Ebu Bekr Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Meâfiri (ö. 543/1148)
Endülüslü Mâliki fakihlerinin önde gelenlerinden, muhaddis.
22 Şâban 468’de (31 Mart 1076) İşbîliye’de (Sevilla) doğdu. Arab kabilelerinden Kahtân’ın Meâfir kolundan olup ataları fetihten sonra Endülüs’e yerleşmişti. Babası, İşbîliye ve çevresinde hüküm süren Abbâdîler’in vezirlerinden ve bölgenin önde gelen ilim adamlarından Ebû Muhammed İbnu’l-Arabî, annesi ise Abbâdî hânedanının siyasî rakibi Ebû Hafs Ömer el-Hevzenî’nin kızıdır. İlk öğrenimine babası, dayısı Ebü’l-Kāsım Hasan el-Hevzenî ve Ebû Abdullah b. Ahmed es-Sarakustî’den ders alarak başladı. Erken yaşta hıfzını, kırâat-i aşereyi tamamladı; temel dinî bilgileri, dil ve edebiyat, matematik ve fen bilimlerini okudu. Bir süre sonra Kurtuba’ya (Cordoba) giderek Ebû Abdullah İbn Attâb, Ebû Mervân İbn Serrâc gibi hocalardan ders aldı. Abbâdî hânedanının yıkılıp bölgenin Murâbıtlar’ın hâkimiyetine girmesiyle (484/1091) başlayan gelişmeler hem ilim yolculuğu arzusu içinde olan İbnu’l-Arabî, hem de oğlunun en iyi şekilde yetişmesini arzulayan ve hac ibadetini ifa etmek isteyen babası için uygun bir fırsat oldu. Ailece 485 (1092) yılında Mâleka’dan (Malaga) hareketle Kuzey Afrika üzerinden Doğu İslâm dünyasının önemli ilim merkezlerini kapsayan uzun bir yolculuğa çıktılar. İbnu’l-Arabî, Ebu’l-Velîd el-Bâcî’nin de Doğu seyahatinden önemli bir ilmî birikimle dönmesinin ve Endülüs’te büyük itibar kazanmasının bu yolculuğa çıkmasında etkili olduğunu belirtir (Ḳānûnu’t-teʾvîl, s. 76-77).
İbn Haldûn baba ve oğlun, Murâbıtlar Hükümdarı Yûsuf b. Tâşfîn tarafından Bağdat Abbâsî halifesine kendisi adına biat vermek ve hükümdarlığı için onay almak üzere gönderildiğini belirtirken (Muḳaddime, II, 642) Abdulhay el-Kettânî, bölgenin yeni hâkimi Yûsuf b. Tâşfîn’den kaçarak Doğu’ya gittiklerini ve mülklerine de el konulduğunu ileri sürer (et-Terâtîbü’l-idâriyye, I, 91). Bazı yeni araştırmalar ve belgeler, başlangıçta böyle bir görev üstlenmeseler bile memleketlerine dönüşleri sırasında, müsbet icraatlarını duydukları Yûsuf b. Tâşfîn’in hem siyasî rakiplerine karşı hem sürdürdüğü cihad hareketi hususunda desteklenmesi ve hükümdarlığının onaylanması için Gazzâlî’den bir fetva ve halifeden de ferman aldıklarını göstermektedir (Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, s. 101-104, 471-484; İhsan Abbas, XVI/2 [1963], s. 217-236). On yıla yakın bir süreyi kapsayan bu ilim yolculuğu İbnu’l-Arabî açısından çok verimli geçti. O, Tertîbu’r-riḥle li’t-terġīb fi’l-mille adlı kitabıyla el-ʿAvâṣım da dahil diğer eserlerinde bu seyahati sırasında uğradığı ilim merkezleri ve görüştüğü âlimler hakkında geniş bilgi verir. İbnu’l-Arabî, Endülüs’ten ayrıldıktan sonra bir süre Cezayir’in Bicâye (Bougie), Tunus’un Mehdiye ve Kayrevan şehirlerinde kalarak Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Mâzerî gibi bazı âlimlerden ders okudu. Daha sonra maceralarla dolu bir deniz yolculuğu ile Mısır’a geçti; buradaki âlimlerden fıkıh, kelâm ve hadis okudu, Şîa ve Kaderiyye mensuplarıyla tartışmalarda bulundu. O sırada Mısır’da hâkim olan Fâtımîler’in Sünnî düşünceyi baskı altında tutmaları sebebiyle burada sadece sekiz ay kalıp Kudüs’e geçti (486/1093). Selçuklu nüfuzu altında olan Kudüs’te tam bir hürriyet havası hâkimdi. İbnü’l-Arabî’nin kaydettiğine göre yüksek düzeyde dinî eğitim veren birçok ders halkasının yanında Hanefî ve Şâfiî mezheplerine göre eğitim veren iki Nizâmiye medresesi vardı (el-ʿAvâṣım, II, 61). Burada çeşitli ders halkalarına katıldı ve yapılan munazaraları takib etti. Kelâm, usûl-i fıkıh ve hilâfiyat okudu; özellikle Ebû Bekir İbn Ebû Rendeka et-Turtûşî’den çok faydalandı. Ebû Ali Hüseyin es-Sâgānî, Ebû Saîd ez-Zencânî, Ebû Sa‘d ez-Zevzenî gibi Doğu İslâm dünyasından gelmiş Hanefî fakihlerinin bakış açıları onu etkiledi (Ḳānûnu’t-teʾvîl, sf: 92-98). Eserlerinde sık sık burada geçen ilmî tartışmalara ve âlimlerin görüşlerine atıfta bulunmasından, Kudüs’teki ilmî atmosferin İbnü’l-Arabî’yi çok etkilediği ve burada geçirdiği üç yılı tahsil hayatının verimli dönemlerinden biri olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Bu arada Filistin ve Şam bölgesinin Akkâ, Taberiye, Askalân, Dımaşk gibi diğer ilim merkezlerini dolaştı. İmâmiyye ve Bâtıniyye âlimleriyle tartıştı. Ebü’l-Fazl İbnü’l-Furât Ahmed b. Ali, Nasr b. İbrâhim el-Makdisî, Hibetullah b. Ahmed el-Ekfânî, Atâ el-Makdisî gibi birçok âlimle görüştü. 489 (1096) yılında Bağdat’a gitti.
Irak bölgesindeki ilmî birikim ve öğretim usulü de İbnü’l-Arabî’yi bir hayli etkiledi. Nizâmiye medreselerindeki eğitim öğretim faaliyeti ve devlet ricâlinin ilme ve ilim adamlarına itibarı sebebiyle o dönemde Bağdat’ın ilim ve kültür merkezi olma özelliği daha da artmıştı. Burada Nizâmiye medreselerine devam etti; Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine mensup birçok ilim adamı ile görüştü, çoğundan ders veya icâzet aldı. Kendisi eserlerinde Bağdat’ta görüştüğü ve faydalandığı âlimlere ve okuduğu kitaplara sıkça atıfta bulunur (a.g.e., s. 107-120). Bunlar arasında Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Bezzâz, Ebü’l-Meâlî Sâbit b. Bündâr, Ebü’l-Hasan İbnü’t-Tuyûrî, Ebû Muhammed Ca‘fer b. Ahmed es-Serrâc, Ebü’l-Vefâ İbn Akīl, Ebû Bekir İbn Tarhân, Ebü’l-Muzaffer el-Ebîverdî, Hatîb et-Tebrîzî sayılabilir. Özellikle bölgenin önde gelen Şâfiî fakihi Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed eş-Şâşî’den çok faydalandı. Aynı yıl (489/1096) babasıyla birlikte hacca gitti. Mekke’de Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali et-Taberî’den hadis okudu. Hac farîzasını eda edip Bağdat’a geri döndükten sonra İmam Gazzâlî’den İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i ve diğer kitaplarını okudu, onun görüşlerinden ve ders ortamından çok yararlandı (a.g.e., s. 111-114, 120, 340, 369-370; el-ʿAvâṣım, s. 30-31). İki yıla yakın Gazzâlî ile beraber olduktan sonra 491’de (1098) dönüş hazırlıklarına başladı. Bu esnada babası ile birlikte Abbâsî Halifesi Müstazhir-Billâh ile görüşme fırsatını elde etti (Ḳānûnü’t-teʾvîl, s. 116; krş. ʿÂriżatu’l-aḥveẕî, IX, 68-69). Bir süre Dımaşk ve Kudüs’te kaldıktan sonra Mısır’a gitti. ʿÂriżatü’l-aḥveẕî adlı Sünenü’t-Tirmiẕî şerhini bu sırada telif etti. 493 (1099) yılının başlarında babası Abdullah İbnu’l-Arabî İskenderiye’de veya Kudüs’te vefat etti. Bazı kaynaklarda, babasının ölümünün ardından İbnü’l-Arabî’nin Endülüs’e geri dönüp İşbîliye’ye yerleştiği kaydedilmekle birlikte ilim yolculuğunun on yıl sürdüğü şeklindeki kendi ifadesi ve çağdaşı Kādî İyâd’ın beyanı dikkate alınınca dönüş tarihinin 495 (1001) olması daha muhtemel görünmektedir (ʿÂriżatü’l-aḥveẕî, IX, 68-69; Kitâbü’l-Ḳabes, I, 41; el-Ġunye, s. 68; Dabbî, s. 83). İbnü’l-Arabî’nin bu seyahatinde çeşitli şehirlere uğrayarak birçok ilim adamıyla görüşmüş, tartışmış veya onlardan ders okumuş olması sebebiyle kaynaklarda değişik ilim dallarında 100’e yakın hocasının adı zikredilir (en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ, neşredenin girişi, I, 39-85; Saîd A‘râb, s. 17-50; Ammâr Tâlibî, I, 25-56).
İbnu’l-Arabî İşbîliye’ye döndüğünde bölgenin âlim ve devlet adamları tarafından çok iyi karşılandı; kırk yılı aşkın bir süre çeşitli bölgelerden gelen öğrencilere ders okuttu, hadis rivayet etti, icâzet aldığı ve yanında getirdiği kitabları naklederek icâzet verdi. Bu müddet zarfında çeşitli dalda elli civarında eser telif etti. Israr üzerine iki yıl kadar İşbîliye kadılığı görevini üstlendiyse de muhaliflerinin tepkileri sebebiyle bu görevi fazla sürdürmeyip tekrar ilmî faaliyetlerine döndü ve Kurtuba’ya yerleşti. İşbîliye ve Kurtuba’daki bu eğitim faaliyeti sonunda çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Saîd A‘râb, İbnü’l-Arabî’nin kaynaklarda zikredilen 121 (Maʿal Ḳāḍî Ebî Bekir b. el-ʿArabî, s. 91-111), en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ adlı kitabını neşre hazırlayan Abdulkebîr el-Alevî el-Medgarî ise 254 (I, 133-190) öğrencisinin ismini zikreder. Bunlar arasında oğlu Ebû Muhammed Abdullah İbnü’l-Arabî, Kādî İyâd, İbn Beşkuvâl, Ebû Zeyd Abdurrahman b. Abdullah es-Suheylî, Ebû Bekir İbn Hayr el-İşbîlî, Ebû Ca‘fer İbn Galbûn et-Tucîbî, İbn Sâhibüssalât, İbn Kurkūl, İbn Madâ, Ebu’l-Kāsım İbn Semecûn, Ebü’l-Kāsım İbn Hubeyş ve Ebû Bekir İbn Ebû Cemre sayılabilir.
İbnü’l-Arabî’nin son günlerinde Endülüs’te siyasî istikrar tekrar bozuldu. Murâbıtlar’ın hâkimiyeti sona erip Muvahhidler dönemi başladı. Siyasî iktidar değişiminin ve otorite boşluğunun halk üzerinde yapacağı olumsuz etkileri önlemek ve ülkenin geleceği bakımından yeni kurulan Muvahhidler Devleti’yle iyi ilişkileri başlatmak amacıyla bir heyetle birlikte Mağrib’e gitti. Heyet üyelerinden bir kısmı geri döndüyse de İbnü’l-Arabî bir yıl kadar orada kaldı. Bazı kaynaklar bu süre zarfında hapsedildiğini kaydeder. Endülüs’e dönerken 543 yılının Rabîulevvel ayında (Ağustos 1148) yolda vefat etti ve Fas’ta Bâbulmahrûk mevkiinde defnedildi.
Öğrencilerinin ve tabakat müelliflerinin ortak ifadelerine göre İbnü’l-Arabî parlak bir zekâya, kuvvetli bir hâfızaya, sağlam bir muhâkeme gücüne, güçlü bir iradeye sahipti. Endülüs ve Doğu İslâm dünyasının önemli ilim merkezlerindeki zengin ilmî birikimi yakından tanıma imkânı elde etmiş, birçok ilim dalında derinleşmiş, İslâm âlimleri arasındaki farklı görüşleri değerlendirerek ve yeri geldiğinde mezcederek döneminde Mâlikî fıkhının güçlü bir temsilcisi ve Endülüs’ün birçok ilim dalında kıymetli eserler veren bir müellifi olmuştur.
İlmî mesaisini tefsir ve hadis dallarında yoğunlaştıran İbnu’l-Arabî’nin her iki alanda da otorite sayıldığı, fıkıh alanındaki derin tahlil gücünü ve mezhebler arası mukayeseli fıkıh bilgisini tefsir ve hadis sahasında kaleme aldığı eserlerine taşıdığı görülür. Tefsirde nakle dayanan metodu esas almış, dirâyet tefsirinin de nakille uygunluğuna özen göstermiştir. İtikadî konularda genelde Eş‘arî çizgisinde olup Bâtınîler’i ve filozofları ağır bir dille eleştirmesi Gazzâlî’nin tutumunu andırır. Döneminde Endülüs’te uygulanan ve taklide dayanan eğitim sistemini tenkit etmesi ve Bağdat-Şam-Mısır üçgeninde uygulanan usulü beğenmesi, dolaylı da olsa Endülüs’te Mâlikî mezhebinin yegâne hâkim ve belirleyici mezhep olması yerine mezhepler arası mukayeseli fıkıh eğitimini tercih ettiği şeklinde anlaşılabilir. Bununla birlikte eserlerinde bu tavrını pek belli etmez. Yeri geldiğinde Mâlikî mezhebi içindeki aykırı görüşleri belirtmekten veya onlardan birine temayül etmekten geri durmasa da her vesileyle diğer fıkıh mezheplerine karşı Mâlikî mezhebinin üstünlüğünü vurgulamaya çalışır, bu mezheplerin fakihlerine ağır eleştiriler yöneltir. Babasının Zâhirî mezhebine temayülü ve hatta döneminde Zâhirîler’in önde gelenlerinden olduğu bilinmekle birlikte (Zehebî, XX, 198) İbnu’l-Arabî’nin Zâhirî düşüncesine sıcak bakmadığı açıktır. Fıkıhta dil unsuruna ve hadise önemli bir yer vermesi bakımından İbn Hazm’a benzerlik gösterirse de hikmet-i teşrî‘ ve makāsıd konusunda onun âdeta tam karşısında yer alır.
İbnü’l-Arabî siyasetle olan ilgisi yönünden eleştirilmiştir. Ancak bu durum onun kişisel tercihinden çok içinde bulunduğu şartların sürüklediği bir sonuç idi ve bu yüzden zaman zaman siyasetle ilgilenmek zorunda kalmıştı. Çocukluğu sırasında Endülüs’te mülûkü’t-tavâif adı verilen beylikler birbirleri ile yıkıcı mücadele halinde bulunuyordu. Doğuda haçlı seferleri devam ederken kilisenin teşvikiyle oluşan hıristiyan gönüllülerle ordusunu takviye eden Kastilya Kralı I. Fernando 1062 yılında Tuleytula (Toledo) ve İşbîliye’yi haraca bağlamış, İbnü’l-Arabî henüz on yaşında iken Endülüs’ün ikinci büyük şehri olan Tuleytula’yı Kral VI. Alfonso ele geçirmişti. Bu sırada Murâbıtlar Endülüs’e hâkim olmuşlar ve Alfonso’yu Zellâka’da büyük bir bozguna uğratmışlardı (1086). Murâbıtlar’ın emîri Yûsuf b. Tâşfîn’in bu başarısı hıristiyan akınlarını bir süre durdurmuştu. Kuvvetli bir devlet kurmasına rağmen Yûsuf b. Tâşfîn’e Kureyş’ten bir halifeye bağlı olmadığı ve bu yüzden de meşruiyetinin bulunmadığı yönünde itirazlar yapılmakta, bu durum birliği sağlanmasına ve devletin gücünü toparlamasına engel olmaktaydı. İbnu’l-Arabî’nin ilim yolculuğu dönüşünde Bağdat Abbâsî halifesinden Yûsuf b. Tâşfîn adına onay alması, İmam Gazzâlî’den ve Ebû Bekir İbn Ebû Rendeka et-Turtûşî’den mustevlî de olsa âdil hükümdara itaat edilmesi, fakat onun da halka merhametle muamele etmesi gerektiği yönünde mektuplar getirmesi (mektupların metni için bk. Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, s. 471-484), bu fitne ve zaaf ortamını izaleye yönelik hasbî bir çaba olarak da, İbn Haldûn’un ifade ettiği gibi (Muḳaddime, II, 642) Yûsuf b. Tâşfîn’in bilgi ve talebi doğrultusunda yapılmış bir girişim olarak da görülebilir.
Eserleri. İbnü’l-Arabî, dinî ilimlerin hemen hemen her dalında eser yazmakla birlikte bunlardan çok azı günümüze ulaşmıştır. Mevcut eserlerindeki atıfları veya diğer kaynaklarda zikredilmesi sebebiyle sadece isimleri bilinen eserlerinin, onun kadılıktan ayrılmasıyla sonuçlanan olaylarda veya daha sonraki hıristiyan istilâsı sırasında tahrip edildiği ya da kaybolduğu söylenebilir. Nitekim İbn Ferhûn on beş eserinin, Makkarî otuz üç eserinin adını verirken çağdaş araştırmacılardan bu rakamı seksen sekize kadar çıkaranlar da vardır (Kitâbü’l-Ḳabes, neşredenin girişi, I, 63-64; en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ, neşredenin girişi, I, 115-129). 1. Aḥkâmü’l-Ḳurʾân.* Rivayet ağırlıklı olan eser, Mâlikî fıkhı içindeki farklı görüşlere yer vermesi ve diğer fıkıh mezheplerinin görüşlerini de objektif olarak değerlendirmesi yönüyle dikkat çeker. İbnü’l-Arabî’nin en meşhur ve önemli eserlerinden biri olup çeşitli baskıları yapılmıştır (I-II, Kahire 1331; nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî, I-IV, Kahire 1377-1378; Kahire 1387/1967, I-IV, 1392/1972). 2. ʿÂriżatü’l-aḥveẕî* fî şerḥi’t-Tirmiẕî. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’in tamamını kapsayan ilk şerh olup diğer şerhlerle birlikte veya müstakil olarak basılmıştır (Kanpûr 1299; I-XIII, Kahire 1350-1352). 3. el-ʿAvâṣım mine’l-ḳavâṣım.* Kelâm ve itikadî mezhebler tarihiyle ilgilidir (nşr. Abdülhamîd b. Bâdîs, Konstantine 1347-1348; nşr. Ammâr Tâlibî, Beyrut 1985, Ârâʾü Ebî Bekir İbni’l-ʿArabî el-Kelâmiyye’nin II. cildi olarak). Muhibbuddin el-Hatîb, eserin ilk baskısına dayanarak ashapla ilgili bölümü notlar ilâvesiyle neşretmiş (Kahire 1371, 1399 [5. bs.]), daha sonra Mahmûd Mehdî el-İstanbûlî’nin bu neşri gözden geçirerek yeni notlar eklemesi ve ayrıca el-Mektebü’s-Selefî uzmanlarının metni üç ayrı yazma nüshayla karşılaştırmaları suretiyle yayımlanmıştır (Kahire 1405). 4. el-Emedü’l-Aḳṣâ* fî maʿrifeti esmâʾi’l-ḥüsnâ ve efʿâlihî teʿalâ. Kısmen farklı isimlerle de kaydedilen eser Allah’ın isim ve sıfatlarını konu edinir. Eserin çeşitli yazma nüshaları mevcuddur (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa nr. 371; Hacı Salim Ağa Ktp., nr. 499). 5. Ḳānûnü’t-teʾvîl. İbnu’l-Arabî eserin mukaddimesinde (sf: 68) ve Kitâbu’l-Ḳabes’te (III, 1048) bu eserinden Ḳānûn fi’t-teʾvîl li-ʿulûmi’t-tenzîl adıyla söz ederse de müellifin diğer birçok atfı yanında kitabın çeşitli kütüphanelerdeki yazma nushalarında ve klasik kaynaklarda eser Ḳānûnü’t-teʾvîl adıyla zikredilir (Aḥkâmu’l-Ḳurʾân, III, 1164, 1389; el-ʿAvâṣım, II, 22, 262, 272; Ḳānûnü’t-teʾvîl, neşredenin girişi, s. 23-24; Makkarî, II, 35). Ammâr Tâlibî’nin Vâḍıḥu’s-sebîl ilâ maʿrifeti Ḳānûni’t-teʾvîl adıyla zikrettiği yazma nüshanın (Ârâʾü Ebî Bekir b. el-ʿArabî el-kelâmiyye, I, 68, bk. Mustafa İbrâhim el-Müşînî, s. 28), muhteva hakkında verilen bilgilerden hareketle ayrı bir eser olması ihtimali de bulunmakla birlikte Aḥkâmu’l-Ḳurʾân veya Envârü’l-fecr’den biri olması kuvvetle muhtemeldir. 533 (1139) yılında telif edilen ve edebî bir üslûbla kaleme alınan eserde İbnu’l-Arabî’nin ilmin önemi, kaynağı, çeşitleri, ruh ve beden, te’vil kuralları ve örnekleri konuları etrafında çeşitli görüşleri yer alır. Eser, Muhammed es-Süleymânî tarafından önce geniş bir mukaddime ile birlikte (Beyrut 1980), daha sonra sadece metin olarak (Cidde 1986; Beyrut 1990) neşredilmiştir. 6. en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ. İbnü’l-Arabî’nin diğer eserlerinde de kısmî adlandırma farklılıklarıyla sıkça atıfta bulunduğu bu eser Abdülkebîr el-Alevî el-Medgarî tarafından yayımlanmıştır (baskı yeri yok, 1413/1992). 7. el-Ḳabes fî şerḥi Muvaṭṭaʾi Mâlik b. Enes. 532’de (1138) Kurtuba’da telif edilen eserde İbnu’l-Arabî, Ebü’l-Velîd el-Bâcî’nin el-Münteḳā adlı el-Muvaṭṭaʾ şerhinin fıkhî meselelerde yoğunlaştığı, fakat hadis ilimleri açısından yetersiz olduğu görüşünü ileri sürerek hem bu boşluğu doldurmak hem de ele aldığı fıkhî meselelerde kendi görüş ve tercihini açıklayıp İmam Mâlik’in ve diğer müctehidlerin görüşlerini tahlil veya tenkit etmiştir. Değişik kütüphanelerde birçok yazma nüshası bulunan eseri Muhammed Abdullah Vuld Kerîm neşretmiştir (Beyrut 1992, I-III). 8. Tertîbu’r-riḥle li’t-terġīb fi’l-mille. İbnu’l-Arabî’nin Doğu’ya yaptığı ilim yolculuğunu ve izlenimlerini edebî bir üslûpla anlatan ve türünün ilk örneklerinden sayılan eser Saîd A‘râb tarafından yayımlanmıştır (Maʿal Ḳādî Ebî Bekir b. el-ʿArabî, s. 181-245). Aynı metin, Muhammed es-Süleymânî’nin neşrettiği Ḳānûnü’t-teʾvîl’in baş tarafında mevcut olup (sf: 69-120) muhtevanın tetkiki, eserin bu yolculuğun belli bir dönemini kapsadığı veya eksik olduğu izlenimi vermektedir.
İbnü’l-Arabî’nin, eserlerinde sıkça isimlerini zikrettiği ve çoğu Rabat’ta el-Hizânetü’l-âmme’de olmak üzere çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları veya mikrofilmleri bulunan eserleri de şunlardır: Aḥkâmu’l-Ḳurʾân eṣ-ṣuġrâ, Risâletu’l-mustebṣır, Sirâcu’l-muhtedîn, Sirâcu’l-murîdîn, Kitâbü’l-Efʿâl, Kitâbü’l-mesâlik fî şerḥi Muvaṭṭaʾi Mâlik, Kitâbu’l-Mutavassıṭ fi’l-iʿtiḳād, el-Maḥṣûl fî uṣûli’l-fıḳh, el-Vuṣûl ilâ Maʿrifeti’l-uṣûl (bu eserlerin yazma nüshaları için bk. en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ, neşredenin girişi, I, 115-128; Mustafa İbrâhim el-Müşînî, s. 27-34; Ammâr Talîbî, I, 65-82).
İbnu’l-Arabî, başta Aḥkâmu’l-Ḳurʾân ve ʿÂriżatu’l-aḥveẕî olmak üzere günümüze ulaşmış eserlerinde diğer birçok eserinin adını zikrederek onlara atıfta bulunur. Aynı şekilde tabakat müellifleri de onun zamanımıza intikal etmeyen birçok eserinden söz ederler. Bu gruba giren ve ellinin üzerinde bir sayıya ulaşan eserlerden Envârü’l-fecr, İbnü’l-Arabî’nin en hacimli kitabı olması bakımından ayrı bir önem taşır. İbnü’l-Arabî, diğer eserlerinde bu isimle veya Envârü’l-fecr fî mecâlisi’ẕ-ẕikr adıyla sıkça atıfta bulunduğu ve kapsamlı bir tefsir olduğunu belirterek övgüyle söz ettiği kitabının imlâ usulüyle yirmi yılda yazıldığını, toplam 80.000 varakı bulduğunu, fakat -istinsah amacıyla olmalı- eserin şahıs ve grupların ellerinde dağıldığını, ancak 20.000 varaklık kısmını toplama gayreti içine girdiğini veya toplatabildiğini anlatır (Ḳitâbu’l-Ḳabes, III, 1037-1038; Ḳānûnu’t-teʾvîl, s. 65, 149, 206, 219, 301, 304, 361; Aḥkâmu’l-Ḳurʾân, II, 802; III, 1429, 1451). Muahhar kaynaklarda ise eserin tamamının seksen cilt halinde Merînî Hükümdarı Ebû İnân el-Merînî’nin (1348-1358) özel kütüphanesinde bulunduğu belirtilir (İbn Ferhûn, sf 283).
İbnu’l-Arabî, günümüze ulaşmayan ve Makkarî’nin ifadesine göre yirmi cilt olan el-İnsâf fî mesâʾili’l-hilâf adlı eserine de yer yer atıflarda bulunur (Aḥkâmu’l-Ḳurʾân, II, 534, 982; Makkarî, II, 36). Yine Müellifin kendi açıklamalarından hareketle Aḥkâmü’l-ʿibâd fi’l-meʿâd, Âyânu’l-aʿyân, el-İmlâʾ ʿale’t-Tehâfut, Tebyînu’ṣ-ṣaḥîḥ fî taʿyîni’z-zebîḥ, Tertîbü âyi’l-Ḳurʾân, Telḫîṣu Mesâʾili’l-ḫilâf, Telḫîṣu’t-tarîḳateyn el-ʿIrâḳıyye ve’l-Horâsâniyye, ed-Devâḥî ve’n-nevâḥî fi’r-red ʿalâ İbn Ḥazm eẓ-Ẓâhirî, Nüzhetü’l-menâẓır ve tuḥfetü’l-ḫavâṭır, Kitâbu’t-Temḥîs, en-Nevâzilü’l-fıḳhiyye, en-Neyyireyn fî şerḥi’ṣ-ṣaḥîḥayn, el-Müşkileyn, Kitâbü’n-Nübüvvât, İlcâʾü’l-fuḳahâʾ ilâ maʿrifeti ġavâmıżı’l-udebâʾ gibi çoğu belirli bir konuya tahsis edilmiş küçük hacimde risâleleriyle tabakat müellifleri tarafından kendisine nisbet edilen diğer eserler de anılabilir (İbnu’l-Arabî’nin eserleri hakkında bk. Kitâbü’l-Ḳabes, neşredenin girişi, I, 63-64; en-Nâsiḫ ve’l-mensuḫ, neşredenin girişi, I, 115-129; el-ʿAvâṣım, neşredenin girişi, s. 27-29; Mustafa İbrâhim el-Müşînî, s. 27-34; Ammâr Tâlibî, I, 65-83).
BİBLİYOGRAFYA
Ebû Bekir İbnu’l-Arabî, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, I-IV, tür.yer.; a.mlf., ʿÂriżatu’l-aḥveẕî, Kahire 1350-52, IX, 68-69; a.mlf., Kitâbu’l-Ḳabes fî şerḥi Muvaṭṭaʾi Mâlik b. Enes (nşr. Muhammed Abdullah Vüld Kerîm), Beyrut 1992, neşredenin girişi, I, 7-72; a.mlf., Ḳānûnü’t-teʾvîl (nşr. Muhammed es-Süleymânî), Beyrut 1990, neşredenin girişi, s. 23-29; a.mlf., en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ fi’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm (nşr. Abdulkebîr el-Alevî el-Medgarî), [baskı yeri yok] 1413/1992 (Mektebetü’s-sekāfeti’d-dîniyye), neşredenin girişi, I, 13-190; a.mlf., el-ʿAvâṣım (Hatîb), neşredenin girişi, s. 9-31; Kādî İyâz, el-Ġunye (nşr. Mâhir Zuheyr Cerrâr), Beyrut 1402/1982, s. 66-72; İbn Beşküvâl, eṣ-Ṣıla, II, 563, 590-591; Dabbî, Buġyetu’l-multemis, s. 82-88; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 296-297; Zehebî, Aʿlâmu’n-nubelâʾ, XX, 197-204; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü’l-müẕheb, Kahire 1329-30 ⟶ Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 281-284; İbn Haldûn, Muḳaddime, II, 642; III, 1252-1253; Dâvûdî, Ṭabaḳātü’l-müfessirîn, II, 167-171; Makkarî, Nefḥu’ṭ-ṭîb, II, 25-43; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 553; II, 1921; Mahlûf, Şeceretü’n-nûr, I, 122-123, 136-138; Brockelmann, GAL, I, 525; Suppl., I, 732-733; Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 90; Hüseyin Mûnis, Târîḫu’l-coġrâfiyye ve’l-coġrâfiyyîn, Kahire 1406/1986, s. 394-416; Saîd A‘râb, Maʿa’l-Ḳāḍî Ebî Bekir b. el-ʿArabî, Beyrut 1407/1987; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), I, 91; Mustafa İbrâhim el-Müşînî, İbnü’l-ʿArabî el-Mâlikî el-İşbîlî ve tefsîruhû Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, Beyrut 1411/1991, s. 15-40; Ammâr Tâlibî, Ârâʾü Ebî Bekir b. el-ʿArabî el-kelâmiyye, Cezayir, ts. (eş-Şirketü’l-vataniyye), I-II; Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, Dirâsât fî târîḫi’l-Maġrib ve’l-Endelüs, İskenderiye, ts., s. 101-104, 471-484; İhsan Abbas, “el-Cânibü’s-siyâsî min riḥleti İbni’l-ʿArabî”, Ebḥâs̱, XVI/2, Beyrut 1963, s. 217-236; J. Robson, “Ibn al-ʿArabī”, EI2 (İng.), III, 707
Endülüslü Mâliki fakihlerinin önde gelenlerinden, muhaddis.
22 Şâban 468’de (31 Mart 1076) İşbîliye’de (Sevilla) doğdu. Arab kabilelerinden Kahtân’ın Meâfir kolundan olup ataları fetihten sonra Endülüs’e yerleşmişti. Babası, İşbîliye ve çevresinde hüküm süren Abbâdîler’in vezirlerinden ve bölgenin önde gelen ilim adamlarından Ebû Muhammed İbnu’l-Arabî, annesi ise Abbâdî hânedanının siyasî rakibi Ebû Hafs Ömer el-Hevzenî’nin kızıdır. İlk öğrenimine babası, dayısı Ebü’l-Kāsım Hasan el-Hevzenî ve Ebû Abdullah b. Ahmed es-Sarakustî’den ders alarak başladı. Erken yaşta hıfzını, kırâat-i aşereyi tamamladı; temel dinî bilgileri, dil ve edebiyat, matematik ve fen bilimlerini okudu. Bir süre sonra Kurtuba’ya (Cordoba) giderek Ebû Abdullah İbn Attâb, Ebû Mervân İbn Serrâc gibi hocalardan ders aldı. Abbâdî hânedanının yıkılıp bölgenin Murâbıtlar’ın hâkimiyetine girmesiyle (484/1091) başlayan gelişmeler hem ilim yolculuğu arzusu içinde olan İbnu’l-Arabî, hem de oğlunun en iyi şekilde yetişmesini arzulayan ve hac ibadetini ifa etmek isteyen babası için uygun bir fırsat oldu. Ailece 485 (1092) yılında Mâleka’dan (Malaga) hareketle Kuzey Afrika üzerinden Doğu İslâm dünyasının önemli ilim merkezlerini kapsayan uzun bir yolculuğa çıktılar. İbnu’l-Arabî, Ebu’l-Velîd el-Bâcî’nin de Doğu seyahatinden önemli bir ilmî birikimle dönmesinin ve Endülüs’te büyük itibar kazanmasının bu yolculuğa çıkmasında etkili olduğunu belirtir (Ḳānûnu’t-teʾvîl, s. 76-77).
İbn Haldûn baba ve oğlun, Murâbıtlar Hükümdarı Yûsuf b. Tâşfîn tarafından Bağdat Abbâsî halifesine kendisi adına biat vermek ve hükümdarlığı için onay almak üzere gönderildiğini belirtirken (Muḳaddime, II, 642) Abdulhay el-Kettânî, bölgenin yeni hâkimi Yûsuf b. Tâşfîn’den kaçarak Doğu’ya gittiklerini ve mülklerine de el konulduğunu ileri sürer (et-Terâtîbü’l-idâriyye, I, 91). Bazı yeni araştırmalar ve belgeler, başlangıçta böyle bir görev üstlenmeseler bile memleketlerine dönüşleri sırasında, müsbet icraatlarını duydukları Yûsuf b. Tâşfîn’in hem siyasî rakiplerine karşı hem sürdürdüğü cihad hareketi hususunda desteklenmesi ve hükümdarlığının onaylanması için Gazzâlî’den bir fetva ve halifeden de ferman aldıklarını göstermektedir (Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, s. 101-104, 471-484; İhsan Abbas, XVI/2 [1963], s. 217-236). On yıla yakın bir süreyi kapsayan bu ilim yolculuğu İbnu’l-Arabî açısından çok verimli geçti. O, Tertîbu’r-riḥle li’t-terġīb fi’l-mille adlı kitabıyla el-ʿAvâṣım da dahil diğer eserlerinde bu seyahati sırasında uğradığı ilim merkezleri ve görüştüğü âlimler hakkında geniş bilgi verir. İbnu’l-Arabî, Endülüs’ten ayrıldıktan sonra bir süre Cezayir’in Bicâye (Bougie), Tunus’un Mehdiye ve Kayrevan şehirlerinde kalarak Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Mâzerî gibi bazı âlimlerden ders okudu. Daha sonra maceralarla dolu bir deniz yolculuğu ile Mısır’a geçti; buradaki âlimlerden fıkıh, kelâm ve hadis okudu, Şîa ve Kaderiyye mensuplarıyla tartışmalarda bulundu. O sırada Mısır’da hâkim olan Fâtımîler’in Sünnî düşünceyi baskı altında tutmaları sebebiyle burada sadece sekiz ay kalıp Kudüs’e geçti (486/1093). Selçuklu nüfuzu altında olan Kudüs’te tam bir hürriyet havası hâkimdi. İbnü’l-Arabî’nin kaydettiğine göre yüksek düzeyde dinî eğitim veren birçok ders halkasının yanında Hanefî ve Şâfiî mezheplerine göre eğitim veren iki Nizâmiye medresesi vardı (el-ʿAvâṣım, II, 61). Burada çeşitli ders halkalarına katıldı ve yapılan munazaraları takib etti. Kelâm, usûl-i fıkıh ve hilâfiyat okudu; özellikle Ebû Bekir İbn Ebû Rendeka et-Turtûşî’den çok faydalandı. Ebû Ali Hüseyin es-Sâgānî, Ebû Saîd ez-Zencânî, Ebû Sa‘d ez-Zevzenî gibi Doğu İslâm dünyasından gelmiş Hanefî fakihlerinin bakış açıları onu etkiledi (Ḳānûnu’t-teʾvîl, sf: 92-98). Eserlerinde sık sık burada geçen ilmî tartışmalara ve âlimlerin görüşlerine atıfta bulunmasından, Kudüs’teki ilmî atmosferin İbnü’l-Arabî’yi çok etkilediği ve burada geçirdiği üç yılı tahsil hayatının verimli dönemlerinden biri olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Bu arada Filistin ve Şam bölgesinin Akkâ, Taberiye, Askalân, Dımaşk gibi diğer ilim merkezlerini dolaştı. İmâmiyye ve Bâtıniyye âlimleriyle tartıştı. Ebü’l-Fazl İbnü’l-Furât Ahmed b. Ali, Nasr b. İbrâhim el-Makdisî, Hibetullah b. Ahmed el-Ekfânî, Atâ el-Makdisî gibi birçok âlimle görüştü. 489 (1096) yılında Bağdat’a gitti.
Irak bölgesindeki ilmî birikim ve öğretim usulü de İbnü’l-Arabî’yi bir hayli etkiledi. Nizâmiye medreselerindeki eğitim öğretim faaliyeti ve devlet ricâlinin ilme ve ilim adamlarına itibarı sebebiyle o dönemde Bağdat’ın ilim ve kültür merkezi olma özelliği daha da artmıştı. Burada Nizâmiye medreselerine devam etti; Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine mensup birçok ilim adamı ile görüştü, çoğundan ders veya icâzet aldı. Kendisi eserlerinde Bağdat’ta görüştüğü ve faydalandığı âlimlere ve okuduğu kitaplara sıkça atıfta bulunur (a.g.e., s. 107-120). Bunlar arasında Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Bezzâz, Ebü’l-Meâlî Sâbit b. Bündâr, Ebü’l-Hasan İbnü’t-Tuyûrî, Ebû Muhammed Ca‘fer b. Ahmed es-Serrâc, Ebü’l-Vefâ İbn Akīl, Ebû Bekir İbn Tarhân, Ebü’l-Muzaffer el-Ebîverdî, Hatîb et-Tebrîzî sayılabilir. Özellikle bölgenin önde gelen Şâfiî fakihi Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed eş-Şâşî’den çok faydalandı. Aynı yıl (489/1096) babasıyla birlikte hacca gitti. Mekke’de Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali et-Taberî’den hadis okudu. Hac farîzasını eda edip Bağdat’a geri döndükten sonra İmam Gazzâlî’den İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i ve diğer kitaplarını okudu, onun görüşlerinden ve ders ortamından çok yararlandı (a.g.e., s. 111-114, 120, 340, 369-370; el-ʿAvâṣım, s. 30-31). İki yıla yakın Gazzâlî ile beraber olduktan sonra 491’de (1098) dönüş hazırlıklarına başladı. Bu esnada babası ile birlikte Abbâsî Halifesi Müstazhir-Billâh ile görüşme fırsatını elde etti (Ḳānûnü’t-teʾvîl, s. 116; krş. ʿÂriżatu’l-aḥveẕî, IX, 68-69). Bir süre Dımaşk ve Kudüs’te kaldıktan sonra Mısır’a gitti. ʿÂriżatü’l-aḥveẕî adlı Sünenü’t-Tirmiẕî şerhini bu sırada telif etti. 493 (1099) yılının başlarında babası Abdullah İbnu’l-Arabî İskenderiye’de veya Kudüs’te vefat etti. Bazı kaynaklarda, babasının ölümünün ardından İbnü’l-Arabî’nin Endülüs’e geri dönüp İşbîliye’ye yerleştiği kaydedilmekle birlikte ilim yolculuğunun on yıl sürdüğü şeklindeki kendi ifadesi ve çağdaşı Kādî İyâd’ın beyanı dikkate alınınca dönüş tarihinin 495 (1001) olması daha muhtemel görünmektedir (ʿÂriżatü’l-aḥveẕî, IX, 68-69; Kitâbü’l-Ḳabes, I, 41; el-Ġunye, s. 68; Dabbî, s. 83). İbnü’l-Arabî’nin bu seyahatinde çeşitli şehirlere uğrayarak birçok ilim adamıyla görüşmüş, tartışmış veya onlardan ders okumuş olması sebebiyle kaynaklarda değişik ilim dallarında 100’e yakın hocasının adı zikredilir (en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ, neşredenin girişi, I, 39-85; Saîd A‘râb, s. 17-50; Ammâr Tâlibî, I, 25-56).
İbnu’l-Arabî İşbîliye’ye döndüğünde bölgenin âlim ve devlet adamları tarafından çok iyi karşılandı; kırk yılı aşkın bir süre çeşitli bölgelerden gelen öğrencilere ders okuttu, hadis rivayet etti, icâzet aldığı ve yanında getirdiği kitabları naklederek icâzet verdi. Bu müddet zarfında çeşitli dalda elli civarında eser telif etti. Israr üzerine iki yıl kadar İşbîliye kadılığı görevini üstlendiyse de muhaliflerinin tepkileri sebebiyle bu görevi fazla sürdürmeyip tekrar ilmî faaliyetlerine döndü ve Kurtuba’ya yerleşti. İşbîliye ve Kurtuba’daki bu eğitim faaliyeti sonunda çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Saîd A‘râb, İbnü’l-Arabî’nin kaynaklarda zikredilen 121 (Maʿal Ḳāḍî Ebî Bekir b. el-ʿArabî, s. 91-111), en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ adlı kitabını neşre hazırlayan Abdulkebîr el-Alevî el-Medgarî ise 254 (I, 133-190) öğrencisinin ismini zikreder. Bunlar arasında oğlu Ebû Muhammed Abdullah İbnü’l-Arabî, Kādî İyâd, İbn Beşkuvâl, Ebû Zeyd Abdurrahman b. Abdullah es-Suheylî, Ebû Bekir İbn Hayr el-İşbîlî, Ebû Ca‘fer İbn Galbûn et-Tucîbî, İbn Sâhibüssalât, İbn Kurkūl, İbn Madâ, Ebu’l-Kāsım İbn Semecûn, Ebü’l-Kāsım İbn Hubeyş ve Ebû Bekir İbn Ebû Cemre sayılabilir.
İbnü’l-Arabî’nin son günlerinde Endülüs’te siyasî istikrar tekrar bozuldu. Murâbıtlar’ın hâkimiyeti sona erip Muvahhidler dönemi başladı. Siyasî iktidar değişiminin ve otorite boşluğunun halk üzerinde yapacağı olumsuz etkileri önlemek ve ülkenin geleceği bakımından yeni kurulan Muvahhidler Devleti’yle iyi ilişkileri başlatmak amacıyla bir heyetle birlikte Mağrib’e gitti. Heyet üyelerinden bir kısmı geri döndüyse de İbnü’l-Arabî bir yıl kadar orada kaldı. Bazı kaynaklar bu süre zarfında hapsedildiğini kaydeder. Endülüs’e dönerken 543 yılının Rabîulevvel ayında (Ağustos 1148) yolda vefat etti ve Fas’ta Bâbulmahrûk mevkiinde defnedildi.
Öğrencilerinin ve tabakat müelliflerinin ortak ifadelerine göre İbnü’l-Arabî parlak bir zekâya, kuvvetli bir hâfızaya, sağlam bir muhâkeme gücüne, güçlü bir iradeye sahipti. Endülüs ve Doğu İslâm dünyasının önemli ilim merkezlerindeki zengin ilmî birikimi yakından tanıma imkânı elde etmiş, birçok ilim dalında derinleşmiş, İslâm âlimleri arasındaki farklı görüşleri değerlendirerek ve yeri geldiğinde mezcederek döneminde Mâlikî fıkhının güçlü bir temsilcisi ve Endülüs’ün birçok ilim dalında kıymetli eserler veren bir müellifi olmuştur.
İlmî mesaisini tefsir ve hadis dallarında yoğunlaştıran İbnu’l-Arabî’nin her iki alanda da otorite sayıldığı, fıkıh alanındaki derin tahlil gücünü ve mezhebler arası mukayeseli fıkıh bilgisini tefsir ve hadis sahasında kaleme aldığı eserlerine taşıdığı görülür. Tefsirde nakle dayanan metodu esas almış, dirâyet tefsirinin de nakille uygunluğuna özen göstermiştir. İtikadî konularda genelde Eş‘arî çizgisinde olup Bâtınîler’i ve filozofları ağır bir dille eleştirmesi Gazzâlî’nin tutumunu andırır. Döneminde Endülüs’te uygulanan ve taklide dayanan eğitim sistemini tenkit etmesi ve Bağdat-Şam-Mısır üçgeninde uygulanan usulü beğenmesi, dolaylı da olsa Endülüs’te Mâlikî mezhebinin yegâne hâkim ve belirleyici mezhep olması yerine mezhepler arası mukayeseli fıkıh eğitimini tercih ettiği şeklinde anlaşılabilir. Bununla birlikte eserlerinde bu tavrını pek belli etmez. Yeri geldiğinde Mâlikî mezhebi içindeki aykırı görüşleri belirtmekten veya onlardan birine temayül etmekten geri durmasa da her vesileyle diğer fıkıh mezheplerine karşı Mâlikî mezhebinin üstünlüğünü vurgulamaya çalışır, bu mezheplerin fakihlerine ağır eleştiriler yöneltir. Babasının Zâhirî mezhebine temayülü ve hatta döneminde Zâhirîler’in önde gelenlerinden olduğu bilinmekle birlikte (Zehebî, XX, 198) İbnu’l-Arabî’nin Zâhirî düşüncesine sıcak bakmadığı açıktır. Fıkıhta dil unsuruna ve hadise önemli bir yer vermesi bakımından İbn Hazm’a benzerlik gösterirse de hikmet-i teşrî‘ ve makāsıd konusunda onun âdeta tam karşısında yer alır.
İbnü’l-Arabî siyasetle olan ilgisi yönünden eleştirilmiştir. Ancak bu durum onun kişisel tercihinden çok içinde bulunduğu şartların sürüklediği bir sonuç idi ve bu yüzden zaman zaman siyasetle ilgilenmek zorunda kalmıştı. Çocukluğu sırasında Endülüs’te mülûkü’t-tavâif adı verilen beylikler birbirleri ile yıkıcı mücadele halinde bulunuyordu. Doğuda haçlı seferleri devam ederken kilisenin teşvikiyle oluşan hıristiyan gönüllülerle ordusunu takviye eden Kastilya Kralı I. Fernando 1062 yılında Tuleytula (Toledo) ve İşbîliye’yi haraca bağlamış, İbnü’l-Arabî henüz on yaşında iken Endülüs’ün ikinci büyük şehri olan Tuleytula’yı Kral VI. Alfonso ele geçirmişti. Bu sırada Murâbıtlar Endülüs’e hâkim olmuşlar ve Alfonso’yu Zellâka’da büyük bir bozguna uğratmışlardı (1086). Murâbıtlar’ın emîri Yûsuf b. Tâşfîn’in bu başarısı hıristiyan akınlarını bir süre durdurmuştu. Kuvvetli bir devlet kurmasına rağmen Yûsuf b. Tâşfîn’e Kureyş’ten bir halifeye bağlı olmadığı ve bu yüzden de meşruiyetinin bulunmadığı yönünde itirazlar yapılmakta, bu durum birliği sağlanmasına ve devletin gücünü toparlamasına engel olmaktaydı. İbnu’l-Arabî’nin ilim yolculuğu dönüşünde Bağdat Abbâsî halifesinden Yûsuf b. Tâşfîn adına onay alması, İmam Gazzâlî’den ve Ebû Bekir İbn Ebû Rendeka et-Turtûşî’den mustevlî de olsa âdil hükümdara itaat edilmesi, fakat onun da halka merhametle muamele etmesi gerektiği yönünde mektuplar getirmesi (mektupların metni için bk. Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, s. 471-484), bu fitne ve zaaf ortamını izaleye yönelik hasbî bir çaba olarak da, İbn Haldûn’un ifade ettiği gibi (Muḳaddime, II, 642) Yûsuf b. Tâşfîn’in bilgi ve talebi doğrultusunda yapılmış bir girişim olarak da görülebilir.
Eserleri. İbnü’l-Arabî, dinî ilimlerin hemen hemen her dalında eser yazmakla birlikte bunlardan çok azı günümüze ulaşmıştır. Mevcut eserlerindeki atıfları veya diğer kaynaklarda zikredilmesi sebebiyle sadece isimleri bilinen eserlerinin, onun kadılıktan ayrılmasıyla sonuçlanan olaylarda veya daha sonraki hıristiyan istilâsı sırasında tahrip edildiği ya da kaybolduğu söylenebilir. Nitekim İbn Ferhûn on beş eserinin, Makkarî otuz üç eserinin adını verirken çağdaş araştırmacılardan bu rakamı seksen sekize kadar çıkaranlar da vardır (Kitâbü’l-Ḳabes, neşredenin girişi, I, 63-64; en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ, neşredenin girişi, I, 115-129). 1. Aḥkâmü’l-Ḳurʾân.* Rivayet ağırlıklı olan eser, Mâlikî fıkhı içindeki farklı görüşlere yer vermesi ve diğer fıkıh mezheplerinin görüşlerini de objektif olarak değerlendirmesi yönüyle dikkat çeker. İbnü’l-Arabî’nin en meşhur ve önemli eserlerinden biri olup çeşitli baskıları yapılmıştır (I-II, Kahire 1331; nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî, I-IV, Kahire 1377-1378; Kahire 1387/1967, I-IV, 1392/1972). 2. ʿÂriżatü’l-aḥveẕî* fî şerḥi’t-Tirmiẕî. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’in tamamını kapsayan ilk şerh olup diğer şerhlerle birlikte veya müstakil olarak basılmıştır (Kanpûr 1299; I-XIII, Kahire 1350-1352). 3. el-ʿAvâṣım mine’l-ḳavâṣım.* Kelâm ve itikadî mezhebler tarihiyle ilgilidir (nşr. Abdülhamîd b. Bâdîs, Konstantine 1347-1348; nşr. Ammâr Tâlibî, Beyrut 1985, Ârâʾü Ebî Bekir İbni’l-ʿArabî el-Kelâmiyye’nin II. cildi olarak). Muhibbuddin el-Hatîb, eserin ilk baskısına dayanarak ashapla ilgili bölümü notlar ilâvesiyle neşretmiş (Kahire 1371, 1399 [5. bs.]), daha sonra Mahmûd Mehdî el-İstanbûlî’nin bu neşri gözden geçirerek yeni notlar eklemesi ve ayrıca el-Mektebü’s-Selefî uzmanlarının metni üç ayrı yazma nüshayla karşılaştırmaları suretiyle yayımlanmıştır (Kahire 1405). 4. el-Emedü’l-Aḳṣâ* fî maʿrifeti esmâʾi’l-ḥüsnâ ve efʿâlihî teʿalâ. Kısmen farklı isimlerle de kaydedilen eser Allah’ın isim ve sıfatlarını konu edinir. Eserin çeşitli yazma nüshaları mevcuddur (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa nr. 371; Hacı Salim Ağa Ktp., nr. 499). 5. Ḳānûnü’t-teʾvîl. İbnu’l-Arabî eserin mukaddimesinde (sf: 68) ve Kitâbu’l-Ḳabes’te (III, 1048) bu eserinden Ḳānûn fi’t-teʾvîl li-ʿulûmi’t-tenzîl adıyla söz ederse de müellifin diğer birçok atfı yanında kitabın çeşitli kütüphanelerdeki yazma nushalarında ve klasik kaynaklarda eser Ḳānûnü’t-teʾvîl adıyla zikredilir (Aḥkâmu’l-Ḳurʾân, III, 1164, 1389; el-ʿAvâṣım, II, 22, 262, 272; Ḳānûnü’t-teʾvîl, neşredenin girişi, s. 23-24; Makkarî, II, 35). Ammâr Tâlibî’nin Vâḍıḥu’s-sebîl ilâ maʿrifeti Ḳānûni’t-teʾvîl adıyla zikrettiği yazma nüshanın (Ârâʾü Ebî Bekir b. el-ʿArabî el-kelâmiyye, I, 68, bk. Mustafa İbrâhim el-Müşînî, s. 28), muhteva hakkında verilen bilgilerden hareketle ayrı bir eser olması ihtimali de bulunmakla birlikte Aḥkâmu’l-Ḳurʾân veya Envârü’l-fecr’den biri olması kuvvetle muhtemeldir. 533 (1139) yılında telif edilen ve edebî bir üslûbla kaleme alınan eserde İbnu’l-Arabî’nin ilmin önemi, kaynağı, çeşitleri, ruh ve beden, te’vil kuralları ve örnekleri konuları etrafında çeşitli görüşleri yer alır. Eser, Muhammed es-Süleymânî tarafından önce geniş bir mukaddime ile birlikte (Beyrut 1980), daha sonra sadece metin olarak (Cidde 1986; Beyrut 1990) neşredilmiştir. 6. en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ. İbnü’l-Arabî’nin diğer eserlerinde de kısmî adlandırma farklılıklarıyla sıkça atıfta bulunduğu bu eser Abdülkebîr el-Alevî el-Medgarî tarafından yayımlanmıştır (baskı yeri yok, 1413/1992). 7. el-Ḳabes fî şerḥi Muvaṭṭaʾi Mâlik b. Enes. 532’de (1138) Kurtuba’da telif edilen eserde İbnu’l-Arabî, Ebü’l-Velîd el-Bâcî’nin el-Münteḳā adlı el-Muvaṭṭaʾ şerhinin fıkhî meselelerde yoğunlaştığı, fakat hadis ilimleri açısından yetersiz olduğu görüşünü ileri sürerek hem bu boşluğu doldurmak hem de ele aldığı fıkhî meselelerde kendi görüş ve tercihini açıklayıp İmam Mâlik’in ve diğer müctehidlerin görüşlerini tahlil veya tenkit etmiştir. Değişik kütüphanelerde birçok yazma nüshası bulunan eseri Muhammed Abdullah Vuld Kerîm neşretmiştir (Beyrut 1992, I-III). 8. Tertîbu’r-riḥle li’t-terġīb fi’l-mille. İbnu’l-Arabî’nin Doğu’ya yaptığı ilim yolculuğunu ve izlenimlerini edebî bir üslûpla anlatan ve türünün ilk örneklerinden sayılan eser Saîd A‘râb tarafından yayımlanmıştır (Maʿal Ḳādî Ebî Bekir b. el-ʿArabî, s. 181-245). Aynı metin, Muhammed es-Süleymânî’nin neşrettiği Ḳānûnü’t-teʾvîl’in baş tarafında mevcut olup (sf: 69-120) muhtevanın tetkiki, eserin bu yolculuğun belli bir dönemini kapsadığı veya eksik olduğu izlenimi vermektedir.
İbnü’l-Arabî’nin, eserlerinde sıkça isimlerini zikrettiği ve çoğu Rabat’ta el-Hizânetü’l-âmme’de olmak üzere çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları veya mikrofilmleri bulunan eserleri de şunlardır: Aḥkâmu’l-Ḳurʾân eṣ-ṣuġrâ, Risâletu’l-mustebṣır, Sirâcu’l-muhtedîn, Sirâcu’l-murîdîn, Kitâbü’l-Efʿâl, Kitâbü’l-mesâlik fî şerḥi Muvaṭṭaʾi Mâlik, Kitâbu’l-Mutavassıṭ fi’l-iʿtiḳād, el-Maḥṣûl fî uṣûli’l-fıḳh, el-Vuṣûl ilâ Maʿrifeti’l-uṣûl (bu eserlerin yazma nüshaları için bk. en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ, neşredenin girişi, I, 115-128; Mustafa İbrâhim el-Müşînî, s. 27-34; Ammâr Talîbî, I, 65-82).
İbnu’l-Arabî, başta Aḥkâmu’l-Ḳurʾân ve ʿÂriżatu’l-aḥveẕî olmak üzere günümüze ulaşmış eserlerinde diğer birçok eserinin adını zikrederek onlara atıfta bulunur. Aynı şekilde tabakat müellifleri de onun zamanımıza intikal etmeyen birçok eserinden söz ederler. Bu gruba giren ve ellinin üzerinde bir sayıya ulaşan eserlerden Envârü’l-fecr, İbnü’l-Arabî’nin en hacimli kitabı olması bakımından ayrı bir önem taşır. İbnü’l-Arabî, diğer eserlerinde bu isimle veya Envârü’l-fecr fî mecâlisi’ẕ-ẕikr adıyla sıkça atıfta bulunduğu ve kapsamlı bir tefsir olduğunu belirterek övgüyle söz ettiği kitabının imlâ usulüyle yirmi yılda yazıldığını, toplam 80.000 varakı bulduğunu, fakat -istinsah amacıyla olmalı- eserin şahıs ve grupların ellerinde dağıldığını, ancak 20.000 varaklık kısmını toplama gayreti içine girdiğini veya toplatabildiğini anlatır (Ḳitâbu’l-Ḳabes, III, 1037-1038; Ḳānûnu’t-teʾvîl, s. 65, 149, 206, 219, 301, 304, 361; Aḥkâmu’l-Ḳurʾân, II, 802; III, 1429, 1451). Muahhar kaynaklarda ise eserin tamamının seksen cilt halinde Merînî Hükümdarı Ebû İnân el-Merînî’nin (1348-1358) özel kütüphanesinde bulunduğu belirtilir (İbn Ferhûn, sf 283).
İbnu’l-Arabî, günümüze ulaşmayan ve Makkarî’nin ifadesine göre yirmi cilt olan el-İnsâf fî mesâʾili’l-hilâf adlı eserine de yer yer atıflarda bulunur (Aḥkâmu’l-Ḳurʾân, II, 534, 982; Makkarî, II, 36). Yine Müellifin kendi açıklamalarından hareketle Aḥkâmü’l-ʿibâd fi’l-meʿâd, Âyânu’l-aʿyân, el-İmlâʾ ʿale’t-Tehâfut, Tebyînu’ṣ-ṣaḥîḥ fî taʿyîni’z-zebîḥ, Tertîbü âyi’l-Ḳurʾân, Telḫîṣu Mesâʾili’l-ḫilâf, Telḫîṣu’t-tarîḳateyn el-ʿIrâḳıyye ve’l-Horâsâniyye, ed-Devâḥî ve’n-nevâḥî fi’r-red ʿalâ İbn Ḥazm eẓ-Ẓâhirî, Nüzhetü’l-menâẓır ve tuḥfetü’l-ḫavâṭır, Kitâbu’t-Temḥîs, en-Nevâzilü’l-fıḳhiyye, en-Neyyireyn fî şerḥi’ṣ-ṣaḥîḥayn, el-Müşkileyn, Kitâbü’n-Nübüvvât, İlcâʾü’l-fuḳahâʾ ilâ maʿrifeti ġavâmıżı’l-udebâʾ gibi çoğu belirli bir konuya tahsis edilmiş küçük hacimde risâleleriyle tabakat müellifleri tarafından kendisine nisbet edilen diğer eserler de anılabilir (İbnu’l-Arabî’nin eserleri hakkında bk. Kitâbü’l-Ḳabes, neşredenin girişi, I, 63-64; en-Nâsiḫ ve’l-mensuḫ, neşredenin girişi, I, 115-129; el-ʿAvâṣım, neşredenin girişi, s. 27-29; Mustafa İbrâhim el-Müşînî, s. 27-34; Ammâr Tâlibî, I, 65-83).
BİBLİYOGRAFYA
Ebû Bekir İbnu’l-Arabî, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, I-IV, tür.yer.; a.mlf., ʿÂriżatu’l-aḥveẕî, Kahire 1350-52, IX, 68-69; a.mlf., Kitâbu’l-Ḳabes fî şerḥi Muvaṭṭaʾi Mâlik b. Enes (nşr. Muhammed Abdullah Vüld Kerîm), Beyrut 1992, neşredenin girişi, I, 7-72; a.mlf., Ḳānûnü’t-teʾvîl (nşr. Muhammed es-Süleymânî), Beyrut 1990, neşredenin girişi, s. 23-29; a.mlf., en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ fi’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm (nşr. Abdulkebîr el-Alevî el-Medgarî), [baskı yeri yok] 1413/1992 (Mektebetü’s-sekāfeti’d-dîniyye), neşredenin girişi, I, 13-190; a.mlf., el-ʿAvâṣım (Hatîb), neşredenin girişi, s. 9-31; Kādî İyâz, el-Ġunye (nşr. Mâhir Zuheyr Cerrâr), Beyrut 1402/1982, s. 66-72; İbn Beşküvâl, eṣ-Ṣıla, II, 563, 590-591; Dabbî, Buġyetu’l-multemis, s. 82-88; İbn Hallikân, Vefeyât, IV, 296-297; Zehebî, Aʿlâmu’n-nubelâʾ, XX, 197-204; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü’l-müẕheb, Kahire 1329-30 ⟶ Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 281-284; İbn Haldûn, Muḳaddime, II, 642; III, 1252-1253; Dâvûdî, Ṭabaḳātü’l-müfessirîn, II, 167-171; Makkarî, Nefḥu’ṭ-ṭîb, II, 25-43; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 553; II, 1921; Mahlûf, Şeceretü’n-nûr, I, 122-123, 136-138; Brockelmann, GAL, I, 525; Suppl., I, 732-733; Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 90; Hüseyin Mûnis, Târîḫu’l-coġrâfiyye ve’l-coġrâfiyyîn, Kahire 1406/1986, s. 394-416; Saîd A‘râb, Maʿa’l-Ḳāḍî Ebî Bekir b. el-ʿArabî, Beyrut 1407/1987; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), I, 91; Mustafa İbrâhim el-Müşînî, İbnü’l-ʿArabî el-Mâlikî el-İşbîlî ve tefsîruhû Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, Beyrut 1411/1991, s. 15-40; Ammâr Tâlibî, Ârâʾü Ebî Bekir b. el-ʿArabî el-kelâmiyye, Cezayir, ts. (eş-Şirketü’l-vataniyye), I-II; Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, Dirâsât fî târîḫi’l-Maġrib ve’l-Endelüs, İskenderiye, ts., s. 101-104, 471-484; İhsan Abbas, “el-Cânibü’s-siyâsî min riḥleti İbni’l-ʿArabî”, Ebḥâs̱, XVI/2, Beyrut 1963, s. 217-236; J. Robson, “Ibn al-ʿArabī”, EI2 (İng.), III, 707