Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Allah'ın İndirdikleri ile Hükmetmeyenlerin Hükmü

leyligöz Çevrimdışı

leyligöz

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
.......Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler,İşte onlar kafirlerin ta kendileridir(maide 44)

......Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler,İşte onlar zalimlerin ta kendileridir.(maide 45)

......Allahın indirdiği hükmetmeyenler,işte onlar fasıkların ta kendileridir(maide 47)

Görüldüğü gibi zikredilen bu üç ayetten biri bunların kafir olacaklarını,diğeri zalim olacaklarını,üçüncüsü ise fasık olacaklarını beyan etmektedir.Bu ayetlerin beyan ettiği sıfatların,ayrı ayrı sınıfların sıfatları mı yoksa aynı sınıftaki insanların çeşitli sıfatları mı olduğu meselesi,ümmetin önceki alimlerini çokca meşgul ettiği gibi günümüz alimlerini de hayli yormaktadır.Çünkü günümüzde Müslüman geçinen hatta bazılarının anayasalarında dinlerinin islam olduğu tescil edilen devletlerde dahi İslamın ya tamamı ya da tamamına yakını kaldırılmış,yerine kokuşmuş Roma hukukundan ve gayri müslümlerin örf ve adetlerinden teşekkül eden beşeri kanunlar getirilmiştir.Bunu müşahede eden samimi alimler bir yandan bu faciayı işleyen veya buna rıza gösteren,diğer yandan da islami emirlerin bir kısmını yerine getirmekten geri kalmayan bu insanlar hakkında,kafir veya Müslüman demekte oldukça zorlanmışlardır..Bazıları kafirliklerine kesin kara vermiş,diğer bazıları meselenin içinden çıkamadıklarından bunların durumlarını Allaha havale etmişlerdir.

İbni Cerir et Taberi buradaki kafirlerden maksat,iman etmemiş kafirler birde dinlerini tahrif eden yahudilerdir der.Çünkü sahabe Bera bin Azibden Peygamber yüzü kömürle karatılmış bir yahudi gördü,Yahudileri çağırarak zinanın suçu kitabınızda böyle mi diye sordu yahudiler evet dedi.Alimlerinden birini çağırdı Allah hakkı için soruyorum.Zina edenin cezası kitabınızda böylemi.Alim Allah hakkı için demseydin sana haber vermezdim.Biz o cezayı recm olarak buluyoruz.Zayıfa uygulayıp şerefli birine uygulamıyorduk sonra emir verdi Peygamber Yahudi recmedildi.Maide 41:Ey peygamber.Küfre koşuşanlar seni üzmesin(maide 41) "Size bu getirilirse onu hemen alın" bölümüne kadar indi.Bu ayetler birbiriyle çekişen iki Yahudi kabilesi hakkında nazil olmuştur.

Saidül Mekki,Tavusun "Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir" ayeti hakkında "Buradaki küfürden maksat,dinden çıkarmayan küfürdür" dediğini rivayet etmiştir(bkz.,Camiul Beyan,IV,163,164)

Hz.Hüseynin oğlu Ali Zeynalabidin "Buradaki küfür şirk küfrü gibi değildir.Fısk, şirk fıskı gibi değildir.Zulüm, şirk zulmü gibi değildir demiştir"

Kurtubi şunu söylemektedir: "Haricilerin mezhebi şudur:Kim rüşvet alır da Allahın indirdiği ile hükmetmezse o kafirdir.Bu görüş Hasan el Basri ve Süddiye nisbet edilmiştir"(Kurtubi,el Cami,VI,191)

Kurtubi kitabının başka bir yerinde şunu zikretmiştir:Abdullah bin Mesud ve Hasan el Basriye göre bu ayetler geneldir.Allahın indirdiği ile hükmetmeyen herkes için geçerlidir.İster Müslüman olsun,İster Yahudi,isterse hiristiyan.

Kurtubi konu hakkındaki görüşünü belirterek diyor ki:"Bunun izahı şöyledir:Kim Allahın indirdiği ile hükmetmemenin caiz olduğuna inanır ve bunu helal görürse,kafir olur.Fakat bunu yapan kişi haram olduğuna inanırsa o Müslümanların fasıklarındandır,İşi Allaha kalmıştır,dilerse ona azap eder dilerse affeder"

Mevdudi eğer bir kişi,İlahi hükmün hak olduğunu kabul eder,bununla beraber ona aykırı bir hüküm verecek olursa,böyle biri islamın dışına çıkmış olmasa da,imanına küfür,zulüm ve fısk karıştırmış olur

Eğer bir kişi ilahi hükmü bazı noktalarda kabul eder,bazılarında reddederse,kabul ve reddi oranında imanını ve İslamını küfürle,zulumle ve fıskla karıştırmış olur.

