Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Allah Nerede ? - Rahman Arş'a İstiva Etti ! (kitap)

F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Selefiyye Ekolün Buhari'nin Sahihine ve bunun şerhi olan Fethu’l Bârî’ve Müellifi İbni Hacer'e olan saygıları bilinmektedir.İbni Hacer'in kimi sıfatlarda teviller yapması Halef ulemasına örnek teşkil ederken ,kimilerinde Allah'ın(c.c) ilmine havale etmesi -tefvid - ve en evla metod olarak görmesi (Dikkat edin zahiri manasını almadan) Selef'in ayak izinin nasıl yansıdığını görmek adına önemlidir. Bu yüzden kendilerininde kaynak gördüğü bu eserden kısa iktibaslar yapalım;

İbni Hacer derki;-''Mânânın Allah’ın ilmine havale edilmesi evla olan metoddur.[30)

İstivâ müteşâbihtir, mânâsı Allah’a tafvid edilir.[31]

Arş’a istivâ, Allah’ın arşa istikrar etmesi mânâsında değildir.[32]

Allah zâtıyla arştadır, itikâdı yanlıştır. [33]

Allah’ın semâda oluşu sözünün zâhiri murad değildir. Zira Allah bir mekana girmek ve hülûl etmekten münezzeh olduğundan bu sözden zâhiri (ilk akla gelen mânâsı) kasdedilmemiştir, deriz..[34]

Allahın nüzûlü muhâldir. Hareket; yücelikten süfliyâta inmek mânâsına gelir. Allah ise bundan münezzehtir. Nüzûlden murad olan rahmet meleğinin inmesi de olabilir. Mânânın Allah’ın ilmine tafvid edilmesi de uygundur.. [35]

Allah’ın yakınlığı mesafe yakınlığı mânâsında değildir.[36]

Allah cisimlikle vasfolunmaz.[37]

Allah hareket, intikal, hülûl, mahlûkâtın içine girmek gibi şeylerden münezzehtir.[38]

Yahudilerden tecsim inancında olan birisi ‘kendisinden başka ilah olmayan Allah göktedir’ dese bu sözüyle iman etmiş olmaz.Âmmeden birisi aynı sözü söylese (tecsimin mânâsını bilmeyecek derecede bilgisizse) İslam’a girişi sahih olur. Cariye hadisindeki durum da bu çerçevededir..[39]

Kulun Allah’a yakınlaşmasının mânâsı değerinin Allah katında yükselmesidir.[40]

Yed sıfatı uzuv değildir.[41]

Sadakanın Allah’a yükselmesinin mânâsı; sadakanın ve salih amellerin kabul edilmesidir.[42]

Allah’a sûret nisbet edenler mücessimedir.[43]

Allah’ın kelâmı harfler ve seslerle değildir.[44]

Hanbeliler (bazıları) Allah’ın harf ve sesle konuştuğunu söylediler.[45]

Dıhk (gülme) beşer için kullanılan mânâda değildir ve bu mânânın Allah’a nisbeti de câiz değildir.[46]

İmam Buhârî gülmenin ‘rahmet’ mânâsında olduğunu söylemiştir. ‘Rızasıdır’ şeklinde mânâlandırılması daha doğru olsa gerektir.[47] ''- Bu konuda bağnaz olmayanlar için bu kadarı kafidir(İbn-i Mevlüt el-Hanefi elEyyubi Bir kitabın düşündürdükleri)
30-قال الحافظ– (13 / 383): "والصواب الإمساك عن أمثال هذه المباحث والتفويض إلى الله في جميعها، والاكتفاء بالإيمان بكل ما أوجب الله في كتابه أو على لسان نبيه إثباته له أو تنزيهه عنه على الإجمال، وبالله التوفيق".
31=قال الحافظ في المقدمة ص 136 : قـــوله " استوى على العرش " هو من المتشابه الذي يفوض علمه إلى الله تعالى ، ووقع تفسيره في الأصل .اهـ
32=قال الحافظ 7 / 124 على حديث رقم ( 3803) قال : " وليس العرش بموضع استقرار الله.. ".
33=قال الحافظ ابن حجر 1/508: "وفيه الرد على من زعم أنه على العرش بذاته "[أي:حديث : إن ربه بينه وبين القبلة]
34=13/412) قال الحافظ: "قال الكرماني: قوله: "في السماء" ظاهره غير مراد؛ إذ الله منزه عن الحلول في المكان، لكن لما كانت جهة العلو أشرف من غيرها أضافها إليه إشارة إلى علو الذات والصفات
35= قال الحافظ (11 / 129): "وقال الكرماني: ...النزول محال على الله؛ لأن حقيقة الحركة من جهة العلو إلى السفل، وقد دلت البراهين القاطعة على تنزيهه عن ذلك، فليتـأول ذلك بأن المراد نزول ملك الرحمة ونحوه، أو يفوض مع اعتقاد التنزي."
36=(13 / 374-375) قال الحافظ: "وليس المراد قرب المسافة؛ لأنه منزه عن الحلول كما لا يخفى، ومناسبة الغائب ظاهرة من أجل النهي عن رفع الصوت...".
37=(13 / 345) قال الحافظ : "وقال ابن بطال: تضمنت ترجمة الباب أن الله ليس بجسم، لأن الجسم مركب من أشياء مؤلفة....".
38=قال الحافظ 7 / 156 على حديث رقم ( 3803) قال: " ومع ذلك فمعتقد سلف الأئمة وعلماء السنة من الخلف أن الله منزه عن الحركة والتحول والحلول ليس كمثله شيء ... " .
39=(13 / 359) قال الحافظ : "ولو قال من ينسب إلى التجسيم من اليهود: لا إله إلا الذي في السماء لم يكن مؤمنا كذلك، إلا إن كان عاميًا لا يفقه معنى التجسيم فيكتفى منه بذلك، كما في قصة الجارية التي سألها النبي صلى الله عليه وسلم: "أنت مؤمنة؟" قالت: نعم، قال: "فأين الله؟" قالت: في السماء، فقال: "أعتقها فإنها مؤمنة" ، وهو حديث صحيح أخرجه مسلم.... ".
40=قال الحافظ (10 / 258) على حديث رقم 5788
41= (13/398) قال الحافظ : " وقد تقرر أن اليد ليست بجارحة .... " .
42= /416 قال الحافظ:" قال البيهقي: صعود الكلام الطيب والصدقة الطيبة عبارة عن القبول، وعروج الملائكة هو إلى منازلهم في السماء، وأما ما وقع من التعبير في ذلك بقوله: "إلى الله" فهو على ما تقدم عن السلف في التفويض، وعن الأئمة بعدهم في التأويل، وقال ابن بطال: غرض البخاري في هذا الباب..." .
43= 13/427 قال الحافظ: "وقال ابن بطال: تمسك به المجسمة فأثبتوا لله صورة....".
44=(13/458) قال الحافظ: "قال البيهقي: الكلام ما ينطق به المتكلم ...إلى قوله: فسماه كلامًا قبل التكلم به، قال: فإن كان المتكلم ذا مخارج سُمِعَ كلامُه ذا حروف وأصوات، وإن كان غير ذي مخارج فهو بخلاف ذلك، والباري عز وجل ليس بذي مخارج، فلا يكون كلامه بحروف وأصوات....".
45= (13/460) قال الحافظ: "وأثبتت الحنابلة أن الله متكلم بحرف وصوت....".
46=قال الحافظ 6 / 40 على حديث رقم ( 2826) قوله : " يضحك الله إلى رجلين " قال الخطابي : الضحك الذي يعتري البشر عندما يستخفهم الفرح أو الطرب غير جائز على الله تعالى ، وإنما هذه مثل ضرب لهذا الصنيع الذي يحل محل الإعجاب عند البشر فإذا رأوه أضحكهم ، ومعناه الإخبار عن رضا الله بفعل أحدهما وقبوله للآخر ومجازاتهما على صنيعهما بالجنة مع اختلاف حاليهما …
47=قال الحافظ 6 / 40 على حديث رقم ( 2826) قوله وقد تأول البخاري الضحك في موضع آخر على معنى الرحمة ، وهو قريب ، وتأويله على معنى الرضا أقرب ، فإن الضحك يدل على الرضا والقبول (Arapça kaynaklar ve tercümesi ,sayfa numaraları Guraba dergisi 10. Sayı ''İbni Hacer el-Askalani Allah'ın isim ve sıfatlarının tevkifiliği ile ilgili görüşleri'' bölümünden alınmıştır.)
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
bir sorum var...konuyla alakalı değil sadece sormak için sordum açık mavi rengin zıt rengi nedir....???yani açık mavi rengin karşıtı...olan renk nedir
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İşte Size Hanbeli Alleme İbnu'l Cevzi ,Sözde Selefiyecilerin onun Mevzu hadisler kitabına olan ilgileri malumdur.İşte bu yüzden Hangi inancın sahih ,hangi inancın uydurma olduğunu görmek için İbnu'l Cevzi'nin akaidi önemlidir.Yoksa Onada mı Cehmiyye diyeceksiniz? Hasbinallu nimel vekil....

Def-u Şübbetü't-Teşbih adlı eserinden kısaltılarak İbnul Cevzi derki;Eğer sizler hadisi şerifleri (ve ayetleri) kabul edip manalarından konuşmayıp suküt ediyoruz demiş olsaydınız ,hiç kimse size itirazda bulunamaz ,inkar edemezdi.Fakat böyle hadisleri zahirine hamletmeniz çirkindir.Bu salih Selef Alim (Ahmed b. Hanbel) 'in mezhebinde olmayan şeyi,mezhebine sokmayın! Mezhebine öyle çirkin ,ayıp şeyleri giydirdiniz ki herhangi bir Hanbeli ,kim olursa olsun (sizin yüzünüzden) Mücessimedir denilmektedir.

Bununla beraber ,kendileri güya bir şeyi Allah'a benzetmekten veya benzetmeyi Allah'a izafe etmekten kaçınıyorlar.Bir kısım cahillerde onların bu inançlarına uymuşlardır. Sonra sizler,-Peygamberin hadisleri zahirlerine göre hamd edilir- dediniz.

Mesela;bir hadisi şerifte geçen (kadem) kelimesinin zahiri manası ayaktır.Bu mana ,Allahu teala hakkında muhaldir.Bu durumunuz ,Hristiyanların durumu gibidir.Çünkü İsa (as)'ya ruhullah denilince Hıristiyanlar Allah-u teala için ,bir sıfatı da ruhtur.Yani ruhu vardır.O sıfatı Meryeme dahil olmuştur...

Bu hadisler,müteşabih hadis kısmından olup manaları bilenemez dediniz.Vay acaba Allah'tan başkasının manasını bilmediği kelimenin manası nasıl zahir olur?..

Kendiliklerinden Allaha sıfat isnad ettiler,Halbuki hak celle va ala'nın sıfatlarını isbatı,zatının isbatı gibi ancak kat'i delile olur.Onlar hadislere hissin ,aklın muktezası üzere mana verip demişlerdir ki; Allah'ın gökten nuzulu hadisinin manası ,Allah bizatihi iner.Bir yerden yere naklonur.Sonrada Allah iner ama bizim düşümdüğümüz gibi değildir dediler .Böylece hadisi şerifi işiten kimseyi şaşırtıp hisse ve akla zulmetmekle müteşabih hadisleri zahiri manalarına hamletmişlerdir...

