Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale " Ameller Niyetlere Göredir" Hadisini Nasıl Anlamalıyız ?

hamza01 Çevrimdışı

hamza01

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
"Ameller Niyetlere Göredir" Hadisini Nasıl Anlamalıyız ?

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Dikkat edilmesi gereken ve zaman zaman bir çok kişilerin istismarına yol açan bir konu vardır. Bu da amel niyet ilişkisidir. Bir çok insanlar "ameller niyetlere göredir"hadisinin arkasına sığınarak Amel-niyet münasebetini çok çarpık bir şekilde yorumlamışlardır. Özellikle bunlar bulundukları mevki ve makamlardan tağutun kendilerine bahşettiği imkanlardan vazgeçmeyenlerdir. Bunlar durumlarını meşrulaştırmak ve İslam’i bir kılıfa sokmak isterler. Bunun için bir takım dini ıstılahları özellikle dinin temel kaynağı durumunda olan Kur’an ve Sünnet’ten deliller getirerek kendi basit zevklerini ve dünyevi çıkarlarını İlahi bir temele dayandırmaya çalışırlar. Zaten bu tarih boyunca da hep böyle olmuştur. Krallar ve hükümdarlar bile makamlarını meşrulaştırmak için zaman zaman durumlarını ilahi bir kaynağa dayandırma ihtiyacını hissetmişlerdir. Eski Mısırlılarda Firavun Tanrının oğludur. Hükümdarlık yetkisini Tanrıdan almıştır. Çinlilerde de durum böyledir. Kral semavi hükümdarın oğludur.


Şeriatin haram ve küfür gördüğü bütün ameller niyete göre midir?

Bütün İslâm alimlerine göre; iyi niyet, dince yasaklanmış olan bir işin yapılmasına cevaz değildir. Ve o işin kötülük ve günah vasfını da ortadan kaldırmaz. Ancak dinin hoş gördüğü ve İslâm’ın temel prensipleriyle çatışmayan şeriata uygun ameller niyete göredir ve ancak böyle işler için yapılan niyetler sevap getirir.

Şeriatın haram veya küfür gördüğü ameller asla niyete göre değildir. Bir müslüman şirk, küfür ve haram olan bir ameli işlerken onu iyi niyetle işliyor olsa bile bu küfürdür iyi niyeti onu müşrik olmaktan kurtarmaz.

Müşrikler bile putlara ibadet ederken iyi niyetli olduklarını, niyetlerinin Allah’a yaklaşmak olduğunu dile getiriyor ve şöyle diyorlardı:

“Biz onlara ancak bizi daha çok Allah’a yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz” (Zümer: 3)

Eğer şeriatin haram ve küfür gördüğü bütün ameller de niyetlere göre ise Rasulullah zamanında ki müşrikler de iyi yapıyorlar demektir ki buda küfürdür.


Mü’minlerin emiri Ebu Hafs Ömer b. El-Hattab b. Nüfeyl b. Abdi’l-Uzza b. Riyah b. Abdillah Kurt b. Rezah b. Adiyy b. Ka’b b. Lüeyy b. Galib el-Kureşi el-Adevi’den (r.a) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.v)’i şöyle buyururken dinledim:

“Ameller niyetlere göredir. Bir kimse için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Rasulü’ne ise onun hicreti Allah’a ve Rasulü’nedir. Eline geçireceği bir dünyalık veya nikahlanacağı bir kadından dolayı hicret eden kimsenin hicreti, hicretine sebep olan şeyedir.”

Bu hadisi, Muhaddislerin en önde geleni Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. Muğire b. Berdizbeh el-Buhari ve Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccac b. Müslim el-Kuşeyri en-Nisaburi Hadis sahasında yazılmış kitapların en sahihi olan Sahih’lerinde rivayet etmişlerdir.


Dikkatle incelediğimizde hadiste Amel-niyet ilişkisinin işlendiğini görürüz. Hadiste zikr olunan amel (Hicret), şartlar ve ortama göre mü’minlerin yapmaları vacip olan bir ameldir.