Bu konu daha önce açılmış yeni gördüm.İnşallah fazladan yararım olmuştur

Maide suresinin 44,45,47. ayetlerinde geçen küfürden maksat dinden çıkarmayan,küfürden daha alt derecede bir küfür,zulumden maksad bilinen zulümden daha alt derecede bir zulüm,fısktan maksatda bilinen fısktan daha alt derecede bir fısktır.Bu görüş sahabilerden Abdullah bin Abbastan tabiinden Ata bin ebi Rabah,Tavus bin Keysan veHz. Hüseynin oğlu Aliden rivayet edilmiştir.

Tavus ve oğlu "Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar kafirlerin ta kendileridir." ayeti hakkında "Bunu yapan kafir olur mu" diye sorulunca şöyle demiştir "Evet böyle yapanın bunu yapması küfürdür.Fakat bu küfür Allahı ahiret gününü,şunu ve şunu inkar etme manasında bir küfür değildir."

Hakim en Neysaburi şunu rivayet etmiştir.Abdullah bin Abbas "Buradaki küfürden maksat sizin anladığınız küfr değildir.Bu küfür kişiyi dinden çıkaran bir küfür değildir.Bu küfür dinden çıkaran küfrün daha alt derecesinde bir küfürdür demiştir"(Hakim,Müstedrek,II,313.Beyhaki,es-Sünenül Kübra VIII,38, no 15854)


Şu kısım TDV İslam Ansiklopedisinden alınmıştır :

Zayıf hadis de makbul ve merdud kısımlarına ayrılır. Buradaki makbul, fakihlerin kabul edip kendisiyle amel ettiği zayıf hadisleri, merdud ise âlimlerin reddettiği ve zaafı ortadan kaldıracak bir karîne bulunmadığı için başvurulmasını uygun görmedikleri hadisleri ifade etmektedir

Zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği münakaşalarında ilk dönemdeki ehl-i re’y - ehl-i hadîs gruplaşması üzerinden yürütülen tartışmaların da etkili olduğu düşünülebilir. Zira ilk dönem tartışmalarında Ahmed b. Hanbel gibi re’y yerine zayıf hadisi tercih edenlere sıkça rastlanmaktadır

Zayıf hadisin rivayeti ve onunla amel edilebilmesi, ayrıca bazı âlimlerin zayıf hadisi kıyasa tercih etmeleri o hadisin Hz. Peygamber’e ait olması ihtimali sebebiyledir. Bir hadise zayıf hükmünün verilmesi o hadisin hiçbir şekilde Resûl-i Ekrem’e ait olmadığı anlamına gelmediğinden ihtiyaten böyle bir uygulama tercih edilmiştir. Zira âdil ve zâbıt râvilerin hata yapma ihtimali bulunduğu gibi zayıf râvilerin de rivayetlerinde isabet ihtimali vardır (Zeynüddin el-Irâkī, s. 10).

Bazı hadisçilerin uydurma dediği hadisleri bir kısım hadisçilerin zayıf kabul ettiği, bir hadisin sıhhatine veya zayıflığına ilişkin hüküm vermenin aslında ictihadî bir durum olduğu düşünülürse zayıf hadisi toptan reddeden anlayışın da aşırılık olduğu söylenebilir.

Kaynak:TDV İslam Ansiklopedisi
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
E Çevrimdışı

Ebu SILA

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Maide suresinin 44,45,47. ayetlerinde geçen küfürden maksat dinden çıkarmayan,küfürden daha alt derecede bir küfür,zulumden maksad bilinen zulümden daha alt derecede bir zulüm,fısktan maksatda bilinen fısktan daha alt derecede bir fısktır.Bu görüş sahabilerden Abdullah bin Abbastan tabiinden Ata bin ebi Rabah,Tavus bin Keysan veHz. Hüseynin oğlu Aliden rivayet edilmiştir.

