Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Arap ve Acem Meselesi

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Arap ve Acem Meselesi


Bu ilkenin pratik isbatı gerek tabiin kuşağından ve gerekse onların arkasından gelen kuşaktan olan Hasan-ı Basrî ve İbn-i Şirin, İbn-i Abbas'ın azadlısı İkrime gibi eski İran asıllı seçkin İslâm büyükleridir. Bu listeye daha sonra yetişen bir çok iman, ilim ve dindarlık yıldızını da eklemek gerekir. Öyle ki, bu seçkin yıldızlar alanlarında bir çok arap seçkinini gölgede bırakmışlardı.

“Acem” (yabancı) teriminin kapsamına giren habeşî, rum ve türk gibi milletler den olan sayılamayacak kadar çok sayıdaki iman ve dindarlık öncüleri konusunda da durum budur. Bu husus İslâm alimlerin in çok iyi bildikler i tarihi bir gerçektir.

Bu gelişmenin bir tek faktörü vardır ki, o da şudur:

İslama göre gerçek üstünlük, Peygamber imize inen iman ve ilim prensiple rine hem görünüşte ve hem de yürekten gösterilen bağlılığın derecesin e dayanır. Kimin bu alandaki derecesi daha yüksekse o daha üstündür. Üstünlük Allah'ın Kitabında (Kur'anda) ve Peygamber imizin dili ile övülen İslâm, iman, iyilik, takva (kötülüklerden sakınma), bilgi, salih amel ve ihsan gibi sıfatlara göre belirleni r. Yoksa bir insanın sırf arap veya acem yahud siyah derili ya da beyaz derili yahud şehirli veya bedevi olması bu konuda belirleyi ci faktör sayılmaz.

Acemlerin bu saydığımız meziyetle rine ve soy-memleket farkının İslâmdaki önemsizliğine rağmen bedeviler e ve acemlere benzememi zin yasaklanmış olması bir temel inceliğe dayanır ki, o da şudur:

Cenab-ı Allah (c.c.) şehirliler ile kasabalıları bilgi, dindarlık ve duygu zenginliği bakımından bedeviler e göre daha geniş imkanlarl a donatmıştır. Buna karşılık bedeviler de şehirli ve kasabalılardan beden gücü ahlâk sağlamlığı ve tok sözlülük bakımlarından daha üstündürler. İşte sözünü ettiğimiz temel incelik budur. Gerçi bu kuralın işlemediği ve bedeviler in şehirli ve kasabalılara her yönden üstünlük sağladıkları durumlar ve örnekler de vardır. Fakat özde var olan bu temel incelik yüzünden Cenab-ı Allah (c.c.) bütün peygamber leri -selâm üzerlerine olsun- şehirli ve kasabalılar arasından seçip göndermiştir.

Nitekim o, bir ayette şöyle buyuruyor:

“Sen'den önce gönderdiğimiz peygamber ler de kendileri ne vahiy sunduğumuz şehirlilerdi.” (Yusuf: 109)

Bunun temel gerekçesi Cenab-ı Allah'ın -c.c- peygamber lerin, soyluluk da dahil olmak üzere her bakımdan yetkin (kâmil) şahsiyetler olmalarını dilemesid ir. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) yukarıda belirttiğimiz gibi genel anlamda bedeviler hakkında şöyle buyurmuştur:

“Bedevi araplar küfür ve münafıklıkça daha koyu ve Allah'ın, Rasûlüllah'a indirdiği prensiple rin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar.” (Tevbe:97)

Cenab-ı Allah (c.c.) bu ayeti aşağıdaki ayetlerin hemen arkasından buyurmuştur:

“Ancak kınama, savaştan geri kalmak için Sen'den izin isteyen bazı zenginler içindir. Bunlar diğer savaştan geri kalanlarl a birlikte olmayı arzu ettiler. Allah da onların kalblerin i mühürledi. Artık onlar bilmezler .

Savaştan geri dönüp onların yanına geldiğiniz zaman bu kimseler çeşitli mazeretle r ileri sürerler. Onlara de ki: “Hiç özür ileri sürmeyiniz, size inanmıyoruz. Çünkü Allah bize karşı çevirdiğiniz entrikala rın bazıları hakkında bize bilgi verdi. Ayrıca ilerde neler yapacağınızı Allah ve Rasûlüllah görecek. Daha sonra da görünür-görünmez her şeyi bilen Allah'ın huzuruna çıkarılacaksınız. O zaman O, yapmış olduğunuz her şeyi size ayrıntıları ile bildirece ktir.

Siz yanlarına döndüğünüz zaman kendileri nden vazgeçersiniz diye Allah'a yemin ederler. Onlardan vazgeçiniz. Çünkü onlar murdardır. Ve kazandıklarının cezası olarak varacakla rı yer de cehennemd ir.

Kendileri nden razı olasınız diye size Allah adına yemin ederler. Siz onlardan razı olsanız bile Allah fasıklar (günaha batmışlar) güruhundan razı olmaz.

Bedevi araplar, küfür ve münafıklıkça daha koyu ve Allah'ın, Rasûlüllah'a indirdiği prensiple rin sınırlarını tanımamaya, ayırdetmemeye daha yatkındırlar. Hiç şüphesiz, Allah her şeyi bilen, hikmet sahibidir .” (Tevbe: 93-97)

Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah (c.c.) Tebük savaşında savaşa Katılmamak için Peygamber imizden izin isteyen Medine'li münafıkları anlatıp, onların davranışlarını kınadıktan sonra:

“Bedevi araplar, küfür ve münafıklıkça daha koyu ve Allah'ın, Rasûlüllah'a indirdiği prensiple rin sınırlarını tanımamaya, ayırdetmemeye daha yatkındırlar.” buyurmuştur.

Hayrın tümü -özü ve detayı ile - bilgi / ilim ve imanın tekelinde dir.

Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.):

“Allah içinizdeki iman edenler ile kendileri ne ilim bağışlananların dereceler ini kat kat yükseltir.” buyuruyor . (Mücadile:11)

Aynı anlamı ifade eden diğer bir ayet de şöyledir:

“Kendileri ne iman ve ilim verilmiş olanlar dediler ki...” (Rum: 56)

İmanın karşıtı ya açık kâfirlik veya gizli münafıklıktır. İlmin karşıtı ise bilgisizl ik/cehalet halidir.

