Nitekim İmâm Ahmed ve Tirmizî’nin Muâz İbn Cebel’den rivayet ettikleri ve Tirmizî’nin sahîh’tir, dediği hadîste Allah Rasûlü şöyle buyurur: Rabbım bana en güzel şekliyle gelip : Ey Muhammed, el-Mele’ el-A’lâ hangi hususta münâkaşa ederler? buyurdu. Ben : Rabbun, bilmiyorum, dedim. Elini omuzlarım arasına koydu, parmaklarının soğukluğunu göğsümde hissettim. Her şey bana tecellî etti ve bildim… Ve Râvî hadîsin tamâmını zikretti.

Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Gece bastırınca bir yıldız görmüş; bu -mu benim rabbım? demiş. Batınca da; ben batanları sevmem; demişti.» Katâde der ki: Rabbmm dâim ve baki olduğunu bildi. «Sonra ayı doğarken görünce; bu mu benim Rabbım? demiş, o da batınca; eğer Rabbım beni hidâyete erdirmeseydi muhakkak sapanlar güruhundan olurdum, demişti. Sonra güneşi doğarken görünce; bu mu Rabbım? Bu yıldız ve aydan daha büyük, onlardan daha fazla aydınlatıcı, demiş, ama batınca; ey kavmim, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım, demişti. Doğrusu ben, gerçekten yüzümü şirkten tevhide çevirmiş bir muvahhid olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Dinimi temizledim ve ibâdetimi ona tahsis ettim. Ve ben müşriklerden değilim.» Müfessirler bu makam hususunda ihtilâf etmişlerdir: Bu, bakış (Hz. İbrahim’in bu varlıklara bakması) makamı mı, yoksa münâkaşa makamı mıdır? İbn Cerîr, Ali İbn Ebu Talha kanalıyla İbn Abbâs’tan; bu makamın bakış makamı olduğunu gerektiren bir görüş rivayet eder. İbn Cerîr, «Eğer Rabbım beni hidâyete erdirmeseydi…» âyetini delil getirerek bu görüşü tercih eder. Mu-hammed İbn îshâk der ki: Bu, annesinin kendisini doğurmuş olduğu yeraltı evinden (veya mağaradan) çıktığında olmuştur. Nemrûd îbn Ken’ân’a hükümranlığının ellerinden, gideceği bir çocuk doğacağı haber verilmiş; o da, o sene doğacak çocukların öldürülmesini emretmişti. İbrahim’in annesi, ona hâmile kalıp doğum vakti gelince; onu, şehrin üstünde (yukarı kısmında) bir yeraltı evine götürmüş, İbrahim’i doğurarak orada bırakmıştı. İbn İshâk, selef ve haleften bir çok müfessirin zikrettiği hârik’ul-âde (bir çok mucizeyi) burada zikretmiştir.

Gerçek şu ki; İbrâhîm (a.s.) bu makamda kavmi ile münâkaşa halinde olup, onlara tapagelmekte oldukları heykel ve putlara ibâdetlerinin bâtıl olduğunu açıklamaktadır. Birinci makamda babasıyla birlikte onların semavî melekler şeklindeki yeryüzü putlarına —tapagelmekte olduklarından daha küçük gibi görünen en büyük yaratıcı katında kendilerine şefâatta bulunsunlar diye— ibâdet etmelerinde hatalı olduklarını beyân etmiştir. Onlar nzık, zafer ve muhtaç oldukları başka şeylerde kendilerine onun katında şefâatta bulunsunlar diye Allah’a, O’mın meleklerine ibâdetle tevessülde bulunurlardı. Bu makamda ise yedi seyyare (gezegen) ye ibâdetlerindeki hatâ ve sapıklıklarını açıklamıştır. Bu yedi gezegen: Ay, utârid, züh-re, güneş; merin, müşteri ve Zühal’dir. Onlara göre aydınlatması en güçlü olan güneş, sonra ay, sonra zühre’dir. İlk önce Zühre’nin ilâh olmaya uygun olmadığını açıklamıştır. Zîrâ o, takdir edilmiş muayyen bir seyre (yolculuğa) boyun eğmiştir. Bundan sağa ve sola mey-ledemez. Kendisi hakkında tasarrufa sahip değildir. Sâdece Allah Teâlâ’nın, büyük hiknıetiyle aydınlatıcı (nûr saçıcı) olarak yaratmış olduğu, gök cisimlerinden bir tanesidir. Doğudan doğar, batıp gözlerden kayboluncaya kadar Doğu ile Batı arasında seyreder. Sonra gelecek gece aynı minval üzere görünür. Bunun gibisi ilâh olmaya uygun değildir. Sonra ayı görür. Ve yıldız hakkında geçen açıklaması gibi bunun hakkında da açıklamada bulunur. Sonra aynı şekilde güneşe intikâl eder. Gözlerin gördükleri cisimlerin en aydını olan bu üç gezegenden tanrılık nefyedilip, kesin delillerle bunu anlayınca: «Ey kavmim, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden (onlara tapınma ve onlara sevgi beslemeden) uzağım, demişti. Doğrusu ben, gerçekten yü;ümü bir muvahhid olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.» Gerçekten ben eşyayı yaratana, onları müsahhar kılan takdir edip idare edene, her şeyin melekûtu elinde olana, her şeyin yaratıcısı, Rabbı, hâkimi, ilâhı olana ibâdet ederim. Nitekim Allah Teâlâ, başka bir âyette şöyle buyurmaktadır: «Muhakkak ki sizin Rabbınız gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a hükmeden Allah’tır. Gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürür. Güneş, ay ve yıldızlar O’nun emrine müsahhar kılınmışlardır. Bilin ki, yaratma da, emir de O’nundur. Âlemlerin Rabbı olan Allah’ın sânı ne yücedir.» (A’râf, 54).Allah Teâlâ’nm hakkında : «Andolsun ki, daha önce İbrahim’e de doğru yolu bulma kabiliyetini verdik. Ve Biz onu biliyorduk. Hani o babasına ve kavmine demişti ki: Bu tapınıp durduğunuz heykeller de nedir? Muhakkak ki îbrâhîm; başlıba-sına bir ümmetti. Allah’a itaat ederdi. Ve bir muvahhiddi. Hiçbir zaman için müşriklerden olmamıştır. Rabbmın nimetlerine şükrederdi. Onu beğenip seçmiş, kendisini doğru bir yola iletmişti. Dünyada ona iyilik verdik, doğrusu o, âhirette de iyilerdendir. Sonra sana: Muvahhid olarak İbrahim’in dinine uy, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı, diye vahyettik.» (Nahl, 120-123). «De ki: Şüphesiz Rabbım beni dosdoğru yola iletti. Hâlis muvahhid olan İbrahim’in dinine. İbrahim müşriklerden olmadı.» (En’âm, 161) buyurduğu İbrahim bu makamda nasıl sâdece bir bakıcı olabilir? Buhârî ve Müslim’de Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurur : Her doğan, fıtrat üzere doğar. Müslim’in Sahîh’inde İyâz’dan rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurur: Allah Teâlâ: Kullarımı hanîfler (muvahhidler) olarak yarattım, buyurmuştur. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: «öyle ise sen yüzünü… Allah’ın fıtratına çeVlr ki, Allah insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme yoktur.» (Rûm, 30), «Hani Rabbın ÂdemoğuUarının sulbünden soyunu çıkarmış ve kendilerini nefislerine şâhid tutmuş : Ben sizin Rabbınız değil miyim? demişti. Onlar da demişledi ki: Evet…» (A’râf, 172).

Bu, diğer yaratıklar hakkında böyle ise Allah Teâlâ’nın: «Başlı-başına bir ümmet kıldığı, Allah’a itaat eden bir muvahhid olan, hiçbir zaman müşriklerden olmayan.» (Nahl, 120-121) kıldığı İbrahim Halîl, -bu makamda nasıl sâdece bir bakıcı olabilir? Bilakis o, Allah Rasûlü (s.a.)nden sonra en doğru seciye ve salim fıtrata hiç şüphesiz insanların en lâyığıdır. Onun bu makamda sâdece bir bakıcı olmayıp kavmi ile şirk koşmaları hususunda münâkaşa halinde olduğunu bu âyetin hemen peşinden gelen âyetler de teyîd etmektedir.





Seyyid Kutub Fizilal'il Kur'an Tefsiri

Kur’an akışının bu ayetlerde gözler önüne getirdiği sahne, gözleri kamaştıran olağanüstü bir sahnedir. İlk aşamada, putlara ilişkin cahiliye düşüncelerini reddeden ve onlardan tiksinen fıtratın sahnesidir bu. Üzerindeki bu hurafeleri silkeleyince içten gelen coşkun bir istekle vicdanında bulduğu gerçek ilâhını arıyor. Bu düşünce henüz anlayışında ve belleğinde açıklığa kavuşmamıştır. Gizli bir coşkuyla parlayan her şeyle ilgi kurup bunun ilâhı olabileceğini düşünüyor. Fakat iyice araştırdıktan sonra bunların gelip geçici şeyler olduğunu anlıyor. Çünkü içinde gizli ilahlık gerçekliğini ve uluhiyet sıfatlarıyla bir benzerliklerini görememiştir. Sonra bu fıtrat içinde parlayan ve iyice belirginleşen bir gerçeğin farkına varıyor. Büyük bir sevinçle ve bu gerçeğin coşkusuyla dolup taşıyor. Daha önce kendi kavrama yeteneğiyle belirlediği, içindeki gerçeğe uygun gerçeğe ulaşmanın büyük coşkunluğuyla duyuruyor inancını. İbrahim’in (selâm üzerine olsun) gönlünde belirginleşen bu sahne, olağanüstü ve göz kamaştırıcı bir sahnedir. Kur’an’ın akışı bu büyük deneyimi şu kısacık ayetlerde ifade edip geçiyor. Bu, fıtratın hak ve batıl karşısındaki tutumunun hikâyesidir. Müminin ilân ettiği ve bu konuda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmediği inancın hikâyesidir. Bu konuda babaya, aileye, aşirete ve ulusa hoş görünmek gibi bir endişesi yoktur. İbrahim’in (selâm üzerine olsun) babasına ve kavmine karşı takındığı şu katı, kesin ve net tutum gibi.

Hani İbrahim, babası Azer’e dedi ki; “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum.”

Bu, İbrahim’in diliyle konuşan fıtratın kendisidir. Çünkü İbrahim henüz idrakiyle, kavrama yeteneğiyle ilâhını bulmamıştı. Ancak onun bozulmamış fıtratı daha baştan kavminin kullukta bulunduğu putların ilâh olabileceklerini reddetmişti. -Irak Keldanileri olan İbrahim’in kavmi, putlara kullukta bulundukları gibi gezegenlere, yıldızlara da taparlardı.- Çünkü kullukta bulunan, zorluk ve rahatlıkta kulların kendisine yöneldiği, insanları ve tüm canlıları yaratan ilahın… Evet İbrahim’in fıtratına göre bu ilahın taştan bir heykel ya da ağaçtan bir put olması mümkün değildi. Madem ki yaratan, yarattıklarının rızkını veren, her şeyi işiten ve karşılık veren bu heykeller değildir,-ki durumları da bunun açıkça göstermektedir.- O halde, kullukta bulunulmayı hak etmemişlerdir ve gerçek ilâh ile kulları arasında aracı şeklinde de olsa ilâh edinilemezler.

O halde daha ilk karşılaşmada İbrahim’in (selâm üzerine olsun) fıtratının hissettiği açık bir sapıklıktır bu. Ayrıca bu, yüce Allah’ın insanları yarattığı fıtratın eksiksiz bir örneğidir. Sonra bu, açık bir sapıklıkla yüzyüze geldiğinde onu reddedip tiksinen, sorun inancı ilgilendirince de gerçek sözü açıklayıp duyuran mükemmel fıtrata da bir örnek oluşturmaktadır.

“Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum.”

Bunlar, İbrahim’in (selâm üzerine olsun) babasına söylediği sözler. Oysa İbrahim son derece yufka yürekli, halim, güzel ahlâklı, hoşgörülü ve yumuşak biridir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu nitelikleri sıralanmaktadır. Ancak burada inanç söz konusudur. İnanç da babalık ve oğulluk bağlarının çok çok üstündedir. Yumuşaklık ve hoşgörü duygularının ötesinde bir olaydır. İbrahim de, yüce Allah’ın, soyundan müslümanların uymasını emrettiği bir önderdir. Hikâyenin burada anlatılması da insanlar için bir örnek, bir numune olması amacına yöneliktir.

Böylece İbrahim (selâm üzerine olsun) fıtratının arılığı ve gerçeği aramadaki içtenliği nedeniyle yüce Allah’ın kendisi için evrende gizli sırları ve varlık aleminde doğru yolu gösteren kanıtları ortaya çıkarmasını hakediyor.

Biz İbrahim’e göklerin ve yerin görkemli egemenlik mekanizmasını böylece gösteriyorduk ki, o kesin inançlılardan olsun.

Şu bozulmamış fıtrat ve açık basiret gibi, hakka karşı böylesine bir içtenlik ve bu derece şiddetle batıldan tiksinme üzerine İbrahim’e bu mülkün, göklerin ve yerin mülkünün gerçek mahiyetini gösterdik. Evrenin planında gizli sırlardan haberdar kıldık. Varlık sayfalarına serpiştirilmiş işaretleri ortaya çıkardık. O’nun kalbi ve fıtratı ile şu olağanüstü evrende yer alan imana yönelik mesajlarla doğru yolu gösteren kanıtları birbirine bağladık. Böylece O’nu, sahte tanrılara kulluk yapmayı reddetme aşamasından gerçek ilahı benimseme aşamasına yükselttik.