Tavus ve oğlu "Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar kafirlerin ta kendileridir." ayeti hakkında "Bunu yapan kafir olur mu" diye sorulunca şöyle demiştir "Evet böyle yapanın bunu yapması küfürdür.Fakat bu küfür Allahı ahiret gününü,şunu ve şunu inkar etme manasında bir küfür değildir."

Hakim en Neysaburi şunu rivayet etmiştir.Abdullah bin Abbas "Buradaki küfürden maksat sizin anladığınız küfr değildir.Bu küfür kişiyi dinden çıkaran bir küfür değildir.Bu küfür dinden çıkaran küfrün daha alt derecesinde bir küfürdür demiştir"(Hakim,Müstedrek,II,313.Beyhaki,es-Sünenül Kübra VIII,38, no 15854)

Zayıf hadis de makbul ve merdud kısımlarına ayrılır. Buradaki makbul, fakihlerin kabul edip kendisiyle amel ettiği zayıf hadisleri, merdud ise âlimlerin reddettiği ve zaafı ortadan kaldıracak bir karîne bulunmadığı için başvurulmasını uygun görmedikleri hadisleri ifade etmektedir

Zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği münakaşalarında ilk dönemdeki ehl-i re’y - ehl-i hadîs gruplaşması üzerinden yürütülen tartışmaların da etkili olduğu düşünülebilir. Zira ilk dönem tartışmalarında Ahmed b. Hanbel gibi re’y yerine zayıf hadisi tercih edenlere sıkça rastlanmaktadır

Zayıf hadisin rivayeti ve onunla amel edilebilmesi, ayrıca bazı âlimlerin zayıf hadisi kıyasa tercih etmeleri o hadisin Hz. Peygamber’e ait olması ihtimali sebebiyledir. Bir hadise zayıf hükmünün verilmesi o hadisin hiçbir şekilde Resûl-i Ekrem’e ait olmadığı anlamına gelmediğinden ihtiyaten böyle bir uygulama tercih edilmiştir. Zira âdil ve zâbıt râvilerin hata yapma ihtimali bulunduğu gibi zayıf râvilerin de rivayetlerinde isabet ihtimali vardır (Zeynüddin el-Irâkī, s. 10).

Bazı hadisçilerin uydurma dediği hadisleri bir kısım hadisçilerin zayıf kabul ettiği, bir hadisin sıhhatine veya zayıflığına ilişkin hüküm vermenin aslında ictihadî bir durum olduğu düşünülürse zayıf hadisi toptan reddeden anlayışın da aşırılık olduğu söylenebilir.

Kaynak:TDV İslam Ansiklopedisi

Bu bilgiler fıkhı konularda geçerlidir itikadda değil. Onu da kopyalasaydınız.
İslam'da ilim iki çeşittir biri yakin ilim diğeri de zannı galiptir. İtikatta yalnızca yakin ilim geçerlidir.
İtikad عقد kelimesinden türemiştir, düğüm,bağ, boğum manalarına gelir. Kesin inanmak manasından mecaz edilmiştir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Mevdudi eğer bir kişi,İlahi hükmün hak olduğunu kabul eder,bununla beraber ona aykırı bir hüküm verecek olursa,böyle biri islamın dışına çıkmış olmasa da,imanına küfür,zulüm ve fısk karıştırmış olur

Eğer bir kişi ilahi hükmü bazı noktalarda kabul eder,bazılarında reddederse,kabul ve reddi oranında imanını ve İslamını küfürle,zulumle ve fıskla karıştırmış olur.
Şeriat devletinde Kur'anla hükmeden Kâdı'nın , bir mesele hakkında nefsi zaafından dolayı Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen şeriat'cı Kâdı hakkında verilen hükmü;
B.O.P. eş başkanı olduğu dönemlerde Arab baharı vesilesi ile aldığı talimat gereği gittiği Kuzey Afrika ülkelerinde küfür rejimlerinden Laikliğe geçişi telkin eden; Kendi ülkesindeki insanlara kur'anla yönetmek yerine Laik yönetimi savunup mudafa eden,
komple Allah'ın kelamının kaldırıldığı ve dinsizce yönetilen rejimler ve yöneticilerle alakası yoktur! Bunlar bandrollu kâfirlerdir.
Aktardığın hüküm (dinden çıkarmayan küçük kufur) "kufrun dune kufur" , şeriat nizamının hakim olduğu fakat bir Kâdı'nın bir mesele hakkında (rüşvet, asabiyet vs) sebeblerden dolayı farklı hüküm veren yönetici hakkındadır. Allah'ın hükmünü rafa kaldırılmasını sadece bu dünyada böyle cahilane çarpıtabileceksiniz !


Art niyetli değilsen aşağıdaki konuları ya kabul et, ya da yanlış gördüğün yerleri alıntıla ve tam tersi delini yaz!




 
leyligöz Çevrimdışı

leyligöz

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Maide suresinin 44,45,47. ayetlerinde geçen küfürden maksat dinden çıkarmayan,küfürden daha alt derecede bir küfür,zulumden maksad bilinen zulümden daha alt derecede bir zulüm,fısktan maksatda bilinen fısktan daha alt derecede bir fısktır.Bu görüş sahabilerden Abdullah bin Abbastan tabiinden Ata bin ebi Rabah,Tavus bin Keysan veHz. Hüseynin oğlu Aliden rivayet edilmiştir.

bu benim yorumum değil Abdullah ibni Abbasın yorumu;
Peygamberimiz (s.a.v.)'in amcasının oğlu ve daha çok İbn-i Abbas olarak bilinen Hz. Abdullah bin Abbas¸ Medine'ye hicretten dört-beş sene önce¸ Müslümanlar Kureyş'in ablukası altındayken Mekke'de dünyaya geldi. Doğduğu zaman babası¸ onu hemen Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)'e götürmüş ve ondan Abdullah için dua almıştı. Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ nur topu gibi çocuğu kucağına aldı ve ona Abdullah ismini verdikten sonra ağzına biraz hurma ezmesi koydu ve şöyle bir duada bulundu: “Allah'ım! Ona Kitab'ı¸ Kitab'ın tefsirini ve hikmeti öğret. Allah'ım! Onu dinde ince anlayış sahibi kıl.”
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Maide suresinin 44,45,47. ayetlerinde geçen küfürden maksat dinden çıkarmayan,küfürden daha alt derecede bir küfür,zulumden maksad bilinen zulümden daha alt derecede bir zulüm,fısktan maksatda bilinen fısktan daha alt derecede bir fısktır.Bu görüş sahabilerden Abdullah bin Abbastan tabiinden Ata bin ebi Rabah,Tavus bin Keysan veHz. Hüseynin oğlu Aliden rivayet edilmiştir.

bu benim yorumum değil Abdullah ibni Abbasın yorumu;
Peygamberimiz (s.a.v.)'in amcasının oğlu ve daha çok İbn-i Abbas olarak bilinen Hz. Abdullah bin Abbas¸ Medine'ye hicretten dört-beş sene önce¸ Müslümanlar Kureyş'in ablukası altındayken Mekke'de dünyaya geldi. Doğduğu zaman babası¸ onu hemen Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)'e götürmüş ve ondan Abdullah için dua almıştı. Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ nur topu gibi çocuğu kucağına aldı ve ona Abdullah ismini verdikten sonra ağzına biraz hurma ezmesi koydu ve şöyle bir duada bulundu: “Allah'ım! Ona Kitab'ı¸ Kitab'ın tefsirini ve hikmeti öğret. Allah'ım! Onu dinde ince anlayış sahibi kıl.”
Sana verdiğim linklerin sonuncusu
bu konudan (kufrun dune kufr) bahsetmekte, günümüzde nasıl anlaşılması gerektiğini delilleriyle sunmaktaydı. Ama kufru hoş görmek isteyenler ilimsiz ve fâsid anlayışlarıyla çarpıtmaya çalışsalar da ancak kendilerini kandırırlar.

****


İbn Abbas (r.anhuma) "Kufrun dune kufr" Sözünü Kimler İçin Söylemiştir?