Rasulullah (s.a.v)’in hadisindeki inceliğe baktığımızda hicretin bir ameli saliha olduğu ve Allah rızasına dayanan bir niyette bütünleştiği zaman gerçek mevkisine ulaşılabileceği anlaşılmaktadır.


Ve yine şu gerçeği de anlamaktayız ki "ameller niyetlere göredir" prensibi salih ameller için geçerlidir.


Niyetin iyi olması dince yasaklanmış bir amelin yapılmasını meşru kılamıyacağı gibi, kötü niyetle işlenmiş bir salih amelde Allah indinde failine mükafat sağlamaz.


Allah’ın hiç bir şekilde müsaade etmediği, Allah’ın hükümlerinin çiğnendiği ve insanların ilahlaştırıldığı mevki ve makamlarda; Biz sadece dine hizmet için buralardayız, niyetimiz Allah rızası içindir diyen zihniyetin dikkatini şu gerçeğe çekmek istiyoruz:

Eğer siz Allah’ın dinine hizmet etmek istiyorsanız, emir olunduğunuz gibi hizmet ediniz, O’na ortak koşarak değil.

Hem o makamlarda sahte ilahlar adına bir takım kanunlar ihdas ederek insanlar üzerinde onlar adına hükmedeceksiniz, hem de niyetinizin Allah rızası için olduğunu ve dine hizmet için oralarda bulunduğunuzu iddia edeceksiniz.

İslâm’ın aleyhine her çeşit tuzağın hazırlandığı, hakimiyetin kayıtsız ve şartsız insanlara verildiği o küfür yuvasına, daha ilk adımınızı atar atmaz ilahlarına kayıtsız şartsız itaat edeceğinizi söyleyecek ve o küfür yuvasında görev üstleneceksiniz, hem de niyetinizin samimiyetinden bahsedeceksiniz.

Bu durum hiçbir aklı selim tarafından kabul edilemeyeceği gibi, İslâmi anlayış tarafından da reddedilmektedir.


Bir müslüman “Ameller niyete göredir” hadisini kullanarak kafirlere çaktırmadan onlar gibi her hareketi yapabilir mi ?


Amellerin değeri imandan sonra niyete’de bağlıdır. Yüce duygu ve amaçlar taşımayan veya kötü amaçlar için yapılan bazı âmeller kişiye fayda sağlamaz. Meselâ, ashâb-ı kirâm Medine’ye hicret ederken Mekke müşriklerinin kötülük ve baskılarından kurtulmak, Medine’de daha güzel ibadet, taat ve amellerde bulunmak, İslam’ı, oradan cihana yaymak gibi düşüncelerle dolu idiler.

İçlerinden birisi ise, nişanlı olduğu kadın hicret ettiği için, sadece onunla evlenmek niyet ve düşüncesiyle Medine’ye gelmişti. İşte Hz. Peygamber, diğer muhacirlerin büyük ecir ve mükafatlara nail olduklarını bildirirken onun da istediği kadına kavuşmakla niyetine ulaştığını, ancak hicret sevabından mahrum kaldığını haber verdi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) “Ameller ancak niyetlere göredir” buyurdu.(Buhârî, Bedü’l- Vahy, 1; Müslim, İmâre, 155)


Bu vakıayı, öncelikle ameli ve itikadi olmak üzere ayrı ayrı değerlendirerek analiz etmemiz gerekecektir.

“Ameli” konuda, bir mü’minin yaptığı bir fiil eğer kötü bir sonuç ile bitiyorsa; böyle durumda o failin bu olaydaki niyeti geçerlidir. Yani olay olumsuz da gözükse buradaki niyetinden dolayı sevap vardır. Müslüman kadının buradaki niyeti islami yurda hicret olduğundan hicret sevabını kazanmıştır.