İşte fıtratın derin ve yalın yöntemi budur. Bu, birikintilerin yozlaştıramadığı bilinçtir. Evrendeki yüce Allah’ın harikulade sanatını düşünen basirettir bu. Görülen alemleri, içlerindeki sırları dile getirene kadar derinliğine incelemektir. Bu, O’nun uğruna çaba sarfetmenin mükâfatı olarak yüce Allah’ın doğru yolunu göstermesidir.

İşte İbrahim (selâm üzerine olsun) bu şekilde yoluna devam edip Allah’ı bulmuştur. Daha önce fıtratında ve vicdanında bulduktan sonra düşünce ve bilincinde de bulmuştur. Düşünce ve bilincinde bulduğu ilâhlık gerçeği fıtrat ve vicdanda yer eden gerçekle bir uyum arzetmiştir.

O halde İbrahim’in (selâm üzerine olsun) bozulmamış fıtratıyla zorlu bir yolculuğa çıkalım. Kuşkusuz bu, son derece korkulu bir yolculuktur, ilk başta rahat ve kolay görünse de. Fıtrî iman noktasından bilinçli iman noktasına uzanan bir yolculuktur bu. Bu, birtakım farzların ve hükümlerin yükümlülüğü gerektiren imandır. Bu noktada yüce Allah, halk kitlelerini sadece akılları ile başbaşa bırakmamıştır. Peygamberlerin getirdiği mesajlarla açıklama yönüne gitmiştir. İnsan fıtratını veya insan aklını değil de, peygamberliği insanlar için bir gerekçe kılmıştır. Hesaba çekilmenin ve cezalandırılmanın nedeni budur. Bu, yüce Allah’ın adaletinin, rahmetinin, insanlardan haberdar olmasının, onları bilmesinin gereğidir.

İbrahim’e gelince, o, İbrahim’dir. Rahmanın dostu, müslümanların babasıdır.

-Gece karanlık basınca bir yıldız gördü ve “Rabbim budur” dedi. Fakat yıldız batınca “Batanları sevmem” dedi.

Bu, İbrahim’in ruhunun bir portresidir. Babasının ve kavminin kullukta bulunduğu putlara karşı içinde bir kuşku hatta, kesin bir karşı çıkış belirmişti. İnanç sorunu fikrini meşgul etmiş, tüm dünyasını doldurmuştu. “Üzerine gece basınca” deyimi bu tabloyu daha bir somutlaştırmaktadır. Sanki gece sadece onu bürümektedir. Ve sanki onu çevresindeki insanlardan koparmaktadır. Ta ki, kendi ruhu, duyguları, düşünceleri, fikrini uğraştıran, hafızasını dolduran yeni ilgisiyle başbaşa kalabilsin…

Gece karanlık basınca bir yıldız gördü ve “Rabbim budur” dedi.

Daha önce de belirttiğimiz gibi İbrahim’in (selâm üzerine olsun) kavmi yıldızlara ve gezegenlere kullukta bulunurlardı. Bir bilinç ya da kavrama söz konusu olmaksızın, fıtratında bulduğu gerçek ilâhının bu putlardan bir put olmasını imkânsız görünce, kavminin kulluk yaparak yöneldiği bir şeyde gerçek ilâhını bulabileceğini düşünmüştü.

Ulusunun gezegenlere, yıldızlara kulluk yaparak yöneldiklerini ilk görmesi değildi bu. Yıldızları da ilk defa görüyor değildi. Ancak -o gece- yıldız, daha önce konuşmadığı bir dille konuşuyordu, fikrini meşgul eden, dünyasını dolduran problemin uyandırdığı duygulara benzer işaretler getiriyordu hatırına.

“Rabbim budur” dedi.

Çünkü yıldız, parlaklığı, çekiciliği ve yüksekliğiyle putlardan daha çok Rabb olmaya yakındır. Ama hayır… Yıldız O’nun zannını yalanlıyor.

“Fakat yıldız batınca, `Batanları sevmem’ dedi.”

Yıldız kayboluyor. Yaratıklara görünmez oluyor. O halde kim onları gözetecek, işlerini kim düzene koyacak, Rabb kaybolduktan sonra? Yok, bu Rabb olamaz. Çünkü Rabb kaybolamaz.

İşte fıtratın yakın ve yalın mantığı budur. Mantıksal önermelere, diyalektik varsayımlara danışmaz, rahatça, net ve doğrudan doğruya hareket eder. Çünkü insanlığın varlığı içten ve kesin bir şekilde bunu dile getirmektedir.

“Batanları sevmem”…

Fıtrat ile ilâhın arasındaki bağ, sevgi bağıdır. Aradaki ilişki, kalp ilişkisidir. Bu nedenle İbrahim’in (selâm üzerine olsun) fıtratı, batanları sevmiyor, onlardan ilâh edinmiyor. Çünkü fıtratın sevdiği ilâh, kaybolmaz, batmaz…

-Arkasından ayı doğarken görünce, “Rabbim budur” dedi. Fakat o da batınca “Eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri olurdum” dedi.

Deneme bir daha tekrarlanıyor. Sanki İbrahim, daha önce hiç ayı görmemişti, ailesinin ve kavminin aya ibadet ettiğini bilmiyordu. Bu gece onun nazarında ay, yeni gördüğü bir şeydir.

Rabbim budur” dedi.

Varlık alemine akıttığı aydınlığı, sevimli ışığıyla gökte belirginleşmesiyle… Fakat kayboluyor… Oysa Rabb -İbrahim’in fıtratı ve kalbiyle bildiği gibi- kaybolmaz, batmaz…

Bu noktada İbrahim (selâm üzerine olsun) vicdanında ve fıtratında bulduğu gerçek ilahının yardımına muhtaç olduğunu anlıyor. Sevdiği ve fakat henüz idrakinde ve bilincinde bulmadığı Rabbinin… Şayet Rabbi ona doğru yolunu göstermeyecek olursa, O’na elini uzatmayacak olursa ve yolunu göstermeyecek olursa, sapıtıp yolunu yitireceğini anlıyor.

“Eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri olurdum” dedi.

-Daha sonra güneşi doğarken görünce “Rabbim budur, bu daha büyüktür” dedi. Fakat o da batınca “Ey kavmim, ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz putlardan uzağım.”

-Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben O’na ortak koşanlardan değilim.

Bu, gözle görülen cisimlerin en büyüğü, ışık ve sıcaklık bakımından en zorlusuyla geçirilen üçüncü bir denemedir. Güneş… Güneş her gün doğar ve batar.. Ancak bugün İbrahim’in gözüne yeni yaratılmış gibi görünmektedir. Çünkü İbrahim (selâm üzerine olsun) bugün eşyaya, ilâhından haberdar olan, ona güvenen, onunla tatmin olan, uzun bir şaşkınlık, kararsızlık ve çabadan sonra kalıcı bir temele varan benliğiyle bakmaktadır.

“Rabbim budur, bu daha büyüktür” dedi.

Ancak o da kayboluyor.

İşte bu noktada arzu gerçekleşiyor, kıvılcım alevleniyor. Bozulmamış dosdoğru fıtrat ile gerçek Allah’ı arasında buluşma meydana geliyor. Gönül nurla dolup taşıyor, görülen evreni, insan aklını ve bilincini kaplıyor. Burada İbrahim (selâm üzerine olsun) ilâhını buluyor. O’nu fıtratında ve vicdanında bulduğu gibi bilincinde ve idrakinde de buluyor. İşte bu noktada gizli fıtrî algılama ile açık aklî düşünce arasında bir uygunluk gerçekleşiyor.

İbrahim (selâm üzerine olsun) burada ilâhını buluyor. Ancak, parlayan yıldızda, doğan ayda ya da yükselen güneşte değil. Gözlerin görebildiği, duyu organlarının algıladığı hiçbir şeyde bulmuyor. Gözlerin gördüğü, duyu organlarının algıladığı ve aklın kavradığı her şeyin yaratıcısı olarak görüyor. O’nu gönlünde, fıtratında, aklında, bilincinde ve çevresindeki tüm varlıklarda görüyor. Gözlerin gördüğü duyu organlarının algıladığı ve akılların kavradığı her şeyin yaratıcısı olarak buluyor.

Bu durumda, kullukta bulundukları sahte ilâhlardan ötürü kendisiyle kavmi arasında içinde kesin bir ayrılığın farkına varıyor. Hiçbir ödün vermeksizin yönelişlerinden, hayat metodlarından ve yaşadıkları şirkten kesin bir şekilde uzaklaşıyor. -İbrahim’in kavmi, Allah’ı doğrudan doğruya inkâr etmiyordu, ancak bu sahte Rabbleri ortak koşuyorlardı- İbrahim de sadece ortaksız Allah’a yöneliyordu.

“Ey kavmim, ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz putlardan uzağım.” Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben O’na ortak koşanlardan değilim.

Bu, gökleri ve yeri yaratana yöneliştir. Şirke sapmayan tevhidi bir yöneliştir. Bu, kesin bir söz, pürüzsüz bir inanç ve son yöneliştir. Bundan sonra, vicdanda yer alan gerçeğe uygun düşen bu gerçeğin akılda iyice belirginleşmesinden sonra, kararsızlığa, tereddüte yer yoktur.





Mevdudi Tefsiri

İbrahim Peygamber’i Allah’ın elçisi olarak atanmadan önce gerçekliğe götüren düşünce şekli ifade olunmaktadır. Beynini ve gözlerini doğru biçimde kullanabilen bir insanın, İbrahim Peygamber gibi Allah’ın Birliği hakkında herhangi bir şey öğrenme imkanı bulunmayan şirk’in egemen olduğu bir çevrede doğup büyümüş de olsa, Gerçekliğe ulaşabileceği ortaya konmaktadır burada. Tek şart, kişinin tabiattaki olguları doğru olarak gözlemleyip, onlar üzerinde dikkatlice düşünmesi ve bağlantılı, mantıki bir düşünce zinciriyle gerçeğe ulaşmak için aklını kullanmasıdır. Önceki ayetlerden, İbrahim Peygamber’in hayatının bilinç kazanmasından itibaren yıldızlara, aya ve güneşe tapan bir halkın içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan, onun gerçeği araştırmadaki kalkış noktasının, ‘bu nesneler gerçekten Rabb olabilir mi?’ sorusu olması tabiidir. İşte, Onun düşüncesi bu soru çevresinde merkezileşmiş ve halkının tüm tanrılarını değişmez bir kanuna bağlı olup, bu kanuna göre hareket ettiklerini keşfedince de kaçınılmaz olarak, bu tanrılardan hiçbirinin Rabb adını alabilecek herhangi bir niteliğe sahip olmadığı sonucuna varmıştır.

Olayın anlatılış biçimi genelde şöyle bir karşı çıkışa yol açabilir: “Gece üzerini örttüğünde bir yıldız gördü” ve “ben Allah’a ortak koşanlardan değilim” dedi. Burada sıradan bir okuyucunun zihninde, “Gece çocukluğundan beri hayatının her gününde İbrahim Peygamber’in üzerine örtmüyor ve o bu belli olaydan önce yıldızların, ay’ın ve güneşin doğup battığını görmüyor muydu?” sorusu uyanır. Evet, o her gece görüyordu bunları, fakat, olgunluğa ulaştıktan sonra bu şekilde düşünmeye başladı. Neden olay, (…Gece üzerini örttüğünde) denilerek, İbrahim’den daha önce yıldızları, ay’ı ve güneşi hiç görmemiş gibi bir şüphe uyandıracak şekilde verilmektedir?

Normal olarak böyle bir varsayım tabii gelmediğinden bu görünürdeki zaman yanlışlığı bazılarını olağanüstü hikayeler uydurmaya götürmüştür. İbrahim Peygamber’in olgunluğa ulaşmadan önce yıldızları, ay’ı ve güneşi görmemesi için bir mağarada doğup büyüdüğünü söyler böyleleri. Oysa, sorun hayali hikayeler uydurmayı gerektirmeyecek ölçüde basittir. Newton’un hayatındaki ünlü bir olayla açıklanabilir bu durum. Bir gün Newton ağaçtan bir elmanın yere düştüğünü görünce, zihninde birden şu soru canlanır: Nesne neden yere düşer? Sonunda o yerçekimi kanununa varır. Burada da kuşkusuz şöyle bir soru sorulabilir: Bu olaydan önce Newton hiç yere düşen bir şey görmemiş miydi? Herhalde, daha önce pek çok şeyin yere düştüğünü gördüğü kesindir onun. O halde, belli bir günde belli bir elmanın yere düşmesi nasıl olmuştur da, daha önce hergün yere yüzlerce düşüşün uyandırmadığı bir zihin faaliyetine yol açmıştır? Cevap basittir: Zihin her zaman aynı tür gözlemle aynı şekilde harekete geçmez. İnsan gözü önünde aynı şeyin tekrarlanıp durduğunu görür de, zihni hiç bir faaliyete geçmez; fakat birden bir an gelir, aynı şeyi bu kez görmek zihin faaliyetini belli bir soruna yöneltir. Veya, kişinin zihni bir sorunun çözümüne öylesine dalar ki, birden her zaman gözünün önünde bulunan bir şeyi değişik bir şekilde yakalar ve zihninde bu sorunun çözüm yönünde bir faaliyet başlar. İbrahim Peygamber’de olan da aynı şeydi. Geceler gelip geçmiş, yıllarca ay, güneş ve yıldızlar doğup batmış, fakat belli bir gecede belli bir yıldızın batarken gözlenişi İbrahim Peygamber’de (a.s) merkezi Allah’ın Birliği Gerçekliğine götüren zihin faaliyetine yol açmıştır. Belki o olgunluk çağına varalı beri, halkının dini olan ve tüm hayat sisteminin üzerine oturduğu yıldızlara, ay’a ve güneşe tapma sorunu üzerinde düşünüyordu. Sonra bir gece yıldızları gözlerken zihni birden harekete geçmiş ve bu sorunu çözmede kendisine yardım etmiştir. Yıldızları gözlemenin bu zihinsel faaliyetin başlangıç noktası olması da mümkündür.