Mutemir b. Suleyman, İmran b. Cedir'den şöyle rivayet etmiştir:
'Amr b. Seddus'ten (Haricilerden), Ebu Mecliz'e bir topluluk geldi ve şöyle dediler:
_ Ya Eba Mecliz! 'Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin, zalimlerin ve fâsıkların ta kendileridir' ayetini gördünüz mü? Bu, hak değil midir?'
Ebu Mecliz: Evet, dedi.
Bunun üzerine onlar şöyle dediler: Ey Eba Mecliz! Şunlar (Ali ve Muaviye'yi kast ediyorlar) Allah'ın indirdikleriyle hükmediyorlar mı?
Ebu Mecliz dedi ki: Bu onların dinidir. Onunla yaşıyorlar, onunla konuşuyorlar, ona davet ediyorlar. Eğer onlar, ondan bir şey terk ederlerse, bir günah işlediklerinin bilincindedirler, günah işlediklerini kabul ediyorlar.
Onlar şöyle dediler: Vallahi böyle değil, sen korkuyorsun.
Ebu Mecliz şöyle dedi: Asıl sizler korkuyorsunuz. Ben bu işledikleri şeyi küfür olarak görmüyorum, ama siz tereddüt etmeden küfür hükmü veriyorsunuz ve küfür hükmü vermenize rağmen onlara karşı çıkmıyorsunuz. Hâlbuki ayetler Yahudiler, Hristiyanlar ve bunlar gibi yapan şirk ehli hakkında nazil olmuştur.'


Bu konudaki diğer bir rivayet ise şöyledir;
Hammad, İmran b. Cedir'in şöyle dediğini rivayet etti:
'Ebadiyye'den (Haricilerden bir taife) bir grup Ebu Mecliz'e gelerek şöyle sordular: Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin, zalimlerin, fasıkların ta kendileridir. Öyle değil mi?
Ebu Mecliz (emirleri kast ederek): Bunlar, yaptıklarının farkındadırlar ve günah işlediklerini kabul ediyorlar. Bu ayetler ise Yahudiler ve Hristiyanlar hakkında nazil olmuştur, dedi.
Onlar şöyle dediler: Vallahi bildiklerimizi sen de biliyorsun. Fakat onlardan çekiniyorsun.
Ebu Mecliz: Bu ithamı aslında hak eden sizlersiniz. Biz ise korkmuyoruz. Fakat bu ayetleri sizin gibi anlamıyoruz, dedi.
Bunun üzerine onlar: Hayır, siz de anladığımızı anlıyorsunuz, ama korkunuzdan bu işi açıklayamıyorsunuz, dediler.' (Taberi Tefsiri, 10/347)


Mahmud Şakir rahimehullah bu iki rivayet hakkında şöyle demektedir:
'Allah'ım! Sapıklıktan sana sığınırız. Zamanımızda söz sahibi olmuş fitne ve şubhe ehli, siyasal iktidarların Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemelerinin, Kur'an ve Sünnet'in hükümlerini bırakarak batının kanunlarını İslam memleketlerinde uygulamalarının İslam'da câiz olduğuna dâir delil arıyorlar. Bu konuda zikredilen Ebu Mecliz'le ilgili iki rivayeti bulunca hemen olayı anlamadan bu iki rivayeti dayanak edinerek siyasal, ekonomik, sosyal ve hukuki meselelerde, Kitab ve Sünnet'in dışında, kâfirleri taklid ederek hüküm vermenin, beşerî ilişkileri buna göre düzenlemenin mümkün olabileceğini, böyle davrananların, bunları uygulayanların ve bunlara tabi olup rıda gösterenlerin İslam milletinden çıkmayacağını ileri sürüyor. Bu iki rivayete dikkatle bakan kimse soranı, sorulanı ve olayların yaşandığı dönemi bilerek bu meseleyi göz önünde bulundurursa, olayı daha iyi anlar.

Ebu Mecliz, tabiindendi. Esas ismi Lahik b. Hamid Eş-Şeybani Es-Sedusi'dir. Ali'yi severdi. Ebu Mecliz'in kavmi Benu Şeyban, Sıffin ve Cemel vakasında Ali'nin taraftarları arasındaydı. Sıffin vakasında iki hakem olayı olduktan ve Havaric, Ali'den ayrıldıktan sonra, Benu Şeyban'dan ve Benu Sedus'tan bir taife de Ali'den ayrılanlara katıldı. Ebu Mecliz'e soru yönelten de bu topluluktandı. (Sahih rivayete göre) bu topluluğa 'Ebadiyye' denirdi.

'Ebadiyye', Havaricden bir cemaatti. Havaric gibi onlar da emirleri tekfir ediyorlardı. Sıffin vakasındaki iki hakem olayından sonra Ebadiyye'nin görüşüne göre, emir sahibleri ve ona tabi olanlar kâfir olmuşlardır. Çünkü onların, hakem tâyin etme olayında Allah'ın indirdiğine göre hareket etmediklerine inanıyorlardı.

