Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Al-i İmran Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
3- AL-İ İMRAN SÛRESİ

Ayetlerinin sayısı ittifakla 200 olan bu sure-i celile İbn Abbâs'tan bir çoklarının rivayetine göre Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur. İçinde Mekke'de inmiş olan âyet yoktur. Al-i İmrân ismi yanında el-Emân, el-Kenz, el-Ma'niyye, el-Mucâdele, el-İstiğfar isimleri de vardır. el-Bakara ile birlikte ikisine ez-Zehrâveyn de denilir. Saîd ibn Mansûr bu sûrenin Tevrat'taki isminin "Tayyibe" olduğunu söylemiştir.[1] Başından itibaren 83 âyet veya 35 âyet[2] Necran hey'eti hakkında inmiştir ki mübâhele âyeti denilen 61. âyetin nüzul sebebini verirken geniş olarak anlatılacaktır.[3]

7. Sana kitabı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onun te'viline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar...

İbn Cerîr et-Taberî'nin Müsennâ kanalıyla Rebî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Necran hristiyanları hey'eti Hz. Peygamber (sa)'e geldiklerinde onunla tartıştılar ve dediler ki: "Sen zannetmiyor musun ki İsa Allah'ın kelimesidir ve O'ndan bir ruhtur?" Hz. Peygamber (sa): "Evet öyledir." buyurunca "İşte bu bize yeter." dediler de Allah Tealâ: "İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onun te'viline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar." âyetini, sonra da "Muhakkak İsa'nın misali Allah katında Adem'in misali gibidir..." (Ali İmrân, 3/59) indirdi.

Bazı kimseler de bu âyetin Ebu Yâsir ibn Ahtab, kardeşi Huyey ibn Ahtab ve yahudilerden bir grup hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Buna göre onlar, Hz. Peygamber (sa)'in ve ümmetinin eceli konusunda tartışmışlar ve Elif Lâm Mîm, Elif Lâm Mîm Sâd, Elif Lâm Râ gibi âyetlerden bunu öğrenmek ve çıkarmak istemişler de bunun üzerine nazil olmuş.[4]

Suyûtî ed-Durru'l-Mensûr'unda bu rivayete biraz daha açıklık getirmiştir. Şöyle ki: Bir yahudi, Hz. Peygamber (sa) Bakara Sûresinin ilk âyetlerini "Elif lâm Mîm, Bu kitab, işte bu kitabda hiç şüphe yoktur..." âyetlerini okurken gelir, daha sonra da bu duyduklarını yahudi Ebu Yâsir ibn Ahtab'a söyler. Yâsir de kardeşi Huyey ibn Ahtab'ın yanına geldiğinde -ki beraberinde yahudilerden bir topluluk da varmış- "Biliyor musun? kendisine indirilenler içinde Muhammed'in "Elif lâm Mîm, Bu kitab, işte bu kitabda hiç şüphe yoktur..." diye okuduğunu duydum." der. Huyey: "Gerçekten böyle okuduğunu işittin mi?" sorusuna evet, cevabı alınca kalkar ve yanındaki yahudilerle birlikte Hz. Peygamber (sa)'in yanına gelir. "Sana indirilenler içinde "Elif Lâm Mîm, Bu kitab, işte bu kitabda hiç şüphe yoktur..." şeklinde bir şeyler okuduğun bize söylendi, gerçekten öyle mi?" diye sorarlar. Hz. Peygamber: "Evet, doğru duymuşsunuz." buyurur. "Peygamberlerin bununla gönderildiği kesindir ama senin dışında hiçbir peygambere hükümranlığının süresi nedir, ümmetinin ömrü ne kadardır açıklandığını bilmiyoruz. Elif bir'dir, lâm otuzdur, mîm de kırktır; toplam 71 sene eder." derler. Sonra Huyey Efendimiz (sa)'e döner ve sorar: "Ey Muhammed, yanında bu Elif Lâm Mîm'den başkası var mı?" Hz. Peygamber (sa): "Evet, Elif Lâm Mîm Sâd var." buyurur. Huyey: "Bu daha uzun ve ağır; Elif bir, Lâm otuz, Mîm kırk, Sâd doksan, toplam 131 (herhalde 161 demek istemiştir) eder. Peki yanında bundan başkası var mı?" der. Efendimiz (sa): "Evet, Elif Lâm Râ var." buyurur. Huyey: "Bu daha uzun ve ağır; Elif bir, Lâm otuz, Râ ikiyüz'dür, toplam 231 sene eder. Bunun yanında başkası da var mı?" der. Hz. Peygamber (sa): "Evet, Elif Lâm Mîm Râ var." buyurur. Huyey: "Bu daha uzun ve ağır, 271 sene eder." der ve devam eder: "Senin durumun bize karışık göründü; bilemedik ki sana az mı yoksa çok mu ömür verildi?" Sonra da arkadaşlarına: "Kalkın bu adamın yanından." der. Yâsir de kardeşine ve yanındakilere: "Nereden bileceksiniz ki, belki Muhammed'e bunların hepsi de verilmiştir; 71, 131, 231, 271; toplam 704 sene eder." deyince "Bu adamın durumu doğrusu bize karışık geldi." derler. Onlar zannediyorlar ki "Sana kitabı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir..." âyet-i kerimesi onlar hakkında nazil olmuştur.[5]

Taberî bu iki nüzul sebebini de zikrettikten sonra ikincisinin, yani yahudiler hakkında nazil olduğunu anlatan rivayetin daha çok tercihe şayan olduğunu; Hz. İsa'nın durumunun Allah Tealâ tarafından zaten peygamberine bildirilip beyan edildiği için aslında müteşâbih olmadığını, halbuki bu ümmetin ve peygamberinin ecelinin hiç kimseye hiçbir şekilde bildirilmediği için müteşâbih, Hurûf-ı mukatta ile buna ulaşmaya çalışmanın da fitne olmasının daha uygun olduğunu söylemektedir.[6]

12. O küfredenlere de ki: Yakında mağlûp olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. O, ne kötü döşektir.
13. Karşılaşan o iki topluluk hakkında sizin için muhakkak bir ibret vardır. Onlardan bir topluluk Allah yolunda savaşıyor, diğeri ise kâfir idi. Onlar öbürlerini gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah kimi dilerse onu yardımıyla te'yid eder. Hiç şüphesiz bunda basiret sahipleri için ibret vardır.
Kelbî'nin Ebu Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre Medineli yahudiler Bedr Gazvesinde Allah'ın Rasûlü Mekke müşriklerini mağlûp edince: "Vallahi bu bize Musa'nın müjdelediği ve kitabımızda niteliklerini bulmakta olduğumuz, sancağı asla yere düşmeyecek olan ümmî peygamber.' deyip onu tasdik etmek ve ona tâbi olmak istediler. Ancak içlerinden bazısı: "Hele durun bakalım, acele etmeyelim. Bir ikinci savaşını görelim." dediler. Uhud Gazvesi olup da Hz. Peygamber (sa)'in ashabı bozulunca, sancakları yere düşünce aralarında tekrar konuştular ve: "Hayır, vallahi bu o değilmiş." dediler. Şekavetleri galip geldi, müslüman olmadılar. Üstüne üstlük Hz. Peygamber (sa) ile yapmış oldukları ve henüz süresi dolmamış olan antlaşmayı da bozdular. İçlerinden Ka'b ibn Eşref altmış atlı ile Mekke müşriklerine Ebu Süfyan ve ashabına varıp onları tebrik ettiler, güçlerini birleştirmeyi teklif ettiler ve: "Sözümüz bir olsun." dediler, sonra da Medine'ye döndüler. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.[7]

Muhammed ibn İshak ibn Yesâr der ki: Hz. Peygamber Bedr'de Kureyşlileri mağlûp edip Medine'ye döndüğünde yahudileri (Kaynukâ oğullarının pazar yerinde) topladı ve: "Ey yahudiler topluluğu, Bedr günü Kureyş'in başına geleni Allah'ın sizin de başınıza getirmesinden sakının ve onların başına gelen sizin de başınıza gelmeden müslüman olun. Biliyorsunuz ki ben, Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Beni peygamber olarak göndereceğini Allah'ın size va'detmiş olduğunu kitabınızda buluyorsunuz" buyurdu. Yahudiler: "Ey Muhammed, Kureyş gibi tecrübesiz, savaş ilmini bilmeyen bir kavimle savaşıp onları yenmen seni aldatmasın. Allah'a yemin olsun, bizimle karşılaşıp savaşmış olsaydın bizim nasıl insanlar olduğumuzu anlardın. Sen henüz bizim gibisiyle karşılaşmadın" dediler de bunun üzerine Allah Tealâ: "O küfredenlere de ki: Yakında mağlûp olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz... Onlardan bir topluluk Allah yolunda savaşıyor, diğeri ise kâfir idi." âyetlerini indirdi. Bu, İkrime ve Saîd ibn Cubeyr tarafından İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.[8] Hadisi Ebu Davud da Sünen'inde Musarrif ibn Amr kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetle tahric etmiştir.[9]

İkrime'den gelen ikinci bir rivayette de o şöyle demiştir: Bedr Gazvesi günü yahudi Finhâs: "Muhammed, Kureyş'i yendim ve onları öldürdüm diye hiç sevinmesin. Kureyş savaşı iyi bilmediği için böyle oldu." dedi de bu âyet "O küfredenlere de ki: Yakında mağlûp olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. O, ne kötü döşektir.." âyet-i kerimesi nazil oldu.[10]

Ebu Salih'ten gelen başka bir rivayette ise bu âyet-i kerime, yahudilerin, müslümanların Uhud'da mağlûp olmasına sevinmeleri üzerine nazil olmuştur.[11]

15. De ki; "Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvaya erenler için Rableri katında altından ırmaklar akan cennetler, ki orada sonsuz olacaklardır, tertemiz temizlenmiş eşler ve Allah'tan da bir hoşnutluk. Allah kullarına Basîr'dir.

"Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara, ekinlere olan sevgi insanlar için bezenip süslenmiştir..." (Ali İmrân, 3/14) âyet-i kerimesi nazil olunca Hz. Ömer: "Ey Rabbim, şimdi, bunları bize neden süsledin!?" dedi de "De ki: Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[12]

18. Allah, kendinden başka hiçbir ilâh olmadığına, adaleti ayakta tutarak şehadet eyledi. Melekler ve ilim sahipleri de. O, yegâne ilâhtır. O, Azîz'dir, Hakim 'dir.

Kelbî anlatıyor: Hz. Peygamber Medine-i Münevvere'de peygamber olarak ortaya çıktığında Şam papazlarından ikisi Medine-i Münevvere'ye geldiler. Medine şehrini görünce birisi arkadaşına: "Bu şehir, âhir zamanda çıkacak peygamberin şehrine ne kadar benziyor!" dedi. Hz. Peygamber (sa)'in yanına girince daha önceden bildikleri vasıflarıyla tanıdılar ve: "Sen Muhammed misin?" dediler. Efendimiz (sa): "Evet." buyurdu. "Sen Ahmed misin?" diye sordular, Efendimiz (sa): "Evet." buyurdular. Onlar: "Saha bir şehadeti soracağız. Eğer o şehadeti bize haber verirsen sana iman edip seni tasdik edeceğiz." dediler. Hz. Peygamber (sa):" Sorunuz." buyurdular da onlar: "Allah'ın kitabındaki en büyük şehadeti bize haber ver." dediler de Allah Tealâ, peygamberine: "Allah, kendinden başka hiçbir ilâh olmadığına, adaleti ayakta tutarak şehadet eyledi. Melekler ve ilim sahipleri de." âyetini indirdi.[13] O iki papaz müslüman olup Hz. Peygamber (sav)i tasdik ettiler.

Saîd ibn Cubeyr'den rivayette o şöyle diyor: Ka'be'nin çevresinde Arap kabilelerinden her birinin bir veya iki putu olmak üzere 360 tane put vardı. Bu âyet nazil olunca Allah'a secde ederek yerlere kapanmışlar.[14]

19. Hiç şüphesiz Allah katında din İslâm 'dır...

Ebu Süleyman ed-Dimaşkî der ki: Yahudiler yahudilikten daha üstün bir din olmadığını, hristiyanlar da hristiyanlıktan daha üstün bir din olmadığını iddia edince bu âyet-i kerime nazil oldu. [15]

23. Kendilerine kitabdan bir pay verilmiş olanları görmedin mi ki aralarında hüküm vermesi için Allah'ın kitabına çağrılıyorlar da sonra onlardan bir zümre arkasını çevirip gidiyor. Onlar böyle yüz çevirmeyi âdet edinmiş kimselerdir.

Bu âyetin nüzul sebebinde ihtilâf edilmiştir. Şöyle ki:
Suddî der ki: Hz. Peygamber (sa) yahudileri İslâm'a çağırmıştı. Nu'mân ibn Evfâ: "Gel, papazlara gidelim hakkımızda onlar hüküm versin." dedi. Efendimiz (sa): "Hayır, aksine gel Allah'ın kitabının hükmüne gidelim" buyurdu. O fikrinde ısrar ederek: "Hayır, illâ papazların hükmüne müracaat edelim." dedi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[16]

Saîd ibn Cubeyr ve İkrime'nin îbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: Allah'ın Rasûlü (sa) yahudilerin Tevrat okudukları evde bir grup yahudinin yanına girdi ve onları Allah'a (Allah'ın hak dinine) çağırdı. İçlerinden Nuaym (veya Nu'rnân)[17] ibn Amr ve Haris ibn Zeyd: "Ey Muhammed sen hangi din üzeresin?" diye sordular. Hz. Peygamber (sa): "İbrahim'in dini üzereyim." buyurdu. Onlar: "İbrahim yahudi idi." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Haydi Tevrat'a gelin, sizinle bizim aramızda hakem olsun," deyince kabul etmemişler ve Allah Tealâ da bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[18]

Kelbî der ki: Hayberlilerden zina eden iki kişi ve yahudilerin bu iki zinakârın haddini Hz. Peygember (sa)'e sormaları hakkında nazil olmuştur

Vahidî en-Neysâbûri, age. s. 70). Kelbinin bu kavli Râzide İbn Abbâs'tan daha geniş bîr şekilde rivayetle yer almaktadır. Şöyle ki:

Yahudilerden bir erkekle bir kadın zina etmişlerdi- İkisi de şerefli kimselerdi. Kitablarında bu suçun cezası da taşlanarak öldürülmekti. Ancak bu sefer zina edenler şerefli kimseler olunca recmetmek istemediler de belki recmi terketmek üzere dininde bir ruhsat vardır umuduyla mes'eleyi Hz. Peygamber (sa)'e getirdiler. Ama Hz. Peygamber (sa) de ikisi hakkında recm ile hükmetti. "Bu hükmünle bize zulmettin ey Muhammed, bizim üzerimize recm yoktur." diyerek bu hükmü inkâr ettiler de Hz. Peygamber (sa): "Aramızda Tevrat hakem olsun, onda recm var. İçinizde en bilgili kim?' diye sordu. "Fedekli Abdullah ibn Sûriyâ'dır." dediler. İbn Sûriyâyı getirdiler, bir de Tevrat hazır ettiler. İbn Sûriyâ Tevrat'ı okurken recm âyetine gelince oraya (üzerine) elini koyarak okumadan atlamak istedi de Abdullah ibn Selâm: "Recm âyetinin yerini geçti ey Allah'ın Rasûlü." dedi ve İbn Sûriyâ'nın elini koyduğu yerden kaldırdı ve recm âyetini buldular. Hz. Peygamber (sa) o iki zina eden yahudinin recm edilmesini emretti de recm olundular. Yahudilerin bu hadiseye çok öfkelenmeleri üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. [19]
Buhârî bu hadiseyi Al-i İmrân 93 âyetinin tefsirinde şöyle zikrediyor: Abdullah ibn Ömer'den rivayet ediliyor: Yahudiler, zina etmiş olan bir erkekle bir kadını (haklarında hüküm vermesi için) Hz. Peygamber (sa)'e getirmişlerdi. Hz. Peygamber (sa) onlara: "Sizden zina edenlere ne yaparsınız?" diye sordular. Onlar: "İkisinin de yüzlerini siyaha boyarız ve döveriz." dediler. "Tevrat'ta recmi bulmuyor musunuz?" buyurdular, onların: "Hayır, onda bir şey bulmuyoruz." demeleri üzerine Abdullah ibn Selâm: "Yalan söylediniz, eğer doğru sözlüler iseniz getirin Tevrat'ı da okuyun." dedi. Tevrat'ı getirdiler, açtılar, Tevrat'ı okuyan hahamları elini recm âyetinin üzerine koyarak öncesindeki ve sonrasındaki âyeti okumaya başladı, recm âyetini ise okumadı. Abdullah ibn Selâm'ın işaretiyle elini recm âyeti üzerinden kaldırınca Abdullah ibn Selâm: "Bu nedir? Recm âyeti değil mi?" dedi. Bunu görünce: "Bu recm âyetidir." dediler. Hz. Peygamber (sa) de o ikisinin recmedilmelerini emretti ve Mescid-i Nebevi yanında cenazelerin konulup cenaze namazının kılındığı yerin yakınında taşlanarak öldürüldüler. İbn Ömer der ki: O iki yahudinin taşlanarak öldürüldüklerini gördüm. Erkek, kadına doğru eğilmiş onu taşlardan korumaya çalışıyordu.[20]
Nakkaş'ın kaydettiğine göre ise yahudilerden bir cemaat hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Hz. Peygamber (sa) onları İslâm'a çağırmış, onlar: "Biz, hidayete senden daha lâyıkız. Allah ancak İsrail oğullarından peygamber göndermiştir." diyerek Hz. Peygamber (sa)'in peygamberliğini inkâr edince Efendimiz (sa): "O halde Tevrat'ı çıkarın bakalım, benim vasıflarım onda var." buyurmuş ta yahudiler bunu kabul etmemişler ve âyet bunun hakkında nazil olmuş.[21]

26. De ki: "Ey hükümranlığın sahibi Allah'ım, sen hükümranlığı dilediğine verirsin, hükümranlığı dilediğinden söküp alırsın. Kimi dilersen aziz kılar, kimi dilersen zelil kılarsın. Hayır yalnız Senin elindedir. Hiç şüphesiz Sen her şeye Kadîr'sin.

İbn Abbâs ve Enes ibn Mâlik derler ki: Allah Tealâ Rasûlü (sa)'ne Mekke'nin fethini nasîb edip de Hz. Peygamber (sa) ümmetine Rum ve Fars hükümranlıklarını va'dedince münafıklar ve yahudiler: "Heyhat, heyhat! İran ve Rum'ların hükümranlığı nerede Muhammed nerede! Onlar Muhammed'in hükümranlığı altına girmeyecek kadar güçlü ve sağlam. Mekke ve Medine Muhammed'e yetmemiş mi ki Rum ve İran mülküne tamah ediyor?" dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[22]

Katâde'den rivayete göre Hz. Peygamber Allah Tealâ'dan İran ve Rum hükümranlığını ümmetine bahşetmesini istemişti. Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[23]
Ahzâb (33/12) âyetinin nüzul sebebi olan hâdisenin aynı zamanda bu âyet-i kerimenin de nüzul sebebi olduğu rivayet edilmektedir. Şöyle ki:
Taberî'nin tefsirinde İbn Beşşâr kanalıyla Amr ibnu'l-Avf el-Muzenî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) Ahzâb Gazvesi (Hendek Savaşı) senesi hendeği çizdi: Harise oğulları tarafından Ecmu'ş-Şeyhayn'den Mezâz'a kadar hendek kazılacaktı. Sonra her on kişiye 40 kulaç olmak üzere kazma işini taksim etti. Selman el-Fârisî'nin hangi grupta olacağında Muhacirin ve Ansar ihtilâf ettiler. Selman güçlü kuvvetli birisiydi ve Muhacirin "Selman bizdendir." diyor, Ansar: "Selman bizdendir." diyorlardı. Hz. Peygamber (sa): "Selman bizden, ehl-i beyttendir." buyurdu. Amr ibn Avf der ki: Ben, Selman, Huzeyfe İbnu'l-Yemân, Nu'mân ibn Mukrin el-Muzenî ve Ansar'dan dört kişi birlikte bir kırk kulacı kazıyorduk. Üç katın altında kazmaya devam ederken Allah hendeğin içinden karşımıza beyaz, çakmaktaşından bir kaya çıkardı. Külünklerimizi kırdı, biz onu kıramadık. "Ey Selman, Allah'ın Rasûlü (sa)'ne çık, bu kayanın durumunu ona haber ver. Hendeğin yolunu mu değiştirelim, yoksa ne yapmamızı emreder? Biz, hendeğin çizgisini değiştirmek istemiyoruz." dedik. Selman, Hz. Peygamber (sa)'e çıktı, Efendimiz üzerine bir gölgelik kurmakla meşgul imiş. "Ey Allah'ın elçisi, babamız anamız sana feda olsun, hendeğin içinden beyaz çakmaktaşından bir kaya çıktı, külünklerimizi kırdı, biz onu kıramadık. Küçük veya büyük bir parça bile koparamadık. Bize o konuda emrin nedir? Doğrusu biz hendek için çizmiş olduğun çizgiden çıkmak istemedik." dedi.
Allah'ın Rasûlü, Selman'la birlikte hendeğe indi, biz dokuz kişi hendeğin ucunda onlara bakıyorduk. Efendimiz (sa) Selman'dan kazmayı aldılar ve kayaya öyle bir vurdular ki ondan bir şimşek çaktı sanki karanlık bir evin ortasındaki bir lâmba gibi Medine vadisini aydınlattı. Allah'ın Rasûlü (sa) bir fetih tekbiri getirdi, müslümanlar da peşinden tekbir getirdiler. Sonra Rasûlullah (sa) kayaya ikinci kere vurdu. Kazmanın kayaya çarpmasıyla yine bir şimşek çaktı ki sanki karanlık bir evdeki lâmba gibi Medine vadisini aydınlattı. Rasûlullah (sa) bir fetih tekbiri getirdi, müslümanlar da peşinden tekbir getirdiler. Sonra Allah'ın Rasûlü (sa) üçüncü kez kayaya vurdu ve onu kırdı, ondan yine bir şimşek çakıp Medine vadisini aydınlattı, sanki karanlık bir evin ortasındaki bir lâmba gibi. Allah'ın Rasûlü (sa) yine bir fetih tekbiri getirdi.
Sonra Selman'ın elinden tutarak hendekten çıktı. Selman: "Ey Allah'ın elçisi, anam babam sana feda olsun, şimdiye kadar hiç görmediğim bir şey gördüm." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa) kavme döndü ve: "Selman'ın söylediğini sîz de gördünüz mü?" diye sordu, "Anamız babamız sana feda olsun ey Allah'ın elçisi, gördük ki kayaya vurdun, ondan dalga gibi bir şimşek çaktı, senin tekbir getirdiğini görünce biz de tekbir getirdik, bundan başka bir şey de görmedik." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Doğru söylediniz. İlk vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana Hîre saraylarını ve Kisrâ'nın Medâin'ini aydınlattı. Onlar sanki köpek dişleri gibiydiler. Cibril bana haber verdi ki ümmetim onlara galip gelecek. Sonra ikinci vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana Rum ülkesindeki kırmızı sarayları aydınlattı. Köpek dişleri gibiydiler. Cibril bana haber verdi ki ümmetim onlara galip gelecek ve onları ele geçirecek. Sonra üçüncü vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana San'â saraylarını aydınlattı. Sanki köpek dişleri gibiydiler. Cibrîl bana haber verdi ki ümmetim onları ele geçirecek. "Müjdeler olsun, Allah onları zafere ulaştıracak, müjdeler olsun, Allah onları zafere ulaştıracak." dedi, buyurdu. Müslümanlar bu müjdeye sevindiler ve: "Dosdoğru, gerçek bir va'd ile bize va'dde bulunan, bu kuşatmadan sonra bize zaferi vadeden Allah'a hamdolsun." dediler.
Medine'yi kuşatan ahzâb bozulup gidince müslümanlar: "Bu, Allah'ın ve Rasûlü'nün va'dettiğidir..." dediler. Münafıklar da: "Hiç şaşmıyor musunuz? Size hikâye anlatıyor, sizi olmayacak umutlara sevkediyor, size bâtıl va'dlerde bulunuyor. Size Yesrib'den Hîre saraylarını, Kisrâ'nın şehirlerini gördüğünü ve siz korkudan hendek kazar, yüzyüze savaşmaya güç yetiremezken sizin bunları fethedeceğinizi haber veriyor." dediler de "Hatırla o zamanı ki münafıklar ve kalblerinde hastalık olanlar: Allah ve Rasûlü'nün va'dettikleri boş bir aldatmadan ibaretmiş, diyorlardı..." (Ahzâb, 33/12) ve "De ki: Ey hükümranlığın sahibi olan Allah'ım..." âyetleri nazil oldu.[24]

Ebu Süleyman ed-Dimaşkî der ki: Yahudiler: "Vallahi biz peygamberliği İsrail oğullarından başkasına nakleden birine asla itaat etmeyeceğiz." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[25]

28. Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri kendilerine çok yakın dost edinmesin. Kim bunu yaparsa ona Allah'tan hiçbir şey (yardım) yoktur. Meğer ki onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olasınız. Asıl Allah size kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihayet Allah'adır varış.