Bu bağlamda giderilmesi gereken bir başka şüphe daha vardır. Yıldız ay ve güneşi görüp de, “Bu benim Rabbimdir” derken İbrahim Peygamber (geçici bir süre için de olsa) şirke düşmüş olmuyor muydu? Ufak bir düşünce, gerçekliği arayışında kaçınılmaz olarak şirk hakkında çeşitli akıl yürütme aşamalarından geçeceği için bu onun şirk suçunu işlemediği konusunda kişiyi ikna etmeye yetecektir. Bu bakımdan, onun akidesini belirleyen, geçici akıl yürütmeler değil, araştırmasının yönü ve sonunda durduğu noktadır. Bu tür ara akıl yürütme aşamalarından her gerçek arayıcısı geçecektir. Bunlar gerçek uğrunadır ve nihai karar olarak değerlendirilmemelidir. Şirkin her biçimi üzerinde akıl yürütme bir sorgulama olup asla uygulama olmaz. Gerçeğin arayıcısı akıl yürütme sırasında durup, “bu böyledir” dediği zaman, bu onun nihai yargısı değildir Buradaki “bu şöyledir” “bu şöyle midir?” anlamındadır. Bu yüzden de, geçiş aşamalarındaki sorularına olumsuz cevap verdiğinde, hemen araştırmasında bir ileriki noktaya yönelir.

Başlığı görünce ben seni direk harici zannetmiştim akhi hakkını helal et

Allahın suphanehu sıfatları konusunda akide olarak aynıyız

Gece karanlık basınca bir yıldız gördü ve “Rabbim budur” dedi. Fakat yıldız batınca “Batanları sevmem” dedi.

Arkasından ayı doğarken görünce, “Rabbim budur” dedi. Fakat o da batınca “Eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri olurdum” dedi

Bu noktada İbrahim (selâm üzerine olsun) vicdanında ve fıtratında bulduğu gerçek ilahının yardımına muhtaç olduğunu anlıyor. Sevdiği ve fakat henüz idrakinde ve bilincinde bulmadığı Rabbinin… Şayet Rabbi ona doğru yolunu göstermeyecek olursa, O’na elini uzatmayacak olursa ve yolunu göstermeyecek olursa, sapıtıp yolunu yitireceğini anlıyor.

Eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri olurdum” dedi.


Rabbim budur, bu daha büyüktür” dedi.

Ancak o da kayboluyor.

İşte bu noktada arzu gerçekleşiyor, kıvılcım alevleniyor. Bozulmamış dosdoğru fıtrat ile gerçek Allah’ı arasında buluşma meydana geliyor.

Bu durumda, kullukta bulundukları sahte ilâhlardan ötürü kendisiyle kavmi arasında içinde kesin bir ayrılığın farkına varıyor. Hiçbir ödün vermeksizin yönelişlerinden, hayat metodlarından ve yaşadıkları şirkten kesin bir şekilde uzaklaşıyor. -İbrahim’in kavmi, Allah’ı doğrudan doğruya inkâr etmiyordu, ancak bu sahte Rabbleri ortak koşuyorlardı- İbrahim de sadece ortaksız Allah’a yöneliyordu.


Bu bakımdan, onun akidesini belirleyen, geçici akıl yürütmeler değil, araştırmasının yönü ve sonunda durduğu noktadır.

Niyahi nokta kesin karardır.

Cahalet meselesi günümüz için bahsedilmektedir.. Cehalet meselesi günümüz oy kullanan ama razı olmayan ve tağuta muahakme olup razı olmayan onlara direk ilah demeyen kişiler için geçerlidir.

Elbette bir rafizinin Hz ali ra ya ilah demelerinden dolayı onlara cehalet sıfatını verecek değilim

Dediğim gibi günümüz Müslümanları için cehalet kavramı geçerlidir.



 
Son düzenleme:
tewhidwetakwa Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Neyse buraya biraz ilmi birikimlerimi yazayımda kardeşler okurlar.

Allah, iman edenlerin velisidir.
(MÜSLÜMAN OLANIN) (HENÜZ TAĞUTU RED ETMEYEN)

Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
(MÜSLÜMANI OLDULAR) (ŞEHADET GETİRDİLER)

İnkar edenlerin velileri ise tağutlardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokar.
(MÜSLÜMANDILAR HÜCCET ULAŞTI İNKAR ETTİLER KAFİR OLDULAR)

İşte onlar ateş ehlidir ve orada sürekli kalacaklardır. Bakara 257

EĞER HÜCCET ULAŞIP TASDİK ETSELERDİ TAĞUTU RED ETMİŞ OLACAKLARDI TAĞUTU RED EDİP HİDAYE KAVUŞACAKTI.


Sen yalnızca, bizim ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin ki onlar müslümanlardır. Körleri, (kalbleri kör olanları) da, sen, sapıklıklarından ayırıb doğru yola iletici değilsin. Sen ancak ayetlerimize iman edeceklere (davetini) duyurursun da, onlar İslâma gelir, selâmeti bulurlar. Rum 53

Neyi duyurabilirsin peki?????


Ant olsun ki, Biz, her ümmete, Allah'a kulluk etmeleri ve tağuttan uzak durmaları için bir resul gönderdik. Allah onlardan kimini doğru yola iletti, kimine de sapkınlık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın. Nahl 36


Ya Allahın suphanehu ayetlerini görmezden geleceksin yada tağutu henüz Red etmemiş müslümanları TEKFİR etmeyeceksin!!!


CEHALET HEM TAĞUTU RED ETMEMİŞ HEMDE TAĞUTU RED ETMEDİ AMA AMELİNDE AMELİ KÜFÜR OLAN MÜSLÜMANLAR İÇİN GEÇERLİDİR.

Miade 44 ün tefsiri hem sahabe den hemde alimlerden gelen nakiler hüccet ULAŞIP inkar edene büyük küfür hüccet ulaşmayan AMELİNDE küfür olanda (ameli küfür) küçük küfür der. Hatta hüccet ulaşsa dahi ameli küfre gireni teklife edemezsin.
Buradaki bu yüzen Allahın suphanehu sıfatı bir beşere vermek için büyük günah küçük şirktir. Tağut muhakeme olmak ve oy kullanmak kurbanı Allahtan başkasına kesmek gibi filiier büyük günah olan ameli küfürlerdendir.

Kişiye hüccet sunulur. Bilerek küfre girerse şizofren olur. Firavunlara hüccet sunulmuştu onlar bu yüzden bile bile küfre girdiler ve en son kendilerini ilah zan ettiler Allah cc onları böylece şizofren etti İbadeti verdiği şahsı ilah zan eder işte buda amelleri toptan yok eden büyük şirktir. Büyük şirk amelleri toptan yok ettiği için bir depo su gibi düşünürsen itfaiye deposu gibi suyu tazyikli açıyor amellerde bunun gibi yok oluyor. Hızlı biri şekilde sonra münafık oluyor şahıs müşrik olmayı bir yolda kalmış bir motor gibi düşün o motor yolda tutuştu yandı merhaba münafık lığıda bu motorun yanması gibi düşün Kişi bu fiili işlerde nefsi inkar et der oda inkar eder.

Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der. Haşr/16


Tekfir ise küfrün küfür olduğunu bilirse zaten nedi inkar et derse eder aşamasına gelindiği için tekfir edilir.

HÜCCET ikame edildikten sonra yani

HÜCCET ikame edilmeden tekfir meselesi için yoututube dan darussune kanalının videolarını izleyebilirsin. Orda en azından hüccet ulaşmadan önce münafıklar tekfir edilirmi edilmez mi videoları mevcuttu bunlarda bakarsın.

Bu videomu da izlemeni tavsiye ederim

İrtidat nasıl gerçekleşiyor

 
Son düzenleme:
A Çevrimdışı

Akansu55

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Sizin gibilerle tartışmak duvara konuşmaya benzer.Ne dediklerimi anlıyorsun ne de yazdığım şeylere bir reddiye yazıyorsun,ortaya gelişi güzel alakasız bir sürü şey yazıyorsun.
Neyse buraya biraz ilmi birikimlerimi yazayımda kardeşler okurlar.
Biz burda düşünce yarıştırıp ego kasmıyoruz.Dini ilimleri öğrenme ve bunu yayma sadece Allah rızasını kazanmak için yapılır.Aksi halde tek bir ecir bile alınmaz.Bu söyleminiz inşaAllah farklı bir amaç taşımıyordur.

Konuyla alakasız yazdığınız cevaplarla kendini avutmaya devam edebilirsiniz.Ben delillerimi sundum,eğer iddianda doğruysan getirdiğim delilleri çürütürsün,aksi halde mantıksız açıklamalar benim için sinek vızıltısından öteye geçmiyor.Emin ol ki yaptığın mantiki çıkarırlar o kadar tuhaf ki ben okurken utandım.Selametle.

NOT:Lütfen reddiye yapıyorsan delillerle (ayet,hadis vs.) buyur yap,aksi halde bundan sonra konuyu uzatmanın ne sana ne de bana bir faydası var.Eğer bu cevaplarda kalbini vs.kırmışsamda hakkını helal et.Sadece Rabbimin rızasını kazanmak ve doğru bildiğim gerçekleri insanlara anlatmak için çabalıyorum.Rabbim bizlere hidayet versin,bilmediklerimizi öğretsin,yakinimizi arttırsın.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Başlığı görünce ben seni direk harici zannetmiştim akhi hakkını helal et
Kardeşim akidevi çok önemli bir meselede başlıktan tahayyulle çıkarsamalarda bulunarak muhatabına ithamda bulunmak, karalamak olur mu?
 
tewhidwetakwa Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kardeşim akidevi çok önemli bir meselede başlıktan tahayyulle çıkarsamalarda bulunarak muhatabına ithamda bulunmak, karalamak olur mu?
Doğrudur abi benim hariciler ile büyük problemim olduğu için cehalet mazaret değildir derken akhi yi harici zannettim kardeştende özürdiliyorm kusura bakmasın bu konuda biraz taasuplu olduğum için okumamanın sebebi taasupluğumdan kaynaklandı
 
A Çevrimdışı

Akansu55

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Cehaletin mazeret olduğunu iddia eden ve bu konu hakkında videolar hazırlayan bu linke denk geldim:

Ömer hocayı severim.Allah yolunda cihada çıkmış, hak üzere sebat etmeye çalışan sosyal medyadan tanıdığımız kadarıyla değerli bir abimizdir.

Videoları izledim.Her videoyu izleyip bitirdiğimde ise aklımda onlarca reddiye canlandı.Bu kadar emek verdiği video serisinin delillerinin bu kadar yetersiz olması garibime gitti.

Belli ayetleri veya kendine göre sözde delilleri (!) ortaya koyarak meseleyi hallettiğini iddia eden ama aslında bir arpa boyu yol alamayan bir video serisi olmuş.

Kendisinin sunduğu deliller (!) çok çok rahat çürütülecek deliller.Bu meseleyi detaylıca bilen kardeşler ne demek istediğimi anlayacaktır.
Videolarda iddia ettiği delillere karşı tek tek reddiye yapardım.Ama keşke o kadar vaktim olsa.
Ayrıca her video yapana çıkıp reddiye yapsak ne işlerimizi ne de ibadetlerimizi yeteri kadar yapabiliriz.

Neyse ayrı düşünsek de yine de sevdiğimiz kardeşlerdir.Rabbim İdlib de bulunan tüm tevhid ehli kardeşlerimizin yardımcısı olsun.


Bu arada yazımı sonlandırmışken Ali el Hudayrın kafire kafir demeyenin hükmü nedir? Bununla alakalı bir videosunu buraya ekleyeyim:




Yedek Link

İşte yıllardır anlatmaya çalıştığımız ama Türkiyede ki aşırıların bir türlü anlamadığı mevzu.

Bir kişi şirke bulaşmamış tevhid ehli biriyse ama cehaleti mazeret gördüğü için müşrik olan birini tekfir etmiyorsa buna mürcie veya kafir demek aşırılıktır.

Çünkü cehaleti mazeret gören kişiler bir ayeti veya hadisi inkar etmiyorlar.Kendilerine göre sözde bazı delilleri (!) referans alarak böyle bir sonuca varıyorlar.

Onun için bu tarz cehaleti mazeret gören kişilere evet hata etmiş,yanlış içtihad etmiş diyilebiliriz.Ki bizde zaten öyle diyoruz.Ama bu kişilere mürcie veya kafir demek aşırılıktır.

Türkiye bu şekil düşünen sizin de malumunuz üzere bir çok davetçi var.Rabbim onlara ve bize el Hadi isminin hürmetine hidayet verip hidayetlerimizi arttırsın.El Alim isminin hürmetine bilmediklerimizi öğretip ilmimizi arttırsın.
Bu şekilde aşırı düşünen kardeşleri de bizleri de hakka isabet ettirsin.Amin.
 
Son düzenleme:
C Çevrimdışı

caca9896

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Büyük Şirkte Cehalet Mazeret Midir?

Lütfen yazıyı anlayarak sakince okuyun.Önce genel bir giriş bölümüyle anlatmaya çalışacam inşaAllah.Ondan sonra deliller kısmı başlayacak.Allah hepimizi el "Hadi" isminin hürmetine hidayete erdirsin.


Tevhid ve şirk konularında cehalet mazeret değildir.Ayrıca dinde bilinmesi zaruri olan konularda da cehalet mazeret değildir.(Zinanın haramlığı,namazını farzıyeti,faizin haramlığı vs,) Dinde çok detay isteyen konularda; alimlerin uzmanlaştığı, müstehap vb. konularda cehalet mazerettir.Birde bazı alimler istisnai olarak müslümanlardan uzak bir belde de Kurana erişimin olmadığı durumlarda ve etrafında dini anlatan kimsenin olmadığı bir yerde dine yeni giren yeni müslüman olmuş insanlar için namaz, içki, zina, Allahın sıfatları, ibadet konuları vs.mazerettir.Çünkü bu ibadetler ve bilgiler ancak vahiyle bilinebilir.Taki hüccet ikame edilene kadar ondan sonra inkar ederse kafir olur mazeret ortadan kalkar.

Not: Ama büyük şirk konusu bu insanlar için yine mazeret değildir.Çünkü tevhid akıl,fıtrat,misak ve kainattaki ayetlerle bilinir.Ama diğer konular için yukarıda belirttiğim gibi vahye ve peygambere ihtiyaç vardır.Tevhid için böyle bir zorunluluk yoktur.En doğrusunu Allah bilir.



Şimdi ise büyük şirkte cehaletin mazeret olmadığını gösteren ayetleri ve hadisleri Allahın yardımıyla anlatmaya çalışacağım. Bazı ayetlerde ayetlerin altlarına yorumlar yaptım mutlaka tekrardan ayetlerin tefsirlerine de bakın.

Kim bilgisi olmadığı halde Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki / cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, bu hadisin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir- Tirmizî, tefsir, 1).

Bazı ayetlerde de yazı çok uzamasın diye yorum vs.yapmadım.

Tekrardan Ufak bir bilgilendirme;

Bir insanın hanif olup tevhidi bulması için akıl, fıtrat, misak ve kainattaki ayetler yeterlidir.Rabbimiz ayrıyeten kitap ve peygamberleri de göndererek diğer konuları yani ancak vahiyle bilinebilecek konuları da kitap ve peygamberle bize bildirmiştir : Allah'ın sıfatları(el,yüz), Allahın nerede olduğu, ahiret, şeriat, geçmiş kavimlerin kıssaları,ibadetler,haram ve helal vs. konuları da bize peygamber ve kitapla haber vermiştir.Bunlar ancak vahiyle bilinecek konulardır.Ama bunlarda da en başta bahsettiğim gibi peygamber ve kitap geldikten sonra dinde zaruri bilinmesi gereken şeyleri (zina,içki,faiz,adam öldürme vs.haram ve günah oluşu) bilmemek mazeret olmaz dine girdikten sonra bunların öğrenilmesi gerekir.Çok detay sünnet ve müstehap konuları mazerettir çünkü bunları bilmek için ilimde derinleşmek gerekebilir.Ama başta bahsettiğim gibi tevhid konusu hiç bir durumda mazeret değildir.Bunun için harici bir bilgilendiriciye ihtiyaç yoktur.Akıl, fıtrat, misak, kainattaki ayetler yeterlidir.Bu konuları yeni gören arkadaşlarının anlaması için giriş kısmını biraz uzattım hakkınızı helal edin şimdi delillere başlayalım.Bide ufak bir bilgilendirme daha; fetret ehli içinde bu durum geçerlidir.Bu adamlara peygamber ve kitap gelmemesine rağmen akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler yeterlidir.Bu dönemde yaşayıp hadislerle bize ulaşan bilgilerde belirtildiğine göre müslüman olmuş veya tam tersi kafir olan birçoğu insan mevcuttur.Peygamberin(s.a.v.) annesi,babası,dedesi,İbnu Cüd’an vs. kafirlere,; Zeyd bin Amr ibn Nüfeyl,Amr bin Abese,Kus bin Saide,Osman bin Huveyris
vb. de müslümanlara örnek verilebilir.İlerleyen kısımlarda bunları delilleriyle beraber anlatacağım.Yani fetret ehli Kuran ve peygamber gelmemesine rağmen mazur değildir.Onlara yine müşrik ismi verilir.Ama bizim mevzumuz bu değil çünkü bizim toplumda zaten akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler gibi deliller mevcut olmakla beraber fazla olarak birde peygamber ve Kuran gelmiştir.Yani bizim fazlamız var eksiğimiz yok. :)))
Müsned de geçen fetret ehli ile ilgili bir hadis var bazıları bunu delil gösterip durumu kurtarmaya çalışıyor ama biz hem peygamberin ebeveynleri,dedesini,amcasının delil göstererek diyoruz ki eğer bir insan peygamber ve kitap gelmemişse bile şirke girmişse müşriktir.Hadiste kıyamet günü hesaba çekilecek 4 sınıftan bir olan fetret ehlinden bahsederken Allahu alem müşriklerin şirklerinden beri olduğu halde bir din arayışına girmeyen bu uğurda çabalamayan bir kitap ve peygamberle de karşılaşmamış insanlar için geçerlidir.Bide hep güldüğüm bir mevzu var bunu da söylemeden geçemeyeceğim bazı insanlar Allah "Biz peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz" ve buna benzer bir çoğu ayeti delil alarak diyorlarki bak peygamber gelmedikçe azap edilecek değil diyor.Bu ayeti delil alıp bu ümmeti nasıl kurtarmaya çalışırsınız bu ümmete zaten bir peygamber gelmiş.Zaten bu ümmete Hz.Muhammed (s.a.v.) ve Kuranı kerim gelmiş hüccet ikame edilmiş,mazeret ortadan kalkmıştır.Bu ayet Allahu tealanin peygamber göndermediği topluma azap etmeyeceğini söylüyor yani bizim toplumumuzla uzaktan yakından alakası yok.Bide bi mevzu daha var bazı insanlar;

1-Kül hadisi
2-Zatu envat hadisi,
3-Hz.Aişe "Allah bilir mi?" hadisini
4-Muaz bin Cebel'in secde hadisi
(Ki bu hadis çok açıktır.Ordaki mevzu saygı secdesidir.Peygamber onu da yasaklıyor.)

bu ilk 3 hadisi delil alarak cehalet mazerettir diyor.Bu hadislerin açıklamaları alimler arasında ihtilaflı.Bir kısım alim bir şekil şerh ediyor,bir kısım alim farklı şerh ediyor,bazıları da bazı şaz görüşler ortaya atıyor.Buraya alimlerin açıklamalarını tek tek yazsam mesele çok uzar dileyen detaylıca inceleyebilir.Bu insanlara şunu söylüyorum bu farklı şekillerde tevil edilip yorumlanan hadisleri delil almaktansa Kuranı kerim de onlarca muhkem olan ayet ve peygamberimizin açık hadislerin delil almak daha mantıklı ve doğru olan değil mi sizce? Niye muhkem olan ayetleri ve hadisleri anlamamaya çalışıp hep kendi nefsimizin ve aklımızın peşine düşüp benim aklıma göre böyle olması gerekiyor diyip kendi aklımıza göre delil defineciliği yapıyoruz.Kendi fikirlerimizi oluşturup bu fikirler için kılıdan köşeden müteşabih ve farklı şekilde tevil edilen ihtilaflı delilleri getirmeye çalışıyoruz.Aslında olması gereken Kuran ve sünnetten çıkan sonuca kendimizi uydurmamız ve ona inanmamızdır.

(Ki emin olun ki ilk 3 hadis ile ilgili cehaletçi insanlar bunları delil getiriyor ama cehaletin mazeret olduğuna dair bu iddiayı savunlara bile kesin bir delil çıkmıyor.Çünkü yapılan yorumlar hep kişisel ve çok farklı yorumlar var.Kati bir delil yok.)

Bizim yapmamız gereken Kuran ve hadislerden çıkan muhkem naslara teslim olmaktır.



Aralarındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlasın diye Allah’a ve resulüne çağrıldıklarında müminlerin sözü, “Dinledik ve boyun eğdik” demekten ibarettir. İşte kurtuluşa erenler de bunlardır!

(Nur 51)

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan yöneticilere de (itaat edin). Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, şayet Allah’a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsanız (o meseleyi çözmek için) Allah’a ve Resûl’e götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

(Nisâ, 59)

Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

(Ali İmran 7)


Artık bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?

(Mürselat 50)


İşte bunlar, hak olarak sana okuduğumuz Allah’ın ayetleridir. Onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze inanırlar?

(Casiye 6)


Şimdi delillere başlıyalım.





DELİLLER

Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz.” derler. Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridirler. Lakin farkında değillerdir.Onlara: “İnsanların iman ettiği gibi iman edin.” denildiği zaman: “Biz "sefihlerin" iman ettiği gibi mi inanalım?” derler. Dikkat edin! Onlar sefihlerin ta kendileridir. Lakin "bilmiyorlar".

(Bakara 11-12-13)

Bu ayette açıkça bilgisizlik, farkında olmama ve sefihlikten bahsedilmiş ve kafirlerin bu mazeretlerinin küfre girmelerini engellemedigini bilakis bu mazeretlerin küfürlerinin bir sebebi olduğu açıkça görülmektedir.


İbrahim’in milletinden "sefihten" başkası yüz çevirir mi? Andolsun ki biz onu dünyada seçtik ve o, ahirette de salihlerdendir.

(2/Bakara 130)

Burda da yukarıda ki ayetle benzer durum var.



Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.

(Hucurat suresi 2)


Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in sözünden daha yüksek sesle konuşmak farkında olmadan amelleri boşa çıkarıyorsa, acaba görüşleri, fikirleri, zevkleri, siyasetleri, bilgileri Rasulullah’ın getirdiğinden önde tutanların durumları nasıl olur?Amellerin boşa çıkmasında bunlar daha öncelikli değil midir?”



Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını "sanıyorlardı".

(Araf 30)


Kendilerini doğru yolda olduklarını sanmaları,hakkı bilmeme konusunda cahil olmaları küfürlerine engel olmadığı açıkça görülmektedir.


Müşriklerden biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.

(9/Tevbe, 6)

Bu ayette ise Allah bu insanları nitelendirirken ayetin başında onlara müşrik ismini vermiş ve ayetin sonunda onların bilmeyen yani cahil olduğunu söylemiş yani müşrikliklerinin sebebinin cahil olmaları olduğunu söylemiştir.Yani cehalet bir mazeret değil tam tersi müşrik yapan bir sebeptir ve aşağılanması gereken bir suçtur.



Unutma o günü ki onları hep birden toplayacağız; sonra da Allah’a ortak koşanlara “Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?” diyeceğiz.Sonra onların mazeretleri “Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki biz ortak koşanlardan değildik” demekten başka bir şey olmadı.Gör ki, kendi aleyhlerinde nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye) uydurdukları şeyler kendilerini nasıl bırakıp gitti!

(En'am 22,23,24)


Bu ayette müşrikler Allaha yemin ederek biz ortak koşanlardan değildik diyorlar.Yani bu insanlar kendi yollarının doğru olduğundan o kadar eminler ki Allaha yemin ediyorlar ama bu cehaletleri onları kurtarmıyor.


De ki: “Size, iş ve davranışları bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?
Onlar, iyi yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” İşte onlar, rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa gitmiş olanlardır. Bu sebeple biz kıyamet gününde onların (dünyadaki) amellerine değer vermeyiz. İnkâr etmeleri, âyetlerimi ve resullerimi alaya almaları sebebiyle işte onların cezası cehennemdir.

(Kehf 103,104,105,106)



Fıtrat Delili

Yüzünü (hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayan muvahhid) bir hanif olarak dine çevir. Allah’ın insanları yarattığı fıtrata (uy). Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.

(Rum 30)

(İbn kesir tefsirine bakınız.Yazı uzun olacağı için tefsiri buraya eklemedim.)


Hanif olmak yani hiç bir şeyi Allah'a ortak koşmamak fıtrattandır. "Allah'ın yaratmasında hiçbir değişiklik yoktur." yani herkes bu fıtrat ile dünyaya gelmektedir.Herkesin fıtratına tevhid kodlanmıştır.Bu ayeti 2 tane sahih hadis ile destekleyeyim ki konu daha iyi anlaşılsın.


1. Hadis

Ebû Hüreyre"nin (ra) naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…”

(B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22,Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)

2. Hadis

Rabbim, bugün bana öğrettiği şeylerden bilmediklerinizi size öğretmemi emretti.» (Ve buyurdu ki): «Benim bir kula verdiğim bir mal helaldir. Ben bütün kullarımı hanif olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip, (fıtri) dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar.Haklarında bir delil indirmediğim şeyi bana şirk
koşmalarını emrettiler.


(Müslim, Cennet 63, (2865) , Bu hadis uzun bir hadis yarısını aldım dileyen kaynaktan devamına bakabilir.)



Misak Delili

Rabbin Âdemoğulları’ndan -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz; Yahut, “Önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin!” demeye kalkışmayasınız.

(Araf 172,173)

(İbn Kesir tefsirine mutlaka bakınız.Uzun uzun bu mesele anlatılıyor.Altta kısa bir bölümünü aktaracam.)

Açık ve net bir şekilde görüleceği üzere Allahü Teala insanoğlunun fıtratına, kendisi ile ilgili yeterli bilgiyi yerleştirmiş ve kıyamet gününde bu noktada bir bilgisizliği ya da ataları taklit sebebi ile doğru yoldan sapma gibi bir mazereti asla kabul etmeyeceğini bildirmiştir.

Bu ayet ile ilgili bazı alimlerin görüşünü aktarayım.

İbn-i Cerir Et’Taberi: “Maksad siz kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu. Şüphesiz biz bunu bilmiyorduk, biz bundan yana bir gaflet içinde idik’. ya da ‘atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik. Hakkı bilmeyişimizden kaynaklanan cehaletimizle onların yollarına uyduk’ demeyesiniz diye (sizden böyle bir misak aldık)”

(Taberi, Cami’ul Beyan, 2/713)

İbn-i Kesir: “Bu şahit tutmaktan maksadın, onların tevhide yatkın yaratılmaları olduğuna dair delillerden biride; Allah’ın bu şahit tutmayı, şirk hususunda onlar hakkında bağlayıcı bir delil (hüccet) kılmış olmasıdır. Bu misak ise onlar hakkında müstakil bir hüccet kılındığına göre üzerinde yaratıldıkları fıtrat, tevhidi ikrar etmeye yatkın bir fıtrattır. Bu nedenle kıyamet günü biz tevhidden gafildik demeyesiniz.”

(İbn-i Kesir Tefsiri, 7/3131)


Kurtubi: “…. Ancak şu kadar var ki, tevhid hususunda mukallidin ileri sürebileceği hiçbir mazereti olmaz.”

(Kurtubi,El’Camiu Li Ahkam, 7/510)




Beğavi: “(Ayetin manası şu şekildedir.) Artık bu misaktan sonra kim inkar ederse o ahdi bozmuş bir inatçıdır. Ve ona hüccet (delil) kaim olmuştur. Ey müşrikler! Şüphesiz ki sizden misak şöyle demeyesiniz diye alındı. Muhakkak ki, bundan önce atalarımız şirk koşup ahdi bozdular. Biz de zaten onlardan sonra gelen bir nesiliz. Yani biz onların tabileriyiz. Dolayısı ile onlara uyduk. Tutup bunu kendinize özür (kalkan) yapıp sonra da şöyle demeyesiniz: – Batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin- Yani yoksa bize batıl işler yapan atalarımızın cehaletleri sebebiyle azap mı edeceksin? İşte onların, Allah’ın tevhide dair misak aldığını bildirmesinden sonra böylesi laflar savurarak kendilerini savunmaları mümkün değildir.”

(Ebu Yusuf Midhat b. Hasan Ali Ferrac, İslam Hukuku Acısından Cehalet, sy: 49-50)


Fahreddin Er’Razi: “Netice olarak diyebiliriz ki; Allahü Teala onlardan bu sözü alınca artık onların bu kadarcık bir mazerete tutunmaları imkansız olur.”

(F. Razi, Mefatihu’l GAyb, 11/145)



Şevkani: “Bunu yaptık ki, mazeret olarak gafleti öne sürmeyesiniz. Yahut şirki kendiniz yerine atalarınıza nispet edip bunlardan biri yahut ikisi ile kendinizi mazur görmeye çalışmayınız.”

İbn-i Kayyim El’cevziyye: “Allahü Teala burada müşriklerin mazeretlerini yok eden iki delil serdetmektedir.

1- Şüphesiz biz bundan gafildik dememeleri için. Burada bu ilmin fıtri ve zaruri olduğunu ve her insanın onu tanıması gerektiğini beyan ediyor. Bu da başıboşluğun geçersizliğine ait Allah’ın bir hüccetini, dahası yaratıcının ispatına yönelik ifadeleri zaten fıtri ve zaruri bir bilgi olduğunu kapsıyor. Bu ise başıboşluğun geçersiz olduğuna dair bir hüccettir.

2- ‘Atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin? Müşrik olan babalarımızın, yani bizim dışımızdakilerin suçuyla mı bizi cezalandıracaksın. Biz mazuruz. Şirk koşanlar atalarımızdır. Biz ise onlardan sonra gelme nesilleriz. Kaldı ki yanımızda onların hatalarını beyan edecek bir şey de yoktu.’ Böyle iken bu kişi gene de başıboşluk ve şirkten dolayı mazur sayılmamaktadır. Aksine müstehak olduğu azab kendisi için geçerli olmaktadır.”

(Ahkam’ü Ehli’z Zimme, 2/527-570)



Seyyid Kutub: “Hiç kimse kalkıp Allah’ın insanı Tevhid’e ileten kitabından habersiz olduğunu, bu Tevhid’e çağıran Allah’ın peygamberlik misyonlarından haber alamadığını söyleyemez. Yahut da, ‘ben varlık alemine geldiğimde atalarımın Allah’a ortak koştuklarını gördüm. Tevhid’i tanıyabilmem için önümde hiçbir yol yoktu. Ben atalarımın sapıklığa düşmeleri nedeniyle sapıklığa düştüm. Bu işten yalnız onlar sorumludur. Ben sorumlu değilim’ demesi asla tutarlı olmaz.”

(Seyyid Kutub, Fi’Zilal’il Kur’an, 6/313)


Ebu’l Ala El’Mevdudi: “Gene izaha kavuşturulmalıdır ki, bu antlaşmadan sonra bir kimse, bir suçu, bilgisizlik yüzünden işlediği için temize çıkmaya ya da inhiraflarının sorumluluğunu kendinden evvel geçenlere yıkmaya kalkışamaz. Yine Allah; bu sözü almakla, onların kalblerine, kendilerinin Rabbinin yalnız O, ve ilahlarının da gene yalnızca kendisinin olduğu hususunun zerkedildiğine dikkat çekmektedir. Binaenaleyh, hiçbir kimse, “Ben bundan tamamen habersizdim” veya “kötü çevrem tarafından yoldan saptırıldım” diyerek sapkınlığının sorumluluğunu üstlenmekten kendini vareste kılamaz.”

(Ebu’l Ala El’Mevdudi, Tefhim’ül Kur’an, 2/113)

Bu misak ayetini 3 hadis ile desteklemek istiyorum.


1.Hadis

Allah Teâlâ cehennemliklerin en hafif azap edilenine, dünya ve ondaki bütün varlıklar senin olsa, onları fidye verir miydin? diye buyuracak. O kimse: Evet cevabını verecektir. Bunun üzerine Allah -Azze ve Celle- : Sen Adem'in sulbünde iken ben senden daha hafif bir şeyi bana ortak koşmamanı istemiştim. Ben de seni ateşe atmayacaktım. Fakat sen şirkten başkasını kabul etmedin."


(Müslim, Münâfıkîn, 51; Buhari, K. el-Enbiya bab: 1.; Ahmed b Hanbel, Müsned, C:3, S: 127)


2.Hadis

Abdullah b. Abbas da Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir;
"Allah, Araftta, Âdemin sulbündeki zerreciklerden söz aldı ve onun sulbünden yarattığı her zürriyeti çıkardı. Onlar, zerrecikler halinde önüne dizdi sonra hepsiyle yüzyüze konuştu ve onlara bu âyetleri bildirdi.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 272)


3.Hadis

Übey.b. Kâ'b'dan bu âyetin izahı hakkında şunları söylediği rivayet edilmektedir:
"Allah, Âdem'in soyundan gelecek olan insanları onun sulbünde toplamış, onlara can vermiş ve onları şekillendirmiştir. Sonra onları konuşmalarını istemiş onlar da konuşmuşlardır. Daha sonra bunlardan ahd almış ve bunları, kendi nefislerine şahit tutarak: "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiş onlar da: "Evet, şahidiz sen bizim rabbimizsin." diye cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Allah: "Ben de yedi kat göğü ve yedi kat yeri ve atanız Âdemi, kıyamet gününde: "Biz bunu bilmiyorduk." dememeniz için size karşı şahit tutuyorum. Bilin ki benden başka ne bir ilah ne di bir rab vardır. Hiçbir şeyi bana ortak koşmayın. Ben sizlere, sizden aldığım ahdi size hatırlatacak Peygamberlerimi göndereceğim ve sizlere kitaplarımı indireceğim." dedi. Onlar da: "Senin, bizim rabbimiz ve ilahımız olduğuna, bizim senden başka hiçbir rabbimiz olmadığına şahitlik ederiz." dediler. Ve böylece ikrarda bulundular.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 5, S: 135)



Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

(Araf 102)

Bu ayette de misakda alınan söze insanların sadık kalmadığı ve bu sözü bozdukları söyleniyor.

(İbn Kesir ve Taberi tefsirlerine bakınız.)


Ehl-i kitap’tan ve müşriklerden hakkı inkâr edenler, kendilerine açık kanıt ve Allah tarafından gönderilen, tertemiz sayfaları okuyan bir elçi gelinceye kadar (küfür ve şirkten) ayrılacak değillerdir.

(Beyyine 1)

(Kurtubi tefsirine bakabilirsiniz.)

Burda da açık kanıt ve elçi gelinceye kadar onlar yani ehli kitap ve müşrikler kafir diye nitelendirilmiş bu deliller gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdir diyerek onların hüccet gelmeden de kafir ve müşrik olarak nitelendirildiği açıkça görülmektedir.




Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başkasını dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan büsbütün sapıtmıştır.

(Nisa 116)

Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.

(Nisa 48)



De ki: “Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi teklif ediyorsunuz?”
Andolsun ki sana ve senden önceki (resûllere): “Şayet şirk koşarsan bütün amellerin boşa gider ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun.” diye vahyedildi.

(Zümer 64,65)



Andolsun ki: “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. (Oysa) Mesih demişti ki: “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Şüphesiz ki kim Allah’a şirk koşarsa, Allah cenneti ona haram kılar. Onun barınağı ateştir. Zalimler için yardımcı da yoktur.”

(5/Mâide, 72)







Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz” derler; dünya hayatı onları aldatmış oldu ve (âhirette) kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.

(En'am 130)


Ateşte bulunanlar cehennemdeki görevlilere, “Rabbinize dua edin de bir günlüğüne olsun azabımızı hafifletsin!” diye seslenirler. Görevliler,
“Peygamberleriniz size açık kanıtlar getirmemiş miydi?” diye sorarlar. “Evet, getirmişlerdi” cevabını verirler. O zaman görevliler, “Yalvarın durun şimdi; ama inkârcıların yalvarmaları boşunadır” derler.

(Mü'min 49,50)

Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.


(Nisa 165)


Yukarıdaki 3 ayette de peygamberlerin kavimlere gelmesi onlara hüccetin tamamlandığını ve kıyamet günü melekler "size peygamberler açık kanıtlar getirmemiş miydi?" diyerek bu duruma dikkat çekilmiştir.Ayrıca şuna da dikkat edilmeli insanlar günümüzde kitap ve sünnetten yüz çevirmişler,dilleriyle bunu söylemeselerde amelleriyle bunu ortaya koyuyorlar.Adam dünya için her şeyi yapıyor;kimi bir meslek sahibi olmak için tüm okul hayatı boyunca yüzlerce kitap bitiriyor,kimi iş hayatı için yapmadığı çaba kalmıyor her şeye gelince zaman var ama iş Allahın dinine gelince ömründe Kuranı kerimi baştan sona bir defa bile mealiyle okumayan insanlar var.Adamlar Allahın kitabına okul kitaplarına veya bir roman kitabına gösterdiği değeri vermiyor.Eğer gerçekten değer vermiş olsaydı onu mealiyle okur Rabbim bana ne mesaj göndermiş bana ne diyor diye merak ederdi.Sonuçta Kuranı kerim küfrün karanlığından vahyi aydınlığına çıkarmak,hak ile batılı belirtip insanları hakka iletmek,onlara doğru yolu göstermek için geldi.Peki bu kitabı anlamıyla okumayan,o değeri vermeyen biri nasıl o kitaba uyabilir ki!






Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu Kur’an’ı indirdik.

(En'am 156,157)

Kitabın gelmesi ile hüccet tamamlanmıştır.İnsanlar kıyamet günü bu kitaptan hesaba çekilecektir.Kitap ile ilgilenmemeleri,dini için gerekli ilgiyi göstermeyip Allahın kitabını okumamaları onları cahil yapmıştır ve bu bir mazeret değil başlı başına bir suçtur.




Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiği zaman: “(Hayır,) bilakis biz, babalarımızı üzerine bulduğumuza uyarız.” derler. Babaları hiçbir şey akletmemiş ve doğru yolu bulamamış olsalar bile mi?

(Bakara 170)

Bu âyet-i kerîmeler, Peygamberimiz’in yahudileri İslâm’a davet edip Allah’ın azabından sakındırdığı vakit onlardan bazılarının: “Biz, babalarımızı hangi yol üzere bulduysak ona uyarız. Çünkü onlar bizden daha âlim ve daha hayırlı idiler” demeleri üzerine inmiştir.

(Taberî, Câmi‘u’l-beyân, II, 107-108)

Bu ayette müşriklerin taklitleri, cehaletleri ve risaletten yüz çevirmelerini Allah mazeret görmedi ve bu kimselere yine müşrik ismini verdi.Günümüzde de insanlar şirk ehli hocaları takip edip onları cahilce taklit ediyorlar.Taberi tefsirin de belirtildiği gibi yahudiler atalarını Allah katında daha alim ve daha hayırlı görüyorlar günümüzde de insanlar geçmiş atalarını ve şirk ehli hocalarını bilmeden cahilane bir şekilde taklit ediyorlar.Ayette belirttiği gibi bu bir mazaret değildir,aksine taklit şirke götüren bir sebeptir,aşağılanması gereken bir suçtur.




Ey inkâr edenler! Bugün bahane üretmeyin! Sadece yapmış olduklarınızın cezasını çekiyorsunuz.

(Tahrim 7)




Onlara soracak olsan mutlaka, “Biz lafa dalıyor eğleniyorduk, hepsi bu!” derler. De ki: “Siz Allah ile, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?”
Mazeret ileri sürmeye kalkmayın.
Muhakkak ki imanlarınızdan sonra kafir oldunuz. İçinizden bir kısmını affetsek de, diğer bir kısmını günahta ısrarcı davranmış oldukları için azaba uğratacağız.


(Tevbe 65,65)

Bu ayette insanın küfrü kast etmiş olması veya bu konuda "cahil" olması küfrüne engel olmamıştır.Bu ayette de mürcielerin iddia ettiği gibi tekzip,istihlal,inkar gibi küfre engel olarak getirdikleri şeylerin de batıl olduğu görülmektedir.


Bu ayet hakkında bazı alimlerin nakilleri şöyledir:

İmam Kurtubî, Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî’nin şöyle dediğini nakleder:

“Küfür (lafızlarıyla) şaka yapmak küfürdür. Bu konuda ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”

( “el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an”, 4/101.)



İmam Cessas “Ahkamu’l Kur’an” adlı eserinde bu ayeti tefsir ederken şöyle der:

“Bu ayette, ikrah olmaksızın küfür kelimesini söyleyen kimselerin şakacı veya gerçekçi olmasının eşit olduğuna bir işaret vardır… Bu ayet, küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın aynı hükme tabi olduğunu ifade etmektedir.”

(“Ahkamu’l-Kur’an”, 3/207.)


İbnu’l Cevzi der ki: “Bu (nakiller) küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın bir olduğuna işaret etmektedir.”

(Zadu’l Mesîr”, sf. 593.)


İmam Âlusi şöyle der: “Bazı âlimler bu ayet ile küfür kelimesini söyleme hususunda şaka yapmanın ve ciddi olmanın eşit olduğuna delil getirmişlerdir ki, bu hususta (zaten) ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”

(“Tefsiru Ruhi’l-Meani”, 6/190.)





Dikkat edin! Halis olan din Allah’ındır. O’nun dışında veliler edinenler (derler ki): “Bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye bunlara ibadet ediyoruz.” Allah, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmedecektir. Şüphesiz ki Allah, yalancı ve kâfir olan kimseyi hidayet etmez.


(Zümer 3)


Bu ayettede açıkça görülüyor ki mekkeli müşrikler putlara Allah'a daha fazla yaklaşmak için ibadet ediyorlar.İyi niyetle bir tevil yapmış olmaları ve bu konuda cahilane bir tavır sergilemeleri aslında niyetleri iyi Allaha daha yakın olmak ama Allahin meşru kalmadığı hakkında hiç bir delil indirmediği bir şekilde O'na yaklaşmaya çalıştıkları için bu onlardan kabul edilmedi ve şirke bulaşmış oldular.Bu konuda ki cehaletleri mazeret olmadı.Ayetin devamında Allah onların yalancı ve kafir olduğunu belirtiyor.Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki hiç bir inanç mensubu bile bile cehenneme gitmek istemez.Örneğin hristiyanlar "hadi bugün İsa Allahın oğludur(haşa) diyelim de cehennemi hak edip cayır cayır yanalım" demezler aynı şekilde yahudiler "Üzeyr Allahın oğludur diyelim de Allaha ortak koşup cehennemi hak edelim" demez veya bir tarikatçıda bile bile cehenneme gitmek istemez ona göre o yol çok doğrudur ama sonuç değişmez.Allah'a giden tek bir yol vardır.O yolun dışındakileri hepsi de batıldır.Buna da güzel bir hadisi örnek vereyim.

Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), düz bir çizgi çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde açıklamada bulundu. Sonra da En’âm Suresi 153. âyeti kerimeyi okudu:

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٥٣﴾

Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.”

(Dârimî, Mukaddime,23,İbn Mâce,
Mukaddime 1,Ahmed, 4437)



Merkezinde halka âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe rabbin memleketleri helâk etmez. Biz, ülkeleri ancak halkı zulümde ısrar edince helâk ederiz.

(Kasas 59)

Kim doğru yolu seçerse kendi iyiliği için seçmiştir, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü üstüne almaz. Biz bir resul göndermedikçe azap da etmeyiz.

(İsra 15)


Bu ve bir üstünde ki ayettede resul göndermedikçe azap edecek değiliz diyor.Bizim topluma zaten peygamber gelmiştir hüccet peygamber ve Kuran ile tamamlanmıştır.Artık mazaret ortadan kalkmıştır.



(Bu kitap) izzeti büyük, rahmeti bol olan Allah tarafından ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde bulunan bir toplumu uyarasın diye indirilmiştir.Andolsun ki onların çoğu hakkında o söz (azap) gerçekleşecektir; çünkü onlar iman etmeyecekler.


(Yasin 6,7)



Mekkeli müşriklerin atalarına bir peygamber gelmemişti ve kendileri de gaflet içerisindeydi ama bunun böyle olması atalarının şirke bulaşıp müşrik olanlarına bile bir mazeret değil kaldı ki peygamber geldikten sonra bizim topluma bu cehaletleri mazeret olsun.



Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.

(Ali İmran 103)

Bu ayet hakkında bazı alimlerden nakiller:

Alusi, İbn-i Abbas’tan şunu nakletmektedir:

“-Siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de…- Yani siz daha önce cehennemin tam kıyısında, bir çukurun yanı başında idiniz. Sizinle cehennem arasında ancak ölüm vardı.”

(Alusi, Ruhu’l Meani, 4/20)

Kurtubi, El’Mehdevi’den bu noktada şu ifadeyi nakletmektedir:

“Bu ifade onların küfürden çıkıp imana girişlerini anlatan temsili bir ifadedir.”

(Kurtubi, El’Camiu Li’Ahkam 4/319)

Diğer müfessirler de aşağı yukarı bu ayeti kerime üzerinde aynı şeyleri söylemektedirler. Okuyoruz:

Kadı Beyzavi: “Küfrünüz sebebi ile cehennem ateşinin tam kenarında durmakta idiniz. Şayet bu hal üzere ölüm size ulaşsa idi ateşte olurdunuz.”

(Kadı Beyzavi, Envar’ut Tenzil, 1/224)


İbn-i Cerir Et’Taberi: “Allah sizi İslam ile nimetlendirmeden, ihtilaflarınızı kardeşliğe dönüştürmeden önce sizler küfrünüz sebebiyle cehennemin tam kıyısında idiniz. Sizinle bu ateş çukuru arasında tek engel ölümdür. Küfrünüz sebebiyle her an başınıza gelebilecek bir ölüm o çukura düşmenize ve orada ebedi kalmanıza sebep olacaktır.”

(Taberi, Cami’ul Beyan, 4/36)



İbn-i Kesir: “Onlar küfürleri sebebiyle cehannem ateşinin kenarında idiler. Ancak Allahü Teala onları iman etmeleri sebebiyle kurtardı.”

(İbn- Kesir Tefsiri, 1/397)


Fahreddin Er’Razi: “Şayet onlar küfürleri üzere ölmüş olsalardı, muhahkak ki cehenneme düşerlerdi. İşte böylece, kendisinden sonra ateşe düşmeleri beklenen o hayatları, çukurun tam kenarında oturmaya benzetilmektedir.”

(F. Razi, Tefsiri Kebir, 6/519)


Yine İmam Şafi aynı konu hakkında şunları söylemektedir:

“Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.”

(İmam Şafii, Risale sy: 4-5)

Gerek ayetin metninden, gerek ayete dair müfessirlerden yaptığımız alıntılardan anlaşılan şudur ki; nebevi hüccet ikame edilmeden önce de insanlara şirk vasfı verilebilmektedir. Kişiler işledikleri şirk fiilleri sebebiyle müşrik olarak isimlendirilebilmektedir. Nebevi hüccetin ikame edilmemesi, şirk fiilleri işleyen kimselere müşrik vasfını vermemek için geçerli bir mazeret değildir. Dikkat edilirse müfessirlerin hemen hemen hepsi onların işledikleri fiiller sebebiyle kafir olduklarını açıkca belirtmişlerdir. İmam Şafi’nin yukarıda alıntıladığımız sözü bunu açıkca ortaya koymaktadır.


“Ey kavmim! (Davetim karşılığında) sizden mal talep etmiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir. Ben, iman edenleri kovacak değilim. Onlar Rableri ile karşılaşacaklardır. Fakat ben, sizlerin cahillik eden bir topluluk olduğunuzu düşünüyorum.”

(11/Hûd, 29)

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine ait putları olan ve sürekli o (putlara) tapan bir kavme geldiler. “Ey Musa! Onların ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah yap.” demişlerdi. “Şüphesiz sizler, cahillik eden bir topluluksunuz.” demişti.

(A'râf, 138)



Sonra seni, (ilahi) emre dayalı bir şeriat üzere kıldık. Ona uy. Bilmeyenlerin hevalarına uyma.

(Câsiye 18)


Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Halbuki onlara, kendisinden başka ilâh olmayan bir tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.


(Tevbe 31)



(...) Adiy, Medine’ye geldi. O, Tay Kavmi'nin lideriydi. Boynunda gümüş bir haçla Resûlullah’ın (sav) huzuruna girdi. Resûlullah (sav) Tevbe Suresinin 31. ayetini okuyordu. Adiy, Peygamber’e (sav): ‘Onlar, din adamlarına tapmadılar ki!’ dedi. Resûlullah (sav): ‘Evet, fakat din adamları, onlara helali haram, haramı helal kıldılar. Onlar da tabi oldular. Bu, onların, din adamlarına ibadetidir.’ buyurdu.”

(Tirmizi, 3095; İbni Ebi Hatim,10057-10058)



Burda dikkat edilecek olursa Adiy bin Hatim onlar din adamlarına tapmadılar ki diyor yani onlara haram helal noktasında itaatin ibadet olduğunu bilmiyordu yani bu konuda cahildiler ama cahil olmaları bu sonucu değiştirmedi.


Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.

(Buhârî, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, 50.)


Bu hadiste cehaletin mazeret olmadığına delildir.Gelişi güzel,cehaletle söz söylemenin ne kadar büyük sonuçlar doğuracağını gözler önüne sermektedir.







Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Dedim ki

“Ey Allah’ın Resûlü, İbnu Cüd’an câhiliye devrinde sıla-i rahimde bulunur, fakirlere yedirirdi. O bundan fayda görecek mi?”

Resûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi:

“(Hayır) iyiliklerin ona bir faydası olmayacaktır. Çünkü o bir gün bile -Ya Rabbi kıyamet günü günahlarımı bağışla- dememiştir.

(Müslim İman 365 (214))


İbn-i Cüd’an isimli bu kimsenin ahirete iman etmemesi sebebiyle, yapmış olduğu salih amellerin hiç birisinin kendisine kıyamet gününde fayda vermeyeceğini bizzat Rasulullah (s.a.v) bizlere bildirmiştir. O’nun amellerinin fayda vermemesinin tek sebebi ise kafir olarak ölmesidir. Bakınız İmam Nevevi bu hadisi şerife dair yapmış olduğu açıklamaya “Kafir olarak ölen kimseye hiçbir amelinin fayda vermeyeceğinin delil” şeklinde anlamlı bir başlık atarak şöyle demiştir:

“Hadisi Şerif, kafir olarak ölen bir kimsenin akraba ziyareti yapmak, fakirleri doyurmak gibi hayırlı fiillerinin ahirette kendisine hiçbir fayda vermeyeceğini bildirmektedir.”

(İmam Nevevi, El’Minhac, Sahihi Müslim Şerhi, 3/82)

İmam Nevevi’nin açık beyanında görüleceği üzere, Nevevi bu kimseye kafir ismini vermekte kendi adına hiçbir sakınca görmemektedir.

Bu kısımda da peygamber gelmeden akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler ile tevhidi bulanları anlatmaya çalışağım.

*ZEYD BİN AMR BİN NÜFEYL,Amr bin Abese,Kus bin Saide,Osman bin Huveyris,Varaka bin Nevfel vb. örnekler arttırılabilir (Peygamberimiz gelmeden önce Tevhidi bulan kişiler)


Zeyd bin Amr bin Nüfeyl

Zeyd, İbrâhim’in dinine uyanlardan kendisi dışında kimsenin kalmadığını söyler ve şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Şahit ol ki ben İbrâhim’in dinindenim” (Buhârî, Menakıbü’l-ensar, 24); “Ey Allahım, ey İbrâhim’in ilâhı, dinim İbrâhim’in dinidir.” (Nesâî, Menâķıb, 13)

Allah'ım! Sana ibadet etmenin en iyi yolunu bilsem öyle ibadet ederdim, ne yazık ki bilmiyorum!” diye hayıflanır, elleri üzerine secde ederdi. Onun ayrıca belirli vakitlerde Kâbe’ye yönelerek namaza benzer bir ibadeti yerine getirdiği zikredilmektedir.
(İbn Hacer, el-İsabe, I, 569-570)


Zeyd’in oğlu Saîd, Hz. Ömer’le birlikte Resûl-i Ekrem (asm)’in yanına giderek, “Eğer babam size erişebilseydi iman ederdi, onun bağışlanmasını dileyebilir misiniz?” diye sormuş, Resûl-i Ekrem de “Elbette onun için istiğfar ederim, o tek başına bir ümmet olarak haşredilecektir.” cevabını vermiştir.

(Müsned, I, 189-190; İbn İshak, s. 99-100)





Kus bin Saide


“Allah Kus’a rahmet eylesin, kıyamet gününde onun ayrı bir ümmet halinde diriltileceğini umarım.”

(İbn Kesîr, el-Bidâye, 2/294)



Burda da kendisine bir peygamber ve kitap gelmemesine rağmen cehennemlik olan kişilerden bahsedeceğiz.Akıl,fıtrat,misak ve kainattaki ayetler Tevhidi bulmada yeterlidir.Peygamber ve kitap gelmese bile biri Allaha şirk koşuyorsa müşriktir.Peygamberin annesi,babası,dedesine bile cehalet mazeret değil ama ne komik ki bizim topluma akıl,fıtrat,misak,kainattaki ayetler bide fazlalık olarak peygamber ve kitap gelmiş onlara cehalet mazaret değil ama bizim topluma cehalet mazaret(!) Ne komik :)))))


Bununla ilgili delilleri sıralayacak olursak;


Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad b. Seleme, Sabitten, o da Enes'den naklen rivayet etti ki bir adam: Ya Resulullah benim babam nerededir? Diye sormuş. Resulullah (asm):
“Cehennemdedir”, demiş. Adam dönüp gidince Resulullah (asm) kendisini çağırarak:
“Benim babam da, senin baban da cehennemdedir.” buyurmuşlar.

(Muslim, İman 347; Ebû Dâvûd, Sunne, 17; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)


İmam Nevevi, Müslim şerhinde bu hadis üzerine yaptığı açıklaya “Kafir olarak ölen kimsenin cehennemde kalacağının, hiçbir şefaata nail olamayacağının, Allah’ın yakın kullarına akraba olmanın kendisine hiçbir fayda sağlamayacağın beyanı” başlığını vermiştir. Yine aynı hadis üzerinde İmam Nevevi Arablardan putlara ibadet hali üzere ölenlerin cehennem ehli olduklarını, bu kimselere Hz. İbrahim’in ve diğer rasullerin davetinin ulaştığını ve bu sebeple bu kimselerin kendilerine davet ulaşmadığı için sorumlu tutulmayacak kimselerden olmayacaklarını belirtmiştir.

(İmam Nevevi, El’Minhac, Sahihi Müslim Şerhi, 3/74)






Ebû Hurayra’den (r.anh) yapılan bir rivayete göre Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi

(Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 101; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.)

Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti. (Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır

(Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)


Museyyeb b. Hazn (r.anh)'den şöyle rivayet edilmiştir:
«Ebu Talib'de ölüm alametleri belirdiği sırada Rasulullah (s.a.v.) geldi. Amcasının yanında Ebu Cehil İbn-i Hişam ile Abdullah b. Ebi Umeyye'yi buldu.
Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib'e:
«Ey amcam! La ilahe illAllah de, kıyamet gününde kendisiyle sana şehadet ve şefaat edebileceğim bu kelimeyi söyle» buyurdu.

Ebu Cehil ve Abdullah b. Umeyye:
«Ey Eba Talib! Abdulmuttalib'in milletinden yüz mü çevireceksin?» diye bundan menettiler.
Rasulullah (s.a.v.) amcasına Kelime-i Tevhidi arza devam ediyordu. Diğer ikisi de mutemadiyen o sözlerine tekrar ediyorlardı.
Nihayet Ebu Talib bunlara söylediği son söz olarak: «O(yani ben) Abdulmuttalib'in milleti üzeredir» dedi ve La ilahe illAllah demekten çekindi.
Rasulullah (s.a.v.): «İyi bil amcacığım! Yemin ederim ki ben hakkında mağfiret dilemekten nehyolunmadıkça her halde Allah (c.c)'dan senin için af ve mağfiret dilerim» dedi.
Bunun üzerine Allah (c.c):
«Ne nebinin ne de mûminlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra yakın akrabaları da olsa şirk koşanlar için mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz.» (Tevbe: 113) ayetini indirdi.
Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.(Kasas 56)

(Buhârî, Tefsir 28/1; Müslim, İman, 39; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XI,91,93,,Şevkânî, IV, 174)


Bize İbn Ebi Ömer rivâyet etti. ki: Bize Süfyan, Abdulmelik b. Umeyr’ den, o da Abdullah b. Haris' ten naklen rivâyet etti. Dedi ki. Abbâs'ı şunları söylerken işittim: «Dedim ki: Ya Resûlüllah- Gerçekten Ebû Tâlib seni korur ve sana yardım ederdi. Acaba bu ona bir fayda verdi mi?» Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem): «Evet, Ben onu cehennemin derin dalgaları içinde buldum da kendisini sığa çıkardım.» buyurdular.

(Müslim, İman: 358)


Bize Kuteybe ibni Sa'id de rivâyet etti. ki Bize Leys İbn'l Hâd'dan, o da Abdullah b. Habbâb dan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında amcası Ebû Talib'in zikri geçmiş. Bunun üzerine: «Umulur ki, kıyâmet gününde benim şefâ'atım ona bir fayda verir de cehennemin sığ yerine konur. Topuklarına kadar erişir, ondan beyni kaynar.» buyurmuştur.

(Müslim, îman: 360)

“Cehennemliklerin azap itibari ile en ehveni Ebû Talib’dir. O dahi iki ayakkabı giyecek, onlardan beyni kaynayacaktır.”

(
Müslim, İman: 363)



Alimlerden Bazı Nakiller

İmam Şafii şöyle der: “Eğer cahil cehaletinden dolayı mazur olmuş olsaydı, cehalet ilimden daha hayırlı olurdu. Çünkü kuldan teklif yükünü kaldırmış ve kalbini sıkıntı türlerinden rahatlatmış olurdu. Tebliğ ve öğrenme imkanından sonra, kul için hükmün cahili olmasında bir delil yoktur.”

(El-Mensur fi’l-Kavaidi’l-Fıkhiyye, 2/15, 17)



Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.”

(İmam Şafii, Risale sy: 4-5)



Ebu Hanife şöyle demektedir:

Bir kişi tevhid ilminin inceliklerinden bir güçlükle karşılaşırsa, kendisine konuyu soracağı bir alim buluncaya kadar, Allah katında
doğru olduğuna itikat (iman) etmesi gerekir. Bu konuyu sormayı tehir edemez. Bu tereddütlü halinde bekleyemez. Eğer beklerse kafir olur.”

(El-Fıkhul Ekber,165)



“Eğer bir kimse, itikat etmediği halde kendi isteği ile bir küfür kelimesi söylerse kafir olur. Çünkü hükmüne razı olmasa da bunu işlemesiyle razı olduğunu göstermektedir. Bu, küfür sözüyle şaka yapan gibidir. Zira bu kimse, hükmüne razı olmasa bile kafir olur ve alimlerin genelinin yanında cehaleti ile de mazur olmaz.”

(Fıkhu’l-Ekber şerhi, Ali el-Kari, s;421)


İbn-i Nuceym der ki: “Kim gerek şaka yere gerekse ciddi olarak küfür kelimesini söylerse tüm âlimlere göre kâfir olur. Bu konuda niyetinin hiçbir geçerliliği yoktur.

(el-Bahru’r-Râik”, 5/134.)


İbn-i Hümam şöyle der: “Kısacası, bazı fiiller vardır ki, -kâfirlere has olan alametler gibi- bunlar inkâr makamına kaimdir. Küfrün bizzat kendisinden uzak durmak nasıl gerekli ise bu tür fiillerden de uzak durmak gerekir. Allah’u Teâlâ “Biz dalmış eğleniyorduk” diyen kimselere, “Özür dilemeyin, siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz” buyurdu. Onlara: “Siz yalan söylediniz” demedi. Aksine küfrün en belirgin özelliklerinden olan “boş işlere dalmak” ve “eğlenmek” ile boyunlarından İslam bağını çıkardıklarını ve İslam’ın korumasından çıkıp küfre girdiklerini haber verdi. Bu da göstermektedir ki, bu tür fiiller bir şahısta bulunduğu zaman o şahsın küfrüne hükmedilir; kalbindeki tasdike de bakılmaz.”

(Feydu’l-Barî”, 11/50)


İmam Keşmirî “İkfaru’l Mulhidin” adlı eserinde şöyle der: “Kısacası, kim, gerek alay ederek gerekse şaka yere küfür kelimesini söylerse ittifakla kâfir olur ve bu konuda itikadına (niyetine) itibar edilmez.

(İkfaru’l Mulhidîn”, Sf. 59)

Hanefilerin meşhur âlimlerinden birisi olan Ali el-Kari fıkıh kitaplarından birisi olan “Mecmau’l Fetâva” adlı eserden şu cümleleri nakleder: “Kişi küfrü gerektiren bir söz söylerse kâfir olur.”

(“Şerhu’ş Şifa”, 2/453.)




Mecmau’l-Enhur” adlı meşhur Hanefi Fıkıh kitabında şöyle geçer: “Kişi içeriğine inanmadığı halde (ikrah olmaksızın) kendi tercihiyle küfür kelimesini telaffuz etse tüm ulemaya göre kâfir olur.

(Mecmau’l Enhur Şerhu Multeka’l Ebhur”, sf. 696.)


İbn-i Kudâme el-Makdisî der ki: “Kim Allah’a söverse kâfir olur. Bu hususta şaka yapması veya ciddi olması bir şey değiştirmez. Keza Allah ile ayetleri ile peygamberleri ile ya da kitapları ile istihza eden kimse de kâfir olur.

(el-Muğnî”, 4/20. Bab: 7124)


Fahreddin Hasen b. Mansur el-Hanefî der ki: “İsteyerek (yani ikrah olmaksızın) kalbi iman üzere olduğu halde dili ile küfür kelimesini söyleyen bir kişi kâfir olur, Allah katında da “mümin” olamaz.

(Fetâvâ Kadıhan”, el-Fetâvâ’l-Hindiye hamişinde, 3/573)

İbn-i Receb el-Hanbelî der ki: “Dini terk ve cemaatten ayrılmanın manası: İslam dininden dönmektir/irtidattır isterse bu kişi şehadet kelimelerini söylesin. Eğer Allah ve Rasûlüne söverse, -şehadeti kabul etse bile- kanı mubah olur, çünkü o bununla dinini terk etmiştir. Aynı şekilde eğer o kişi Mushafı hafife alır da pisliklerin için atarsa veya namaz gibi dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkâr ederse yine durum aynıdır.

(Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem”, sf. 179.)




Burhaneddin İbn-i Mazeh el-Hanefî der ki: “Kim İsteyerek (yani ikrah olmaksızın) kalbi iman ile mutmain olduğu halde dili ile küfür kelimesini söylerse kâfir olur; kalbinde ki inanç ona fayda sağlamaz.

(el-Fetâvâ’t-Tatarhâniyye”, 5/458)


İbn Teymiyye

İbn Teymiyye şöyle der:
“Netice olarak; kim küfür olan bir söz söyler veya fiili işlerse, bununla kafir olur. Kafir olmayı kast etmese bile. Çünkü Allahu Teala’nın diledikleri dışında hiç kimse küfre girmeyi kast etmez.”

(Es-Sarimu’l-Meslul: 177, 178)

Yine İbn Teymiyye başka bir kitabında şöyle demektedir:

Allahu Teala, yalanlayarak olsun veya olmasın, ayetlerinden yüz çevirenlere en ağır cezayı vereceğini belirtmiştir. Bu da gösteriyor ki peygamberlerin getirdiklerini kabul etmeyenler kâfirdir. Bunun yalanlama, büyüklenme, hevaya uyma veya getirilen şeylerden şubhe etme sebebi ile meydana gelmesi arasında fark yoktur.
Peygamberin getirdiği şeyleri yalanlayan herkes kâfirdir. Yalanlamasa bile, iman etmediği sürece yine kâfir olur.”

(Mecmuu’l-Fetava, 3/196)

Eğer ki kişinin muhalefeti, dinin açık olmayan ve herkes tarafından bilinmesinin zor olduğu meselelerde olursa, hata ettiği, dalalete düştüğü ve kendisine hüccet ikamesinin yapılmadığı söylenebilir. Ancak kişinin muhalefeti, açık olan ve Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun ile gönderildiği ve ona muhalefet edenlerin tekfir edildiği bütün Müslümanlar ve hatta Yahudi ve Hristiyanlar tarafından da bilinen meselelerde ise durum böyle değildir. Tek olan Allahu Teala’ya ibadetin emredilmiş olması ve Allahu Teala’dan başka, meleklere, peygamberlere, güneşe, aya, yıldızlara, putlara ve başka şeylere ibadetin yasaklanmış olması bu türdendir. Bunlar İslam esaslarının en açık olanlarıdır. Yine beş vakit namaz ve Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve muşriklere düşmanlığın emredilmiş olması ile içki, kumar, zina ve faizin yasaklanmış olması da bu kabildendir.”

(Mecmuu’l-Fetava, 4/37)


Şeyh Nuseyruddin Muhammed b. Abdullah es-Samiri el-Hanbeli şöyle der: “Kim şaka ile küfür kelimesi söylerse kafir olduğuna hükmolunur.”

(El-Mustevab fil-fıkhı’l-Hanbeli: 3/ 2339)


Şeyh Süleyman b. Abdullah en-Necdi şöyle der: “Allahu teala’nın: ‘’Özür dilemeyin, muhakkak ki siz imanınızdan sonra kafir oldunuz.’’ Ayeti delildir ki, kişi küfür işlediğinde, kafir olacağını bilmez veya buna itikat etmezse bununla mazur olmaz, bilakis sözlü ve ameli fiili ile kafir olur.”

(Teysiru’l-Azizu’l- Hamid, s; 554, 555)


“Eğer bir kimse küfür kelimesi konuşursa kafir olur. Ve yine bir topluluk ondan bunu kabul ederlerse onlarda kafir olurlar ve cehaletleri ile mazur olmazlar.”

(Şerhuş-şifa, 2/ 453)


İbn Hacer el-Heytemi şöyle der:
“Kim küfür kelimesi telaffuz ederse kafir olur. Küfür olduğuna itikat etmese bile. Ve cehaleti ile de mazur olmaz. Yine ona gülen veya onu hoş karşılayan veya ondan razı olan da kafir olur.”

(El-İlam bi kavadii’l-İslam: s, 40)


Kadı İyad şöyle der: Hanefi alimlerinin cehaletin mazeret olmayışı ile ilgili yaptıkları konuşmalarına karşılık şunu söyler; ‘’Hiç kimse küfürde cehaleti ile mazur olamaz.’’

(Eş-Şifa bi şerhi Ali el-Kari: 2/ 429)



İmam Karafi el- Maliki şöyle der: “Şeriat sahibinin şeriatta müsamaha göstermediği ve işleyeni affetmediği cehalettir. Bunun kuralı: sakınılması çok zor olmayan ve nefse meşakkatli gelmeyenlerdir. Bunlar affolunmamıştır ve fiilinden teklif kalkmamıştır. Bu kısım, usuluddin de, itikatlarda, usulu fıkıhta ve bazı fer’i fıkıh hükümlerinde geçerlidir. Usuluddin meselesinde ise cehalete itibar olunmaz. Sahih akidenin sorarak ve araştırılarak öğrenilmesi gereklidir. “

(El-Furuk: 2/ 149)


Abdurrahman b. Hasan şöyle der: “Alimler istikamet menhecinde yürümüşler ve mürted babını zikretmişlerdir. Onlardan hiç birisi; bir küfür söylediğinde veya bir küfür işlediğinde, bunun kelime-i şehadet’e zıt olduğunu bilmezse cehaletinden dolayı kafir olmaz, dememişlerdir. Allah teala kitabında beyan etmiştir ki, bazı müşrikler cahil ve mukallittirler ve cehaletleri ve taklitlerinden dolayı Allah teala onların azabını kaldırmamıştır.”

(Feteva el eimmetin necdiyye; 3/ 232)

Aynı eserin farklı bir yerinde ise şöyle der: “Kuşkusuz Alla teala, ellerinde bir kitabı bulunmayan cahiliyye ehlini bu büyük şirk de mazur görmemiştir. Allah’ın kitabı ellerinde bulunan ve onu okuyan bir ümmet nasıl mazur olabilir?” (a.g.e. 3/ 226)



Muhammed b. Abdilvehhab

Muhammed b. Abdulvahab’a davetten önce ölen ve islama ulaşamayan kimse sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Davet ulaşmadan ölen kimse hakkında ki hüküm, eğer şirk fiili ile biliniyor ve onu din olarak benimsemiş ve bu hal üzere ölmüşse, bu kimsenin zahiri hali küfür üzere öldüğüdür. Ona dua edilmez, kurbanı kesilmez ve onun yerine sadaka verilmez.”

(Ed-durerus-seniyye: 3/ 133, 134)


Muhammed ibn Abdilvehhab
İslam'a yeni girmiş ya da uzak bir çölde yetişmiş olup kendisine huccet ikame edilmeyen yahut, cahilliği sevgi ve nefret büyüsü gibi bilinmeyen kapalı bir mesele ile ilgili olan kimse bunu öğreninceye kadar tekfir edilmez. Ancak Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın apaçık beyan ettiği, Kitabı'nda hükmünü muhkem şekilde açıkladığı dinin asıllarına gelince, bu noktada Allah'ın hucceti Kur'an'dır. Kime Kur'an ulaşmışsa ona huccet ulaşmıştır.

(Ed-Dureru-s Seniyye, 8/90.)


İnsan küfür kelimesini sadece telaffuz etmekle kafir olur. Onu söylerken cahil olması durumu değiştirmez. Zira cehaleti sebebi ile özür sahibi değildir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 1/71.)





Abdullah bin Abdurrahman Ebu Batîn:


Küfür işleyenin tevil sahibi, müctehid, hatalı, taklitçi veya cahil olduğunu söyleyip bunların mazeretli olduğunu söylemek; Kur’an, sünnet ve icmaya terstir.

(El-İntisar li hizbillah el-Muvahhidin fi Akide el-Muvahhidin, Sh.25)






(Kabirden yardım isteyenler için bahsediyor.Öncesini almadım.)
"Alimlerin hepsi böyle kimseleri tekfir etmişler ve cehaletlerini özür olarak kabul etmemişlerdir. Bazı sapkın kimselerin "Onlar cehaletleri sebebi ile mazeret sahibidirler" sözlerine gelince bu Allah hakkında ilimsizce konuşmaktır."
(Ed-Dureru-s Seniyye, 10/404)


Bilinmelidir ki genel olarak cehalet sahibi için bir özür değildir. Bütün mezheb alimleri fıkıh kitablarında "Murtedin Hükmü" adı altında bablar açmışlardır. Murted Müslüman olduktan sonra tekfir edilen kimsedir. Alimler kitablarında bu konuya öncelikle küfrün ve şirkin çeşitlerini izah ederek başlamışlardır. Ve arkasından "Kim Allah'a şirk koşarsa kafir olur" demişlerdir. Zira alimlere göre şirk küfür çeşitlerinin en büyüğüdür. Ve alimler hiçbir zaman bazılarının dediği gibi "Şayet kişi cahil ise murted olmaz" dememişlerdir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 10/391-394'den özetle.)


Allah'a şirk koşan kimse cehaleti sebebi ile mazeretli ise o halde mazeretli olmayan kimdir ki? Böyle bir iddia "Allah (Subhanehu ve Tealâ) huccetini ancak inatçı kafirlere beyan etmiştir" düşüncesini gerekli kılar. Fakihler "Murtedin Hükmü" babında "Murted Müslüman olduktan sonra şubhe etmek ya da kat'i bir inanç suretiyle sözlü ya da ameli olarak küfre giren kimsedir" demişlerdir. Şubhenin sebebi ise malum olduğu üzere cehalettir. Cehaleti mazeret gören kimsenin iddiasının bir gereği de şudur:
"Biz Yahudi ve Hrıstiyanların cahillerini ve hakeza güneşe, aya ve putlara ibadet edenlerin cahillerini cehaletleri sebebiyle tekfir etmeyiz."
Tüm Müslümanlar icma etmişlerdir ki kim Yahudi ya da Hristiyanları tekfir etmez ya da onların küfründen şubhe duyarsa o da kafirdir. Ve bizler biliyoruz ki onların çoğu cahil kimselerdir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 12/69-70.)


Kim yaptığının iki şehadet kelimesine muhalif olduğunu bilmeksizin küfür kelimesini ikrar eder ya da küfür amelini işlerse cehaleti sebebiyle tekfir edilmezler." Evet alimler kitablarında hiçbir zaman böyle şeyler söylememişlerdir. Bilakis Allah (Subhanehu ve Tealâ) kitabında muşriklerin taklidci cahiller olduğunu söylemiş onların Allah'a şirk koşmaları taklid ya da cehalet sebebi ile olmasına rağmen kendilerinden Allah'ın azabını kaldırmamıştır."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 11/478-479.)


"Hiç şubhe yoktur ki Allah (Subhanehu ve Tealâ) kendisine şirk koşan cahiliye ehlini ellerinde bir kitab olmadığı halde özür sahibi kabul etmemiştir. Durum bu olduğuna göre acaba önlerinde Allah'ın kitabı olan bir kavim nasıl özür sahibi olabilir ki. Onlar bu kitabı okumakta ve dinlemektedirler. Allah'ın kitabı onlar için bir huccettir."

(Ed-Dureru-s Seniyye, 11/466.)




Hafız imam ibn Kayyım el Hanbeli şöyle der: “İslam, Allah’ı birleme, yalnızca Ona ibadet etme ve Ona şirk koşmama, Allah’a ve Resulüne iman ve getirdiklerine tabi olmadır. Kul, bunları yapmadığında müslüman olmaz. Eğer inatçı bir kafir değilse cahil bir kafirdir. Bu tabakanın son hali, onların inatçı olmayan cahil kafirler olmalarıdır. Onların inatçı olmamaları onları kafir olmaktan kurtarmaz. Zira kafir, ya inat ile ya da cehalet ve inat ehlini taklitle Allah’ın birliğini inkar eden ve resulünü yalanlayandır.”

(Tariku’l-Hicreteyn: s, 382)



Suleyman bin Suhman

"Hiç kimse Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasullerine ve ahiret gününe iman etmemesi sebebi ile mazeretli değildir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) kafirlerin bir çoğunun küfürlerini açıkladıktan sonra aynı zamanda onların cahil kimseler olduklarını da haber vermiştir. Hrıstiyanları cahil olarak sıfatlandırmıştır. Hiçbir Müslüman bir Hrıstiyanın küfründe şubhe etmez. Biliyoruz ki bugün Yahudi ve Hrıstiyanların çoğu cahil kimselerdir. Onların kafir olduklarına inandığımız gibi onların küfründen şubhe eden kimselerin de kafir olduklarına inanırız. Kur'anı Kerim açık bir şekilde delalet eder ki dinin aslında şubhe duymak küfürdür."

(Keşfu-ş Şubheteyn, 92.)





Tüm konuyu şu ayetle sonlandırmak istiyorum:


Şimdi söyleyin bakalım (ey putperestler), sizin inkârcılarınız şu anılanlardan daha mı iyi; yoksa sizin için kitaplarda bir kurtuluş hükmü mü var?

(Kamer 43)


Bu ayette mekkeli müşriklere geçmiş kavimleri örnek vererek yani onlar yapınca şirk siz yapınca da şirk değişen bir şey yok sizin onlardan bir farkınız yoktur.Aynı şeyi de biz bu zamanın mürcie/irca ehline söylüyoruz.Ad kavminin,semud kavmi,mekkeli müşrikler vs. bu şirkleri yapınca Allahin azabından kurtulamıyorlar ama kendini müslümanlığa nispet eden,müslüman olduğunu zanneden aslında La ilahe illallahı fehmedememiş; kabirperestler, sofiler,tarikatçılar vs.kurtulacak öyle mi
Ebu Cehil ve avaneleri yapınca şirk oluyor Cübbeli,Mahmut yapınca niye bunları ayrı kefeye koyuyorsunuz bunların istiğase,şefaat,himmet,gaybı bildiğini iddia etme vb. bir sürü şirkleri var.Ve bu adamlar kesinlikle mazur değillerdir.Mekkeli müşrikler gibi kafirdirler.Allah tüm tarikatlara,şirke ve küfre bulaşmış tüm insanlara el Hadi isminin hürmetine hidayet versin bize de aynı şekilde versin.Hidayetimizi ve yakinimizi arttırsın.



Sokağa çıkın 10 insana sorun mekkeli müşrikler Allaha inanıyor muydu? Emin olun ki size verecekleri cevap "Hayır" olacaktır.Aslında bilmiyorlar ki bu mekkeli müşrikler rububiyette (Allahın yaratması,rızık vermesi,yer ve göklerin mülkünün ona ait olması,bütün işleri idare edenin O olması,ölüden diriyi,diriden ölüyü çıkarmak vs.) bu gibi şeylerin hepsini kabul etmişlerdi ama iş uluhiyete gelince yani Allah'a kulluk ve ibadette onu birlemeye gelince şirk koştukları kısım burasıydı.Allah'tan başkasına dua,ibadet,şefaatçiler edinmek,kurban kesmek,adak adamak,kendi sahte ilahlarina Allahtan daha fazla sevgi beslemeleri(Bakara 165) ,itaat şirkleri yani helal haramı kafalarına göre tayin etme bu konu En'am suresinde uzun uzadıya anlatılır.Günümüzün insanları da aynen böyle La ilahe illAllah diyorlar ama bu cümle ile neyi reddettiklerini bilmiyorlar yoksa zaten bu toplumun anladığı kadar kısmı Ebu Cehilde kabul etmişti ama uluhiyeti bildiği için ondan dolayı bu cümleyi söyleyemiyordu yoksa bu cümle ile sadece rububiyet mevzu bahis olsaydı onu zaten ayetlerde geçtiği üzere söylüyordu.

Dinde zorlama yoktur.Hak, batıldan ayrılmıştır. Her kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulpa tutunmuş olur. Allah Semi’ dir Alîm’dir.

(Bakara 256)

Kim Allah’tan başka ilâh yoktur der ve Allah’tan başka ibâdet edilenleri inkâr ederse, o kimsenin malı ve kanı harâm olur. Gizli hallerinin hesâbı ise Allah’a âittir.”

(Müslim, Îmân 37)




Bir ara forumda bazı konuşmalar yapılmıştı böyle bir yazı paylaşmak istedim.Umarım faydam dokunmuştur.Aslında daha erken de atabilirdim lakin ilk dönemin sonunda final ve bütünleme sınavları vardı.Onlarla uğraşıyordum ondan sonra da tatil vs.araya girdi unutmuştum aklımdan çıkmış şimdiye nasipmiş.Vardır bunda da bir hayır.
Selametle.
merhaba ben bunları ilk defa öğrendim ve hayatımda bir çok eğlenme maksatlı bazı konularda dalga geçmiş bulundum inkar et etmedim imanla alakalı şeyleri ya da ibadetlerle ilgili ama bu alay kısmının dinden çıkardığını bilmiyordum tekrardan kelime şehadet getirerek tevbe ettim dinimizle ilgili şeyleri de yeni yeni öğreniyorum bu benim hatam :( son bir yıldır kaza namazlarımı kılıyordum aralarda yine bu benzer küfür içeren sözler söylemiş olabilirim herşeyi hatrlamasam da onlar şimdi boşuna mı gitti yeniden mi kılmam gerekiyor ama bazen aralarda küfür ve şirke bulaştıysam rabbim beni affet diye ettiğim dualar olmuştu ne yapmam gerekiyor bu durum beni çok üzdü
 
Üst Ana Sayfa Alt