Ebadiyye'den, Ebu Mecliz'e soru soranlar; onun da sulta sahiblerini tekfir etmesi ve kendi sapık görüşlerini desteklemesi için bu ayetleri delil getiriyorlardı. Ebu Mecliz ise bu delillerin onlara tatbik edilemeyeceğini söylüyor ve: 'Onlar, (emirler) Kur'an'dan ve Sünnet'ten bir şeyi uygulamamışlarsa bu yaptıklarının günah olduğunu bilirler' diyordu.

Görülüyor ki, bu durum zamanımızdakinden farklıdır. Yukarıda zikredilen olay, zamanımızdaki fitne ve şubhe ehlinin İslam dışı siyasi iktidarları meşru göstermeleri için bir dayanak olamaz.

Zamanımızdaki hükümetler, tüm boyutları ile haktan uzaklaşmış, Allah ve Rasûlü'nün getirdiklerini bir kenara atmış, Batı'dan ithal edilen sistemleri tatbik ederek onları Allah'ın indirdiklerinden üstün tutmuşlardır. Bu, Allah'ın hükmünden yüz çevirmek ve beşerî kanunları Allah'ın hükmüne tercih etmekten başka bir şey değildir. Bütün âlimlere göre şirktir, küfürdür. Bunda hiçbir şubhe yoktur. 'Evet, bu olabilir' diyen de, 'böyle yapalım' diyen de ihtilafsız, İslam milletinden çıkmış, kâfir olmuştur.

Bugün içinde bulunduğumuz durum, çok korkunçtur. İstisnasız Allah'ın bütün hükümleri haciz altına alınmış ve bir kenara atılmıştır. Allah'ın şeriatı tümüyle yürürlükten kaldırılmış, Allah ve Rasûlü'nün Kitab ve Sünnet'le getirdiklerine karşılık beşeri düşünceler tercih edilmiştir. Beşerî kanunların, Allah'ın kanunlarından üstün olduğunu, İslam şeriatının zamanımıza değil başka bir zamana ait olduğunu, Kur'an'daki ayetlerin ise o dönemdeki olaylar ve sebebler hakkında indiğini ve sadece o dönem için geçerli olduğunu, zamanımızda ise bu hükümlerin geçersiz olduğunu iddia edenler artmıştır.

Öyle ise zamanımızdaki bu durum ile Ebu Mecliz ve Ebadiyye arasında zikri geçen hadise arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Hatta zannettikleri gibi o dönemde bir olay hakkında Allah'ın hükmünü tatbik etmeme söz konusu olsa bile, bu meseleyi nasıl delil olarak getirebilirler? Oysa o gün yaşananlarla bugünkü durum arasında hiçbir benzerlik yoktur. Evvelkiler hiçbir zaman İslam şeriatının dışında herhangi bir beşeri ölçüyü ve kanunu hayat pratiğine geçirip, halkı buna uymaya zorlamış değillerdir. Zaten böyle bir olaya İslam tarihinde rastlanmamıştır.

İkinci olarak; belli bir olayda Allah'ın hükmü dışında bir hükümle hükmeden ya bilmediği için ya da hevasına uyarak mâsiyette bulunmuştur. Bu ise günahtır, tevbe ile afvolunabilir. İçtihadında diğer âlimlere muhalefet edilmiş ama burada da tevil, Kur'an ve Sünnet'in naslarına dayandırılmıştır. Fakat gerek Ebu Mecliz'in zamanında gerekse ondan sonraki dönemlerde, herhangi bir meselede Allah'ın hükmünü değiştirerek inkâr etmek veya küfrün hükmünü Allah'ın hükmüne tercih etmek kesinlikle söz konusu olmamıştır. Ebu Mecliz ile Ebadiyye arasında geçen konuşmalar da böyle bir olaya yönelik değildir. Dolayısıyla Ebu Mecliz ile Ebadiyye arasında geçen olay, zamanımızdaki Kuran'ı tatbik etmeyen siyasal güçleri, İslam milletindenmiş gibi göstermeye delil getirilemez, bunu yapmak afvedilemez bir gaflettir, küfürdür.

Evet! Hâkim güçlere dalkavukluk, yaltaklık ve uşaklıktan ötürü bu iki rivayeti çarpıtıp ta batılın doğrultusunda yorumlayarak Allah'ın indirdikleri dışında bir şeyle hükmetmenin mümkün olabileceğini iddia edenin hükmü; kâfirdir, murteddir. Tevbeye davet edilmesi gerekir. Tevbe etmezse küfründe veya irtidadında ısrar eden kişinin hükmünü alır.' (Taberi Tefsiri Haşiyesi, 1/348)

Mahmud Şakir'in bu açıklamaları konuya dâir oldukça doyurucu bilgiler vermektedir. Muhammed Kutub da aynı minvalde şöyle demektedir:
'İbni Abbas mazlumdur, söylediğini söylemiştir. O'na 'Emeviler Allah'ın indirdiği dışında hüküm veriyorlar, onlar hakkında ne söylersin' diye sorulmuştur. Hiç kimse Emeviler hakkında onların mutlak manada kâfir olduklarını söylememiştir. Onlar insanların hayat akışlarının genelinde şeriatla hüküm veriyorlardı. Fakat yönetimleriyle ilgili bazı işler hakkında tevile kaçarak yahut nefislerine kapılarak şeriattan bazen yan çiziyorlardı. Ama onlar, Allah'ın dinine muhalefet ederek Allah'ın şeriatına benzer kanun ve yasa çıkarmıyorlardı. İşte İbni Abbas, bu sözünü onlar için söylemiştir. İslam şeriatından uzaklaşan ve onun yerine pozitivist kanunlar koyan bir kimse hakkında İbni Abbas'ın bunu söylemesi mümkün müdür?' (Muhammed Kutub, Vakıuna'l Muasır, sf: 334)


Allah'ın İndirdiğiyle Hükmetmeyen Hakim Ne Zaman Küçük Küfür İşlemiş Olur?

Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmeyen hakim, duruma göre İslam’dan çıkartan büyük küfür, duruma göre de İslam’dan çıkartmayan küçük küfür işlemiş olur Sahabe ve alimlerin sözlerinde, Allah (c.c)’ın indirdiği ile hükmetmeyen hakimin bazı durumlarda büyük küfür değil, küçük küfür işlediği görülür. Acaba sahabe ve alimlerin bundan kastettikleri kimlerdir?
İbni Abbas (r.anhuma), Tavus ve diğer İslam alimlerinin, Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmedikleri halde tekfir etmedikleri hakimler, Yahudilerin yaptığı gibi helali haram, haramı helal yapan veya zamanımızdaki gibi İslam şeriatini bir kenara atarak onun yerine beşeri kanunları koyan hakimler değildir elbette... Zira böyle kimselerin büyük küfür işledikleri konusunda hiçbir müslüman şubhe etmez. Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmeyen hakimin ne zaman küçük küfür işlemiş sayılacağı konusunda Şeyh Muhammed b. İbrahim şöyle dedi: “....Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmeyen ikinci kısım hakimlere, yani; İslam milletinden çıkmayan hakimlere gelince... İbni Abbas (r.anhuma)’ın “Maide: 44” hakkındaki sözü daha önce geçmişti. O, bu sözünde bu kısım hakimlere işaret etmiştir.
İbni Abbas (r.anhuma) şöyle dedi: “Bu sizin düşündüğünüz gibi insanı İslam milletinden çıkaran küfür değildir.” İbni Abbas (r.anhuma) bir başka yerde ise şöyle dedi: “Bu, bir başka küfürdür.”

Bir mesele hakkında heva ve hevesine veya şehvetine uyarak Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmeyen hakimin bu yaptığı amelin küçük küfür olabilmesi için; Allah (c.c)’ın o mesele hakkında indirdiği hükümle hükmetmek gerektiğine, Allah (c.c) ve rasulünün o meseleye verdiği hükmünün hak olduğuna inanması ve bu konuda hata ettiğini itiraf etmesi gerekir. Bu hakim her ne kadar yaptığı bu amel sebebiyle İslam milletinden çıkmamışsa da işlediği bu amel büyük haramdır. Öyle ki, zina etmek, içki içmek, hırsızlık yapmak, yalan yere yemin etmek ve bunlar gibi büyük günah olan amellerden daha büyük haramdır. Zira Allah (c.c) bu ameli küfür olarak isimlendirmiştir. Allah (c.c)’ın, kitabında küfür olarak isimlendirdiği bir haram, küfür olarak isimlendirmediği haramdan elbette daha büyük olmalıdır.” (Tahkimil Kavanin, sf: 7)

Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmeyen hakimin yapmış olduğu bu amele büyük küfür değil, küçük küfür hükmünün verilebilmesi için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gerekir:

1 - Heva ve hevesine uyarak belli bir meseleye, Allah (c.c)’ın o meseleyle ilgili hükmünü uygulamayıp meseleyi değiştirmiş ve değiştirdiği meseleye Allah (c.c)’ın o meseledeki hükmünü vermiş olmalıdır. Örneğin; hırsızlık yapmış bir kimse kendisine getirildiğinde, heva ve hevesine uyduğu veya bir takım menfaatler elde etmek istediği için bu kimsenin hırsızlık yaptığını bilmesine rağmen hırsızlık yapmadığını, bu konudaki delillerin yetersiz olduğunu söyleyerek o kimseye el kesme cezasını uygulamaması veya bir kimseyi öldürmediği halde, hakkında katil ithamı yapılan bir kimsenin katil olduğunu söyleyerek ona öldürme cezasını zulmen vermesi gibi...

Allah (c.c)’ın bir meseledeki hükmünü ibtal ederek onun yerine yeni bir hüküm koyan, örneğin; Allah (c.c) hırsız hakkında el kesme hükmünü verdiği halde, bu hükmü ibtal ederek onun yerine hapis cezasını koyan hakim ise asla bu grup hakimlere girmez. Zira bu hakim, meseleyi değiştirerek Allah (c.c)’ın o meseledeki hükmünü vermemiş, bilakis Allah (c.c)’ın bir meselede bildirdiği hükmü değiştirmiş ve o mesele hakkında yeni bir hüküm vermiştir. Tıpkı Yahudilerin yaptığı gibi... İşte bu hâkim İslam milletinden çıkartan bir küfür işlemiş olur.

2 - Hakimin o meselede asıl verilmesi gereken hükmün Allah (c.c)’ın hükmü olduğuna dair imanı tam olmalıdır.

3 - Yaptığı amelin çok büyük bir haram olduğuna inanmalıdır.

4 - Allah (c.c)’ın hükmünü uygulayıp uygulama konusunda muhayyer olduğuna inanmamalıdır.

5 - Allah (c.c)’ın o meselede vermiş olduğu hükmü küçümsememelidir.

(Mevdudi: Allah, kendi indirdiğiyle hükmetmeyenlerin 1- Kâfir, 2- Zâlim, 3- Fâsık olduklarını belirtmektedir. Aynı şekilde, Allah'ın indirdiğini bırakıp, kendisinin veya başkalarının ortaya koyduğuyla hükmeden kişi bu üç suçu da işlemiş olur. Önce, Allah'ın indirdiğini reddetmekle küfr suçu işlemiştir. İkinci olarak, bütünüyle adil olan Allah'ın indirdiğini çiğnemekle zulüm suçunu işlemiştir. Üçüncüsü olarak ise, Allah'ın kulu olduğu halde, üzerine Hakim olanın indirdiğini bırakıb, kendisinin veya bir başkasınınkini benimsemekle fasık olmuştur. Böylece uygulamada Rabb'ine bağlı ve tâbi olmaktan çıkmış ve otoritesini inkâr etmiş olmaktadır ki, bu da fısktır. Bu küfür, zulüm ve fısk, İlâhi hükmü çiğnemenin parçalarıdır. Bu yüzden böylesi bir çiğnemenin olduğu yerde bu üç suçtan kaçınmak mümkün değildir. Değişen niteliğine ve reddedişin boyutuna göre suçun cinsidir. Eğer bir kişi İlâhi hükmün yanlış, kendisinin veya başkasının hükmünü doğru kabul ederek, ilahi hükme aykırı hükümde bulunursa, kelimelerin tam anlamıyla bu kişi hem kâfir, hem zalim ve hem de fâsıktır. Bununla birlikte, eğer bir kişi İlâhi hükmün doğruluğunu kabul eder ve buna aykırı bir hüküm verirse, böyle biri İslâm toplumunun dışına çıkmış olmazsa da imanını küfr, zulüm ve fıskla karıştırmış olur. Aynı şekilde, eğer bir kişi hayatın her alanında Allah'ın hükmünü reddederse her bakımdan kâfir, zalim ve fasık sayılacaktır. İlâhi hükmü bazı noktalarda kabul eder, bazılarında reddederse, bunu kabul ve reddi oranında iman ve İslâm'ı küfr, zulüm ve fıskla karıştırmış olur.)
 
Üst Ana Sayfa Alt