“İtikadi“ açıdan olaya bakarsak bir yer için ziyarete gitmek isteyen kimse; gideceği yer ile ilgili olan şartları, detayları, yolları, özellikleri, gerekli bilgi donanımını almadan yola çıkar ve kendi cehaletinden, hatasından dolayı oraya ulaşamazsa benim amelim niyetime göredir; ben falan niyetle çıkmıştım gitmek istediğim yere gittim diyemez. Bu en basit bir misafirlik ziyaretinde bile geçerlidir. Bir kimse arkadaşına ziyaret için çıkmış olsa ve yanlış arabaya binerek farklı semtlere gitse ve randevusuna ulaşamazsa ben mazeretliyim, ben geldim sayılır diyemez. Yine aynı şekilde Hacc için niyetlenip yola çıkan bir kimse, yollarını araştırmadan Arabistan uçağı yerine Ermenistan uçağına binmişse, ben Erivan’da hacı oldum diyemez, hacc Arafat’tır çünkü!


"Ameller niyetlere göredir" hadisini küfür ve şirk ameller için kendilerine bir ruhsat gören kimselere sormak lazım Rasulullah kendisine teklif edilen darun nedve ve cahiliyye parlementosunun başına geçme teklifini;

“Ameller niyete göredir” deyip ben bunların küfür puthanesine gireyim, “çaktırmadan yavaş yavaş islami tebliğ ederim, hem müslümanlara yapılan işkence ve eziyetleri önlerim” demiş midir ? dememiştir ?

Ameller niyete göre diyerek her yapılan işi bu söz ile faaliyete geçiren sözde müslüman olan müşrikler o zaman da olsa idi; o devirde oraya da hiç çekinmeden benim niyetim iyidir diyerek girerlerdi. Ama Rasulullah tam tersini yapmıştır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“De ki: Ey kâfirler! “Ben sizin İbadet ettiklerinize ibadet etmem. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz. Ben de sizin ibadet ettiklerinize (asla) ibadet edecek değilim. Siz de benim ibadet ettiğime (asla) ibadet edecek değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kafirun: 1-6)

Allah (c.c.) bize Rasulullah’ı örnek almamız ve O’na uymamız gerektiğini emrediyor.

“De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Ali imran: 31)

“Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onlara bekçi olarak göndermedik.” (Nisa: 80)

“Rasul size ne verdiyse onu alın. Size ne yasak ettiyse ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr: 7)


Müslüman olmadan önce müşrik iken Dar’unnedve meclisinde bugünkü dışişleri bakanlığı mevkisinde olan Hz. Ömer müslüman olunca bir daha o meclise girmemiştir. Yine günümüzün sakat anlayışı ile ben burada kalayım, müslüman olduğumu da bilmiyorlar, yavaş yavaş islam’ı çaktırmadan anlatırım; bu kadar baskı ve zorluğa, ambargoya uğramam, hem cihad ederek kafirleri öldürmek zorunda da kalmam, tatlılıkla, diyalog ile konuşarak ikna ederim diyebilirdi. Ama “Rabbani metod” buna izin vermemiştir. Hz. Ömer’de izzetli bir tavır sergilemiştir.


Gelelim sahabelerin Habeşistan kralı Necaşi’ye olan tavırlarına:

En zayıf durumda, kendisine sığınmak zorunda oldukları halde bile onların törenlerine katılmayıp, önünde eğilmemişlerdir bile.

Sahabeler şeriatın haram veya küfür gördüğü amellerin asla niyete göre olmayacağını bildikleri için oradan gönderilme korkuları olduğu halde bile bizde sizdeniz dememişler ve başlarına ne gelirse gelsin mücadele etmişlerdir. Daha rahat, daha tehlikesiz bir durumda orada misafir edilebilirlerdi ki onların ölüm korkusu gibi mazeretleri de olmasına rağmen!

Hatta Hz. İsa hakkında sorulduğunda Cafer b. Ebi talib hiç yamulmadan, yalpalamadan, tereddüt geçirmeden Kur’an-ı Kerim’den Meryem suresini yüzlerine okumuştu. Ve bu İzzetli duruş sayesinde orada Allah (c.c)’ın yardımıyla kalmışlardı. Ama o sahabeler ameller niyete göredir sözünün şeriatın haram veya küfür gördüğü meselelerde geçerli olmayacağını çok iyi biliyorlardı.