Kısacası, Cenab-ı Allah (c.c.) bedeviler in Medine'li araplarda n küfür ve münafıklıkta daha koyu olduklarını ve yine onlara göre Kur'an ve sünnette belirlene n sınırları ayırdedememeye daha yatkın olduklarını bildiriyo r. Ayetteki sınırlardan maksat namaz, oruç, zekât, hac, mümin, kâfir, zinakâr, hırsız ve içkici gibi Kur'anda yer alan terim ve sıfatlarla ilgili sınırlamalardır. Bu terim ve sıfatları taşımaya lâyık olanları, lâyık olmayanla rdan ayırdedecek olan ve lâyık olanların hangi hükümlerle karşılaşacağını belirleye cek olan ölçüler işte bu sınırlardır. Nitekim Ebu Davud'un, İbn-i Abbas'a dayanarak bildirdiğine göre Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir hadisinde:

“Kırsal yörelerde oturanlar kaba, vurdumduy maz olur. Av düşkünleri gafil olur. Hükümdarlara kapılananlar fitneye düşerler.” buyurdu. (Sünen Ebî Davud, c. 3, s. 278, H. No: 2859; Kitap Av; Bab: Ava uyma. (Av yapmaya düşkün olma). Tirmizî Kitap Fitneler, Bab: 69, Hadis No: 2256. Tirmizî İbn Abbas'ın aktardığı bu hadis hasen sahih ve gariptir diyor. Sevrî'nin bu hadisinde n başkasını bu konuyla ilgili bilmiyoru z, diyor. c. 4, s. 524; Nesaî, c. 7, s. 195-196; Kitap: Av ve hayvan kesme; Ava düşkün olma. Ahmed El-Müsned, c. 1, s. 3570; Süyûtî, Camî El-Sağir, c. 2, s. 610, H. No: 8753. Süyûtî, hadis hasendir diyor.)

Aynı hadisin Ebu Hureyre tarafından bildirile n şeklinde son cümle:

“Kim hükümdara yakın olursa fitneye düşer.” ifade edildikte n sonra şu cümle ile bağlanmıştır:

“Kişi hükümdara ne kadar yaklaşırsa, mutlaka Allah'dan aynı oranda uzaklaşır.” (S. Ebî Davud, c. 3, s. 278, H. No: 2860, Kitap Av.)

Bu yüzden eskiler kaba ve vurdumduy maz buldukları kimseye, böyle bir kimsenin akıl ve huy kabalığına işaret etmek üzere:

“Sen yontulmamış bir bedevisin, sen duygusuz bir baldırıçıplaksın” diye hitap ederlerdi .

Şunu da belirteli m ki, “bedevilik” aslında arap köylülerini ifade eden bir terimdir. Her milletin şehirlisi ve köylüsü vardır.

Arapların köylüleri nasıl bedevîlerse, anlatıldığına göre bizanslıların (rumların) köylüleri ermeniler, farsların köylüleri kürtler ve türklerin köylüleri de moğollardır.

Allahuale m bu söylediğimiz temel gerçektir. Gerçi fazlası ve eksiği olabilir. Ayrıca köylerde oturanlar -hangi milletten olurlarsa olsunlar- hüküm bakımından arapların bedeviler i gibidirle r.

“Bedevilik” teriminin kapsamına girip girmemele ri bu konuda farketmez . Bu temel gerçek, genel olarak şehirlilerin genellikl e kırsal yörelerde yaşayanlardan daha üstün olmalarını gerektiri r! Yalnız istisna olarak, bazı belirli köylüler çoğu şehirlilerden daha üstün olabilirl er. Buna göre sahabiler i ve tabiin kuşağını içeren ilk dönem müslümanları (selef) zamanında bedeviler i (köylüleri) şehirli genelinde ayırdeden özellikler ya şehirlilere üstünlük sağlayan değerlerde bir eksiklik veya bir mekruhtur . Bu durumda eğer onlara göçmen şehirlilerin adetlerin den de olmayan bir davranışta benzeyece k olursak bu benzer davranışımız ya mekruhtur veya mekruhluğa yolaçacak bir hareketti r. İşte araplar ve acemlerle ilgili sözümüz buna dayanır.

Şunu da belirteli m ki, ehl-i sünnet vel-cemaat ve mezhebini n inancına göre genel olarak araplar rumu, süryanisi ve farslısı ile genel olarak arap olmayanla rdan Kureyş kabilesi, geride kalan bütün araplarda n ve Haşimi kolu bütün Kureyş kabilesin den daha üstün olduğu gibi Peygamber imizin de tüm Haşimioğullarının en üstün kişisidir. Buna göre Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) gerek fert olarak ve gerekse sayıca insanların en üstünüdür. Üstünlük sıralamasında ilk sırada arapların, sonra Kureyş kabilesin in ve daha sonra da bu kabilenin bir kolu olan Haşimoğullarının yer alması Peygamber imizin bu koldan olmasından dolayı değildir. Gerçi bu da bir üstünlük faktörüdür, ama aslında bu sıraladıklarımız kendilikl erinden üstündürler. Böylece Peygamber imizin hem fert olarak ve hem de soya dayalı üstünlüğü gerçeklik kazanır. Yoksa kısır döngüye (fasit daireye) düşeriz.

Bu yüzdendir ki, İmam-ı Ahmed Hanbel'nin arkadaşı Ebu Muhammed Kirmani "ehl-i sünnet mezhebini" tanıtırken şöyle diyor:

“Bu mezheb ilim imamlarının, hadis adamlarının, tanınmış ve önder edinilmiş sünnet uzmanlarının mezhebidi r. Tanıyabildiğim bütün Irak, Hicaz ve Şam alimleri bu mezhebe bağlı idiler. Kim herhangi bir konuda bu mezhebe ters düşer veya onu kötüler veya bu mezhebin taraftarl arına dil uzatırsa o kimse cemaatten kopmuş, sünnet çığrından sapmış ve hak yoldan ayrılmış bir bidatçıdır (uydurmacıdır). Bu mezheb, Ahmed b. Hanbel, İshak b. İbrahim b. Muhalled Abdullah b. Zubeyr Humeydi(21) ve Said b. Mansur gibi önlerinde diz çöküp ders okuduğumuz seçkin alimlerin mezhebidi r. Bu alimlerin önemli görüşlerinden biri imanın söz, amel ve niyet unsurlarından meydana geldiğidir.”