İbn Abbâs'tan rivayete göre Ka'b ibnu'l-Eşref'in antlaşmalısı Haccâc ibn Amr, Kehmes ibn Ebi'l-Hukayk, Kays ibn Zeyd adındaki yahudiler Ansar'dan bazılarına karşı onları dinlerinde belki fitneye düşürürüz düşüncesiyle dostluk beslerlermiş. Rifâa ibnul-Munzir ibnu'z-Zubeyr (doğrusu Rifâa ibn Abdulmunzir ibn Zenber[26], Abdullah ibn Cubeyr ve Sa'd ibnu'l-Hayseme onların Ansar'dan dostlarına: "Bu yahudilerden uzak durun, onlarla birlikte olmaktan, onlara dost olmaktan sakının ki sizi dininizde fitneye düşürmesinler." demişler ve fakat onlar bu yahudilere karşı dostluk beslemekte, onlarla birlikte olmakta ısrar etmişler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[27]

Kelbî der ki: Münafıklar Abdullah ibn Ubeyy ve arkadaşları hakkında nazil oldu. Yahudileri ve müşrikleri severler, onlara dost olurlar, belki Allah'ın Rasûlü (sa)'ne karşı zafer kazanırlar umuduyla müslümanların haberlerini onlara taşırlardı. Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirdi.
İbn Abbâs'tan gelen ikinci bir rivayete göre ise bu âyet-i kerime Ubâde ibnu's-Sâmit hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Ubâde Bedr gazvesinde bulunmuş müttakî bir sahabî idi. Onun yahudilerden anlaşmalı oldukları kimseler vardı. Hendek savaşı günü: "Ey Allah'ın elçisi, yanımda beşyüz yahudi var. Benimle beraber çıkmalarını düşünüyorum. Böylece düşmana karşı onlarla daha bir güçleniriz.' dedi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[28]
Mukâtil ibn Süleyman ve Mukâtil ibn Hayyân'a göre ise bu âyet Mekke kâfirlerine dostluk ve sevgi gösteren Hâtıb ibn Beltea ve başkaları hakkında nazil olmuştur.[29]
Bu âyet-i kerimenin "müşriklerin kendisinden söylemesini istediği bazı kelimeleri söylediği zaman Ammâr ibn Yâsir hakkında" nazil olduğu da söylenmiştir.[30] Bu âyet-i kerimenin hükmünün nüzul sebebi olarak zikredilen bütün grup ve şahısları altına aldığında elbette hiç kuşku yoktur.[31]

31. De ki: Eğer Allah'ı seviyor idiyseniz bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir
Hasen'den rivayete göre Hz. Peygamber (sa) zamanında bir kavim: "Biz Allah'ı çok seviyoruz." demişler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş. Taberî, Hasen rivayetinde adı geçen kavim'in Necran hey'eti olduğunu söyler.[32]
Muhammed ibn İshak'ın Muhammed ibn Ca'fer ibnu'z-Zubeyr'den rivayetinde o şöyle demiştir: Hristiyanlar: "Biz Mesîh'e Allah'ı sevdiğimiz için saygı gösteriyor, ta'zimde bulunuyoruz." demişlerdi de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
Bu âyetin nüzul sebebi olarak gelen rivayetler içinde bunlardan biraz daha garip olanı şudur: İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Kureyşliler Mescid-i Harâm'da putlarını dikmişler, üzerlerine deve kuşu yumurtaları asmışlar, kulaklarına şeffaf kumaşlar koymuşlar onlara secde ediyorlarmış. Hz. Peygamber üzerlerine uğrayıp onları putlarına secde ederlerken görünce: "Ey Kureyş topluluğu, Allah'a yemin olsun babanız İbrahim ve İsmail milletine muhalefet ettiniz. Onlar müslüman idiler." buyurmuş. Kureyşliler: "Biz bu putlara Allah Tealâ'ya sevgimizden, bunlar bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapınıyoruz." demişler de bu âyet-i kerime nazil olmuş.[33]

32. De ki: "Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse hiç şüphesiz Allah kâfirleri sevmez.
İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: "De ki; eğer Allah'ı seviyor idiyseniz..." âyet-î kerimesi nazil olunca Abdullah ibn Ubeyy: "Muhammed kendine itaati Allah'a itaat gibi kıldı. Bize, hristiyanların İsa'yı sevdiği gibi kendisini sevmemizi emrediyor." dedi de bu âyet-i kerime nazil oldu.[34]
Hz. Peygamber (sa) yahudileri İslâm'a çağırdığında onlar: "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz. Biz Allah'ı, senin çağırdığından daha çok severiz." demişler de "De ki: Eğer Allah'ı seviyor idiyseniz..." âyeti ve bu âyet-i- kerime nazil olmuş.[35] Bunun üzerine Hz. Peygamber yahudilere bu âyet-i kerimeyi arzetmiş de kabulden imtina etmişler.[36]

33. Hiç şüphesiz Allah, Adem'i Nuh'u, İbrahim hanedanını ve İmran ailesini âlemler üzerine seçip mümtaz kıldı,
İbn Abbâs'tan rivayete göre yahudiler: "Biz, İbrahim'in, İshak'ın, Yakub'un çocuklarıyız ve onların dini üzereyiz." demişlerdi de bu âyet-i kerime nazil oldu.[37]

59. Muhakkak İsa'nın misali Allah katında Adem'in misali gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona: ol! dedi o da oluverdi..

İbn Abbâs'tan rivayet olunuyor: Necran hristiyanlarından bir hey'et gelmişti. Seyyid ve Akıb da içlerindeydi. Hz. Peygamber (sa)'e: Ey Muhammed, dostumuzu (Hz. İsa'yı kastediyorlar) zikrediyormuşsun" dediler. Hz. Peygamber (sa): "Nasıl zikrediyormuşum?" diye sordu. "Onun Allah'ın kulu olduğunu iddia ediyormuşsun." dediler. Efendimiz (sa): "Evet, O Allah'ın kuludur." buyurdu. "Hiç İsa gibisini gördün veya haber aldın mı?" dediler, sonra yanından çıktılar. Onların arkasından Cibril Allah'ın emrini getirdi: "Sana geldiklerinde onlara de ki: Allah katında İsa'nın misali aynen Adem'in misali gibidir..."
Şa'bî rivayetinde ise Necran heybetinin Hz. Peygamber (sa)'e: "Bize Meryem oğlu İsa'dan bahset, ondan haber ver." dedikleri, Hz. Peygamber (sa)'in "O, Allah'ın Meryem'e ilka eylediği (bıraktığı) bir kelimesidir." buyurduğu ve onların "İsa'nın bunun üstünde olması gerekir." demeleri üzerine "Hiç kuşkusuz İsa'nın misali Adem'in misali gibidir..." âyetinin; "İsa'ya, Adem gibi olmak yaraşmaz." demeleri üzerine de "Artık sana bu ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında tartışırsa..." âyet-i kerimesinin nazil olduğu kaydedilmiştir.[38]

Bu hadise ile ilgili Katâde rivayeti de şöyledir: Necran halkının iki efendisi ve papazları Seyyid ve Akıb Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve Ona İsa'yı sordular: "Her adem oğlunun bir babası var. İsa'nın durumu nedir ki babası yok?" dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.
Bu konudaki Suddî rivayeti biraz daha farklı olup Necrân'dan gelenleri dört kişi olarak vermektedir. Buna göre: Hz. Peygamber, kendisine peygamberlik verilip de risaletini etrafa yaymaya başlayınca Necranlılar da duydular ve onların en hayırlılarından dört kişi Efendimiz (sa)'e geldiler: Seyyid, Akıb, Masergis ve Marihar. Bunlar Hz. Peygamber (sa)'e İsa hakkında ne dediğini sordular. Allah'ın Rasûlü (sa): "O, Allah'ın kulu, ruhu ve kelimesidir." buyurdu. Onlar, hayır dediler "Ve fakat o Allah'tır. Krallığından indi, Meryem'in içine girdi, sonra oradan çıktı, bize kudretini ve emrini gösterdi. Sen hiç babasız olarak yaratılmış bir insan gördün mü?" Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[39]

Aslında âyet-i kerime tamamen Necran hristiyanları hey'eti ve onların Hz. Peygamber (sa) ile münakaşaları etrafındaki konuları ihtiva etmekle birlikte Suddî rivayeti sanki başka bir sefer daha olmuş, Necranlılar hicretin dokuzuncu senesinde olan bu ziyaretleri dışında ve daha önce bir kere daha gelmişler zehabını vermektedir. Seyyid ve Akıb'ın Medine-i Münevvere'ye daha önce bir kere daha gelmiş olmaları caiz ise de aslında hadise tarihi kayıtlara bir kere vuku bulmuş olarak geçmiştir. Suddî rivayetini bu çerçevede değerlendirmek ve zikredilen diğer iki necranlının da münakaşalara katılmamakla birlikte Seyyid ve Akıb'la birlikte bu seferde bulunduklarını kabul etmek rivayetler arasını birleştirmek için yeterlidir. Yani bu âyet-i kerime de diğer Necran hey'eti hakkında inen 80 küsur âyetten birisidir ve münakaşa konularından birine açıklık getirmektedir ve aslında Hz. İsa konusunda bu mealdeki iddia ve münakaşalar bitmediğine ve hattâ daha da alevlendiğine göre Hz. İsa'nın ulûhiyyetini iddia eden bütün hristiyanlar bu âyet-i kerimenin hükmü altına girmektedir.[40]

61. Artık sana ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında çekişirse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da dua ve niyazda bulunup Allah'ın lanetini yalancıların üzerine kılalım.

Bu hadise İslâm tarihinde Yemen Necranı hristiyanları Hey'etinin Medine-i Münevvere'ye gelmesi ve bu hey'et ile Hz. Peygamber arasında yapılan tartışmalarda kendilerine getirilen bütün delillere karşı küfür ve inatlarında ısrar edip İslama gelmemeleri üzerine Hz. Peygamber tarafından Allah'ın emriyle karşılıklı lânetleşmeye çağrılmaları (Mübâhele) ve onların da bundan çekinerek cizye vermeyi kabul edip kabilelerine dönmeleri hadisesi olarak meşhurdur ve hicretin dokuzuncu senesinde meydana gelmiştir.

Şimdi özellikle bu âyetin, genelde ise bu sûrenin başından itibaren bir rivayete göre otuz küsur, bir rivayete göre de 83 âyetin nüzulüne sebep olan hadise ile ilgili rivayet ve ayrıntılara bakalım:

İbn İshâk der ki: Necran hristiyanları hey'eti altmış binitli olarak Rasûlullâh (as)’a geldiler. İleri gelenlerinden ondördü içlerindeydi. Bunlar: Akıb olarak bilinen Abdulmesîh, Seyyid olarak bilinen el-Eyhem, Bekr ibn Vâil oğullarından Ebu Harise ibn Alkame, Uveys (veya Evs), Haris, Zeyd, Kays, Yezîd, Nebîh, Huveylid, Amr, Hâlid, Abdullah ve Yuhannes idiler. Bunların esas söz sahibi olanları da şu üçüydü:

l. Akıb: Hey'etin başkanı, görüşlerinin sahibi ve her konuda kendisine danışılan kişiydi. Ancak onun görüşü ile hareket ederlerdi.

2. Seyyid: Vezirleri ve toplantılarının sahibiydi.

3. Ebu Harise ibn Alkame: Piskoposları, imamları ve medreselerinin sahibi idi. Bekr ibn Vâil oğulları araplarından olup hristiyanlığı kabul etmiş, dininde salâbeti ve ilminin derinliğini bildikleri için rumlardan ve krallarından çok ikram ve ihsanlara nail olmuş, kendisi için kiliseler ve medreseler yapılmış, kendisine mal ve hizmetçiler verilmişti. Bu Ebu Harise, okumuş olduğu eski kitablardan Hz. Peygember (sa)'in vasıflarını ve durumunu çok iyi bilmesine rağmen bulunduğu makam ve gördüğü muamele sebebiyle İslâm'a gelmiyor, hristiyanlıkta kalmaya devam ediyordu. Bu hey'et içinde kardeşi Kürz ibn Alkame de bulunuyordu.

Bunlar ikindi namazı kılınırken Medine-i Münevvere'ye geldiler, üzerlerinde yemenli süslü elbiseleri, cübbeleri, ridâları vardı. Mescid-i Nebevî'de Rasûlullâh (sa)'ın yanına girdiler. Onları gören sahabeden bazıları diyorlar ki: O kadar güzel ve gösterişli giyinmişlerdi ki ne onlardan önce, ne de onlardan sonra onlardan daha gösterişli bir hey'et görmedik."

Kendi namaz (ibadet) vakitleri gelince Mescid-i Nebevî'de namaz kılmak üzere kalktılar. Efendimiz (sa): "Bırakınız kılsınlar." buyurdu. Mescid'de doğuya doğru yönelerek namazlarını kıldılar. Allah'ın Rasûlü (sa) onlardan Ebu Harise ibn Alkame ve Akıb Abdulmesîh ile veya Seyyid el-Eyhem ile konuştu. Onlar, hristiyanlıktan melik'in dini üzere (yani Melkânî) idiler. Dediler ki: İsa Allah'tır, İsa Allah'ın oğludur, İsa üçün üçüncüsüdür. Bu sözlerini şöyle delillendirdiler:

"O Allah'tır." sözü hakkında: "O, ölüleri diriltir, hastaları iyileştirir, gâibden haber verir, çamurdan kuş şekli yapar, ona üfürür, o da kuş olurdu." dediler.

"O Allah'ın oğludur." iddiaları hakkında şunları söylediler: "Onun, bilinen bir babası yoktur. Kendisinden önce Adem oğlundan hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yapmış, beşikte konuşmuştur."

"O, üçün üçüncüsüdür." iddiaları hakkında da: "Allah Tealâ'nın: "Yaptık, ettik, emrettik, yarattık, hükmettik." şeklindeki sözlerini delil getirerek "Şayet bir olsaydı yaptım, hükmettim, emrettim, yarattım, derdi. Halbuki O, kendisi, İsa ve Meryem'den ibarettir." dediler.

Hz. Peygamber bunlara: "İslâm'a geliniz, müslüman olunuz." buyurdu "Biz zaten müslümanız." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Siz müslüman değilsiniz, İslâm'a giriniz." buyurdular. Onlar yine: "Hayır, biz senden önce müslüman olduk." dediler. Efendimiz (sa): "Yalan söylediniz, Allah'a oğul isnad etmeniz, haça tapınmanız (veya secde etmeniz) ve domuz eti yemeniz (Hasen'den gelen bir rivayette "domuz eti yemeniz" yerine "içki içmeniz"),[41] İslâmınızı engelliyor." buyurdular.

Bütün bunlara rağmen dinlerinde kalmakta inat ve ısrarla sorularına devam ettiler: "Ey Muhammed madem öyle İsa'nın babası kim?" dediler. Hz. Peygamber sustu, cevap vermedi de Allah Tealâ onların her bir sözleri, iddiaları hakkında Al-i İmrân sûresinin başından itibaren seksen küsur âyeti inzal buyurdu.

Hz. Peygamber (sa) ile aralarında tartışma şöyle devam etti: Hz. Peygamber onlara sordu: "Bilmiyor musunuz Allah asla ölmeyecek olan Diri'dir, İsa ise fânidir." Onlar: "Evet biliyoruz, öyledir, dediler. Efendimiz: "Bilmiyor musunuz, babasına benzerliği olmayan hiçbir çocuk yoktur." buyurdu, "Evet biliyoruz, öyledir." dediler. Efendimiz (sa): "Bilmiyor musunuz Rabbımız herşeye Kayyûm'dur, onu korur, rızıklandırır. Halbuki İsa bunlardan hiçbir şeye mâlik midir?" diye sordu, onlar: "Hayır malik değildir." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Bilmiyor musunuz, Allah Tealâ'ya yerde ve gökte hiçbir şey gizli değildir. İsa ise Allah'ın kendisine bildirdiğinden başka bunlardan bir şey bilir mi?" diye sordu, "Hayır bilmez." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Rabbımız İsa'yı ana rahminde dilediği gibi şekillendirdi, bunu biliyor musunuz?" diye sordu, onlar yine: "Evet biliyoruz." dediler. Allah'ın Rasûlu (sav): "Rabbımız yemez, içmez, hadesten münezzehtir, bunu da biliyor musunuz?" buyurdu, onlar: "Evet, biliyoruz." dediler. Efendimiz (sa)'in: "İsa'ya anası, bir kadının hâmile olduğu gibi hâmile olmuş, bir kadının çocuğunu doğurması gibi onu doğurmuş, o da bir bebeğin gıda aldığı, beslendiği gibi beslenmişti ve hades de yapardı. Bunları da biliyorsunuz değil mi?" sorusuna da "Evet biliyoruz." diye cevap verince Efendimiz (sav): "O halde İsa, zannettiğiniz gibi nasıl (ilâh ve Allah'ın oğlu) olur?" buyurdu, sustular, cevap veremediler. Ama sonra yine inat ettiler ve: "Ey Muhammed, sen İsa'nın Allah'ın bir kelimesi ve O'ndan bir ruh olduğunu söylemiyor musun?" dediler. Efendimiz (sav)'in: "Evet." cevabı üzerine: "Eh, bu bize yeter." deyip inkârda devam ettiler. (Bunun üzerine "Allah O Allah'tır ki yegâne ilâh O'dur, Hayy'dır, Kayyûm'dur..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[42]
Nihayet Allah Tealâ: "Artık sana ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında çekişirse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da dua ve niyazda bulunup Allah'ın lanetini yalancıların üzerine kılalım." âyet-i kelimesiyle Rasûlü'nü, onları mübâhele'ye, yani açıktan karşılıklı lânetleşmeye davet etmesini emretti. Hz. Peygamber (sav)'in onları müslüman olmaya, değilse lânetleşmeye daveti üzerine: "Ey Ebu'l-Kasım, bizi bırak, ne yapacağımız konusunda bir düşünelim, istişare edelim, sonra gelir o dediğini yaparız." dediler ve gittiler ve Akıb ile başbaşa kaldılar. Onların görüş sahibi olanları Akıb idi. Akib'a: "Ey Abdulmesîh, ne dersin?" dediler.Akıb (bir rivayette piskoposları olan Ebu Harise): "Ey hristiyanlar topluluğu, muhakkak biliyorsunuz ki Muhammed Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. İsa'nın haberi konusunda kesin hüküm ortaya koydu. Biliyorsunuz hiçbir kavim yoktur ki peygamberi ile lânetleşmiş olsun da büyükleri kalsın, küçükleri yetişsin. Eğer bunu yaparsanız kökünüz kazınır. Eğer bundan (lânetleşmeden) vazgeçerseniz ancak dininizi sevdiğiniz ve sahibiniz (İsa) hakkında söylediğiniz sözlerde devam etmek için böyle yapmış olacaksınız. Gidin onunla vedalaşın ve memleketinize dönün." dedi.[43]

Ertesi günü Hz. Peygamber damadı Hz. Ali'yi, kızı Hz. Fâtıma'yı, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i çağırdı ve "Ey Allah'ım, bunlar benim ehl-i beytimdir." buyurup[44] Hüseyin'i kucağına almış, Hasan'ın elinden tutmuş, arkasında Fâtıma, onun da arkasında Ali olduğu halde
Necrânlılarla mübâhelede bulunacakları yere geldiler ve Necranlıları mübahele için gelmeleri haberini götürdüler. Geldiler ve- "Ey Ebu’l-Kasım biz seninle lânetleşmemeye karar verdik." dediler. Efendimiz: "O halde müslüman olunuz. Müslüman olursanız müslümanların lehine olan sizin de lehinize, aleyhine olan sizin de aleyhinize olacaktır." buyurdular. Onlar bu teklifi kabul etmeyince Efendimiz: "O halde sizinle savaştan başka yol kalmadı." buyurdular. Onlar (bir rivayette Akıb ve Seyyid): "Bizim araplarla savaşacak gücümüz yok. Bizimle savaşmaman, bizi dinimizde serbest bırakman karşılığında sana her sene bini Safer'de, bini de Receb'de ödenmek üzere iki bin hülle ve demirden 30 zırh (cizye) vermek üzere bizimle barış yapar mısın?" dediler. Efendimiz de bunu kabul ederek onlarla barış yaptı. Bunun üzerine onlar: "Ashabından senin hoşnut olduğun emîn birini bizimle gönder de mallarımızda herhangi bir konuda ihtilâfımız olduğunda bizim aramızda hüküm versin. Biz sizlerden hoşnuduz." dediler. Hz. Peygamber: "Size mutlaka gerçekten emîn olan birini göndereceğim. Öğleden sonra bana geliniz." buyurdular.
Onlar ayrılınca Efendimiz: "Beni hak ile gönderene yemin ederim ki helak Necran halkının üzerine sarkmıştı. Eğer lânetleşselerdi maymun ve domuzlara çevrilecekler, vadi onlar için ateşle dolacak (ya da vadi üzerlerine ateş yağdıracak), ağaçlar üzerindeki kuşlara (veya ağaçlar üzerindeki serçelere) varıncaya kadar Necran ve halkının kökleri kurutulacaktı." buyurdular.[45]

Aslında lânetleşmemeleri konusunda başkanları Akıb tarafından uyarılmış olmalarına ilâve olarak piskoposları da onları uyarmış. Hz. Peygamber (sa)'i, Hasan, Hüseyin, Fâtıma ve Ali ile gelirken görünce: "Ey hristiyanlar topluluğu, ben öyle yüzler görüyorum ki Allah'tan bir dağın yerinden izale edilmesini isteseler Allah onların bu isteğiyle o dağı yerinden kaldırırdı. Bununla mübahele etmeyin, sonra helak olursunuz." demişti.[46]
Hz. Peygamber (sa) öğle namazından sonra içlerinden emîn olan birini seçmek üzere ashabına baktılar. Huzeyfe der ki: Ashabdan her biri kendisini seçmesi için Hz. Peygamber (sa)'e görünmeye çalışıyordu. Efendimiz (sa) Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı gördü ve: "Ey Ebu Ubeyde kalk. Onlarla birlikte git ve ayrılığa düştükleri konularda onlar arasında hak ile hüküm ver’ buyurdular. O kalkınca da: "Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni Ebu Ubeyde'dir." buyurup Necran hey'eti ile onu gönderdiler.[47] Hz. Ömer şöyle dermiş: "O gün bu göreve gönderilmeyi istediğim kadar hiçbir görevi sevip istememiştim. O gün erkenden mescid-i nebevîye gittim. Efendimiz namazı kılıp da kimi göndereceğini tesbit için sağına soluna bakarken beni görsün diye uzanıyordum, ama O, Ebu Ubeyde'yi görünceye kadar aranmaya devam etti ve onu görünce de çağırıp Necrânlılarla gitmek üzere onu görevlendirdi ve böylece çok istediğim bu vazifeyi Ebu Ubeyde aldı gitti.[48]
Evet, Necranlılar bu davranışları ile aslında Hz. Peygamber (sa)'in peygamberliğini ikrar etmiş oldular ve üzerlerine konan cizyeyi kabul edip kabilelerine döndüler. Ancak onlarla birlikte gelmiş olan piskoposları Ebu Harise'nin kardeşi Kürz müslüman olup Medine-i Münevvere'de kalmış. Anlattığına göre daha yolda gelirken kardeşi Ebu Harise zaten Hz. Muhammed'in hak peygamber olduğunu biliyormuş. O şöyle anlatmış: Yolda gelirken benim bindiğim katır bir hayvanlık etti de kızdım ve Muhammed'i kastederek "Kahrolası o en uzak." dedim. Kardeşim Ebu Harise: "Hayır, aksine anan kahrolsun." dedi. Ben: "Neden kardeşim?" diye sordum. Cevaben: "Vallahi o bizim beklemekte olduğumuz peygamber." dedi. Ben: "O halde bunu biliyorsun da ondan seni alakoyan nedir?" diye sordum, "Çünkü şu krallar bize birçok servetler verdiler, ikramlarda bulundular. Şimdi buna iman etsek hepsini elimizden alırlar." Dedi.[49]

64. De ki: Ey ehl-i kitab, hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi rabler tanımayalım. Eğer yine yüz çevirirlerse deyin ki: Şahid olun, biz muhakkak müslümanlarız.

İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerime rahipler ve papazlar hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber bu âyet-i kerimeyi Habeşistan'daki Ca'fer ibn Ebî Tâlib'e göndermiş; o da Necâşî'nin de hazır bulunduğu bir mecliste Habeşistan'ın ileri gelenlerine bu âyet-i kerimeyi okumuştur.[50] Katâde, Rebî' ve İbn Cureyc özellikle Medine yahudileri hakkında nazil olduğunu söylerken Suddî, el-Hasenu'l-Basrî, İbn Zeyd ve Muhammed ibn Ca'fer ibnu'z-Zubeyr bu âyet-i kerimenin de diğerleri gibi yine Necran hey'eti hakkında nazil olduğu görüşündedirler.[51]

65. Ey ehl-i kitab, İbrahim hakkında neden çekişip duruyorsunuz? Tevrat da İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Hiç akletmiyor musunuz?

66. İşte siz onlarsınız ki hakkında bilginiz olan şeyde çekiştiniz, peki hiç bilginiz olmayanlar hakkında neden halâ çekişip duruyorsunuz? Halbuki Allah bilir, siz bilmezsiniz.

67. İbrahim ne bir Yahudi, ne de bir hristiyandı. Fakat o, Allah'ı bir tanıyan bir hanif; dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi.

İbn Humeyd kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Necran hristiyanları heyeti ile yahudi hahamları Hz. Peygamber (sa)'in huzurunda tartışmışlar; hahamlar: "İbrahim ancak bir yahudi idi." demişler, hristiyanlar: "İbrahim ancak bir hristiyandı." demişlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi.[52]

68. Gerçekten İbrahim'e insanların en yakını herhalde ona tâbi olanlarla şu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah o mü'minlerin velîsi, dostudur.

Kelbî'nin İbn Abbâs'tan, Muhammed ibn İshak'ın Abdurrahman ibn Ömer'den onun da Hz. Peygamber (sa)'in ashabından rivayetlerinde (iki rivayet içiçe geçmiş durumdadır) şöyle anlatmışlardır: Ca'fer ibn Ebî Tâlib ve arkadaşları Habeşistan'a hicret edip orada yerleşince; Hz. Peygamber de Medine-i Münevvere'ye hicret edip Bedr gazvesinde olanlar olunca Kureyşliler ne yapacaklarını istişare etmek üzere Dâru'n-Nedve'de toplandılar ve dediler ki: Sizden Bedr'de öldürülenlerin öcünü Muhammed'in Necâşî'nin yanında bulunan arkadaşlarından alabiliriz. Bir miktar mal toplayın, onu Necâşî'ye hediye olarak takdim edin, belki size yanında bulunan Muhammed'in arkadaşlarını verir, siz de onlara dilediğinizi yaparsınız. Bu iş için aranızdan sözü dinlenir iki kişi seçilsin."

Amr ibnu'l-As ve Umara ibn Ebî Muayt'ı bir takım hediyelerle gönderdiler. Bu ikisi deniz yoluyla Habeşistan'a geldiler, Necâşî'nin huzuruna girince ona secde ettiler, onu selâmladılar ve şöyle konuştular:
Arkamızda bıraktığımız kavmimiz size karşı samimi duygularla doludur, sana teşekkür ederler, işlerinin düzgün gitmesini sever ve isterler. Daha önce sana bizden gelmiş olan bir takım insanlar hakkında seni sakındırmak için bizi sana gönderdiler. Çünkü onlar yalancı bir adamın kavmidir ki o yalancı bizim içimizde çıktı, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu sanıyor ve iddia ediyor. Bizden kendisine, bir takım beyinsizler dışında hiç kimse tâbi olmadı. Aslında biz onları iyice sıkıştırmış ve topraklarımızda dar bir vadiye sığınmaya mecbur etmiştik. Hiç kimse yanlarına girmiyor, kimsenin de oradan çıkmasına müsaade etmiyorduk. Neredeyse açlık ve susuzluktan öleceklerdi. Durumları iyice ağırlaşınca amcasının oğlunu sana gönderdi ki sana senin dinini ifsad etsin, hükümranlığını ve halkını bozsun. Onlardan sakın, onları bize ver ki sana verebilecekleri zararlara karşı biz senin yerine onlara yapılması gerekenleri yapalım." Ve şunları da eklediler: "Onların senin dinini, hükümranlığını ve halkını bozmak istemelerinin alâmeti şudur ki senin yanına girdiklerinde senin din ve sünnetinden yüz çevirdikleri için sana secde etmezler, insanların seni selâmladığı gibi seni selâmlamazlar."