Tarık b. Şihab (r.a)’dan Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Bir sinek yüzünden adamın biri cennete diğeri de cehenneme girdi.” Sahabeler:

“Bu nasıl oldu ey Allah’ın rasulü!” dediler. Rasulullah (s.a.v) şöyle dedi:

“İkisi birlikte bir şehre uğradılar. Bu şehir halkının oradan her geçenin mutlaka kurban takdim etmesi gereken bir putları vardı. Birine: “Bir kurban takdim et” dediler. O da: “Takdim edecek hiçbir şeyim yok ki!” dedi. Onlar da: “Hiç değilse bir sinek takdim et.” dediler. O da bir sinek takdim etti. Yolunu açtılar, serbest bıraktılar. Allah (c.c.) o kişiyi bu amelinden dolayı cehenneme soktu. Diğerine: “Sen de takdim et.” dediler. O da : “Allah’tan başka hiçbir şeye bir sinek dahi takdim etmem.” dedi. Boynunu vurdular. Ve o adam bu yüzden cennete girdi.” (Ahmed b. Hanbel)

Fethu’l Mecid kitabının sahibi bu hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir:

“Bu hadiste şirke düşmekten şiddetle kaçındırma vardır. Çünkü insan bilmeden kendisini cehenneme sokacak şirke girebilir.” (Fethu’l Mecid s: 149)

Fethu’l Mecid kitabının sahibi aynı sayfada şöyle demiştir:

“Kurban olarak sinek takdim eden kişi kurban takdim etmeden önce müslüman idi. Yani yaptığı bu fiille kafir oldu. Çünkü müslüman olmasaydı Rasulullah (s.a.s) onun hakkında: “Bir sinek yüzünden cehenneme girdi” demezdi.”

Bu olay amelim kötü olsa da, niyetim iyi deyip; Allah’tan başkasına kurban keserek küfür hareketini yapan kişinin niyetinin onu kurtarmadığını ve cehennemlik olduğunu bildirir.

Bu hadisi iyi analiz edersek durum daha da net anlaşılacaktır.


Peygamber aleyhisselam:

“Kim bir kavme benzerse, onlardandır” buyuruyor. (Ebu Davud:No:4031, 2/441, Ahmed ibni Hanbel: No:5115, 2/310)

Bir müslüman “zünnar” takınıp da darul harbe ticaret için girse kafir olur. Çünkü o küfür libasını onu yapmaya mecbur kılacak bir şey olmadan zaruretsiz giymiştir.

Bunun hiçbir fayda temin etmeyeceği malumdur. “Mülteka” da şöyle varid olmuştur:

“Zünnarı taktığı, Hrıstiyanlara mahsus olan elbiseyi giydiği, mecusilerin serpuşunu giydiği zaman, bunları şaka yaparak giysin, ciddi olarak giysin kafir olur. “Zahiriyye”de deniliyor ki; kim ki mecusi serpuşunu başına koyarsa ve kendisine söylense de kalbin doğru ve temiz olması gerekir (sen kıyafete bakma ) derse o kimse kafir olur. Çünkü o kimse şeriatın açık, seçik hükmünü iptal etmiştir.” (İmam-ı azam fıkh-ı ekber şerhi (şerh eden Allame Aliyyül Kari); “Kafirlere Benzemek” başlığı sayfa 477-478)


“Ameller niyetlere göredir” hadisi şerifi kalkan edilerek her türlü kötülüklere bulaşılıp sığınılacak bir konu değildir. Bu hadisin geçerli olduğu, mazurlu olduğu durumları inceleme yapmadan dillere dolamamak gerekir. Kötü amellere niyet bahane edilecek olursa, söyleyiniz ortada kötü olan ve kötü denecek hangi ameller kalır.

İmam Ebu Hanife böylesi zatlara gereken en güzel cevabı vermiştir ki O da: “İyi niyet kötü ameli iyi yapmaz” cevabıdır.


İnsanlardan bazıları vardır ki bunlar, müslüman olduklarını, İslam dinini hakim kılmaya çalıştıklarını, bu gayeyle hareket ettiklerini söylemelerine rağmen isteklerini gerçekleştirmek için "ameller niyetlere göredir" hadisinin arkasına sığınıp küfür ve şirk işlemekten geri kalmazlar. Zira bu kimseler; İslam’a zıd, çok ilahlılık sistemi olan demokrasi düşüncesine inandıklarını söyleyerek bu ilahlık sisteminin kanunlarına göre parti kurar ve parti kurmanın da bir cihad olduğunu söylerler. Böylece hem kendilerini, hem de cahil halkı kandırarak Allah (c.c)’ın azabını gerektirecek amelleri işlerler.


Şu iyi bilinsin:

Kişinin niyetinin halis olması, onu her zaman cennete götürmez. Zira cennete girebilmek için halis niyetle birlikte, amellerin de halis olması gerekir. Halis amel ise Allah (c.c) ve rasulünün bildirdiği ve gösterdiği şekilde yapılan ameldir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Rasulullah en güzel örnektir.” (Ahzap: 21)

“Rasul size ne verdiyse onu alın. Size ne yasak ettiyse ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr: 7)

Allah (c.c)’ın şeriatini bir kenara atarak beşeri hükümlerle hükmeden bir yöneticiye ihlaslı (samimi) kalınacağına dair yemin edilerek ki bu küfürdür. Bu şekilde küfür işlenerek İslam asla hakim kılınmaz.

Zamanımızda bir çok kimseler çok ilahlılık sistemi olan demokrasi sistemini zahiren kabul ediyormuş gibi görünüp aslında niyetlerinin çok ilahlılık sistemi olan demokrasi sistemini kabul etmediklerini, fakat hedefe ulaşmak için kalben tasdik etmeselerde niyetlerinin halis olduğunu, İslamı hakim kılmak için kalben tasdik etmeselerde küfür ve şirk işlediklerini, işte bu işlemiş oldukları küfür ve şirkleri kalben tasdik etmedikleri için de Allah katında mazeretli olduklarını ve sorumlu olmayacaklarını söylerler.

Çok ilahlılık sistemi olan demokrasi sistemini kabul ederek halis niyetle olsa bile, küfür ve şirk işleyerek de İslam asla hakim kılınmaz.


Ne yazık ki kendilerinin müslüman olduklarını iddia eden günümüzün sözde müslümanları ameller niyetlere göredir hadisini anlamadan iyi niyeti kendilerine mazeret olarak göstererek, kafirlerin törenlerine de hiç sıkılmadan katılmaktadırlar. Müslüman ikrah altında olmadan kesinlikle kafirlerin törenlerine katılamaz.

Herhangi bir müslüman, bu günlere bayram gözüyle bakamaz ve bayram olarak kabul edemez!.. Çünkü, görüldüğü üzere, bu günler; müslümanın din ve imanına, Kur’an ve mukaddesatına, namus ve hürriyetine, haysiyet ve şerefine, tarih ve kültürüne, örf ve adetine karşı işlenen ihanet ve hıyanetin, vurulan darbe ve yapılan tahribatın, Müslümanların ağızlarına kilit vurmanın, karşı çıkanları darağaçlarında sallandırmanın veya zindanlara atıp korkunç işkencelere tabi tutmanın ve nihayet ehl-i iman’a kan kusturmanın temellerinin atıldığı, kararlarının alındığı günlerdir.

Kalbinde azıcık imanı olan bir müslüman, bu kara günleri nasıl bayram kabul edebilir?!. Oturup ağlaması ve kurtuluş çarelerini araması lazım gelirken, tertip edilen merasimlere, düzenlenen şenliklere nasıl katılabilir?!. Bu, onun dininin de, imanının da, nikâhının da gitmesine sebep olmaz mı?!.Elbette ki dini, imanı ve nikahı gider.

Bir müslüman şehadeti bozacak bu şeylerden birisini yaparsa İslam’dan çıkar. İstediği kadar kelime-i şehadeti söylese hatta insanların en çok ibadet edeni bile olsa bunların kendisine hiçbir faydası olmayacaktır.

Şayet katıldın ise, hemen Kelime-i şehadet getir, tevbe ve istiğfar et ve bir daha katılmamaya karar ver ve bu yazıyı başkalarına da okut!.. (Bu küfür bayramlarını kutlayan öğrenciler ve öğretmenler kafir olup veliler de çocuklarının küfrüne rıza gösterdiklerinden dolayı kafir olurlar.)


Müslüman bir devlet, maslahat gereği bazı kafir devletlerle barış anlaşması yapabilir. Fakat Müslüman devletin her hangi bir temsilcisi, sebep ne olursa olsun barış anlaşması yapılan kafir devletlerin küfür olan törenlerine katılamaz. Çünkü bir Müslüman böyle bir törene katıldığında o kafirlerin küfrünü kabul etmiş sayılır ki bu apaçık bir küfürdür.

Kafir devletler, ülkelerini ziyaretine gelen kimselerden, kendilerine saygı ifade eden birtakım ameller yapmalarını isteyebilirler. Örneğin; devletlerinin kurtarıcısı olarak gördükleri kimselerin mezarlarını, mozalelerini ziyaret ettirip onun için fatiha okutturabilir veya onun mezarına çelenk koydurarak saygı duruşunda bulunulmasını isteyerek rukusuz, secdesiz ibadet ettirebilirler.

Kafirlerin putlarına saygı ifade eden her türlü hareket küfürdür. Kafir devletin kurtarıcısı olarak görülen kişiler için saygı duruşunda bulunmak veya mezarlarına bir şeyler takdim etmek; puta secde etmek veya onlar için kurban kesmek gibi küfür olan bir ameldir. Bu yüzden bir mü’minin mutlak manada elfaz-ı küfr (küfür sözler–dinden çıkaran kelimeler), ve efal-i küfr’ü (küfür ameller- insanı dinden çıkaran ameller, hareketler) bilmesi, anlaması gerekir. Bunun gibi kafir devletin (dar’ul- harb) simgesi olan bayrağa karşı saygı duruşunda bulunmak da küfürdür.

Bütün bunları Müslüman bir şahıs yapamayacağı gibi, Müslüman devletin temsilcisi de yapamaz. Müslüman bir şahıs, ikrahı mülci (zorlayıcı baskı) dışında her ne sebeble olursa olsun bunlardan birini yaparsa kafir olur. Müslüman bir devlet için ise ikrah söz konusu değildir. İkrah, devletler için değil ancak fertler için söz konusu olur. Müslüman devletin temsilcisi bunlardan birini yaparsa söz konusu bu devlet o kimsenin kendisini temsil etmediğini söylemedikçe, kendi sınırları içinde Allah’ın hükümlerini uygulasa bile kafir olur. Şayet Müslüman devletin temsilcisi kendisine ikrahı mülci derecesinde bir baskı yapıldığı için bunlardan birini yapacak olsa bile, o zaman bu devletin Müslüman kalabilmesi için, yine o temsilcinin kendisini temsil etmediğini bildirmesi gerekir.


Rasulullah (s.a.v)’in kafirlere tebliğ için gönderdiği elçileri, kafir devletlerin küfür olan hiçbir törenine katılmamış, onların saygı duyup ibadet ettikleri nesnelere saygıyı ifade eden hiçbir söz veya harekette bulunmamış ve onların küfür olan adetlerine uymamışlardır.

İşte Rasulullah (s.a.s)’in Habeş kralı Necaşi’ye gönderdiği elçisi Amr b. Ümeyye! O Habeş ülkesine gittiğinde, insanların, Necaşi’nin huzuruna küçük bir kapıdan eğilerek girdiklerini gördü. Kapıya geldiğinde, hemen oradan geri döndü. Bir rivayete göre de kapıdan eğilerek değil, geri geri girdi.

Amr b. Umeyye, bir insanın yanına secde eder gibi eğilerek girmenin küfür olduğunu bildiği için böyle yapmıştı. Müslümanların böyle konularda çok hassas olmaları ve kafirlerin oyunlarına gelmemeleri gerekir. Çünkü bir Müslüman için Allah’tan başkasına ibadet etmek, ateşe girmekten daha ağırdır.


Kafir bir devletin putlarına, maslahat gereği laf atılmayabilir veya imkan olmadığı için onları ortadan kaldırmaya teşebbüs edilmeyebilir. Fakat onlara saygı göstermek veya bir şey takdim etmek ya da övmek, Allah’tan başka bir varlığa ibadet etmek manasına gelir ki, bu açık bir küfürdür.


Müslümanların, merhale gereği veya güçleri yetmediği için kafirlerin putlarına laf atmamaları veya onları yıkmamaları caizdir. Fakat, ne merhale icabı, ne müttefiklerini kızdırmama amacıyla, ne de bunların dışında herhangi bir sebeple, onların put olduklarını ve onlara ibadet edenlerin kafir veya müşrik olduklarını gizlemeleri katiyen caiz değildir.


Rasulullah (s.a.s), Kureyş’le Hudeybiye’de barış anlaşması yaptıktan sonra, ertesi sene kaza umresi için Mekke’ye gittiğinde, Ka’be’nin içinde ve etrafında pek çok put vardı. Rasulullah (s.a.s), o putlara dokunmadan umresini yaptı. Fakat o putlara hiçbir şekilde saygı ifade edecek bir davranışta veya takdimde, tazimde bulunmadı. Aynı şekilde, o putlara ibadet etmenin caiz olduğunu veya onlara ibadet edenlerin kafir olmadıklarını söylemediği gibi, o putlara ibadet edenlere de Müslüman muamelesi yapmadı.

Müslümanlar böyle küfür amelleri yapmadıkları için, müşrikler barış anlaşmasını bozmaya kalksaydılar bile, ne Rasulullah (s.a.s), ne de diğer Müslümanlar böyle bir şey yapacak değillerdi. Çünkü bunlar, putları kabul veya onlara ibadet etmek kapsamına giren hareketlerdir.

Fakat maslahat icabı laf atılmayan veya dokunulmayan bu putlar, güç yetirildiğinde veya o belde ele geçirildiğinde hemen yerle bir edilmelidir. Nitekim, Mekke’yi feth ettiği zaman Rasulullah (s.a.s)’in ilk işi, Ka’be’deki bütün putları yıkmak olmuştur.


Müslüman devlet, kafirlerin küfür törenlerine katılamayacağı, putlarını yüceltemeyeceği gibi, barış anlaşması yapmış olsa bile, İslam şeriatını tatbik etmeyen ülkelerin küfür diyarı olduklarını bildiren İslam’ın açık hükmünü hiçbir şekilde gizleyemez. Çünkü böyle bir hareket İslam akidesinden tavizdir. Böyle bir ülke, kendi içinde şeraiti tatbik etse bile küfür devleti olur.


Tevhid üzerinde sabit kalabilmek için hem kendinin hem de ailenin, tağutu simgeleyen her türlü simgeye, bayrağa, milli marşa ve bunlar gibi başka değerlere değer vermemesi, onlara saygı göstermemesi ve onlara buğzetmesi gerektiğini de bil!

Beşeri sistemin kullarının, Allah (c.c)’ın kitabı ve şeriatinden daha çok değer verdikleri, tağut ve kanunlarının simgesi olan, “bayrak” dedikleri bez parçasına sakın saygı gösterme! Kim bu bayrağı sever, onu evine asar, dağıtır veya kendisine bir simge edinirse o kimse bu amelleriyle tağuta bağlı olduğunu, onu kabul ettiğini zahiren göstermiş olur. Çünkü bu simgeler Allah (c.c)’ın kanunlarına karşı çıkan, onu değiştiren, insanları Allah (c.c)’ın kanunlarından uzaklaştırıp iblis ve yardımcılarının kanunlarına boyun eğdiren devletlerin sembolüdür. İşte bundan dolayı bu tür simgeler, onların sistemlerine bağlı olunduğunu gösteren birer alamettir. Bu sebeble sakın böyle bir alamete saygı gösterme! Şayet böyle yaparsan hayvanlardan daha aşağı bir seviye ineceğini bil! Muvahhid olarak senin üzerine düşen görev; tağutu simgeleyen bayraklara ve temsil ettiği tağuti sistemlere öncelikle kendin buğzetmen sonra da aileni buğzettirmen ve böylece onlardan uzak olmanızdır. Bu mesele tevhidin feri meselesinden değil aslından, yani; la ilahe illAllah’ın şartlarından ve tevhidin gereklerindendir. La ilahe illAllah’ın gerektirdiği ise; her türlü tağutu reddedip sadece Allah (c.c)’ı tüm sıfatlarında tam manasıyla birlemektir. O halde bu meselede gevşeme! İhmalkar olma!


Şeyh Abdullah b. Abdullatif’e şöyle soruldu:

“Kafir devlet saldırmasın ve yolunu kesmesin diye bir kimse o devletin bayrağını gemisine asabilir mi?” Şeyh bu soruya şöyle cevab verdi:

“Kafirlerin safına girerek emirlerine uymak, İslamdan dönmek demektir. Fakat kafirlerin safına girerek emirlerine uyulmasa da sadece onların bayrağını asmak bile caiz değildir (zahiren küfürdür). Bu, onlardan bir bekçi kiralayarak malı korumak gibi değildir. Onların bayrağını gemiye asmak; kafirlere ve emirlerine uyulduğunu, onların saflarına girildiğini zahiren gösteren bir alamettir.” (Ed-Durerus seniye Mürted bölümü s:145)


Bu nedenle biz inanıyoruz ki; ikrah ve geçerli bir tevil olmaksızın kafirlerin işaretlerini, bayraklarını asmak sadece haram değil, küfürdür ve İslam’dan çıkmaktır. Böyle yapan kişi dünyada kafir ve müşrik muamelesi görür. Çünkü kafirlerin bayrağını asmak; onlara ve devletlerine bağlanmanın, onları dost edinmenin ve onların dinine girmenin zahiri bir alametidir. Bunun haç asmaktan hiçbir farkı yoktur. Haç, bir resim, bir ağaç, demir, altın ve gümüş parçası olabilir, ama küfür ve şirkin simgesi olmuştur. Bu sebeple haçı, ikrah olmaksızın takan kişiye nasıl zahiren küfür hükmü veriliyorsa aynı şekilde kafir devletin bayrağını takan kişiye de bu hüküm verilir. Çünkü bayrak kafir devletin bir simgesidir. Fakat insanlar için bayrağın küfre delalet edişi, haçın küfre delalet edişi kadar net değildir. Bu nedenle kafirin bayrağını asan, onu simge edinen bir müslüman, ancak bu konudaki hak kendisine açıklandığı halde hala bu ameline devam ederse tekfir edilir. Tanımadığımız bir kişi için ise durum farklıdır. Böyle bir kişinin kafir bir devletin bayrağını astığı görülürse onun zahiren bu devlete bağlı olduğuna hükmedilir ve bu sebeble kendisine kafir muamelesi yapılır. O halde tevhidi kabul etmiş müslümanları ve ailemizi kafirlerin simgelerinden, bayraklarından sakındırmamız gerekir.


Fakat malesef zamanımızda, tevhid üzere olduklarını ve İslam’ı hakim kılmak için çalıştıklarını iddia eden nice topluluklar görürüz ki bunlar, tağutu temsil eden bayrakları asmakta, onları basmakta, onları yaymakta, bayrağa değer vermeyen ve saygı göstermeyenlere karşı çıkmaktadır.

Ey tevhidi öğrenen! Allah (c.c) aşkına söyle, bu ümmet için hangisi daha faydalıdır?

Tevhidi gerçek manada sağlamamalarına rağmen insanları tevhide çağıran, insanlara sahte İslam’ı anlatan kişiler mi, yoksa sütünden, etinden ve derisinden istifade ettiğimiz hayvanlar mı?
 
Üst Ana Sayfa Alt