Ebu Muhammed bu uzun açıklamalarının bir yerinde şöyle diyor:

“Biz arapların hakkını, üstünlüğünü ve parlak geçmişlerini tanıyor, onları seviyoruz . Çünkü Peygamber imiz -bu konuda- “Arapları sevmek iman ve onlardan nefret etmek münafıklık alâmetidir” buyurmuştur. (Hakîm, bu hadisi El-Müstedrek'inde Enes'ten naklediyo r ve şöyle diyor: “Her ne kadar Buhari ve Müslim bu hadisi tahrim etmemişlerse de isnadı sahihtir.” El-Zehebî'de “El-Telhis adlı yapıtında bu hadisi zikrettik ten hemen sonra şöyle diyor: Hadisin nakilcile rinden El-Heysem, Metruk, Makil ise zayıftır. El-Müstedrek Maa El-Telhis, c. 4, s. 87. El-Süyuti ise El-Cami El-Sağir adlı eserinde bu hadisi kaydediyo r ve şu yazgıyı veriyor “Hadis, zayıftır.” Bkz. Cami El-Sağîr, c. 1, s. 567, H. No: 3664; Ayrıca Bkz. El-Mekasıd El-Hasene, s. 23, H. No: 31.)

(Muhalled Abdullah b. Zubeyr Humeydi; Abdullah b. El-Zübeyr b. İsa El-Kuraşî, El-Humeydî, El-Mekkî, Ebubekir, güvenilir hadis ezbercile rinden ve hukuk bilginler indendir. den olan El-Humeydî, 219 yılında öldü. Bkz. Takrib El-Tehzib, c. 1, s. 415, Biy. No: 305)

Biz bu konuda arapları sevmeyen, onların üstünlüklerini tanımayan yabancı milletler in ve baldırıçıplak köleler gibi düşünmüyoruz. Çünkü onların bu yoldaki görüşleri bidat ve sapmadır. Bu sözleri Ahmed b. Hanbel'in bizzat kendisini n söylediğini ileri sürenler de vardır. Bu kaynaklar dan biri Ahmed b. Saad Istaharî tarafından kaleme alınan bir risaledir . Eğer bu rivayet doğru ise bu sözler hem İmam-ı Hanbelî ve hem de çok sayıda başka alim tarafından söylenmiş demektir.

Bazı bilginler de genel olarak arapların acem geneline karşı hiç bir üstünlük taşımadığı görüşündedirler. Acemler için kullanılan “halklar” deyiminin sebebi, bu milletler in kabileler den farklı bir topluluk birimi olan halk kitleleri ne egemen olmalarıdır. Bu yüzden “kabileler araplara ve halklar da acemlere özgüdür” denmiştir.

Bazı bilginler de bir kısım acemlerin araplarda n daha üstün olduklarını ileri sürmüşlerdir. Böyle bir iddia çoğu zaman bir tür münafıklıktan kaynaklanır. Bu münafıklık ya doğrudan doğruya inançla (itikatla) veya bazı şüpheler tarafından körüklenen ihtirasla rın yol açtığı davranışlarla ilgilidir . Bu yüzden Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) “Arapları sevmek imanın ve onlardan nefret etmek münafıklığın alâmetidir.” buyurmuştur.

Şunu da ekleyelim ki, böyle konularda söylenen her çeşit sözlerin ihtirasla rdan arınmış olması zayıf bir ihtimaldi r. Bu tip tartışmaların her iki tarafında da şeytanın payı vardır ve bu bakımdan -ne vesile ile olursa olsun- haram kılınmış bir tartışmadır.

Oysa Cenab-ı Allah (c.c.) müminlere “Hep birlikte Allah'ın ipine sarılmayı” emrederek kendileri ne ayrılığa ve çatışmaya düşmeyi yasakladı. Yine onlara barış ve dirlik halinde olmalarını buyurdu. Nitekim aşağıdaki sahih hadise göre Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:

“Müminler karşılıklı sevgi, biribirle rini kayırma ve dayanışma bakımından bir tek vücud (canlı organizma) gibidirle r. Vücudun her hangi bir organı rahatsızlanınca geride kalan organlar ateşlenerek ve uykusuz kalarak hasta organın rahatsızlığını paylaşırlar.”

(S. El-Buhari, H. No: 6011, Feth El-Bâri, c. 10, s. 438, Kitap Edep; Bab: İnsanlara ve hayvanlar a acıma; S. Müslim, H. No: 2563; c. 2, s. 1999-2000 Kitap, iyilik, sıla ve edepler.)

Yine Peygamber imiz-başka bir sahih hadise göre bu konuda şöyle buyuruyor:

“Biribirle rinizle ilişkilerinizi kesmeyini z, biribirin ize yüz çevirmeyiniz, biribirin ize nefret beslemeyi niz, biribirin izi kıskanmayınız, Allah'ın emri uyarınca O'nun biribirle rini kardeş bilen kulları olunuz.”

(Sahih El-Buharî, Feth El-Barî, c. 10, s. 481, H. No: 6065, Kitap Edep, Bab: Kıskançlık ve birbirind en yüz çevirmeyi yasaklaya n hadisler. S. Müslim, c. 4, s. 1985-80, H. No: 2563, Kitap iyilik, sıla ve edepler, Sanı ve kötülükleri araştırmanın haramlığı.)

Kur'anda ve sünnette bu hadisin vurguladığı ana fikre çağıran mesajlar sayılamayacak kadar çoktur.

Yukarda sözünü ettiğimiz önce genel anlamda arapların, arkasından Kureyş kabilesin in ve onun arkasından da bu kabilenin bir kolu olan Haşimioğullarının üstün olduğunu belirten delil Tirmizî'de yer alan şu hadistir. Sahabiler den Abbas b. Abdülmuttalib -Allah ondan razı olsun- diyorki:

“Bir defasında Peygamber imize dedim ki:

“Ya Rasûlüllah, Kureyşliler aralarında toplanara k soylarını müzakere etmişler ve senin çöplükte yetişen bir hurma ağacı olduğun sonucuna varmışlar” dedim.

Bana şu cevabı verdi:

“Cenab-ı Allah varlıkları yaratırken beni onların hayırlı kesiminde n yaptı. Arkasından kabileler i yaratırken beni en hayırlı kabileye bağladı. Daha sonra aile kollarını yaratırken beni kabilemin en hayırlı kolundan türetti. Ben hem fert olarak ve hem de aile kolu olarak insanların en hayırlısıyım.” (Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 584, H. No: 3607, Kitap Yaşam öyküleri (Menakib) Bab: Peygamber in üstünlükleri.)

(Abbas b. Abdülmuttalib; Abdullah b. El-Haris b. Nevfel b. El-Hari b. Abdulmutt alip b. Haşim El-Kuraşi, tabiinin büyük hukukçularındandır. Allah Rasûlü zamanında doğdu. İbn Sa'd Tabakatında verdiği bilgiye göre Allah Rasülü ağzına tükürüğünden koymuş. İbn El-Zübeyr zamanında Basraya atandı. Daha sonra Amman'a döndü ve orada öldü. 84 Bkz. Tehzib El-Tehzib, c. 5, s. 180-181, Biy. No: 310; İbn Sa'd Tabakat, c. 5, s. 24, 27.)

Abbas b. Abdülmuttalib “çöplükte yetişen hurma ağacı” benzetmes i ile Peygamber imizin kötü bir insan çevresinde yetişen seçkin bir şahsiyet olduğunu ifade etmek istemiştir. Peygamber imiz de ona verdiği cevapta hem şahıs olarak ve hem de soyca insanların en hayırlısı olduğunu belirtmiştir.

Yine Tirmizî'nin bildirdiğine göre sahabiler den Muttalib b. Ebu Vedaa(27) diyor ki:

“Bir gün amcası Abbas, Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) huzuruna gelerek kulağına gelen bir dedikoduy u anlattı. Bunun üzerine Rasûlüllah minbere çıkarak cemaate Ben kimim? -diye sordu. Cemaat -Sen Allah'ın Rasûlüsün- diye karşılık verdikten sonra o şunları söyledi:

“Ben Abdülmuttalib oğlu Abdullah'ın oğlu Muhammed'im. Allah varlıkları yaratırken Beni onların hayırlı kesiminde n yaptı. Arkasından yarattığı varlıkları ikiye ayıran Allah Ben'i hayırlı kısımda yaptı. Sonra kabileler i yaratırken Ben'i en hayırlı kabileye bağladı. Daha sonra aile kollarını yaratırken Ben'i kabilemin en hayırlı kolundan fert olarak da en hayırlı olarak yarattı.” (Sünen-i Tirmizî, c. 5, s. 584, H. No: 3608; Kitap Yaşam öyküleri, Bab: Peygamber in üstünlüğü.)

(El-Muttalib b. Ebî Veda El-Haris b. Sabirab. Said El-Sehmî Ebû Abdullah, büyük sahabidir . Mekke'nin kurtuluş günü müslüman oldu. Daha sonra Medine'ye yerleşti ve orada öldü. Bkz. Takrib, El-Tehzib, c. 2, s. 254, Biy. No: 1178, El-İsabe, c. 3, s. 425, Biy. No: 8028.)

Bu hadis Ahmed b. Hanbel'in “Müsned” adlı eserinde de aynı rivayet zincirine dayandırılarak yer almıştır.

Görüldüğü gibi Peygamber imiz varlıkların her ayırımında kendisini n hayırlı tarafta yer aldığını belirtiyo r. Yukarıdaki hadisin “Allah varlıkları yaratırken Ben'i onların hayırlı kesiminde n yaptı. Arkasından yarattığı varlıkları ikiye ayıran Allah Ben'i hayırlı kısımdan yaptı” şeklindeki ifade iki türlü açıklanabilir:

1 - Buradaki “varlıklar” deyimi ile ya insanlar ve cinler kasdedilm iştir veya kasdedile n yeryüzündeki yaratıkların tümüdür. Ademoğulları, yani insanlar her iki muhtemel anlamı ile de bu varlıkların hayırlı kesimidir . Eğer bu terim “Yeryüzünün bütün varlıkları” anlamına alınarak melekleri de kapsayaca k şekilde yorumlanırsa o zaman insanların meleklerd en üstün olduğu belirtilm iş olur ki, bunun tutarlı açıklaması vardır. Sonra Allah insanları iki kısma ayırdı. Bu iki kısım araplar ile acemler (arap olmayanla r) dır. Arkasından arapları kabileler e ayırdı ve Kureyş kabilesi bu kabileler in en hayırlısı oldu. Sonra Allah kabileler i kollara ayırdı ki, Kureyş kabilesin in en hayırlı kolu Haşimoğulları oldu.

2 - Hadisteki “varlıklar” terimi ile Peygamber imiz doğrudan doğruya Ademoğullarını, yani insanları da kasdetmiş olabilir. Peygamber imiz onların hayırlı kesiminde n yani Hz. İbrahim oğullarından, başka bir ifade ile araplarda n oldu. Sonra Allah İbrahim oğullarını, İsrailoğulları ve İshakoğulları diye ikiye ayırdı veya araplan Adnanoğulları ve Kahtanoğulları diye iki kısma ayırdı ve Peygamber imizi İsmailoğullarından ve arapların Adnanoğulları kolundan yaptı. Arkasından İsmailoğullarını -veya Adnanoğullarını- kabileler e ayıran Allah Peygamber imizi Kureyş kabilesin e bağladı. Bu açıklamaların hangisi benimseni rse benimsens in, bu hadisin, arapların arap olmayanla rdan üstün olduğunu belirttiği kesindir. Peygamber imiz bu üstünlüğü önce Haşimoğullarını, arkasından Kureyş kabilesin i ve üçüncü derecede de tüm arapları sevmeyi gerektird iğini bildiriyo r.

Nitekim Tirmizî'nin bildirdiğine göre Muttalib b. Ebu Rebia diyor ki:

“Bir defasında Rasûlüllah'ın amcası Abbas öfkeli bir şekilde Peygamber imizin yanına geldi. O sırada ben da oradaydım. Peygamber imiz amcasına:

“Seni öfkelendiren nedir?” diye sordu. Amcası Abbas bu soruya şu karşılığı verdi:

“Ya Rasûlallah, bu Kureyşlilere ne oluyor ki, biribirle ri ile karşılaştıkları zaman güler yüzlü oluyorlar, fakat bizimle karşılaşınca başka türlü oluyorlar .”

Bunun üzerine Peygamber imiz de yüzü kızaracak derecede öfkelenerek şöyle buyurdu:

“Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, her hangi bir kimse sizi Allah ve Rasûlü için sevmedikçe kalbine iman girmiş olmaz. Ey insanlar, amcamı üzen beni üzmüş demektir. Çünkü insanın amcası babasının dengidir.” (Sünen El-Tirmizi, c. 5, s. 652, H. No: 3758, Kitap: Yaşam öyküleri, Bab: Abdulmutt alip oğlu Abbas'ın yaşam serüveni.)

Aynı hadisin Abdullah b. Haris'e dayalı ve Ahmed b. Hanbel'in, “Müsned” adlı eserinde yer alan ifadesi şöyledir:

“Bir defasında Rasûlüllah'ın amcası Abbas Peygamber imizin yanına gelerek -Ya Rasûlallah, biz dışarı çıktığımızda Kureyşlilerin kendi aralarında konuştuklarını görüyoruz. Fakat bizi görür görmez susuyorla r- dedi. Bunun üzerine kaşları arasındaki damar şişecek derecede öfkelenen Rasûlüllah şöyle dedi:

“Vallahi, her hangi bir kimse sizi Allah ve Rasulü için sevmedikçe kalbine iman girmiş olmaz.” (Ahmed, El-Müsned, c. 1, s. 207-208 isnadı hasendir. Çünkü Yezid b. Ebi Ziyad konusunda tartışılmıştır. Allahüalem.)

Yine bu konu ile ilgili olan ve Ahmed b. Hanbel'in, Tirmizî'nin ve Müslim'in, Vasıl b. Aska'a dayanarak kaydettik leri şu hadisi birlikte okuyalım:

“Allah İsmail'in oğullarından Kenane'yi, Kenane soyundan Kureyş kabilesin i, Kureyş kabilesin den Haşimoğullarını ve Haşimoğullarından da beni seçti.”

Aynı hadisi buna yakın bir ifade ile Tirmizî ile Ahmed b. Hanbel Evzai'ye dayanarak nakletmişlerdir.

Bu hadis, Hz. İsmail ile onun soyundan gelenleri n Hz. İbrahim'in en seçkin evlâtları olmasını ve Hz. İshak'ın soyundan daha üstün olmasını gerektiri r. Bilindiği gibi İshak oğulları -ki bunlar israiloğullarıdır- aralarında bir çok peygamber çıktığı ve kendileri ne hak Kitab (Tevrat) geldiği için acemlerin (arap olmayanla rın) en üstün kesimini oluştururlar. Arapların bunlara karşı üstün olduğu sabit olunca acemlerin diğer kesimleri nden haydi haydi üstün oldukları meydana çıkar. İşin bu tarafı iyi.

Yalnız denebilir ki, İsmail'in, Hz. İbrahim'in en seçkin oğlu olduğunu ve Kenane oğullarının da İsmail'in soyunun en seçkin kolu olmalarını gerektiri r, ama bu ifade İsmail'in soyunun diğerlerinden daha üstün olmasını gerektirm ez. Çünkü bu soyun atası seçkin olmakla birlikte soyun bazı kesimleri diğerlerinden daha seçkin olabilir.

Böyle bir itiraza karşılık şu cevap verilebil ir:

Eğer hadisteki maksad İsmail'in soyunun üstünlüğünü belirtmek olmasaydı, Hz. İsmail'in seçkinliğini belirtmen in bir anlamı olmazdı. Çünkü o takdirde İsmail ile İshak'ın adlarını zikretmek arasında bir fark olmamış olurdu. Ayrıca bu hadis, benzer anlamdaki diğer hadislerl e bir arada incelendiği zaman hepsinin aynı anlamı ifade ettikleri ni gösterir.

Sözün kısası, bilmek gerekir ki, önce Kureyş kabilesin in ve arkasından da bu kabilenin Haşimoğulları kolunun üstünlüğü ile ilgili çok sayıda hadis vardır. Hepsini sıralamanın yeri burası değildir. Yukarıdaki hadis bunun delilleri nden biridir. Çünkü Kureyş kabilesi ile araplar arasındaki ilişki araplar ile insanlığın tümü arasındaki ilişki gibidir. İlerde tekrar değineceğimiz gibi şeriatın bu konudaki hükmü budur.

Sebebine gelince Cenab-ı Allah (c.c.) arapları ve arap dilini bazı meziyetle re sahip kıldığı gibi Kureyş kabilesin i de aralarından peygamber çıkararak öbür araplarda n önde tutmuştur. Sonra da Haşimoğullarını kendileri ne zekât vermeyi yasaklaya rak ve savaş ganimetle rinden pay tanıyarak diğerlerinden ayırmıştır. Cenab-ı Allah (c.c.) hiç şüphesiz her bir üstünlük derecesin i hesapla bağışlar. O “Her şeyi bilen hikmet sahibidir .”

Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:

“Allah meleklerd en de insanlard an da elçiler seçer” ve

“Allah elçilik görevini kime vereceğini bilir.” buyuruyor . (K. Kerim Hac Suresi: 57, En'am Suresi: 124.)

Şunu da söyleyelim ki, bilginler “O yol sana ve kavmine bir şereftir” ve “Hiç şüphesiz kendi aranızdan bir peygamber geldi.” ayetlerin i açıklarken sayıca kabarık çeşitli görüşler ileri sürmüşler, bunları ele almanın burası yeri değildir.

Bu konu ile ilgili olarak sahabiler den Abdullah b. Ömer şöyle bir olay anlatıyor:

“Bir defasında bazı arkadaşlarla birlikte Rasûlüllah'ın avlusunda oturuyord uk. Bir ara önümüzden bir kadın geçti. Arkadaşlardan biri:

“Rasûlüllah'ın kızı geçiyor” dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyan:

“Muhammed, Haşimoğulları arasında tıpkı pislik içinde yetişen bir reyhan çiçeği gibidir.” diye konuştu.

Önümüzden geçen kızı, bu sözlerin varıp Peygamber imize anlatınca hemen öfkeli bir şekilde yanımıza geldi. Kızgınlığı yüzünden belli oluyordu, bize dönerek şunları söyledi:

“Kulağıma ne biçim sözler geliyor? Bilesiniz ki, Allah yedi kat gökleri yarattı ve en üst katını seçerek dilediği kullarını oraya yerleştirdi. Sonra varlıkları yarattı ve içlerinden Ademoğullarını (insanları), insanlar arasından da arapları, arapların içinden Mudar kolunu, Mudarlard an Kureyş kabilesin i, Kureyş kabilesi içinden Haşimoğullarını ve Haşimoğullarından da beni seçti. Demek ki, ben seçkinlerin seçkinlerinin seçkiniyim. Kim arapları severse beni sevdiği için onları sevmiş olur. Buna karşılık kim araplarda n nefret ederse benden nefret ettiği için onlardan nefret etmiş olur.” (Hakim, El-Müstedrek, c. 4, s. 7374, Kitap, Sahabeyi tanıma, Bab: Oymakların üstünlükleri. Bu hadisin Ravilerin den Muhammed b. Zekvan, zayıftır. Fakat hadis, yazarın yukardan aşağı anlattığı hadislerl e takviye ediliyor.)

Yine Tirmizî'nin Kabus b. E Zıbyanın babasına dayanarak bildirdiğine göre bir defasında Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) sahabiler den Selman-ı Farisî'ye:

“Ya Selman, bana nefret besleme, yoksa benim dinimden ayrılmış olursun” dedi.

Selman-ı Farisî'nin:

“Ya Rasûlüllah, senden nasıl nefret edebiliri m ki, Allah beni senin sayende hidayete ulaştırdı?” şeklindeki karşılığı üzerine Rasûlüllah kendisine:

“Araplarda n nefret edersin ve dolayısıyle bana nefret beslemiş olursun” buyurdu.

(Kabus b. Ebi Zıbyan El-Cenbî EI-Kûfî'nin Nesaf, Darekutnî, İbn Hibban, İbn Sa'd ve diğerleri zayıf olduğunu söylüyor. Ahmed İbn Hanbel'den oğlunun naklettiğine göre: “Rivayetle ri bir şey ifade etmemesin e karşın insanlar (hadisçiler) ondan hadis naklinde bulunurla r. Ebu Hatim: “Naklettiği hadisler yazılır, ancak kanıt kabul edilemez” der. İbn Main bir yerde zayıf olduğunu söylerken başka bir yerde sika olduğunu söylüyor. İbn Hacer Takribind e: “Burada Leyyin rivayette bulunmuştur. Altıncı kuşak, ravilerde ndir” diyor onun için. Bkz. Lisan El-Mizan, c. 7, s. 337, Biy. No: 4385, Tehzib El-Tehzib, c. 7, s. 305-306; Biy. No: 553, Takrib El-Tehzib C. 2, s. 115, Biy. No: 1 Yahya b. Main Kitab-u Tarih, c. 2, s. 479.)

Görüldüğü gibi Peygamber imiz araplarda n nefret etmeyi dinden ayrılma sebebi ve kendisine nefret besleme tezahürü sayıyor. Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber imizin fars asıllı ve faziletle ri her keşçe bilinen Selman-ı Farisî gibi ünlü bir sahabiye bu şekilde hitap ederken aslında diğer fars asıllı müslümanları önceden uyarmak, şeytanın bu yoldaki kışkırtmalarına peşinen set çekmek istemiştir. Tıpkı aşağıdaki hadis gibi:

“Ey Muhammed'in kızı Fatıma, ben Allah'ın sana vereceği hiç bir cezayı önleyemem. Ey Allah Rasûlü'nün amcası Abbas, Ben Allah'ın sana vereceği hiç bir cezayı önleyemem. Ey Allah Rasûlü'nün halası Safiyye, ben Allah'ın sana vereceği hiç bir cezayı önleyemem. Ama malımdan dilediğinizi isteyiniz .” (S. Müslim, Kitap El-İman, Bab: Allah'ın “yakınlarını (Allah'ın azabıyla) korkut”, ayeti. H. No: 205-206. Sözel dizgede, müellifinden biraz farklılık var. c. 1, s. 192-193; Sünen-i Tirmizi, c. 4, s. 554-555, H. No: 2310, Kitap: Zühd; Bab: Peygamber in yakınlarını korkutma ile ilintili hadisler. Sözel dizgede bazı farklılıklar vardır.)

Peygamber imiz bu sözleri ile bu üç yakınının akrabalarını kendisi ile aralarından bulunan soy ortaklığına güvenerek doğruluğu ve iyi amel işleme görevini ihmal etmemeler i konusunda uyarmak istemiştir.

Tekrar konumuza dönersek açıkça görürüz ki bu hadislere göre genel olarak araplarda n nefret etmek, onlara düşmanı olmak ya doğrudan doğruya küfür veya küfür sebebidir .

Bu da onların diğer milletler den üstün olmasını ve onları sevmenin imanın güçlenme sebepleri nden biri olmasını gerektiri r. Çünkü araplarda n nefret etme ile ilgili yasak, eğer diğer milletler den nefret etme yasağı gibi olsaydı bu yasak dinden ayrılma ve Peygamber imize karşı dolaylı şekilde nefret besleme sebebi olmaz, sadece bir çeşit haksızlık ve sınırı aşma sayılırdı.

Fakat madem ki, Peygamber imiz bu nefreti dinden ayrı düşme ve Rasûlüllah'a karşı dolaylı biçimde nefret besleme sebebi saymıştır, bu durum araplarda n nefret etmenin diğer milletler e karşı nefret beslemekt en daha ağır bir günah olduğunu gösterir ve bu da arapların diğer milletler den üstün olduğuna delildir. Çünkü sevgi ve nefretin önem derecesi sevilenin veya nefret edilenin üstünlük derecesin e bağlıdır. Yani kim ki, kendisine karşı nefret beslemek daha ağır günah sayılırsa bu durum onun diğerlerinden üstün olduğunu gösterir. Aynı zamanda bu durum böyle bir kimseyi sevmenin, dinin gereği olduğunun delilidir .

Sebebine gelince bu sevgi nefretin karşıtıdır ve fazilet kazandırıcıdır. Başka bir deyimle özellikleri sebebi ile kendisine karşı nefret beslenmes i azab sebebi olan kimseyi sevmek sevab gerekçesidir aynı zamanda bu durum onun üstünlüğünü gösteren bir delildir.

Nitekim bu gerçek Cabir b. Abdullah -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen şu hadiste açıkça belirtili yor. Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) buyuruyor ki:

“Ebu Bekir ile Ömer'i sevmek imanın, ve onlardan nefret etmek kâfirliğin belirtile rindendir . Tıpkı bunun gibi Arapları sevmek imanın ve onlardan nefret etmek kâfirliğin belirtile rindendir .” (Sûyûtî Camî El-Sağîr, c, 1, s. 67, H. No: 3668.)

Harb-ı Kirmanî, bu hadisi:

“Arapları sevmek iman, onlardan nefret etmek ise münafıklık ve küfürdür.” şeklinde nakledere k bunu delil olarak kullandı. (Hakim, El-Müstedrek, c. 4, s. 82.)

Bu isnadın doğru olup olmadığı tartışılabilir. Belki de hadis bu şekli ile başka bir kanaldan rivayet edilmiştir. Bu rivayete buraya alışımın sebebi, Selman-ı Farisî'nin rivayet etmiş olduğu ve yukarda ele aldığımız hadisle anlam bakımından uyuşmasıdır. Bilindiği gibi Selman-ı Farisî'ye dayandırılarak rivayet edilen söz konusu hadiste araplarda n nefret etmenin bir çeşit küfür olduğu belirtilm işti. Bu da onları sevmenin bir iman belirtisi olmasını gerektiri r. Görülüyor ki, bu iki hadis arasında anlam birliği vardır.

Yine Tirmizî'nin, halife Hz. Osman'a -Allah ondan razı olsun- dayanarak naklettiği şu hadisde bu kategoriy e girer:

“Kim araplara kem gözle bakar, onları aldatırsa benim şefaatimin kapsamına giremez, benim sevgimi elde edemez.” (Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 724; H. No: 3928, kitap Yaşam Öyküleri, Bab: Arapların üstünlüğünü bildiren hadisler. Hadis, zayıftır.)

Sayfalarında bu hadise yer vermiş olan Tirmizî onunla ilgili olarak:

“Bu hadis, sadece Husayn b. Ömer tarafından nakledilm iş olan (garib) bir hadistir. Husayn b. Ömer de pek güvenilir bir hadis nakledici si değildir” diyor.

Benim görüşüme göre bu hadisde Selman-ı Farisî'den gelen hadise yakın anlamdadır. Çünkü bir millete kem gözle bakmak ve onları aldatmak, onları sevmekle birarada bulunamaz . Tersine bu tutum, o milleti hor görme ve ondan nefret etme duyguları ile birlikte bulunur. Buna göre bu hadisin anlamı Selman-ı Farisî'nin hadisinin anlamına uzak değildir.

Fakat bu hadisin ravisi olan Husayn, hadis uzmanları tarafından güvenilir sayılmıyor. Meselâ ünlü hadisçi İbn-i Muın, onun hakkında:

“sözü edilmeye değmez” derken İbn-i Medenî:

“Kuvvetli bir ravî değil” demekte Buharî ve Ebu Zera da:

“Rivayet ettiği hadisler asılsız” diye görüşlerini belirtmek tedirler. Yakub b. Şeybe onun:

“çok zayıf bir ravi” olduğunu belirtirk en bu konuda daha ileri giden İbn-i Adıy:

“Onun rivayet ettiği hadisleri n büyük çoğunluğu kopuk halkalıdır (mudal)” demektedi r.

Her halde bu yüzden Ahmed b. Hanbel, “Müsned” adlı eserini oğlu Abdullah'a yazdırırken bu hadisten söz etmedi. Oysa O bu hadisi, tıpkı Tirmizî gibi, Muhammed b. Bişr yolu ile işitmiş ve oğlunun belirttiğine göre kayda da geçirmişti. Fakat buna rağmen onu oğluna yazdırmadı.

Çünkü İmam-ı Ahmed, “Müsned” adlı eserinde benimsediği metoda göre mevzu (asılsız) veya mevzu olma ihtimali güçlü olduğuna inandığı hadislere yer vermemiştir. Nitekim bu yüzden kendisine gelen bir çok hadisi bu kitabına almamıştır. Çünkü Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun):

“Kim şahsi kanaatine göre asılsız olan bir hadisi bana isnad ederek nakleders e kendisi de yalancılardan biri olur.” buyurmuştur. (S. Müslim, c. 1, s. 9, Giriş, Bab: Hadis naklinin güvenilir ravilerde n yapılması ve yalancılarınkinin bırakılması, Tirmizi, H. No: 2662. Muğire b. Şu'be'den Tirmizî: “Bu hadis hasen sahihtir, bu bağlamda diğerbir hadis Ebi Talib'in oğlu Ali ve Semre'den gelmekted ir.” der. c. 5, s. 36, İbn Mâce Giriş bölümü yalan olduğu bilindiği halde Allah Rasûlü'nden hadis naklinde bulunma H. No: 38-39-40-41.)(

Aşağıdaki hadis de bu kategorid endir:

“Ancak münafıklar araplarda n nefret edebilirl er.” (İmam Ahmed El-Müsned, c. 1, s. 81. Ravilerin den Zeyd b. Cübeyr yazarın da ifade ettiği gibi münkir El-Hadistir.)

Bu hadisin ravilerin den biri olan Zeyd b. Cubeyre de hadis uzmanları tarafından güvenilir sayılmamıştır.

Yine İbn-i Abbas'a dayandırılan şu hadisi de yukarıdakiler gibi değerlendirmek gerekir:

“Şu üç sebepten dolayı arapları seviniz:

1 - Ben arabım

2 - Kur'an arapçadır.

3 - Cennetlik lerin cennettek i dili arapça olacaktır.” (Hakim bu-hadisi iki kanaldan naklediyo r. 1 - Yahya b. Yezid İbn Cüreyc'den, 2 - Muhammed b. El-Fadl İbn Cüreyc. Hakim şöyle diyor: “Yahya b. Yezidin hadisi sahihtir. Ancak Muhammed b. El-Fadl'ın hadisin de ona uygun olarak zikrettim .” Fakat El-Zehebi şöyle diyor: “Ben şu kanıdayım: Ravilerde n Yahya'nın zayıf olduğunu Ahmed ve başkaları söylüyor. Bu rivayet Ala b. Amr El-Hanefinin hiçbir dayanağa dayandırmadan yaptığı rivayetti r. Ebu El-Fadl yalancılıkla suçlanır. Bütün bunlardan ötürü hadisin mevzu olduğunu sanıyorum. Bkz. El-Müstedrek ve bi hamişihi El-Telhis c. 4, s. 87, Süyûtî, c. 1, s. 40, H. No: 225. Ne var imamların bir çoğu bu hadisi kötülediler, asılsız ve münkir olduğunu söylediler. Bkz. Lisan El-Mizan, c. 4, s. 185-186.)

Ünlü hadis bilgini bu hadis için “Hasendir (güzeldir)” deyimini kullanıyor. Acaba bu sözü ile hadisin rivayet zinciri bakımından mı “güzel” olduğunu, yoksa genel anlamda metnini mi “güzel” buldu, bilmiyoru m. Oysa Ebu Ferec b. Cevzî(41) bu hadisi “mevzu (asılsız) hadisler” arasında sayarken Salebi de onun için “Aslı yoktur” diyor.

Bu konudaki tartışmalı belgelerd en biri de Evs b. Zamac(42) tarafından Selman-ı Farisî'ye mal edilen şu sözdür:

“Ey Araplar, Peygamber imiz üstün olduğunuzu belirttiği için biz de sizleri üstün sayıyor ve bu gerekçe ile kadınlarınızla evlenmiyo r ve namazda size imam olmuyoruz .”

(Ebu Ferec b. Cevzî; El-İmam Abdurrahm an b. Alî b. Muhammed El-Cevzi nin El-Kuraşinin, soyu Ebubekir El-Sıddık'a dayanır. Hadis, tefsir, tarih ve diğer bilimlerd e bilgiliyd i, ayrıca ünlü konuşmacıdır da. Bir çok özgün yapıt sahibidir . Ünlülerinden birkaçı: Zad El-Mesir fi İlm-i El-Tefsir, El-Muntazam fi tarih ve El-Mevzuat Fî El-Hadis ve Telbis-i İblîs Fî El-Va'z 597 yılında öldü. Doğumu 508'dir. Bkz. İbn Hallikan, c. 3, s. 140-143, Biy. No: 370, Zerkelî, El-Alam, c. 3, s. 316- 317)

(Evs b. Zam'ac El-Kûfî El-Hadrâmî El-Nahîde deniliyor- Tabiinin ileri gelenleri ndendir. Muhadramlığı da söyleniyor. El-Aclî, Kûfe'li tabiinden güvenilir birisidir, diyor. İbn Hibbanda onu güvenilirler arasında saydı. Bkz. Tehzib El-Tehzib, c. 1, s. 383, Biy. No: 701.)

Görüldüğü gibi, Selman-ı Farisî, bu sözleri ile, Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) arapların üstün olduklarını belirttiğini belirtiyo r.

Peygamber imiz vermiş olduğu bu haber ya inşaî (emir, buyruk) veya ihbari (bilgi verme) niteliği taşır.

Eğer bu yoldaki sözü inşaî nitelikte kabul edilirse o zaman uyulması gereken kesin bir hükümle karşı karşıyayız demektir. Yok eğer bu bilgi haber verme (ihbari) mahiyeti taşıyorsa Peygamber imizin haberi doğru bir hadistir.

Az önce Selman-ı Farisî -Allah ondan razı olsun- tarafından söylendiğini bildirdiğimiz sizler bu rivayet kanalından başka Ebu Leylâ Kindî tarafından da şu şekilde nakledilm iştir:

“Ey araplar, sizler şu iki bakımdan bizden üstün tutuldunu z:

1 - Namazda size imam olamayız

2 - Kadınlarınızla evlenemey iz.”

(Ebu Leylâ Kindî; Asıl adı Seleme b. Muaviye ya da Muaviye b. Seleme veya başka bir şeydir. Nevaz, Ebi Leyla El-Kindî olarak ünlüdür. Kûfeli olan bu zat için İbn Hacer: “ikinci kuşak, güvenilir ravilerde ndir” der. Bkz. Takrib El-Tehzib, c. 2, s. 467, Biy. No: 7.)

Evlenecek eşler arasında denkliği belirlerk en arap olmayı başka milletler den olmaya karşı bir üstünlük faktörü sayan çok sayıda fıkıh bilgini Selman-ı Farisî'nin bu sözlerini delil olarak gösterirler.

Nitekim bize gelen iki rivayette n birine göre İmam-ı Ahmed, bu sözleri delil göstererek evlenecek eşler arasında denkliğin sadece belirli kimseler için bir imtiyaz değil bütün evlilikle rde gözetilmesi gereken kayıtsız bir hak olduğunu, hatta bu şartı göz önünde bulundurm ayan evlilikle rde çiftlerin biribirin den ayrılabileceğini savunmuştur. Yine bu sözlere dayanan İmam-ı Şafiî'nin ve İmam-ı Hanbelî'nin arkadaşları, şerefliliğin namazda imam olmanın sebepleri nden biri olduğunu söylemişlerdir.

Bu konu ile ilgili enteresan bir belge de şudur. Rebi b. Fadla diyor ki:

“Bir defasında on iki atlı sefere çıkmıştık. Yol arkadaşlarımın hepsi Peygamber imizin sahabiler indendi ve Selman-ı Farisî de aralarında idi. Yolda namaz vakti gelince önce aramızda kim imam olacak? diye konuşuldu, sonunda kafiledek ilerden biri imam oldu ve bize farzı dört rekât olarak kıldırdı. Namaz sona erince Selman-ı Farisî bir kaç kere üst üste -Nedir bu nedir bu?- dedikten sonra namazın niçin yolculuk (seferilik) şartları uyarınca iki rekât olarak kıldırılmadığını, oysa namazı kısa tutmaya çok ihtiyacımız olduğunu belirtti. Bunun üzerine kafiledek iler kendisine -Ya Selman, sen bize namaz kıldır, aramızda bu göreve en lâyık kimse sensin- deyince Selman-ı Farisî onlara şu cevabı verdi -Hayır, ey İsmailoğulları (araplar) imamlık sizin hakkınızdır, bizler sizin vezirleri niz (yardımcılarınız) iz.”

Bu konuda burada dile getirdikl erimin dışında daha başka belgeler de vardır. Fakat bunların kimi tartışmalı ve kimi de asılsızdır.

Bu konudaki diğer bir delil de şudur; Halife Ömer -Allah ondan razı olsun- zamanında bağış listesi düzenlerken listeye aldığı kimseleri nesepleri ni göz önünde tutarak sıraladı. Bu prensip uyarınca öne Peygamber imize soyca en yakın olanların adlarını yazdı, böylece araplar bittikten sonra arap olmayanla rı kütüğe aldı. Bu usul gerek geride kalan halifeler, gerek Emeviler ve gerekse Abbasîler devrinde hep böyle devam etti. Fakat daha sonra değiştirildi. İbn Uyeyne'nin en ünlü dostlarındandır. Hakim Ravi için şöyle der “Buharî, Humeyd katında onaylanmış hadis için başka ravi aramazdı.” onun kuşak ravilerin
 
Üst Ana Sayfa Alt