Bu görüşlerin İmam Ahmed'e isnad edilmemesi için onların reddi lazım geldiği kanaatindeyim..Sukut edip de reddetmezsem ,dediklerine benim de itikad etmiş olduğumu söyleyecekler... (Günümüzdeki Selefiyecilerin,Selef 'in haberi sıfatlarda tafvid için kulladıkları bazı mücmel rivayetleri ''Selef 'te bizim gibi zahihirine itikat etmişdir''diyerek ,nasılda batıl akidelerine delil getirdiklerine bir bakın!)

Gerçekten İmam Ahmed'in mezhebi o hurafelerden tenzih edip ,ondan rivayet olan yalan nakilleri ve akli hezeyanları hiç kimsenin sözünü taklid etmeden asılsızdır diye ispatladım.

(İbnul Cevzi Def-u Şübbetü't-Teşbih'den naklen Bkz. Ebu Hamid bin Merzuk, Bera'atü'l-Eş'ariyyin, Bedir Yayınevi, 1994; sh 43,44,45,46,47,48. Tercüme: Emekli Müftü Hasib Seven)
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Yan cebine bak orda yazıyooo!!! Şaka şaka aynı şakayı sende bana yapmıştın...Neyse .....

Günümüz sözde teleficilerinden pardon Selefiyecilerinden Necmi Sarı ,katıldığı İlim-Der seminerinde yine Selefiyye ekolden olan talabelerden Abdulaziz b. Faysal er-Racihi'nin çıkardığı bir kitapta ;İstiva'nın culus anlamına geldiği ile ilgili rivayetleri yaptığını,bu rivayete -''bu doğru bir sözdür,bunda toz bile yoktur,istivanın anlamlarındandır,Arşın üzerine yükseldi ve oturdu,Lakin oturur ama celaline ve kamaline yaraşır şekilde oturur,nasıl oturduğunu düşünmeyiz,tevil etmeyiz,tatil etmeyiz,benzetmeyiz bu İmam Malik'in ''İstiva malum''sözünün manasıdır ''-demesini bahsi geçen seminerinde kabul etmeyip eleştirsede bize aktaran kendisidir.Bu istivanın Selefiyye ekol tarafından nerelere kadar götürüldüğünü göstermesi açısından önemli,kendi diliyle'' er-Racihi'nin Cehmiyye/Mutezileye reddiye vereyim derken Teşbih itikadını savunmak zorunda kaldığının'' bir itirafıdır.!

Burdan yola çıkarak Necmi Sarı istivaya culus anlamını verenlere teşbihçi demesi ,nasıl bir teşbih anlayışıysa işte bu şekilde alal irtifa ,istikrar da teşbih dir.Buradan ne anladın dön bakalım?

yani birileri istiva'ya culus (oturmak) anlamı verip '' Lakin oturur ama celaline ve kamaline yaraşır şekilde oturur,nasıl oturduğunu düşünmeyiz,tevil etmeyiz,tatil etmeyiz,benzetmeyiz'' demelerine sen nasıl itiraz ediyor ve bu teşbihtir ,diyorsan bende sana aynı teşbih anlıyışıyla itiraz ediyorum.

Senin culusu kabul etmediğini daha önceki yazılarından biliyoruz..Yok sen istivayı culus olarak anlıyanlardan isen, o zaman Teşbih tarifimi yeniden gözden geçiririm..

Yeğen mesele kelime oyunu yapmak değil,mesele delili doğru anlamak!!
 
ibnimesud Çevrimdışı

ibnimesud

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
bukonuda ibni abbasın şu tevilini aktarayım alal ARŞ isteva malumdur keyfiyeti BİLİNMEZ yani tevil yapılmaz
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İki kişi düşünelim bunlardan biri diyor ki:

1-Allah'ın eli benim elim gibidir Allah gözü benim gözüm gibidir.Allah ın istivası benim istivam gibidir ...

İkinci kişi ise şöyle diyor:

2-Allah'ın Eli vardır keyfiyyeti meçhul'dür.Allah gözü vardır keyfiyyeti meçhul'dür.Allah Arş'a istiva etmiştir keyfiyyeti meçhül'dür.

Bu ikisinden hangisi teşbihtir.Ferdiosman.....?
 
ibnimesud Çevrimdışı

ibnimesud

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
birinci şıkkı söyleyen kafir olur

ikinci şık dorudur kimse ALLAH.c.c insana veyahut başka bir yaradılmışa benzetemez birde bukonuları tartışır ken sitemizdeki kişilerin avam mı yoksa alimmi olduğunu bilmediğimizden soru ve cevaplar onların durumuna göre olmalı ben şimdilik kısa ve öz cevap vermeyi yeğlerim selam
 
ibnimesud Çevrimdışı

ibnimesud

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
- Benim üzerime mümin bir köle azat etmek vacip oldu. Bu kâfi midir? diye sordu. Peygamber (s.a.s) o cariyeye sordu:
"Sen mümin misin?" Cariye:
"Evet" dedi. Peygamber (s.a.s):
"Peki, ALLAH nerededir?" diye sordu. Cariye göğe işaret etti. Bunun üzerine Peygamber:
"Onu azat et, o mümindir" dedi. (İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, İstanbul, 1981, s. 45-48 Arapça kısmı).

sizden alıntı yaptığım şu hadis bile ALLAH .C.C GÖKTE OLDUĞUNA DELİLDİR keyfiyeti bilinmez
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Literatüre "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" olarak geçen rivayete dayanarak bir kısım Selefîler işi şu noktaya kadar vardırmıştır: Bir kimsenin mü'min olup olmadığını öğrenmenin yolu, ona "Allah nerededir?" diye sormaktır. Çünkü Efendimiz (s.a.v), rivayette geçen cariyenin mü'min olup olmadığını tahkik etmek için ona böyle sormuştur. Bu sorunun muhatabı olan kişi eğer "Allah göktedir" derse, mü'min olduğuna hükmedilir. Çünkü cariye Allah Teala'nın gökte olduğunu söylemiş, Efendimiz (s.a.v) de bu cevap üzerine –kendisinin kim olduğu sorusuna da doğru cevabı aldıktan sonra– onun mü'min olduğunu söylemiştir.

Bu "tak'îd"in (kaideleştirme) ne kadar sağlıklı olduğunu görmek için bahse konu hadisin durumunu yakından incelemek gerekir. Bunun için hoşgörünüze sığınarak bazı teknik ayrıntılara girmek durumundayım.

Söz konusu hadisin muhtelif Hadis kaynaklarında nakledilen varyantları bir araya getirildiğinde şöyle bir arka planla karşılaşıyoruz: Sahabe'den birisinin, koyunlarını güden bir cariyesi vardır. Koyunlardan birisini kurda kaptırınca kızıp kendisine bir tokat atan sahabî, bilahare Efendimiz (s.a.v)'e gelerek durumu anlatır ve daha önceden bir mü'min cariye azad etme adağı bulunduğunu söyleyerek söz konusu cariyeyi azad etmesi halinde nezrini yerine getirmiş olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) de cariyeyi kendisine getirmesini söyler. Cariye geldiğinde Efendimiz (s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için kendisine bazı sorular sorar. –Meselenin püf noktası burasıdır.–

Rivayetin bazı varyantlarında Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye, "Allah nerededir?" diye sorduğu nakledilmektedir. Cariye bu soruya "Allah göktedir" diye cevap verir. Ardından gelen "Ben kimim?" sorusuna, "Sen Allah'ın Resulüsün" cevabını alınca, efendisine dönerek, "Onu azat edebilirsin; zira mü'mindir" buyurur. (Müslim, "Mesâcid", 33; Ebû Dâvûd, "Salât", 166; en-Nesâî, "Sehv", 20; "el-Muvatta", "Itk", 6; Ahmed b. Hanbel, V, 447-9; İbn Ebî Şeybe, "el-Musannef", VII, 215.)

Bu rivayeti mahrecinden, yani olayın kahramanı sahabî Mu'âviye b. el-Hakem es-Sülemî (r.a)'den nakleden kişi Atâ b. Yesâr'dır. Ancak aynı ravinin, aynı olayı "Allah nerededir?" sorusunun yer almadığı değişik bir lafızla naklettiğini görüyoruz. Buna göre Efendimiz (s.a.v), "Semada kim var?" diye sorarcasına elini yukarıya kaldırarak işaret buyurmuştur. (ez-Zehebî, "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm", I, 254.)

Yine Atâ b. Yesâr'dan aynı rivayet şu lafızla da rivayet edilmiştir: "Cariyeye "Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet" dedi. "Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet" dedi..." (Abdürrezzâk, "el-Musannef", IX, 175;)

Aynı lafız, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ûd isimli tabiî tarafından, "Ensar'dan bir adamdan" nakledilmiştir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; "el-Muvatta", "Itk", 6; Abdürrezzâk, a.g.e., a.y.; Ahmed b. Hanbel, III, 452.)

Her ne kadar bu haliyle zahiren mürsel ise de, bu varyant, mezkûr Ubeydullah'ın Ebû Hureyre (r.a)'den rivayeti olarak muttasıl bir senetle de nakledilmiştir. (Bkz. İbn Abdilberr, "et-Temhîd", IX, 114-5.)

Bu muttasıl senet Ahmed b. Hanbel (II, 291) ve Ebû Dâvûd ("Eymân", 16) tarafından zikredilmiş, ancak metinde Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye "Allah nerededir?" diye sorması üzerine cariyenin eliyle yukarıyı işaret ettiği zikredilmiştir. (Ayrıca bkz. Abdürrezzâk, IX, 176; İbn Huzeyme, "Kitâbu't-Tevhîd", 123; el-Beyhakî, "es-Sünenu'l-Kübrâ", VII, 388; ez-Zehebî, a.g.e., I, 260)

Bir diğer varyantta Efendimiz (s.a.v) cariyeye, "Rabbin kim?" diye sormuş, cariye eliyle yukarıyı işaret etmiştir. (İbn Huzeyme, a.g.e., a.y.)

Bir başka varyantta cariye Efendimiz (s.a.v)'in sorularına sadece işaretle cevap vermiştir. Buna göre Efendimiz (s.a.v) "Allah nerededir?" diye sormuş, cariye eliyle yukarıyı işaret etmiş, "Ben kimim?" sorusuna cevaben de cariye, "Sen Allah'ın Resulüsün" anlamında eliyle önce Efendimiz (s.a.v)'i, sonra da yukarıyı işaret etmiştir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; Ahmed b. Hanbel, II, 291)

Bütün bu varyantlar bir noktayı açık biçimde göstermektedir: "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen bu rivayet kesinlikle mana ile aktarılmıştır. Bir diğer deyişle, Efendimiz (s.a.v) ile cariye arasında geçen konuşmanın, raviler tarafından kendi anladıkları lafızlarla aktarılması sonucunda, teknik tabiriyle "ızdırab" dediğimiz durum ortaya çıkmıştır ki, ehlince malum olduğu üzere, senedi sahih de olsa herhangi bir rivayetin metninde bulunan bu tür bir "uyuşmazlık", hadisi sıhhat derecesinden zaaf derecesine düşürür.

Bir an için bu gerçekten sarf-ı nazar edelim ve yukarıda verdiğim arka planını da dikkate alarak söz konusu hadise yakından bakalım: Bu hadiste Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye sorduğu sorunun, onun mü'min mi yoksa putperest mi olduğunu ortaya çıkarmaya yönelik olduğu açıktır. Cariyenin, soruya verdiği cevaptan putperest olmadığı ve bir "Allah inancına" sahip olduğu anlaşılmaktadır. "Allah nerede", "Rabbin kim" "Semada kim var"... gibi sorulara kadının verdiği cevap, ya da eliyle yaptığı işaret, herhangi bir puta değil, "Yüce bir Yaratıcı'ya" inandığını ima eder tarzdadır ki, bilgi ve kültür seviyesi düşük bir insanın putperest olmadığını anlamak için bu türlü cevaplarla yetinmek yanlış değildir.

Bir önceki yazıda, Mu'âviye b. el-Hakem (r.a)'den Atâ b. Yesâr kanalıyla nakledilen rivayetin "muzdarib" olduğunu, mana ile rivayet edildiğini, dolayısıyla ihticaca (delil olarak kullanılmaya) elverişli olmadığını ortaya koymaya çalışmıştım. Zikrettiğim hususlardan, mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine getirilen cariyeye Efendimiz (s.a.v)'in ne sorduğunu, tek başına o rivayeti veya onun varyantlarından sadece birisini esas alarak ortaya çıkarmak mümkün görünmemektedir. Öyleyse yapılması gereken şey, böyle durumlarda Efendimiz (s.a.v)'in, kendisine getirilen kişiye mü'min olup olmadığını tesbit için ne sorduğunu, benzer vakaları araştırarak tesbit etmektir.

Sahabe'den eş-Şerîd b. Süveyd (r.a)'den nakledilen rivayet bu konuda bize yol gösterici mahiyettedir. Ahmed b. Hanbel (IV, 222, 388-9) ve İbn Hibbân'ın (I, 419) rivayet ettiğine göre eş-Şerîd b., Süveyd (r.a), Efendimiz (s.a.v)'e gelerek, annesinin mü'min bir cariyeyi özgürlüğüne kavuşturmasını vasiyet ettiğini, kendisinin de siyahi bir cariyesi bulunduğunu söyler ve onu azat etmekle bu vasiyeti yerine getirmiş olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) cariyeyi kendisine getirmesini söyler. Cariye gelince Efendimiz (s.a.v), "Rabbin kim?" diye sorar. Cariye "Allah" der. Ardından "Ben kimim?" diye sorar. Cariye "Allah'ın Resulü'sün" diye cevap verir. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v), cariyeyi getiren sahabîye dönerek, "Onu azat edebilirsin, zira o mü'mindir" buyurur.

Bu rivayette zikredilen soruyu ed-Dârimî ("Nuzûr", 10), hemen aşağıda İbn Ebî Şeybe'den naklen zikredeceğim lafızla sevk etmiştir. Dolayısıyla eş-Şerîd (r.a) rivayetinin de mana ile rivayet edildiğini söylemek mümkündür.

Benzeri bir olay İbn Ebî Şeybe tarafından (VII, 215) rivayet edilmiştir. buna göre bir adam Efendimiz (s.a.v)'e gelerek annesinin mü'min bir köleyi azat borcu (adağı) olduğunu ve kendisinin de bir cariyesi bulunduğunu söyler. Efendimiz (s.a.v) cariyenin kendisine getirilmesini ister. Cariye gelince "Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik eder misin?" diye sorar. Cariye "Evet" deyince, sahabîye "Onu azat et" buyurur.

Yine benzeri bir olay el-Hâkim tarafından (III, 258) nakledilmiştir. Bu sefer Efendimiz (s.a.v)'e gelen bir kadındır ve yanında siyahî bir cariye vardır. Efendimiz (s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için cariyeye şu soruları sorar: "Rabbin kim? Dinin ne? Ben kimim? Namaz kılıyor musun? Benim Allah katından getirdiklerimin hak olduğunu ikrar ediyor musun?" Cariyenin bütün bu sorulara olumlu cevap vermesi üzerine "Onu azat et" buyurur.

Ramazan hilalini gördüğünü söyleyen bir adamın mü'min olup olmadığını tesbit için Efendimiz (s.a.v) kendisine şöyle sormuştur: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" Adam "Evet" deyince oruca başlanmasını emir buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, "Sıyâm", 14; en-Nesâî, "Sıyâm", 8; et-Tirmizî, "Savm", 7; İbn Mâce, "Sıyâm", 6; Abdürrezzâk, VI, 35; İbnu'l-Cârûd, "el-Müntekâ", 157; el-Hâkim, I, 297, 424...)

Efendimiz (s.a.v), Yahudi bir anne-babanın çocuğu ölüm hastalığındayken yanına gitmiş ve kendisine "Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahitlik eder misin?" diye sormuş, çocuk "Evet" deyince, "Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" buyurmuş, çocuk yine "Evet" diye cevap vermişti. Bir süre sonra çocuk vefat ettiğinde Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe onu yıkayıp defnettiler. (et-Taberânî, "el-Mu'cemu'l-Kebîr", VIII, 67. el-Heysemî, "Mecma'u'z-Zevâid"de (II, 323) isnadının hasen olduğunu söylemiştir.)

Keza başta el-Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok kaynakta zikredilen İbn Sayyâd kıssasında Efendimiz (s.a.v)'in, İbn Sayyâd'a, "Benim Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik eder misin?" diye sorduğu nakledilmiştir.

Bu örnekler, Efendimiz (s.a.v)'in, karşısındaki kişinin mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine "Allah nerededir?" diye sormak yerine, Allah Teala'nın birliğine ve kendisinin de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik edip etmediğini sorduğunu göstermektedir. "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen söz konusu rivayet dışında Efendimiz (s.a.v)'in, muhatabının mü'min olup olmadığını ortaya çıkarmak için kendisine "Allah nerededir?" diye sorduğunun nakledildiği bir başka rivayet bilmiyoruz.

Esasen "Allah inancı" gibi bütün hassasiyetlerin başını teşkil eden bir meselede muhtelif raviler ve kaynaklar tarafından birbirinden oldukça farklı lafızlarla aktarılan "muzdarib" bir rivayettense, muhtelif bağlamlarda varit olmuş yukarıdaki rivayetleri ve benzerlerini esas almak akla da, dinî hassasiyete de, Hadis tekniğine de en uygun olan yoldur.(Ebubekir Sifil)

Buhari Şarihi İbni Hacer' de bu noktaya dikkat çekmiş ;Yahudilerden tecsim inancında olan birisi ‘kendisinden başka ilah olmayan Allah göktedir’ dese bu sözüyle iman etmiş olmaz.Âmmeden birisi aynı sözü söylese (tecsimin mânâsını bilmeyecek derecede bilgisizse)
İslam’a girişi sahih olur. Cariye hadisindeki durum da bu çerçevededir

İmâm-ı Nevevî; Sahih-i Muslim Şerhinin 5. cildinin 26. ve 27. sayfalarında Câriye Hadisi ismiyle meşhur olan Hadis hakkında şöyle diyor : “Rasûlullâh sordu : “Eynallâh ?” (zâhir manası : “Allâh nerede ?”) Cariye dedi ki : “Fi-s Semâ” (zâhir manası : “gökte”). Rasûlullâh dedi ki : “Ben kimim ?” Cariye cevap verdi : “Sen Allâh’ın Rasûlüsün.” Efendimiz dedi ki : “Onu âzad et, zirâ o Mü’mine’dir.”
Bu Hadîs-i Şerîf Sıfat hadislerindendir (yani Mevlâ’nın Sıfatlarıyla ilgilidir). Bu hadislerin açıklaması hakkında iki mezheb (yol) vardır. Bunları kitabın İmân bahsinde bir çok yerde zikrettik. Bu yollardan ilki : Bu sözlere manasını araştırmadan, Allâh-u Te’âlânın misli hiç bir sey olmadığını ve yaratıkların özelliklerinden münezzeh olduğunu bilerek îmân etmek. İkinci yol ise : Bu sözleri Kendi Şân’ına layık bir şekilde tevil etmek. Bu yolu tutanlar dediler ki : Bu sözden murad köle kadının tek ilâha inandığını imtihan etmektir. Yâni her şeyi yaratan ve yönetenin, her istediğini yapanın yalnız Allâh-u Te’âlâ olduğunu kabul ettiğini bilmek içindir. Ve Allâh-u Te’âlâ’ya dua etmek isteyen kişi göğe yönelir, tıpkı namaz kılacak olan kişinin Kâbe’ye yöneldiği gibi. Bu Allâh-u Te’âlâ’nın gökle sınırlı olduğu manasına gelmez. Kâbe cihetinin O’nu sınırlamadığı gibi. Fakat gök dua edenlerin kıblesi olduğundandır. Kâbe’nin namaz kılanların kıblesi olduğu gibi. Veya o câriye puta tapanlardandı. Kendi etrafındaki putlara tapanlardan. Ve o : “fi-s semâ” (gökte) dediğinde onun putlara tapmayan ve tek ilâha tapan biri olduğu anlaşıldı.

 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah’ın sıfatlarında tevil etmek Allah hakkın’da nasların verdiği bilgilerden başka anlayışlara götürdüğü icin tahrif niteliğindedir. Esasen naslarda yer alan sıfatlarda zannedildiği gibi te’vili gerektirecek bir teşbih veya tecsim de söz konusu değildir. Çünkü her ne kadar ifade güçlüğü sebebiyle Allah’ın bazı sıfatlarıyla insanların nitelikleri icin aynı kelimeler kullanılırsa da bu tamamen lafzi aynılık olup ilahi sıfatlar icin kullanılan kelimelerin icerikleri insanla ilgisi olandan tamamen ayrıdır ve yalnızca Allah’ın hakikatini ifade etmeye yöneliktir.

Allah’ın Sıfatları’nı kabul etmek teşbih veya tecsim değildir. Teşbihe düşülür korkusuyla sıfatlar reddedilemez. Asıl teşbih, Allah ve Resulu'nün bildirdiği sıfatlardan başka sıfatlar kabul etmede cereyan eder. Yoksa Cenabı Hakk'ın bizzat kendisini vasıflandırdığı ve Resulullah'ın da, aynı şeylerle tavsif ettiği sıfatlarda teşbih ve tecsim söz konusu olamaz.

Allah sadece zihni bir varlık değildir O fiilen de mevcut’tur ve ancak isim ve sıfat yoluyla idrak edilir. Allah kendisini insanlara tanıtırken somuttan soyuta intikal metodunu uygulamış, bunu da insanların aşina olduğu, duyular aleminin kavramlarını kendi zatı icin kullanarak gercekleştirmiştir. Ancak bu tanıtım ve nitelemeler sırasında tam bir “ispat-tenzih dengesi gözetilmiştir.

Naslar'da bildirilen sıfatları ve özellikle haberi sıfatları, bize geldiği gibi kabul etmede teşbih yoktur. Zira bu gibi sıfatlarla Allah-u Teala'yı vasıflamada asla tatil (sıfatları inkar), tahrif (anlamını bozma tersyüz etme), teşbih (kulların sıfatlarına benzetme), tekyif (nasıllık ve nicelik ekleme), temsil (kulların sıfatına denk tutma) bulunamaz. Bu sıfatlarda Allah kendisini nasıl vasıflamışsa sadece o anlam bulunmaktadır. Mesela, istiva böyledir. Onda nasıllık ve nicelik sorulmaz, başka anlamlara eğip bükülmez anlamı başka anlamlarla tersyüz edilmez, kullar icin kullanılan istiva fiiline teşbih edilmez, kulların istivasına (temsil) denk tutulmaz ve sonucta bir anlam yüklenilemediği icin de inkar (ta'til) edilmez.

Allah Te'ala hem isbat hem de nefiy yoluyla tavsif olunabilir:

İsbat yolu: O'nun; “her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, işiten ve gören vs.olduğunu bildirmesi gibi hususlardır.

Nefiy yoluna ise:Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama” sözu örnek teşkil eder. Bilinmesi gerekir ki, bir isbat icermedikce nefiyde medih veya kemal ifadesi söz konusu değildir. Tek başına nefiy, mutlak yokluktan ibarettir mutlak yokluk da bir şey değildir. Bir şey olmayan ise, ifade edildiği gibi; “medih veya kemal olmak bir yana ‘hicbir şeydir Nitekim mutlak nefiy ile “var olmayan” ve “imkansız olan” şeyler tavsif edilir Yok ve imkansız olan şey de medih veya kemal ile vasıflanamaz. İşte bu nedenle, Allah'ın nefiy yoluyla kendisini tavsif ettiği şeyler genellikle bir methin varlığını da icinde barındırır.

Mesela:“Allah, O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur; O, hayydir, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama... Onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez sözü gibi. Uyuklama ve uyumanın nefyedilmesi hayat ve kıyam (diri ve ayakta tutma) sıfatlarının kemalini de zımnen ifade eder. Bu O'nun Hayy ve Kayyum olma kemalini beyan etmektedir. Bir isbatı gerektirmeyen her nefiy, Allah'ın kendisini tavsif etmediği bir şeydir Dolayısıyla Allah'ı ancak selbi sıfatlarla tavsif edenler, aslında övülen ve hatta var olan mevcud bir ilahı isbat etmiş olmamaktadır.

Bazı noktalarda bunlara iştirak ederek mesela “Allah konuşmaz, görmez veya O, alemin üstünde değildir; Arş'a istiva etmemiştir; alemin icinde de dışında da değildir; alemden ayrı veya onun yanında değildir” diyenler de bunlara benzer.Zira yok olanın (ma'dum'un) da bu sıfatlarla vasıflanması mümkündür ve bunlar subuti bir sıfatı da zorunlu kılan sıfatlar değildir.

Resulun Rabbi'nden haber verdiklerine, manasını bilsek de bilmesek de iman etmek gereklidir; zira o doğru ve doğrulanmış olandır. Kitab ve Sunnet'te varit olan hususlara, her mu'minin manasını anlamasa da iman etmesi zorunludur. Ummetin selefi ve önde gelenlerinin ittifakıyla sabit olan hususlar icin de aynı şey gecerlidir ki zaten bunların büyük bölumü Kitab ve sünnette nasla sabittir ve selef arasında ittifakla kabul edilmiştir.

Malumdur ki, Rab Teala kendisini diri, bilen ve güc yetiren olarak tavsif ettiğinde Müslümanlar bunun zahirinin kastedilmediğini söylememişlerdir Zira bunlardan Allah hakkında anlaşılan, bizim icin anlaşılanın bir benzeridir. Aynı şekilde, kendisini “Adem'i iki eliyle yaratmak” la tavsif ettiğinde, “bundan Allah hakkında anlaşılan, bizim icin anlaşılan mana gibidir” diye bunun zahirinin kastedilen mana olmaması da gerekmez. Bilakis tavsif edilenin sıfatı kendisine uygundur (sıfat mevsufa uygun olmalıdır) Allah'ın mukaddes zatı yaratılmışların zatlarının benzeri ve yine sıfatları da zatı icin olduğu gibi yaratılmışların sıfatlarının benzeri değildir. Yaratılmışın sıfatının kendisine nispeti, Yaratıcının sıfatının kendisine nispeti gibidir ve nispet edilen sıfatlar da, kendisine sıfat nispet edilen iki varlık da birbirinin aynı değildir.

İnsanların pek coğu bazı sıfatların veya coğunun, ya da tamamının yaratılmışların sıfatlarına benzediğini zannedip sonra da bu anlayışını nefyetmek isterken dört tür sakıncalı duruma düşmüşlerdir.

a.Naslardan anladığını yaratılmışların sıfatlarına benzetmesi ve nasların delalet ettiği hususun teşbih ve temsil olduğunu zannetmesidir.

b.Kendi anladığını nasların manası olarak telakki edip bunları nefyedince (sıfatları bu anlama alıp ta'tile sapınca), naslar, delalet etmekte oldukları Allah'a layık olan sıfatların isbatı konusunda işlevsiz kalmaktadır. Bu kimse de, naslara karşı işlediği sucun yanısıra, Allah ve Resulu'nün sözlerinden anlaşılanın batıl bir temsil olduğunu zannetmek ve onların sözlerinde gecen Allah icin sıfatların ve kendi yüceliğine uygun ilahi manaların isbatı”nı işlevsiz kılmak (ta'til etmek) süretiyle Allah ve Resulu hakkında kötu zan beslemiş olmaktadır.

c.Bu kimse herhangi bir bilgisi olmaksızın (bir ilme dayanmaksızın) bu sıfatları nefyetmekte ve Allah'a layık olan hususları işlevsiz kılmış olmaktadır.
d.Rabb'ı ölülerin ve cansızların ya da var olmayan (ma'dum) şeylerin sıfatlarını temsil etmekle vasıflanmaktadır. Bu şekilde, Allah'a layık olan kemal sıfatlarını işlevsiz kılmış (ta'til etmiş) ve O'nu eksik ve var olmayan şeylere benzetmiş olmaktadır. Nasların delalet ettiği sıfatları işlevsiz kılıp bunların delaletini (Allah'ın) yaratılmışlara benzetilmesi olarak görmekle Allah'ın kelamında ta'til (işlevsizleştirme) ve temsili (benzetme) bir araya getirmekte ve dolayısıyla Allah'ın isimleri ve ayetleri hususunda mülhid konumuna düşmekte (ilhada (küfre) sapmakta)dır.

İbn Teymiyye sıfatları inkar edenler icin şöyle diyor:Reddeden kimse reddettiği hususlarda bunun teşbih olduğunu dayanak gösteriyorsa, ona şöyle denir: Eğer (teşbih ile) birinin diğerine her yonuyle benzer olduğunu kastediyorsan, bu doğru değildir (batıldır). Şayet belli yonlerden benzer olduklarını veya isimlerinin muşterek olduğunu kastediyorsan, isbat ettiğin diğer hususlarda da bu seni bağlayıcı olur.

Sıfatları reddedenlerin tamamının söylediklerinin özu şudur: Sıfatları isbat etmek tecsimi (Allah'a cisim atfetmeyi, O'nu cisimleştirmeyi) gerektirir cisimler de birbirinin benzeridir. Sıfatları kabul edenler buna bazen birinci önculu, bazen ikincisini, bazen her ikisini reddederek, bazen de iki hususu birbirinden ayırarak cevap verirler. Cisimlerin birbirine benzediği şeklindeki görüşlerinin yanlış olduğu şuphe göturmez. Cismi ister burada işaret olunan şekilde, ister kendi kendine kaim olan, ister var olan ve isterse heyula ve suretten murekkeb şey olarak acıklasınlar, bu böyledir. Şayet cismi, -bunların birbirine benzer olması sebebiyle- cevher-i ferdlerden murekkeb olarak acıklama yoluna giderlerse, bu da bu görüşün doğru olmasına, cevher-i ferdin varlığının ve bunların birbirinin benzeri olduğunun isbatına bağlıdır. Akıl sahiplerinin pek coğu bu konuda onlardan farklı düşünmektedir

Onlar cisimlerin birbirine benzemesine binaen (cisimlerin mutemasil olduğundan hareketle) tecsim olduğuna inandıkları şeye teşbih adını vermektedirler. Sıfatları isbat edenler ise onların bu inancına karşı cıkmaktadır. Ehl-i Sunnet ise onların birinci öncülüne karşı cıkmaktadır. Bu sebeple (sıfatları inkar edenler) “Bu iki durum bir yönüyle birbirine benzerken diğer yönlerden farklıdır” derler. Akıl sahiplerinin büyük coğunluğu ise aksi kanaattedir.İbn Teymiyye, Tevhidu’l-Esma ve’s-Sıfat, s. 72-75 İbn Teymiyye, Mecmu’, III, s. 80-84; İbn Teymiyye, er-Risaletu’t-Tedmuriyye, s. 77.

Kur'an'da ve sahih hadislerde Allah'a nisbet edilen vasıf ve fiiller hic te'vil edilmeden mecaz olarak yorumlanmaksızın ve bazısı diğer bazısına irca' edilmeden olduğu gibi zahiri manası uzere anlaşılmalıdır. İlim ve Kudret nasıl Allah'ın sıfatıysa, aynen o bicimde “vechullah”, “yedullah” tabirlerinde gecen yüz ve el de Allah'ın sıfatlarıdır. İlim ve kudret nasıl te'vil edilemez ve mecaz olarak yorumlanamazsa yüz ve el de te'vil edilemez ve mecazidir denilemez. Aynı şekilde Allah'ın Arş üzerine istivası ve üst (fevk) de oluşu da onun te'vil edilemez sıfatıdır.
Zat hakkında söylenecek söz, sıfatlar hakkında söylenenlerin aynısıdır Allah'ın ne zatında, ne sıfatlarında ve ne de fiillerinde kendisine benzeyen bir şey söz konusudur. O'nun nasıl diğer zatlara benzemeyen hakiki bir zatı varsa, bu zat diğer sıfatlara benzemeyen hakiki sıfatlarla da muttasıftır.

Allah nasıl hakiki anlamda “vucud” sıfatına sahip ise, kul da hakiki anlamda “vucud sıfatına sahiptir. Ancak bu “vucud” sıfatındaki ortaklıktan dolayı Allah ile kul asla birbirinin benzeri olamazlar.

Diğer sıfatları kabul edip de haberi sıfatları inkar edenlere de şöyle seslenlir: “Hayat, ilim ve kudret gibi bizde bir araz olan sıfatlar ile Allah'ı vasıflandırdığı halde, el ve ayak gibi bir cuz'u veya organı ifade eden sıfatları O'ndan nefyedenler, bu gibi organların bizde duyularla muşahede edilen bir terkibi meydana getirdiği gibi, Allah'a isnadı halinde de O'nun alenen tasavvur olunan bir birleştirme ve tecsim (cisim) şekline sokmayı gerektireceğini ileri sürerler. Onlara şöyle denir: O halde bu sıfatları da bir terkibi, cuz'u ve organlar olmayıp Allah'a isnada mani olmayacak şekilde isnat ediniz.

Mesela İstiva: İnsanlar Allah'ın “Arş'a istiva etmesi”meselesini mana itibarı ile anlarlar. Allah'ın Arş'a istiva etmesi kavramı, rububiyyet sıfatının Arş'ını kuşatmasını ve onun üzerine yükselmesini icerir. Önceki alimler bu kavramı, bu şekilde acıklamışlardır. Kelimeden cıkarılan anlam budur ve lügatta bundan başka bir anlam icerme ihtimali de yoktur. Bu nedenledir ki İmam Malik: “İstiva malumdur” demiştir.

“Selef uleması yalnızca istiva kelimesini tek başına ele alarak yorumlamışlar, hicbir harf ile ilişkilendirmemişlerdir. Kelime yalın halde ele alındığında anlamı, biraz once soylediğimiz, gibidir. Ama kimileri birtakım bağlaclarla birlikte kullanarak aynı anlamda istiva ala keza demişlerdir. Kimileri yine bu anlamda “istiva ila keza” kimileri de istiva ma'a keza” demiştir. Göruldüğü gibi kelimenin anlamı harfler aracılığı ile başka kelimelerle kurduğu ilinti ölcüsünde ceşitlenmektedir. Ne var ki istiva ala keza” ifadesi Kur'an'da ve bilinen Arap lugatlarında, tek anlamın dışında başka bir anlama gelmemektedir.

Allah'ın kitabı ve Rasulullah'ın sunneti baştan sona kadar, Sahabe ve Tabiinin coğu sözleri ve diğer imamların sözleri ya nas veya zahir olarak Allah'ın herşeyin üstünde olduğunu, Arş'ın üstünde olduğunu ve semanın üstünde bulunduğunu ifade eden lafızlarla doludur “İyi sözler O'na yükselir, salih amel ise O'nu yükseltir.” “Ben seni öldürecek ve bana yükselteceğim.” “Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz? Yoksa siz gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermeyeceğinden emin misiniz?” “Aksine Allah O'nu kendisine yükseltti.” “Sonra Arş'a istiva etti.” “Rahman Arş'a istiva etti.” gibi ayetler bunu ihtiva etmektedir

Ne Kur'an'da ne Sünnette, ne Selef, Sahabe, Tabiin sözünde ve ne de ihtilaf zamanına yetişen imamların sözlerinde nas ve zahir olarak buna aykırı bir kelime yoktur. Bunların hicbiri Allah'ın gökte olmadığını, Arş'ın üstünde olmadığını, O'nun her yerde olduğunu her yerin O'nun icin bir olduğunu O'nun bu alemin icinde veya dışında bulunmadığını, aleme bitişik veya ondan ayrı olmadığını, O'na parmak vs. ile işaret olunamayacağını ifade eden bir söz soylememişlerdir.

Ne zatı, ne sıfatları ne de fiilleri hususunda Allah Te'ala'nın benzeri olan bir şey söz konusudur. Zatın isbatı ile sıfatların isbatı arasında bir fark yoktur. Zatın isbatında, başka zatların O'nun zatına benzerliğinin isbatı söz konusu değilse, sıfatların isbatında da, sıfatlar konusunda O'na benzeyen bir varlığın ispatı söz konusu değildir. Oysa sıfatları iptal eden Cehmiyye (muattıla), bu yaptıklarını tevhid, bunun tersini ise teşbih olarak görmekte ve kendilerini tevhidciler/muvahhid olarak isimlendirmektedir

İbn Teymiyye rahımullah şöyle der: Allah'ın isim ve sıfatları sözkonusu olduğunda bakarız: Rab, kendi Kitabı'nda, kendisi icin isbatladığını gördüğümüz isim ve sıfatı biz de isbatlarız. Kendinden reddettiğini ise biz de reddederiz. Bundan başka Kitap ve sünnette yer alan ve Allah'ın sıfatlarını isbat eden kavram bulunduğunda o kavram da kabul edilir. Kitap'ta reddedildiği görülen her kavram aynen reddedilir. Bir de şu durum sözkonusu: Kitap'ta sünnette, sahabe, tabiin ve diğer İslam alimlerinin sözlerinde kabul veya red bazında herhangi bir ifadeye rastlanmayan, ama insanların tartışmalarına konu olan kavramlarla karşı karşıya gelindiğinde, bu tür kavramlar, anlamları gereği gibi yorumlanıncaya kadar ne kabul edilir, ne de reddedilir. Kavramın icerdiği anlamdan, Allah'ın kendisi icin ispatladığı bir nitelik anlamı cıkartılabilirse ispatlarız; Allah’ın kendisinden reddettiği nitelik anlamı cıkarılırsa, reddedilir.İbn Teymiyye, Tefsir-u Sureti’l-İhlas, s. 129-132.

Ebu’l-Kâsım b. Asâkir Tebyînu Kezibi’l-Mufterî fi mâ Nusibe ile’l-Eş‘arî adlı eserde diyor ki:

“Ebu’l-Hasen -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- kendisinden nakledilenlerde söz konusu edildiği şekilde güzel bir akîdeye sahip, marifet ve tenkit ehli tarafından kabul edilen mezhebi doğru bulunan, benimsediği itikadi kanaatlerin pek çoğunda ileri gelen âbidlerin kendisi*ne muvafakat ettiği, bilgisiz ve inat ehli kimseler dışında görüşünü tenkit etmediği bir kişi olduğuna göre, onun itikat ettiği hususların güvenilir bir şekilde olduğu gibi nakledilmesi de kaçınılmaz bir şeydir. Böylelikle onun dini bakımdan kabul ettiği akîdenin sıhhati hususunda durumu gerçek olarak bilinebilsin. Bu sebeple onun el-İbâne adlı eserinde söz konusu ettiği şu ifadelere kulak verin. O şöyle diyor:

“Bir ve tek, Azîz, Mâcid, tek başına tevhid edilen, her türlü övgülerle temcid edilen, kulların sıfatlarının asla kendisine erişemeyeceği,benzeri ve dengi bulunmayan Allah’a hamdolsun…”Cehmiyye [ve Rafızîlerin] kanaatlerini reddetmektedir.[Sonunda şunları söylemektedir: Eğer bir kimse: Sizler Mu’tezile’nin,Kaderiyye’nin, Cehmiyye’nin görüşlerini reddettiniz.] Aynı şekilde Harûrîlerin (Hâriciyye’nin), Râfızîlerin ve Mürcie’nin görüşlerini de reddediyorsunuz. O halde sizin söylediğiniz görüşünüzü ve din olarak kabul ettiğiniz inancınızı bize öğretiniz diyecek olursa, ona şöyle cevap verilir: Bizim söylediğimiz ve din olarak benimsediğimiz şudur: Allah’ın Kitabına, Peygamberinin sünnetine, Ashâb-ı Kirâm’dan, tabiînden ve hadis imamlarından rivayet edilenlere sımsıkı sarılmaktır. Bizler buna sımsıkı yapışarak kendimizi koruruz.Aynı şekilde Ahmed b. Hanbel’in -Allah onun yüzünü ak etsin- izlediği yolu da kabul ediyoruz. Onun sözlerine muhalefet edenlerden uzak dururuz.Çünkü o faziletli bir imam, kâmil bir başkandır. Allah onunla sapıklığın baskın olduğu bir zamanda hakkı apaçık ortaya koymuş,onun vasıtası ile doğru yolu göstermiş, onunla bid’atçilerin kökünü kazımıştır. Önder böyle bir imama, pek büyük bir kavratıcıya ve bütün Müslümanların imamlarına Allah’ın rahmeti olsun.

Söylediklerimizin özeti şudur: Bizler Allah’ın ve meleklerin varlığını kabul ediyoruz. O’nun kitaplarına, rasûllerine, Allah’tan gelenlere, sika ravilerin Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den naklettiği rivayetlere inanırız. Bunlardan hiçbir şeyi reddetmeyiz. Allah’ın bir ve tek ilâh, eşsiz, samed olduğunu, kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını, Muhammed’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğunu, cennetin cehennemin hak olduğunu, kıyametin şüphesiz bir şekilde mutlaka gerçekleşeceğini, Allah’ın kabirde olanları dirilteceğini, Yüce Allah’ın “Rahmân Arşa istivâ etmiştir” buyruğunda belirtildiği üzere Arşa istivâ etmiş olduğunu, “Rabbinin vechi (yüzü) kalır” diye buyurduğu gibi onun vechinin olduğunu, “Hayır, O’nun iki eli de açıktır” buyruğunda olduğu gibi, iki elinin bulunduğunu, “Gözlerimizin önünde akıp gidiyordu” buyruğunda dediği gibi keyfiyetsiz olarak iki gözünün olduğunu kabul ediyor, inanıyoruz. Aynı şekilde Allah’ın isminin kendisinden başka bir şey olduğunu iddia edenin de dalâlette olduğuna inanıyoruz. Bizler kıyamet gününde, ondördünde ayın görüldüğü şekilde, Allah’ın gözlerle görüleceğini de dini bir inanç olarak kabul ediyoruz. Müminler O’nu öylece görecektir. -Sonunda şunları söyler-: Yine dini inancımıza göre O kalpleri evirip, çevirir. Kalpler O’nun parmaklarından iki parmak arasındadır. O gökleri ve yeri hadiste belirtildiği gibi bir parmağı üzerine koyacaktır. -Sonra şunları söyler-:Yüce Allah’ın: “Biz ona şah damarından daha yakınız” buyruğu ile: “Sonra yaklaştı ve sarktı. Böylece iki yay (boyu) kadar hatta daha da yaklaştı buyruğunda olduğu gibi, dilediği şekilde yarattıklarına yaklaşır. Herhangi bir bid’ate çağıran herkesten uzak durup, hevâ ehlinden uzaklaşmayı uygun görürüz. Bizler sözünü ettiğimiz bu hususların lehine ve bunlardan geri kalan diğer konulara, başlık başlık ve teker teker delillerini de ortaya koyacağız. Daha sonra İbn Asâkir şöyle demektedir: -Allah’ın rahmeti üzerinize olsun- şimdi şu akîdeye bakınız. Ne kadar açık ve ne kadar nettir. Böylelikle bunu şerh edip, açıklayan bu imamın faziletini siz de itiraf ediniz

Hâfız İbn Asâkir dedi ki: İmam Ebu’l-Hasen, el-Amedu fî’r-Ru’ye adını verdiği eserinde şöyle demektedir:

“Biz (Allah’ın) sıfatları hakkında büyükçe bir kitap telif ettik.Orada Mu’tezile ve Cehmiyye gruplarını söz konusu ettik. O eserde Allah hakkında vech (yüz), iki el, Arşın üzerine istivâ etmesi ile ilgili sıfatlara dair pek çok hususu da açıkladık. et-Tebyîn (s. 129).


 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
bir kere su yer olayini cope atalim yer bir mekan olamaz olmadi olmayacakta yerler her gezegene gore degiskenlik arz eder ,,,1431 yil evvelki insanlar dunyada yere delik acildigi zaman 12500 km sonra bir yerlerden tekrar goge dogru yani uzaya dogru acilacagini bilmiyorlardi......simdi devam edebilirsiniz ama lutfen dikkatli yazaalim konu aslinda hic tartismaya girmeye gerek kalmayacak sabit bir konu,,,agizlarimizdan elllerimizden yanlis bir kelamdan ALLAH celle celaluhu ha siginniriz...
 
S Çevrimdışı

Saadetdevri

Üye
İslam-TR Üyesi
Selamünaleyküm Kardesler selefi salihin mütesabih ayetler hakkinda,yorum yapmamistir.
Allah ,Ars a istiwa etmistir ayetini öyle kabul,etmek gerekir.
Allah,arstadir,demek,tehlikelidir,herhangi biri sormazmi Allah arsi yaratmadan önce neredeydi?
Sonucta,ayetlerin manasi,Ancak Allahin katinda gizlidir,bizede uymak düser-
Allah herseyi yaratmadan öncede vardi.
arsta yarattigi seylerdendir,öyle degilmi
Selam ve Dua ile
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah,arstadir,demek,tehlikelidir,

Tehlikelidir iddiası hiç bir delile dayanmadan söylemiştir:Nitekim naslarda şöyle gecer.

( إِنَّ اللَّهَ فَوْقَ عَرْشِهِ وَعَرْشُهُ فَوْقَ سَمَاوَاتِهِ. )

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurudu: ‘Muhakkak ki Allah, ‘arşının üzerindedir. ‘Arşı da göklerin üzerindedir.’Ebû Dâvud, (4726); İbn Huzeyme, Tevhîd, (147); Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, (883-884) ve İbn Mende, Tevhîd, (643-644).

Bizde naslarda geldiği gibi diyoruz ki: Allah azze ve celle Arş'ının üzerindedir.Arşıda 7 kat semaların üzerindedir.
 
M Çevrimdışı

mücahid 81

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ferdiosman ve Habibullah nickli arkadaşlar gerekeni söylemiş....

Ehli hadis nickli arkadaşta diyorki ;''Bizde naslarda geldiği gibi diyoruz ki'' diyor.
Alın size bir hadis;Her biriniz namazına durduğu vakit şüphesiz Rabbi ile münâcât eder. Rabbi kendisiyle kıblesi arasındadır. O halde hiçbiriniz kıblesine karşı tükürmesin. Muztar kaldığında ya sol tarafına, ya (sol) ayağının altına tükürsün. Sonra ridâ-yı şerîfinin kenarından tutup ve içine tükürüp dürerek: "Yâhud işte böyle yapsın." buyurdu;(Müslim Buhari 242)

Subhanallah haydi naslarda Kıble ile arasında Allah var diyor,bunu nasıl tevil etmeyeceksin .Allah hulul etmez.....Allah ne her yerdedir,Ne de bir mekanda ...
 
K Çevrimdışı

kelime-i şehadet

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bu arş meselesi söz konusu olunca aklıma Tevrat'taki Rab'bin buluta istiva etmesi geliyor. Olabilir, Allah isterse Arş'a da istiva eder, dağda ve çalıda tecelli de eder. Bunların keyfiyetini bilemeyiz.

Lakin benim merak ettiğim; Arş gökte midir? Yoksa göklerin ötesinde midir? Göklerden kasıt da galaksiler yani kainat mıdır? Eğer öyle ise Allah yeri ve gökleri ve bunların arasındakileri yaratıp sonra da evrenin ötesindeki, dışındaki Arş'a kurulmuştur diyebilir miyiz? Evreni yaratırken Allah, cennette müminlere görüleceği haliyle evrenin içinde mi bulunmuş mudur? Evreni yarattıktan sonra da evrenin içinden Arş denen Gaybe mi girmiştir? Arşa istivadan kim, ne anlıyor? Allah herhangi bir galaksinin bir gezegeninde bir kral tahtı üzerinde mi oturuyor? -Haşa- Allah bir put mudur? Yoksa Allah gayb olan (evrenin dışındaki) Arş'taki bütün evreni kuşatan kürsüsünden evreni yöneten bir akıl ve kudret midir?
 
M Çevrimdışı

Mutedeyyin

Guest
sa bizler aklımız alsın yada almasın, kuran ve sünnette belirtilenlere inanmakla mükellef değilmiyiz. Allahcc ı tanımanın tek yoluda onun Kitabı ve Peygebberi değil mi .bunlara baktığımızda eğer Allah arştayım diyorsa O oradadır, eğer benim elim var diyorsa eli vardır. bundan ötesi sadece kuru bir zandır akılsızların aklıdır bakın benimde elim var karıncanında eli var filin de eli var birbirine benziyormu benzemiyor herkesin eli ayağı kendi kudretine yakışır biçimdedir. işte bence çözüm buradadır Allah cc kendisiyle ilgili neyi söylemişse o vardır ve kendi kudretincedir biz hayal bile edemeyiz bize düşen inanmaktır şeytanın yolunu seçip aklımızı devreye sokmamalıyız çünkü bizim üzerimize düşen inanmaktır o kadar.
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
( إن الله I خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالاَْرْضين وَمَا بَيْنَهُمَا فِى سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ. )


‘Muhakkak ki Allah (c.c) göklerle yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattı ve sonra ‘arş üzerine istiva etti.’ Nesâ‘î, Tefsîr, (2/153-154)

İmam el Eş’ârî de şöyle demektedir: Göklerin üzerinde Arş bulunup,Allah da O’nu istivâ ettiğinden dolayı dır ki, Allah, “Gökte olanın sizi yere batırıvermesinden emin misiniz?” buyurmuştur. Gök (sema), yükseklik demektir. Arş ise göklerin üzerinde bulunmaktadır. Dolayısıyla Allah, “Gökte olanın sizi yere batırıvermesinden emin misiniz?” derken aslında gökleri değil, Arş’ı kastetmiştir. Bu durumda âyetin manası, “Arş üzerinde olanın sizi yere batırıvermesinden emin misiniz” şeklinde olmaktadır. Eş’ârî, el-İbâne,‘an Usûli’d Diyâne, 106, 107.

قال عبد الله بن مسعود رضي الله عنه: «بين سماء الدنيا والتي تليها مسيرة خمس مئة عام وبين كل سماءين مسيرة خمس مئة عام وبين السماء السابعة وبين الكرسي مسيرة خمس مئة عام وبين الكرسي وبين الماء مسيرة خمس مئة عام والعرش فوق الماء والله تبارك وتعالى فوق العرش وهو يعلم ما أنتم عليه


Abdullah ibnu Mes'ud r.a dan, şöyle dedi : Dünya semâsı ile ondan sonra ki gelen semânın arası beşyüz senedir. Her iki semânın arası böylece beşyüz senedir. Kürsi ile suyun arasıda beşyüz senedir Arş ise suyun Üstündedir. "Arşın üstünde de Allah’u Teala vardır. Sizin meşkul olduğunuz amelleri taa oradan bilir.Bu hadisi es-Sünne adlı eserinde İmam Ahmed,in oğlu Abdullah ,Ebu Bekir b.el-Munzir,Ebu Ahmed el-Assal,Ebu Kasım et-Taberani,Ebu Şeyh,Ebu,l-Kasım el-Lalekai,Ebu Ömer et-Talemenki ve Ebu Bekr el-Beyhaki Ebu Ömer b.Abdulberr telif ettikleri eserlerinde rivayet etmişlerdir. Hadisin senedi Sahih tir.el-Esma ve,s-Sıfat (s.401) de yine İbn Huzeyme (s.70) Darimi (s.105) Ebu,ş-Şeyh el-Azame )vr.34/b) Lalekai.Şerhu Usüli İ,tikadi Ehl,s-Sünne (I/91/B) Süneyd b.Davud sahih bir senetle rivayet etmişlerdir.

Araplar kullanımda (ala) yerinde fi,yi de kullanırlar Yüce Allah (فَسِيحُوا فِى اْلاَرْضِ) Yeryüzünde dolaşınız (Tevbe 9/2) (وَلاُصَلِّبَنَّكُمْ فِى جُذُوعِ النَّخْلِ ) Ve andolsun sizleri hurma ağaçları dallarında asacağım (Taha 20/17) diye buyurmaktadır.Burada ise ale,l-ard yerin üstünde ve ale,n-nahl hurma ağaçları üstünde demektir.Yüce Allah,ın (مَنْ فِى السَّمَآءِ ) men fi,s-sema: gökte olan buyruğu da böyledir ki bu da men ale,l-Arş:Arşın üstünde olan anlamındadır.Nitekim Rasülullah s a v,den sahih olarak gelen haberler de böyledir.
 
kargı1 Çevrimdışı

kargı1

Üye
İslam-TR Üyesi
selamunaleykum şimdi hadis in söyleme nedeni bir bedevinin ALLAH nerededir demesi üzerine resul(a.s) yukarı tarafı göstererek yukarıdadır demiş yanlışsam düzelt aben peygamberimiz o insanın anlaması için böyle demiştir şimdi ALLAH ı zaman dan münezzehtir deyip sonra mekan dan da münezzehtir deyip ALLAH ı arşa şıkıştırıyoruz
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kardeş bu Ehli Hadis nickli üye devamlı bu konuyu ısıtıp ısıtıp koymaktadır.Oysa bu formda bir çok yerde bu konu işlenmiş ve örümcek ağından daha zayıf iddialar ,sahih rivayetlerle cevaplanmıştır.

Ehli sünnet ve'l Cemaatin akidesi;
Allâhu Teâlâ’yı mekândan münezzeh olarak bilmek Ehl-i Sünnet’ Vel-Cemaat’in akidesidir
Ehli Sünnet ne Cehmiyye/Mutezile gibi ne Allah Her yerdedir demiş,Ne de Mücessime ve Müşebbihe gibi Allaha bir mekan yön tayin etmişlerdir Ehli sünnet vel Cemaat bu konuda da vasat(orta) yolu benimsemiş ve ''Allah Mekansız ve Yönsüz olarak vardır demişlerdir''

Resulullah (s.a.v.) yatağına yerleşince şöyle dua ederdi: "Ey, göklerin rabbi, yerin rabbi ve herşeyin rabbi olan, taneyi ve çekirdiği yaratan, Tevratı, İncili ve Kur´anı indiren Alhıhım, ben senin, perçeminden yakalayacağın her şer sahibinin şerrinden sana sığınırım. Sen evvelsin, senden önce hiçbir şey yoktu. Sen sonsun. Senden sonra da hiçbir şey kalmayacaktır. Sen zahirsin, senin üstünde hiçbir şey yoktur. Sen bâtınsın, senin altında hiçbir şey yoktur. Sen, be*nim borcumu öde, fakirliğimi gider.[Ebu Davud, K el-Edeb, bab: 98, Hadis no: 505/ Müslim, K. ed-Dua, bab: 61, Hadis no: 2713 / Tirmizi, K. ed-Da?vat bab: 19, Hadis no: 3400]

Bakın Ebu Hanife ''Allah neredir?'' sorusuna nasıl cevap vermiş;
''Yaratılmadan önce mekan yoktu,halbuki Allah vardı.Mahlukattan hiçbiri yokken , ''nerede'' mefhumu mevcut değilken Allah vardı.O her şeyin yaratıcısıdır '' cevabının verilmesini ister. (İmam-ı Azamın 5 eseri,Fıkhu'l Ebsat terc.Mustafa Öz Marmara Üniversitesi İlahiyyat Fakültesi Vakfı yayınları-İmam-ıAzam Ebu Hanife ve Eserleri Fıkh-ı Ebsat sh.102 ,ter.şerh Doç.Dr.Abdülvehap Öztürk-Şamil yay.)Bu rivayetlerden bu arkadaşların haberi yok mu sanıyorsunuz?

Peygamberimizin (sav) '' Allah vardı,O'ndan önce başka bir şey yoktu...'' .hadisi şerifi .(Buhari,Megazi,67,74,Bed'ul-Halk 1,Tevhid 22;Tirmizi,Menakıb,3946) de bu gerçeğe işaret eder.

Bundan dolayı İbni Hacer Fethu'l Bari'de Allah’ın semâda oluşu sözünün zâhiri murad değildir. Zira Allah bir mekana girmek ve hülûl etmekten münezzeh olduğundan bu sözden zâhiri (ilk akla gelen mânâsı) kasdedilmemiştir, deriz..[1]
1=13/412) قال الحافظ: "قال الكرماني: قوله: "في السماء" ظاهره غير مراد؛ إذ الله منزه عن الحلول في المكان، لكن لما كانت جهة العلو
أشرف من غيرها أضافها إليه إشارة إلى علو الذات والصفات

Birde İmamlar hakkındaki uydurma rivayetlere bakalım güya İmam-ı Azam şöyle demiş;“Arşın semada olduğunu inkar ettimi şübhesiz ki o kafir olur.”


Bakın Fıkhu'l Ekber Şarihi ki bu vehhabiler Alliyyul Kari'nin mevzu rivayetleri anlamada ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu bilirler.Bu rivayet uydurma olduğunu söyledikten sonra sahih senedle gele şu rivayeti yapar; İmam Abdusselâm, “Hallür-Rumûz” adlı kitabında İmam Âzam'ın şu sözünü kaydediyor: “Kim ALLAH'ın yerde mi gökte mi olduğunu bilmiyorum derse, kâfir olur. Çünkü bu söz, ALLAH'ın bir mekânı olduğu düşüncesini akla getirir. ALLAH'ın me*kânı olduğunu düşünen kimse ise ALLAH'ı yaratıklara benzeten ki*şidir.”Şüphe yok ki Abdullah b. Selâm ilim adamlarının büyüklerinden biri olup güvenilir bir âlimdir. Şarihin naklettiğine değil, onun naklettiğine itimat etmek gerekir. (Aliyyu'l Kari Fıkhu'l Ekber şerhi Miraç bahsi İbn-i Mevlüt el-Hanefi ''Bir kitabın düşündürdükleri'' 14.nolu dipnot)

Aliyyul Kari'nin dediği gibi Ebu Hanife ''Müteşâbih sıfatlara inanır ve tevilinden sakınırdı. ALLAH Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder, dolayısıyla Selef âlimlerinin görüşünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi ALLAH Teâlâ'ya havale eder.'' ALLAH Teâlâ'nın kulları üzerine yük*selmesi, mekân bakımından yükseklik değil, mertebe ve makam bakımından yüksekliktir. Yani şânı yüce olmak demektir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat âlimleri ile Mutezile, Havariç vesair İslâm taifelerince de durum bu şekilde tesbit edilmiştir. Diğer bidat taifeleri de aynı görüştedir. Ancak, ALLAH Teâlâ’ya cihet ispat eden Hanbelilerle Mücessimeden(*) bir taife bu görüşte değildir. ALLAH Teâlâ onların isnad et*tiklerinden uzaktır.Şârih (İbni Ebi'l-İzz) ne tuhaftır ki ALLAH Teâlâ'nın yüceliğini ispat etmekte: “Şüphesiz bu Kur'an'ı, Emin ruh Cebrail, korkutuculardan olasın di*ye, senin kalbine indirdi.” (Şuara: 26/93-94.) âyetini delil getiriyor. Müellifin bu âyet*le ALLAH Teâlâ'nın yücelik sıfatını ispat etmeye çalışmasının garibliği apaçıktır. Zira nüzul ve tenzil kelimeleri alâ harf-ı cerri ile mütâaddi olurlar. Burada Kur'an'ın gökten inmesinden murad edilen, Hz. Pey*gamber sallellahu aleyhi vesellem'in kalbine indirilen kelâmın yüceliğidir. Bu konuda bir çekişme bahis konusu değildir. Kelâmın yüce*liğinden Melik ve Allâm olan ALLAH Teâlâ'nın mekânının yüceliği yani ona yüce bir makam ispatı lâzım gelmez.(Aliyyu'l Kari Fıkhu'l Ekber şerhi Miraç bahsi İbn-i Mevlüt el-Hanefi ''Bir kitabın düşündürdükleri'' 14.nolu dipnot)

İmam-ı Azam Ebu Hanife el-Vasıyye'de şöyle der"Allahü teâlâ, kendisi için ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme) söz konusu olmaksızın Arş'ı istiva etmiştir. O, Arş'ı da, Arş'tan başkasını (diğer yarattıklarını) da korumaktadır. Eğer (Allahü teâlâ Arş'a ve bir yerde yerleşmeye) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olmazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ın yaratılmasından önce Allahü teâlâ nerede idi? Yüce Allah bundan (bir yere yerleşmek ve orayı mekân tutmaktan) münezzehtir" (Bkz. el-Vasıyye, 73. Çev: E.Sifil Bkz.İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2004; c.1, s.74-81.Çağdaş Dünyada İslami Duruş, 168 vd. )

Güya Ebu Hanife;“Allahu Teala semadadır, yerde değil” [21]

Kendisi “kulluk ettiğin ilah’ın nerededir?” diye soran kadına: “Allah’u Subhanehu ve Teala semada’dır, yerde değildir”, cevabını verdi. [22] [21] el-Esma ve’s-Sıfat
[22] el-Esma ve’s-Sıfat

Buna yine sizin uydurma rivayetler konusunda marifetlerine saygı duyduğunuz Nasıruddin Albani'den cevap verelim

O Zehebi'nin uluvvu'nun tahkikinde şu rivayetler için Albani derki;Derim ki ;Müellifin Beyhaki'den naklettiğinin zahirinden anlaşıldığına göre Beyhaki bu kıssanın senedi hakkında bir şey söylememiştir fakat böyle değildir.Çünkü sözü geçen ifadelerinin sonlarında ''ondan nakledilen bu hikaye sahih ise''sözleriye ZAYIF olduğuna işaret etmektedir.
Derimki; Hem bu nasıl sahih olabilir ki bunu rivayet eden uydurmakla itham edilmiş bulunan Nuh el-Cami'dir.Hatta bazıları;O doğrunun dışında her şeyi toplamıştır demişitirler(Zehebi uluvv sh.162 dip not 145 Guraba yay.)

İbni Hacer'in sözünü delil kabul ediyorsun ,hadis ilmin de ehil görüyorsun alsana İbni Hacer'in Cariye hadisi hakkındaki görüşü samim ol ve kabul et.

''Yahudilerden tecsim inancında olan birisi ‘kendisinden başka ilah olmayan Allah göktedir’ dese bu sözüyle iman etmiş olmaz.Âmmeden birisi aynı sözü söylese (tecsimin mânâsını bilmeyecek derecede bilgisizse) İslam’a girişi sahih olur. Cariye hadisindeki durum da bu çerçevededir..[1]
Allah zâtıyla arştadır, itikâdı yanlıştır.r.[2]

[1] – (13 / 359) قال الحافظ : "ولو قال من ينسب إلى التجسيم من اليهود: لا إله إلا الذي في السماء لم يكن مؤمنا كذلك، إلا إن كان عاميًا لا يفقه معنى التجسيم فيكتفى منه بذلك، كما في قصة الجارية التي سألها النبي صلى الله عليه وسلم: "أنت مؤمنة؟" قالت: نعم، قال: "فأين الله؟" قالت: في السماء، فقال: "أعتقها فإنها مؤمنة" ، وهو حديث صحيح أخرجه مسلم.... ".
[2] - قال الحافظ ابن حجر 1/508: "وفيه الرد على من زعم أنه على العرش بذاته "[أي:حديث : إن ربه بينه وبين القبلة]


İmâm-ı Nevevî de Câriye hadisini tevil ediyor

İmâm-ı Nevevî Sahih-i Muslim Şerhinin 5. cildinin 26. ve 27. sayfalarında Câriye Hadisi ismiyle meşhur olan Hadis hakkında şöyle diyor :

“Rasûlullâh sordu : “Eynallâh ?” (zâhir manası : “Allâh nerede ?”) Cariye dedi ki : “Fi-s Semâ” (zâhir manası : “gökte”). Rasûlullâh dedi ki : “Ben kimim ?” Cariye cevap verdi : “Sen Allâh’ın Rasûlüsün.” Efendimiz dedi ki : “Onu âzad et, zirâ o Mü’mine’dir.”

Bu Hadîs-i Şerîf Sıfat hadislerindendir (yani Mevlâ’nın Sıfatlarıyla ilgilidir). Bu hadislerin açıklaması hakkında iki mezheb (yol) vardır. Bunları kitabın İmân bahsinde bir çok yerde zikrettik. Bu yollardan ilki : Bu sözlere manasını araştırmadan, Allâh-u Te’âlânın misli hiç bir sey olmadığını ve yaratıkların özelliklerinden münezzeh olduğunu bilerek îmân etmek. İkinci yol ise : Bu sözleri Kendi Şân’ına layık bir şekilde tevil etmek. Bu yolu tutanlar dediler ki : Bu sözden murad köle kadının tek ilâha inandığını imtihan etmektir. Yâni her şeyi yaratan ve yönetenin, her istediğini yapanın yalnız Allâh-u Te’âlâ olduğunu kabul ettiğini bilmek içindir. Ve Allâh-u Te’âlâ’ya dua etmek isteyen kişi göğe yönelir, tıpkı namaz kılacak olan kişinin Kâbe’ye yöneldiği gibi. Bu Allâh-u Te’âlâ’nın gökle sınırlı olduğu manasına gelmez. Kâbe cihetinin O’nu sınırlamadığı gibi. Fakat gök dua edenlerin kıblesi olduğundandır. Kâbe’nin namaz kılanların kıblesi olduğu gibi. Veya o câriye puta tapanlardandı. Kendi etrafındaki putlara tapanlardan. Ve o : “fi-s semâ” (gökte) dediğinde onun putlara tapmayan ve tek ilâha tapan biri olduğu anlaşıldı.

Ebubekir Sifil hocada ;literatüre "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" olarak geçen rivayete dayanarak bir kısım Selefîler işi şu noktaya kadar vardırmıştır: Bir kimsenin mü'min olup olmadığını öğrenmenin yolu, ona "Allah nerededir?" diye sormaktır. Çünkü Efendimiz (s.a.v), rivayette geçen cariyenin mü'min olup olmadığını tahkik etmek için ona böyle sormuştur. Bu sorunun muhatabı olan kişi eğer "Allah göktedir" derse, mü'min olduğuna hükmedilir. Çünkü cariye Allah Teala'nın gökte olduğunu söylemiş, Efendimiz (s.a.v) de bu cevap üzerine –kendisinin kim olduğu sorusuna da doğru cevabı aldıktan sonra– onun mü'min olduğunu söylemiştir.

Bu "tak'îd"in (kaideleştirme) ne kadar sağlıklı olduğunu görmek için bahse konu hadisin durumunu yakından incelemek gerekir. Bunun için hoşgörünüze sığınarak bazı teknik ayrıntılara girmek durumundayım.

Söz konusu hadisin muhtelif Hadis kaynaklarında nakledilen varyantları bir araya getirildiğinde şöyle bir arka planla karşılaşıyoruz: Sahabe'den birisinin, koyunlarını güden bir cariyesi vardır. Koyunlardan birisini kurda kaptırınca kızıp kendisine bir tokat atan sahabî, bilahare Efendimiz (s.a.v)'e gelerek durumu anlatır ve daha önceden bir mü'min cariye azad etme adağı bulunduğunu söyleyerek söz konusu cariyeyi azad etmesi halinde nezrini yerine getirmiş olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) de cariyeyi kendisine getirmesini söyler. Cariye geldiğinde Efendimiz (s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için kendisine bazı sorular sorar. –Meselenin püf noktası burasıdır.–

Rivayetin bazı varyantlarında Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye, "Allah nerededir?" diye sorduğu nakledilmektedir. Cariye bu soruya "Allah göktedir" diye cevap verir. Ardından gelen "Ben kimim?" sorusuna, "Sen Allah'ın Resulüsün" cevabını alınca, efendisine dönerek, "Onu azat edebilirsin; zira mü'mindir" buyurur. (Müslim, "Mesâcid", 33; Ebû Dâvûd, "Salât", 166; en-Nesâî, "Sehv", 20; "el-Muvatta", "Itk", 6; Ahmed b. Hanbel, V, 447-9; İbn Ebî Şeybe, "el-Musannef", VII, 215.)

Bu rivayeti mahrecinden, yani olayın kahramanı sahabî Mu'âviye b. el-Hakem es-Sülemî (r.a)'den nakleden kişi Atâ b. Yesâr'dır. Ancak aynı ravinin, aynı olayı "Allah nerededir?" sorusunun yer almadığı değişik bir lafızla naklettiğini görüyoruz. Buna göre Efendimiz (s.a.v), "Semada kim var?" diye sorarcasına elini yukarıya kaldırarak işaret buyurmuştur. (ez-Zehebî, "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm", I, 254.)

Yine Atâ b. Yesâr'dan aynı rivayet şu lafızla da rivayet edilmiştir: "Cariyeye "Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet" dedi. "Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet" dedi..." (Abdürrezzâk, "el-Musannef", IX, 175

Aynı lafız, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ûd isimli tabiî tarafından, "Ensar'dan bir adamdan" nakledilmiştir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; "el-Muvatta", "Itk", 6; Abdürrezzâk, a.g.e., a.y.; Ahmed b. Hanbel, III, 452.)

Her ne kadar bu haliyle zahiren mürsel ise de, bu varyant, mezkûr Ubeydullah'ın Ebû Hureyre (r.a)'den rivayeti olarak muttasıl bir senetle de nakledilmiştir. (Bkz. İbn Abdilberr, "et-Temhîd", IX, 114-5.)

Bu muttasıl senet Ahmed b. Hanbel (II, 291) ve Ebû Dâvûd ("Eymân", 16) tarafından zikredilmiş, ancak metinde Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye "Allah nerededir?" diye sorması üzerine cariyenin eliyle yukarıyı işaret ettiği zikredilmiştir. (Ayrıca bkz. Abdürrezzâk, IX, 176; İbn Huzeyme, "Kitâbu't-Tevhîd", 123; el-Beyhakî, "es-Sünenu'l-Kübrâ", VII, 388; ez-Zehebî, a.g.e., I, 260)

Bir diğer varyantta Efendimiz (s.a.v) cariyeye, "Rabbin kim?" diye sormuş, cariye eliyle yukarıyı işaret etmiştir. (İbn Huzeyme, a.g.e., a.y.)

Bir başka varyantta cariye Efendimiz (s.a.v)'in sorularına sadece işaretle cevap vermiştir. Buna göre Efendimiz (s.a.v) "Allah nerededir?" diye sormuş, cariye eliyle yukarıyı işaret etmiş, "Ben kimim?" sorusuna cevaben de cariye, "Sen Allah'ın Resulüsün" anlamında eliyle önce Efendimiz (s.a.v)'i, sonra da yukarıyı işaret etmiştir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; Ahmed b. Hanbel, II, 291)

Bütün bu varyantlar bir noktayı açık biçimde göstermektedir: "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen bu rivayet kesinlikle mana ile aktarılmıştır. Bir diğer deyişle, Efendimiz (s.a.v) ile cariye arasında geçen konuşmanın, raviler tarafından kendi anladıkları lafızlarla aktarılması sonucunda, teknik tabiriyle "ızdırab" dediğimiz durum ortaya çıkmıştır ki, ehlince malum olduğu üzere, senedi sahih de olsa herhangi bir rivayetin metninde bulunan bu tür bir "uyuşmazlık", hadisi sıhhat derecesinden zaaf derecesine düşürür.

Bir an için bu gerçekten sarf-ı nazar edelim ve yukarıda verdiğim arka planını da dikkate alarak söz konusu hadise yakından bakalım: Bu hadiste Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye sorduğu sorunun, onun mü'min mi yoksa putperest mi olduğunu ortaya çıkarmaya yönelik olduğu açıktır. Cariyenin, soruya verdiği cevaptan putperest olmadığı ve bir "Allah inancına" sahip olduğu anlaşılmaktadır. "Allah nerede", "Rabbin kim" "Semada kim var"... gibi sorulara kadının verdiği cevap, ya da eliyle yaptığı işaret, herhangi bir puta değil, "Yüce bir Yaratıcı'ya" inandığını ima eder tarzdadır ki, bilgi ve kültür seviyesi düşük bir insanın putperest olmadığını anlamak için bu türlü cevaplarla yetinmek yanlış değildir.

Bir önceki yazıda, Mu'âviye b. el-Hakem (r.a)'den Atâ b. Yesâr kanalıyla nakledilen rivayetin "muzdarib" olduğunu, mana ile rivayet edildiğini, dolayısıyla ihticaca (delil olarak kullanılmaya) elverişli olmadığını ortaya koymaya çalışmıştım. Zikrettiğim hususlardan, mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine getirilen cariyeye Efendimiz (s.a.v)'in ne sorduğunu, tek başına o rivayeti veya onun varyantlarından sadece birisini esas alarak ortaya çıkarmak mümkün görünmemektedir. Öyleyse yapılması gereken şey, böyle durumlarda Efendimiz (s.a.v)'in, kendisine getirilen kişiye mü'min olup olmadığını tesbit için ne sorduğunu, benzer vakaları araştırarak tesbit etmektir.

Sahabe'den eş-Şerîd b. Süveyd (r.a)'den nakledilen rivayet bu konuda bize yol gösterici mahiyettedir. Ahmed b. Hanbel (IV, 222, 388-9) ve İbn Hibbân'ın (I, 419) rivayet ettiğine göre eş-Şerîd b., Süveyd (r.a), Efendimiz (s.a.v)'e gelerek, annesinin mü'min bir cariyeyi özgürlüğüne kavuşturmasını vasiyet ettiğini, kendisinin de siyahi bir cariyesi bulunduğunu söyler ve onu azat etmekle bu vasiyeti yerine getirmiş olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) cariyeyi kendisine getirmesini söyler. Cariye gelince Efendimiz (s.a.v), "Rabbin kim?" diye sorar. Cariye "Allah" der. Ardından "Ben kimim?" diye sorar. Cariye "Allah'ın Resulü'sün" diye cevap verir. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v), cariyeyi getiren sahabîye dönerek, "Onu azat edebilirsin, zira o mü'mindir" buyurur.

Bu rivayette zikredilen soruyu ed-Dârimî ("Nuzûr", 10), hemen aşağıda İbn Ebî Şeybe'den naklen zikredeceğim lafızla sevk etmiştir. Dolayısıyla eş-Şerîd (r.a) rivayetinin de mana ile rivayet edildiğini söylemek mümkündür.

Benzeri bir olay İbn Ebî Şeybe tarafından (VII, 215) rivayet edilmiştir. buna göre bir adam Efendimiz (s.a.v)'e gelerek annesinin mü'min bir köleyi azat borcu (adağı) olduğunu ve kendisinin de bir cariyesi bulunduğunu söyler. Efendimiz (s.a.v) cariyenin kendisine getirilmesini ister. Cariye gelince "Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik eder misin?" diye sorar. Cariye "Evet" deyince, sahabîye "Onu azat et" buyurur.

Yine benzeri bir olay el-Hâkim tarafından (III, 258) nakledilmiştir. Bu sefer Efendimiz (s.a.v)'e gelen bir kadındır ve yanında siyahî bir cariye vardır. Efendimiz (s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için cariyeye şu soruları sorar: "Rabbin kim? Dinin ne? Ben kimim? Namaz kılıyor musun? Benim Allah katından getirdiklerimin hak olduğunu ikrar ediyor musun?" Cariyenin bütün bu sorulara olumlu cevap vermesi üzerine "Onu azat et" buyurur.

Ramazan hilalini gördüğünü söyleyen bir adamın mü'min olup olmadığını tesbit için Efendimiz (s.a.v) kendisine şöyle sormuştur: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" Adam "Evet" deyince oruca başlanmasını emir buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, "Sıyâm", 14; en-Nesâî, "Sıyâm", 8; et-Tirmizî, "Savm", 7; İbn Mâce, "Sıyâm", 6; Abdürrezzâk, VI, 35; İbnu'l-Cârûd, "el-Müntekâ", 157; el-Hâkim, I, 297, 424...)

Efendimiz (s.a.v), Yahudi bir anne-babanın çocuğu ölüm hastalığındayken yanına gitmiş ve kendisine "Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahitlik eder misin?" diye sormuş, çocuk "Evet" deyince, "Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik eder misin?" buyurmuş, çocuk yine "Evet" diye cevap vermişti. Bir süre sonra çocuk vefat ettiğinde Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe onu yıkayıp defnettiler. (et-Taberânî, "el-Mu'cemu'l-Kebîr", VIII, 67. el-Heysemî, "Mecma'u'z-Zevâid"de (II, 323) isnadının hasen olduğunu söylemiştir.)

Keza başta el-Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok kaynakta zikredilen İbn Sayyâd kıssasında Efendimiz (s.a.v)'in, İbn Sayyâd'a, "Benim Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik eder misin?" diye sorduğu nakledilmiştir.

Bu örnekler, Efendimiz (s.a.v)'in, karşısındaki kişinin mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine "Allah nerededir?" diye sormak yerine, Allah Teala'nın birliğine ve kendisinin de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik edip etmediğini sorduğunu göstermektedir. "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen söz konusu rivayet dışında Efendimiz (s.a.v)'in, muhatabının mü'min olup olmadığını ortaya çıkarmak için kendisine "Allah nerededir?" diye sorduğunun nakledildiği bir başka rivayet bilmiyoruz.

Esasen "Allah inancı" gibi bütün hassasiyetlerin başını teşkil eden bir meselede muhtelif raviler ve kaynaklar tarafından birbirinden oldukça farklı lafızlarla aktarılan "muzdarib" bir rivayettense, muhtelif bağlamlarda varit olmuş yukarıdaki rivayetleri ve benzerlerini esas almak akla da, dinî hassasiyete de, Hadis tekniğine de en uygun olan yoldur.

Müslimdeki Muaviye Hadisinin senedindeki râviler, Yahya b Ebî Kesîr dışında, hepsi hadisçilerce siqa (sağlam, güvenilir) kişilerdir Senedde yer alan Yahya b Ebî Kesîr (132) hakkında ise İbn Hacer el-Asqalânî (852) şunları yazmaktadır:

"Siqatun, sebetun lâkinnehu yudellisu ve yursilu: Güvenilir, sağlamdır ancak tedlîs ve irsal yapar" Tedlîs, hadis rivayetinde yanıltıcı eksiklikler (karanlık yönler) bırakmaktır İrsal ise -bazılarına göre- bir ravinin görmediği, buluşmadığı bir kimseden hadis rivayet etmesidir(Teqribu't-tehzib, İbn Hacer el-Asqalani, Beyrut, 975, c.2. s.356)
Görüldüğü üzere hadisin senedi bütünüyle sağlam ravilerden oluşmamıştırYanıltıcı bir eksiklik olduğu diğer rivayetlerde ortadır.

Ayrıca hadisin, başka sahabelerce aynı lafızlarla rivayet edilmemesi onun âhâd bir rivayet olduğunu ortaya çıkarır Âhâd haberin ise itikadı konularda hüccet sayılmadığı -sözde ehli hadislerce değil gerçek ehlince-bilinen bir hususturVarmı başka bir sahabeden bu lafız ? Haşa !bizde bu rivayeti yok saymıyoruz ki?Açık bir şekilde sahih nasıl anlaşılır onu konuşuyoruz
Diğer varyantlar ki yukarıda gösterdik ,bir noktayı açık biçimde göstermektedir: "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen bu rivayet kesinlikle mana ile aktarılmıştır. Bir diğer deyişle, Efendimiz (s.a.v) ile cariye arasında geçen konuşmanın, raviler tarafından kendi anladıkları lafızlarla aktarılması sonucunda, teknik tabiriyle "ızdırab" dediğimiz durum ortaya çıkmıştır ki, ehlince malum olduğu üzere, senedi sahih de olsa herhangi bir rivayetin metninde bulunan bu tür bir "uyuşmazlık", hadisi sıhhat derecesinden zaaf derecesine düşürür.
Esasen "Allah inancı" gibi bütün hassasiyetlerin başını teşkil eden bir meselede muhtelif raviler ve kaynaklar tarafından birbirinden oldukça farklı lafızlarla aktarılan "muzdarib" bir rivayettense, muhtelif bağlamlarda varit olmuş yukarıdaki rivayetleri ve benzerlerini esas almak akla da, dinî hassasiyete de, Hadis tekniğine de en uygun olan yoldur.
 
Üst Ana Sayfa Alt