Necâşî onları çağırttı. Gelince Ca'fer ibn Ebî Tâlib kapıdan seslendi: "Allah'ın hizbi yanına girmek için senden izin ister." Necâşî: "Evet, izin verilmiştir, Allah'ın emanı ve zimmeti ile girin." dedi. Amr ibnu'l-As arkadaşına baktı ve: "Duymaz mısın kendi dillerinde "hizbullah" deyişlerini ve Necâşi'nin onlara cevabını!" dedi. Bu, hiç hoşlarına gitmedi. Sonra Ca'fer ve arkadaşları Necâşî'nin yanına girdiler, ona secde etmediler. Amr ibnu'l-As: "Büyüklenerek sana secde etmediklerini görmüyor musun?" dedi. Necâşî, Ca'fer ve arkadaşlarına: "Sizi bana secde etmekten ve dışarılardan gelenlerin beni selâmladığı gibi selâmlamaktan alıkoyan nedir?" diye sordu. Onlar: "Biz şimdi sadece seni ve hükümdarlığını da yaratmış olan Allah'a secde ederiz. Sana onların yaptığı selamlamayı biz daha önce putlara taparken yapardık. Ama Allah bize bir Nebiyy-i sâdık gönderdi, Allah'ın ona bildirdiği bir selâmı emretti, bu cennet ehlinin selâmlaması olan selâmdır.." Necâşî anladı ki bunların söylediği haktır, Tevrat ve İncil'de de aynen vardır "Biraz önce kapıdan "Allah'ın hizbi" diye seslenen hânginizdi?" diye sordu. Ca'fer: "O, bendim." dedi. Necâşî: "Sen konuş." dedi. Ca'fer: "Sen, yeryüzü krallarından bir kralsın ve ehl-i kitabdansın. Senin yanında çok söz de zulüm de uygun olmaz. Arkadaşlarım adına ben cevap vermek isterim. Bu iki adama emret, biri konuşsun, diğeri sussun, sen de konuşmamızı dinlersin." dedi. Amr, Ca'fer'e: "konuş." dedi. Ca'fer, Necâşî'ye: "Bu adama lütfen bir sor: Biz köleler miyiz, yoksa özgür insanlar mıyız? Eğer biz sahiplerinden kaçmış köleler isek bizi onlara geri verirsin." dedi. Necâşî, Amr'a: "Bunlar köle mi, hür insanlar mı?" diye sordu, Amr: "Hayır, onlar köle değil, şerefli hür insanlardır." dedi. Necâşî: "Kulluktan çıktınız mı?" dedi. Ca'fer: "O ikisine sorar mısın: Biz insanların haksız yere kanlarını akıttık da üzerimize kısas mı gerekiyor?" dedi. Amr: "Hayır, bir damla bile akıtmadılar." dedi. Ca'fer: "Sor onlara: "Biz haksız yere insanların mallarını aldık da geri ödememiz mi gerekiyor?" dedi. Necâşî: "Ey Amr, eğer insanlardan kantar kantar mal almışlarsa onları ben ödeyeceğim." dedi. Amr: "Hayır bir kırat bile haksız yere mal almamışlardır." dedi. Bunun üzerine Necâşî Amr'a dönerek: "O halde bunlardan ne istiyorsunuz?" diye sordu. Amr şöyle konuştu: "Biz onlarla aynı din üzere, babalarımızın dini üzere idik. Ama bunlar o dini bıraktılar ve bir başka dine tabi oldular, biz kendi dinimizde kalıp ona sarıldık. Onların kavmi, onları kendilerine geri götürmek üzere bize teslim etmeniz için bizi gönderdiler." dedi. Necâşî: "Bana doğru söyleyin; sizin daha önce üzerinde olduğunuz din nedir, tabî olduğunuz bu yeni din nedir?" diye sordu. Ca'fer: "Daha önceleri üzerinde olduğumuz din şeytanın dini ve emri idi. Biz Allah'ı inkâr eder taşlara tapardık. Kendisine döndüğümüz din ise Allah'ın dini İslâm. Onu bize Allah'ın elçisi getirdi. Bir de Meryem oğlu İsa'nın kitabı gibi, ona da uygun bir kitab getirdi." deyince Necâşî: "Ey Ca'fer, şimdi biraz dur, büyük bir şey konuştun." deyip çanı çaldı, bütün rahip ve papazların yanında toplanmalarını emretti. Papazlar ve rahipler yanında toplanınca: "İncil'i İsa'ya indiren Allah adına söyleyin, İsa ile kıyamet arasında gönderilecek bir peygamber var mı?" Onlar: "Allah için İsa bize böyle bir peygamberi müjdeledi ve: "Kim ona iman ederse bana iman etmiştir, kim onu inkâr ederse beni inkâr etmiştir." dedi." dediler. Necâşî bu sefer Ca'fer'e döndü ve: "Bu adam size ne diyor, neyi emrediyor, neyi yasaklıyor?" diye sordu. Ca'fer: "Bize Allah'ın kitabını okuyor, ma'rufu emrediyor, münkeri yasaklıyor, güzel komşuluğu, sıla-i rahimde bulunmamızı, yetime iyi davranmamızı emrediyor. Tek ve ortağı olmayan Allah'a kulluk etmemizi emrediyor." diye cevap verdi. Necâşî'nin: "Onun size okuduklarından bize bir şeyler oku." demesi üzerine Ca'fer onlara Ankebût ve Rûm Sûrelerini okudu. Necâşî'nin ve arkadaşlarının gözleri yaşardı ve: "Ey Ca'fer, bu güzel sözlerden bize daha oku." dediler. Ca'fer onlara Kehf Sûresini okudu. Bu arada Amr, Necâşî'yi kızdırmak istedi ve: "Onlar İsa ve annesine sövüyorlar." dedi. Necâşî: "İsa ve annesi hakkında ne diyorlar?" diye sordu. Ca'fer de onlara Meryem Sûresini okudu. Sûrede İsa ve Meryem hakkındaki âyetler gelince Necâşî "Vallahi bunlarla Mesîh'in söyledikleri arasında zerre kadar fark yok, Mesîh sizin şu söylediklerinizden fazla bir şey söylememiştir." dedi, sonra Ca'fer'e dönüp: "Gidin; siz benim ülkemde size sövecek veya eziyet edeceklerden emniyettesiniz." dedi ve ekledi: "Müjdeler olsun size, sakın korkmayın, bugün İbrahim'in hizbi benim korumam altındadır." "Ey Necâşî, İbrahim'in hizbi de nedir?" dediler de "Bu topluluk ve yanından geldikleri arkadaşları (Muhammed) ve onlara tâbi olanlardır." dedi. Müşrikler bunu inkârla kendilerinin İbrahim'in dini üzere olduğunu iddia ettiler. Necâşî, Amr ve arkadaşının getirmiş oldukları malları kendilerine geri verdirdi ve: "Bana verdiğiniz hediyeleriniz rüşvettir, alın bunları. Allah beni kral yaptı ve benden rüşvet almadı." dedi. Ca'fer der ki: Necâşî'nin yanından ayrıldık ve bizler ondan sonra en hayırlı ülkede, en şerefli komşular arasında olduk." Allah Tealâ o gün, onların İbrahim hakkındaki tartışmaları hakkında Rasûlü (sa)'ne Medine'de bu âyet-i kerimeyi indirdi.[53]
İbn Abbâs der ki: Yahudi reisleri: "Ey Muhammed, aslında sen de kesin olarak biliyorsun ki İbrahim'in dinine insanların en lâyıkı, senden ve başkalarından daha lâyık olanı bizleriz. Çünkü o yahudi idi. Senin (bizim dinimize gelmemen de) sırf sendeki çekememezliktendir." demişlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Gerçekten İbrahim'e insanların en yakını herhalde ona tâbi olanlarla şu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah o mü'minlerin velîsi, dostudur." âyet-i kerimesini indirdi.[54]

69. Ehl-i kitabdan bir zümre arzu etti ki sizi dalâlete (sapıklığa) düşürseler. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar da farkına bile varmazlar.
Daha önce Bakara 109 âyetinin nüzul sebebinde de geçtiği üzere Nadîr, Kurayza ve Kaynukâ oğulları yahudileri Muâz ibn Cebel, Huzeyfe ibnu'l-Yemân ve Ammâr ibn Yâsir'i kendi dinlerine çağırmışlar, bir rivayete göre de "kendi dininizi bırakıp Muhammed'in dinine tâbi oldunuz." diye kınamışlardı.. İşte bu âyet-i kerime de bu hadise üzerine nazil olan âyetlerdendir. Bu, İbn Abbâs kavlidir.[55]

72. Kitab ehlinden bir güruh şöyle dedi: Mü'minlere indirilmiş olana günün evvelinde iman edin, sonunda da küfredin. Belki onlar da dönerler.

Süddî'den rivayet ediliyor: Ureyne kasabaları (bir rivayette Hayber) hahamları 12 haham idiler. Birbirlerine: "Günün başında Muhammed'in dinine girin "Muhammed'in hak peygamber olduğuna, doğruluğuna şehadet ederim." deyin; günün sonuna ulaşınca da inkâr edin ve: "Biz âlimlerimize, hahamlarımıza dönüp sorduk, onlar da bize Muhammed'in bir yalancı olduğunu, sizin din adına herhangi bir şey üzere olmadığınızı söylediler. Biz de önceki dinimize döndük. O bize sizin dininizden daha hoş göründü." deyin. Belki onlar da: "Bunlar günün başında bizimle beraberdiler, şimdi bunlara ne oldu?" diyerek dinlerinde şüpheye düşerler." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerime ile Rasûlü (sa)'ne onların bu durumunu haber verdi. Ebu Mâlik el-Gıfârî'den gelen rivayette bu tuzak yahudilere nisbet edilirken kabilelerine işaret edilmemektedir. Kurtubî'de ise bunu söyleyenlerin Ka'b ibnu'l-Eşref ve Mâlik ibnu's-Sayf ve benzerleri olduğu ayrıntısı verilmektedir.[56]
İbn İshak'ın İbn Abbâs'tan rivayetinde bu hahamların bazılarının isimleri de verilmektedir. Şöyle ki: Abdullah ibnu's-Sayf, Adiyy ibn Zeyd ve el-Hâris ibn Avf birbirlerine: "Gelin sabahleyin Muhammed ve ashabına indirilenlere iman edelim, akşam da onu inkâr edelim. Belki dinlerini onlara karıştırırız da dinlerinden dönerler." dediler de Allah Tealâ "De ki lütuf ve inayet Allah'ın elindedir. Onu kime dilerse ona verir. Allah, rahmeti geniş ve bol olan herşeyi hakkıyla bilendir."e kadar olmak üzere Ey ehl-i kitab, neden hakkı bâtıl ile karıştırıyor, gerçeği gizliyorsunuz..." âyetlerini indirdi.[57]

Mucâhid, Mukâtil ve Kelbî'den gelen rivayete göre ise âyetin inmesi kıblenin Beytu'l-Makdis'ten Ka'be'ye çevrilmesi ile alâkadardır ve hadise şöyle olmuştur: Kıble Beytu'l-Makdis'ten Ka'be'ye çevrilince, Hz. Muhammed'in, onların kıblelerine muhalefeti yahudilerin zoruna gitti de Ka'b ibnu'l-Eşref ve arkadaşları: "Ka'be'nin kıble'ye çevrildiğine dair Muhammed'e inen âyete inanmış görünerek gündüzün başında Ka'be'ye doğru namaz kılın. Günün sonunda da Ka'be'nin kıble oluşunu inkâr edin ve Beytu'l-Makdis'teki eski kıbleniz olan Sahra'ya dönün. Bunu görünce belki "Bunlar ehl-i kitab, bizden daha bilgililer." deyip onlar da bizim kıblemize geri dönerler." dediler. Allah Tealâ da onların bu hileleri konusunda mü'minleri sakındırmak ve uyarmak, onların bu sırlarına muttali kılmak üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi.[58]

75. Ehl-i kitabdan öylesi vardır ki kendisine bir kantar emanet etsen onu sana eksiksiz öder. Öylesi de vardır ki ona emaneten tek bir altın versen onu, sen, üzerinde ayak direyip durmadıkça sana ödemez. Bunun sebebi şudur: Onlar: "Ümmîler hakkında bizim aleyhimize bir yol ve sorumluluk yoktur. " demişlerdir. Onlar, kendileri de bilip dururken Allah'a karşı yalan söylerler.
İbn Abbâs der ki: Kureyş'ten bir adam Abdullah ibn Selâm'a bin iki yüz ûkıyye altını emanet bırakmıştı da dönüşünde Abdullah tam olarak kendisine teslim etti. Bir diğer Kureyşli de Finhâs ibn Azûrâ'ya bir dinar emanet bıraktı da o bu emanete hıyanette bulundu, işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[59]

77. Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir pahayı satın alanlar yok mu, işte onlar; onlar için âhirette hiçbir nasib yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara (rahmet nazarıyla) bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlar için elim bir azâb vardır.

Ebu'Bekr ibn Ebî Şeybe kanalıyla Abdullah ibn Ömer'den rivayete göre Allah'ın Rasûlü (sa): "Her kim bir müslüman kardeşinin malını kendine geçirmek için yalan yere yemin ederse Allah'a, Allah ona gazablı olduğu halde kavuşur." buyurmuş. İbn Ömer bu hadis-i şerifi rivayet ederken içeri Eş'as ibn Kays girmiş ve: "Ebu Abdurrahman (yani İbn Ömer) size ne rivayet etti?" diye sormuş. Oradakiler de "Şöyle şöyle rivayet etti." demişler. Eş'as: Ebu Abdurrahman doğru söylemiş. Benim hakkımda nazil oldu. Bir adamla aramda Yemen'deki bir arazi yüzünden anlaşmazlık vardı. Onu da alıp Hz. Peygamber'e gittim ve onun hükmüne müracaat ettim. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bu arazinin sana ait olduğuna dair elinde beyyine (delil) var mı?" diye sordu. Ben: "Hayır, yok." dedim. "O halde onun yemini" buyurdular. Ben: "O halde yemin eder." dedim de Allah'ın Rasûlü (sa): "Her kim bir müslüman kardeşinin malını kendine geçirmek için yalan yere yemin ederse Allah'a, Allah ona gazablı olduğu halde kavuşur." buyurdu ve hemen akabinde "Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir pahayı satın alanlar yok mu..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[60] Başka bir rivayette tartışmalı olan yer bir arazi değil kuyu olarak geçmektedir.[61]

Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi isnadıyla Ebu Vâil'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Abdullah ibn Mes'ûd: "Kardeşinin malından kendine bir pay edinmek (kardeşinin malını haksız yere kendine geçirmek) için her kim yalan yere yemin ederse Allah'a, Allah ona öfkeli olduğu halde kavuşur." demişti. Sonra da el-Eş'as ibn Kays bizim yanımıza geldi ve: "Ebu Abdurrahman size ne dedi?" diye sordu; İbn Mes'ûd'un sözlerini ona aktardık. O: "Doğru söylemiş, "Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir pahayı satın alanlar yok mu, işte onlar; onlar için âhirette hiçbir nasib yoktur." âyeti benim hakkımda nazil oldu. Bir kuyu hakkında bir adamla anlaşmazlığa düştüm de Rasûlullâh (sa)'a gittik. Efendimiz bana: "Ya kuyunun sana olduğuna dair bir beyyine (delil) getirirsin ya da hasmına yemin teklif edeceğim." buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Rasûlü, (ne olacak, onun için zor değil ki yalan yere) yemin ediverir (de benim malıma sahip olur)" dedim. İşte bu âyet bunun üzerine nazil oldu.[62] Buhârî'deki rivayette el-Eş'as'ın hak iddia ettiği kuyunun amca oğullarından birinin arazisinde olduğu kaydı vardır.[63]

Buhari'de, Tirmizi de ve Taberî'nin tefsirinde Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetle tahriç olunan haberde ise el-Eş'as ibn Kays'ın hasmı bir yahudi olarak geçmektedir.[64]

Bu konudaki İbn Cureyc hadisi biraz daha ayrıntılı, şöyle ki: Eş'as ibn Kays bir adamla, aslında o adama ait olup da cahiliye devrinde o adamı destekleme şartıyla aldığı ve elinde tutmaya devam ettiği bir arazi konusunda anlaşmazlığa düşerek Hz. Peygamber (sa)'e geldiler. Hz. Peygamber (sa) adama: "Bu arazinin sana ait olduğuna dair elinde bir delilin var mı?" diye sordu. Adam: Bu arazinin benim olduğuna dair Eş'as aleyhinde bana şahitlik edecek kimse yok." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "O halde Eş'as'ın yemini." buyurdu. Eş'as yemin etmek üzere kalkınca Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi de Eş'as yeminden geri durdu ve: "Allah'ı ve sizi şahid tutuyorum ki hasmım doğru söylüyor." dedi, araziyi sahibine iade etti, hattâ onun hakkından üzerinde bir şey kalır korkusuyla kendi arazisinden de bir miktarını ona verdi ve bu arazi ondan sonra da mirasçılarının oldu.[65]

Daha önce Bakara, 2/188 âyetinin nüzul sebebi olarak verilen Mukatil ibn Hayyân rivayeti bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak verilen hadise ile aynı olup sadece şahıs isimleri değişiktir Mukatil ibn Hayyân şöyle anlatıyor: Bu âyet İmruu'l-Kays ibn Abis el-Kindî (Kinde'den Efendimize gelen hey'et içinde imiş, kinde'den olup da irtidad etmeyenlerden imiş) ve Abdan ibnu'l-Eşva' el-Hadramî hakkında nazil oldu. Bir arazi konusunda anlaşmazlığa düşüp Abdan şikâyetçi, İmruu'l-Kays davalı olarak Hz. Peygamber (sa)'in hakemliğine başvurdular Hadramî: "Ey Allah'ın elçisi, bu adam babamdan bana intikal eden bir arazime el koydu." dedi. Kindî: "Orası benim elimdeki arazimdir, Ben orayı ekip biçiyorum ve onun hiçbir hakkı yoktur." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): Hadramî'ye: Bu arazinin sana ait olduğuna dair ya bir delil getirirsin ya da hasmına yemin teklif edeceğim." buyurur. Hadramî: "Ey Allah'ın elçisi, yalan yere yemin eder ve arazimi alır gider." deyince Efendimiz önce: "Madem delilin yok, senin için onun yemininden başka yol yok." buyurdu, sonra da: "Her kim rnü'min kardeşinin malından bir kısmının üzerine oturmak için yalan yere yemin ederse Allah'a, Allah ona öfkeli halde kavuşur." buyurdu. İmruu'l-Kays: "Ey Allah'ın elçisi, hak kendinin olduğunu bile bile hakkını karşısındakine bırakana ne var?" diye sordu, Efendimiz: "Cennet." buyurdular da İmruul-Kays:

"Seni şâhid tutuyorum ki ben o araziyi ona bıraktım." diyerek davadan vazgeçti. Allah Tealâ da bu âyeti indirdi.[66] Müslim'in tahric ettiği hadiste bu âyetin nüzulü zikredilmeksizin hadise anlatılır ve Abdan’in ismi Rabîa ibn İbdân veya İydân olarak verilir.[67]

Müslim rivayetinde bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olduğu kaydı olmaması yanında bu eksikliği Taberî rivayeti tamamlamaktadır. Şöyle ki: Taberî'de Raca ibn Hayve ve Urs ibn Adiyy'in birlikte Urs'un babası Adiyy ibn Umeyr'den rivayet ettikleri bir hadis şöyledir: İmruu'l-Kays ile Hadramevtli bir adam arasında bir anlaşmazlık olmuş da Hz. Peygamber (sa)'e gelmişlerdi. Hz. Peygamber (sa) Hadramevtliye: "Ya delil getirirsin ya da hasmının yemini." buyurunca Hadramevtli: "Ey Allah'ın elçisi, yemin ederse arazimi alır götürür." dedi. Efendimiz: "Her kim kardeşinin bir malını kendine geçirmek için yalan yere yemin ederse Allah'a, Allah ona öfkeli olduğu halde kavuşur." buyurdu. İmruu'l-Kays: "Ey Allah'ın elçisi, hak kendisinin olduğunu bile bile hakkından vazgeçene ne var?" diye sordu, Efendimiz (sa)'in: "Cennet var." deyince İmruu'l-Kays: "Seni şâhid tutuyorum ki ben hakkımdan vazgeçiyorum." dedi. Cerîr der ki: Bu hadisi Adiyy'den işittiğimizde Eyyûb es-Sahtiyânî ile beraberdim. Eyyûb: Adiyy, Urs ibn Umeyre hadisinde dedi ki: Bunun üzerine sonuna kadar olmak üzere "Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir pahayı satın alanlar yok mu..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[68] Burada iki ihtimal var: Herhalde bu âyet-i kerimenin nüzulünden mukaddem bu iki hadise de meydana geldi ve herbiri için ayrı âyetler nazil oldu, ya da isimlerdeki ihtilâfa rağmen el-Eş'as ibn Kays hadisesi ile Hadramî hadisesi aynıdır ve iki âyet de bu hadise üzerine nazil olmuştur.

Bu âyetin nüzul sebebinin bir alış-verişte yalan yere yemin etme hadisesi de olduğu da rivayet edilmektedir. Şöyle ki: Muhammed ibnu't-Musennâ kanalıyla Amir'den rivayete göre bir adam günün başlangıcında bir malı satmak üzere pazara çıkarmış, akşama kadar malı satamamış. Akşama doğru bir müşteri gelmiş ve malı almak üzere pazarlığa girişmiş. Satıcı "sabahleyin bu malı filân filân fiyata satmadığına, akşam olmasaymış o fiyata asla satmayacağına" dair yemin etmiş de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[69]

İkrime'den rivayete göre bu âyet ile "Allah'ın indirdiği kitabdan bir şeyi gizleyip de onunla az bir pahayı satın alanlar yok mu? Onlar, karınlarına ateşten başka bir şey yemiş olmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Onlaradır azâb-ı elîm." (Bakara, 2/174) âyetinin nüzul sebebi aynıdır ve ikisi de yahudiler hakkında nazil olmuştur.[70] Vahidî'nin Esbâbu'n-Nuzûl'ünde zikrettiği iki rivayet de bu görüşü desteklemektedir. Şöyle ki:

Kelbî anlatıyor: Yahudi âlimlerinden bir grup bir kıtlık senesi sıkıntıya düşüp Medine'de oturan Ka'b ibnu'l-Eşref e geldiler. Ka'b onlara sordu: "Bu adam kitabınızda Allah'ın elçisi olduğunu bilmiyor musunuz?" Onlar: "Evet sen bilmiyor musun?" dediler. Ka'b: "Hayır." dedi. "Biz şehadet ediyoruz ki o Allah'ın kulu ve elçisidir." dediler. Ka'b: "Allah sizi bir çok hayırdan mahrum etmiştir. Siz, size bir şeyler vermem ve ailenizi giydirmem için bana geldiniz. Allah sizi de ailenizi de mahrum kıldı.." dedi. "Kafamız karıştı, dur, biraz yavaş ol, ona bir gidelim, bakalım, bir de gözlerimizle görelim." deyip döndüler, ellerindeki kitaptaki Hz. Muhammed'in vasıflarını değiştirerek başka sıfatlar yazdılar, sonra Hz. Peygamber (sa)'e geldiler, onunla konuştular, ona sorular sordular, sonra da tekrar Ka'b'a dönerek: "Biz onu Allah'ın elçisi sanıyorduk. Yanına varınca bir de gördük ki bize kitabımızda nitelenerek geleceği müjdelenen peygamber o değilmiş; onun niteliklerini kitabımızda haber verilen peygamberin niteliklerinden farklı bulduk." deyip yanlarında bulunan biraz önce yazdıkları niteliklerin bulunduğu kitabı (Tevrat’ı ) çıkardılar. Ka'b kitaba baktı, ferahladı ve onlara mal vererek infakta bulundu. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

İkrime de der ki: Bu âyet-i kerime Ebu Râfi\ Lubâbe (veya Kinâne) ibn Ebi'l-Hukayk, Huyey ibn Ahtab, Ka'b ibnu'l-Eşref ve sair yahudi reisleri hakkında nâzil olmuştur. Hz. Muhammed hakkında Allah'ın onların kitabında yahudilerden aldığı ahdi gizlediler, değiştirdiler ve elleriyle başkasını yazdılar, sonra da onlara tâbi olanlardan daha önce kendilerine gelmekte olan mallar, yiyecekler, rüşvetler ellerinden gitmesin diye bu yazdıklarının Allah katından olduğuna yemin ettiler.[71] Bu, Hasen-i Basrî'nin de kavlidir. Bu âyet-i kerimenin yahudiler hakkında nazil olduğunu bunu takip eden âyet-i kerimede: "(Kitab ehlinden) Öyle bir güruh var ki dillerini kitaba doğru eğip bükerler. Siz onu kitabdan sanasınız diye. Halbuki o kitabdan değildir..." ifadelerinin açık bir şekilde yahudileri anlatmasından da anlayabiliriz.[72]

78. Ehl-i kitabdan öyle bir grup var ki dillerini kitaba eğip bükerler, siz onu kitabdan sanasınız diye, halbuki o kitabdan değildir. "Bu Allah'ın katındandır. " derler, halbuki o Allah katından değildir. Allah'a karşı bile bile yalan söylerler.

İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerime hem yahudiler ve hem de hristiyanlar hakkında nazil olmuştur, Çünkü her ikisi de kitablarını, Tevrat ve İncil'i tahrif etmişler ve onlarda olmayanları ilhak etmişlerdir.[73]

Yahudi ve hristiyanlar hakkında olduğu şeklindeki bu genelleme yanında özellikle Tevrat'ta, müslümanlar karşısında aleyhlerine olabilecek yerleri değiştirip tahrif ettikleri için Ka'b ibnu'l-Eşref, Mâlik, Huy ey ibn Ahtab, Ebu Yâsir ve şair Şu'be ibn Amr gibi yahudiler hakkında nazil olduğu rivayeti de yaygındır.[74]

79. Beşerden hiç kimseye yakışmaz ki Allah ona kitabı, hükmü ve peygamberliği versin de sonra o, insanlara: "Allah’ı bırakıp da gelin bana kullar olun. " desin. Fakat o: "Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitab sayesinde rabbaniler olun." der.

80. Sizin, melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinmenizi de emretmez. Ya size, siz müslümanlar olduktan sonra hiç küfrü emreder mi?

Bu iki âyet-i kerimenin nüzul sebebine dair gelen rivayetler muhteliftir.

Bir rivayete göre Necran hristiyanlarının Medine-i Münevvere'de bulundukları sırada cereyan eden münakaşalardan biri üzerine inmiştir. Buna dair İbn îshak kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayet edilen bir haber şöyledir: Yahudi hahamları ve Necran hey'eti Hz. Peygamber (sa)'in huzurunda bir araya gelip de Allah'ın Rasûlü (sa) onları İslâm'a davet ettiğinde Kurayza oğulları yahudilerinden Ebu Râfi': "Ey Muhammed, hristiyanlar in Meryem oğlu İsa'ya ibadet ettikleri gibi sen de bizim sana ibadet etmemizi mi istiyorsun?" dedi. Necranlılardan, Reis dedikleri bir hristiyan da: "Ey Muhammed, bizden bunu istiyor ve bizi buna mı davet ediyorsun?" dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Allah korusun, Allah'tan bir başkasına ibadet etmemizden, ya da Allah'tan bir başkasına ibadeti emretmemizden Allah bizi korusun. Allah beni bunun için göndermedi, bana bunu da emretmedi." buyurdu da Allah Tealâ bunun üzerine bu iki âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.[75]

İbn Abbâs der ki: Yahudiler "Uzeyr Allah'ın oğludur.", Hristiyanlar da "Mesîh, Allah'ın oğludur." deyince bu iki âyet-i kerime nazil oldu.

Bir adam Rasûl-i Ekrem (sa)'e: "Ey Allah'ın Rasûlü, sana, birbirimize selâm verdiğimiz gibi selâm veriyoruz. (Halbuki sen herhangi birimiz değilsin) Sana secde etmeyelim mi?" dedi de Efendimiz: "Hiç kimsenin Allah dışında bir kimseye secde etmesi ona yaraşmaz. Ve fakat peygamberinize ikramda bulununuz ve hakkı, hak sahibine tanıyınız." buyurdular da bu iki âyet-i kerime nazil oldu.[76]

83. Şimdi onlar Allah'ın dininden bir başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa hepsi ister istemez O'na boyun eğmiştir. Sonunda O'na döndürülüp götürüleceksiniz.

Rivayete göre kitab ehlinden iki grup (Ka'b ibnu'l-Eşref ve ashabı ile bir grup Hristiyan) İbrahim'in dini konusunda ayrılığa düşüp Hz. Peygamber (sa)'in hakemliğine başvurmuşlardı. İki gruptan her biri İbrahim'in dinine diğerinden daha lâyık olduğunu iddia ediyordu. Hz. Peygamber (sa): "İki grubun dini de İbrahim'in dininden uzak." buyurdular. Onlar da: "Ne senin hükmüne razı olur, ne de senin dinini kabul ederiz." dediler de bu âyet nazil oldu.

Ancak Râzî, âyet-i kerimeyi öncesinden koparıp ayrı müstakil bir âyet olmaya götüreceğinden bu nüzul sebebine sıcak bakmamaktadır.[77]

85. Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.

İkrime'den rivayete göre "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz..." âyet-i kerimesi nazil olunca yahudiler: "Müslümanlar bizleriz." dediler de Allah Tealâ "Allah'ın insanlar üzerinde hakkıdır ki Beytullah'a yol bulabilenler onu haccetsinler. Her kim de küfrederse Allah âlemlerden müstağnîdir." âyetini indirdi de müslümanlar haccetti, kâfirler de oturup hacca gitmediler.

Mücâhid ve Suddî bu âyet-i kerimenin Ansar'dan el-Culâs ibn Suveyd'in kardeşi el-Hâris ibn Suveyd'in on iki arkadaşı ile birlikte irtidad ederek Mekke'de kâfirlere iltihak etmeleri üzerine nazil olduğunu söylemişlerdir.[78] Biraz sonra geleceği üzere 86-89 âyetlerinin de bu kişinin ve arkadaşlarının irtidadı ve sonra da tevbe yolları aramaları üzerine nazil olduğu rivayetleri de vardır.

İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette ise Bakara, 2/62 âyeti ile ilgi kurularak önce "Hiç şüphesiz iman edenler, yahudi olanlar, hristiyanlar ve sabitlerden Allah'a ve âhirete iman etmiş olanlar... onlar mahzun olacak da değillerdir." âyet-i kerimesi, sonra da "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz,.." âyet-i kerimesi nazil olmuştur. [79]

86. Kendilerine apaçık deliller gelmiş, o peygamberin şüphesiz bir hak olduğuna şahitlik de etmişlerken imanlarının arkasından küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete eriştirir? Allah zâlimler güruhuna hidayet etmez.

87. Muhakkak Allah'ın, meleklerin, bütün insanların laneti onların tepesine. İşte onlar; onların cezası budur.

88. Onlar bunun içinde temellidirler. Onlardan azâb ne hafifletilir, ne de onlara bakılır.

89. Bundan sonra tevbe ve ıslah edenler müstesna. Hiç şüphesiz Allah Gafur''dur; Rahim'dir.

Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde ve bunlarla kimin kastedildiğine dair rivayetler muhtelif olduğu için müfessirler de ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

Muhammed ibn Abdullah kanalıyla îbn Abbâs'tan rivayete göre Ansar'dan bir adam önce müslüman olmuşken irtidad etmiş ve müşriklere katılmıştı. Ancak sonradan pişman olmuş kavmine "Allah'ın Rasûlü'ne bir sorun, benim için tevbe var mıdır?" diye haber göndermiş. Kavmi gelip Hz. Peygamber (sa)'e onun bu durumunu haber verince Allah Tealâ "Bundan sonra tevbe ve ıslah edenler müstesna. Hiç şüphesiz Allah Gafur'dur, Rahîm'dir." âyetine kadar olmak üzere "Kendilerine apaçık deliller gelmiş, o peygamberin şüphesiz bir hak olduğuna şahitlik de etmişlerken imanlarının arkasından küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete eriştirir?" âyet-i kerimelerini indirmiş. Kavmi bu âyetlerin indiğini ona bildirmişler o da "kavmim beni yalan çıkarmadı." diyerek gelip yeniden müslüman olmuş.

Mücâhid'den gelen rivayette irtidad edip bu âyetin inmesi üzerine tekrar İslâm'a dönen sahabinin adı da verilmekte; Haris ibn Suveyd et-Teymî Hz. Peygamber (sa)'le birlikte müslüman olmuştu. Sonra Haris kâfir olup kavmine döndü de Allah Tealâ onun hakkında Kur'an’dan; "Bundan sonra tevbe ve ıslah edenler müstesna. Hiç şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahîm'dir." âyetine kadar olmak üzere "Kendilerine apaçık deliller gelmiş, o peygamberin şüphesiz bir hak olduğuna şahitlik de etmişlerken imanlarının arkasından küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete eriştirir?" âyetlerini indirdi. Onun kavminden birisi bu âyetleri alıp Suveyd'e götürdü ve ona okudu. Suveyd: "Allah'a yemin olsun ki ben seni doğru sözlü olarak bildim. Allah'ın Rasûlü (sa) senden daha doğru sözlü, Allah Tealâ üçünüzün sözü en doğru olanıdır." dedi ve Medine-i Münevvere'ye dönerek yeniden müslüman oldu, hem de iyi bir müslüman oldu.

Yine Mücâhid bu irtidad edip kavmine geri dönen, bu âyet-i kerimelerin nüzulü üzerine tekrar İslâm'a dönen kişinin Amr ibn Avf oğullarından biri olduğunu söylemektedir ki o da el-Culâs ibn Suveyd'in kardeşi olan el-Hâris ibn Suveyd ibnu' s-Sâmit'tir. Bu görüşü nakledenler yukardaki el-Hâris ibn Suveyd et-Teymî'nin sahabi değil tabiî olduğunu söylemişlerdir.[80]

Haris ibn Suveyd'in irtidadına sebebin ne olduğu bu rivayetlerde görünmezken İbn Abbâs'tan rivayetle İbn İshak ve İbnu'l-Munzir'in tahriclerine göre Haris ibn Suveyd Uhud savaşında el-Mecder ibn Ziyâd'ı ve Dubey'a oğullarından Kays ibn Zeyd'i öldürüp Kureyş'e katılmış ve Mekke'ye gitmiştir. Hadisenin bundan sonrası yukardaki rivayette olduğu gibidir. Ancak Ümmü Hâni'in kölesi Ebu Salih'ten gelen bir rivayette Haris ibn Suveyd'in bu iki müslümanı Uhud'da öldürmesi irtidadından sonradır. Daha önceden irtidad edip Mekke'ye gitmiş, Kureyş'e katılmış; onlar Uhud'a gelirken müşrik ordusunda yer almış ve müslümanlarla müşrikler safında savaşmıştır. Uhud'dan tekrar Mekke'ye döndükten bir süre sonra elleri yanına düşmüş, yani irtidadından pişman olarak tekrar İslâm'a dönme yollarını aramaya başlamış, kardeşi Culâs ibn Suveyd'e: "Ey kardeşim, ben yaptıklarıma pişman oldum, Allah'a tevbe edip İslâm'a dönmek istiyorum. Bunu Rasûlullâh'a bir zikrediver. Eğer benim tevbemin kabulü umudu doğarsa bana yaz." diye mektup göndermiştir.[81] Buna göre irtidad suçuna bir de müslümanlarla savaşma ve onlardan bazılarını müşriklerle savaşta yani haksız yere öldürme suçu da eklenmiştir.

Yine Mücâhid'den gelen bir rivayet bu Amr ibn Avf oğullarından olup da irtidad eden kişinin daha sonra Şam'a giderek hristiyan olduğu, oradan kavmine: "Benim için tevbe imkânı var mı? bana bildirin." diye yazdığı ve bunun üzerine bu âyet-i kerimenin inmesiyle Medine-i Münevvere'ye dönerek yeniden müslüman olduğu şeklindedir.[82]

İkrime'den rivayete göre ise Ebu Amir er-Râhib, el-Hâris ibn Suveyd ibnu's-Sâmit, Vahvah ibnu'l-Eslet'in de içlerinde bulunduğu on iki kişi irtidad edip Kureyş'e katılmışlar. Ancak daha sonra pişman olup Medine-i Münevvere'de kalan ailelerine: "Bizim için tevbe var mı?" diye yazmışlar. Bunun üzerine "Bundan sonra tevbe ve ıslah edenler müstesna. Hiç şüphesiz Allah Ğafûr'dur, Rahîm’dir." âyetleri nazil olmuş.

İbn Abbâs'tan ve Hasen'den gelen bir rivayette ise bu âyetlerin ehl-i kitab, özellikle de Kurayza ve Nadîr oğulları yahudileri ile onların dininde olanlar hakkında nâzil olduğu söylenmektedir. Buna göre Hz. Muhammed’den önceki peygamberlere, onun peygamber olarak gönderilmesinden önce iman etmiş olmaları sebebiyle mü'minler oldukları için Hz. Peygamber'in gelmesiyle onu inkârları hak dinden dönme olarak düşünülmüştür. Ama bunlar da tevbe eder, üzerinde bulundukları yahudilik veya hristiyanlığı bırakıp İslâm'a gelecek olurlarsa elbette bu, onlardan kabul edilecektir.[83]

Taberî bu rivayetlerin arasını bulma sadedinde aslında Hz. Peygamber zamanında ashabından irtidad eden ve sonra pişman olup tekrar İslâm'a dönenler hakkında nazil olduğu rivayetlerinin daha çok ve daha meşhur olması yanında âyetlerin irtidad edip de sonra tekrar İslâm'a dönmek isteyen herkese ve bu arada kitab ehline de şâmil olduğunu söyler.[84]

90. Gerçek şu ki imanlarının arkasından küfretmiş, sonra da küfrünü artırmış olanların tevbesi asla kabul olunmaz. Onlar, işte onlar dalâlette olanların ta kendileridir.

Haris ibn Suveyd ile birlikte irtidad edip Mekke'ye giden; Haris'in pişman olup tekrar müslüman olarak Medine'ye dönüşünden sonra da Mekke'de kâfir olarak kalıp "Şimdilik uygun gördüğümüz kadar Mekke'de kalalım, sonra Medine'ye dönmek istediğimiz zaman döneriz." diyenler hakkında nazil olduğu da söylenir.[85]

Bir rivayette de isim verilmeksizin irtidad edip Mekke'ye giden ve Hz. Muhammed ve daveti hakkında: "Burada duralım, oturalım da zamanın gidişatını kollayalım." diyenler hakkında nazil olmuştur, denilmektedir.

Katâde, Atâ el-Horasânî ve Hasen-i Basrî'den rivayete göre de yahudiler hakkında inmiştir. Bunların Hz. İsa'ı inkâr etmeleri küfretmeleri, peşinden Hz. Muhammed gelince onu inkârları da küfürlerini artırmaları olarak itibar edilmiştir. Ebu'l-Aliye'ye göre ise hem yahudiler ve hem de hristiyanlar hakkında nazil olmuştur. Bunlar Hz. Peygamber gelmezden önce kendi peygamberlerinin müjdesi üzerine Hz. Muhammed (sa)'e iman etmişlerken O'nun peygamber olarak gönderilmesiyle kendilerinden olmadığı için hemen küfür yoluna girmişlerdir.[86]

91. Şüphesiz, küfredenler ve kâfir olarak ölenler var ya; işte onlardan hiç birinin yer yüzünü dolduracak kadar altını olsa da onu feda etse dahi ondan kesinlikle kabul olunmaz. İşte onlar; onlaradır azâb-ı elim. Kendilerinin hiçbir yardımcıları da yoktur.

Ebu Salih'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre Mekke fetholunup daha önce irtidad edip Mekkelilere iltihak eden ve halâ orada yaşamakta olanlar yeniden İslâma girince onlardan kâfir olarak ölenler hakkında bu âyet-i kerime nazil olmuştur. [87]

93. Tevrat indirilmezden evvel Yakub'un kendisine haram kıldıkları dışında her yiyecek İsrailoğullarına helâl idi. Eğer doğru sözlüler iseniz getirin Tevrat'ı da onu okuyun.

Yahudiler: "Biz kendimize deve etini haram kılıyoruz, çünkü onu Ya'kûb haram kılmış, Allah da onun haramlığını Tevrat'ta indirmişti." dediler de bunun üzerine: "De ki: Getirin Tevrat'ı da okuyun bakalım, eğer doğru sözlüler iseniz." âyet-i kerimesi nazil oldu.[88]

Bu rivayet İbnu'l-Cevzî'de biraz farklı olarak şöyle zikredilmiştir: Hz. Peygamber (sa) bir gün: "Ben, İbrahim'in dini üzereyim." demişti. Yahudiler: "Sen nasıl İbrahim'in dini üzere olabilirsin ki, sen deve eti yiyor, sütünü içiyorsun?" dediler. Efendimiz (sa): "Bunlar İbrahim'e helâl idi." dediler. Onlar: "Bizim haram kıldığımız her şey bize ulaşıncaya kadar Nuh'a, İbrahim'e... haram idi." dediler de onları yalanlamak üzere bu âyet-i kerime nazil oldu.[89]

Daha önce bu sûrenin 23. âyetinin nüzul sebebi olarak verilen bir hadiseyi Buhârî bu âyet hakkında şöyle zikrediyor: Abdullah ibn Ömer'den rivayet ediliyor: Yahudiler, zina etmiş olan bir erkekle bir kadını (haklarında hüküm vermesi için) Hz. Peygamber (sa)'e getirmişlerdi. Hz. Peygamber (sa) onlara: "Sizden zina edenlere ne yaparsınız?" diye sordular. Onlar: "İkisinin de yüzlerini siyaha boyarız ve döveriz." dediler. "Tevrat'ta recmi bulmuyor musunuz?" buyurdular, onların: "Hayır, onda bir şey bulmuyoruz." demeleri üzerine Abdullah ibn Selâm: "Yalan söylediniz, eğer doğru sözlüler iseniz getirin Tevrat'ı da okuyun." dedi. Tevrat'ı getirdiler, açtılar , Tevrat'ı okuyan hahamları elini recm âyetinin üzerine koyarak öncesindeki ve sonrasındaki âyeti okumaya başladı, recm âyetini ise okumadı. Abdullah ibn Selâm'in işaretiyle elini recm âyeti üzerinden kaldırınca Abdullah ibn Selâm: "Bu nedir? Recm âyeti değil mi?" dedi. Bunu görünce: "Bu recm âyetidir." dediler. Hz. Peygamber (sa) de o ikisinin recmedilmelerini emretti ve Mescid-i Nebevî yanında cenazelerin konulup cenaze namazının kılındığı yerin yakınında taşlanarak öldürüldüler, ibn Ömer der ki: O iki yahudinin taşlanarak öldürüldüklerini gördüm. Erkek, kadına doğru eğilmiş onu taşlardan korumaya çalışıyordu.[90]

94. Artık kim bundan sonra Allah'a karşı yalan uydurursa işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

Şa'bî'den rivayet edildiğine göre bu âyet-i kerime yahudiler hakkında nazil olmuştur.[91]

96. Şüphesiz âlemler için çok bereketli ve hidayetin ta kendisi olmak üzere insanlar için konulan ilk ev elbette Mekke'de olandır.

Mucâhid der ki: Müslümanlarla yahudiler birbirlerine karşı övündüler de yahudiler: "Beytu'l-Makdis Ka'be'den daha üstün ve daha büyüktür. Çünkü orası peygamberlerin hicret yeri ve mukaddes topraklardadır." dediler. Müslümanlar da: "Tam aksine Ka'be daha üstündür." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[92]

97. Orada apaçık alâmetler, İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse emin olur. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de küfrederse şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnidir.

İkrime'den rivayet ediliyor: "Her kim İslâm'dan başka bir din isterse bu ondan asla kabul olunmayacaktır." âyet-i kerimesi nazil olunca hangi dinden olurlarsa olsunlar herkes: "Biz müslümanlarız." dediler de Allah Tealâ "Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır." âyeti nazil oldu da (Hz. Muhammed (sa)'e iman etmiş olan müslümanlar haccetti, müşrikler terketti, yahudiler de: "Bize farz kılınmadı ve biz asla haccetmeveceğiz." dediler. Böylece müslüman olanla olmayan birbirinden ayırdedildî.[93]

Taberî'de Dahhâk'ten rivayetle tahric edilen bir habere göre ise: Hacc âyeti nazil olduğunda Hz. Peygamber (sa) çevresindeki bütün din mensuplarını; Arap müşriklerini, hristiyanları, yahudileri, mecusileri ve sabitleri toplayıp: "Ey insanlar, Allah Tealâ size haccı farz kıldı, haccedin." buyurdu. Bir tek millet; Hz. Peygamber (sa)'i tasdik edip iman etti, kalan beş dinin mensupları ise küfrettiler ve: "Ona iman da etmeyeceğiz, ona doğru yönelerek namaz da kılmayacağız." dediler de Allah Tealâ: "Kim de küfrederse şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnidir." âyet-i kerimesini indirdi.[94]

98. De ki: "Ey ehl-i kitab, Allah ne yaparsanız hakkıyla şâhid iken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?"

99. De ki: "Ey ehl-i kitab, kendiniz şâhidler iken neden iman edenleri Allah yolundan, kendiniz onda bir eğrilik aramaya yeltenerek döndürmeye çalışıyorsunuz? Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değil.

Muhammed ibn İshak kanalıyla Zeyd ibn Eslem'den rivayete göre Şâs[95] ibn Kays, Rasûl-i Ekrem (sa)'in ashabından Evs ve Hazrec'e mensup birlikte bir mecliste oturup sohbet eden bir grubun yanına uğradı. Şâs, câhiliye devrinde de fitneci, büyük bir kâfir olup müslümanlara karşı şiddetli kini olan bir ihtiyardı. Daha önce câhiliye devrinde aralarındaki düşmanlıktan sonra İslâm'ın onlarda yarattığı bu birbirine ülfet ve muhabbet, birlik ve beraberlik manzarası onu daha da bir kin ve öfkeyle doldurdu. Kendi kendine: "Kayle oğulları (Evs ve Hazrec) topluluğu bu ülkede toplanmışlar. Onlar böyle birlik halinde olurlarsa bize bu ülkede karar yok." dedi ve yanında bulunan genç bir yahudiye: "Git şunların yanına, yanlarına otur, onlara Buâs gününü ve ondan Önce vukubulmuş savaş ve ayrılık günlerini hatırlat, o günler hakkında söylemiş oldukları şiirlerden onlara oku." dedi. Buâs günü, Evs ve Hazrec arasında savaş olmuş ve Evs galip gelmişti.

O yahudi genç, o müslüman grubun yanına gidip Şâs'in istediğini yaptı. İki kabileden birinin şâirlerinden o savaştıkları günlerden biri hakkında söylemiş olduğu bir şiiri okudu. Karşı taraf ta kendi şâirlerinin o günler hakkında söylediği şiirlerinden okumaya başladılar, hatıralar canlandı, tartışma çıktı, birbirlerine karşı övünmeye başladılar, iş ilerledi ve iki kabileden iki kişi; Evs ibn Kayzî ibn Amr (Evs'den) ve Cebbar ibn Sahr ibn Umeyye (Hazrec'den) önce birbirlerine sövmeye, sonra kavgaya başladılar da birbirlerine hücum ettiler. "İsterseniz o günü tekrarlarız!" dediler. İş daha da büyüdü ve ikisi de kabilelerini "Ey Evs oğulları, ey Hazrec oğulları!" diye imdada çağırdılar ve kavgayı dışarıda devam ettirmek üzere iki grup da taraftarlarına "silâha, silâha." diye çağırdılar; Evsliler ve Hazrecliler toplanarak Medine dışında taşlık bir yere (Zâhira) çıktılar. İşi duyan Hz. Peygamber beraberinde muhacirlerden bazıları olduğu halde hemen oraya gitti; "Ey müslümanlar Allah adına Allah adına sakin olun, bu ne câhiliyet davası! Ben aranızdayken, Allah sizi İslâm'a hidayet etmişken, size İslâm ile ikramda bulunmuşken, sizi câhiliye işlerinden ayırıp küfürden kurtarmış ve aranıza bir ülfet vermişken Halâ câhiliyet davası mı güdecek ve eskiden üzerinde olduğunuz küfre mi döneceksiniz?" buyurdu. Topluluk o anda anladı ki bu şeytanın bir dürtmesi, vesvesesidir, düşmanlarının bir hilesidir; silâhlarını atıp Evs ve Hazrecliler ağlaşarak birbirlerine sarıldılar ve Hz. Peygamber (sa)'le birlikte ona itaatle, onu dinleyerek Medine'ye döndüler. Allah, Şâs ibn Kays'ın uyandırmış olduğu içlerindeki o fitne ateşini söndürmüştü. İşte bunun üzerine Allah Tealâ Şâs ibn Kays ve yaktığı bu fitne ateşi hakkında bu âyet-i kerimeleri; Şâs ibn Kays'ın tahrikine aldanıp kabilelerini savaşın eşiğine getirmiş olan Evs ve Cebbar hakkında da: "Ey iman edenler, eğer kendilerine kitab verilenlerden bir zümreye itaat edecek olursanız sizi imanınızdan sonra döndürüp kâfirler yaparlar..." âyet-i kerimelerini indirdi[96]

İbn Abbâs'tan gelen rivayetlerden birinde Evs ile Hazrec arasında câhiliye devrinde her ay bir kavga ve akabinde adeta bir savaş olduğu ilâvesi vardır.[97] Vahidî de hadiseyi İkrime ve Zeyd ibn Eslem'den rivayetle tahric etmiştir. Rivayetlerin sonunda şöyle bir ilâve var: Câbir ibn Abdillah demiş ki: Başlangıcı o günden daha çirkin ve korkunç, sonu da ondan daha güzel başka bir gün görmedim.[98]

100. Ey iman edenler, eğer kendilerine kitab verilenlerden herhangi bir zümreye itaat edecek olursanız sizi imanınızdan sonra döndürüp kâfirler yaparlar.

101. Halbuki karşınızda Allah'ın âyetleri okunup durur ve Rasûlü de aranızda iken siz nasıl kâfirler olursunuz? Her kim Allah'a sımsıkı sarılırsa muhakkak ki o dosdoğru yola iletilmiştir.

Bu âyet-i kerimelerin de yukarıda anılan Şâs ibn Kays'ın tahriklerine kapılan Evs ibnu'l-Kayzî ve Cebbar ibn Sahr hakkında nazil olduğu rivayeti yanında Taberî ikinci bir rivayet daha zikreder: Suddî'den rivayete göre Sa'lebe ibn Aneme el-Ansârî hakkında nazil olmuştur. Sa'lebe ile Ansardan bir grup arasında bir anlaşmazlık vardı. Kaynukâ oğullarından bir yahudi aralarında nemmâmlıkla söz getirip götürmeye başladı da iş çığırından çıkıp genişledi, Evs ve Hazrec arasında bir kavgaya dönüşerek silâhlarına sarıldılar. Az daha birbirlerini öldüreceklerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.[99]

102. Ey iman edenler, Allah'tan nasıl takva üzere olmak gerekiyorsa öyle müttakiler olun ve ancak müslümanlar olarak ölün.

İbn Ebî Hatim'in Saîd ibn Cubeyr'den rivayetine göre "Allah'tan nasıl takva üzere olmak gerekiyorsa öyle müttakiler olun." âyeti nazil olunca bu müslümanlara çok ağır geldi; geceleri hep kıyamla geçirmeye başladılar. O kadar çok namaz kıldılar ki bacakları uyuştu, neredeyse alınları delindi (yara oldu). Bunun üzerine onlara hafifletmek üzere Allah Tealâ "Allah'tan, gücünüz yettiği kadar takva üzere olun (Teğâbun, 16) âyetini indirdi.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi konusunda Saîd ibn Cubeyr'den gelen bu meşhur rivayet yanında İbn Humeyd, İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hatim'in İkrime'den rivayetlerine göre ise bu âyet-i kerime Evs ve Hazrec kabileleri hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (sa) Medine-i Müverre'yi şereflendirmeden kısa bir süre önce aralarında Buâs günü savaşı olmuş, Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'ye gelişlerinde aralarını düzeltmiş, Allah Tealâ da bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[100] Aslında nüzul sebebini beyanda âyetin siyakına uygun olan da budur.[101]

103. Hepiniz toptan sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz düşmanlar idiniz de O, kalblerinizi birleştirmişti. İşte O'nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böylece apaçık bildiriyor ki hidayete eresiniz.

İbnu'l-Munzir'in Mukatil ibn Hayyân'dan rivayetine göre bu âyet-i kerime Ansar'dan iki kabile, onlardan da birisi Evs'den, diğeri Hazrec'den olmak üzere iki kişi hakkında nazil olmuştur. Câhiliye devrinde uzun zaman birbirleriyle savaşmışlar, Hz. Peygamber (sa) Medine'ye gelince aralarını düzeltmiş. Ama daha sonra bir mecliste aralarında konuşurken birbirlerine karşı övünmeye, daha sonra da birbirlerine sövmeye başlamışlar. İş, birbirlerine karşı mızraklarını doğrultmaya kadar varmış ve işte bunlar hakkında bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[102]

Bazı tefsirlerde, biraz önce anlatılan Evs ve Hazrec'den bir grubun, Şâs ibn Kays tarafından görevlendirilen bir yahudi genç tarafından eski düşmanlıkları ve aralarında câhiliye devrinde vukubulan savaşları hatırlatılarak tahrik edilmeleri üzerine bu tuzağa düşerek savaşın eşiğine gelmeleri hadisesi bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak da zikredilmektedir[103] ki anılan âyetlerle birlikte bu hadise hakkında bir değil bir kaç âyet-i kerime nazil olmuş olmalıdır. Yani bu sûrenin 98. âyetinden buraya kadar altı âyet-i kerime bu hadise akabinde inananlar arasına fitne tohumları ekmeye çalışan yahudileri azarlamak ve onların kurduğu tuzağa düşen safdil mü'minleri kınamak ve bu tuzaktan kurtularak yeniden hakka tabî olmaya davet etmek üzere inmiştir.[104]

110. Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız, Allah'a iman edersiniz. Ehl-i kitab da iman etmiş olsalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır ama pek çoğu fâsıklardır.

İkrime ve Mukâtil der ki: İbn Mes'ûd, Ubeyy ibn Ka'b, Muâz ibn Cebel ve Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim hakkında nazil olmuştur. Yahudi Mâlik ibnu'd-Dayf ve Vehb ibn Yahûzâ onlara: "Bizim dinimiz, sizin bizi çağırmakta olduğunuz dinden daha hayırlı, biz de sizden daha hayırlıyız." demişler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurmuş.[105] İbn Cureyc'den gelen rivayette ise müslüman olan bu yahudilerin isimleri "Abdullah ibn Selâm, kardeşi Sa'lebe İbn Selâm, Şa'ye, Mubeşşir ve Ka'b'in oğulları Esed ve Useyd olarak verilmektedir.[106]

111. Onlar size eza vermekten başka hiçbir zarar yapamazlar. Eğer sizinle savaşırlarsa size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da olunmaz.

Mukâtil der ki: Yahudilerin ileri gelenlerinden Ka'b, Adiyy, Yahrâ, Nu'mân, Ebu Râfi\ Ebu Yâsir, Kinâne ve İbn Sûriyâ, yahudi iken İslâm'a gelen Abdullah ibn Selâm ve arkadaşlarına müslüman olduklarından dolayı eziyet verince Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[107]

113. Hepsi bir değildirler. Ehl-i kitabdan, secdeye vararak geceleri Allah'ın âyetlerini okuyup duran bir topluluk vardır.

114. Onlar Allah'a ve âhiret gününe iman ederler, iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar sâlihlerdendir.

115. Onlar ne hayır işlerlerse elbette ondan mahrum bırakılmayacaklardır. Allah müttakileri çok iyi bilendir.

1. İbn Abbâs ve Mukâtil der ki: Abdullah ibn Selâm, Sa'lebe ibn Sa'ye, Useyd ibn Sa'ye, Esed ibn Ubeyd ve diğer bazı yahudiler müslüman olunca yahudi hahamları: "Muhammed'e ancak bizim kötülerimiz iman ettiler. Eğer onlar bizim hayırlılarımızdan olsalardı atalarının dinini terkedip başka bir dine gitmezlerdi." deyip onlara hitaben: "Dininizi başka bir dinle değiştirmekle ihanet ettiniz (hâinler oldunuz), kâfir olup hüsrana düştünüz." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi.[108] İbn Cureyc'den rivayete göre ise müslüman olan bu yahudiler: Abdullah ibn Selâm ve kardeşi Sa'lebe ibn Selâm, Sa'ye, Mubeşşir, Ka'b'ın oğulları Esed ve Useyd'dir.[109]

2. Atâ'dan rivayete göre Hz. İsa'nın dini üzere iken Hz. Muhammed (sa)'i tasdik eden 40 Necranlı, 32 Habeşli ve 3 (bir rivayette 8) Rum hakkında nazil olmuştur Bu kimselerin aynı sûrenin 199. âyetinin de nüzul sebebi olduğu söylenir.[110]

3. Rasûlullâh (sa)'ın Medine-i Münevvere'ye gelmesinden önce Ansar arasında Es'ad ibn Zürâre, Berâ ibn Ma'rûr, Muhammed ibn Mesleme ve Ebu Kays ibn Sırme ibn Enes gibi muvahhidler vardı. Bunlar cünüblükten gusleder ve bildikleri kadar hanîflikle amel ederlerdi. Allah'ın Rasûlü (sa) Medine'ye gelince hemen iman ettiler.[111]

4. İmam Ahmed'in Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetine göre bir gece Hz. Peygamber yatsı namazını geciktirmiş, sonra Mescid-i Nebevî'ye inmişti. Ashabının mescidde namazı beklediklerini görünce "Bu dinlere mensup olanlardan sizin dışınızda kimse bu saatte Allah'ı zikretmiyor." buyurmuş ve "Onlar ne hayır işlerlerse elbette ondan mahrum bırakılmayacaklardır. Allah takvaya erenleri en iyi bilendir."e kadar olmak üzere "Hepsi eşit değildirler..." âyetleri nazil oldu.[112] Yine Musned'de Hz. Aişe'den gelen bir rivayette de Hz. Peygamber (sa)in, Hz. Ömer'in "Namaz!" diye seslenmesi üzerine Mescid-i Nebevî'ye indiği ayrıntısına yer verilmektedir.[113]

İbn Mes'ûd der ki: Bu âyet-i kerimeler müslümanların kıldığı, diğer ehl-i kitabın kılmadığı "Ateme Namazı" hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Bir akşam Hz. Peygamber (sa) yatsı namazını te'hir etti, sonra mescid-i nebeviye gelip bir de baktı ki ashabından bazıları yatsı namazını bekliyor. Onları müjdeleyerek: "Diğer dinler halkından sizin dışınızda bu saatte Allah'ı zikreden kimse yoktur." buyurdu ve "Allah takva sahiplerini en iyi bilendir."e kadar olmak üzere "Hepsi bir değildirler. Ehl-i kitabdan, secdeye vararak geceleri Allah'ın âyetlerini okuyup duran bir topluluk vardır..." âyetleri nazil oldu. Başka bir kanaldan yine İbn Mes'ûd'dan gelen bir rivayette de Hz. Peygamber'in hanımlarından birinin yanında gecenin üçte biri geçinceye kadar oyalanıp yatsı namazını kıldırmaya Mescid-i nebeviye inmediği, o ateme namazını kılmak üzere indiğinde bazılarının namaz kılmakta olduğu, bazılarının beklediği, diğer bazılarının da beklerken uzandıkları ayrıntılarına yer verilmektedir.[114]

116. Hiç şüphesiz o küfredenlerin ne malları, ne evlâtları Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar cehennemliktirler, onlar orada temelli kalıcıdırlar.

Bir rivayete göre bu âyet-i kerime gerek Bedr ve gerekse Uhud Gazvelerinde Hz. Peygamber (sa)'e düşmanlık yolunda çok mal harcayan Ebu Süfyân hakkında nazil olmuştur.[115]

118. Ey iman edenler, kendilerinizden başkasını yakın dost ve sırdaş edinmeyin. Onlar, size şer ve fesad yapmakta hiç kusur etmezler, size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Gerçek şu ki onların kin ve düşmanlıkları ağızlarından dışarı vurmuştur, içlerinde gizlemekte oldukları ise daha büyüktür. Eğer aklederseniz size âyetlerimizi böylece beyan etmişizdir.

İbn Abbâs ve Mucâhid der ki: Aralarında akrabalık, arkadaşlık, câhiliye devrinde yapılmış yemin (dost olacaklarına dair verilmiş söz), komşuluk ve süt emme gibi alâkalardan dolayı bazı münafıklara ve yahudîlere dostluk ve sevgi besleyen bazı mü'minler hakkında nazil olmuştur. Onlardan mü'minler aleyhine gelebilecek fitnelerden dolayı Allah Tealâ onları bu dostluk ve sevgiden men'etmek üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi.[116]

121. Hatırla o zamanı ki sen, mü'minleri savaşa elverişli yerlere yerleştirmek üzere ailenden erkenden ayrılıp çıkmıştın. Allah Semî'dir, Alim'dir.

el-Mis'ar ibn Mahrame'den rivayet ediliyor: Abdurrahman ibn Avf a: "Dayı, Uhud vak'ası günü olan kıssanızı bana haber versen." dedim, "Sonra o kederin ardından üzerinize öyle bir emniyet, öyle bir uyku indirdi ki o, içinizden bir zümreyi örtüp bürüyordu..." (Al-i İmrân, 3/154) âyetine kadar Al-i İmran'dan 120. "Hatırla o zamanı ki sen, mü'minleri savaşa elverişli yerlere yerleştirmek üzere ailenden erkenden ayrılıp çıkmıştın..." âyeti ve devamını oku, orada bulacaksın." dedi.[117]

122. O zaman içinizden iki grup az kaldı bozuluyorlardı. Halbuki onların yardımcısı Allah’tı. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etmelidirler.

Buhârî ve Müslim'in Cabir ibn Abdullah'tan rivayetle tahric ettikleri bir haberde o şöyle demiştir: "O zaman içinizden iki grup az kaldı bozuluyorlardı. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı..." âyeti bizim hakkımızda; Hazrec'den Seleme oğulları ile Evs'den başkanları Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl olan Harise Oğulları hakkında nazil olmuştur.[118] Mucâhid'den rivayete göre savaş için yerleştirilmede bunlardan Harise oğulları Uhud, Seleme oğulları da Se tarafında idiler.[119]

124. Hatırla o zamanı ki sen mü'minlere: "İndirilen üç bin melekle Rabbinizin size imdad etmesi yetişmez mi size? " diyordun.

125. Evet, siz sabreder, müttakiler olursanız, onlar da ansızın üzerinize gelecek olurlarsa Rabbiniz size beş bin nişanlanmış melekle imdad edecektir.

Şa'bî'den rivayet ediliyor: Bedr'de müslümanlar arasında Kürz ibn Câbir el-Muhâribî'nin müşriklerin yardımına geleceği söylentisi çıktı ve bu müslümanlara ağır geldi de Allah Tealâ bu âyetleri indirdi. Ancak Kürz, kendisine müşriklerin bozguna uğradıkları haberi geldiği için onların imdadına gelmedi, müslümanlara da beşbin melekle imdada gerek kalmadı.[120]

İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor ki Bedr Gazvesi günü Allah'ın Rasûlü (sa) kalktı ve: "Ey Allah'ım, ey Rabbimiz! Bana kitabı indirdin ve bana savaşı emredip bana zafer va'dettin. Elbette sen va'dinden dönmezsin," diye dua etmeye başladı da Cibril ona geldi ve Allah Tealâ: "Hatırla o zamanı ki sen mü'minlere: "İndirilen üç bin melekle Rabbinizin size imdad etmesi yetişmez mi size?" diyordun. Evet, siz sabreder, müttakîler olursanız, onlar da ansızın üzerinize gelecek olurlarsa Rabbiniz size beş bin nişanlanmış melekle imdad edecektir." âyetlerini indirdi.[121]

128. İşden hiç bir şey sana ait değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları, kendileri zâlimler oldukları için azâblandırır.

Enes ibn Mâlik'den rivayet ediliyor: Uhud günü Hz. Peygamber (sa) alnından yaralandı. Sağ alt ön yan dişlerinden birisi kırıldı. Şöyle diyordu: "Peygamberlerine bunu reva gören, onu yaralayan bir kavim nasıl kurtuluşa erer?!" Bunun üzerine "İşden hiç bir şey sana ait değildir..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[122]

Katâde'den gelen rivayette Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim (bir rivayette de Hz. Ali), Efendimiz (sa)'in yüzündeki kanları silerken O'nun böyle söylediği; yine ondan gelen bir rivayette Efendimiz (sa)'in kaşının açıldığı ve yüzüne kan aktığı, aldığı darbenin şiddetinden üzerinde iki zırh olduğu halde yere düştüğü; Rebf ibn Enes'ten gelen bir rivayette de bu âyetin orada (Uhud'da) nazil olduğu ve kendisine bu muameleyi reva görenlere beddua etmek istediğini ve fakat bu âyetin nüzulü ile beddua etmediği; Miksem rivayetinde Efendimiz (sa)'e vurarak ön yan dişinin kırılmasına sebep olanın Utbe ibn Ebî Vakkâs olduğu ve Hz. Peygamber (sa)'in ona "Allah'ım üzerinden bir yıl geçmesin, kâfir olarak ölsün." bedduası üzerine bir yıl bile yaşamadan kâfir olarak öldüğü ayrıntılarına yer verilmektedir.[123]

Bir rivayete göre Allah'ın Rasûlü (sa) Uhud Gazvesi günü şehid olan amcası Hamza ibn Abdulmuttalib'in ölüsünün bazı organları kesilmiş ve işkence yapılmış olduğunu görünce: "Onlardan otuzuna ben de mutlaka işkence yapacağım." demiş de bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[124]

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak Uhud'daki bu yaralanması hadisesi dışında bir de Efendimiz (sa)'in bazı müşriklere bedduası ve Hz. Peygamber (sa)'in bu âyet-i kerime ile bedduadan men'edildiği de rivayet edilmektedir. Şöyle ki: Salim'in babasından rivayetine göre O Allah'ın Rasûlü (sa)'nü sabah namazının son rek'atinin rükûundan doğrulduğunda "Semiallahu limen hamideh Rabbena ve lekelhamd" dedikten sonra "Allah'ım filâna, filâna ve filâna lanet et." derken işitmiş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "İşden hiç bir şey sana ait değildir." âyetini indirmiştir.[125] Salim ibn Abdullah rivayetinde ise Hz. Peygamber (sa)'in Safvân ibn Umeyye, Süheyl ibn Amr ve el-Hâris ibn Hişâm'a beddua etmesi üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu belirtilmektedir.[126]

İbn Ömer'den rivayete göre Efendimiz (sa)'in Uhud günü beddua ettikleri "Ebu Süfyân, el-Hâris ibn Hişâm ve Safvân ibn Umeyye"dir ve daha sonra üçünün de tevbesini Allah Tealâ kabul buyurmuş, İslâm'a girmişler, hem de iyi müslümanlar olmuşlardır.[127] İbn Ömer'den gelen bir rivayette de (Uhud günü) Efendimiz (sa)'in dört kişiye beddua ettiği söylenirken isimleri zikredilmemekte, dördüne de daha sonra Allah'ın hidayet nasib ettiği kaydedilmektedir.[128] ed-Durru'l-Mensûr'da Buhârî, Tirmizî, Neseî, İbn Cerîr ve Delâilu'n-Nubuvve'de Beyhakî tarafından tahric olunduğu kaydı ile ve İbn Ömer'den rivayetle zikredilen bir haberde Hz. Peygamber (sa)'in beddua ettiği dört isim: "Ebu Sufyân, el-Hâris ibn Hişâm, Süheyl ibn Amr ve Safvân ibn Umeyye" olarak sayılmaktadır ki herhalde Suyûtî, rivayetleri birleştirerek tek rivayet olarak vermiş olmalıdır.[129]

Hz. Peygamber (sa)'in bedduası üzerine indiği rivayetlerinden Abdurrahman ibn el-Hâris ibn Hişâm ve Ebu Hureyre rivayetleri biraz daha farklı olup şöyledir: Ebu Hureyre diyor ki: Allah'ın Rasûlü (sa) sabah namazı namazın ikinci rek'atinin rükûundan başını kaldırıp "Semiallahu limen hamideh ve Rabbena lekelhamd" dedikten sonra secdeye varmadan ayakta durarak: "Ey Allah'ım el-Velîd ibnu'l-Velîd'i, Seleme ibn Hişâm'ı, Ayyaş ibn Ebî Rabîa'yı ve zayıf mü'minleri kurtar. Allah'ım, Mudar üzerindeki baskınını şiddetlendir ve onlara Yusuf'un yedi kıtlık seneleri gibi kıtlık seneleri ver, Allahım Lihyan'a, Ri'l'e, Zekvân'a, Allah'a ve Rasûlü'ne isyan etmiş olan Usayye'ye lanet eyle." diye beddua etti. Sonra bize ulaştığına göre Hz. Peygamber (sa) kendisine "İşden hiç bir şey sana ait değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları, kendileri zâlimler oldukları için azâblandırır." âyeti nazil olunca bu bedduasını terketmiştir.[130] Müslim'de Ebu Hureyre'den gelen ikinci bir rivayet'te Hz. Peygamber'in bedduası Mudar üzerine tahsis edilmiş olup diğer kabilelerden bahsedilmemektedir.[131]

Aslında Hz. Peygamber (sa)in Bi'ru Maûne vak'ası üzerine Lihyân, Ri'l, Zekvân ve Usayye'ye laneti bahs-i diğerdir ve Mudar'a Allah'ın baskınını dileyen, zayıf mü'minlerin kurtarılmasını isteyen duası bundan ayrıdır. Zaten Razi de bu âyet-i kerimenin Bi'ru Maûne vak'ası üzerine Hz. Peygamber (sa)'in 30 veya 40 gün süren lanetini yasaklamak üzere inmiş olduğunu belirten Mukatil kavlini değil Uhud Gazvesinde kavmi Kureyş hakkındaki bedduası üzerine nazil olduğunu ifade eden rivayetleri tercih etmiştir.[132] Müslim'deki bir rivayet bu hususa biraz daha açıklık getirmektedir. Enes ibn Mâlik'ten gelen bu rivayet sırf Hz. Peygamber (sa)'in Bi'ru Maûne'de şehid edilen 40 (bir rivayette 70) kurrânın katillerine 30 gün sabah namazında kunût'unda lanet ettiğine tahsis edilmiş olup bu hususta "Kavmimize bizden iletin ki biz Rabbimize kavuştuk; O bizden razı oldu, biz de O'ndan razı olduk..." şeklinde Kur'ân'dan âyetler nazil olduğu, bu âyetlerin bir süre okunduktan sonra nesholunduğu da belirtilmektedir.[133]

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebindeki rivayetlerin en garibi Suyûtî tarafından zikrediliyor. Abdullah ibn Ömer'den: Kureyş'den bir adam Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldi ve: "Sen sövmeyi yasaklıyorsun, değil mi?" dedi, sonra döndü, ensesini Hz. Peygamber (sa)'e çevirdi, kıçını açtı, ona lanet etti ve beddua etti. Bunun üzerine Allah Tealâ "İşden hiç bir şey sana ait değildir." âyetini indirdi. Bu adam daha sonra İslâm'a geldi ve iyi bir müslüman oldu. Suyûtî, Tarih'inde Buhârî'nin ve İbn İshak'ın tahric ettiğini söylediği bu haberin mürsel ve ğarîb olduğunu da kaydediyor.[134]

130. Ey iman edenler, faizi kat kat artırılmış olarak yemeyin. Allah'tan takva üzere olun ki felaha eresiniz.

Atâ'dan rivayet ediliyor: Sakîf, câhiliye devrinde Muğîra oğullarına borç verir, borcun ödenme zamanı gelince de eğer ödeyemiyorsanız zararı yok, isterseniz ödeyeceğinizi artırarak gelecek sene ödeyin." derlerdi. Bunun üzerine "Ey iman edenler, faizi kat kat artırılmış olarak yemeyin. Allah'tan takva üzere olun ki felaha eresiniz." âyet-i kerimesi nazil oldu.[135]

133. Rabbimizin mağfiretine ve müttakîler için hazırlanmış, eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun.

134. O müttakîler ki bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yutarlar, insanlardan af ile geçerler. Allah muhsinleri sever.

135. Ve çirkin bir günah işledikleri yahut kendilerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlar. Bir de onlar işledikleri üzerinde bile bile ısrar etmezler.

Atâ ibn Ebî Rebâh'tan: Hz. Peygamber (sa)'e ashabından bazıları: "Ey Allah'ın elçisi, İsrail oğulları Allah katında bizlerden daha mı değerliler?. Baksan ya onlardan birisi bir günah işlediğinde bu günahın keffaretini kapısının eşiğinde "kulağını kes, burnunu kes, şöyle yap, şöyle yap." şeklinde yazılı bulurmuş." dediler. Hz. Peygamber bir cevap vermeyip sustular. Nihayet "O müttakîler ki bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yutarlar, insanlardan af ile geçerler."e kadar olmak üzere "Rabbinizin mağfiretine ve müttakîler için hazırlanmış, eni göklerle yer kadar olan cennete koşun." âyetleri nazil oldu da Hz. Peygamber: "Size onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?" buyurup bu âyetleri okudular.[136]

Kelbî, İbn Abbâs'tan rivayet ediyor ki "Ve çirkin bir günah işledikleri, yahut kendilerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler..." âyet-i kerimesi birisi Ansar'dan birisi de Sakîf ten iki kişi hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (sa) (Ansar ile muhacirler arasında kardeşlik kurarken) ikisini birbirinin kardeşi yapmıştı. Medine'de bulundukları sürece birbirlerinden hiç ayrılmazlar, gazvelere ve seferlere de nöbetleşe çıkarlardı. Bir gazvede kur'a kendisine çıkarak Sakîfli sefere çıkmış, ansardan olan kardeşi ailesine onun yerine bakmayı üstlenmişti, bu, her zaman alıştıklarıydı. Ansarî kardeşi seferde iken bir gün onun hanımını yıkanmış, saçlarını açmış halde görüp evine girmek için izin istemeksizin yanına girip onu öpmeye kalkıştı, elini kadının yüzüne koymuştu ki pişman oldu, utandı vazgeçti ve "Subhanallah! emanete ihanet ettin, Rabbine karşı geldin, hacetine de ulaşamadın." diyerek Medine'den çıktı gitti. Sakîfli Hz. Peygamber (sa) ile birlikte çıktığı bu seferden ailesine dönünce ansardan olan o kardeşini Medine'de bulamadı. Çünkü o, bu günahından tevbe etmek için kendini dağlara atmış, dağlarda dolaşmaya başlamış, tevbesinin kabulünden emin olmadan da Medine'ye dönmemeye ve böyle dağlarda dolaşmaya karar vermişti. Durumu hanımından öğrenen Sakîfli kardeşi dağlarda onu aramaya çıkmış, araya araya bulmuş; "Secdede ağlıyor, "Rabbim günahım, günahım, kardeşime ihanet ettim." diyormuş. Elinden tutmuş "Gel, Allah'ın Rasûlü'ne gidelim, belki Allah senin için bir tevbe, bir açıklık verir." deyip Hz. Peygamber (sa)'e getirmiş. Hz. Peygamber (sa) bundan haberdar olunca susmuş, hiçbir şey söylememiş de bir gün ikindi namazında iken Cibril onun tevbesinin ifadesi olan bu âyet-i kerimeyi getirmiş. Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Elçisi, sadece ona mı mahsus, yoksa herkes için mi?" diye sormuş, Efendimiz (sa): "Hayır sadece ona mahsus değil, herkese." buyurmuşlar.[137]

Mukâtil'in Dahhâk'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre o şöyle anlatmış: Bir hurma tüccarı olan Ebu Mukbil Nebhân et-Temmâr'a, hurma satın almak üzere güzel bir kadın gelmişti. Kadının kalçasına vurdu (şimdiki ifadeyle kadına cinsel tacizde bulundu). Meğer kadın gazvede olan bir müslüman kardeşinin hanımı imiş. Kadın: "Kardeşinin gazveye çıkarken arkasında bıraktığı emanetini muhafaza etmedin, muradına da ermedin." deyince elleri yanına düşüverdi, pişman oldu ve Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelerek yaptığını O'na bildirdi. Hz. Peygamber (sa): "Bir gazinin hanımına dokunmaktan sakın!" buyurdu. Nebhân ağlayarak oradan ayrıldı; üç gün gündüzleri oruçlu, geceleri ibadet ve tevbe ile geçirdi. Dördüncü gün Allah Tealâ: "Ve çirkin bir günah işledikleri, yahut kendilerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler..." âyet-i kerimesini indirdi. Allah'ın Rasûlü (sa) ona haber göndererek hakkında nazil olan âyet-i kerimeyi kendisine bildirdi. Allah'a hamdedip şükrettikten sonra: "Ey Allah'ın elçisi, bu, tevbemin kabulü, peki şükrümün kabulü için ne yapmalıyım?" diye sordu. Bunun üzerine de "Günün iki ucunda namaz kıl..." (Hûd, 114) âyet-i kerimesi nazil oldu.[138] Bu Hûd, 114 âyetinin başka bir sahâbînin benzer bir davranışı sebebiyle nazil olduğu da nakledilir ki yerinde anlatılacaktır.[139]

138- Bu Kur'ân insanlar için bir beyandır, müttakîler için de bir hidayet, bir öğüttür.

İbn Ebî Şeybe'nin Kitâbu'l-Mesâhif te Saîd ibn Cubeyr'den rivayetinde o şöyle demiştir: Al-i İmrân Sûresinden ilk nazil olan "Bu Kur'ân insanlar için bir beyandır, müttakîler için de bir hidayet, bir öğüttür." âyet-i kerimesidir. Sonra geri kalanı Uhud günü nazil olmuştur.[140]

Saîd ibn Cubeyr’in "Geri kalanı Uhud'da nazil olmuştur." demesi herhalde sûrenin bu âyet dışında kalan tamamı olarak değil de Uhud ile ilgili olanları hakkında olmalıdır. Değilse meselâ Mübâhele âyeti ile buna konu olan âyetlerin Necrân Heyetinin Medine'ye gelişi üzerine nazil olduğu hakkındaki rivayetler açık ve meşhurdur.[141]

139. Gevşemeyin, mahzun da olmayın. Eğer gerçek mü'minler iseniz sizler en üstünsünüzdür.

İbn Abbâs'tan: Uhud günü Hz. Peygamber (sa) Hâlid ibnu'l-Velîd'in üzerlerindeki dağa çıkmakta olduklarını görünce: "Ey Allah'ım, üzerimize yükselip çıkmasınlar. Ey Allah'ım, güç ve kuvvet ancak Seninledir. Ey Allah'ım, bu beldede şu topluluktan başka Sana kulluk eden yok! Onları helak etme" diye dua etti de Allah Tealâ "Gevşemeyin, mahzun da olmayın. Eğer gerçek mü'minler iseniz sizler en üstünsünüzdür." âyet-i kerimesini indirdi. Müslümanlardan bir grup hemen oklarıyla o tarafa yöneldiler, dağa çıkıp müşrik atlılarını ok yağmuruna tuttular. Sonunda Allah müşrik atlılarını bozguna uğrattı, müslümanlar da dağa çıkıp güvene kavuştular.[142]

140. Eğer size bir yara değmişse o kavme de o kadar yara değmiştir. O günleri Biz insanlar arasında leh ve aleyhlerine döndürür dururuz. Bu, Allah'ın ilmini iman edenlere açıklaması, içinizden şehidler edinmesi, mü'minleri tertemiz yapıp kâfirleri helak etmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.

İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Uhud günü müslümanlar yaralanmış olarak, yaralarıyla (Allah'ın onlara lûtfundan olarak verdiği bir uyku ile) uyudular. İşte onlar hakkında "Eğer size bir yara değmişse o kavme de o kadar yara değmiştir..." âyeti ile "Kavmi arayıp takip etmekte gevşek davranmayın. Siz acı duyuyorsanız, şüphesiz onlar da sizin duyduğunuz o acı gibi acı duyuyorlar. Halbuki siz Allah'tan, onların umut edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir." (Nisa, 4/104) âyet-i kerimesi nazil oldu.[143]

İkrime'den, o şöyle anlatıyor: Uhud Gazvesi günü Medine-i Münevvere'ye savaşın gidişatı hakkında haber gecikince bazı kadınlar belki bir haber alırız diye Medine dışına çıkmışlardı. Bir hayvan veya bir deve üzerinde iki öldürülmüş adam gördüler. Ansar'dan bir kadın: "Kim bunlar?" diye sordu, "Filân, filândır" dediler ki ya kocası ile kardeşi, ya da kocasıyla oğlu imiş. "Allah'ın Rasûlü ne yaptı?" diye sordu, "O hayatta." dediler, "O hayatta olduktan sonra Allah'ın kullarından şehidler edinmesine aldırmam," dedi de bunun üzerine "içinizden şehidler edinmesi..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[144]

İbn Abbâs'tan: Uhud günü olanlar olup müslümanların başına gelenlerden sonra Rasûl-i Ekrem kalan ashabı ile dağa sığınmışlardı. Aşağıdan Ebu Süfyân gelip "Ey Muhammed, ey Muhammed, çıkmaz mısın, çıkmaz mısın? Savaş böyle sırayladır; bir gün bize, bir gün size." diye seslendi. Allah'ın Rasûlü (sa) ashabına: "Ona cevap verin." buyurdu "Ama eşit değilsiniz; bizim ölülerimiz cennette diridirler, rızıklanıyorlar, sizinkiler cehennemde azâb olunuyorlar." dediler. Ebu Süfyân: "Bizim Uzzâ'mız var, sizin ise Uzzâ'nız yok." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bizim Mevlâ'mız var, sizin ise Mevlâ'nız yok." deyiniz." buyurdu. Ebu Süfyân: "Yücel ey Hübelî" dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Allah en yücedir." deyiniz." buyurdu. Ebu Süfyân: "Gelecek buluşma yerimiz Bedr es-Suğrâ olsun." dedi ve işte "O günleri Biz insanlar arasında leh ve aleyhlerine döndürür dururuz." âyeti onlar hakkında nazil oldu.[145]

143. Andolsun ki siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzulamıştınız. İşte onu gerçekten gördünüz de siz bakıyordunuz.

Rebî'den rivayet ediliyor: Mü'minlerden Bedr'de bulunmamış ve Bedr ehline Allah tarafından verilen üstünlükten nasibini almamış olan bazıları bir savaş olsa da savaşsak (ve Bedr ehlinin kazandıklarını biz de kazansak) diye temennide bulunuyorlardı. Uhud'a çıkılırken işte o temenni ettikleri savaş onların önüne sürülüverdi de yola çıktılar. Daha onlar Uhud günü Medine'den ayrılmamışlar, Medine'nin bir köşesindelerken Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.

Hasen'den rivayete göre Hz. Peygamber (sa)'in ashabından bazıları "Hz. Peygamber'le birlikte düşmanla karşılaşırsak şöyle yaparız, şöyle yaparız." diyorlardı.Bu temenni ettikleriyle imtihan edildiler. Vallahi onların hepsi bu imtihanda Allah'a verdikleri sözde sâdık olamadılar da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu[146]

144. Muhammed ancak bir elçidir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür, yahut öldürülürse ökçeleriniz üstünde geri mi döneceksiniz? Kim iki ökçesi üzerinde geri dönerse elbette hiçbir şeyle Allah'a zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.

Rebî' der ki: Bize anlatıldığına göre -en doğrusunu Allah bilir- Muhacirlerden birisi Ansardan kana bulanmış halde olan birisine uğradı ve: "Ey filân, Muhammed'in öldürüldüğünü hissettin mi?" diye sordu. Ansardan olan adam: "Eğer Muhammed ölmüşse Allah'ın dinini tebliğ etmiştir. Siz de dininiz için savaşın." dedi ve Allah Tealâ da bu âyet-i kerimeyi indirdi.[147]

Müslümanlar bozulup açıldıklarında, "Muhammed öldürüldü." nidası ile O'nun yanında kalan çok az sayıda ashabı dışında bütün müslümanlar dağıldıklarında Hz. Peygamber (sa)'i görüp de ilk tanıyan Ka'b ibn Mâlik olmuş. O şöyle anlatıyor: Toz toprak içinde (veya miğferinin altından) parıldıyan gözlerinden tanıdım ve en yüksek sesimle "Ey müslümanlar topluluğu, müjdeler olsun bu Allah'ın Rasûlü." diye bağırdım. Bana sus diye işaret etti ve ashabından bazıları hemen O'nun çevresinde toplandılar, yerlerini aldılar. Açılıp dağıldıkları için onları ayıplayınca: "Ey Allah'ın Elçisi, babalarımız, çocuklarımız sana feda olsun. Bize senin öldürüldüğün haberi geldi de kalblerimize bir korku girdi, arkamızı dönüp kaçtık." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[148]

İbn Cerir'in Suddî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Uhud günü insanlar arasında Hz. Muhammed'in öldürüldüğü haberi yayıldı. Sahra ashabından bazıları: "Keşke Abdullah ibn Ubeyy'e gönderebileceğimiz bir elçimiz olsa da bize Ebu Sufyân'dan bir emân alsa. Ey Kavmimiz, Muhammed öldürüldü, müşrikler gelip sizi öldürmeden kavimlerinize dönün." dediler. Enes ibn Nadr ise: "Ey kavmim, Muhammed öldürülmüşse muhakkak ki Muhammed'in Rabbi öldürülmedi. Muhammed ne için savaşıyordu ise şimdi siz de onun için savaşın. Ey Allah'ım, şu adamların söylediklerinden sana özür beyan ediyor ve bu adamların söylediklerinden uzak olduğumu sana iletiyorum." deyip kılıcını çekti ve şehid edilinceye kadar savaştı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[149]

Atıyye el-Avfî'den gelen rivayette de bu hadise üzerine Allah Tealâ'nın sadece bu âyet-i kerimeyi değil, bununla birlikte "Nihayet Allah onlara hem dünya nimetini, hem de âhiret sevabının güzelliğini verdi. Allah muhsinleri sever." (âyet: 148) âyetine kadar olan âyetleri indirdiği kaydı vardır.[150]

149. Ey iman edenler, eğer küfredenlere itaat ederseniz sizi ökçeleriniz üzerine gerisin geri küfre döndürürler de büyük zarara uğrayanların haline dönersiniz.

Hz. Ali'den rivayete göre Uhud bozgunu üzerine mü'minlere: "Kardeşlerinize dönün ve dinlerine girin." diyen münafıklar hakkında nazil olmuştur.

İbn Cüreyc ise bu âyet-i kerimenin yahudiler hakkında nazil olduğu görüşündedir. Uhud yenilgisi üzerine müslümanların kafalarını karıştırıp onları dinlerinde şüpheye düşürmek üzere: "Şayet Muhammed iddia ettiği gibi gerçekten peygamber olsaydı yenilmez, onun ve ashabının bu başına gelenler başlarına gelmezdi. Onun durumu aynen diğer insanların durumu gibidir ki bir gün lehine olursa bir gün de aleyhinedir." demişlerdi.[151]

151. Hakkında Allah'ın hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalblerine korku salacağız. Onların yurtları cehennemdir. Zâlimlerin dönüp varacağı yer ne kötüdür.

Suddiden rivayet ediliyor: Ebu Sufyân ve müşrikler Uhud günü savaş sahasından ayrılıp Mekke'ye doğru yola çıkmışlardı. Bir miktar yol almışlardı ki müslümanların işini tam bitirmeden oradan ayrıldıklarına pişman oldular ve dediler ki: "Ne kötü yaptınız; onları öldürdünüz, öldürdünüz, sonunda azıcık kalmıştılar ki onları haklamayıp bıraktınız. Dönün ve onların da kökünü kazıyın." İşte o anda Allah onların kalblerine bir korku saldı da Uhud'a dönme yerine bozgun halde yollarına devam ettiler. Yolda bir bedeviye rastladılar. "Yolda Muhammed'e rastlarsan ona bizim kendisi için yeniden kuvvet topladığımızı haber ver." dediler ve bunu yapması için ona hediyeler verdiler. Ancak onların durumunu Allah Tealâ, Rasûlü (sa)'ne haber verdi de peşlerinden onları takibe çıktı ve hattâ Hamrâu'l-Esed'e kadar da geldiler. İşte Allah Tealâ bu hadise hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi[152]

152. Andolsun ki Allah'ın size olan va'di O'nun izni ile onları öldüregeldiğiniz, hattâ sevmekte olduğunuz zaferi size de size gösterdiği zamana kadar yerine gelmişti. Sonra siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz, emir hakkında çekiştiniz. İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden kimi de âhireti diliyordu. Sonra Allah sizi imtihan etmek için sizi onlardan geri çevirdi, ama sizi muhakkak ki bağışladı. Allah mü'minlere büyük lütuf sahibidir.

Dahhâk "İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden kimi de âhireti diliyordu." âyet-i kerimesi hakkında der ki: Hz. Peygamber Uhud günü bir grup müslümana: "Burada silâhlı olarak oklarınızla müslümanları koruyunuz. Yerinizde sebat etmek suretiyle onların işinin düzgün olmasını sağlayınız." deyip bizzat kendisi izin vermedikçe yerlerinden ayrılmamalarını emretti. Hz. Peygamber, o Uhud günü Ebu Süfyân ve beraberindeki müşriklerle karşılaşıp onları bozguna uğratınca o yerleştirdiği okçular bu durumu gördüler ve içlerinden bazısı: "Ganimet, ganimet, ganimetleri kaçırmayın." diye bağrışarak yerlerinden ayrıldılar. Bazısı da yerlerinden ayrılmayarak "Hz. Peygamber bize izin verinceye kadar yerimizi terketmeyeceğiz." dediler. İşte bunun hakkında "İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden kimi de âhireti diliyordu." âyet-i kerimesi nâzil oldu. İbn Mes'ûd der ki: Uhud gününe kadar Hz. Peygamber (sa)'in ashabı içinde herhangi bir kimsenin dünyayı ve dünyalığı ister olduğunu hissetmemiştim.[153]

Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî der ki: Uhud'da olanlar olduktan sonra Allah'ın Rasûlü (sa) Medine-i Münevvere'ye döndüğünde ashabından bazıları: "Hani Allah bize zaferi va'detmemiş miydi, bu başımıza gelenler neden ve nereden başımıza geldi?" dediler de bunun üzerine "Sonra Allah sizi imtihan etmek için sizi onlardan geri çevirdi." kısmına kadar "Andolsun ki Allah'ın size olan va'di O'nun izni ile onları öldüregeldiğiniz, hattâ sevmekte olduğunuz zaferi size gösterdiği zamana kadar yerine gelmişti. Sonra siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz, emir hakkında çekiştiniz. İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden kimi de âhireti diliyordu." âyet-i kerimesini indirdi ki "İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden kimi de âhireti diliyordu." ile kastedilenler bu bozgunda etkileri olan ve Hz. Peygamber'in, düşman atlılarını engellemek üzere yerleştirmiş olduğu okçulardı.[154]

154. Sonra o kederin ardından üzerinize öyle bir emniyet, öyle bir uyku indirdi ki o, içinizden bir zümreyi örtüp buruyordu. Bir zümre de canları sevdasına düşmüş, Allah'a karşı câhiliyet zannı gibi hak olmayan bir zan besliyorlar ve: "Bu işten bize ne?" diyorlardı. De ki; "Bütün işler Allah'ındır." Onlar, sana açıklayamayacaklarını içlerinde saklıyorlar. Diyorlar ki: "Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik. " De ki: Siz evlerinizde olsaydınız bile üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar yine muhakkak yatacakları yerlere çıkıp gideceklerdi. Göğüslerinizin içindekini yoklamak, yüreklerinizdekileri temizlemek için. Allah, göğüslerdeki özü hakkıyla bilendir. "

İbn İshak ve İbn Cerîr'in Zubeyr'den rivayetle tahriclerinde o şöyle anlatıyor: Uhud günü korku şiddetlendiğinde Rasûlullâh'la birlikte kendimi görüyordum ki Allah üzerimize bir uyku göndermiş; içimizden çenesi göğsüne düşmeyen kalmamıştı. Allah'a yemin ederim ki Muattib ibn Kuşeyr'in sözünü işitiyorum ama işittiğim sanki bir rüya gibiydi. Onun ""Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik." dediğini duydum ve bu sözü ondan ezberledim. Sonra bunun hakkında Allah Tealâ "Onlar, sana açıklayamayacaklarını içlerinde saklıyorlar. Diyorlar ki: "Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik...." âyetini indirdi.[155]

155. İki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönenler yok mu; irtikâb etmiş oldukları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmak istedi. Şüphesiz Allah yine de onları affetti. Hiç kuşkusuz Allah Gafur'dur, Halîm'dir.

Asım ibn Kuleyb'in babasından rivayetinde o şöyle anlatıyor: Hz. Ömer Cuma günü hutbede Al-i İmrân'ı okudu. Hutbede bu sûreyi okumayı da severdi. "İki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönenler yok mu..." âyetine gelince şöyle dedi. Uhud günü bozulduk. Ben de kaçanlar arasındaydım. Dağa çıktım, adeta dağ keçileri gibi sıçrayarak çıktığımı görüyordum. "Muhammed öldürüldü." diyorlardı. Ben: "Kim Muhammed öldü derse öldürürüm." dedim. Nihayet hepimiz dağda toplandık, bir araya geldik ve iki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönenler yok mu; irtikâb etmiş oldukları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmak istedi. Şüphesiz Allah yine de onları affetti..." âyeti nazil oldu.[156]

İkrime'den gelen rivayette "İki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönenler yok mu; irtikâb etmiş oldukları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmak istedi. Şüphesiz Allah yine de onları affetti..." âyetinin belli kimseler hakkında nazil olduğu belirtiliyor. Bunlar: Râfi' ibnu'l-Muallâ ve Ansar'dan diğerleri ile Ebu Huzeyfe ibn Utbe ve diğer bir sahabi imişler.[157] Ancak o gün bozulan ve Hz. Peygamber (sa)'ın yanından açılan bütün ashab hakkında olması daha meşhurdur.[158]

159. Sen, Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın etrafından dağılıp gitmişlerdi. Artık onları bağışla, günahlarının yarlığanmasını iste, iş hakkında onlarla istişare et. Bir kere de azmettin mi artık Allah'a tevekkül et. Çünkü Allah mütevekkil olanları sever.

Kelbî'nin Ebu Salih'ten, onun da îbn Abbâs'tan rivayetine göre "iş hakkında onlarla istişare et." âyet-i kerimesi Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer hakkında nazil olmuştur.[159]

161. Bir peygamber için emanete ihanet etmek olacak şey değil. Kim böyle hainlik ederse kıyamet günü hainlik ettiği o şeyi yüklenerek gelir. Sonra herkes ne kazandıysa ona eksiksiz ödenir ve onlar asla haksızlığa uğratılmazlar.

İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre "Bir peygamber için emanete ihanet etmek olacak şey değil." âyet-i kerimesi Bedr günü ganimetlerinden kaybolan kırmızı bir kadife hakkında nazil olmuştur. Bazı insanlar "Herhalde Hz. Peygamber almıştır." dedi ve bu konuda söz çoğaldı da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi İndirdi.[160] Kaybolan ganimetin bir kılıç olduğu da rivayet edilmiştir.[161]

Dahhâk'ten gelen rivayette ise Hz. Peygamber (sa)'in bir gazvede öncüler gönderdiği, sonra alınan ganimetten bunlara pay ayırmadan ganimeti taksim ettiği ve geri geldiklerinde onların "Ganimeti taksim etti de bize bir şey vermedi." demeleri üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu söylenmektedir.[162]

Katâde'den rivayete göre Bedr günü ashabından Hz. Peygamber (sa)'e ihanet eden bazı gruplar hakkında nazil olmuştur ve buna göre manâ "Bir peygambere ashabının ihanet etmesi olacak şey değil." şeklindedir. Bu görüş Rebî ibn Enes'den de rivayet edilmiştir.[163]

Hz. Peygamber (sa) gazvelerinden birinde ganimetler almış, bu ganimetlerin taksimi bazı engeller yüzünden gecikmişti. Ashabından bir grup: "Ganimetlerimizi bölüştürmeyecek misin?" dediler. Efendimiz (sa): "Uhud dağı kadar altınınız olsa ondan bir dirhemi bile yanımda tutmam. Ganimetinize hainlik edeceğimi mi sandınız?" buyurdu da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

İbn Abbâs'tan rivayete göre Hz. Peygamber (sa)'in ashabından kavimlerinin ileri gelenleri konumunda olan bazıları Hz. Peygamber (sa)'in ganimet dağıtmasında kendilerine bir ayrıcalık yapıp diğer insanlardan fazla vereceği tamahına kapıldılar da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Kelbî, İbnu's-Sâib ve Mukatil der ki: Bu âyet-i kerime, Uhud Gazvesi günü ganimet toplamaya koşmak üzere yerlerinden ayrılan okçular hakkında nazil oldu. Bunlar: Hz. Peygamber (sa) Bedr'de yaptığı gibi "Kim ganimet olarak bir şey almışsa o onundur." deyip ganimetleri taksim etmeyeceğinden korkarız." demişler ve bu yüzden Hz. Peygamber (sa)'in benden emir almadıkça yerlerinizden sakın ayrılmayın, emrini unutarak ganimet toplamaya koşmuşlardı. Hz. Peygamber (sa): "Ganimette hainlik edeceğimizi ve size pay vermeyeceğimizi mi zannettiniz?" buyurdu da bu âyet-i kerime nazil oldu.[164]

162. Ya Allah'ın rızasına tâbi olan kimse Allah'ın hışmına uğrayan ve durağı cehennem olan gibi midir? O ne kötü dönüş yeridir.

Allah'ın Rasûlü (sa) Uhud'a çıkmayı emredince münafıklar oturup savaşa çıkmadılar, sadece mü'minler O'nun emrine uydular ve savaşa çıktılar. İşte Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirdi.[165]

165. Size, (Bedr'de) onların başına iki katını getirdiğiniz bir musibet gelip çatınca mı "Bu nereden geldi? " dediniz? De ki: O, kendi katınızdandır. " Hiç şüphesiz Allah her şeye hakkıyla Kadirdir

Ömer ibnu'l-Hattâb anlatıyor: "Uhud günü olunca, Bedr'de esir ettikleri müşriklerden, onları serbest bırakma karşılığında fidye almaları üzerine cezalandırıldılar; onlardan yetmişi öldürüldü (şehid oldu), Hz. Peygamber (sa)'in ashabı bozularak kaçtılar, rabâiyye (ön yan) dişi kırıldı, başındaki miğfer kırıldı, başına battı ve kanı yüzüne aktı ve "Size, (Bedr'de) onların başına iki katını getirdiğiniz bir musibet gelip çatınca mı "Bu nereden geldi?" dediniz?..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[166] Bedr Gazvesi olduğunda henüz Hz. Peygamber ve müslümanlara esir alma ve onları fidye karşılığında serbest bırakma izni verilmemiş ve hattâ esir almaları o zaman Enfal, 8/67 âyeti ile kınanmıştı ki inşaallah yerinde gelecektir.[167]

168. Kendileri oturarak kardeşlerine: "Eğer bizi dinleselerdi ölmeyeceklerdi," diyen o adamlara de ki: "Öyleyse kendi nefislerinizden ölümü geri çevirin, eğer sâdıklarsanız. "

Rebî'den rivayete göre Allah'ın düşmanı Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl hakkında nazil olmuştur.[168]

169-170. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Tam tersine onlar Rableri katında dirilerdir. Lütfundan onlara verdiği ile hepsi de şad olarak rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılmayanlar hakkında da: "Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun olacak da değillerdir." diye müjde vermek isterler.

İbn Abbâs'tan rivayette Allah'ın Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: Uhud'da kardeşleriniz isabet alıp ölünce Allah Tealâ onların ruhlarını alıp yeşil kuşların içine koydu. Bu kuşlar cennet nehirlerine gelir, cennet meyvelerinden yer ve arşın gölgesinde altından kandillere gelir orada dinlenirler. O şehidler yeme-içmelerinin hoşluğunu, kaldıkları yerlerin güzelliğini görünce: "Keşke bu durumumuzu arkada kalan kardeşlerimize iletecek birisi olsa da kardeşlerimiz Rabbimizin bize neler yapmakta olduğunu bir bilseler ve cihaddan ayrı kalmayıp savaştan dönmeseler." dediler de Allah Tealâ: "Bunu onlara ben ulaştırırım." buyurup bu âyet-i kerimeleri indirdi. Bu, Dahhâk'ten de rivayet olunmuştur.[169] "Keşke bu durumumuzu arkada kalan kardeşlerimize iletecek birisi olsa da kardeşlerimiz Rabbimizin bize neler yapmakta olduğunu bir bilseler ve cihaddan ayrı kalmayıp savaştan dönmeseler." diye Allah'tan dilekte bulunan şehidlerin Uhud'da şehid olan Hz. Hamza ile Mus'ab ibn Umeyr oldukları da Saîd ibn Cubeyr'den rivayet edilmiştir.[170]

Katâde'den gelen rivayet bunun tam tersine geride kalanların, Uhud'da şehid olanların durumlarını merak edip sormaları üzerine bu âyet-i kerime inmiştir.[171] Bu husustaki Câbir hadîsinde o şöyle anlatıyor: Bir gün Allah'ın Rasûlü (sa) bana rastladı ve: "Ey Câbir, seni biraz kırgın (üzgün) görüyorum, neden?" diye sordu, ben: "Ey Allah'ın elçisi, babam Uhud'da şehid oldu arkasında bir aile ve borç bıraktı." dedim. "Allah'ın babanı ne ile ve nasıl karşıladığı hususunda sana bir müjde vermeyeyim mi?" buyurdu, ben: "Evet ey Allah'ın Rasûlü, müjdele." dedim. "Allah, birisiyle konuşacağı zaman ancak bir perde arkasından konuşur. Ama babanı diriltti ve onunla yüzyüze, arada bir perde olmaksızın konuştu: "Ey kulum, benden dilekte bulun, sana vereyim." buyurdu. Baban: "Ey Rabbim, beni dirilt de senin yolunda cihadda tekrar öldürüleyim, şehid olayım." dedi. Rabb Tealâ: "Hiç şüphesiz benim daha önceki "Onlar oraya bir daha döndürülmeyecekler." sözüm geçmiştir." buyurdu. Câbir der ki: Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[172]

Rebî'den gelen rivayette ise "Bedr ve Uhud'da şehid olanlar hakkında nazil olduğu" kaydedilir.[173] Saîd ibn Cubeyr'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise bu iki âyet-i kerime Bedr Gazvesinde şehid olanlar hakkında nazil olmuştur. Mukatil de böyle söylemiştir.[174]

Enes ibn Mâlik'ten rivayete göre ise Bi'ru Maûne vak'asında şehid edilenler hakkında inmiştir. Şöyle ki: Hz. Peygamber (sa) Bi'ru Maûne halkına ashabından (bir rivayette ashab-ı suffa'dan) 40 veya yetmiş kişi göndermişti. Bu kuyunun başında Amir ibnu't-Tufeyl el-Ca'ferî el-Kilâbî vardı. Hz. Peygamber (sa)'in gönderdiği sahabîler bu kuyuya hâkim bir mağaraya geldiler, orada oturup "Bu su halkına Hz. Peygamber (sa)'in risaletini kimin ilk tebliğ edeceğini" istişare ettiler. Haram ibn Milhan el-Ansârî kalktı ve "Rasûlullah (sa)'ın risaletini ben onlara tebliğ ederim." dedi. Çıktı, vadide onları gören yüksek bir yere çıktı ve oradan seslendi: "Ben, Rasûlullâh (sa)'ın size elçisiyim. Bana emân verin ki gelip sizinle konuşayım. Ona eman verdiler de onlardan bir aileye geldi, evlerin önüne yaklaştı sonra seslendi: "Ey Bi'ru Maûne halkı, ben size Rasûlullâh’ın elçisiyim. Ben şehadet ederim ki Allah yegâne ilâhtır ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah'a ve Rasûlü'ne iman ediniz." Evin önüne (girişe) asılmış olan örtünün arkasından elinde mızrak olan birisi çıktı, mızrağı ona fırlattı; mızrak bir yanından girdi, öbür yanından çıktı. Yere yıkılırken "Allahu ekber, Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki kazandım." dedi. Amir ibn Tufeyl (oğulları) onun izini sürerek mağaraya geldiler ve hepsini öldürdüler. Enes ibn Mâlik der ki: İşte onlar hakkında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bi'ru Maûne'de ilk öldürülen Haram ibn Milhân, Enes ibn Mâlik'in dayısı imiş. Enes der ki: onlar hakkında önce "Bizden kavmimize ulaştırın; biz Rabbimize kavuştuk. O bizden razı oldu, biz de O'ndan." âyetleri nazil oldu. Biz bir süre bunları okuduk, sonra ref olundu ve "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Tam tersine onlar Rableri katında dirilerdir. Lütfundan onlara verdiği ile hepsi de şâd olarak rızıklanırlar..." âyetleri nazil oldu.[175]

172. Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah’ın ve Rasûlü'nün davetine icabet edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve takvaya erenler için ecr-i azîm vardır.

Suddî'den rivayete göre Uhud'da olanlar olduktan sonra Hz. Peygamber, Rabbinin işaretiyle ashabını yaralı yaralı, yorgun argın Mekke'ye dönmekte olan Ebu Süfyân'ı takibe çağırdı. Bu sefere sadece Uhud'a katılanların gelmesi istendi ve sadece onlara gelme izni verildi. Hamrâu'l-Esed'e kadar gittiler ve Ebu Süfyân'ın Mekke yönünde uzaklaştığından emin olunca Medine-i Münevvere'ye geri döndüler. İşte bu sefere katılanlar hakkında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[176] Hamrâu'l-Esed, Medine-i Münevvere'ye üç mil mesafededir.

Taberanî'nin sahih bir senedle İbn Abbâs'tan rivayetine göre müşrikler Uhud'dan dönüşlerinde: "Ne Muhammedi öldürdünüz ne de genç kızları terkinize atıp geldiniz, ne kötü yaptınız, dönün." dediler. Bu haber Hz. Peygamber (sa)'e ulaşınca ashabını müşrikleri takibe çağırdı, bu çağrıya uyarak müşrikleri takibe çıktılar Hamrâu'l-Esed'e veya Ebu Utbe kuyusuna kadar geldiler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi (Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, i,89).

Bu husustaki İbn Abbâs rivayeti biraz daha ayrıntılı. Şöyle ki: Uhud günü olanlar olup bittikten sonra Allah Ebu Süfyan'ın kalbine bir korku saldı da Mekke'ye geri döndü. Hz. Peygamber (sa): "Ebu Süfyân sizden küçük bir şey elde etti ve döndü. Allah da kalbine bir korku saldı." buyurdu. Uhud gazvesi Şevvalde olmuştu ve ticaret kervanları senede sadece bir kere Zilkade ayında Medine-i Münevvere'ye gelirler, Bedr es-Suğrâ'ya iner, orada konaklarlardı. Bu sene gelmeleri Uhud gazvesinden sonraya rastladı. Müslümanlar yaralıydılar, yaralarından Hz. Peygamber (sa)'e şikâyette bulunuyorlardı. Başlarına gelen bu musibet onlara çok ağır gelmişti. Hz. Peygamber insanları kendisiyle birlikte gitmeye, daha önce yaptıklarını yapmaya davet etti ve: "Şimdi onlar konakladıkları yerden ayrılıp hacca gidecekler ve ikinci bir kere ancak bir yıl sonra gelecekler." buyurdu. Şeytan gelip ashabdan bazılarının kalblerine korku saldı, "İnsanlar sizin işinizi bitirmek üzere yeniden kuvvet topladılar." dedi ve insanların çoğu Hz. Peygamber (sa)'in peşinden gitmek istemediler. O: "Hiç kimse peşimden gelmese bile yalnız başıma giderim." buyurdu ve artık insanları kendisiyle gelmeye teşvik de etmedi. Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Zubeyr, Sa'd, Talha, Abdurrahman ibn Avf, Abdullah ibn Mes'ûd, Huzeyfe ibnu'l-Yemân ve Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh 70 kişi içinde onun peşinden geldiler. Ebu Süfyan'ı takip etmek üzere yürüdüler, es-Safrâ'ya ulaştıklarında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.

İbn Cureyc rivayetinde "Hz. Peygamber'in, Ebu Süfyân'ın, müslümanlarda halâ kuvvet olduğunu görmesi için ashabını bu sefere çıkmaya davet ettiği O'nun ve ashabının Ebu Süfyan'ı takip etmek üzere iki veya üç gece yürüdükleri ve ondan sonra bu âyet-i kerimenin nazil olduğu" ayrıntısına yer verilmektedir.[177]

173. Onlar öyle kimselerdir ki insanlar kendilerine: "İnsanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun. " dedi de bu, onların imanını artırdı ve: "Allah bize yeter, O ne güzel Vekil'dir." dediler.

174. Bunun üzerine kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'dan nimet ve lûtufla geri geldiler. Allah'ın rızasına da uymuş oldular. Allah; O en büyük lütuf sahibidir.

Bu âyet-i kerimeler bir kavle göre Hamrâu'l-Esed, diğer bir kavle göre de Küçük Bedr (Bedr es-Suğrâ) Gazvesi hakkında nazil olan âyet-i kerimelerdendir. Şöyle ki:

1. Muhammed ibn İshak'ın Abdullah ibn Ebî bekr ibn Muhammed'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa) Hamrâu'l-Esed'de iken Huzâa kabilesinden Ma'bed Efendimiz (sa)'e uğradı. Huzâalılar Allah'ın Rasûlü ile antlaşmalı idiler; müslümanı ve müşriği ile bütün kabile Hz. Peygamber (sa)'le antlaşmalarına sadık, müslümanlardan yana, onlara karşı gizli saklıları olmayan bir kabile idiler. Ma'bed o günlerde henüz müslüman olmamıştı, müşrikti. "Vallahi ey Muhammed, senin ve ashabının bu başına gelenler bize de ağır gelmiş ve bizi de üzmüştür. Allah'tan dileğimiz onların size verdiği bu zarardan sizi kurtarmasıdır." dedi, ve Hz. Peygamber (sa)'in yanından çıkıp Hamrâu'l-Esed'den ayrıldı. Daha sonra Ravhâ'da Ebu Süfyân ve beraberindekilere rastladı. Onlar, "Uhud'da Muhammed'in ashabının ileri gelenlerini, komutanlarını, onun arkadaşlarını hakladık, ama köklerini kazımadan döndük geldik. Kalanları üzerine yeniden hücum edelim, işlerini bitirelim." diyerek Medine'ye dönmeye ve müslümanların kökünü kazımaya, onları toptan yok etmeye karar vermişlerdi. Ebu Süfyan (kendileri gibi müşrik olan) Ma'bed'i görünce ona: "Arkanda ne var, yolda neler gördün ey Ma'bed?" diye sordu. Ma'bed: "Muhammed'i gördüm; ashabı içinde sizi takip etmek üzere çıkmış. Öyle kalabalıklar ki bugüne kadar böylesini görmedim. Size karşı kin ve öfke ile yanıp tutuşuyorlar. Bugünkü savaşınızdan geri kalmış olanlar da savaşa katılmadıklarına pişman olmuşlar ve bu sefer onlara katılmışlar ve size karşı öyle öfkeliler ki bu öfke gibisini hiç görmedim." dedi. Ebu Süfyân: "Vay sana! ne diyorsun?" dedi. Ma'bed: "Allah'a yemin olsun, ya şimdi hemen buradan ayrılıp Mekke'ye doğru yola çıkarsınız, ya da birazdan atlarının alınlarını karşınızda bulursunuz." dedi. Ebu Süfyân: "Biz de kalanlarının da kökünü kazımak üzere onlara tekrar hücum etmeye karar vermiştik." dedi. Ma'bed: "Bunu hiç tavsiye etmem ve seni bundan men'ederim. Allah'a yemin olsun, gördüklerim beni şu beyitleri söylemeye şevketti." deyip Hz. Peygamber ve ordusunu övüp yücelten bir şiir söyledi de bu Ebu Süfyân ve yanındakileri geri döndürdü.

Ebu Süfyân Mekke'ye dönüş yolunda bu sefer Abdu'l-Kays oğullarından bir gruba rastladı. Onlara nereye gittiklerini sordu, sebebini sorduğunda yiyecek bir şeyler bulmak üzere oraya gitmekte olduklarını öğrenince "Muhammed'e bir mektubum var. Bunu ona götürürseniz bunun karşılığında yarın gelirsiniz bu develerinize Ukâz'da şıra yükleriz." dedi. Onlar da kabul ettiler. Onlara şöyle dedi: "Muhammed'e vardığınızda ona haber verin ki biz, kalanlarının da kökünü kazımak üzere Muhammed ve ashabının üzerine yürümeye karar verdik." Abdu'l-Kays'lılar Hz. Peygamber henüz Hamrâu'l-Esed'de iken ona gelip Ebu Süfyân'ın söylediklerini ona haber verdiler de Allah'ın Rasûlü (sa: "Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl'dir." dedi.[178]

İbn Merdûye'nin Ebû Râfi'den rivayetine göre ise Hz. Peygamber (sa) Hz. Ali'yi bir grup sahâbî ile Ebu Süfyân'ı takibe yolladı ve bunlar yolda Huzâa'dan bir bedeviye rastlayıp Ebu Süfyân hakkında bilgisi olup olmadığını sordular. O da Ebu Süfyân'ın toparlanıp yeniden üzerlerine gelmekte olduğunu söyleyince "Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl'dir." dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[179]

Suddî rivayetinde ise "Ebu Süfyân ve arkadaşları Uhud'dan, müslümanların işini tam olarak bitirmeden ayrıldıklarına pişman olup "Dönün ve onların kökünü kazıyın." dediklerinde Allah onların kalblerine bir korku saldı da bozuldular, bir bedeviye rastladılar, ona bir hediye vererek "Muhammed ve ashabına rastlarsan onlara bizim onlar için yeniden ordu topladığımızı haber ver." dediler. Ancak o bedevi gelmeden Allah Tealâ, Rasûlü (sa)'ne bu durumu haber verdi de Allah'ın Rasûlü onları takip için çıktı ve Hamrâu'l-Esed'e kadar geldi. Yolda iken Ebu Süfyân'ın haber gönderdiği bedeviye rastladılar. Bedevi onlara Ebu Süfyan'ın söylediklerini haber verdi de onlar "Allah bize yeter, O ne güzel Vekil’dir." dediler. Sonra Hamrâu'l-Esed'den dönerlerken Allah Tealâ onlar ve onlara Ebu Süfyân'ın haberini getiren bedevi hakkında "insanlar kendilerine: "İnsanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun." dedi de bu, onların imanını artırdı ve: "Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl'dir." dediler." âyet-i kerimesini indirdi.

Suddî rivayetinde Hz. Peygamber (sa) ve ashabının, Ebu Süfyân'ı takip için çıktıklarında Ebu Süfyan'ın kendilerinin kökünü kazımak üzere büyük bir ordu topladığı haberini Zulhuleyfe'de aldıkları; İbn Abbâs rivayetinde ise bu haberi bir bedevinin değil Medine'ye mal satmak üzere giden bir kervanın getirdiği, kervandakilerin: "Ey Muhammed, Ebu Süfyân size karşı büyük bir ordu toplamış, Medine üzerine yürümekte, istersen geri dön." dedikleri kaydedilmektedir.[180]

2. Bu âyet-i kerimelerin Küçük Bedr Gazvesi hakkında nazil olduğuna dair rivayetlere gelince; Mücâhid'den rivayete göre Ebu Süfyân, Uhud savaşı günü Hz. Muhammed (sa)'e: "Bir sene sonra buluşma yerimiz, daha önce arkadaşlarımızı öldürdüğünüz Bedr olsun. Gelecek sene kozumuzu orada paylaşalım." demiş, Hz. Peygamber (sa) de: "Umarız öyle olur." buyurdu. Bir sene sonra Allah'ın Rasûlü (sa) va'dine uyarak yola çıktı ve Bedr'e gelerek orada konakladı. Bu gelişleri orada kurulmakta olan panayıra rastlamıştı. Orada alış verişlerini yaptılar; Allah'ın lûtfu ve fazlı ile geri döndüler, orada onlara bir kötülük ve zarar dokunmadı.

İbn Cureyc'den gelen rivayette şu fazlalıklar vardır: Hz. Peygamber (sa), Ebu Süfyân'la va'dleştikleri buluşma yerine doğru yola çıktığında bazı müşriklere rastladılar. Onlara Kureyş'in haberlerini sorduklarında o müşrikler, Hz. Peygamber ve ashabını kandırmak ve müşriklerden korkutmak üzere: "Size karşı büyük bir ordu topladılar." dediler. Bu haber karşısında mü'minler sadece "Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl'dir." dediler, bu onların sadece iman ve yakînlerini artırdı da Bedr'e kadar geldiler. Orada panayırı sakin buldular, kimse onlarla karşılaşıp çekişmedi, çatışmadı. Orada panayırda bulunan bir müşrik Mekke'ye giderek Bedr'de Muhammed'in atlılarını gördüğünü Mekkelilere haber verdi.

İkrime'den gelen rivayette ise Hz. Peygamber ve ashabına, müşriklerin kendilerine karşı büyük bir ordu hazırladığı haberi onlar henüz Medine'den hareket etmezden önce ulaşmış; bu haber üzerine bazıları korkup bu seferden geri dururken cesaretliler hem savaşa, hem de Bedr'de bulacakları panayırda alış verişe hazırlanarak yola çıkmışlar; Bedr'e varınca da orada sakin bir panayırdan başka bir şey görmemişler. Çünkü müşriklerin büyük bir ordu toplayıp gelmekte oldukları haberi bir balondan başka bir şey değilmiş.

İbn Abbâs'tan gelen rivayette bazı farklı ayrıntılara yer veriliyor: Hz. Peygamber (sa)'le va'dleştikleri zaman gelince Ebu Süfyân kavmiyle beraber Mekke'den Bedr'e doğru yola çıktı. Merru'z-Zahrân denilen mevkiye gelip konakladıklarında Allah kalbine bir korku saldı da geri dönmeye karar verdi. Orada umre yapmak üzere Mekke'ye gelmiş olan Nuaym ibn Mes'ûd el-Eşcaî'ye rastladılar. Ebu Süfyân ona: "Ey Nuaym, ben Muhammed'e Bedr mevsiminde buluşmayı va'detmiştim. Ama bu sene kurak geçti. Oraya gitmek bizim için bolluk senesi uygun olur ki hayvanlarımızı otlatalım, sütlerini içelim. Bana, bu va'dî yerine getirmeden geri dönmemiz daha uygun göründü. Ama şimdi bizim döndüğümüzü Muhammed duyarsa bu onun bize karşı cür'etini artırır. Şimdi sen Medine'ye git ve onları Bedr'e çıkmalarını engelle, eğer bunu yaparsan sana 10 deve var." dedi. Nuaym bu teklifi kabul ederek Medine-i Münevvere'ye geldi ve müslümanların yola çıkmaya hazırlandıklarını gördü. Onlara: "Bu, bana hiç de doğru bir görüş gibi gelmiyor; onlar sizin beldenize geldiler, çoğunuzu öldürdüler. Şimdi onlara gidecek olursanız gidenlerden birisi dahi geri gelmeyecektir." dedi. Bu, bazı müslümanların kalbine kurt düşürdü. Hz. Peygamber bunu hissedince: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki yalnız başıma olsam da yine çıkacağım." buyurdu. Sonra Allah'ın Rasûlü (sa), içlerinde İbn Mes'ûd'un da bulunduğu 70 kişi içinde yola çıktı. Bedr es-Suğrâ denilen yere kadar gittiler. Burada Kinâne oğullarına ait bir su (kuyu) vardı. Bu suyun etrafında senede bir defa olmak üzere 8 gün panayır kurulurdu. Allah'ın Rasûlü (sa) ve ashabı hiçbir müşrikle karşılaşmadıkları gibi oraya gelmeleri bu panayıra tesadüf etti. Yanlarında bulunan ticaret mallarını sattılar, elde ettikleriyle de deri, şıra gibi şeyler satın aldılar kâr ettiler, bir de üstüne para kazandılar, böylece Medine-i Münevvere'ye salimen ve ganimetle döndüler. Ebu Süfyân da Mekke'ye döndüğünde Mekke halkı bu sefere çıkan ordusuyla "Sevîk ordusu" diye alay ettiler. Çünkü yola çıkmışlar, konakladıkları yerlerde bol bol sevîk (çorba) içmişler; Muhammed ve ashabıyla savaşmadan, gayelerine ulaşmadan geri dönmüştüler. İşte bu âyet-i kerime bu hadise hakkında nazil olmuştur.[181]

Taberî bu iki değişik nüzul sebebine dair rivayetleri verdikten sonra yaptığı değerlendirmede bu âyetlerin Hamrâu'l-Esed Gazvesi hakkında nazil olduğuna dair rivayetleri daha sahih ve âyet-i kerimelerin nazmına daha uygun buluyor. Bir kere bir önceki âyet-i kerimede "Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah'ın ve Rasûlü'nün davetine icabet edenler..." denilerek ashabın Hz. Peygamber (sa)'in sefere çıkma davetine zor koşullarda icabet ettikleri ima edilerek övülmekte. Bu ifade bu âyet-i kerimede kastedilenlerin hemen Uhud'dan sonra yorgun argın ve yaralı halde Hz. Peygamber (sa)'in davetine icabet edenler olmasını gerektirmektedir. Küçük Bedr Gazvesinde ise mü'minlerin yaralı olmaları durumu yoktur; mü'minlerin Uhud'da aldıkları yaralar iyileşmiştir. Uhud Gazvesi hicretin üçüncü senesi Şevval ayının ortalarında meydana gelmiş, Hz. Peygamber (sa)'in Küçük Bedr Gazvesine çıkışı ise yaklaşık bir sene sonra hicretin dördüncü senesi Şaban ayında olmuştur. Bu bir senelik sürede Hz. Peygamber (sa)'le müşrikler arasında başka bir savaş olmamakla Uhud'un kötü izleri silinmiş ve güçlü bir şekilde sefere çıkılmıştır ki "Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah'ın ve Rasûlü'nün davetine icabet edenler..." övgüsü bu duruma pek uymamaktadır.[182]

176. O küfre koşuşanlar seni üzmesin. Onlar, Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, onlara âhirette bir pay vermemeyi murad eder. İşte onlaradır azâb-ı azîm.

Bu âyet-i kerime bir rivayete göre Kureyş kâfirleri, diğer bir rivayette de münafıklar hakkında nazil olmuştur.[183]

Bir grup müslüman olmuşken daha sonra müşriklerden korkularından irtidad etmişler. Hz. Peygamber (sa) buna üzülünce Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.

Bir rivayete göre de Hz. Peygamber (sa)'e, ehl-i kitabın müslüman olmaması çok ağır geliyormuş. Çünkü diğer müşrikler onlara bakıyor ve ''Bunlar kitab ehlidir, şayet sözü hak olsaydı önce onlar ona tâbi olurlardı." diyorlarmış. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[184]

178. O küfredenler, onlara zaman vermemizi kendileri için sakın hayırlı sanmasınlar. Onlara fırsat vermemiz ancak günahlarını artırmaları içindir. Onlara horlayıcı ve aşağılayıcı bir azâb vardır.

Mukati’den rivayete göre Mekke müşrikleri, Atâ'dan rivayete göre ise Kurayza ve Nadîr oğulları yahudileri hakkında nazil olmuştur.[185]

179. Allah, mü'minleri sizin üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir. Nihayet murdarı temizden ayıracaktır. Allah sizi gayba muttali kılacak ve size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. O halde siz Allah'a ve Rasûllerine iman edin. Eğer iman eder ve müttakîler olursanız sizedir ecr-i azım.

Suddî'den rivayete göre "Muhammed gerçekten doğru sözlü ise bize kimin gerçekten mü'min, kimin kâfir olduğunu haber versin bakalım." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[186]

İbn Abbâs'dan gelen bir rivayet bunu biraz açmakta: Kureyş: "Ey Muhammed, sen, senin dinine tâbi olanların cennette ve Allah'ın onlardan hoşnut, sana aykırı gidenin de cehennemde ve Allah'ın ona karşı öfkeli olduğunu söylüyorsun, değil mi? O halde bize haber ver bakalım; sana kimler iman edecek, kimler iman etmeyecek?" dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Suddî der ki: Hz. Peygamber (sa): "Adem'e (zürriyyetinin) arzolunduğu gibi bana da ümmetim suretleri içinde arzolundu ve kimin bana iman edeceği, kimin beni inkâr edeceği bana bildirildi." demişti. Münafıklar bununla alay ederek: "Muhammed kimin ona iman ettiğini, kimin inkâr ettiğini bildiğini iddia ediyor. Halbuki biz onunla beraberiz ama bizi(m ona inanmadığımızı) bilmiyor." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[187]

Yahudiler: "Ey Muhammed, siz daha önceden bizim dinimizden hoşnut idiniz. Kitabınız inmeden önce sizden bazıları ölmüş olsaydı onun hali nasıl olacaktı?" dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu, Gafra'nın kölesi Ömer’in kavlidir [188]

180. Allah'ın, lûtfundan kendilerine verdiğinde cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Tam tersine bu, onlar için bir şerdir. Onların cimrilik ettikleri kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır, Allah yapmakta olduklarınıza Habîr'dir.

Bu âyet-i kerimenin kimler hakkında nazil olduğu ihtilaflıdır. Bazıları mallarının zekâtını vermede cimri davranan müslümanlar hakkında nazil olduğunu söylerken (İbn Mes'ûd, Ebu Hüreyre, Ebu Salih rivayetinde İbn Abbâs, Şa'bî, Mücâhid), diğer bazıları da (Atıyye rivayetinde İbn Abbâs, İbn Cureyc rivayetinde Mücâhid ve Zeccâc) Hz. Peygamber (sa)'in kendilerine Tevrat'ta bildirilen sıfatlarını ve peygamberliğini gizleyen yahudiler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[189]

181. "Gerçekten Allah fakirdir, biz zenginleriz." diyenlerin sözünü Allah mutlaka işitmiştir. O söylediklerini haksız yere peygamberlerini öldürmeleriyle birlikte yazacağız ve "Tadın o şiddetli yangın azabını!" diyeceğiz.

İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Hz. Ebu Bekr bir gün yahudilerin Tevrat okudukları (Tevrat okulu) eve girdi. İçerde yahudilerden bir cemaat âlimleri ve hahamları Mersed oğullarından Finhâs ibn Azûrâ'nın etrafında toplanmışlardı. Yanında adı Eşya' olan bir haham daha vardı. Ebu Bekr, Finhas'a: "Yazık sana ey Finhâs, Allah'tan kork ve müslüman ol. Vallahi sen çok iyi biliyorsun ki Muhammed Allah'ın elçisidir ve size Allah katından hakkı getirmiştir. Onu yanınızdaki Tevrat ve İncil'de yazılı olarak buluyorsunuz. O'na iman ve O'nu tasdik et, Allah yolunda infakta bulunarak Allah'a karz-ı hasende bulun ki Allah da seni cennetine koysun ve ecrini kat kat versin" dedi. Finhâs: "Vallahi ey Ebu Bekr, bizim Allah'a ihtiyacımız yok, tam tersine onun bize ihtiyacı var. Bizden mallarımızı ona borç olarak vermemizi istiyor. Elbette sen de bilirsin ki fakir, zenginden borç ister. Biz, onun bize yalvardığı gibi ona yalvarmıyoruz. Biz ondan müstağniyiz. Bizden müstağni olsa, zengin olsa arkadaşının zannettiği gibi bizden borç istemezdi. Ayrıca baksana size faizi yasaklıyor, bize veriyor. Eğer zengin olsa bize faiz verir miydi?!" dedi. Onun bu sözlerine çok kızan Ebu Bekr yüzüne şiddetli bir tokat attı ve: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki eğer seninle aramızdaki antlaşma (başka bir rivayette: Mersed oğullarıyla Hz. Peygamber arasındaki antlaşma) olmasaydı senin boynunu vururdum ey Allah'ın düşmanı. Eğer sözlerinizde sâdık iseniz gücünüz yettiğince bizi yalanlayın bakalım." dedi. Finhâs, Hz. Peygamber (sa)e giderek "Arkadaşın bana ne yaptı biliyor musun?" diye Ebu Bekr'i şikâyet etti. Allah'ın Rasûlü (sa), Hz. Ebu Bekr'e: "Seni bu yaptığına sevkeden nedir ey Ebu Bekr?" diye sordu, Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, bu Allah düşmanı büyük bir söz söyledi; Allah'ın fakir, kendilerinin ise ondan müstağni zenginler olduğunu ileri sürdü. O böyle söyleyince Allah için sinirlendim ve yüzüne bir tokat attım." dedi. Finhâs ise inkâr ederek "Böyle bir şey söylemedim." dedi de Allah Tealâ Finhâs'ın söylediklerini red ve Ebu Bekr'i tasdik makamında olmak üzere bu âyet-i kerimeyi; ve yine Hz. Ebu Bekr'in sözü ve onu sinirlendiren hadise hakkında bir de "Sizden evvel kendilerine kitab verilenlerden ve müşriklerden herhalde incitici birçok sözler işiteceksiniz. Eğer katlanır müttakîler olursanız işte bu, hadiselere karşı bir azimdendir." (Al-i İmran, 3/186) âyet-i kerimesini indirdi.[190] Bu rivayet biraz sonra 186. âyet-î kerimenin nüzul sebebinde özde aynı ve fakat ayrıntılarda biraz daha farklı olarak tekrar gelecektir.

Hasen'den rivayete göre "Kimdir o ki Allah'a güzel bir borç verir..." (Bakara, 2/245) âyet-i kerimesi nazil olunca yahudiler taaccüb ettiler ve alay yollu: "Rabbiniz fakir ki bizden borç istiyor." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Katâde rivayetinde bu sözü söyleyenin yahudilerden Huyey ibn Ahtab olduğu, "Rabbimiz bizden borç istiyor, ancak bir fakir zenginden borç ister." dediği kaydedilmiştir.[191] Ebu Süleyman ed-Dimaşkî ise bu yahudinin en-Nebbâş ibn Amr olduğunu söylüyor.[192]

183. "Doğrusu, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamız hususunda Allah bize and verdi. " diyenlere de ki: "Benden önce nice peygamberler size apaçık delilleri ve dediğiniz şeyi getirmişti. Eğer doğru sözlüler idiyseniz onları neden öldürdünüz? "

Kelbî rivayetinde İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerime Ka'b ibn'l-Eşref, Ka'b ibn Esed, Mâlik ibnu's-Sayf (veya ibnu'd-Dayf), Vehb ibn Yahûzâ, Zeyd ibnu't-Tâbût, Finhâs ibn Azûrâ, Huyey ibn Ahtab ve benzeri diğer yahudiler hakkında nazil olmuştur. "Ey Muhammed, Sen Allah'ın elçisi olduğunu, sana Allah'ın kitab indirdiğini iddia ediyorsun. Allah "Bize, gökten hafif bir sesle gelecek bir ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamız hususunda" bizden Tevrat'ta söz almıştı. Eğer bize bunu getirirsen seni tasdik ederiz." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[193]

185. Her nefis (canlı) ölümü tadıcıdır ve kıyamet günü ecirleriniz size tastamam verilecektir. O zaman kim ateşten uzaklaştırılıp cennete konursa artık o muradına ermiş olur. Bu dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.

"De ki: Size müvekkel ölüm meleği canınızı alacak..." (Secde, 32/11) âyeti nazil olunca "Ey Allah'ın elçisi, Adem oğlunun ölümü ile ilgili bu âyet geldi. Peki cinlerin, kuşların hayvanların ölümünün zikri nerede? Onlar nasıl ölürler?" dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[194]

186. Mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekilecek ve sizden önce kendilerine kitab verilenlerden ve müşriklerden de herhalde incitici birçok şey işiteceksiniz. Eğer bunlara katlanır sakınırsanız işte bu, hadiselere karşı bir azim ve metanettendir.

Yahya ibn Fâris kanalıyla Ka'b ibn Mâlik'ten o da babasından rivayet eder ki Ka'b ibnu'l-Eşref, Hz. Peygamber (sa)'i hicveder ve Kureyş müşriklerini aleyhine tahrik ederdi. Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'ye geldiğinde oranın ahalisi müslümanlardan, puta tapanlardan ve yahudilerden olmak üzere karışıktı. Yahudiler, Hz. Peygamber (sa) ve ashabına eziyet ederlerken Allah Tealâ Rasûlü'ne sabır ve affı emretmişti. İşte onlar hakkında "sizden önce kendilerine kitab verilenlerden ve müşriklerden de herhalde incitici birçok şey işiteceksiniz.." âyetini indirdi de Ka'b ibnu'l-Eşref, Hz. Peygamber'e eziyetinden vazgeçmeyince Efendimiz (sa), Sa'd ibn Muâz'a "Ka'b'ı öldürmek üzere bir grubun gönderilmesini" emretti. O da Muhammed ibn Mesleme'yi gönderdi ve onlar da Ka'b ibnu'l-Eşref i öldürdüler. Ka'b ibnu'l-Eşref in öldürülmesi üzerine yahudiler ve müşrikler korkup Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve "Arkadaşımızın kapısı çalındı ve hile ile öldürüldü-" dediler. Efendimiz de onlara, daha önceki sözünü hatırlattı ve müslümanlara eziyetten vazgeçmelerine, yahudîlerle müslümanlar arasında bir antlaşma yapmaya davet etti. Kabul etmeleri üzerine bir sayfaya yahudiler ve müslümanları bağlayacak bir antlaşma yazıldı.[195]

Taberî'nin tefsirinde Ka'b ibnu'l-Eşref in öldürülüşü ile ilgili Zuhrî'den rivayetle tahric olunan haberde bazı ayrıntılara da yer verilmektedir. Buna göre son derece zeki ve ihtiyatlı olan Ka'b ibnu'l-Eşref i, onu öldürmeye giden sahabîler ancak hile ile yanlarına gelmesini sağlayarak öldürebilmişlerdir. Gönderilenlerden birisi kaçmasını önlemek üzere ona sarılmış, Ebu İsa böğrüne ilk darbeyi vurmuş arkasından Muhammed ibn Mesleme de tepesine binerek kılıcıyla işini bitirmiştir.[196] Ka'b ibnu'l-Eşref in öldürülmesi hadisesi Bedr Gazvesinden kısa bir süre sonradır ve öldürülmesi ile ilgili birçok ayrıntı ile onun şiirinden, öldürülmesi üzerine söylenen şiirlerden örnekler İbn Hişâm'ın Sîre'sinde yer almaktadır. Buradaki çarpıcı ayrıntılardan biri, onu öldürmeye giden sahabîlerin içinde Ka'b'in bir süt kardeşinin de yer almasıdır. Silkân ibn Selâme ibn Vakş adındaki bu sahabînin hey'ette yer alması Ka'b'ın bu hey'etin yanına gelmeye razı olmasında büyük rol oynamış görünüyor.[197]

İbn Abbâs'tan rivayetle bu sûrenin 181. âyetinin nüzul sebebi olarak anlatılan ve Hz. Ebu Bekr ile Yahudi Finhâs arasında geçen hadisenin aynı zamanda bu âyet-i kerimenin de nüzul sebebi olduğu biraz önce geçmişti. Taberî bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi sadedinde olmak üzere hadiseyi İkrime'den rivayetle şöyle zikrediyor: Bu âyet-i kerime Hz. Peygamber (sa), Hz. Ebu Bekr ve Kaynukâ oğulları'nın efendisi yahudi Finhâs hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Hz. Peygamber (sa), Ebu Bekr'i yardım istemek üzere Finhâs'a göndermiş, bu hususta yazdığı bir mektubu da ona vererek: "Bana dönüp istişare etmeden sakın bir şey yapma." diye de tembihlemişti. Hz. Ebu Bekr kılıcını kuşanmış olarak Finhâs'a gidip Hz. Peygamber (sa)'in mektubunu verdi. Finhâs mektubu okuyunca: "Demek Rabbiniz bizim kendisine yardım etmemize muhtaç oldu" dedi. Hz. Ebu Bekr, kılıcıyla ona vurmaya niyetlendiyse de Hz. Peygamber (sav’in) "benimle istişare etmeden bir şey yapma." tenbihini hatırlayarak vazgeçti ve "Allah'ın, lûtfundan kendilerine verdiğinde cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Tam tersine bu onlar için bir şerdir. Onların cimrilik ettikleri şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır..." (Al-i İmrân, 3/180) âyeti, bir de bu âyet-i kerime ile onun arasındaki âyetler nazil oldu.[198] Ayet-i kerime ister Ka'b ibnu'l-Eşref, isterse Finhâs ibn Azûrâ hakkında gelmiş olsun neticede ikisi de yahudilerin bu âyet-i kerime karşısındaki tavrını temsil etmektedirler.

Buhari’de Urve ibnu'z-Zubeyr'den rivayetle tahric olunan bir haberde Üsâme ibn Zeyd şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) Bedr gazvesinden önce bir gün, hasta olan Sa'd ibn Ubâde'yi el-Hâris ibnu'l-Hazrec oğulları içinde ziyarete gitmek üzere üzerinde bir Fedek kadifesi olan bir merkebe binmiş, terkisine de Üsâme ibn Zeyd'i almıştı. Yolda içinde Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl'un da olduğu bir meclise uğradı. Abdullah ibn Übeyy o sırada henüz müslüman olmamıştı. Meclis müslümanlar, yahudiler, puta tapan müşrikler olmak üzere karışık kimselerden oluşuyordu. Abdullah ibn Revâha da meclisteydi. Efendimizin binitinin tozu meclise ulaşınca Abdullah ibn Übeyy burnunu elbisesinin ucuyla kapatarak: "bizi tozutma." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa) onlara selâm vererek durdu, binitinden indi, onları Allah'a çağırdı, onlara Kur'ân okudu. Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl: "Behey adam, bunları söylemekle iyi yapmıyorsun; eğer söylediklerin hak ise meclisimizde bize eziyet verme, git evine, sana gelenlere bunları anlat." dedi. Abdullah ibn Revâha: "Evet ey Allah'ın elçisi, bizim meclislerimize gel, biz bunu seviyoruz." dedi. Müslümanlar, müşrikler, yahudiler birbirlerine sövmeye ve ağız dalaşına başladılar. Neredeyse birbirleri üzerine atılacaklardı ki Allah'ın Rasûlü (sa) onları sakinleştirdi, kavga bitince de Efendimiz (sa) hayvanına bindi ve yoluna devam edip Sa'd ibn Ubâde'nin yanına geldi. Ona, Abdullah ibn Übeyy'i kastederek: "Ey Sa'd, Ebu Hubâb'ın ne dediğini duymaz mısın? şöyle şöyle söyledi." dedi. Sa'd: "Ey Allah'ın elçisi, onu affet, onu hoşgör, Sana kitabı indiren Allah'a yemin ederim ki Allah sana indirdiği hakkı gönderdiğinde bu belde (Medine'yi kastediyor) halkı onu başa geçirmek başına krallık sarığını giydirmekte anlaşmışlardı. Allah seni hak ile gönderip onun krallığı suya düşünce çok üzüldü, yeryüzü adeta ona daraldı, nefes alamaz hale geldi, herhalde bu yaptıkları ondandır." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa) de Abdullah ibn Übeyy'in bu davranışını affetti. Bu hadise üzerine "sizden önce kendilerine kitab verilenlerden ve müşriklerden de herhalde incitici birçok şey işiteceksiniz..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Allah'ın Rasûlü (sa) ve ashabı, kıtal âyetinin nüzulünden önce müşriklerden ve ehl-i kitabdan gördükleri bu nevi eziyetlerden dolayı onları, emrolundukları üzere affederlerdi.[199]

188. Yaptıklarıyla kıvanan, yapmadıklarıyla övülmelerini arzu eden o kimseler var ya; sakın onların azâbdan kurtulacak bir yerde olacaklarını sanma. İşte onlaradır azâb-ı elîm.

Bu âyet-i kerimenin münafıklar ve yahudiler hakkında nazil olduğuna dair iki rivayet vardır.

l. Ebu Saîd el-Hudrî'den: Hz. Peygamber (sa)'in asr-ı saadetinde, o bir gazveye çıktığında münafıklar sefere katılmaz, Efendimizle onun arzusu hilâfına sefere çıkmamalarına sevinirler, O seferden dönünce de yeminler ederek katılmamalarını mazur gösterecek mazeretler ileri sürer, yapmadıkları iyiliklerle övülmek isterlerdi. Bunun üzerine onlar hakkında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[200]

2. Suddî'den: Yahudiler, Hz. Peygamber (sa)'in (Tevrat'ta zikredildiğini buldukları) ismini gizlediler ve buna sevindiler, bir de kendilerini tezkiye ediyor ve "Biz oruç, namaz ve zekât ehliyiz, biz İbrahim'in dini üzereyiz." diyorlar, kendilerini bununla avutarak Muhammed (sa)'in peygamberliğini inkârda ağız birliği ettiklerine seviniyor, bu vasıflarıyla övülmek istiyorlardı. İşte bunlar hakkında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Dahhâk de bu görüştedir.[201]

Mervan ibnu'l-Hakem kapıcısına: "Ey Rafı', git İbn Abbâs'a ve ona de ki: "Eğer bizden yaptığına sevinen ve yapmadığı ile övülmek isteyen herkese azâb olunacaksa bizden azâb olunmayacak kimse yok demektir." Râfî'in bunu söylemesi üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: "Bu âyet-i kerimenin sizinle ilgisi yok. Çünkü o, ehl-i kitab hakkında nazil olmuştur. Allah'ın Rasûlü (sa) yahudilere Tevrat'ta olan bir şeyi sormuş, onlar da Efendimiz (sa)'in sorduğu şeyin Tevrat'taki doğru cevabını gizleyip başka bir cevap vermişler, O'nun yanından çıkışlarında sorusuna cevap verdikleri için övülmelerini istemişler, gerçek cevabı gizlemiş oldukları için de için için sevinmişlerdi.[202]

Yine Mervan ibnu'l-Hakem'in bu sefer bizzat kendisinin bu sefer Ebu Saîd el-Hudrîye bu âyeti sorduğunu anlatan ve Yezîd ibn Eslem'den gelen rivayet şöyledir: Mervan ibnu'l-Hakem Medine emiri iken bir gün Ebu Saîd el-Hudrî, Zeyd ibn Sabit ve RâfT ibn Hadîc yanındaydılar. "Ey Ebu Saîd "Yaptıklarıyla kıvanan, yapmadıklarıyla övülmelerini arzu eden o kimseler var ya..." âyetini görmez misin? Allah'a yemin olsun ki biz, yaptıklarımıza seviniyor, yapmadıklarımızla övünmeyi seviyoruz." dedi. Ebu Saîd: Bu âyet senin bu söylediğini yapanlar hakkında değil. Rasûlullah (sa)'ın zamanında bazı adamlar vardı. O'nun ve ashabının çıktığı bazı gazvelerde geri kalır, gazaya çıkmazlar; onları başına hoşlanılmayacak bir şey gelmişse bu gazveden geri durduklarına sevinirler, eğer gazve hoşlarına gidecek şekilde sonuçlanırsa bu sefer de gelip Hz. Peygamber (sa)'e yeminler ederek mazeret ileri sürerler ve yapmadıkları bu işle, yani katılmadıkları bu gazve ile övülmelerini sever, isterlerdi. İşte bu âyet onlar hakkındadır." dedi.[203]

Katâde'den rivayete göre de Allah düşmanı Hayber yahudileri Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gelmişler; sapıklıklarına sıkı sıkıya yapışmış, yahudiliklerinde devam ettikleri halde O'ndan ve getirdiklerinden razı olduklarını ve O'na tâbi olduklarını iddia etmişler; bu tebeiyyet iddiasından dolayı Efendimiz (sa)'den övgü beklemişlerdi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Suddî ve Dahhâk der ki: Medine yahudileri Irak, Yemen yahudilerine ve mektuplarının ulaşacağı yeryüzünde bulunan bütün yahudilere mektuplar yazıp: "Muhammed peygamber filân değil, aman dininizde sebat edin." dediler ve onu inkârda birleştiler, buna sevindiler ve: "Bizi bir kelimede birleştiren, hepimizi aynı görüşte birleştiren Allah'a hamdolsun ki ayrılmadık, dinimizi terketmedik." dediler. Onlar: "Biz oruç ve namaz ehliyiz, Allah'ın dostlarıyız." da diyorlardı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu (İbnu'l-Cevzî, age. i,523). Ki onların yapmadan övülmeyi istedikleri bu sözlerinde ileri sürdükleri oruç, namaz ve Allah'a İbadettir.[204]

Taberî bu iki görüşle ilgili rivayetleri zikrettikten sonra âyet-i kerimenin, yahudileri zemmetme siyakında olduğunu ve bu yüzden yahudiler hakkında indiğini belirten rivayetlerin daha çok tercihe şayan olduğunu söylemektedir.[205]

190. Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde selim akıl sahipleri için âyetler vardır.

İbn Cubeyr'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre Kureyş müşrikleri yahudilere: "Musa size ne (mucize) getirdi?" diye sordular. Onlar: "Asâ ve yed-i beyzâ mucizelerini getirdi." dediler. Hristiyanlara sordular:" İsa size ne mucize getirdi?", onlar da: "Anadan doğma körü ve alatenliyi iyileştirir ve ölüleri diriltirdi." dediler." Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Rabbine dua et, bizim için Safa tepesini altına çevirsin." dediler de Rabbine dua etti ve bu âyet-i kerime nazil oldu.[206]

Sahih'inde İbn Hıbbân'ın, İbn Asâkir ve başkalarının Atâ'dan rivayetle tahriclerine göre o şöyle anlatıyor: Hz. Aişe'ye: "Allah'ın Rasûlü (sa)'nden gördüğün en şaşırtıcı şeyi bana haber verir misin?" dedim. "Hangi hali şaşırtıcı değildi ki!" dedi ve şöyle devam etti: "Bir gece bana geldi, benimle birlikte yatağa girdi, sonra: "Müsaade edersen kalkıp Rabbime ibadet edeyim." dedi, kalktı, abdest aldı, sonra namaza durdu ve ağladı. O kadar ağladı ki göz yaşları göğsüne aktı. Sonra rükûa vardı, yine ağladı, sonra secdeye vardı, secdede ağladı, sonra secdeden başını kaldırdı yine ağladı ve ta Bilâl gelip sabah ezanını okuyuncaya kadar bu böyle devam etti. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, senin geçmiş ve gelecek bütün günahların bağışlanmışken seni ağlatan nedir?" diye sordum, "Şükreden bir kul olmayayım mı? Hem neden böyle yapmayayım ki; bu gece Allah bana "ve bizi o ateşin (cehennemin) azabından koru"ya kadar olmak üzere "Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde selim akıl sahipleri için âyetler vardır..." âyetlerini indirdi. Yuh olsun o kimseye ki bu âyetleri okur da bunlar üzerinde tefekkür etmez." buyurdu.[207]

195. Rableri onlara şöyle icabet eyledi: Hiç kuşkusuz Ben, erkek olsun, kadın olsun -ki kiminiz kiminizdendir- bir iş işleyenin amelini boşa gidermem...

Humeydî'nin... Ummü Seleme'den; Tirmizî'nin İbn Ebî Ömer kanalıyla Ümmü Seleme'den rivayetine göre o: "Ey Allah'ın elçisi, Allah Tealâ'nın, kadınların hicretiyle ilgili bir şey zikrettiğini işitmiyorum." demiş de bunun üzerine Allah Tealâ: "Rableri onlara şöyle icabet eyledi: Hiç kuşkusuz Ben, erkek olsun, kadın olsun bir iş işleyenin amelini boşa gidermem." âyetini indirmiştir.[208] Ummü Seleme'nin bu sözleri üzerine aynı zamanda Nisa, 4/32 âyetinin nazil olduğu rivayeti de ilerde ve yerinde verilecektir.[209]

196. Kâfirlerin bolluk içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.

197. Azıcık bir geçimlik, sonunda varıp sığınacakları yer cehennemdir ve o ne kötü döşektir.

Çeşitli ülkelerde ticaret yapıp bol bol geçimlik elde eden Mekke müşrikleri hakkında nazil olmuştur. Bazı mü'minler: "Allah'ın düşmanları görmekte olduğumuz hayır içinde yüzerlerken biz açlık ve sıkıntıdan öleceğiz." demişlerdi de bu âyet-i kerimeler nazil oldu.[210]

Ebu Süleyman ed-Dimaşkî'nin zikrettiğine göre Hz. Peygamber (sa), birisinden bedeli daha sonra verilmek üzere bir miktar arpa istemişti. O da ancak bir rehin karşılığı arpa verebileceğini söyleyince Hz. Peygamber (sa) "Vermiş olsaydı hakkını tam olarak kendisine öderdim. O bilmiyor mu ki ben gökte de kendisine güvenilen (emîn)im, yeryüzünde de kendisine güvenilenim." buyurdu ve bu âyet-i kerime nazil oldu.[211]

199. Gerçekten ehl-i kitabdan Allah'a ve hem size indirilene, hem de kendilerine indirilenlere, Allah'a huşu duyarak iman edenler vardır. Onlar, Allah'ın âyetlerine karşılık az bir pahayı satın almazlar. İşte onlara; onlara Rableri katında ecirler vardır. Hiç şüphesiz Allah hesabı çok çabuk olandır.

Cabir ibn Abdullah'tan: Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün ashabına: "Çıkın ve bu kardeşiniz üzerine cenaze namazı kılın." buyurdu ve bize dört tekbirle cenaze namazı kıldırıp "Bu üzerine cenaze namazı kıldığımız Necâşî Ashame'dir." buyurdu. Münafıklar: "Şu adama bakın, hiç görmediği dinsiz bir hristiyan üzerine cenaze namazı kılıyor!" dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Bu husustaki Katâde rivayeti biraz daha geniştir, Katâde der ki: Bize söylendiğine göre bu âyet-i kerime Necâşî Ashame ve arkadaşlarından bazı insanlar hakkında nazil olmuştur. Onlar Hz. Peygamber (sa)'in peygamberliğine iman edip onu tasdik etmişlerdi. Yine bize anlatıldığına göre Necâşî'nin ölüm haberi Cebrail tarafından kendisine ulaştırıldığı zaman Hz. Peygamber (sa) onun için istiğfarda bulunmuş ve ashabına: "Ülkenizden başka bir yerde ölmüş olan bir kardeşiniz üzerine cenaze namazı kılınız." buyurmuşlardı. "Kimdir o ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordular da "Necâşî'dir." buyurdu. Allah'ın Rasûlü (sa) ve ashabı Bakî'e çıktılar, Allah, Medine'den Habeş ülkesine kadar olan yeri Rasûlü'ne açtı da O, Necâşî'nin cenazesinin üzerine konulduğu yatağı gördü ve onun üzerine dört tekbirle cenaze namazı kıldırarak kendisi istiğfarda bulunduğu gibi ashabına da: "Onun için istiğfar ediniz." buyurdu. Bazı münafıklar: Kendi dininden olmayan bir adam ölmüş, ona cenaze namazı kılıyor!" dediler

Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[212] Necâşî Ashame'nin vefatı hicretin dokuzuncu senesinde olduğuna göre bu âyet-i kerimenin nüzulü de o sene olmuş demektir. Daha önce Atâ'dan rivayetle Hz. İsa'nın dini üzere iken Hz. Muhammed (sa)'i tasdik eden 40 Necranlı, 32 Habeşli ve 8 Rum hakkında bu sûrenin 113. ayetinin nazil olduğu geçmişti.[213] Bu âyet-i kerimenin de aynı kimseler hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Mücâhid ise bu âyet-i kerimenin ehl-i kitabdan olup da müslüman olanların tamamı hakkında nâzil olduğu görüşündedir ve Râzî de bu görüşü tercih etmiştir.[214]

200. Ey iman edenler sabredin ve sabırda yarışın, ribat yapın, Allah'tan takva üzere olun. Umulur ki felaha erersiniz.

Davud ibn Salih rivayet edip der ki: Ebu Seleme ibn Abdurrahman: "Ey kardeşimin oğlu, biliyor musun "Ey iman edenler sabredin ve sabırda yarışın, rıbat yapın." âyeti hangi konu hakkında nazil olmuştur?" dedi. Ben: "Hayır, bilmiyorum." dedim. Dedi ki: "Ey kardeşim oğlu, Hz. Peygamber (sa) zamanında nöbet bekleyecek hudut gedikleri yoktu ki oralarda nöbet beklensin. Fakat o (ribât emri) bir namazın arkasından onu takip eden namazı beklemektir."[215]

[1] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, m,73.
[2] Veya 121. âyete kadar. Bak: Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, rv,79.
[3] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/125.
[4] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,118.
[5] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr fi't-Tefsîri'l-Me'sûr, II, 146-147.
[6] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,120.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/125-126.
[7] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 69.
[8] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 69
[9] Ebu Davud, el-Harâc ve'l-Fey' ve'l-İmâra, 22, hadis no: 3001.
[10] Taberî, Câmiu'l-Beyân, m,129.
[11] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV.17.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/127-128.
[12] Taberî, Câmiu'l-Beyân, m,133; Kurtubî, age. rv,20.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/128.
[13] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 69-70.
[14] el-Kurtubî, age. rv,27.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/128-129.
[15] İbnu'l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1,362.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/129.
[16] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 70.
[17] bak: Alûsî, Rûhu'l-Maânî, ...
[18] Taberî, Camiu'l-Beyân, 111,145; el-Vahidî en-Neysâbûrî, age. s. 70.
[19] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,366; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VII.216-217.
[20] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/6.
[21] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,367; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, iv,33.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/129-130.
[22] el-Vahidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 70.
[23] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,148; el-Vahidî en-Neysâbûrî, age, s. 70-71.
[24] Taberî, Câmiu'l-Beyân, XX,85-86; Ahmed ibn Hanbel, Musned, IV,303; el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 71-72.
[25] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,368.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/131-132.
[26] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, n,230.
[27] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,152; el-Vahidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 72.
[28] el-Vâhıdî en-Neysâbûrî, age. s. 72-73.
[29] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,371.
[30] el-Kurtubî, el-Camiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, iv,38.
[31] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/133.
[32] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,155.
[33] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 73; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VIII, 17.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/134.
[34] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,374; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VIII, 19.
[35] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,374.
[36] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, 111,130.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/134.
[37] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, 111,130.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/135.
[38] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,229.
[39] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,207-208.
[40] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/135-136.
[41] bak: Ahmed ibn Muhammed ibn Hanbel, Fedâilu's-Sahâbe, tahkik: Vasiyyullah ibn Muhammed Abbâs, Mekke, 1403/1983, 11,776.
[42] Bak: Alûsî, Rûhu'l-Maânî, 111,75.
[43] Abdulmelik ibn Hişâm el-Himyerî, es-Sîretu’n-Nebeviyye, tahkik: Mustafa es-Sakâ, İbrahim el-İbyârî, Abdulhafîz Şelebî, Kâhire 1375/1955, 1,573-584; Taberî, Câmiu'l-Beyân, DI,108-109; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, 11,40-42 ve Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili Türkçe Tefsir, İstanbul 1960, 11,1011-10142'deki bilgiler birleştirilerek verilmiştir.
[44] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/7, hadis no: 2999.
[45] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,211-213; Fahreddin Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VIII,80.
[46] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, ra,188-189.
[47] Buhârî, Meğâzî, 72.
[48] İbn Kesîr, Tefsîru’l- Kur'âni'l-Azîm, 11,42.
[49] Abdulmelik ibn Hişâm et-Himyerî, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,573-574; Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, 11,1014.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/136-140.
[50] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,400.
[51] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, m,193.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/140-141.
[52] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,216.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/141.
[53] el-Vâhidî en-Neysâbûn, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 75-77.
[54] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, rv,70.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/141-144.
[55] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 78; İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,404; el-Kurtubî, el-Câmiu Ii-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV,71.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/144.
[56] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,221; el-Kurtubî, el-Camiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV,71.
[57] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,75.
[58] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 78.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/144-145.
[59] Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VIII, 100.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/145-146.
[60] Muslim, İman, 220.
[61] Muslim, İman, 221.
[62] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,16.
[63] Bak; Buhârî, el-Musâkât, 4; Tefsîru'l-Kur'ân, 3/3; Eymân, 17.
[64] Buhârî, Şehâdât, 19; Husûmât, 4; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, %, hadis no: 2996; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,229.
[65] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,230.
[66] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 39. Vahidî rivayetindeki eksikler Muslim'den ve İbnu'l-Esîr'in Usdu'l-Ğâbe'sinden tamamlanmıştır. Bak: Usdu'l-Ğâbe, 1,137.
[67] Muslim, İman, 223-224.
[68] Taberî, Câmiul-Beyân, 111,229.
[69] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,230. Buhârî de bunu Abdullah ibn Ebî Evfâ'dan rivayetle tahric etmiştir. Bak: Buhârî, Şehâdât, 25.
[70] Taberî, Câmiul-Beyân, n,53.
[71] el-Vahidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 80; Ali ibn Muhammed el-Hâzin, Lubâbu't-Te'vîl fî Maani't-Tenzîl, Beyrut tarihsiz, 1,249.
[72] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VII,104, 106.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/146-149.
[73] el-Hâzin, Lubâbu't-Te'vîl, 1.250.
[74] Alusî, Rûhu'l-Maânî, 111,205-206.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/149-150.
[75] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111, 232.
[76] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VIII, 109-110.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/150-151.
[77] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV,82; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VIII,122.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/1151.
[78] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, iv,83.
[79] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,241.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/151-152.
[80] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 1,396-397.
[81] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,257-258.
[82] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, n,257.
[83] İbn Abbâs rivayeti için ayrıca bak: Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VIII, 126-127.
[84] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 111,241-242.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/152-154
[85] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, 111,218.
[86] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'1-Kur'ân, IV,84; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VIII, 130.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/154.
[87] Îbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,419.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/155.
[88] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV.87.
[89] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,422.
[90] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/6.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/155-156.
[91] Taberî, Câmiu'l-Beyân, IV, 5.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/156.
[92] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV,88.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/156.
[93] Taberî, Câmiu'l-Beyân, IV, 15; İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,427-428.
[94] Taberî, Câmiu'l-Beyân, IV,14; Alûsî, Rûhu'l-Maânî, IV, 13.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/157.
[95] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, IV,16 ve Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1960, 11,1149'da Şemmâs ise de doğrusu Şâs'dır.
[96] Taberî, Câmiu'l-Beyân, IV, 16-18. Olay, Evs ibn Kayzî ve Cebbar ibn Sahr hakkında bilgi için ayrıca bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 1,175-176, 316.
[97] Taberî, Camiu'l-Beyân, rv,19.
[98] Esbâbu-ı Nuzûl, s.82-83.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/157-158.
[99] Taberî, Câmiu'l-Beyân, IV,17.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/159.
[100] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, n,283.
[101] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/159-160.
[102] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,287.
[103] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, n,74.
[104] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/160.
[105] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 84.
[106] Taberî, Câmiul-Beyân, rv,35.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/161.
[107] el-Vahidî, age, s. 84, el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV, 112.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/161.
[108] el-Vâhidî, age. s. 84-85.
[109] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,296.
[110] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, VIII, 187; IX, 154.
[111] Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1960, 11,1160.
[112] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,396
[113] Musned, VI, 199.
[114] Taberî, Câmiul-Beyân, IV.36; el-Vahidî, age., s. 85.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/162-163.
[115] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, vııı,193.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/163.
[116] el-Vâhidî age. s. 85.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/163.
[117] el-Vâhidî, age. s. 86.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/164.
[118] Buhârî, Megâzî, 18; Tefsîru'l-Kur'ân, 3/8; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,81.
[119] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,306.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/164.
[120] Taberî, Câmiul-Beyân rv,50.
[121] Taberî, age. IX,127.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/164-165.
[122] Buhârî, Meğâzî, 21; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/10-11, hadis no: 3002-3003; Taberî, age. IV,57.
[123] Taberî, Câmiul-Beyân, IV,57-58.
[124] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, vm,217.
[125] Buhârî, Megâzî, 21; Tefsîru'l-Kur'ân, 3/9.
[126] Buhârî, Meğâzî, 21.
[127] Tirmizî, Tefsîru'I-Kur'ân, 3/12, hadis no: 3004; Taberî, Câmiu'l-Beyân, iv,58.
[128] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/13, hadis no: 3005.
[129] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,312.
[130] Muslim, Mesâcid, 294; Taberî, age. IV,58.
[131] Muslim, Mesâcid, 295.
[132] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, ...
[133] Muslim, Mesâcid, 297. Muslim'de Kitâbu'l-Mesâcid'in 294-308 arasındaki hadis-i şerifleri Peygamber'in (sas), kavmi Kureyş (Mudar) ve Bi'ru Maûne vak'asına katılan katiller hakkındaki bedduasını anlatan farklı rivayetlerden ibarettir
[134] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,83.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/165-167.
[135] Taberî, age. rv,59.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/167.
[136] Taberî, age. IV,62; el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 88.
[137] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, IX,9; Alûsî, Rûhu'l-Maânî, IV,59-60.
[138] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, v,301.
[139] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/168-169.
[140] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, n,329.
[141] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/169.
[142] Taberî, age. IV,67; İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,466; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV,140; Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,330'daki rivayetler birleştirilerek verilmiştir.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/170.
[143] Taberî, age. iv,68.
[144] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, rv,69.
[145] Taberî, age. iv,69; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 11,345.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/170-171.
[146] Taberî, age. iv.71-72.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/171.
[147] Taberî, age. iv.73.
[148] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, IV,73.
[149] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, 11,335-336.
[150] el-Vahidî en-Neysabûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s.89.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/172.
[151] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, rv,87.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/172-173.
[152] Taberî age. iv,81.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/173
[153] Taberî, age.85.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/174
[154] Taberî, age. IV,86; el-Vahidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 89.
[155] Alûsî, Rûhu’l-Maânî, IV,96.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/175
[156] Taberî, age. IV,95-96.
[157] Taberî age. rv,96.
[158] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/176
[159] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, rv,107.
[160] Tirmizî, Tefsîru'I-Kur'ân, 3/17, hadis no: 3009; Ebu Davud, el-Hurûf ve'l-Kirâat, 1, hadis no: 3971; Taberî, age. rv,102.
[161] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV,164.
[162] el-Vâhidî, en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 90.
[163] Taberî age. ıv.103-104.
[164] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr,
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/177
[165] Alûsî, Rûhul-Maânî, rv.111.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/177
[166] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,3 1,33.
[167] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/178
[168] Taberî, age. rv,112.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/178
[169] Taberî, age. rv,113-115.
[170] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 92.
[171] Taberî, age. rv,114.
[172] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/18, hadis no: 3010.
[173] Taberî, age. iv.114.
[174] İbnu't-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,499-500.
[175] Taberî, age. IV,115; İbnu'l-Cevzî, age, 1,500; İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, 1,473.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/179-180
[176] Taberî, age. rv,ın.
[177] Taberî, age. IV, 117-118.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/180-181.
[178] Taberî, Câmiu'l-Beyân, rv,119.
[179] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,89-90.
[180] Taberî, age. ıv,119-120.
[181] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, ix,99.
[182] Taberî, Câmiu'l-Beyân, rv,120-121.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/182-185.
[183] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, ix,103.
[184] el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV,181.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/185.
[185] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, IV,135.
[186] Taberî, age. rv,125.
[187] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 93; İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,510.
[188] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,510.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/186.
[189] İbnu'l-Cevzî, age, 1,512; el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 94.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/187.
[190] Taberî, age. rv,129; el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 94.
[191] Taberî, age. rv,130.
[192] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,515.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/187-188.
[193] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 95; İbnu'l-Cevzî, age. 1,516; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, IX,121
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/188.
[194] İbnu’l-Cevzî, age. 1,517.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/189.
[195] Ebu Davud, el-Harâc ve'I-Fey' ve'l-İmâra, 22, hadis no: 3000.
[196] Taberî, age. rv,134.
[197] Bak: İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Kâhire 1375/1955,11,51-58.
[198] Taberî, age, iv.133-134.
[199] Tefsîru'l-Kur'ân, 3/15; İbnu'I-Cevzî, Zâdu'l Mesîr, 1,518.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/189-191.
[200] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/16; Muslim, Sifâtu'l-Munâfikîn,7.
[201] Taberî, age. IV, 136-137.
[202] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/16; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 3/23, hadis no: 3014; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, IX,132.
[203] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 97.
[204] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 97.
[205] Taberî. age. IV, 138-139.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/191-193.
[206] İbnu'l-Cevzî, age. 1,526; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,93.
[207] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, IV.157.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/193.
[208] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/9, hadis no: 3023; Ebu Bekr Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Musned, tahkik: Habîbu'r-Rahmân el-A'zamî, Beyrut tarihsiz, 1,144, hadis no: 301
[209] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/194.
[210] el-Vâhidî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s.98; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, IX,132.
[211] İbnu'l-Cevzî, age. 1,531.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/194.
[212] Taberî, Câmiu'l-Beyân, IV,146; el-Vâhıdî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 98-99
[213] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, vm,187.
[214] Râzî, age. ix,154.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/195.
 
kendihalinde Çevrimdışı

kendihalinde

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Admin merhaba surelerin nuzül sebeplerini okuyorum bazı yerlerde sanırım klavyeyi hızlı kullanmakla alakalı yanlış yazımlar mevcut tövbe haşa yanlış anlaşılmaya müsait pozisyonda da olan kelimeler olmuş.Söylediğimi basit bi örnekle şöyle açıklamak istiyorum: “evet” yazılmak istenmiş “e2et at” gibi şeyler yazılmış çoğu surenin açıklamasında bu hatalar mevcut düzeltilmesini talep ediyorum
 
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Admin merhaba surelerin nuzül sebeplerini okuyorum bazı yerlerde sanırım klavyeyi hızlı kullanmakla alakalı yanlış yazımlar mevcut tövbe haşa yanlış anlaşılmaya müsait pozisyonda da olan kelimeler olmuş.Söylediğimi basit bi örnekle şöyle açıklamak istiyorum: “evet” yazılmak istenmiş “e2et at” gibi şeyler yazılmış çoğu surenin açıklamasında bu hatalar mevcut düzeltilmesini talep ediyorum
Öncelikle hassasiyetiniz için teşekkür ederiz kardeşim. Bahsettiğiniz hatalar bilgimiz dahilinde olup, forumda (bir çok sayıdaki gönüllü kardeşle birlikte) yürütmekte olduğumuz temizlik/düzen çalışması içerisinde -inşaAllah zamanı geldiğinde- değerlendirilecektir.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt