Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Ayaklanma (huruç) Fetvaları ve Günümüzdeki Kıyamların Hükmü Nedir?

Ruh-ul Furkan Çevrimdışı

Ruh-ul Furkan

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bilidiği üzere mezheb imamlarındam İmam-ı Azam Ebu Hanife islami konularda adil olmayan Emevi yönetimine karşı huruç fetvası vermiş. Mevaliler ve Hz. Ali'nin soyundan gelenler ile Emevi hükümetine baş kaldırı hareketi başlatmıştır.

Yakın tarihimizde de Şeyh Said şeriati kaldırıp yerine batının yasasını getiren hükümetede baş kaldırmıştır. Şeyh Said "Siz şeriatı lağvettiniz , bizim size itaat etmemiz vacip olmaktan çıkmış olup , size karşı isyan vacip olmuştur." diyip dönemin hükümetine baş kaldırı hareketini başlatmıştır.

Malumunuz günümüzde de şeriat hükümleri uygulanmamaktadır. İmam-ı Azam'ın ve Şeyh Said'in ictihadları bizim içinde geçerlilik arzetmekte.

Bu fetvalara binaen bizede dönemin hükümetine baş kaldırmak vacip midir ?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ebu Hanife'nin verdiği fetva Halifeliğin tâyini ile ilgilidir. Şeyh Said'in kıyamı ise İslam devletinin - halifeliğin tümden ilga edilerek küfür nizamının getirilmesi üzerinedir. İkisinin durumları ve değerlendirilmeleri farklılık arzeder. İslam şeriatının ilga edildiği ve beşer mahreçli kanunların tatbik edilmeye başladığı İslam diyarların tekrar Allah'ın hükümlerinin tatbik edildiği İslam diyarı haline getirilmesi için cihad edilmesi zaten ummetin uzerine farzdır. Bu da güç, kuvvet imkanlarına sahib olmakla gündeme gelir.
Zamanımızda da İslam diyarları küfrün tasallutu altındadır. Güçler dengesini gözardı ederek böyle bir kıyama girişmek, veya fetvasını vermek sorumluluk ve vebal isteyen, gerektiren bir yüktür.

Ebu Hanife'nin Huruc (Ayaklanma) Fetvası

Nitekim Ebu Hanîfe’nin fetva verdiği siyâsî isyanlarda çok fazla can kaybının oluğu ve bir başarı da elde edilemeyişi sonucunda, Ebu Hanife’nin hayatının sonlarına doğru hilafetin meşveret ve icma ile sabit olabileceğini söylediği görülmektedir. (Suleyman es Saymeri, Ahbaru Ebi Hanife, Sf: 59-60; Muhammed ibn Muhammed el Kerderi , Menakıbu Ebî Hanife, Beyrut, 1981, s. 296)


Ebu Hanife’nin Ali evladının isyanlarına fetva vermesi de dinî bir davranış idi. Çünkü Ebû Hanîfe, Ali evladının isyanlarına destek verirken, birinci derecede onların, yani Zeyd b. Ali ve Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin halife olması deùildi. Bilakis mensubu bulunduğu Mevali'nin haklarını almaları ve onların toplumda Arablarla eşit statüye kavuşmaları idi. Ebû Hanîfe, bu durumun ancak Ali evladının yönetime gelmesiyle mümkün olabileceğine inanıyordu. Nitekim Ali evladı adına kendisine biat edilmiş bulunan Ebû’l-Abbâs es Saffâh’a biat ederken aynı aileden Ebû Ca‘fer el-Mansûr’a biat etmemiştir. Ona “Sen ve ekibin tevfîkten çıkmış, halka böbürlenerek zulmeden kimselersiniz” demiştir.
(Ahmet Yaman, Siyaset Hukuk İlişkisi Bağlamında Ebû Hanîfe Dönemi, İslâmi Araştırmalar Ebu Hanife Özel Sayısı, 15/ 1-2 Ankara 2002, sf. 275)
Ebu Hanife’nin Ali evladı ile ilişkisini anlamak için başından beri Emevîlerle Arab olmayan unsurların siyasal ve sosyal iliükilerini iyi tahlil etmek lazımdır. Adam öldürmek, murted olmak ve zina etmiş olmanın dışında hiç kimsenin kanını helal görmeyen (Ebu Zehra, İslâmda Fıkhi Mezhebler Tarihi, Hisar Yayınevi, İst. sf: 234) Ebu Hanife’nin, Zeyd b. Ali, Muhammed b. Abdillah en-Nefsu’z Zekiyye ve İbrahim b. Abdillah’ın isyanlarına fetva verip teşvik etmiş ise, demek ki yönetim tarihî kaynaklarda kaydedildiùi gibi, birtakım bilim adamlarının haksız yere öldürmüş, Arab olmayan unsurların haklarını gasbetmiş ve onların can, mal ve diğer kişilik haklarına tecavüz etmiştir. Öyleyse Ebû Hanîfe’nin Ali evladını isyanlarına fetva vermesini onun dinî ve fıkhî bir görüşüü olarak kabul etmek gerekir.

Ebu Hanife’nin huruçla ilgili fetvaları, İslâm toplumunda dinin muhtelif alanlarda uygulanmasıyla ilgili diğer fetvalarıyla aynı derecede itibar görmemiştir. Onun huruç fetvalarının zaman zaman toplumda tepkiyle karşılanması toplumun benimsediği din anlayışından kaynaklanmaktadır. Çünkü İslâm toplumunda Osman (r.anh)’dan itibaren başlayan siyâsî olaylar ve bu olayların İslâm toplumundaki dramatik sonuçları, halkı cebrî din anlayışına yönelttiği gibi, siyasetin din ve bilimin kuralları dışında kendine has kuralları olduğunu kabule zorlamıştır. Halife Osman dönemi ve daha sonra ortaya çıkan siyasî olaylardan sonra oluşan toplum psikolojisi günümüzdeki Ehl-i Sünnet din anlayışının çekirdeğini oluşturan uzlaşmacı Murciî anlayışın benimsenmesine yol açmıştır. Bu yüzden, İslâm tarihinin ilk dönemlerinde özellikle Muhaddislerin ve hadisçi kökene sahib fıkıhçıların etkin olduğu din anlayışında siyasî tepki yerine siyâsî uzlaşı tercih edilmiştir. Başta Muhaddisler olmak şzere Emevî ve Abbâsî dönemlerinde çoğunluk bilim adamları bilimi ve dini dışlayan ve özellikle dünyevî menfaat teminine yarayan siyasetin kendine has kurallarına boyun eğmişlerdir. Siyâsî uzlaşı kültürü, bilim adamlarının ve fıkıhçıların bilimsel sistemlerine de yansımış olup, Ebû Hanîfe dışında bütün fakîhler halifeye isyanı sıkı şartlar bağlamışlar ya da tamamen haram saymışlardır. İlk dönemlerde bazı Muhaddisler ve hukukçularca Ehl-i Sünnet’in din ve siyaset anlayışının temelini oluşturan birtakım hadislerin öne çıkarıldığını görşyoruz. Nitekim Evzâî, “Zalimlerle savaşmayı öne sürünceye kadar Ebû Hanîfe’nin her içtihadına katlandık” (Ahmet Yaman, Siyaset Hukuk İlişkisi Bağlamında Ebû Hanîfe Dönemi, İslâmi Araştırmalar Ebu Hanife Özel Sayısı, 15/ 1-2 Ankara 2002, sf : 278) derken siyasete mudahele eden bilimsel anlayıştan rahatsız olduğunu düşündürmektedir.

Ebû Hanîfe döneminde dini yönetimle uzlaştırma çabalarının en çarpıcı örneklerinden birisi de şudur:
Anlatıldığına göre, bir gün Ebu İshak el-Fezarî isminde birisi Hasan’ın çocuklarından İbrahim b. Abdillah’ın isyanı esnasında kardeşinin ölmesi üzerine Ebu Hanîfe’ye gelmiş ve ona “Kardeşim sana gelmiş, senden fetva istemiş, öyle dediler” deyince,
Ebû Hanîfe de, “Evet, bana geldi; benden fetva istedi, ben de fetva verdim” dedi.
el-Fezarî, “Ne fetvası verdin?” diye tekrar sorunca,
Ebû Hanîfe, “Hurûç fetvası verdim” dedi.
Bunun üzerine el-Fezarî, hakaret etmeye başladı ve “Allah belanı versin” diyerek Peygamber’in hurûcu reddettiğine dair hadisi haber verdi.
Bunun üzerine Ebû Hanîfe, o hadisin uydurma olduğunu ve kendi görüşüyle fetva verdiğini söyledi. (Dr. İsa Doğan, Murcie ve Ebu Hanîfe, sf: 104)


Ebu Hanife'nin Siyâsî Tutumu

Allah, bu takva ve gerçek îman sahibi İlim adamını siyâsî alanda çok çetin imtihanlara tâbi tutmuştur. Allah, onu bu şiddetli imtihanlarla hayatının iki devresinde karşılaştırmış olup ikincisinde îmam Ebu Hanîfe şehid olarak ölmüştür.

Burada biz, îmam A'zam'ın çağındaki olaylara kısaca dokunmak istiyoruz. Ebu Hanîfe ömrünün elli iki yılını Emevîler, kalan 18 yılını da Abbasîler devrinde geçirmşitir. Böylece o, Emevî devletinin güçlü devrini, gerileme ve yıkılış devirlerini gördükten sonra Abbasî devletinin ilk yıllarını da yaşamıştır. Abbasî hareketi, bilhassa îran içlerine doğru yayılan gizli bir propaganda şeklinde başlamış, yeraltı faaliyetleri ile gelişmiş ve nihayet Emevî devletini yıkıp iktidarı ele geçirmiştir.

İşte Ebu Hanîfe, bütün bunlara şahid olmuş ve bu olaylar, ruhunda derin etkiler bırakmıştır. Gerçi O, ne ayaklananlara ne de ihtilâlcilere katılmıştır. Fakat olayların akışı gösteriyor ki önce îmam Â'zam'ın gönlü, Emevîlere karşı ayaklanan Ali (r.anh) evlâdlarıyla birdi. Onlar, Abbâsîlere karşı ayaklandıkları zaman îmam A'zam, fifren yine bunları desteklemekteydi.

Ebu Hanîfe, şiî olmamakla beraber, Emevîlerin hilâfet için hiçbir hakları olmadığına kani idi. Fakat, fiilen Emevîlerin aleyhine harekete geçmemiş ise de, onların aleyhine yapılan hareketleri benimsememiştir. Rivayet edildiğine göre Zeyd b. Ali Zeynelâbidin, Kûfe'de Hişam b. Abdilmelik'e karşı isyan bayrağını açtığı zaman Ebu Hanîfe şöyle demiştir": «Zeyd'in bu çıkışı, Rasûlüllah'ın Bedir günündeki çıkışma benziyor.» Kendisine, îmam Zeyd'le birlikte niçin savaşa katılmadığı sorulduğunda şu cevabı vermiştir: «Beni ondan alıkoyan, halkın yanımdaki emanetleridir. Bu emanetleri İbni Ebî Leylâ'ya bırakmak istedim, kabul etmedi. Savaşta ölür ve bunca emanetin altında kalırım diye korktum.» Yine rivayet edildiğine göre Zeyd'le savaşa katılamadığına dair özür beyan ederken şöyle demiştir : «Eğer halkın, Zeydi, daha önce dedesi Huseyn'i bırakıp kaçtığı gibi, bırakıp kaçmıyacağım bilseydim, ben de Zeyd'le birlikte savaşırdım. Çünkü o hakîkî İmamdır. Fakat, bu düşünce ile ona sadece malî yardımda bulundum.» îmam Ebu Hanîfe, İmam Zeyd'e on bin dirhem yardımda bulunmuş ve elçisine; «benim özrümü ona anlat», demiştir. (Îbnu'l-Bezzâzî, Menâkıbu Ebî Hanîfe, c. I, s. 55) Bu gösteriyor ki İmam Ebu Hanife'ye göre Emevîler halifeliğe lâyık değillerdi. O, Zeyd b. Ali'yi İmam olarak tanıyordu. Fakat, sözünde durmayan Iraklıların tabiatını bildiği için iyi netice alınacağına inanmıyordu. Bununla beraber îmam Zeyd'i engellemek de istemedi. Hattâ ona malî yardımda bulundu.

İmam Zeyd'in hareketi, kendisinin 122 H. yılında fecî bir şekilde ölümüyle sonuçlandı. Daha sonra İmam Zeyd'in oğlu Yahya/Horasan'da Emevî idaresine karşı ayaklandı. O da, 125 yılında babası gibi öldürüldü. Bundan sonra Yahya'nın oğlu Abdullah da iktidarı ele geçirmek maksadıyla Yemen'de isyan etti. Fakat son Emevi halifesi Mervân b. Muhammed, Abdullah üzerine yolladığı adamları vasıtasıyla 130 H. yılında onu da öldürttü. (İbnul-Esir, el'Kâmil, c. V. 122, 125 ve 130 yıllarına ait olaylar kısmı)
İşte bu olaylar, İmam Ebu Hanîfe üzerinde büyük etkilerde bulunmuştur. O, İmam Zeyd'in ayaklanışını, Peygamber'in Bedir günündeki çıkışma benzetmiştir. Fakat İmam Zeyd, fecî şekilde öldürülmüş ve cesedi bir hurma kütüğüne asılmıştır. Kendisinden sonra bu acıklı âkibetîer oğlu ve torununun başına da gelmiştir. Bu durum karşısında, elbette Ebu Hanîfe, Emevîlere karşı nefret duyacak ve onların zulümlerini diğer bilginler gibi o da tenkid edecekti. Alimlerin tenkid dilleri, kılıçların yapamadığım yapar; onların darbeleri kılıçlardan daha kesici ve şiddetli olur.

Bunun içindir ki Emevîler, İmam Ebu Hanîfe'yi takip etmeye başlamışlar, bilhassa Abbasî propagandasının gizli gizli yayılışını ve intizamlı isyan hareketlerini görünce bu takiblerini daha da artırmışlardır. Emevî" valisi îbni Hubeyre tehlikenin arttığım görünce fakih ve muhaddislerden korkmaya başlamış, özellikle fıkıh ve İlimde büyük bir yeri olan îmam Zeyd'le teması bulunanlardan endişelenmiştir. Adı geçen vâîi; îbni Ebî Leylâ, Ibni Şubrume, Dâvûd b. Hind gibi Irak'ın fakihlerini toplamış ve her birine Emevî idaresinde birer vazife almalarını teklif ederek, onların Emevî devletine bağlı olup olmadıklarını öğrenmek istemiştir. Bu arada Ebu Hanîfe'ye de vazife teklif etmiş, fakat o bunu şiddetle reddetmiştir.

İbni Hubeyre, mührün Ebu Hanife'nin elinde olmasını ve muamelelerini bununla imza etmesini, onun elinden çıkmayan hiç bir yazının infaz edilmemesini ve malî sarfiyatın da yalnız onun müsaadesiyle yapılmasını istemiştir. Ebu Hanife, onun bu tekliflerini yerine getirmekten şiddetle kaçınmıştır. Vali îbni Hubeyre ise, bu vazifeyi kabul etmediği takdirde Ebu Hanîfe'yi dövdüreceğine yemin etmiştir. Bunun üzerine âlimler, Ebu Hanîfe'ye bu vazifeyi kabul etmesi için ricada bulunmuşlar ve; «Biz kendini tehlikeye atmayasın diye sana Allah için öğüt veriyoruz. Sen, bizim kardeşimizsin. Hepimiz böyle bir vazifeyi istemiyoruz. Fakat başka bir çaremiz yoktur», demişlerdir. Güçlü, İmanlı ve takva sahibi Ebu Hanîfe de onlara şöyle cevap vermiştir: «Eğer o, Vâsıt Mescidinin kapılarını saymamı isteseydi benden, onu dahi kabul etmezdim. O halde nasıl olur da o, bir adamı idam etmek için benim hüküm vermemi ister ve bu hükümle onun boynunu vurur! Ben böyle bir hükmü ihtiva eden kararın altını nasıl mühürlerim! Vallahi ben, böyle bir işe ölünceye kadar giremem.»

Ebu Hanîfe vazife almamakta İsrar etti. Ve onun İsrarı karşısında bütün kuvvetler perişan oldu. Emniyet müdürü (Sahibu's-Şurta), Ebu Hanife'yi üstüste birkaç gün hapsettirdikten sonra döv-dürmeye başlamıştır. Hattâ ona kırbaç vuran kimse usanmış ve dövülmeden dolayı ölür ve Emevî idaresine kıyamete kadar sövülmeye sebep olur diye korkmuştur.İbni Hubeyr'e bilginlere; «Ebu Hanîfe'ye söyleyin de bizi yeminimizden kurtarsın», demiş, onlar da Ebu Hanife'den bu teklifi kabul etmesini rica etmişler, fakat o tutumunda şiddetle İsrar etmiştir. Bunun üzerine îbni Hubeyre, bilginlerden, zindanda bulunan îmam Ebu Hanîfe'ye tavassut ederek, vazife teklifini reddetmektense ileride belki yapabileceğini söylemesini temin etmelerini istemiş; fakat Ebu Hanîfe bunu da kabul etmemiştir. Sonunda İbni Hubeyre, îmam A'zam'ı serbest bırakmak zorunda kalmıştır. Ebu Hanîfe, hürriyetine kavuşur kavuşmaz yol hazırlığını yaparak, Beytullah'a sığınmak üzere Hicaz'a gitmiştir, îşte bu olaylar, 130 H. yılında cereyan etmiştir. (el-Mekkî, Menâkıbu Ebî Hanîfe, c. I, s. 23, 24)
Ebu Hanîfe, Allah'ın evine mucavir olmuş ve Abbasîler iktidara gelinceye kadar orada kalmıştır. Abbasîler iktidarı ele alıp asayişi temin edince "îmam A'zam da Kûfe'ye dönmüş, diğer bilginlerle birlikte ilk Abbasi Halifesi Ebu'l-Abbas es-Seffah ile buluşmuş ve yeni halifeye bîat ettiğini açıklamak üzere bir hitabede bulunmuştur. Esasen diğer bilginler, Halifenin bîat talebine icabet etmek üzere îmam-ı A'zam'ı kendileri için temsilci seçmişlerdi. Ebu Hanîfe, bu hitabesinde şunları söylemiştir:
«Hakkı, Peygamberinin soyuna teslim eden, zâlimlerin zulmünü bizden kaldıran ve hakikati söyleyebilmemiz için dİlimizi hürriyete erdiren Allah'a hamd olsun. Ey Halîfe, Allah'ın emri üzere biz sana bîat ettik, kıyamete kadar sana verdiğimiz söze bağlı kalacağız. Allah, bu makamı Peygamberinin soyundan geri almasın!»

İmam A'zam'ın bu hitabesi gösteriyor ki o, adalet ve doğruluktan ayrılmamak şartıyla, devlet idaresini Ehl-i Beyt'in ele almasını çok arzu etmekteydi.
Hanîfe, Abbâsilere bağlı kalmaya devam etmiştir. Çünkü onların iktidara gelişi, Ali evlâdlarma reva görülen zulmun giderilmesi neticesinde olmuştur. Abbasi halifeleri de İmam A'zam'a yakınlık gösteriyorlardı. Ebu'l-Abbas, ondan sonra Ebu Ca'fer el-Mansur birçok ihsanlarda bulunmuş ise de Ebu Hanîfe bunları nezaketle reddetmiştir.

îmam Ebu Hanîfe'nin, ilk yıllarında Abbasî idaresi aleyhinde konuştuğu bilinmemektedir. Nihayet Abbasoğulları ile Ali evlâdları arasında çekişme başlamış ve Ebu Hanîfe'nin büyük bir sevgi beslediği Ali evlâdlarına karşı işkence artmıştır. Elbetde bu durum karşısında, Ebu Hanîfe'nin Abbâsîlere karşı nefret etmemesi düşünülemez. Hele el-Mansur'un iktidarına karşı Ali'nin torunlarından Muhammed en-Nefsu'z-Zekiyye b. Abdillah ve kardeşi ibrahim isyan edince durum büsbütün değişmiştir. Bunların babası Abdullah, Ebu Hanîfe'nin hocası olup oğulları isyan bayrağını çektiği zaman el-Mansur tarafından hapsettirilmişti. O, her iki oğlunun ölümünden sonra el-Mansur'a karşı kin ve nefret duygularıyla dolu olarak hapishanede (145 H. yılı) ölmüştür.

".. Ebu Hanîfe için, Enıevîler gibi Abbasîlerden de intikam almaktan başka bir çare yoktu. Fakat onun intikam alışı, âdeti üzere ders aralarında konuşmaktan ileri gitmiyordu. Öteki âlimler de böyle siyâsi olaylarla az meşgul oluyorlar ve meylettikleri hususlara sevgi göstermekle duygularını tatmin ediyorlar ve bununla yetiniyorlardı.

145 H. yılında adı geçen İbrahim Irak'da, kardeşi Muhammed en-Nefsu'z-Zekiyye de Medine'de ayaklandı. Rivayete göre îmam Mâlik, Medine'de bu ayaklanmanın (huruc'un) meşruluğuna fetva vermiştir. Çünkü o, el-Mansur'a yapılan biatin zor (ikrah) ile olduğunu tesbit etmiştir. Öyle görünüyor ki îmam Mâlik, ayaklanmanın caiz olduğuna dair açıkça fetva vermemiştir. Fakat o, Muhammed en-Nefsu'z-Zekiyye'nin dâvasını isbat bakımından işi kolaylaştırmıştır. Çünkü Muhammed en-Nefsu'z-Zekiyye ayaklanmasının meşruluğunu Ebu Ca'fer el-Mansur'a yapılan biatin ikrah ile oluşuna dayandırıyordu, îmam Mâlik ise, hadis derslerinde sık sık bîata îmâ ederek, «İkrah karşısında kalan kimsenin yemini muteber değildir» diyordu. Bu sözü tekrarlamaktan menedildiği halde, îmam Mâlik bundan vazgeçmemiştir. Çatışma, el-Nefsu'z-Zekiyye'nin öldürülmesiyle sonuçlandıktan sonra İmam Mâlik, birçok işkencelere uğramıştır.

Irak'da da Ebu Hanîfe, en-Nefsu'z-Zekiyye'nin kardeşi İbrahim'e yardım edilmesini açıkça söylüyordu. Hattâ iş, Ebu Hanîfe'nin, el-Mansur'un bazı komutanlarını onunla savaşmaktan alıkoymasına kadar varmıştı.

Rivayete göre el-Mansur'un kumandalarından Hasan b. Kah-taba, bir gün Ebu Hanîfe'nin yanma girmiş ve; «Vazifemi her halde biliyorsun, tevbe ediyor musun, etmiyor musun?» demiştir. Ebu Hanîfe de; «Allah bilir ya sen yaptığından pişman olacaksın. Eğer bir müslümanla kendi nefsini öldürmek arasında muhayyer kalırsan, müslümam değil, kendi nefsini öldürmeyi tercih et. Sen, bir daha böyle yapmayacağına Allah'a söz ver. Bu sözünde durursan o senin tevben olacaktır», demiştir. Hasan b. Kahtaba, Ebu Hanîfe'nin bu sözüne şu cevabı vermiştir: «Dediğini kabul ediyor ve Allah'a söz veriyorum ki bir daha bir müslümam öldürmeye yel terimiyeceğim.»

İbrahim b. Abdillah,b. Hasan huruç edince, el-Mansur, adı geçen kumandana, Ebu Hanîfe'ye gidip işini bitirmesini emretmiş, kumandan da İmam A'zam'ın yanına gelince, o, kumandana daha önce verdiği sözü hatırlatarak şöyle demiştir: «Tevbenin vakti geldi. Sözünde durursan tevbe etmiş olacaksın. Aksi takdirde hem önceldi, hem de sonraki niyet ve fiilinden hesaba çekileceksin.» Bunun üzerine kumandan, Ebu Hanîfe'yi öldürmek için hazırlanmış olduğu halde, tevbesinde durmuş, el-Mansur'un yanına vararak şöyle demiştir: «Ben böyle bir işi yapamam. Eğer senin emrinle yaptığım işler, Allah'a itaat sayılırsa benim için çok iyi bir şeydir. Eğer masiyet sayılırsa bu bana yeter.» Bunun üzerine Halife el-Mansur öfkelenmiştir. Kumandanın kardeşi Humeyd b. Kahtaba ileri atılarak "Biz bir yıldan beri onun akli muvazenesinden hoşlanmıyoruz, o saçmalıyor. Bu işi ben yapabilirim", demiştir. Soğukkanlılığını koruyar Halife el-Mansur, bazı güvendiği kimselere; «Hasan b. Kahtaba'nır yanma fakihlerden kim gelip gidiyor?» diye sormuş, onlar da; «O Ebu Hanîfe'nin yanına gidip geliyor» demişlerdir. (İbnu'l-Bezzâzî, Menâkıbu Ebî Hanîfe, c. II, s. 22)
Halife Ebu Ca'fer el-Mansur, İmam Ebu Hanîfe'yi takibe ve verdiği fetvâaları araştırmaya başlamış, bu arada Ebu Hanîfe'nin Musul halkına dair vermiş olduğu fetva üzerinde, bilhassa, durmuştur. Şöyle ki:
Musul halkı, Halifeye verdiği sözü (biat'ı) defalarca bozmuştu. Halîfe el-Mansur da, onlara sözlerini bir daha bozarlarsa kanlarını dökeceğini şart koşmuş, onlar da bu şartı kabul ederek, sözü müzden dönersek kanımız helâl olsun, demişlerdi. Halife, Ebu Hanîfe dahil olmak üzere, bütün fakihleri toplamış ve onlara şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'in «Mu'min şartlarına bağlıdır.» Hadîs-i Şerifi sahih değil midir? Musul halkı bana karşı ayaklanmamaları için ileri sürdüğüm şartı kabul ettiği halde, benim valime karşı ayaklandı. Şimdi onların kanlarını akıtmak benim için helâl değil midir?*
Orada bulunanlardan birisi: «Onlara istediğini yapabilirsin, onlar hakkında söylediklerin yerindedir. Affedersen, bu, senin büyüklüğünün eseridir. Cezalandırırsan onlar buna mustahak olmuşlardır», dedi.
Ebu Hanîfe susmaktaydı.
el-Mansur, ona döndü ve: Ustad, sen ne dersin, biz, Peygamberin hilâfet ve eman evinde değil miyiz? diye sordu.
Ebu Hanîfe gerçeği şöyle ifade etti: «— Onlar, ellerinde olmayan şartları kabul etmişler. Sen de sâna ait bulunmayan şartları onlara kabul ettirmişsin. Çünkü, bir müslümanın kanı ancak şu üç şeyden biri ile helâl olur:
«1 — Adam öldürmekten,
«2 — Murted olmaktan,
«3— Evlenmiş ve hür (muhsan) olduğu halde zina etmekten.
«Bu durumda sen, onları cezalandırırsan haksızlık yapmış olursun. Allah'ın şartlarına bağlı kalmak daha iyidir.»
El-Mansur, fakihlerin gitmelerini emretmiş, sonra Ebu Hanife'yi yanına çağırarak şöyle demiştir:

«Ey Ustad, gerçek görüş senin söylediğindir. Memleketine dön, Halifenizi kötüleyecek şekilde halka fetva verme. Çünkü isyancı Haricîlerin cesareti artıyor.» (İbnu'l-Bezzâzî, Menâkıbu Ebî Hanîfe, c. II, sf: 17)
Şiî olmadığı halde Ali soyuna büyük bir sevgi besliyen Ebu Hanîfe'nin bu gibi cesaretli görüşleri, el-Mansur'un memnuniyetsizliğine sebeb olmuş, hattâ onu takip ettirmek üzere peşine hafiyelerini takmıştır. Bunun, ayrıca iki sebebi daha vardır :
1 — İmam Ebu Hanîfe ile çağının kadısı İbni Ebî Leylâ arasında şiddetli bir anlaşmazlık vardı. Onun verdiği hükümleri Ebu Hanîfe sert bir şekilde tenkid ederdi. İbni Ebî Leylâ da onu el-Mansur'a daima şikâyette bulunurdu. Belki de en çok şikâyeti Ebu Hanife'dendi. Şubhesiz bu, halifenin içinde İmam Ebu Hanife'ye karşı bir kızgınlık ve intikam hissi meydana getirmiştir.
2 — el-Mansur'un maiyyetinde bulunanlardan Ebu Hanîfe'yi sevmeyen veya Halifeye sırf yaranmak için onu kötüleyenîer vardı. el-Mansur'un hâcibi olan er-Rabi' ve Ebu'l-Abbas et-Tûsî bunlardandır.

Bütün bu olaylar sebebiyle el-Mansur, Ebu Hanîfe'ye karşı iyice bozulmuş, iktidarını korumak için sert bir vaziyet almış ve onu cezalandırmayı zarurî görmüştür. Halife el-Mansur, Ebu Hanîfe'nin zamanın kadısını sürekli tenkidlerini göz önüne alarak, ona kadılık vazifesini teklif etmiştir. Esasen kurnaz bir halife olan el-Mansur, bilginlere doğrudan doğruya din ve dünyaya ait görüşlerinden ötürü baskıda bulunmazdı. Bu sebepten Ebu Hanîfe'nin tenkidlerini ona kadılık teklif etmek için istismar etmeye kalkıştı. Oysa Ebu Hanîfe'nin bu vazifeyi kabul etmiyeceğini biliyordu. Fakat onu, bu yüzden cezalandırırsa haklı görüneceğim umuyordu.

Ebu Hanîfe'ye nihayet kadılık vazifesini teklif etti. O da şu cevabı verdi:
«Kâdı olabilecek bir insan, gerekince hem senin, hem de çocuklarınla kumandanlarının aleyhine hüküm verecek bir ruha sahip olmalıdır. Ben ise, böyle bir ruha sahip değilim.»
Bunun üzerine Halife; «Benim gösterdiğim yakınlığı niçin kabul etmiyorsun?» dedi.

Büyük takva sahibi îmam da; «Emiru'l-Mu'minin, bana kendi malı ile bir yakınlık göstermedi ki onu reddetmiş olayım. O, bana ancak müslümanlarm Beytu'l-Malından bir yakınlık gösterdi. Halbuki benim onların Beytu'l-Malında bir hakkım yoktur. Çünkü ben, mucâhid değilim ki yaptığım cihad karşılığında bir şey alayım. Ben, onların hizmetçileri de değilim ki, hizmetçiler gibi bir şey alayım. Keza ben, onların fakirlerinden de değilim ki, fakirlerin aldığı şeyleri alayım», dedi. (el-Mekkî, Menâkıbu Ebî Hanîfe, c. I, s. 215)
Kâdı'lık teklifi nekadar tekrarlandıysa, Ebu Hanîfe'nin bunu reddedişi de o kadar tekrarlandı. Sonunda sabrı tükenen el-Mansur, bu vazifeyi kabul etmesi için yemin aldı. Ebu Hanîfe de kabul etmiyeceğine dair yemin aldı.
Ve şöyle dedi: «Eğer ben, bu vazifeyi kabul etmediğim takdirde Fırat nehrinde boğulmakla tehdid edilsem, boğulmayı tercih ederim. Senin etrafında ikrama muhtaç olanların çoktur!»
Buna rağmen Halife el-Mansur, İmam A'zam'a kadılık teklifinden vazgeçmedi. Ondan, hiç olmazsa, doğru olanlarını yerine getirmesi, yanlış olanlarını da tatbik etmekten sakınması için kazâî hükümlerini inceleyip isabetli olup olmadığını kendisine bildirmesini istedi. Fakat o, bunu da reddetti. Bunun üzerine Halife, Ebu Hanîfe'yi hapsettirip ona her gün on kırbaç vurdurmak suretiyle işkence edilmesini buyurdu.
Ebu Hanîfe'nin sıhhi durumu kötüleşince el-Mansur onu serbest bırakmış, fakat ders ve fetva vermekten menetmiştir. îmanr A'zam Ebu Hanîfe, bundan kısa bir zaman sonra hayata gözlerini yummuştur. O, ölmeden önce, gasbedilmiş veya Halifenin gasbettiği ileri sürülen bir yere defnedilmemesini vasiyet etmiştir. Bunun içindir ki Halife el-Mansur; «Ebu Hanîfe'nin nezdinde sağken de öldükten sonra da beni kim mazur gösterir?» demiştir.

İmam Ebu Hanîfe, 150 H. yılında sıddiklar ve şehidler gibi ölmüştür. Fakat ölüm; o büyük kalb, sapsağlam dînî vicdan, kudretli akıl ve her türlü işkenceye katlanan sabırlı ruh için bir rahatlık olmuştur. Ebu Hanîfe, görüşlerinden dolayı muarızlarından işkence gördü, türlü dedikodulara hedef oldu. Fakat, bunların hepsine gönül hoşluğu ile katlandı. Sefihlerden eziyet gördü. Valilerden, daha sonra halifelerden işkence gördü. Fakat hiçbir zaman eğilmedi ve hakikati söylemekten çekinmedi. Eğer ruhların da bir cihadı ve bu cihadın yapıldığı meydanlar varsa, şubhesiz Ebu Hanîfe bu türlü cihad alanlarının en büyük ve muzaffer kahramanıdır. O, cihadında son nefesine kadar metanet gösteren bir yiğit idi. Ölürken bile gasbedilmemiş temiz bir yere defnedilmesini ve halife tarafından gasbedilmiş olma ihtimali bulunan bir yere defnedilmemesini vasiyet etmiştir.

İlim, dîn ve ahlâkın heybet ve tesiri, sultan ve hükümdarların azametinden daha az değildir. Bunun içindeki bütün Bağdad halkı, Irak'ın büyük fakihi îmam A'zam'ın cenaze törenine katılmıştır. Onun cenaze namazını kılanların sayısının ellibin kadar olduğu tehmin edilmektedir. Hattâ; ona işkence eden Halife el-Mansur da defnedildikten sonra gelmiş ve kabri üzerinde cenaze namazını kılmıştır Bilmiyoruz bu, Halifenin İlim, din, ahlâk ve takvanın azametini İtiraf edişinden mi, yoksa halkı memnun etmek isteyişinden midir? Belki o bu her iki hususu da birlikte gözetmiştir.
Ebu Hanîfe, gerçekten büyük bir insandı. Ona işkence edenler, sadece ettikleri zulüm, işledikleri fenalıklar ve akıttıkları insan kanlan sebebiyle anılmaktadır. O ise, dünyanın dört bucağında okutulup öğretilen görümleri ve nice insanların muzakare edip öğrenmekle şeref kazandığı ilmi ile anılmaktadır. Allah, ondan razı olsun, hem de onu razı etsin!..(İslam’da Fıkhi Mezhebler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/229-237)



İlgili Konu:

DAR’UL-HARB VE DAR’UL- İSLAM
https://www.islam-tr.org/konu/dar’ul-harb-ve-dar’ul-islam-kitap.7235/




 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt